Seyahatnamelerde ve Seyyahların Bozkır Bölgesi izlenimleri
Bozkır, Konya’nın tarihi ve doğal güzelliklerle dolu bir ilçesidir. Seyahatnameler ve tarihi kaynaklar, bu bölgenin geçmişini, coğrafyasını, ekonomisini ve kültürel yaşamını detaylı bir şekilde anlatır. İşte Bozkır’ın zengin tarihine bir yolculuk:
Genel Konum ve Tarihi Önemi
Bozkır, Orta Toroslar’ın kuzey eteklerinde, Çarşamba Suyu kenarında yer alır.
Hititlerden Osmanlı’ya kadar birçok medeniyetin izlerini taşır.
Antik dönemde Akdeniz, Kilikya ve Pisidia bölgeleri arasında önemli bir geçiş noktasıydı.
Osmanlı döneminde maden işletmeciliği sayesinde gelişmiştir.
Bozkır’ın Tarihi İsimleri ve Tasvirleri
Kâtip Çelebi (17. yüzyıl)
Bozkır’ı 32 köylü bir kaza olarak tanımlar. Aygır Nehri’nin bölgeden geçtiğini ve Suğla Gölü’ne aktığını yazar.
William Hamilton (1842)
Bölgeyi "Tris Maden" olarak adlandırır ve kurşun madenlerinin işletildiğini anlatır.
Ahmed Rifat Efendi (19. yüzyıl)
Bozkır’ın Sırıstat adıyla bilindiğini ve Bozkır Pınarı’nın Beyşehir Gölü’ne döküldüğünü belirtir.
Şemseddin Sami (19. yüzyıl)
Bozkır’ın verimli ovaları ve Suğla Gölü’nün güzelliğinden bahseder.
Sırıstat Kalesi: Karamanoğulları’nın Kuşatması
yüzyılda Karamanoğlu Alâeddin Bey, 30.000 askerle Sırıstat Kalesi’ni kuşatmış ancak 28 gün boyunca alamamıştır.
Kalenin güçlü surları ve stratejik konumu dikkat çekicidir.
İsaura Antik Kenti (Zengibar Kalesi)
Konumu: Göksu ve Çarşamba vadileri arasında, etkileyici bir manzaraya hakim.
Tarihi : Strabon, İsaura’nın iki önemli yerleşiminden bahseder: İsaura Palaia (Eski İsaura) ve İsaura Nova (Yeni İsaura). Roma döneminde Amyntas, burayı yeniden inşa etmiş ancak surları tamamlayamamıştır.
Keşifler: William Hamilton (1842): İsaura’nın yüksek bir tepede kurulu olduğunu ve geniş bir manzaraya sahip olduğunu yazar.
Charles Texier (19. yüzyıl): Antik kentin kalıntılarını detaylıca anlatır.
Sterrett (1888): Zengibar Kalesi’nin surlarının çok sağlam olduğunu ve Assos’unkilerden bile güzel olduğunu söyler.
İsaura’daki Kalıntılar
Surlar ve Kapılar: Harçsız örülmüş devasa taşlardan yapılmış, kulelerle güçlendirilmiş.
Nekropoller (Mezarlıklar): Lahitler ve kaya mezarları bulunuyor.
Zafer Takı: İmparator Hadrian onuruna yapılmış, 7 metre yüksekliğinde.
Agora ve Tiyatro: Eski şehrin sosyal ve ticari merkezi.
Taş Ocakları: Kentin yapı malzemeleri buradan çıkarılmış.
Nüfus ve Ekonomi
19. yüzyılda nüfus: 10.000 ile 50.000 arasında değişiyordu.
Ekonomi
Madencilik, tarım (buğday, arpa, afyon) ve el sanatları (kilim, tabanca yapımı) öne çıkıyordu.
Tarım ve Doğal Ürünler
Kâtip Çelebi: "Armudu ve eriği çoktur, bağları yoktur" diye yazmış.
Hamilton: Sarıoğlan’da verimli tarlalar ve Ulupınar’da lezzetli elmalar olduğunu belirtir.
Kültürel Yaşam ve Efsaneler
Hocaköy Pazarı: Cuma günleri kurulan canlı bir pazar.
Misafirperverlik: Köylüler, gezginleri ayran, bulgur çorbası ve ballı tatlılarla ağırlardı.
Hacılar Köyü Efsanesi: Köyün adının, ayakları ayı gibi olan bir çocuktan geldiği söylenir.
Köyler ve Mimari Eserler
Camiler, Medreseler, Çeşmeler: 65 cami, 15 medrese ve 47 çeşme kayıtlara geçmiştir.
Köy Evleri: Taş ve ahşap karışımı sağlam yapılar.
Antik Köprüler: Çarşamba Suyu üzerinde tarihi köprüler bulunuyor.
Doğal Güzellikler
Dağlar: Toros Dağları, Karadağ, Geyik Dağı.
Akarsular ve Göller: Çarşamba Suyu, Suğla Gölü, Beyşehir Gölü.
Sonuç
Bozkır, antik dönemden Osmanlı’ya uzanan tarihi, doğal güzellikleri ve kültürel zenginlikleriyle keşfedilmeyi bekleyen bir hazinedir. Seyahatnameler, bu bölgenin geçmişini günümüze taşıyarak bize eşsiz bir miras sunuyor.
📌 Bozkır’ı ziyaret ederseniz, tarihin izlerini her adımda hissedebilirsiniz! 🌄🏛️
Bozkır (Konya) ve çevresi hakkında farklı gezgin ve coğrafyacıların eserlerinde yer alan notlar şöyledir.
Strabon (M.S. 1. yüzyıl)
Strabon'un "Geographika" adlı çalışması, İsaura hakkında bilgi veren ilk kaynaklardan biridir. Strabon, Toroslar yakınındaki İsaura'nın Lykaonia'ya dahil olduğunu ve burada İsaura Palaia ve İsaura Nova adında iyi tahkim edilmiş iki köy bulunduğunu belirtmiştir. Her iki İsaura'nın da Amyntas'ın elinde olduğunu, Amyntas'ın İsaura Palaia'yı tahrip ettikten sonra orayı kendisi için kraliyet ikametgahı yaptığını ancak inşa ettirdiği surun tamamlanmasını göremediğini aktarmıştır.
Ammianus Marcellinus (MS 390 dolayları)
Ammianus Marcellinus'un "Res Gestae" adlı kitabında İsaura hakkında kısa bir bilgi yer almaktadır. Eserinde İsaura'nın çok önceleri oldukça muktedir olduğunu ve uzun zaman önce yok edici bir isyanla yıkıldığını, bu nedenle eski ihtişamından çok az iz gösterdiğini belirtmektedir.
Bizanslı Stephanos (MS 540 dolayları)
Bizanslı Stephanos, "Ethnika" adlı coğrafya sözlüğünde İsaura'yı "cinssiz bir İsauria kenti" olarak tanımlamış ve İsauria'nın Lykaonia ile Kilikia arasında, Toros Dağı'nda yer aldığını ifade etmiştir.
Şikârî (1584)
Şikârî, "Karamannâme" adlı eserinde Sırıstat Kalesi'nden bahsetmektedir. Buna göre, Karamanoğlu Alâeddin Bey'in otuz bin askerle Beyşehir'den geçip Sırıstat Kalesi'ne geldiğini ve yirmi sekiz gün boyunca kuşatmasına rağmen kaleyi alamadığını anlatmıştır. Kale Beyi'nin Galinca isimli bir zat olduğunu da eklemiş ve kalenin sonunda alındığını kaydetmiştir. Bu anlatım, Bozkır'da 14. yüzyılda muhkem bir kalenin varlığını göstermektedir.
Kâtip Çelebi (1648)
Kâtip Çelebi'nin 1630 yılında yazmaya başladığı "Cihannümâ" adlı eserinde Bozkır ve çevresinden söz edilmektedir. Kâtip Çelebi, Bozkır'ı; Aladağ, Alanya, Silifke ve Taşkent arasında 32 köye sahip bir kaza olarak tasvir etmiştir. Konya'ya bir buçuk menzil uzaklıkta ve Seydişehir'in kuzeybatısında konaklama yeri olduğunu, arazisinin ova ve dağlık olduğunu belirtmiştir. "Aygıra Nehri"nin (bugünkü Çarşamba Suyu) Sorkun yaylasından çıkarak Suğla'ya aktığını ifade etmiştir. Bozkır'ın meyvelerinden armut ve eriğinin çok olduğunu ancak bağları olmadığını gözlemlemiştir. Ayrıca, Morsun, Fart ve Sırıstan (Sırıstat) köylerinde birkaç köprü bulunduğundan bahsetmiştir.
William John Hamilton (1842)
İngiliz jeolog Hamilton'ın 1835'teki Anadolu seyahati, 1842'de "Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia" adıyla yayımlanmıştır. Hamilton, İsauria bölgesine Karaman, Güneysınır ve Sarıoğlan üzerinden geldiğini belirtir. Bozkır'ı "Tris Maden" olarak adlandırmış ve burayı "kireçtaşı uçurumları eteğine mevzilenmiş" olarak tasvir etmiştir. Tris Maden'den sonra Akçapınar Köyü üzerinden Ortakaraören istikametine doğru gittiğini kaydetmiştir. Tris Maden'in ana geçim kaynağının güneydeki dağlardan getirilen ham kurşun cevherinin tasfiyesi olduğunu, yıllık 800-900 okkadan fazla üretmediklerini ve sadece kışın çalıştıklarını belirtmiştir. Çarşamba Çayı'nın güneydeki dağlarda Çarşamba adlı bir yerde doğduğunu, kaynağının iki saat sonra bir ovada kaybolup daha aşağıda tekrar ortaya çıktığını, Alibeyköy ve Çumra yakınında Konya ovasına girdiklerinde Beyşehir ve Seydişehir gölleri içinden akan nehre katıldığını ancak bahçe sulama işleri nedeniyle kış hariç bu bağlantının gerçekleşmediğini ifade etmiştir. Sarıoğlan'dan geçerken, arpanın henüz biçilmediği veya çekilmediği, yaban armut ağaçlarıyla beneklenmiş ekilebilir bir ovaya indiklerini, köylülerin orak yerine elleriyle bitkiyi köküyle çektiğini gözlemlemiştir. Ulupınar Köyü'ndeki elmaların küçük ama çok tatlı ve kokulu olduğunu belirtmiştir. Hamilton, İsaura kentinin Güneysınır'dan sekiz saat daha batıda Ulupınar ve Hacılar köyleri yakınlarında yüksek bir tepenin doruğunda yer aldığını, deniz seviyesinden 1200-1500 metreden az yükseklikte olamayacağını tahmin etmiştir. Kentin kuzeyde Konya ovaları, doğuda Karadağ ve Allah dağları, güneyde Toros Dağı ve batıda Seydişehir gölü olmak üzere geniş bir görüş alanına hakim olduğunu yazmıştır. İsaura harabelerinin bulunduğu tepelerin killi şist yatakları ile kaplı mavi ve sarı yarı kristalimsi kireçtaşından oluştuğunu belirtmiştir. Nekropol hakkında, kentin güney-güneydoğu yönündeki surların dışında iyi yontulmuş mermer bloklardan yapılmış küçük yapı kalıntıları bulunduğunu, bunların bomos tarzı mezarlar görüntüsü verdiğini ve üzerinde haçlar bulunan mezar taşlarının kentin Hıristiyanlık çağlarında iskân edildiğini kanıtladığını kaydetmiştir. Kent surlarının ve kulelerinin sağlam ve iri surlarla çevrili olduğunu, kuzeybatı ve kuzeye doğru dik uçurumlar haricinde izlerinin görüldüğünü, güneybatı kenarının altıgen veya sekizgen kulelerle sağlamlaştırıldığını belirtir. Güneydeki ana girişin yıkılmış iki kule ile korunduğunu, taş dizilerinde kalkanları temsil eden madalyonlar olduğunu ve Hadrian kemerinin kuzeybatısında sert kayaya oyulmuş merdivenler bulunduğunu kaydetmiştir. Surların içinde, bir tepenin zirvesinde yıkık bir sekizgen kule bulunduğunu da belirtir. İsaura'daki diğer yapı ve kalıntılar arasında kuzey-kuzeybatıdan güney-güneydoğu istikametine uzanan harabe halindeki yapılar, güney kapıdan farklı yönlere giden yollar ve caddeler, bir tapınak temelinin bulunduğu yapı (43 metre uzunluğunda, 26 metre genişliğinde), forum veya agora kalıntıları, hamam halvetiyle bağlantılı bir kanal kalıntısı, ev temelleri, kırık sütunlar ve mimari süslemelerden bahsetmiştir. Forumun veya agoranın kuzeydoğusunda İmparator Hadrian onuruna dikilmiş 7.30 m yüksekliğinde 5.74 m genişliğinde bir zafer takı bulunduğunu belirtmiştir. Surlarla zafer takının kırmızı ve sarı mermerle yapıldığını söylemiştir. Zafer takının güneydoğusunda ve sütunlar caddesinin yukarısında küçük bir tiyatronun işaretleri olduğunu, takın batı ve kuzeybatısında ise bir terasa çıkan basamak kalıntıları olduğunu belirtmiştir. Ulupınar'daki evlerin duvarlarında okunaksız yazıtlar, korniş, sütun arşitravı gibi devşirme malzemeler ve tuhaf elbiseli, pantolon giyimli dövüşen ve avlanan figürleri temsil eden küçük kabartmalar bulunduğunu kaydetmiştir. Bozkır merkezdeki köprünün yanındaki bir çeşmeden ve üzerindeki yazıtlardan bahsetmiştir. Hamilton, İsaura kentinden detaylı olarak bahseden ilk kişidir.
Charles Texier (1839-1849)
Fransız arkeolog Texier'nin "Description de l’Asie Mineure; Beaux=Arts, Monuments Historiques, Plans et Topographie des Cités Antiques" adlı eseri 1839-1849 yılları arasında yayımlanmıştır. Texier çalışmasında İsauria'yı Küçük Asya olarak isimlendirilen Anadolu'nun idari birimlerinden biri olarak göstermiş ve İsaura kentinden bahsetmiştir. Amyntas’ın İsaura Nova adı altında yıktırıp tekrar yaptığı eski İsaura şehrinin Zengibar Köyü yakınında olduğunu, kuzeyinin Konya ovası, güneyinin Toros, doğusunun Karadağ ve Aladağ, batısının Seydişehir gölünü ayıran silsile olduğunu belirtmiştir. Nekropol hakkında, kentin güneydoğu girişini oluşturan, bomos tarzı mezarların taşa oyulmuş basamaklarla yüksekte olduğunu, cenaze yemeğine özgü kapların Likya eserlerindeki gibi burada da görüldüğünü ve çoğu harap olan mezar taşlarının aslanpençeleri, madalyonlar ve çiçeklerle süslendiğini belirtir. Surlar ile ilgili Hamilton'a benzer ifadeler kullanmıştır. İsaura kentindeki harabe halindeki yapıların kuzey-kuzeybatıdan güney-güneydoğu istikametine uzandığını, güney kapıdan farklı yönlere giden çok sayıda yol ve cadde bulunduğunu, sağdaki taş ocağına ve hisara giderken soldaki yolun bir tapınak temelinin bulunduğu yapıya (43 metre uzunluğunda ve 26 metre genişliğinde) gittiğini belirtmiştir. Forum veya agora kalıntıları, bir hamam halveti ile bağlantılı olduğu anlaşılan bir kanal kalıntısı ve İmparator Hadrian onuruna dikilmiş zafer takından bahsetmiştir. Texier, İsaura'yı Hamilton'dan sonra ayrıntılı bir şekilde ele almıştır.
Heinrich Kiepert (1854)
Coğrafya ve kartografi uzmanı Kiepert'in 1854'te Berlin'de yayımladığı "Memoire über die Konstruktion der Karte von Kleinasien" adlı kitapta, Konya ve Karaman çevresinin coğrafyasından bahsedilmiştir. Kiepert, İsaura kalıntılarının bulunduğu ve halen gümüş, bakır ve kurşun çıkarılan Bozkır Dağı'nın, bu platonun üzerinde konik bir şekilde batıya doğru yükseldiğini ifade etmiştir.
John Murray Yayınevi (1854)
19. yüzyılda John Murray Yayınevi tarafından Türkiye ile ilgili hazırlanan gezi rehberlerinden ilki olan 1854 tarihli "A Handbook for Travellers in Turkey" adlı eser, İsaura kentine giden güzergâhı Kayseri, Niğde, Ereğli, Karaman, Güneysınır ve Hacılar Köyü üzerinden geçtiğini belirtir. Bu çalışmada Bozkır'dan "Tris Maden" olarak bahsedilmektedir. İsaura kentinin Beyşehir Gölü ve Konya Ovası'na kadar uzanan geniş bir manzaraya hâkim, yüksek bir tepeler silsilesinin en yüksek noktasına kurulduğunu ifade edilmiştir. Tris Maden'in ekonomik yapısıyla ilgili olarak, on saatlik uzaklıkta bulunan güneydeki dağlardan ham halde aşağı indirilen kurşun cevherinin tasfiyesi olduğunu, yıllık 800-900 okkadan fazla üretmediklerini ve sadece kışın çalıştıklarını belirtmiştir. Üzerinde haçlar bulunan mezar taşlarının kentin Hıristiyanlık çağlarında iskân edildiğini kanıtladığı belirtilmektedir. Kulelerin altıgen olduğu ifade edilmiştir.
Edwin John Davis (1879)
İngiliz gezgin Davis'in "Life İn Asiatic Turkey, A Journal Of Travel İn Cilicia, (Pedias And Trach(ea) İsauria, And Parts Of Lycaonia And Cappadocia)" adlı çalışması, 1875 yazında Kilikya, Lykaonia, Kapadokya ve İsauria bölgelerinde yapılan seyahatleri kapsamaktadır. Davis, İskenderiye'den Mersin'e gitmek üzere Rus vapuru Alexander ile yola çıktığını, Kilistra, Ermenek, Dülgerler, Alata, Hadim ve Bolat üzerinden Yelbeği Köyü'ne geldiğini, buradan da Işıklar Köyü, İsaura kenti ve Hacılar Köyü'ne uğradığını detaylandırmıştır. Davis, İsauria bölgesinin konumuyla ilgili ayrıntılı bir tasvir yaparak, Aşıklar (Işıklar) Köyü'nden gördüğü manzarayı, Almadağı, Akdağ, Alata Dağı, Karacadağ, Karadağ ve Bozdağ gibi yüksek dağ sıralarını, Karaman ovasını, Seydişehir gölünü ve çevresini, Yunt Dağı ve Geven Dağ'ı detaylıca anlatmıştır. İsaura kentinden Aycılar (Hacılar) Köyü istikametindeki bölge için Boz ve Karadağ, Karacadağ ve Hasan Dağı'nın çift konisinden bahsetmiştir. Hacılar Köyü'nden ayrılarak doğuya ilerlerken, ardıç ve bodur meşeyle kaplı kayalık tepelerden, çıplak, engebeli ve açık krem renginde yükselen Bozalla Dağı'ndan, Khunnet, Kuzören, Kınık ve Sarıoğlan köylerinden, büyük ovanın köşesine kadar uzanan verimsiz bir bölgeden ve Armutlu ile Karazengir (Karasınır) köylerinden bahsetmiştir. Davis, İsaura'ya Işıklar Köyü üzerinden giden tek seyyah olarak, köyden yaklaşık on beş dakika uzaklıkta, kayalık bir zemine inşa edilmiş bir mezar veya küçük bir tapınağın harabesi olduğunu, yapının alt kısmının tek parça yontma taşlardan inşa edildiğini, tepenin eteklerindeki vadide ve etrafındaki kayalık tepelerde çok sayıda kaya mezarı ve lahit bulunduğunu, çok soğuk, berrak ve lezzetli bir suyu olan çeşmenin üzerine inşa edilmiş küçük bir yapının varlığını anlatmıştır. Ayrıca, kare şeklindeki kesme taştan yapılan bir kanaldan çıkan bol miktarda kaynağın küçük bir kare havuza aktığını, tepenin biraz yukarısında başka iki yapının kalıntıları olduğunu, yola en yakın olanının 7.18x3.58 metre ölçülerinde dikdörtgen bir yapı (muhtemelen tapınak mezarı) olduğunu, içinde heykeller için nişler, süsleme taşları ve Korint pilastrlar bulunduğunu belirtmiştir. Frizde erkek geyiği öldüren bir avcıyı temsil eden kabartmaların olduğunu, ancak çizim ve işçiliğin kalitesiz olduğunu kaydetmiştir. Surlarla çevrili eski kentin kuzey-kuzeybatıdan güney-güneydoğuya uzanan iki ayrı tepe üzerinde yer aldığını, birçok burcu olan sur hattının güney ve güneybatı yönünde uzandığını ve yerin savunmasını tamamladığını detaylandırmıştır. Kentin güney tarafındaki girişin, çok büyük yapılı duvarlar arasındaki bir koridorda yer alan iki kapıdan oluştuğunu ve yedi kenarlı burçlarla çevrili olduğunu, ancak bu burçların dış kısmının düşmüş olduğunu belirtmiştir. Duvar işçiliğinin çok ince ve düzenli olduğunu, küp veya dikdörtgen şeklindeki taşların dönüşümlü olarak büyük ve küçük katmanlar halinde, harçsız olarak örüldüğünü, taşların en sert gri kireçtaşı veya kireçtaşı ve beyaz mermer/porfir karışımı olduğunu açıklamıştır. Sur hattının doğu ve batıya uzanışını, burçların konumlarını, derin yarıkları (Yazdam ve Ulupınar köylerinin bulunduğu yerler), ikinci bir kapının varlığını, üzerindeki kabartmaları (miğfer, baldır zırhı, savaş zırhı) ve burçların katlı yapısını ayrıntılı olarak tasvir etmiştir. Zafer takının sur ve kulelerle aynı malzemeden yapıldığını ve tek bir kemerden, İyon düzeninde, yekpare şekilde yapıldığını, içine üç büyük dikdörtgen bloktan oluşan kare bir kapı inşa edilerek küçültüldüğünü belirtmiştir. Aşıklar Köyü muhtarının kendilerini nazikçe karşıladığını ve ayran, bulgur çorbası, yoğurt ve ballı bir tatlıdan oluşan akşam yemeği hazırladığını aktarmıştır. Hacılar Köyü'nün isminin nereden geldiğini, Karaman sultanlarından birinin zamanında köy reisinin ayakları ayı ayağı gibi olan bir çocuğu doğmasından ve bunun sonucunda "Aycılar, ayılar köyü" adının benimsenmesinden kaynaklanan bir efsane olarak anlatmıştır. Aşıklar Köyü'ndeki evlerin mimarisi hakkında, sert kil içine yerleştirilmiş ve büyük ardıç gövdeleriyle sıkıştırılmış büyük taş bloklardan yapıldığını, çatılarının kalın ve sağlam olduğunu (yılın birkaç ayı 1-1.5 metre karla kaplı olması ve şiddetli rüzgar nedeniyle), duvar kalınlığının yaklaşık 1 metre olduğunu, her evin önünde gevşek taşlardan örülmüş yüksek duvarlarla çevrili ağıl olarak kullanılan avlular bulunduğunu belirtmiştir. Köy çeşmesinin çeşitli antik mezar taşları yerleştirilerek yapıldığını ancak tüm yazıtlarının silinmiş olduğunu gözlemlemiştir. Davis'in Işıklar Köyü'ndeki konut mimarisinden bahsetmesi önemlidir.
Yağlıkçızade Ahmed Rifat Efendi (1882-1883)
Yağlıkçızade Ahmed Rifat Efendi'nin ünlü eseri "Lugat-ı Târihiyye ve Coğrafiyye"de (1882-1883) ikinci cildinde Sırıstad yer almaktadır. Ahmed Rifat, Bozkır ile ilgili olarak, Konya'nın on sekiz saat güneybatısında, Sırıstad adıyla ünlü bir kaza merkezi olduğunu belirtir. İçinde "Bozkır Pınarı" adıyla cereyan eden pınarın, kasabanın batısında ve üç saat başlangıcındaki Karacahisar köyü civarındaki dağdan çıkıp, kazaya tabi Fart ve Pınarcık köylerinden geçerek Belviran nahiyesinde sona erdiğini ve Beyşehir Gölü'ne karıştığını aktarmıştır. H.1299/M.1881-1882 yılında Sırıstad'ın nüfusunun 700, kazanın ise 10.293 kişi olduğunu belirtmiştir.
John Robert Sitlington Sterrett (1888)
Arkeolog Sterrett'in 1884 ve 1885 yazlarında yaptığı seyahatlerden oluşan eseri "The Wolfe Expedition to Asia Minor", 1888 yılında yayımlanmıştır. Sterrett, Mersin Limanı'na gelerek Anadolu yolculuğuna başladığını, Karaman ve Güneysınır üzerinden Koçaş Köyü'ne geldiğini, buradan sırasıyla Boyalı Köyü, Sarıoğlan ve Kuzören Köyü'ne uğradığını ve daha sonra Hadim-Taşkent yöresine geçtiğini anlatır. Daha sonra Üçpınar, Hacıyunuslar Köyü, Hocaköy Yaylası, Çat Köyü, Akçapınar Köyü, Karacaardıç Köyü, Sırıstat, İsaura, Işıklar Köyü, Hacılar Köyü, Fart Köyü ve Pınarcık Köyü'ne uğradığını detaylıca belirtir. Sterrett, bölgeyle ilgili en ayrıntılı tasviri vermiştir. Kuzören Köyü'nün Karaçal Dağı'nın kuzey yamacında yer aldığını belirtir. Kuzören'den batıya doğru ilerleyerek Yukarı ve Aşağıeşenler'e (Hadim) uğradığını, buradan da Hadim ve Dedemköy üzerinden Hocaköy'e geçtiğini, Dedemköy'den yaklaşık üç saat boyunca kuzeybatı yönünde Göksu kanyonunu takip ettiklerini ve bir saatlik yolculuktan sonra Hocaköy platosuna tırmanıp köye ulaştıklarını kaydetmiştir. Hocaköy'den Yunuslar Köyü üzerinden Hocaköy Yaylası'na doğru hareket ettiğini, Karabayır yakınlarında ikinci bir tepede kalıntılar olduğunu ve bu platoya Sinandı Ovası dendiğini, Baybağan, Hocaköy, Karabayır, Yunuslar, Koğanlı, Soğucak köylerinin burada bulunduğunu belirtir. Sinandı Kuzu Dağı'na çıkışın çok dik olduğunu, dağın tepesinden Göksu kanyonu ve Zengibar Kalesi'nin açıkça görüldüğünü, Sinandı Kuzu Dağı'nın zirvesinde çok engebeli bir plato olduğunu gözlemlemiştir. Hocaköy'den iki saat sonra Tufan Deresi Çayı'na ulaşıldığını, bu çayın Dedemköy'den kısa bir mesafe sonra Göksu'yla birleştiğini ve Haydar Dağı'nı sağa alıp yirmi dakika ilerledikten sonra iki çayın kesiştiği noktaya gelindiğini aktarmıştır. Hocaköy Yaylası'ndan Sırıstat'a giderken Sultanpınar Deresi'ni tırmanarak Tosuntaşı'na ve kurumuş Tosuntaşı Gölü'ne ulaştıklarını, Göksu ile Çarşamba Suyu arasındaki su havzasına geldiklerini ve Çat'ta iki akarsuyun birleştiğini, Çarşamba Suyu'nun dar bir vadiden aşağı inip verimli Sırıstat vadisinin başladığı yerde sona erdiğini yazar. Akçapınar'ın kısa bir mesafe ötesinde Suğla Gölü'nün göründüğünü, Karacaardıç'ın iki köyünün Çarşamba Suyu'nun iki kolu arasında kalan yüksek plato üzerinde yer aldığını belirtir. Sırıstat'tan Ulupınar'a giderken, Kozağaç'a ulaşıldığını, Bozkır Dağı, Göksu Kanyonu ve Sinandı Kuzu Dağı'yla sınırlanmış olduğunu, Tepelice, Tepearası ve Küçük Asarlık köylerinden geçerek Büyük Asarlık'a varıldığını, oradan da kuzeye Yazdam'a, doğuya Ulupınar'a ulaşıldığını anlatmıştır. Ulupınar'dan Hacılar'a geçişi, Asar Dağı'nın doğu eteğinden Karayahya'ya doğru engebeli tepelik araziden geçerek, Sırıstat'ın yaklaşık yarım saat aşağısında verimli Çarşamba Suyu vadisindeki büyük Fart köyüne inildiğini, Fart'ın on beş dakika aşağısında Çarşamba Suyu'nun dar bir kanyona girip Suğla Gölü'nden gelen koluyla birleştiği yere kadar devam ettiğini tasvir etmiştir. Çarşamba Çayı'nı takip ederek Pınarcık Köyü'ne gidildiğini, Pınarcık'ın iki akarsuyun (Çat, Sırıstat, Fart'tan geçen Çarşamba Suyu ve Suğla Göl'den gelen Çarşamba Suyu) birleştiği yerin üzerindeki platoda yer alan büyük bir köy olduğunu belirtir. Pınarcık'ın aşağısındaki Çarşamba Suyu üzerindeki köylerin Saraycık, Apa, Dinek, Algaran ve Alibeyköy yakınındaki Çarşamba Köprüsü olduğunu aktarır. Pınarcık'ın doğusundaki arazinin çok engebeli ve ürkütücü olduğunu, Çarşamba Suyu'nun derin bir kanyondan aktığını, Sazlı, Saviran ve Bademli köylerini geçerek düzlükten inmeye başlandığını ve Çarşamba Suyu'nun Suğla Göl kolunun Balıklava yakınlarında bir köprüyle geçildiğini anlatmıştır. Daha sonra Akkise, Karaören, Yalıhüyük, Sandı, Eldivan, Ahırlı Pazar, Karacakuyu, Kayacık, Çiftlikköy ve Arvana üzerinden Çarşamba Çayı'nın kaynağını bulmak için Sorkun Köyü'ne geldiğini belirtir. Kabukla Belen Dağı'na tırmanışın son derece dik olduğunu, zirveye ulaşıldığında batıda Gök Dağ tarafından sınırlanmış engebeli bir düzlük yer aldığını, Gök Dağ'ın karla kaplı Geyik Dağı kadar yüksek olmadığını, Tınaz Dağı'nın da paralel olmadığını kaydetmiştir. Yaklaşık güneye yönelen bir çay rotasını takip ettiklerini, suyun yeraltında bir çıkış aradığı Düden'e ulaştıklarını, Sürle Çayı adı verilen büyük bir derenin güneyden gelip birleştikten sonra Gök Dağ'ın altındaki bir Düden'de kaybolduğunu, bu nedenle Çarşamba Suyu'nun kaynağının başka yerde aranması gerektiğini belirtmiştir. Bu vadinin kış aylarında yaşanmaz olduğunu ancak yaz aylarında sürü otlatmak için kullanıldığını, Sürle Çayı'ndan güneye doğru iki küçük göl - Sülük Göl ve Dipsiz Göl - bulunduğunu, Dipsiz Göl'ün çok derin olduğunu ve buradan az su aktığını, ancak hemen güneyinde Sürle Çayı'nın batı kolunu oluşturan büyük bir kaynak bulunduğunu aktarmıştır. Sarot Göl adında bir göl daha olduğunu, bu mevsimde kuru olduğunu ancak hemen yakınında Gök Dağ'ın eteklerinden Çarşamba Suyu'nun fışkırdığını öğrendiğini belirtmiştir. Son olarak Sorkun'dan Akkise istikametine Dere Köy üzerinden Mehre Köyü'ne uğradığını ve Mehre Çayı'nın kuzeydoğuya aktığını kaydetmiştir. Sterrett, Sırıstat'ı "Çarşamba Suyu üzerinde, sarp bir tepenin eteklerinde güzel bir konuma sahiptir" şeklinde tasvir etmiştir. Hamilton'un adlandırdığı Tris-Maden adlandırmasının yanlış olduğunu belirtmiştir. İsaura ile ilgili olarak, İsaura Vetus'un üzerinde bulunduğu Asar Dağı'nın yüksek ve neredeyse tamamen izole bir dağ olduğunu, çevreleyen arazinin yüksek ama dalgalı bir plato olduğunu, Gök Su olarak adlandırılan nehrin Asar Dağı'nın eteklerinde aniden güneydoğuya akmaya başladığını, kanyonunun 30-40 metre yüksekliğinde kayalıklar içerdiğini aktarır. Kentin eteklerinden bakıldığında yüksek görünmese de çok yüksek olması gereken bir dağın tepesinde yer aldığını, her yerden görülebildiğini ve Palaea İsaura'dan her yöne doğru manzaranın gördüğü en geniş ve muhteşem manzara olduğunu belirtmiştir. Sterrett, İsaura Nova ve İsaura Vetus problemine değinmiş, İsaura Vetus'u Zengibar Kalesi, İsaura Nova'yı ise Dinorna olarak ele almıştır. Zengibar Kalesi haricinde Kuzören Köyü, Hacıyunuslar Köyü, Üçpınar Yaylası ve Harmanpınar Köyü'ndeki eski yerleşimlerden ve mimari plastiklerden de bahsetmiştir. Kentin kuzeybatı kapısının dışında kartallar ve aslanlarla süslenmiş birkaç kaya mezarının bulunduğunu, bir tanesinin tapınağın ön cephesini simgelediğini, bu kısmın en üstünde Helios'un başı, altında kanatlarını kaldırmış iki kartalın, naos duvarının ortasında mezar girişinin ve kornişte aslan figürü ile öküz başlarının yer aldığını detaylandırmıştır. Kapının altında bir erkek büstünün olduğunu, üç basamakla mezara çıkıldığını, yanı başında küçük, sağlam bir lahit bulunduğunu, lahdin ön ve iki ucunun kabartmalarla süslendiğini kaydetmiştir. Güneydoğu kapısından dik bir inişin Belpınar'a (lezzetli bir kaynak ve gösterişli mezarların bulunduğu yer) getirdiğini, buradan kente giden antik yolun izlerini keşfettiğini ve yolun iyi bir mühendislik ürünü olduğunu belirtmiştir. Ulupınar'dan yirmi dakikalık dik bir tırmanışla Palaea İsauria'nın kuzeybatı kapısına ulaştığını, kapının ayakta ancak bitişik duvarların harabe olduğunu, güneydoğu kapısının sağlam ve özenle yapıldığını, duvar savunması kurallarına uygun inşa edildiğini, surların Assos'unkilerden bile güzel olduğunu ve bol miktarda taşçı işaretleri taşıdığını aktarmıştır. Kentin yapı malzemesinin çoğunun surların içinde, güneydoğu köşesindeki bir yamaçta yer alan taş ocaklarından geldiğini kaydeder. İsaura'daki diğer yapılar arasında Davis'in agoranın yan tarafındaki üstü kapalı revağa ait olduğunu düşündüğü sütunların Stoa olarak kentin merkezinde yer aldığını belirtir. Forumun veya agoranın kuzeydoğusunda bulunan zafer takını Stoa'nın hemen doğusunda, kilit taşında bir haç bulunan bir yapı şeklinde tasvir etmiştir. Stoa'nın güneyinde, bir tepenin üzerinde, ne amaçla kullanıldığı bilinmeyen dörtgen şeklinde büyük bir yapı bulunduğunu kaydetmiştir. Hocaköy'de cuma günleri bir pazar kurulduğunu ve köyün çoğu zaman "Cuma'yı Pazarı" olarak adlandırıldığını belirtmiştir. Hacılar Köyü'nün adını Hacılar olarak duyduğunu ifade etmiştir. Kuzören'de büyük bir eski köy veya kasaba kalıntılarıyla karşılaştıklarını, eski mezarlığın çok geniş ve mezarların yapımında kullanılan taşların kaba olduğunu, mezarlığın şu anda çoğunlukla ağaç ve yoğun çalılarla kaplı olduğunu yazar. Hacıyunuslar yakınlarındaki kalıntıların bir Akropolis üzerinde durduğunu, Akropolis duvarı olarak tasarlanan taşların büyük ve hantal görünümlü olduğunu, birleşme noktalarındaki taşların iyice yontulmuşken, kenar boyunca olanların sadece kısa aralıklarla yontulduğunu belirtmiştir. Bu taşların Akropolis tepesinin tüm çevresine dağılmış durumda olduğunu ancak hiçbir zaman yerlerine konulmadığını ve tahkimat planından vazgeçildiğini düşündüğünü kaydetmiştir. Hocaköy Yaylası'ndan kuzeybatı yönünde yarım saat mesafedeki bir tepede eski bir köyün kalıntıları olduğunu, bolca alçak kabartmayla süslenmiş küçük ve sağlam lahitler bulunduğunu, bu lahitlerin ne kemik ne de kül içerebileceğini, bu nedenle mezar taşı olarak kabul edilmiş olmaları gerektiğini, hiçbirinde yazıt olmadığını ve yerin adının bilinmediğini aktarmıştır. Çevredeki kırsal alanın özelliğinin buranın Türklerin gelişinden önce bile büyük olasılıkla bir yayla veya yazlık köy olduğunu gösterdiğini eklemiştir. Sırıstat'taki köprüde canlı bir av sahnesinin kabartmasının bulunduğunu, hızla kaçan bir ayıyı takip eden bir köpek ve atlı bir avcının tasvir edildiğini detaylandırmıştır. Işıklar Köyü'nde bir zamanlar görkemli bir türbenin kalıntılarını bulduğunu belirtmiştir.
William Mitchell Ramsay (1890)
Arkeolog Ramsay'in 1890 yılında yayımladığı "The Historical Geography of Asia Minor" adlı eseri, antik çağlarda Küçük Asya'nın topografyası, antik eserleri ve tarihi konusunda önemli bir çalışma olarak bilinir. Ramsay, İsauria'daki Leontopolis şehrinin İsaurapolis şehrinin piskoposuna tabi olduğunu, Leontopolis'in İsauropolis'e o kadar yakın olduğunu ki, Zeno'nun tek bir piskopos tarafından temsil edilmelerini emrettiğini belirtmiştir. Bugünkü Sırıstat'ın Leontopolis olduğu şüphesizdir.
Şemseddin Sami (1889-1898)
Şemseddin Sami'nin "Kâmûsü’l-a‘lâm" (1889-1898) adlı eseri, Türk kültür hayatında ilk ansiklopedi kabul edilen ve Bozkır'ı da anlatan altı ciltlik bir çalışmadır. Şemseddin Sami'ye göre Bozkır, Konya vilayeti ve sancağında, livanın batısında bir kaza olup, merkezi Sırıstat kasabasıdır. Kuzeyinin Beyşehir, doğusunun Konya ve Karapınar, güneyinin Hadim kazalarıyla, batısının ise Teke sancağıyla sınırlı ve çevrili olduğunu belirtmiştir. Arazisinin kısmen dağlık olup, güzel ovalarının da bulunduğunu kaydetmiştir. Suğla Gölü'nün bu kazada olduğunu ve merkez kazadan geçen nehrin Hadim dağlarından ve Belören nahiyesinden gelen diğer iki çayla birleştikten sonra bu göle bağlı olduğunu aktarmıştır. 1889 yılında Sırıstat ve Belören nahiyesiyle beraber tamamının nüfusunun otuz altı bin kişi olduğunu söylemektedir. İktisadi yapının kilim, aba, sahtiyan, tüfenk ve tabanca gibi şeylerden ibaret olduğunu yazar. Arazisinin verimli olduğunu ve çeşitli hububat, afyon, meyve ve sebzelerin her çeşidinin bulunduğunu aktarmıştır.
John Murray Yayınları (1895)
John Murray yayınlarından çıkan ikinci kaynak, Charles Wilson editörlüğünde basılan "Handbook For Travellers in Asia Minors, Transcaucasia, Persia" (1895) adlı eserdir. Sırıstat'a giden güzergâhın Seydişehir, Karaören ve Akkise üzerinden geçtiğini belirtir. Daha sonra İsaura'dan bahsedilmiştir. Sırıstat ismini kullanmıştır. Zengibar tabirinin bu eserde de geçtiği belirtilir. İsaura Vetus'un kullanıldığına dikkat çekilmiştir. Zengibar Kalesi'nin (İsaura) batı kapısının dışında kartallar ve aslanlarla süslenmiş birkaç kaya mezarı bulunduğunu, bir tanesinin tapınak ön cephesini simgelediğini belirtir. Kentin yapı malzemesinin çoğunun surların içinde, surların güneydoğu köşesindeki bir yamaçta yer alan taş ocaklarından geldiğini kaydetmiştir. Hadrian onuruna dikilmiş zafer takının hemen doğusunda, köylülerce Manastır olarak adlandırılan bir kilisenin kalıntıları bulunduğunu belirtmiştir. Sırıstat'taki köprüde canlı bir av sahnesinin kabartmasının bulunduğunu detaylandırmıştır.
Ali Cevad (1895-1896)
Kolağası Ali Cevad'ın "Memâlik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lügati" adlı ansiklopedik türdeki dört ciltlik eseri, Osmanlı coğrafyası hakkında önemli bilgiler içermektedir. Ali Cevad'a göre Bozkır, Konya vilayeti ve livasında ve sancağın batı sınırında bir kazadır. Kuzeyinde Beyşehir, doğusunda Konya, güneyinde Hadim kazaları, batısında Teke sancağıyla çevrili olduğunu aktarır. Arazisinin kısmen dağlık ve kısmen düz ovadan ibaret olduğunu, Suğla Gölü'nün kaza dairesi dahilinde olup merkez kaza olan Sırıstad kasabasından geçen Çarşamba Çayı'nı aldığını yazmıştır. H.1313/M.1895-1896 yılında Belviran ve Kıreli nahiyeleriyle beraber nüfusun kırk dokuz bin üç yüz on dokuz olarak aktarmıştır. İktisadi yapının kilim, aba, sahtiyan, tüfenk ve tabanca gibi şeylerden ibaret olduğunu yazar. Arazisinin verimli olup, çeşitli hububat, afyon, meyve ve sebzelerin her çeşidinin bulunduğunu belirtmiştir. Bozkır kazasında 65 cami, 48 mescit, 9 değirmen, 7 fırın, 107 mektep, 15 medrese, 47 çeşme ve sebil olduğunu belirtmiştir.
*Bu Makale Ögr. Gör. Dr. Ali Tekin'in "SEYAHATNAMELER VE TARİHİ COĞRAFYA ESERLERİNDE BOZKIR (KONYA) VE ÇEVRESİ (19. YÜZYIL)" Akademik araştırmasından yararlanılmıştır.
Hiç yorum yok: