BOZKIR MADENİNDE İDÂRÎ-HUKUKÎ DURUM
1. Madenlerin Hukukî
Durumu
1.1. İslam Hukukuna Göre Madenler
Kalanı mülk arazide bulunmuş ise mal sahibinin, metruk ve mevat arazide ise bulanın, miri arazide bulunmuş ise tamamı devletindi. Maliki hukukçular153 ise madenlerin özel mülkiyete konu olamayacağını tamamının devlete ait olduğunu ancak devletin müsaadesi ile özel teşebbüsün madenleri işletebileceğini belirtmişlerdir (Cin-Akgündüz, 1989: 251). Bu görüşü savunanlar, madenleri bazen kötü niyetli kişilerin ele geçirmesiyle karışıklıkların ortaya çıkabileceği fikrinden hareket ederek söylemişlerdir (Zuhayli, 1994: 89). Hukukçular tarafından sıvı madenlerde ise şahsi mülkiyet kabul edilmemiştir (Yeniçeri, 1980: 72). Zira sıvı madenler suya kıyas edilmiş ve bunun sonucunda suya uygulanan154 statü bu madenler için de geçerli olmuştur. Dolayısıyla
25).
152 Diğer
Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de Tanzimat’ın ilanına kadar
beşte bir (hums) alınmıştır (Cin-Akgündüz, 1995: 298).
153 Malikilere
göre, sahibi belli arazide olan madenler o arazi sahibinindir. Devlet
başkanının da olduğu söylenmiştir. Harp ve sulh ile ele geçen topraklar gibi
sahibi belli olmayan mülk arazilerdeki madenler, bir görüşe göre gazilerin
diğer bir görüşe göre ise devletindir (Yeniçeri, 1980: 75). Maliki mezhebine
göre, maden kimsenin mülkiyeti altında olmayan bir toprakta ise bu devlet
yöneticisinin ve onun naibinindir. Şafilere göre madeni keşfetmek, madenlerin
mülk edinilmesine sebep teşkil etmez. Kim ölü bir araziyi ihya eder ve orada
altın ve gümüş gibi bir maden ortaya çıkarsa ona malik olabilir. Hanbelîler
böyle bir durumda sıvı olan madenlere değil yalnızca katı olan madenlere malik
olunabileceğini belirtmişlerdir (Zuhayli, 1994: 91).
154 Peygamberin
suda insanların ortak olduğunu bildiren hadisine dayandırılmıştır (Yeniçeri,
1980:
72).
sıvı madenler toplumun ortak
malıdır ve herkes bundan faydalanma hakkına sahiptir (Aktan, 1986: 42).
İslam
hukukunda, vergilendirme ve mülkiyet problemi ile birlikte madenlerin elde
ediliş biçimi de madenlerin çeşitli kısımlara ayrılmasında etkili olmuştur.
Hanefi mezhebi dışındaki diğer hukuk ekolleri madenleri iki şekilde tasnif
etmiştir. Bu tasnife göre açık madenler; işletilmesi kolay olan, her
ferdin ihtiyaç duyduğu ve istifade edebileceği, kendisinden faydalanmak için
ayrıca izabe ve tasfiye gibi ameliyeye gerek duyulmayan madenlerdir. Yerin
derinliklerinde bulunan, çıkarmak için bir emek harcanan altın, gümüş, demir ve
kurşun gibi madenler ise gizli madenler olarak sınıflandırılmıştır
(Aktan, 1986: 30-31; Yeniçeri, 1980: 71).
Madenlerden
alınacak vergiler konusunda İslam hukukçuları farklı görüşlere sahiptir. Hanefi
mezhebine göre Daru’l-İslam’da sahibi olmayan bir arazide bulunan maden altın,
gümüş ve kurşun gibi dövülebilen ve çekilebilen155
maden türünden ise ganimetlerde olduğu gibi beşte biri156
beytülmale aittir (Zuhayli, 1994: 86). Buna karşılık diğer mezhep imamları ise
madenlerin kırkta bir oranında zekata tabi olduğu görüşündedir (Aktan, 1986:
47). Vergi mükellefinin Müslüman veya gayri Müslim, kadın ya da erkek olmasının
bir önemi olmadığından zimmîler de Müslümanlarla aynı oranda vergiye157
tabi tutulurdu (Aktan, 2003: 308). Kısaca söylemek gerekirse, İslam hukukuna
göre madenlerin hukuki durumunu belirleyen birinci unsur arazinin mülkiyeti,
ikincisi ise madenin cinsiydi.
1.2. Osmanlı Hukukuna Göre Madenler
İslam dini,
Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi dini olması sebebiyle diğer müesseselerde
olduğu gibi maden işletme işinde de İslami esaslar geçerli olmuştur. Fakat
Osmanlı Devleti tamamıyla özel koşullar altında gelişen, Şeriatı aşan bir hukuk
155 Hanefi
mezhebine göre madenler: Altın, gümüş, kurşun, demir, bakır gibi eriyen ve
dökümü yapılabilen katı madenler; kireç, alçı, sürme, zernik gibi eritme
ameliyesi ile erimeyen katı madenler; su, civa, neft, petrol gibi sıvı halinde
olup katılaşmayan madenler olmak üzere üç kısma ayrılmıştır (Yeniçeri, 1980:
70).
156 Bu
fikre “… rikazda da beşte bir vardır” hadisi şerifi dayanak olarak
alınmıştır (Aktan, 1986: 26; Zuhayli, 1994: 86).
157 Verginin
ne zaman alınacağı konusunda, Ebu Hanife ve fukahanın büyük bir kısmı maden
vergilerinin madenler üretildikçe, cevherin ocaktan geçmesinden önce tahsil
edilmesi gerektiği görüşündedir. Ancak Maliki, altın ve gümüş gibi izabe ve
tasfiye edilmesi gerekli olan madenlerin vergilerinin bu işlemlerden sonra
ödeneceğini çünkü vergi miktarının ancak bu durumdan sonra belli olacağını
söyler (Aktan, 2003: 309).
düzeni geliştirmiştir. Buna
imkân veren prensip ise “örftür” yani hükümdarın kendi iradesine dayanarak
Şeriatın kapsamına girmeyen alanlarda kanun koyma158
yetkisidir (İnalcık, 2009: 228). Osmanlı padişahları İslam hukukuna aykırı
olmamak şartıyla çeşitli konularda uygulanan örfi hukuk kurallarını kanunname159
adı altında toplayarak yürürlüğe koymuşlardır. Yeni bir durum karşısında
meseleyi halletmek için verilen her emir, ferman tarzında münferit bir kanun
özelliğini taşımaktaydı. Aynı sahaya ait çeşitli tarihlerde verilmiş olan
emirlerin bir araya getirilmesi ile belirli bazı sahaların hususi kanunları
yahut kanunnameleri oluşmuştur. Daha sonra bu kanunların bir araya toplanması
suretiyle genel bir kanunnamenin ortaya çıktığı söylenebilir (Barkan, 1943:
XX). Gümüş para basılması veya gümrüğe ait fermanlar bu tarzda kanunnamelerdir
(İnalcık, 2009: 237).
Bir düzen
isteyen belli konular üzerinde çıkarılmış fermanlardan oluşan ferman-kanunlar,
çok kez yalnız bir gruba veya bir nevi göreve ait emirlerdir. Burada Osmanlı
İmparatorluğu’nda hukukun şahsiliği prensibi, vergi kanunlarının bölge veya
gruba göre özel niteliği söz konusudur. Bu hükümler, doğrudan doğruya bir grubu
ilgilendirdiği gibi, bir görevliye uygulanacak hususları bildirmiş de olabilir.
Bu son halde üçüncü kişileri bağlayan hükümleri içerir. Bu hükümlerde kanun
maddeleri, genellikle eskiden beri yerleşmiş örf ve âdetlerin onaylanmasını
emreder. Mesela Novobrdo’nın alınmasından (1455) dört beş sene sonra çıkarılmış
olan bir maden kanununda, fetihten önceki uygulamalar yerinde bırakılmıştır.
Bazen de kanun maddeleri zikredilmeyerek genel olarak “olup gelmiş kanuna göre”
hareket edilmesi emredilmiştir. Olup gelmiş kanun, örf ve âdet hukukundan başka
bir şey değildir ve çoğu kez ortadan kalkmış devletin, örf ve âdet halinde
yaşamakta olan kanunlarıdır160
(İnalcık, 2009: 238).
158 Kanun
ve yasa koymanın temel koşulları ise şunlardır: Şeriat dışı bir durum, buna
dair yaygın bir âdetin veya kısasa esas olacak bir genel âdetin varlığı,
hükümdarın iradesi, genel düzenin bunu gerektirmesi (İnalcık, 2009: 228).
159 XV-XVI.
yüzyılda Osmanlı ekonomisini ilgilendiren kanunnameler için bkz. Barkan, 1943.
926/1519-1520 tarihli Karaman Vilayeti Kanunnamesi’nde “…kalay ve kurşun vs. yükünden
iki akçe alına …” (Barkan, 1943: 46) cümlesinden başka madenlerle ilgili
herhangi bir kayıt yoktur.
160 Osmanlı
iktisadi sisteminin dayandığı; iaşe/provizyonizm, fiskalizm ve gelenekçilik
adlarıyla üç prensip ortaya konulmuştur. Provizyonizm, bütün mal ve hizmetlerin
iç pazarda ucuz, bol ve kaliteli olarak tedârik edilmesini öngörmekteydi. Bu
prensibe göre, önce kaza adı verilen idari yapının ihtiyaçları karşılanırdı, bu
ihtiyaç karşılanmadıkça üretimin kaza dışına aktarılmasına izin verilmezdi.
Yurt içi tüm ihtiyaçlar karşılandıktan sonra, fazla kalan mal varsa, onun ihraç
edilmesine müsaade edilirdi. Buna karşılık ithalatın yapılmasında bir kısıtlama
olmamakla birlikte ithalatı kolaylaştırıcı ve
Osmanlı
Devleti’nde madenlerin mülkiyeti konusunda bilgi sahibi olmak için, madenin
bulunduğu arazinin mülkiyetinin161
kime ait olduğunu bilmek gerekmektedir. Osmanlı Devleti’nde araziler, mülk,
miri, metrûk, mevat ve mevkûf olmak üzere beş kısımdan oluşmaktadır. Eğer
madenin bulunduğu arazi tasarruf ediliyorsa, bu araziyi işleten kişinin gücünün
yetmesi halinde beşte birini devlete vermek suretiyle madeni işletmesine izin
verilirdi. Ancak araziyi kullanan kişinin madeni işletmeye gücü yetmezse o
zaman devlet tarafından ya da gücü yeten bir başka kişi tarafından işletilmesi
söz konusu olurdu162.
Yani dikkate alınan husus mülkiyet hakkından ziyade madenin boş kalmaması yani
işletilmesiydi. Metruk ve mevkuf arazide de esas olan madenin işletilmesiydi.
Bursa’da Hüdavendigar vakıf arazisinde Gümüş Deresi denilen yerde çıkan maden
konusunda diğer madenlerde uygulanan kurallar uygulanmıştır (Çağatay, 1943:
120).
Osmanlı
madencilik hukukunu anlamak için çıkarılan maden kanunlarını da bilmek
gerekmektedir. Osmanlı madenciliği hakkında bilgi veren maden kanunlarından
ilki Robert Anhegger tarafından yayınlanmıştır. Beş sayfa ve 21 paragraftan
oluşan maden kanunu 1525 yılına aittir (Tızlak, 1997a: 8). İkinci kanun
teşvik edici bir politika
izlenmiştir (Genç, 2005a: 45-47). Fiskalizm ise, hazineye ait gelirleri mümkün
olduğu kadar yüksek seviyeye çıkarmaya çalışmak ve ulaştığı düzeyin altına
inmesini engelleme prensibidir. Bir yandan gelirleri yükseltme, diğer yandan
harcamaları kısma şeklindeki görüştür de denilebilir (Genç, 2005a: 50).
Gelenekçilik, sosyal ve iktisadi ilişkilerde oluşan dengeleri, mümkün olduğunca
muhafaza ederek değişim eğilimlerini engelleme ve herhangi bir değişiklik
ortaya çıktığında tekrar eskiye dönmeye çalış maktır. Burada hedef, üretim ile
tüketimin dengede tutulmasıdır. Kadimden olagelene aykırı iş yapılmaması
deyimindeki kadim bir kanunnamede; kadim oldur ki, onun öncesini
kimse hatırlamaz, sözü gelenekçiliğin ne ölçüde yerleştiğini göstermektedir
(Genç, 2005a: 48-49). Bozkır madeni ile ilgili ortaya çıkan sorunların çözümünde
kanun-ı kadime atıf yapılmasına bakılarak, Osmanlı madencilik kurallarının
uygulanması nda gelenekçilik prensibinin uygulandığı söylenebilir. Fakat Bozkır
madeninde üretilen kurşun, altın ve gümüşün bir miktar ı vergi olarak
alındıktan sonra, geri kalanının devlet adına satın alınması ve bu madenlerin
öncelikli olarak darphanenin ihtiyaçlarının karşılanmasına ayrıldığı
görülmektedir. Devletçi bir tekelin izlendiği madencilik sektöründe devletin
ihtiyacı karşılandıktan sonra diğer sektörlere de belirli miktarda madenler
dağıtılırd ı. Bu bakımdan kuralların uygulanması açısından gelenekçi bir yapı
izlenirken, Bozkır madeninde yapılan üretimin vergi ya da satın alma yoluyla
devlete geçmesi fiskalizm prensibinin uygulandığını göstermektedir. Bozkır
kazasında yapılan zirai üretimin satın alınması yönündeki isteklere önce
kazanın ihtiyaçlarının karşılanması cevabına bakarak ise provizyonizm
prensibinin uygulandığı söylenebilir. Bozkır madeni emanetinin iyi
yönetilmesini sağlamak amacıyla bu üç prensip de Bozkır madeninde
uygulanmıştır.
161
Eylül 1664 tarihinde, Vultıçrın
kasabasında uzun zamandır boş olan araziler mukataa emini Ahmet tarafından
10.000 akçe resm-i tapu karşılığında satılmış ve bu araziler üzerinde bulunan
maden kuyularında cevher çıkmıştır. Bunun üzerine beş dirhemde bir dirhem öşr-i
mirisi mukataa emini Ahmet’e verilmiştir (BOA, İE.MDN 78).
162 Trebce’de, dedesinden kalan bir mülkteki maden için madencilerin karışmaması yönündeki ilgilinin isteği kabul edilmiştir. Ancak bir süre sonra madeni boş bıraktığı gerekçesiyle bu şahsın mülkü olan maden kuyuları elinden alınarak başka bir işletmeciye verilmiştir (Çağatay, 1943: 120).
ise, 1536 tarihli olup, “Turski
Rudarski Zakoni” adıyla Fehim Spaho tarafından yayınlanmıştır163.
Üçüncüsü ise, II. Mehmet ve II. Bayezit dönemlerine ait maden kanunlarını
içeren “Kānūnnāme-i Sultānî Ber Mūceb-i ‛Örf-i ‛Osmānî”dir.
Divanda malî konulara örnek ve kaynak vazifesi görmek üzere hazırlanmış bir
kanunnamedir. Zira berat örnekleri yahut darphane, para ve kıymetli madenler
ile gümrük gibi konular genelde defterdar ve nişancıyı ilgilendirmektedir
(Anhegger-İnalcık, 2000: XIV). “Der Ahvâl-i Ma‛âdin ve Memleha ve Kavânîn-i
Bîlâd-ı Mahsusa164”
isimli bölümünde madenler hakkında bilgi veren, Hezarfen Hüseyin Efendi
tarafından kaleme alınan, “Telhisü’l-Beyân Fî Kavânîn-i Âl-i Osman” adlı
kanunname de madencilik açısından önemlidir. Maden kanunları, arşivde bulunan
belgelerde çok fazla bilgi verilmeyen maden kuyularının işletilmesi, orada
bulunan görevliler gibi konular hakkında bilgi vermesi açısından son derece
önemlidir. Bunlara ek olarak çeşitli maden kanunları ya da Osmanlı maden hukuku
ile ilgili çalışmalar yapan Anhegger165,
Akgündüz166, Beldiceanu167,
Ahmet Refik168
ve Çağatay’ın169
çalışmaları ile son yıllarda madencilik alanındaki Tızlak170,
Altunbay171, Yorulmaz172,
Balcı173 Quataert’in174
çalışmaları da önemlidir.
163 “Kânûn ve
Tertibât-ı Me‛âden, Kânûn ve
Tertibât-ı Şâhî fî’l-me‛âden,
Kânûn-ı Kadîm-i Sâs ve
‛âdet-i Nâs-ı Me‛âden” gibi
bölümlerden oluşmaktadır bkz. Spaho, 1913: 139-162.
164 Bkz.
İlgürel, 1998: 255-257. Madencilik ile ilgili bölüm Fahrettin Tızlak (Bkz.
Tızlak, 1997a: 213-214) ve Anhegger tarafından da (Bkz. Anhegger, 1944:
346-348) yayınlanmıştır.
165 Osmanlı
İmparatorluğunda Madenler ve Madencilik I Rumeli adını
taşıyan iki ciltlik eseri önemlidir. Robert Anhegger, Beitraege
zur Geschichte des Bergbaus im Osmanischen Reich I Europaeische Türkei,
I, İstanbul 1943; Robert Anhegger, Beitraege zur Geschichte des
Bergbaus im Osmanischen Reich I Europaeische Türkei, II, İstanbul
1944.
166 Ahmet
Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, I-II,
İstanbul, 1990.
167 Nicorâ
Beldiceanu, Les Actes Des Premiers Sultans Conserves Dans Les Manuscrits
Turcs De La Bibliotheque Nationale a Paris II Reglements Miniers
1390-1512, Paris 1964.
168 Ahmet
Refik, Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri (967-1200), Devlet
Matbaası, İstanbul 1931.
169 Neşet
Çağatay, Osmanlı Devletinde Maden İşletme Hukuku, AÜDTCF,
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1942. Aynı yazarın madencilikle ilgili diğer
çalışmaları için bibliyografya bölümüne bkz.
170 Fahrettin
Tızlak, Osmanlı Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik
(1775-1850), Ankara, 1997.
171 Mustafa
Altunbay, 15-18. Yüzyıllar Arasında Osmanlı Devleti’nde Madenler ve
Madencilik., Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Trabzon 1998; Mustafa Altunbay, Osmanlı
Döneminde Bir Maden İşletmesinin Tarihi Süreci: Sidrekapsi,
İÜSBE Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2010.
172 Şerife
Yorulmaz, Aydın Vilayeti’nde Madenler (1850-1908), Dokuz Eylül
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora
Tezi, İzmir 1994.
173 Ercümen
Balcı, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Maden İşletmeleri
(Bulgardağı Maden İşletmesi Örneği) 1825-1908, İ.Ü
SBE Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2001; Ercümen Balcı,
Osmanlı Maden Rejiminde Nizamnâmeler Dönemi ve İmtiyazlar, İÜSBE
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul 1994.
İİ.
Bayezid dönemi Osmanlı maden
kanunlarının standardizasyonu ve kanun halinde toparlanması açısından
önemlidir. Sakson maden kanunları Osmanlı maden kanunnamelerini etkilemiştir
(Murphey, 1986: 975). XII-XIII. yüzyıllarda Orta Almanya’dan Sırbistan ve
Bosna’ya göç eden Sakson madenciler, mevcut ocakları ıslah ederek, bunları
teknik ve hukuki açıdan Almanya ve Bohemya modeline göre uyarlamışlardır. Bu
nedenle Osmanlı kanunnamelerinde geçen madencilikle ilgili birçok terim Almanya
kaynaklıdır (Altunbay, 1998: 13). Yani Balkanlarda
Osmanlı’dan önce uygulanan
Saksonya175 menşeli maden kanunları,
Osmanlılar tarafından bazı değişikliklerle devam ettirilmiştir (Tızlak, 1997a:
6). Ahmet Akgündüz ise bu konuda şu şekilde görüş belirtmiştir. Yıldırım
Bayezid Han, Novoberdo kalesini ve buraya bağlı yerleri aldığı zaman bu yerleri
kendisine itaat eden İstefan’a vermiştir. Novoberdo’ya gelen İstefan
madencilere madenlerin işletme kaidelerini sormuş, bunların yazılı hale
getirilmesini emretmiş ve 24 kişiden kurulu madenciler heyetinin hazırladığı
metni tasdik ederek yürürlüğe koymuştur. Bu kanun esasları, Osmanlı ulu’l-emri
tarafından da şer-i şerife muhalif olmadığı için muhafaza olunmuştur.
Rumeli’deki birçok kanunların, eski Avrupa kanunlarından alındığı
iddiasının
aslı budur. Ve mesele görüldüğü tarzda değildir176
(Akgündüz, 1990b: 545).
Madenleri ilgilendiren çeşitli konularda, arşiv belgelerinde, “kânûn-ı kadîm”e atıfta bulunulmaktaydı. Bu durum ortaya çıkan sorunların çözümü için eski Osmanlı maden kanunlarının hatırlatılması olmalıdır. Zira Osmanlı Devleti bütün madenlere
174 Donald
Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet Zonguldak
Kömür Havzası, 1822-1920, (Çev. Nilay Özok Gündoğan-Azat Zana
Gündoğan), İstanbul 2009.
175 Yalnızca
Orta Avrupa’da değil tüm dünyada madencilik sektörünün gelişmesinde öncülüğü
Alman madenciler yapmıştır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde kullanılan, madenciliğe
ilişkin sözcük ve deyimlerin incelenmesinden anlaşıldığına göre bunlar önemli
ölçüde Almanca kökenlidir. Çünkü gerek yeni maden ocaklarının açılmasına
gerekse var olanların geliştirilmesine öncülük edenler Almanlar olmuştur.
Almanya’nın doğu ve güneydoğu Avrupa içlerine doğru yayılması sırasında, Slavların
ve Macarların elindeki yörelere göçenlerle birlikte madenciler de gitmişlerdi.
Buralarda işgal eylemi ve madencilik bir arada yürütülmüştür (Gimpel, 1996:
66-67).
176 İslam
hukuku, devlete ait arazilerdeki madenlerin tasarruf şeklini, amme maslahatına
uyulması şartıyla devlete bırakmıştır. Osmanlı devleti de bu salâhiyetten
istifade ederek, Sas madeni kanunlarını, eskiden beri devam eden işletme
esaslarını temel kabul ederek ve bunların İslama muhalif yönlerini düzelterek
aynen iktibas yoluna gitmiştir (Akgündüz, 1993: 666).
tek tek kanunlar çıkarmamıştır.
Belgelerde “kanûn-ı kadîm177”
(BOA, MEDAD 9: 182-d) diye geçen hususun yukarıda bahsedilen kanunnamelere atıf
olduğu düşünülmektedir. 18 Mayıs 1780 tarihinde Bozkır madeninde üretilen altın
ve gümüşten alınacak vergiler ile bu madenlerin devlet tarafından satın alma
fiyatlarında Gümüşhane madeni örnek gösterilirken (BOA, MEDAD 8: 639-2) yine Bozkır
madeni üretimi kurşunda, Gümüşhane ve Ergani madenlerinde üretilen bakırdan
alınan vergi ve satın alma fiyatları esas alınmıştır (BOA, MEDAD 8: 639-1).
Fakat aynı tarihte, kurşuna uygulanan fiyat nedeniyle diğer madenlerle yapılan
karşılaştırma sonucunda, Bozkır madeni kurşunları için Sidrekapsi ve Karaton
madenlerindeki satın alma fiyatı uygulanmaya başlanmıştır (BOA, MEDAD 8:
640-2). 31 Ekim 1787 tarihinde, Bozkır madeni yeniden açıldığı zaman altın ve
gümüşten alınacak vergiler ile bu madenlerin devlet tarafından satın alma
fiyatlarında yine Gümüşhane madeni örnek alınmıştır (BOA, MEDAD 9: 174-1).
Kurşunda ise Gümüşhane ve Ergani madenlerinde üretilen bakırdan alınan vergi ve
satın alma fiyatları esas alınmıştır (BOA, MEDAD 9: 174-2). Bütün bu örnekler
her maden için ayrı bir kanun uygulama yerine bütün madenlere aynı usullerin
uygulandığını göstermektedir. Bu anlamda yukarıda bahsedilen kanunnamelerin
Bozkır madeninde de uygulandığını söylemek mümkündür. Ancak Anadolu’daki
madenler ile Rumeli’deki madenlerin aynı şekilde ve madencilik alanında aynı
terimler kullanılarak işletildiğini söylemek mümkün değildir. Bunun temel
nedeni olarak Anadolu madenciliğinin kendi özelinde gelişmesidir. Temel
konularda aynı uygulamalar geçerli olmakla birlikte178
mevcut farklılıklardan en barizi, madencilik sahasında görevli kişilerin
unvanlarının farklı olmasıdır. Osmanlıların bu iki maden bölgesindeki
farklılığı, madencilik alanındaki yerel âdetlere bağlamak mümkündür. Osmanlı
madenciliğinin 1776-1839 tarihleri arasındaki durumu hakkında, Bozkır
177 Kanûn-i
kadîm, eski sultanlar döneminde uygulanmış ve faydaları görülmüş kanun ve
kaideler bütününü ifade etmektedir. Osmanlı nasihat yazarları kanûn-i kadîmin
ideal biçimiyle uygulandığı devletin olgunluk çağının Kanuni Sultan Süleyman
veya Yavuz Sultan Selim devri olduğu kanaatindedirler (Öz, 2005: 117-118). “Kadîm
olan odur ki onun evvelini kimse hatırlamaz” şeklinde
17.
yüzyıl sonuna ait kanunnamede geçmiştir (Genç, 2005a: 92).
Bu durumda nasıl ortaya çıktığını kimsenin bilmediği fakat tecrübe sonucu
kullanılan ve fayda sağlanan uygulamaların, eskiden beri kullanıldığını ifade
etmek için kullanılmıştır, denilebilir.
178 Vergi
konusunda aynı uygulamalar geçerlidir.
madeninden hareketle ayrıntılı
bilgi verildiğinden burada daha fazla ayrıntıya girilmemiştir.
1858 tarihli
arazi179 kanunnamesine göre arazi-i
miriye ve arazi-i mevkufe-i gayr-i sahihada ortaya çıkan madenler devlete
aittir. Çünkü bu toprakların rakabesi devlete ait olup, bu araziyi kullananlar
kiracı konumundadır. Arazi-i metruke ve mevatta ortaya çıkan madenler, beşte
biri alındıktan sonra, bulan kimseye ait olur. Arazi-i mevkufe-i sahihada zuhur
iden madenler vakfa aittir. Arazi-i miriye-i mevkufede ortaya çıkan bir madende
arazinin değeri mutasarrıfına verilir (Çağatay, 1942a: 15). Mülk arazilerde
ortaya çıkan maden ise sahibine ait olur. Arazi-i öşriye ve haraciyede çıkan
izabeye külliyetli madenlerin beşte biri devlete, kalanı arazi sahibine aittir180
(Kubalı, 1944: 797).
1858 yılında
toprak rejimi ve mülkiyetinin tespit eden bir kanunname çıkarılması, yabancı
devletlerle yapılan ticaret antlaşmalarının sonucu işlenmiş madenlerin Osmanlı
piyasasını istila etmesi ve Osmanlı Devleti’nin maden sanayisinin değerini anlaması
üzerine 17 Temmuz 1861181
tarihinde bir maâdin nizamnamesi hazırlandı (Karal, 1988: 246-247). Böylece
uzun süre devam eden
179 Osmanlı
toprak rejiminin geçirdiği aşamalar için bkz. Ömer Lütfi Barkan, Türk Toprak
Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi, Tanzimat
I, İstanbul 1999, s.321-421.
180 27
Mart 1866 tarihli belgeye göre çeşitli arazilerde ortaya çıkan madenlerin
durumu şöyledir: Melfûf-ı takrîr mutâla‛a ve arâzi-i kânûnnâme-i hümâyûna
mürâca‛at olundukda her kimin ‛uhdesinde olursa olsun arâzi-i mîriyeden bir
mahalde zuhûr iden altûn ve gümüş ve nühas envâ-i ahcâr ve alçı ve kükürd ve
güherçile ve zımpara ve kömür ve tuz ma‛denleri ve me‛âden-i sâ’ire cânib-i
beytü’l-mâle ‛âid olub arâzi mutasarrıflarının hîç bir ma‛deni zabt itmeğe
veyahud çıkan ma‛denden hisse almağa salâhiyetleri yokdur kezâlik tahsîsât
kabîlinden olan arâzi-i mevkûfede zuhûr iden bi’l-cümle me‛âden cânib-i
beytü’l-mâle ‛âid olub gerek arâzi mutasarrıfları tarafından ve gerek cânib-i
vakfdan dahl ve ta‛arruz olunamaz fakat gerek arâzi-i mîriyeden ve gerek zikr
olunan arâzi-i mevkûfeden me‛âden-i mezkûrenin ihrâcıyla zirâ‛at ve tasarrufdan
ta‛dîli icâb iden mikdârı mahallin değer bahâsı mutasarrıfına virilmek lâzım
gelür ve arâzi-i metrûke ile arâzi-i mevâtta bulunan me‛âdenin humsu
beytü’l-mâle ve bâkîsi bulan kimseye ‛âid olur ammâ evkâf-ı sahîhadan olan
arâziden zuhûr iden ma‛denler cânib-i vakfa ‛âid olur derûn-ı kurâ ve
kasabâtdan olan mülk arsalarda zuhûr iden me‛âden cümleten sâhibine ‛âid olur
ve arâzi-i ‛öşriyye ve haraciyyede zuhûr idüb izâbeye kâbili olan ma‛denlerin
humsu cânib-i beytü’l-mâle ve bâkîsi arâzi sâhibine ‛âid olur ve izâbe idilmek
kâbili olmayan me‛âden cümleten sâhibine ‛âid olur ve bi’l-cümle arâzide
bulunub mâlik ve sâhibi olmayan meskûkât-ı ‛atîka ve cedîde ve defâ’in-i
mütenevvi‛anın ahkâmı kütüb-i fıkhıyyede tafsîl olunmuşdur deyü kânunnâme-i
mezkûrun yüz yedinci maddesinden münderic olmağla emru fermân (BOA, C.DRB
2809). Bu metnin arazi kanunnamesinde bulunan 107. maddesi için bkz. Kubalı,
1944: 797.
181 Bu
nizamnameyle ilgili 9 Zî’lka‘de 1277 tarihli tahrirat için bkz. Tızlak, 1995; 9
Muharrem 1278 tarihli hattı hümayun sureti için bkz. BOA, C.DRB 2044: 2-14.
kanunname geleneği182
Tanzimat Dönemi’nde sona ermiş ve akabinde nizamnameler devri başlamıştır. 1861
tarihli ilk maadin nizamnamesinde, bir madenin imtiyaz olarak verilebileceği,
hazine tarafından aynen ya da nakden maden idaresince belirlenen oran üzerinden
gelir alınabileceği hükme bağlanmıştır. İlk maden nizamnamesinden sonra 17 Mart
1869, 7 Eylül1887183
ve 9 Nisan 1906 tarihlerinde184
de maadin nizamnameleri185
çıkarılmıştır (Balcı 1994: 50; Keskin, 2005: 154-176).
2. Osmanlı Devleti’nde Maden İşletme
Usulleri
Osmanlı
devletinde madenleri işletme tarzları ile ilgili farklı görüşler ortaya
konulmuştur. Madenlerin yönetiminin emanet, iltizam ve ihale tarzlarıyla
işletildiğini ifade eden görüşler olduğu gibi (Murphey, 1986: 974) madenleri
işletme usullerini iltizam, emanet ve malikâne olarak belirten araştırmacılar
da vardır186 (Tızlak, 1997a: 11). Bir başka
araştırmacı ise Osmanlı madenlerinin idare ve işletme tarzlarını üç başlık
halinde incelemiştir. Bunlar, doğrudan doğruya devlet tarafından işletilen
madenlerin idare tarzı, devlet yardımı ve nezareti altında madenciler
tarafından işletilen madenlerin idare tarzı ile muayyen müddetle kesime vermek veya
sarraf yazılmak suretiyle işletilen madenlerin idare tarzıdır187
(Çağatay, 1942a: 26: Çağatay, 1943: 123). Bu işletme tarzlarından hangisinin
maden üretiminde
182 Özellikle
XV ve XVI. yüzyıllarda yayınlanan kanunnamelere sonraki yıllarda atıflar
yapıldığı görülmekle birlikte nizamnameye geçiş aralığında madenlerle ilgili
layihalar da yayınlanmıştır. III. Murat döneminde hazırlandığı tahmin edilen
bir layiha için bkz. Akgündüz, 1990a: 158-163. Tanzimat dönemi ile madenlerde
Avrupa usulünün uygulanmaya çalışıldığı ve bunun için Avrupalı mühendisler
getirildiği ve onların raporlarına göre madenlerin yeniden yapılandırıldığı da
unutulmamalıdır (BOA, MHM.d 252: 121).
183 Bu
nizamnamede 1901 ve 1905 yıllarında değişiklikler yapılmıştır (Balcı, 1994:
50).
184Bu
nizamname nedeniyle, madencilik işletmecilikten ziyade maden haklarının
alışverişine dayanan bir ticaret şeklini almıştır. Maden hakkını ele geçiren,
bu hakkını tutturabildiği bir fiyata başkasına devrediyor, devralan ise uygun
bir zamanda bu hakkını karla yine bir başkasına satıyordu. Bu suretle maden
hakkını alıp satmak memlekette kârlı bir ticaret haline gelmiştir. Bu
faaliyetin önünün alınması için 1906 tarihli maden kanununun değiştirilmesi
gerekmekteydi (Eldem, 1994: 176).
185 Bu
nizamnameler için bkz. Keskin, 2005: 154-176; Balcı, 1994: 50-61.
186 Aslında
bu görüş genel anlamda mukataaların yönetim tarzları ile alakalıdır. Mukataa,
devlet işletmesi veya devlete ait bir gelir payının tahsili için kullanılırdı.
Mukataalar da devlete ait gelirlerin tahsili veya bir tekel haline getirilen
herhangi bir kuruluşun işletme hakkı veya yer altı servetlerinden devlet payına
düşen kısmı toplamak veya gerektiğinde bu kaynakları işletenlerden çıkardıkları
madeni satın alma tekeli (monopson) kurmak, (altın, gümüş, bakır madenleri
gibi) şekillerinde işletilen üretim birimleriydi (Tabakoğlu, 1985: 120) diyen
Tabakoğlu, mukataaların işletme tarzlarını iltizam, emanet ve malikâne
yöntemleri olarak sayarken Baki Çakır da mukataaların yönetimini bu üç tarzda
ele almıştır (Çakır, 2003: 115).
187 Yücel
Özkaya da bu görüşü kabul etmiştir (Özkaya, 2008: 301).
uygulandığını belirleyen
unsurlardan biri sermaye miktarıdır. Buna ek olarak bu usullerin seçiminde
başka etkenler de vardı. Maden için gerekli ekipman, yakıt, maden işçilerinin
ücretleri gibi giderler oldukça ciddiydi. Bu tür yatırımlar bireysel bir
yatırımcının çok ötesinde olduğundan bu tür yatırımlar ya devlet tarafından ya
da yatırım ortaklığı şeklinde yapılmaktaydı (Murphey, 1986: 974). Aşağıda
değinileceği üzere, madenleri işletme tarzlarının belirlenmesinde etkili olan
unsurları sadece sermaye ile açıklamak da yeterli değildir. Bu çalışmada,
Osmanlı madenlerinin yönetim tarzları emanet, iltizam ve ihale olmak üzere üç
başlık halinde incelenecektir.
2.1. Emanet
Emanet,
lügatte emin olmak manasındadır. Istılahta ise, emin sayılan ve ittihaz edilen
kimsenin yanında başkasına ait bulunan maldır. Burada tanımlanan emanet normal
bir eşya ile ilgilidir. Emaneten verilen mal güzelce muhafaza edilmeli ve talep
edilmesi halinde iade edilmelidir. Bunlara ek olarak emin, kendisine verilen ve
kaybolan malın bedelini ödemek zorunda değildir188
(Bilmen, 1967: 145, 147-148). Bir eşyanın emanet olarak bırakılması ile madenin
emanet olarak idaresi, benzer şartları ihtiva etmektedir. Maden eminleri, maden
emanetini iyi muhafaza etmek, maden bölgesinden iyi üretim yapmakla yükümlü
olmakla birlikte madenin zarara uğradığı durumlarda bunu tazmin etmezlerdi.
Ancak kötü bir yönetim söz konusu olursa eminler görevden alınırdı.
Neşet
Çağatay, devlet yardımı ve nezareti ile madenciler tarafından işletilen
madenler adıyla bir işletme tarzından bahsetmektedir (Çağatay, 1942a: 31). Bu
işletme tarzı emanet usulü işletme tarzının karşılığı olmalıdır. Doğrudan
devlet tarafından yönetilen madenlerin genellikle terk edilmiş ya da
kullanılmayan madenler oldukları ya da kârlılığı artırmak için daha ciddi
finansman gereken madenler olduğu da iddia edilmiştir (Murphey, 1986: 974).
Devlet, İnegöl’deki gümüş madenine 150.000 akçe kaynak sağlayarak, dört yeni su
çarkı kurmuştur. Özel yatırımcılar tarafından yetersiz fon bahanesiyle terk
edilen madenin masrafları devlet tarafından karşılanmıştır (Murphey, 1986:
974). Osmanlı devletinde emaneten
188 Ancak
kişi bu malın zarar görmesine bilerek, ölçüsüz, aşırı ve kusurlu davranarak
sebep olmuşsa o zaman sorumlu tutulurdu (Aktan, 1995: 84).
idare edilen mukataaların
genelde az gelir getiren, özel teşebbüsün pek ilgi göstermediği gelir
kaynakları olduğu yönünde benzer bir görüş daha vardır (Tızlak 1997b: 705).
Bu görüşlere
tamamen katılmak mümkün değildir. Zira Keban-Ergani189,
Gümüşhane, Bereketli ve Bozkır gibi devlet için önemli ve büyük madenlerin de
emanet usulüyle idare edildiği dönemler vardır. Ayrıca işletme tarzlarını
belirleyen tek unsur elde edilen gelir de değildir. Madenlerin idare tarzını
belirlemeyi sadece bir nedene bağlamak yeterli değildir. Zira zaman, yer,
sermayenin karşılanması ve madenlerdeki üretim düşüşü gibi durumlar madenlerin
yönetim tarzlarını belirlemede etkili olmuştur. Ayrıca madenlere ait sermayenin
kaynağı, madenlerin yöneticilerinin görev süreleri, arazilerin mülkiyeti,
madenlerin işletilmesinin devlet ya da özel teşebbüs tarafından yapılması gibi
sebepler de madenleri işletme usullerinden hangisinin uygulanacağının
belirleyicisi olmuştur.
Emanet, ya
mültezimlere çekici gelmeyen ya da madenler gibi stratejik önemlerinden dolayı
devlet tarafından denetlenmesi gereken işletmelerdir. Osmanlı maliye
geleneğinde emanet iltizama tercih edilmesi gereken bir yöntem olarak
değerlendirilmiştir (Tabakoğlu, 1985: 128). Devletin emanet usulünü
benimsemesinin nedeni190
ise, mültezimlerin kendi çıkarlarını düşünmeleriydi. XVI. yüzyılda ülkeye bol
miktarda ve ucuz bir şekilde giren Amerikan gümüşü nedeniyle birçok maden ocağı
kapanmıştır. Bunun sebebi ise, mültezimlerin bir sürü zahmetli işlemden sonra
elde edilen gümüş üretmek yerine, piyasadan ucuz Amerikan gümüşü satın alıp
devlete verme yoluna gitmeleriydi (Sahillioğlu, 1978: 14). Bozkır madeninde
altın cevheri Sarıot isimli yerden çıkarılmaktaydı. Burada gümüş ve kurşun az
olduğundan madenciler masraflarına yetmediğini ifade ederek gümüş ve altın
fiyatına zam yapılmasını istemişlerdir. Bu gerçekleşmezse yarısı sarıot tabir olunan
cevherden ve yarısı kurşunlu cevherden imâl etme yönündeki talepleri kabul
edilmiştir (BOA, HAT 2/55.A). 28 Eylül 1787 tarihinde, madencilerin fırınların
çoğunda altın ve gümüş imâl etmesi gerekirken kurşun imâl ettiği ve böyle
olursa tedib olunacakları belirtilmiştir (BOA, C.DRB 2748). 1 Kasım 1787‘de de
189 Emanet
sisteminin Keban ve Ergani madenlerinde uygulanması için bkz. Tızlak, 1999b,
925-939.
190Emanet
usulü devletin maden mevzuatı konusunda sahip olduğu miri rejimi yani devletçi
ve tekelci zihniyetin esaslarına uygun olduğundan da uygulanmıştır (Tızlak,
1993: 294).
madenciler kurşunlu cevher
imâlini altına tercih ederek altını fazla imâl etmemişlerdir (BOA, MEDAD 9:
175-2; BOA, C.DRB 2739). Bu örnekler göstermektedir ki madenciler kendileri
için daha kârlı gördüğü kurşun imaline yönelmişlerdir. Madenciler daha da ileri
giderek gümüş ya da altını üretmek yerine piyasadan satın alarak devlete
vermeyi tercih etmişlerdir (Sahillioğlu, 1978: 14).
Madeni
hümayunu şahaneden191
(BOA, C.DRB 1686), maden-i miriyeden (BOA, C.DRB 2047) diye tanımlanan Bozkır
madeni, açıldığı192
1776 yılından (BOA, MEDAD 1: 754-2) kapatıldığı Mart 1839’a kadar emanet
usulüyle idare edilmiştir193
(BOA, C.DRB 1712). Bozkır madeninde emanet usulü hâsılat ve taahhüt tarzında
iki şekilde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi madende ne kadar üretim
yapılırsa gönderilmesi üzerine kurulu sistemdir. Bu tarzda temel amaç her zaman
daha fazla üretim yapmaktır. Fakat önceki senelere göre üretimdeki düşüşten
maden eminleri sorumlu tutulmamışlardır. İkinci uygulama ise, emin atamaları
yine emanet usulü ile işletmek şartıyla belirli oranda bir cevher üretmenin
taahhüt edilmesiyle yapılmıştır.
Emanet usulüne
göre devlet, maden bölgesine emin adını verdiği bir görevliyi gönderirdi. Bu
görevliye madenin büyüklüğüne göre bir sermaye verilirdi. Verilen bu sermaye
emin tarafından maden işlerinin yürütülmesi ve elde edilen ürünlerin devlet
adına satın alınması için kullanılırdı (BOA, C.DRB 37; BOA C.DRB 2969). Maden
emini, kendisine gönderilen sermayeyi cevherin çıkarılması ve işlenmesinde
kullanılmak üzere madencilere verirdi. Bu şekilde madenciler finansa edilmiş
olurdu.
191 Bozkır
madeni için, padişahın malı anlamına gelen ceybi hümayun malı terimi de
kullanılmıştır (BOA, DRB.d 1027).
192 “…hasılatı
zahire ihraç ettirilmemek için darphane-i amire tarafından imâl ve idare
olunub, ancak sene-i merkumeden müceddeden miri meaden kayd ve min ba‛d
hesapları canib-i miri ile ruyet olunmak üzere” (BOA, MEDAD 8: 638-1)
ifadesinden 1780 yılına kadar Bozkır madenindeki organizasyonun tamamlandığı
anlaşılmaktadır.
193 6
Nisan 1837’de Bozkır madeni Karaman müşiri Ali Paşa’ya ihale olunmuştur (BOA,
HAT 1321/51571). Müşir de gönderdiği tahriratında Bozkır madeni eminliğine Ömer
Bey’i atadığını bildirmiştir (BOA, HAT 682/33214). 1837 yılında Bozkır
madeninin 25.000 kuruş semen karşılığı Ömer Beye ihale edildiği kayıtlıdır
(BOA, C.DRB 1712; BOA, DRB.d 165). Madendeki tek farklı uygulama budur. Fakat
burada gözden kaçmaması gereken nokta Bozkır madeni emaneti Konya müşiri Ali
Paşa’ya verilmiş, o da böyle bir uygulamaya gitmiştir. Zira ertesi yıl yine
maden, emanet usulü üzere vali Ali Paşa’ya verilmiştir (BOA, C.DRB 1712).
Buradaki uygulama müşirin yerine birini vekil olarak ataması, taahhüt üzere
verilecek miktarı vermesi karşılığında Ömer Bey’den belli bir miktar para
almıştır. Dolayısıyla vekaletten de biraz farklı bir uygulama söz konusudur.
Ömer Bey bu meblağ karşılığında zarar ve kardan sorumlu olmuştur.
Fakat madencilere verilen bu
para avans194
niteliğinde idi. Zira üretilen cevherlerin devlete ait olan hissesi düşüldükten
sonra kalan madenler, belirlenen fiyat üzerinden devlet adına satın alınırdı.
Satın alma işlemi esnasında, madencilere verilen bu para satın alınacak
cevherin değerinden düşülürdü. Her yılsonunda ya da emin değişikliğinde
eminlere verilen sermaye ile elde edilen ürünlerin muhasebesi yapılırdı195.
Madencilere avans olarak verilen bu sermaye akçesi doğrudan hazineden
verilmekle birlikte, madene bağlı kazalardan alınan kömür bedeli ve imdad-ı
maden adıyla alınanlar (BOA, C.DRB 475); madene bağlı kazalardan tahsil edilen
kömür, kütükkesen, çakılcı bedeliyesi ve imdad-ı menzil ile sancak
mutasarrıflarına verilen hazeriyye akçesi de bu sermayeye dâhil edilmiştir
(BOA, C.DRB 1686).
Maden emini
madenle ilgili görevlerini yerine getirirken madenin durumuna göre belirli bir
maaş alırdı. Fakat görevi esnasında oluşabilecek riskten sorumlu tutulamazdı.
Tek sorumluluğu kendisine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye
çalışmaktı. Kısacası emin madenden sağlanacak kâr ya da zarardan etkilenmezdi
(Sahillioğlu, 1995: 112). Tabii ki burada kastedilen ekonomik anlamda bir
etkisinin olmamasıdır. Zira bir madenin iyi idaresinden dolayı yeniden atanan
(BOA, C.DRB 493) ya da kötü idaresinden dolayı azledilen eminler vardı (BOA,
C.DRB 571; BOA, C.DRB 560). Bu anlamda eminler etkilenmektedir fakat görev
nedeniyle oluşacak risklerden korunmuşlardır. Emanet tarzı yönetimde eminler
mart ayı başından şubat ayına kadar bir yıllığına atanırlardı. Bu görevi bir
yıldan fazla yapan eminlerin görev süreleri de her yıl yenilenirdi (BOA, C.DRB
475; BOA, C.DRB 493).
Madenlerin
emanet olarak idare edildiği zamanlarda “hâsıl” olarak adlandırılan ve
madenlerden ne miktarda ürün elde edilirse onun darphaneye teslimini öngören
sistemin en önemli eksiği, belgelerde emin atamalarında ürünlerin artırılması
şartına rağmen, maden eminlerinin maden üretiminden elde edilecek gelirlerin
arttırılması noktasında ortaya çıkacak zarardan sorumlu olmamaları nedeniyle
fazla çaba göstermemeleriydi. Nitekim Bozkır madeninde emanet sistemi ile
yönetim tarzı
194 Nitekim
Bozkır madeni 1786 yılında kapatıldığı
zaman maden ustalarının hesapları
görülünce
23.503,5
kuruş zimmetleri olduğu ve bu meblağın kendilerinden tahsil edileceği
belirtilmiştir (BOA, C.DRB 810; BOA, C.DRB 1842).
195Bu
konuda bkz. BOA, C.DRB 3090; BOA, C.DRB 2969; BOA, C.DRB 3015; BOA, C.DRB 1031;
BOA, C.DRB 1035; BOA, MEDAD 8: 618-1.
devam ettirilmesine rağmen bu
sistemde belirli bir miktar ürünü darphaneye vermek üzere nizam verilerek hem
belirtilen eksikliğin önüne geçilmeye hem de maden üretimindeki düşüşten dolayı
yapılan teslimat belirli bir oranda sabitlenmeye çalışılmıştır.
Emanet tarzı
içerisinde değerlendirilen belirli bir miktar gümüş ve kurşun vermeyi taahhüt196
üzerine yapılan işletme tarzında ise maden emininin sorumluluğu vardı. Zira
eksik gönderilen ürünlerin miktarının hesap edilerek maden emininden bunun
karşılığı olan meblağın tahsil edilmesi, eminin maddi anlamda bir sorumluğu
olduğunu göstermektedir. Madenlerin taahhüt üzere işletildiği dönemlerde
her emin atamasında bir sarraf maden eminine kefil olmaktaydı ve bu sarraflar
İstanbul’da ikamet etmekteydi. Madenlere emin ataması sırasında bir sarrafın
taahhütü gerekmekle birlikte sarrafın taahhütünün muteber olup olmadığı da
araştırılmaktaydı (BOA, HAT 1253/48422). Taahhüt olarak verilen madenden kurşun
ve gümüşün aynen teslim edilmesine İstanbul’da bulunan sarraflar kefil
olmaktaydı. Bu ürünler teslim edilmezse bunun karşılığı olan meblağ tahsil
edilirdi197 ya da bir sonraki yılın
hâsılatı bir önceki yıla kaydırılırdı198.
Böylece devlet zarara uğramaktan kurtulmuş olurdu.
18
Ocak 1822 tarihinde, 20 kıyye gümüş,
12.500 kıyye kurşun senesi içinde noksansız aynen gönderilmek şartıyla taahhüt
üzere emin ataması yapılmıştır (BOA, DRB.d 1044). 1825 yılından itibaren zam
yapılarak bu oranlar 28 kıyye gümüş, 15.500 kıyye kurşun olarak
değiştirilmiştir (BOA, DRB.d 158). Bu miktarlar maden emini tarafından taahhüt
edilmiştir. Darphaneye verilen taahhüt senedinin altında
maden
emini ile kefili olan sarrafının ismi yazılmıştır (BOA, DRB.d 158). 1833
yılında “ber vech-i maktû‘199”
yani yıllık aynen teslim edilecek olan gümüş ve
196 Neşet
Çağatay’ın bir yılda madenin cinsine göre bir müddet zarfında muayyen bir
miktar maden vermeyi taahhüt etmek şartıyla talibinin uhdesine ihale etmek
olarak tarif ettiği aynî kesim (Çağatay, 1942a: 36) emanet tarzı içerisinde
değerlendirdiğimiz taahhüt üzere işletme olmalıdır.
197 1837
yılında eksik gönderilen kurşunun bedeli alınmıştır (BOA, DRB.d 1043).
198 Nitekim
1822 yılında, 186 dirhem sim eksik olduğundan 1823 yılı hasılatından 1822
senesine bu miktar aktarılmıştır (BOA, DRB.d 996: 91).
199 Benzer
bir uygulama 25 Mayıs 1782 tarihinde yapılmıştır. Berat ile ber vech-i maktu
uhdesinde olan Esgökçe köyü ve tevabiinden Özdere köyündeki sim madeni
mukataası diğer madenler gibi serbest olup amelesinin dava vs. işleri maden
emini tarafından görülmek şartıyla müstakil madenci kaydolmamak takribiyle
yıllık darbhaneye belirli bir miktar gümüş verilmesinde sıkıntı olduğundan
madene bağlı bu iki köyden 20 amele gönderilmesi talep edilmiştir. Sim madeni,
senevi 600 kuruş
kurşuna zam yapılmış ve bu
uygulamaya göre Bozkır madeninden 40 kıyye gümüş, 20.000 kıyye kurşun
gönderilmeye başlanmıştır (BOA, DRB.d 976). Taahhüt tarzı işletmede taahhüt
edilen miktar darphaneye teslim edilince, teslim edilen madenin fiyatı hesap
edilerek madenin geliri ile maden emininin alacağı ortaya çıkarılmıştır (BOA,
DRB.d 1005).
Madenin
istenilen düzeyde çalıştırılamamasının bir nedeni de, eminin kâr ve zarardan
sorumlu olmaması nedeniyle üretimi artırmak için fazla gayret sarf etmemesine
neden olan emanet tarzının uygulamadaki aksaklıkları gösterilebilir. Mustafa
Akdağ, emanet ile idare edilen madenlerin de belirli bir gelirin altına
düşürülmemesini emin olan kişilerin kabul ettiklerini, bu şekilde yapılmazsa bu
idare tarzında ne elde ederse onu hazineye teslim etmek biçiminde olursa eminin
gelirleri arttırmada fazla gayret sarf etmeyeceğini ve hazinenin zarar göreceğini
belirtmiştir. Hatta eminlerin gelirleri olduğundan az göstermek suretiyle bir
kısmını kendilerine alıkoymaları düşünülebileceğini ifade eden Akdağ, buna
önlem olarak ber vech-i iltizam emanet yönteminin
yaygınlaştırılmasının devlete daha kârlı göründüğünü öne sürmüştür
(Akdağ, 1995: 232). Fakat kadı, kâtip ve madencilerin gözetiminde gelirlerin
saklanmasının çok zor hatta imkansız olduğu unutulmamalıdır. Zira madencilerin
hesabı, çıkan cevher üzerinden görülmekte, mağaralardan çıkan cevher her işlem
gördüğü aşamada tartılarak kaydedilmektedir.
Emanet
ber-vech-i iltizam yöntemi, isminden de anlaşılacağı üzere iltizam ve emanet
sisteminin birlikte yer aldığı bir idare tarzıdır. Mukataayı iltizam eden kişi,
emin ve mültezim unvanlarını birlikte kullanmaktadır. Mültezim olduklarından
dolayı kâr ve zararları kendilerine ait olup, emin sıfatından dolayı da
devletten maaş alan kişilerdi. Yapılan muhasebelerinin kâr zarar oranının ne
olduğu değil, iltizam ettikleri miktarı ödemek zorundadırlar. Bunu ödememeleri
halinde mültezimler gibi malları müsadere edilir ve gerekirse hapse atılırlardı
(Sahillioğlu, 1962: 147). Bu işletme tarzı, emanet sistemi içerisinde üçüncü
bir yöntem olarak adlandırılabilir. Fakat genel özellikleri açısından
değerlendirildiği zaman iltizam sisteminin karakteristik özelliklerini daha
fazla yansıtmaktadır.
karşılığ
ında darphaneye 40 kıyye sim vermek şartıyla Abdülvehhab’a verilmiştir (BOA,
D.BŞM.DRB 15/88).
Yukarıda
anlatılan madenlerin yönetim tarzlarından biri uygulandığı gibi bunların karma
bir şekilde yapıldığına ya da birbirinin ardından uygulandığına dair örnekler
de vardır. XVIII. yüzyıl başlarında devletin desteğiyle imar edilip işletmeye
açılan Sidrekapsi maden ocakları, yüzyılın ilk çeyreğine kadar neredeyse
tamamen ber vech-i emanet suretiyle işletilmiştir. Daha sonra ise,
malikane/iltizam suretiyle işletme denemesi yapıldıktan sonra kısa bir
süreliğine emanet yönetimine dönülmüşse de 1726 yılından itibaren ber vech-i
malikane suretiyle işletilmiştir (Altunbay, 2010: 80).
2.2. İltizam
Terim olarak
özel bir şahsın devlete ait herhangi bir vergi gelirini toplamayı belirli bir
yıllık bedel karşılığında üzerine almasına iltizam denirdi (Genç, 2000: 154).
Devlete ait gelir kalemlerinden oluşan mukataalar, belirli zamanlarda açık
artırma ile satılırdı. Mukataaları, devlet muhasebesi dilinde, tahvil denen
genellikle üç yıllık bir süre ile işletmek hakkını alan kimselere âmil ya da
mültezim denirdi. Bir mukataayı tahvile alan mültezim bu miktarın bir kısmını
peşin olarak öder, iltizam miktarının belirli bir miktarına kefil tayin
edilirdi. Mültezim nefsi ve bütün varlığıyla sorumluydu. Edimini yerine
getirmediği zaman bütün malı satılır, borçlularındaki alacaklar alınır, bu da yetmezse
mültezim yakalanarak hapse atılırdı (Sahillioğlu,1962: 146-147). Yani yapılan
açık artırma sonucu200
en yüksek bedeli veren ve madenleri yönetmeye talip olan kişiye mukataaların
işletilmesinin verilmesiydi. Kârı ve zararı tamamen mültezime ait olan bu
tarzın önemli bir unsuru da kefaletti. Başlangıçta çoğunluğu mukataanın
bulunduğu bölgede yerleşmiş küçük sermaye sahiplerinden oluşan bir kefil
grubuna dayanıyordu. Daha sonraki yıllarda ise büyük merkezlerde, özellikle
İstanbul’da yoğunlaşan bir kredi kurumu halinde örgütlenmiş sarraflara dönüştü.
Kredi veren durumundaki kefiller iltizam karşılığında her zaman açık veya gizli
bir pay alıyorlardı (Genç, 2000: 155). Bu şekilde altı, dokuz ve hatta on iki
yıllık tahvillere rastlamak mümkündür. Bir tahvil süresi bir mültezimin
mukataayı tahsil etmeme nedenleri arasında; ölüm, varislerin işletmek
istememesi, tahvil bitiminden önce bir başka kişinin iltizam bedelini artırması
200 1574
yılında Van’da bulunan güherçile madeninin ihracı için iki mültezim müzayedeye
girmiş, birinin diğerinden 800 kantar fazla teklif ettiği merkeze bildirilince,
merkezden gönderilen hükümde devlete hangisi faydalı ise onun tercih edilmesi
istenmiştir (Altunbay, 1998: 26-27).
üzerine mevcut mültezimin bunu
kabul etmemesi sayılabilir201
(Sahillioğlu,1962: 148). Hazineye yapılan nakit ödemeler, çeşitli görevlilerin
ücretlerinin ödenmesi ve mukataadaki görevlilerin ücretleri yazıldığı zaman bu
miktarlar iltizam bedeline denk gelirse mültezim ibra olur, aşarsa mültezim
alacaklı duruma geçer ve yeniden mukataayı iltizam ederse bu alacak, takip eden
tahvil kıymetinden ödenmiş bir peşin sayılırdı (Sahillioğlu,1962: 149-150).
“Devletin
varidat gelirlerinin azaldığı zamanlar hazinede ortaya çıkan düzensizliği
önlemek için mukataa mallarını peşin olarak almak üzere uygulanmış bir
tedbirdir.” diyen Çağatay, iltizamı muayyen müddetle kesime verme olarak
değerlendirmiştir202
(Çağatay, 1942a: 36). Aktif durumda olan ve yıllık düzenli bir getirisi olan
madenler genel olarak özel yatırımcılara verilirdi (Murphey, 1986: 974). Küre-i
Nühas madeni mukataasının aynen teslim edeceği/maktu‘ı 7.000 kıyye nühas olup,
madenin cevheri eskisi gibi olmadığından iltizam ile kimse talip olmadığından
28
Nisan 1721’de, emanet ile İsmail
adlı kişiye tefviz olunmuştur (Yaman, 1938: 161).
Maden
iltizâma verilirken eski ve yeni haslarından tahsil edilecek vergiler de
iltizâma dahil edilirdi. İltizâm mukavelelerinde bazen haslar için belirlenen
meblağlarla maden için teklif edilen meblağ ayrı ayrı gösterilirdi. Fakat
haslar, maden, darphane, kalhane ve bunlarla ilgili olmayan birçok mukâtaanın
aynı mültezime verildiği ve bunlar için toplu bir iltizâm bedeli teklif
edildiği de olurdu203.
Madenci köylerini maden iltizâmına dahil etmenin bir sebebi de vergi
muhassıllarının madencileri ezmesini önlemekti. Maden üretimi birçok kimsenin
para hırsını tahrik ediyor ve ücra yerlerdeki madeni ve madencileri korumak
için martoloslar tayin ediliyordu. Ayrıca mültezim, has köylerinden topladığı
meblağları
201 Mukataaların
tahvile alındığı tarihten itibaren tahvilin son gününe kadar bir başka mültezim
tarafından artırma ile iltizama alınması mümkündü (Çakır, 2003: 116).
202 Aynı
bilgi için bkz. Çağatay, 1943: 124.
2031550
tarihli Köstendil Tahrir Defteri'ne göre madene bağlı darphane yılda 1.111.555
akçeye, hums-ı nukre (gümüşün beşte biri) ve öşr-i hums-i zeheb (altının ellide
biri) ve öşr-i cevherin yıllığı 299.501 akçeye verilmiştir. 1572-1573 tarihli
Tahrir Defteri'nde Kratovo'da mukâtaalar ve yıllık iltizâm bedelleri olarak
Kratovo darphanesi gümüş para darbı işi 573.099 akçe, hasene (altın) darbı işi
10.000 akçe, madenin cevher, gümüş ve altınının ellide biri 126.900 akçe
şeklinde gösterilmiştir. Bu son meblağa Plaviçe'den çıkarılan altın dahildir.
Kratovo yakınlarında ayrıca Kerebenede de altın çıkıyordu ve 1530'larda bunun
gümüşle birlikte yıllık iltizâm değeri 5.500 akçe idi (Sahillioğlu, 1989: 535).
sermaye gibi kullanabiliyordu.
Ancak madencilere kredi sağlamak için hazinece tahsisat ayrıldığı gibi bazı
zengin kimselerin maden sarrafı olarak tayin edildiği de oluyordu. Sarraflık
hizmeti mecburiydi. Madenciler üretim giderleri ve geçimleri için bu
sarraflardan kredi alır ve madenlerini sattıktan veya darphanede para
bastırdıktan sonra bu sarraflara borçlarını öderlerdi (Sahillioğlu, 1989: 534).
Devlet “mükelleflerden fazla tahsilat yapıp hesaplarında düşük gösterme,
kanunda bulunmayan tekalif ile mükellefleri rahatsız etme, halka haksızlık
edilmesi gibi durumlarda” tek taraflı olarak iltizam sözleşmesini
feshedebilmekteydi (Çakır, 2003: 118).
Herhangi bir
maden ocağını iltizam eden kişi, madende çalışan görevlilerin ücretlerini ve
diğer masraflarını da karşılamaktaydı. 1673 yılında 4.500 batman bakır
karşılığında Küre-i Nühas madenini iltizam eden maden nazırı Mansur’a madende
çalışan hademe, in‛amhan, duaguy, abkeşan, hakkeşan, kâtipler, aşçı ve diğer
masrafların karşılanması şart koşulmuştur (Yaman, 1941: 268).
Açık artırma
yoluyla “kayd-ı hayat şartıyla” yani ölene kadar iltizam edilen mukataalara ise
malikane204 adı verilmekteydi (Genç,
2005b: 103). Selanik yakınlarındaki Sidrekapsi madeni mukataası205
XVIII. yüzyıl başında Çavuşzade ailesine verilmiştir. 1707-1708 yıllarında
mukataayı müzayede ile elde eden Çavuşzadeler 1775206
yılına kadar yıllık 55.000 kuruşluk ödeme karşılığında madeni iltizam
etmişlerdir (Altunbay, 1998: 28-29). Yani malikane, iltizam sisteminin bir
204 Rumeli
eyaletinde Karaton madenine bağlı kaza reayasından maden hizmetinde olanlar
muafiyet vechi üzere maden emini tarafından zabt edilmiş iken Kumanova
kazasında ayanlık iddiasında olanların, reayaların hanelerine sair hane gibi
vergi yüklemeleri üzerine yapılan şikâyetler üzerine, ber vech-i malikâne olarak
tevcih olunan madende, bağlı kaza ahalileri 945 kişi ve vergilerden muaf olup
bedel-i muafiyetleri olan 5.995 kuruş her yıl tahsil edilip maden hizmetinde
oldukları belirtilince, bu miktarı ödeyen madenci reayasının cizyelerini de
ödedikten sonra diğer vergilerden muaf olduklarına dair 9 Şubat 1782 tarihli
emir verilmiştir (BOA, C.ML 28382). 14 Ağustos 1762 tarihinde, Karahisar-i
Şarki sancağında Milas kazasında bulunan nühas madeni ber vech-i malikane
cami-i cedd-i hümayun evkafına mukataa kayd olunmağın Gümüşhane eminlerinin
karışmaması gerekirdi. Madenin Yavşan köyünde boş bir arazide çıktığından ve
köyün yarısı Amasya’daki Mehmet Paşa ve Hızır Paşa Camii’nin vakfı diğer yarısı
da zeamet olduğundan mütevelli tarafından yönetilecekti. Ayrıca Gümüşhane
madenine bağlanması halinde kömür ve kütük tedârikinde zorluk olacağı maden
emini tarafından ifade edilmiştir (BOA, HAT 8/280).
205 1805
yılında Siroz Ayanı Yusuf Bey’in ber vech-i malikane uhdesinde olan maden-i
Sidrekapsi mukataası için bkz. BOA, A.AMD 50/65. Mukataaların malikane olarak
verilmesi ile ilgili bkz. Çakır, 2003: 154-162.
206 1776
yılında Sidrekapsi madeninin malikane olarak verilmesi ile ilgili bilgi için
bkz. BOA, D.MMK 368/10.
uzantısı olarak mukataa için en
yüksek fiyatı veren kişiye kayd-ı hayat şartıyla verilmesiydi. Kısaca iltizam,
belirli bir zaman dilimini içeren dönemler arasında gelir getiren
kurumların/madenlerin özel teşebbüse açık artırma yoluyla kiraya verilmesidir.
Bu tarzda mültezim adı verilen girişimciden bir yıllık miktar peşin olarak
alınırdı. Malikane ise talip olan kişiye ölene kadar madenin iltizam
edilmesiydi.
Devletin
iltizamı emanete tercih etmesi207
uygulamada sorunlar olmadığı anlamına gelmez. Devlet açısından iltizam
yönteminin önemli bir sakıncası zimmet sorunudur208.
Yani mültezimlerin devlete borçlu olmaları ve bunun tahsilinde devletin
alacağının tamamının tahsil edilememesi gibi bir durum ortaya çıkabilmekteydi
(Çakır, 2003: 119). İltizam usulünün, çağın iktisadi şartları içinde verimlilikten
de önemli maliye için devlet gelirlerini mevsimlik, hatta konjonktürel
dalgalanmalardan koruyarak önceden görmek gibi vazgeçilmez avantajları da
mevcuttu (Genç, 2000: 156). Mültezimlerin sürekli olarak kendi çıkarlarını
düşünmeleri, madeni iltizam edecek taliplinin çıkmaması ve bazı mültezimlerin
piyasadan ucuz gümüş alarak devlete vermeleri gibi nedenler devlet tarafından
iltizam sistemi yerine emanet sisteminin tercih edilmesine neden olmaktaydı.
2.3. İhale
İhale, uzun
süreli olarak lisanslı bireylere ya da şirketlere devlet arazilerinin maden
araştırmaları için verilmesidir. Bu sistem kırsal kesimde nüfus yoğunluğunun az
olduğu topraklarda madenleri araştırmaya teşvik etmekteydi. Bu tür üretim
tarzında yatırımcılar maksimum üretkenliğin sağlanması için gereken tüm
gelişmeleri üstlenir. Devlet, çıkarılan madenlerden cevherlerin durumuna göre
%1-5 ile % 10-20 gibi bir miktarı209
talep ederdi (Murphey, 1986: 974-975). Madenin hasılatına göre %3 ile %20
arasında aynen veya bedel olarak bir miktarın maden
207 Bu
tercihin sebebi iltizam yönteminde emanet yönteminden daha yüksek miktarda
gelir tahsil edilmesiydi (Çakır, 2003: 115).
208Emanetin,
iltizama tercih edilmesi gerektiğini öne süren ve defterdarlık görevinde
bulunan Mustafa Âli, emanet yöntemiyle zimmet sorunun halledilebileceğini
belirtmekteydi (Çakır, 2003: 119).
209 26
Mart 1849 tarihinde, Tepeköy madeninin işletilmesi için talip olan kişi, madeni
kendi parasıyla işleterek elde ettiği altın gümüş ve kurşunun beşte birini
bedelsiz ve kalanını ücreti karşılığında darphaneye vereceğini ifade edince 15
yıllığına madenin imtiyazı kendisine verilmiştir (BOA, DRB.d 1044).
idaresi tarafından alınacağı
1861 tarihli nizamnamenin 32. maddesinde belirtilmiştir (BOA, C.DRB 2044: 9;
BOA, C.ML 1053: Madde 32).
Daha sonra
çıkarılan nizamnamelerde alınacak vergiler daha belirgin hâle getirildi. Bir
kişi kendi toprağında ya da sahibinden izin alarak bir başkasının toprağında
maden arayabiliyordu. Arama sonucu bulunan madenin yerleşim yerine bir zararı
yoksa madene işletme izni verilirdi. Bu şekilde madeni işletenler senede iki
ayrı vergi öderlerdi. Birincisi kullanılan arazinin her bir dönümüne bağlı
olarak senede bir defa verilen “resm-i mukarrer”di. Diğeri ise işletilen
maden cevherinin saf hale getirilmesinden sonra alınan “resm-i nisbi”
denilen hasılat vergisiydi (Balcı, 2001: 18). Resm-i mukarrer arazi sahibine
ait iken resm-i nisbi %5 ile %20 arasında cevherin durumuna göre belirlenirdi
(Balcı, 2001: 19).
1861 yılında
yürürlüğe giren ilk maden nizamnamesi, maden işletmeciliğinin devlet tekelinden
çıkarılarak özel teşebbüse açılmasını öngörüyordu. Ancak ülkedeki bütün
madenlerden ziyade yeni keşfedilecek madenler ile eski önemini kaybetmiş mevcut
madenler bu kapsama alınmıştır (Balcı, 2001: 24). XIX. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren devletle özel sektör arasında yapılan sözleşme gereğince,
99 yılı geçmemek üzere bir kısım maden bölgelerindeki maden işletme hakkının
şahıs ya da şirketlere devredilmesiyle ortaya çıkan imtiyazlı işletme
yönteminde, işletme hususiyetleri maden nizamnameleri ile düzenlenmiştir
(Balcı, 2001: 18). Gümüşhane madenine bağlı Karahisar-ı Şarki sancağında
bulunan Lice köyü gümüş madeni uzun yıllar emanet usulüyle idare olunduktan
sonra Mart 1864’ten itibaren ihaleye çıkarılmıştır. Madenin ihalesi için 25
sene müddet tanınmıştır. İhale neticesinde madenin 25 sene müddetle imtiyazını
Miftahzade Mahmut Durmuş Ağa ve Mardiros Davidyan adlı şahıslar kazanmışlardır.
Maden ihalesini kazanan kişiler, belirli bir zamanda maden harcını yatırarak
fermanlarını almak mecburiyetinde idiler (Balcı, 2001: 24). 1861 tarihli
nizamnamedeki en önemli şart madenin sahibi olan Osmanlı vatandaşları bunu
başkasına yani Osmanlı vatandaşı olmayanlara devredemeyecekti210
(BOA, C.DRB 2044: 5). Fakat sermaye yetersizliğinden dolayı
210 1861
tarihli nizamnamenin 13. maddesinde şöyle denilmiştir. “Saltanat-ı seniyye
teb‘asından bi’z-zât veyâhud kumpanya vechle bi’l-iştirâk ma‘den i‘mâline taleb
olanlara nizâmına tevfîkan bir müddet münâsebe-i imtiyâziye ile ruhsat
virilecekdir ve iş bu kumpanyalara düvel-i ecnebiye
yabancı ortak almak isteyen bu
müteşebbislere, madenlerin kapanmaya başlamasından dolayı izin verilmek zorunda
kalınmıştır (Balcı, 2001: 26; Varlık, 1985: 918; Quataert, 1985: 915).
İhale, maden
şirketleri veya ruhsat verilen kişilerce maden araştırmaları için devlete ait
toprakların uzun dönemi kapsayan bir imtiyazla kiraya verilmesini ifade
etmektedir. 28 Ocak 1845 tarihinde, Marmaris, İçil ve Alanya dağlarında bulunan
madenler için mühendisler gönderildiği ve Ereğli kömür madeni gibi kumpanya
tarafından imtiyazla işletileceği belirtilmiştir (BOA, DRB.d 1039: 127).
3. Bozkır
Madeni Emanetinin İdarî Durumu
3. 1. Bozkır
Madeni Emanetinin İdâre Merkezi
Bozkır
madeni açılmadan önce Beyşehir sancağına bağlı bir kaza olarak görünen Bozkır
kazasının merkezi olan Siristat, madenin açılmasıyla birlikte önem kazanmaya
başlamıştır. Zira Gümüşhane’den gelen madenciler ile başka yerlerden ticaret
amaçlı gelen tüccarlar211
aileleriyle birlikte Siristat’a yerleşmeye başlamıştır212.
Bunlara ek olarak madenin açılmasıyla birlikte kazada açılan dükkanlar da
yerleşim yerinin ticari anlamda önem kazanmasını sağlamıştır.
Bozkır
madeni emanetinin idare merkezi Siristat köyüdür. Bu yerleşim yeri, Osmanlı
döneminde Bozkır nahiyesinin sonra Bozkır kazasının ve madenin açıldığı
dönemlerde ise maden emanetinin merkezi konumundadır. Bozkır madeni emini olan
kişiler Siristat’a gelerek, madenin ilk açılışında burada yapılan maden
eminlerine ait konakta213
oturur (BOA, MEDAD 8: 690-3) ve madeni buradan idare ederlerdi.
teb‘asından taleb olacakların dahi
hissedâr olması câ’iz olacakdır.” (BOA,
C.DRB 2044: 5). 1861
tarihli
nizamnamenin tam metni için bkz. Tızlak, 1995: 84-91.
211 20
Ocak 1786 tarihinde, madenin kapatılması üzerine eminlerin oturduğu ev ile
fırınlar, madenci odaları ve diğer maden malzemelerinin satılacağı
belirtilmesine rağmen, maden dolayısıyla kazada bulunan tüccar ve madencilerin
dağılması nedeniyle bunları almaya kimsenin talip olamayacağı kaza ahalisi
tarafından dile getirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 690-3).
212 Madenlerin
bulunduğu bölgenin ekonomik ve sosyal olarak geliştiğini gösteren başka
örnekler de vardır. IV. Murat döneminde, maden dolayısıyla halka verilen vergi
muafiyetleri sonucu Gümüşhane nüfusu 30.000 kişiye ulaşmıştır (Abdürrahim
Şerif, 1341: 402). Tokat’ta bulunan bakır kalhanesinin şehrin gelişimine etkisi
için bkz. Mehmet Genç, 17.-19. Yüzyıllarda Sanayi ve Ticaret Merkezi Olarak
Tokat, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu (2-6 Temmuz 1986),
Ankara, 1987, s.145-169.
213 Benzer
yapılar diğer madenlerde de vardı. 7 Ağustos 1834 tarihinde, Bereketli madeni
eminlerinin oturduğu konak ile kurşun konulan mahzen harap olduğundan, maden
emini çadırda ikamet etmiş ve
Burada kastedilen bizzat maden
eminliği yapanlar için geçerli idi. Zira bazı maden eminleri üzerinde başka
görevler de olduğundan dolayı yerlerine vekillerini göndermişler (KŞS 102:
102-2) ya da eminlik ile birlikte diğer görevleri de yürütmüşlerdir. Özellikle
maden eminliği görevi de verilen ancak asli görevi Karaman valisi olan kişiler,
Bozkır’da oturmayıp eyalet merkezi olan Konya’yı tercih etmişlerdir (BOA, HAT
473/23144). Bozkır madeni 1837 yılından itibaren ise müşirlere verilmiştir.
Bozkır madeni emaneti kendisine verilen müşirler madeni bir kişi aracılığıyla
ya da kendileri idare etmişlerdir (BOA, HAT 682/33214; Bkz. Tablo 3). Maden
emanetini müşirin bizzat yönetmesi durumunda madenin idaresinin eyalet
merkezinden yönetildiği söylenebilir. Nitekim 1838 yılında Bozkır madeni 16.000
dirhem gümüş ve 20.000 kıyye kurşun teslim etmek şartıyla Konya müşiri Hacı Ali
Paşa’ya verilmiştir214
(BOA, DRB.d 977: 45).
Bozkır
madeni emininin ikamet ettiği üç odası olan hanenin mefruşatı vilayet
tarafından tanzim olunmuştur. Bu nedenle halktan, mutfak takımı gibi şeyler
alınmazken maden eminleri, birkaç sene bunu talep etmekle birlikte devriye215
adıyla da talepte bulunmuşlardır. Maden eminlerinin oturduğu mahalde devre
çıkarak devriye istediği ile ilgili 18 Eylül 1822 tarihli şikayetler vardı
(BOA, DRB.d 1044).
Bozkır kaza
merkezinin önceden Hoca köyü216
olduğunu belirten M. Zeki Oral, “Bozkır madeni işletilmeye başlanınca bugünkü
Bozkır merkezine maden amele evleri olarak 70-80 bina yapılmış, bu suretle
kurulmaya başlayan kasaba önce Seydişehir’e bağlı müdürlük iken, sonra Beyşehir
sancağına bağlı kaza olmuştur.” demektedir (Oral, 1957: 31). Ancak Siristat
kasabası madenden önce de bölgenin merkezi konumundadır. Ancak Bozkır madeninin
açılması ile emanetin idari
kurşunlar da ustabaşıların evine
konmuş olduğundan buraların tamirinin önemi vurgulanmıştır (BOA, DRB.d 160).
214 1837
yılında Bozkır madeninin idaresi Hacı Ali Paşa üzerinde olup, bu durum maden
kapanana kadar devam etmiştir (BOA, DRB.d 1030). 1837 yılında Hacı Ali Paşa
yıllık bir meblağla madene Ömer Efendi’yi yerine görevlendirmiştir (BOA, DRB.d
1021).
215 Şehir
ve kasabaların asayişinin muhafaza etmek için gezdirilen zabıta memurlarının
dolaşmalarına devriye denilirdi. Tanzimat’tan evvel kol gezmek tabiri
kullanılırdı (Pakalın, 1993: 444).
216 Madenin
açılmasından sonra yapılan bu evlerden dolayı bir kasaba haline gelen Bozkır’ın
merkezinin Hocaköy olduğu bir başka araştırmacı tarafından da dile
getirilmiştir (Önder, 1962: 468-469). Zikredilen tarihlerde Bozkır adını
taşıyan bir yerleşim yeri olmadığından ve bu isim sadece coğrafi bir bölgeyi
ifade ettiğinden ve daha sonra Siristat köyü Bozkır ismini aldığından bu
görüşlere katılmak mümkün değildir. Hocaköy’ün diğer köylerden farklı yanı
Bozkır şeyhi olarak adlandırılan kişilerin buradan çıkması nedeniyledir. Maden
öncesi döneme ait böyle bir varsayım, şeyhlerin gücü ve bölgedeki etkinliği
nedeniyle yapılmış olmalıdır.
anlamdaki merkezi olan Siristat,
idari anlamda ön plana çıktığı gibi ticari, sosyal ve bayındırlık alanında da
gelişmeler göstermiştir. Sosyal anlamda Siristat Müslüman ve Hristiyanların
birlikte yaşadığı bir yerleşim yeri haline gelmeye başlamıştır. 9 Ekim 1786,
Bozkır madeninde bulunan Müslüman ve zimmi madenciler217
arzlarında; Keban, Ergani ve Gümüşhane madenlerinden bütün eşya ve çocuklarıyla
Bozkır madenine getirildiklerini ve 40-50 usta ve ailelerinin Bozkır’da
bulunduğunu ifade etmişlerdir (BOA, D.BŞM.DRB 16/17). Bozkır madeni açıldığı
zaman diğer madenlerden 400’den fazla Müslüman ve zimmi madenci Bozkır’a
gelmiştir. Tek geçim kaynakları madencilik olan bu kişilerin borçlarını
ödeyebilmek için madenin yeniden açılmasını istemelerine rağmen, halka maden
nedeniyle zulüm olacağından bu istekleri kabul edilmemiştir (BOA, MEDAD 8:
698-2). Ayrıca her sene emin atamasıyla birlikte özellikle piristat, kalcı,
feteci ve kürek bağlayıcı gibi ustalar Gümüşhane’den istenilmiştir. Bu bilgi,
Bozkır’da sürekli ikamet eden işçilerin olduğunu gösterdiği gibi mevsimlik
olarak Bozkır madeninde çalışan kişilerin de olduğuna kanıt olmaktadır.
Bozkır’a madenin açılmasıyla birlikte madenciler geldiği gibi farklı meslekleri
yapan kişiler de gelmiştir. Madenin kapatılması esnasında üzerinde cevher naklinden
dolayı borcu olan çerçi Yuri adlı bir kişi tespit edilmiştir. Eğer buradaki
meslek unvanı lakap olarak kullanılmamışsa –ki belgede bazı madencilerin
görevleri de belirtilmiş- başka meslek sahiplerinin de madende çalıştığı
söylenebilir218
(BOA, C.DRB 810, lef 4). Bozkır kazasının “madenin açılmasıyla” önemi artmakla
birlikte, çeşitli sorunlar, dini köken fark etmeksizin devam etmiştir. 8 Şubat
1814’te kazada sakin Müslüman ve ehl-i zimmet reaya, kaza ayanı Altıparmak
kardeşi İbrahim adlı kişinin bazılarını öldürdüğünü ve mallarını aldığını “bilâ-defter”
cebren 150.000 kuruştan fazla tevzi yaptığını belirterek ahalinin istediği
birinin ayan olmasını talep etmişlerdir (BOA, C.DH 9743).
Bozkır’da
madenin işletildiği dönemde cami, han ve hamam vardı. Bozkır, maden emini
konağı219 ve diğer evleriyle mamur bir
kasabaydı. Burada müstakil maden emini oturur. Pirler tabir olunan köyde bir
zaviye ile Uryani Mehmet
217 Bozkır
madeninde çalışmak için bölgeye gelen madenciler için bkz. Şafakcı, 2011: 397-398.
218 Bozkır’da
yaşayan gayrimüslimler için bkz. Şafakcı, 2011: 399-400.
219 Maden
emini konağının tamiri için 21 Ocak 1780’de kereste, çivi ve diğer masraflar
için 4.502 kuruş verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-1).
Efendi’nin türbesi ziyaretgahtı.
Bunun evladından olan postnişinlerine Bozkır Şeyhi tabir olunurken ayanlık da
bunların elindeydi (Oral, 1957: 31). Fakat madenin açık olduğu dönemlerde
bölgenin idari anlamdaki gücü maden eminleriydi. Madenin açılmasıyla birlikte
madenin idari olarak merkezi olan Siristat köyünde oturan maden eminleri,
burada çeşme ve cami gibi sosyal hayatın birer parçası olan eserler
bırakmışlardır. Bozkır madeni emini Mehmet Fazlullah, Siristat’a dört çeşme
yaptırmış ve bunların ihtiyacını karşılamak için belirli bir miktar para da
bırakmıştır (VGMA, HD, 1078: 36a). Aynı maden emini “Bozkır ma‘den-i hümâyûn
sefergâhı olan Siristat köyünde”, sefergâh önündeki musallayı yeniden
bina eylemiştir (VGMA, HD, 1074: 40b). Musallanın bulunduğu yer, maden-i
hümayunun çok yakınında ve kıble canibindeydi. Aynı zamanda musalla, sarayın
yanındaydı220
(VGMA, HD, 1078: 36a). Dolayısıyla maden emininin oturduğu konak ile kurşun ve
gümüşün ayrıştırıldığı fırınlar birbirine yakın mesafedeydi.
Siristat
köyünde Şeyh Musa Zaviyesi (VGMA, HD, 1079/2: 132b) ve Halil Bey Zaviyesi
(VGMA, HD, 1141: 76b) gibi dini kurumlar da vardı. Bunların yanında Siristat
köyü cami olarak geçen bir de cami bulunmaktaydı. Belgelerin bir tanesi hariç
tamamında caminin adı Siristat köyünde bulunan cami olarak zikredilmiştir.
Ancak bir belgede caminin ismi Siristat köyünde bulunan İdris Efendi Camii diye
geçmiştir (VGMA, HD, 1133: 97a). İdris Efendi camiyi yaptıran kişi olmalıdır;
daha sonra köylüler camiyi birkaç kez tamir ettirmiş, bundan dolayı caminin
ismi özel bir isim yerine genel bir isim hâlini almış olmalıdır. 1783 yılına
ait bir belgede köyde bir tane cami olduğuna değinilmiştir (VGMA, HD, 1078:
36b). Bu cami de söz konusu edilen camidir. Ancak 1783 yılından itibaren ikinci
bir cami daha ibadete açılmıştır. Bozkır maden-i hümayununda sefergâh-ı maden-i
hümayun olan Siristat köyünde nüfusun arttığı ve köyde bir cami olduğundan
dolayı cuma ve beş vakit namazın kılınması esnasında cemaati almadığından maden
emini Mehmet Fazlullah’ın kardeşi Zeynelabidin Efendi tarafından bir mescit
tamir ettirilmiş ve içine minber koydurularak camiye çevrilmiştir (VGMA, HD,
1078: 36b; VGMA, HD, 540: 63a). Bunlara ek olarak Siristat’ta banisi Hacı Ahmet
Ağa adıyla anılan bir adet mescit ve yanında bir de muallimhane vardı (VGMA,
HD, 1133: 97a).
220 Musallaya
vaiz, imam, hatip, müezzin gibi görevliler atanmıştır. bkz. VGMA, HD, 1074:
40b; VGMA, HD, 1078: 36a; VGMA, HD, 1078: 36b.
Bozkır
madeninin idari anlamda merkezi olan Siristat’ın madenin açılmasıyla birlikte
geliştiğini ve maden sayesinde yeni binaların yapıldığını ya da tamir
ettirildiğini gösteren kayıtlar vardır. Bozkır madeni eminlerine ait konağın
tamiri için gerekli kereste, çivi ve diğer masraflar için 4.502 kuruş ile maden
yakınında sekiz adet madenci odaları221
için 400 kuruş ve yine madenciler için altı dükkana 550 kuruş222
masraf edileceği, 21 Ocak 1780 tarihinde, tahmin edilmiştir (BOA, MEDAD 8:
633-1). 1777 yılında ise benzer masraflar için 2.837,5 kuruş harcanmıştır223.
Maden
eminlerinin mutfak takımı ve devriye224
adlarıyla ahaliden talepte bulundukları yönündeki şikayetler üzerine eminlerin
maden-i hümayun olan kazada oturup, ahali ve madencilerin umurlarını
yapmalarının kaide olduğu hatırlatılarak bu taleplerle halka zulüm edilmemesi
emredilmiştir (BOA, DRB.d 1044). Zira madene bağlı kazalara ilişkin işler, 18
Eylül 1822’de ilgili kazada oturan maden emininin adamı tarafından takip
edilmiştir (BOA, AHK.KR.d 18: 124-2). Fakat madene bağlı kazalarla ilgili
işlerin yapılması için maden emini de bu kazalara gitmiştir (BOA, MAD.d 23093:
220-3). Bu anlamda maden emini sadece Bozkır kazasında değil madene bağlı bütün
kazalarda idari olarak etkin bir rol almıştır. Bozkır madeni emini olarak görevlendirilen
kişiler, maden emanetine bağlı olan köy ve kazaların da idari açıdan
yöneticileridir. Maden emaneti etrafındaki yöneticiler bu idari tarzdaki
yönetime karışamamaktadır. Zira maden emini bağlı kazaların ve madencilerin
bütün işlerinden sorumludur. Ayanların zulmünden dolayı madene bağlanan bazı
köylerin vergilerini emin vasıtasıyla ödemeleri şartıyla “hükûmetleri
ma‘dene zam” olunmuştur (BOA, MEDAD 8: 629-3) şeklindeki açıklamalar maden
emininin idari
221 1777
yılında da madencilere ait odalarda tamirat yapılacağı belirtilmiş ancak oda
sayısı farklı verilmiştir. Şöyle ki, Berat-ı mesârif-i tecdîd ve
ta‘mirât otahâ-i ma‘denciyân der ma‘den-i m. hil‘at mühûr defter 18
odaya 400 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 4).
222 Ebniye-i
tecdid-i dekakin rây-ı bademe-i madeni m. denilerek
altı dükkana 550 kuruş harcandığı kaydedilmiştir (BOA,
D.BŞM.d 4702: 4).
223 Bu
durum, Berat-ı bahâ-i kerâste ve mesâmîr ve ücret-i duvarciyân ve
gayruhü rây-ı lâzime-i ebniye-i bend ve kırk bahâ ve muhârebet?
kömür vesâire bâdeme-i ma‘den-i mezbûr hil‘at mühür ve defter kazâ-i m. 2837,5
kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 4) şeklinde deftere kaydedilmiştir.
224 Karaman
valisi tarafından gönderilen kişilerin madene bağlı Belviran kazasından devriye
ve kudûmiyye ve avaid namıyla para toplamaları üzerine, valiye kaza ahalisinin
madene bağlı olduğu ve gerekli hizmetleri yaptıkları zaman tekalif-i saireden
muaf oldukları 18 Şubat 1820’de hatırlatılmıştır (BOA, DRB.d 1044). 1814
yılından beri maden eminlerinin devriye adıyla kazalardan talepte bulunduğuna
değinilerek mirmiran ve vezirler tarafından devriye, kudûmiyye, saray tamiri ve
sancak masrafı adlarıyla bir akçe alınmaması ve mübaşir gönderilmemesinin
madenin nizamından olduğu 2 Aralık 1821 tarihinde dile getirilmiştir (BOA,
DRB.d 157).
anlamdaki görevlerini
göstermektedir. Bu anlamda maden emaneti, özerk bir yapı şeklinde oluşturularak
maden emini tarafından yönetilmiş ve hiçbir mahalli idareci bu bölgenin
yönetimine karışmamıştır. 16 Nisan 1835’te gölde tutulan balık üzerinden vergi
talebi üzerine “Seydişehir Gölü’nün yarısı maden bölgesi içindedir”
cevabı verilerek maden eminine müdahalenin önüne geçilmiştir (BOA, C.DRB 1276).
Madene bağlanan kazaların mutasarrıfların mansıplığından çıkarılması da
emanetin idari etkinliğini artırmak için yapılmış olmalıdır. 2 Aralık 1809’dan
itibaren eski Anadolu valisi vezir el-Hac Osman Paşa’ya Beyşehir sancağı tevcih
olunmuşken, 14 Şubat 1810 tarihinden itibaren ise Beyşehir mansıplıktan
çıkarılarak madene bağlanmıştır (Muşmal, 2005: 39). IV. bölümde de değinildiği
üzere maden emini, emanete bağlı olan kazalarda idari anlamdaki yetkilidir. Bu
yöneticinin konağının bulunduğu Siristat ise emanetin merkezidir.
Bozkır
kazasında yapılan nüfus sayımında ma‘den-i hümâyûnu Bozkır der-livâ’i
Begşehrî ifadesi kullanılmıştır (BOA, NFS.d 3310: 171). 1831 yılı nüfus
sayımına göre erkek nüfusu 7.592 olarak kaydedilen Bozkır kazasının
3.020’si tüvânâ, 2.983’ü sabi ve 1.589’u amel-mânde olarak kaydedilmiştir (BOA,
NFS.d 3341: 28). Kelime anlamı güçlü, kuvvetli manasına gelen tüvânâ
(Devellioğlu,
1999:1115), askerlik çağında
olanları kastederken; sabi ergenlik çağına gelmemiş erkek çocukları; amel-mânde
ise yaşlı olup iş göremez durumda olanları kastetmektedir. Askeri amaçla
yapıldığı anlaşılan bu sayımın içerisine mansûre olarak adlandırılan askerler
dahil edilmemiştir. Zira Bozkır kazasında 69 asker tespit edilirken, bu rakam
içerisinde Siristat köyünden üç mansure kayıt edilmiştir (BOA, NFS.d 3341: 27).
Yukarıda belirtilen nüfus içerisinde Siristat köyünde 134 tüvânâ,
109
sabi ve 66 amel-mânde olmak üzere
309 erkek yazılmıştır (BOA, NFS.d 3341: 9). 1835 yılı verilerine göre ise
toplam erkek nüfusu 8.568 olduğuna göre erkek sayısı kadar da kadın yaşadığı
varsayımından hareketle Bozkır kazasının toplam nüfusu 17.136 kişi olmalıdır
(Tablo 1).
Merkez
Sinandı
Mahalleleri |
Mahalleleri |
Kazıkdere |
Mahalleleri |
Hisarlık |
Diğer
Köyler |
|
Köyler |
|
Tüvana |
|
Sabi |
|
Müsen226 |
|
Toplam |
|
Redif |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
||||||
|
Siristat |
|
133 |
|
146 |
|
69 |
|
348 |
|
5 |
|
|
|
Kozağaç |
|
43 |
|
48 |
|
31 |
|
122 |
|
2 |
|
|
|
Tepearası |
|
14 |
|
33 |
|
15 |
|
62 |
|
1 |
|
|
|
Hocaköy |
|
79 |
|
109 |
|
59 |
|
247 |
|
5 |
|
|
|
Pabuşçılar
karye-i |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hocaköy |
|
49 |
|
59 |
|
23 |
|
131 |
|
|
|
|
|
Bekele |
|
19 |
|
18 |
|
6 |
|
43 |
|
1 |
|
|
|
Tepelice |
|
24 |
|
37 |
|
23 |
|
84 |
|
2 |
|
|
|
Baybağan |
|
20 |
|
49 |
|
25 |
|
94 |
|
3 |
|
|
|
Kayapınar |
|
42 |
|
67 |
|
33 |
|
142 |
|
3 |
|
|
|
Arslantaş |
|
46 |
|
59 |
|
23 |
|
128 |
|
4 |
|
|
|
Karabayır |
|
28 |
|
37 |
|
14 |
|
79 |
|
3 |
|
|
|
Soyucak |
|
85 |
|
105 |
|
43 |
|
233 |
|
4 |
|
|
|
Kovanlık |
|
44 |
|
53 |
|
22 |
|
119 |
|
4 |
|
|
|
Yalnızca |
|
30 |
|
26 |
|
6 |
|
62 |
|
1 |
|
|
|
Gezlevi |
|
37 |
|
49 |
|
40 |
|
126 |
|
4 |
|
|
|
Fakılar |
|
35 |
|
34 |
|
14 |
|
83 |
|
3 |
|
|
|
Holuslar |
|
27 |
|
41 |
|
12 |
|
80 |
|
2 |
|
|
|
Gerez |
|
60 |
|
97 |
|
46 |
|
203 |
|
4 |
|
|
|
Söğüt |
|
31 |
|
39 |
|
13 |
|
83 |
|
3 |
|
|
|
Dedemköy |
|
95 |
|
106 |
|
60 |
|
261 |
|
5 |
|
|
|
Dolhanlar |
|
70 |
|
71 |
|
26 |
|
167 |
|
5 |
|
|
|
Hisarlık |
|
78 |
|
104 |
|
61 |
|
243 |
|
5 |
|
|
|
Mürüvvetli |
|
70 |
|
96 |
|
27 |
|
193 |
|
6 |
|
|
|
Yaztam |
|
25 |
|
19 |
|
10 |
|
54 |
|
3 |
|
|
|
Aydınkışla |
|
20 |
|
27 |
|
14 |
|
61 |
|
3 |
|
|
|
Kuşça |
|
41 |
|
49 |
|
21 |
|
111 |
|
5 |
|
|
|
Ulupınar |
|
28 |
|
19 |
|
6 |
|
53 |
|
2 |
|
|
|
Karayahya |
|
14 |
|
14 |
|
4 |
|
32 |
|
1 |
|
|
|
Acılar |
|
49 |
|
86 |
|
31 |
|
166 |
|
6 |
|
|
|
Belkuyu |
|
15 |
|
21 |
|
18 |
|
54 |
|
|
|
|
|
Akçaalan |
|
6 |
|
10 |
|
10 |
|
26 |
|
|
|
|
|
Avtan |
|
64 |
|
81 |
|
50 |
|
195 |
|
6 |
|
|
|
Fart |
|
77 |
|
85 |
|
39 |
|
201 |
|
5 |
|
|
|
Pınarcık |
|
46 |
|
61 |
|
33 |
|
140 |
|
4 |
|
|
|
Karacaardıç |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
(Mahalle-i Hacı) |
|
43 |
|
57 |
|
27 |
|
127 |
|
4 |
|
|
|
Sazlı |
|
36 |
|
40 |
|
17 |
|
93 |
|
2 |
|
|
|
Sopran |
|
45 |
|
75 |
|
60 |
|
180 |
|
6 |
|
|
|
Karacaardıç |
|
50 |
|
54 |
|
36 |
|
140 |
|
3 |
|
|
|
Boztam |
|
19 |
|
26 |
|
13 |
|
58 |
|
2 |
|
|
|
Bademli |
|
49 |
|
32 |
|
31 |
|
112 |
|
4 |
|
|
|
Balıklavı |
|
8 |
|
17 |
|
13 |
|
38 |
|
3 |
|
|
|
Akkise |
|
129 |
|
161 |
|
112 |
|
402 |
|
16 |
|
|
225 Veriler 1835
yılına aittir (BOA, NFS.d 3342: 3-4).
226 Tüvana
gençler, sabi çocuklar ve müsen yaşlılar yerine kullanılmıştır.
Köyler |
Tüvana |
Sabi |
Müsen226 |
Toplam |
Redif |
Saray |
4 |
3 |
1 |
8 |
|
Özisağir |
11 |
11 |
10 |
32 |
2 |
Yalıhüyük |
87 |
131 |
43 |
261 |
7 |
Ertoğan |
17 |
39 |
12 |
68 |
|
Çiftlik |
24 |
26 |
14 |
64 |
2 |
Sandı |
8 |
8 |
3 |
19 |
1 |
Arvana |
34 |
25 |
13 |
72 |
3 |
Kayacık |
13 |
26 |
8 |
47 |
1 |
Aliçerçi |
18 |
41 |
21 |
80 |
4 |
Ahurlu |
114 |
202 |
82 |
398 |
5 |
Kuruçay |
66 |
68 |
44 |
178 |
5 |
Meyre |
77 |
124 |
101 |
302 |
9 |
Gündüğün |
8 |
15 |
3 |
26 |
1 |
Özikebir |
9 |
8 |
3 |
20 |
1 |
Dere |
253 |
307 |
121 |
681 |
11 |
Karacahisar |
5 |
11 |
4 |
20 |
|
Akçapınar |
73 |
94 |
53 |
220 |
5 |
Çat |
84 |
135 |
62 |
281 |
10 |
Toplam |
2828 |
3691 |
1834 |
8353 |
215 |
Bozkır
madeninin merkezi olan Siristat, maden nedeniyle farklı etnik kökenlere sahip
insanlar ile tüccarların da yerleştiği bir yerleşim yeri olmuştur227.
XVI. yüzyılda, kasabada sadece
Türklerin yaşadığına değinilmiştir. Ancak maden
227
12 Ekim 1831 tarihinde yapılan
sayımda, ma‘den-i Bozkır der-livâ-i Begşehri re‘âyâ-yı ma‘denciyân başlığı
altında yazılan madenciler şunlardır: Papas Kilyos veled-i Andon
(canib-i Isparta), Minhail veled-i Nikola (madenci ustabaşı), Anastas
veled-i Yani, Yorgi veled-i Yani (madenci), oğlu Yani, diğer oğlu Apostol,
Todori veled-i Paldeli (madenci), oğlu Sava, Polhud veled-i Eksenbe (madenci),
oğlu Eksenbe, diğer oğlu Yorgi, Kelemenyus veled-i Antemus (madenci), oğlu
Yorgi, Totori veled-i Totos (madenci), Kiryako veled-i Kostanti (madenci),
karındaşı Yorgi, Avril veled-i Kiryako (madenci), Karındaşı Kostantin, Dimitri
veled-i Anastas (madenci), oğlu Emanet, diğer oğlu Todori, Yorgi veled-i Murad
(madenci), karındaşı oğlu Dimitri, karındaşı oğlu Nikola, Yorgi veled-i Emanet
(madenci), Nikola veled-i Yani (madenci), karındaşı Evide, diğer karındaşı
Penayut, Todori veled-i Emanet (madenci), oğlu Aknat, diğer oğlu Yorgi, diğer
oğlu Emanet, Hıristo veled-i Rumanis (madenci), karındaşı Nikola (tüccar), oğlu
Tomanus, Esper veled-i Emanet (madenci), oğlu Yorgi, Esper veled-i Dimitri
(madenci), İstavri veled-i Yani (tüccar, evsat), karındaşı Matol (tüccar,
evsat), Lundi veled-i İlya (pabuşçu, edna), oğlu Anastas (üç yaşında), kasab
Penayut veled-i Yani, oğlu Yani, karındaşı Kuzma (madenci), Gümüşhaneli Pandebi
veled-i Yani, Yorgi veled-i Dimitri (evsat), Pomi veled-i Burdan (çömlekçi,
edna), Todori veled-i Pomi (Sabî), Nikola veled-i Pomi (Sabî), Bürdan veled-i
Orham (çömlekçi, evsat), oğlu Andon (Sabî) (BOA, NFS.d 3278: 30-31). Aynı
tarihte tüccar ve misafir olarak Bozkır madenine gelenler ise; Kayserili
Anaştaş veled-i Usef (evsat), karındaşı Küdepe (evsat), uşağı Anaştaş, Silleli
Anaştaş veled-i İlya (evsat), Kayserili Usef veled-i Burdan (evsat), karındaşı
Murad (evsat), Kayseriyeli Usef veled-i Kiryakov (evsat), karındaşı Pedos
(evsat), Silleli Sava veled-i Bolat (edna), Çalîli Melkun veled-i Vadtat
(evsat), Konyalı Tanel veled-i Tanel (evsat), Kayseriyeli Acı veled-i İskender
(Evsat), Konyalı Sahk veled-i Hanas (edna), Silleli Lundi veled-i Burgali
(evsat), Silleli Burdan veled-i Kostanti (edna), Arabgirli Estefan veled-i
Ernin (evsat), Konyalı Andon veled-i Musa (evsat), Konyalı Yefus veled-i Kîrof
(edna), Konyalı Estefan veled-i Arakis (evsat), Silleli Yorgi (evsat), Konyalı
Agob veled-i Kîvjek (edna), Konyalı Agob veled-i Andon (evsat), Karamanlı Artin
veled-i Bağrsar (evsat), Pedos veled-i Agob (evsat), oğlu Estefan (edna) (BOA,
NFS.d 3278: 33).
açıldıktan sonra gerek
Gümüşhane’den gerekse diğer madenlerden gelen gayrimüslim madenciler Siristat’a
gelerek yerleşmiş. Madencilerin yanında madencilerin çeşitli ihtiyaçlarının
karşılanması noktasında cazip bir merkez haline gelen kasabaya tüccarlar da
gelmiştir. Millet-i Hıristiyan tabi kasaba-i Siristat denilerek 16 Mayıs
1836 tarihinde, kasabaya ticaret için gelenler ve diğerleri kaydedilmiştir228.
Madende çalışanlar yalnızca gayrimüslim madenciler değildi. Madene bağlı
kazalardan madenlerde çalışan kişiler olduğu gibi Siristat kasabasında ikamet
eden kişiler de madende çalışmıştır229.
Taife-i madenciyan tabi kasaba-i Siristat haraçgüzar değül şeklindeki
başlık altında, 16 Mayıs 1836 tarihli sayımda; Yorgi veled-i Amente
ser-usta taife-i madenci 42 yaşında, oğlu Emanet 2, Yorgi v. Yani 35, oğlu Yani
3, Yani v. Amenet 28, kardeşi Penayut v. Amenet 22, Acı Esper v. Amenet 45,
oğlu Yani 7, Estedül v. Yani 40, Karalam v. Yani 30, Todori v. Amenet 70, oğlu
A‘tad 25, diğer oğlu Amenet 8, Nikola v. Romani 50, oğlu Romani 8, Acı Yorgi v.
Kiraki 55, Kiraki v. Kostanti 18, kardeşi Yorgi 9, Kavril v. Kiraki 32, Dimitri
v. Todori 50, oğlu Amenet 11, diğer oğlu Pavli 8, diğer oğlu Todori 4, Yorgi v.
Yani 56, oğlu Yani 22, Acı Penaylu v. Yani 45, kardeşi Anastas v. Yani 40, oğlu
Esterani 8, Balhorate v. Eksenet 4, oğlu eksenet 14, diğer oğlu Meyne 8, diğer
oğlu Anastas 4, Totos v. Todori 35, Todori v. Petvili 65, oğlu Sava 18, diğer
oğlu Yani 4, Mehaş v. Nikola 45, oğlu Nikola 1, Kassab Penayut v. Yani 50, oğlu
Yani 11, diğer oğlu Kostanti 2, Dekelmeyaz v. Akunaki 50, oğlu Yorgi 9,
Hırsanti v. Romani 55, oğlu Penayut 7 yaşında olmak üzere 28 kebir ve 17 sağir
45 kişi kaydedilmiştir230
(BOA, NFS.d 3316: 11-12).
228 Bunların
isimleri ve yaşları şöyleydi: Acı Anastas kahya-i evvel 25, Dimitri v. Acı Elya
19, Sakızlı tüccar Yorgi v. Dimitri kahya-i sani Hristiyan 36, oğlu Dimitri 3,
Kıbrıslı Livzi v. Mehaş 40, çömlekçi Burdet v. Avrahim 65, oğlu Andon 11,
çölmekçioğlu Todori v. Burden 16 (BOA, NFS.d 3316: 10), kardeşi Nikola v.
Burden 10, tüccar Estori v. Atdun 25, rençber Yasef v. Romani 36, oğlu Dimitri
5, diğer oğlu Avrahim 2 yaşındadır (BOA, NFS.d 3316: 11). Bu şekilde 13 kişi
kaydedilirken bunların 5’inin sabi olduğu ifade edilmiştir.
229 1840
yılında Siristat kasabasında ameleci olarak kaydedilen kişiler ve yaşları şu
şekilde tespit edilmiştir. Ali v. Mustafa 34, Abdülkerim v. Mahmut 57, Hasan v.
Abdullah 30, Veli v. Koca Mahmud 57, Abdülkadir v. Mehmet 23 ve Veli v. Mehmet
19 (BOA, NFS.d 3319: 4-5; BOA, NFS.d 3320: 3). Aynı tarihte işçi olarak 37
yaşındaki Ali v. Mehmet kayıtlıdır (BOA, NFS.d 3319: 5).
230 1838
yılındaki veriler için bu bölümdeki cizye başlığına bkz.
3.2. Bozkır Madeni Emanetinin
Yönetimi
Merkezden
kendisine bir miktar sermaye verilerek maden bölgesine gönderilen maden emini,
Bozkır madeni bölgesinde; madene ait kömür, kütük, cevher çıkarılması,
işlenmesi ve nakli gibi konularda sorumluydu. Madene ait çeşitli görevler
yapılırken maden eminine hiç kimsenin müdahale etmemesi gerekirdi. Bu anlamda
vali ve sancak beylerine madenin serbestiyet düzeni ile ilgili çeşitli emirler
yazıldığı gibi (BOA; MEDAD 9: 171-1; 177-1) maden bölgesinde ortaya çıkan
sorunların çözümünde validen maden bölgesine yardım etmesi de istenebilirdi
(BOA, MEDAD 8: 606-1). Özellikle eşkıyalığın önlenmesi konusunda maden
eminlerinin yetersiz kaldığı durumlarda ise valiye emirler yazılırdı231
(BOA, MEDAD 8: 611-2). Bu anlamda çeşitli görev ve sorumlulukları bulunan maden
emini, önemli yetkilerle de donatılmıştır.
Bozkır
madeni emininin “bi’l-istiklal232”
olarak hareket etmesi, “Madenciler ve maden emanetinde bulunan halkın hakları
nasıl savunuluyor?” sorusunu akla getirmektedir. Fakat unutulmaması gereken
nokta özerk bir yapı olan maden emanetinde maden emininin sınırsız bir gücü
yoktu. Onu denetleyen görevliler de vardı. Madenle ilgili olarak kâtip, adli
olarak da kadılar bu görevi yapardı. Maden emininin elindeki yetkileri kötüye
kullanması halinde halkın durumu, kadı tarafından merkeze bildirilirdi.
Kadıların233 maden eminleri tarafında yer
aldığı durumlarda ise, halk şikayet ettiği konuyu doğrudan merkeze yazarak
sorunun çözümünü talep edebilirdi. Merkeze ulaşan şikayetler üzerine ise bir
mübaşir görevlendirilerek mevcut şikayetler yerinde araştırılarak çözüm yolları
aranırdı234. Gönderilen
231 Karaman
valisine maden bölgesinde çıkan eşkıyalığın engellenmesi ile ilgili gönderilen
diğer emirler için bkz. BOA, C.DRB 2605; BOA, C.DRB 2890. Bu emirler Bozkır
madeni eminine de gönderilmiştir. Yine kurşunun madenden Alanya İskelesi’ne
taşınması konusunda da valiye emirler verilmiştir (BOA, C.DRB 2416).
232 Yörük
taifesinden bazı kişilerin Seydişehir, Kırili ve Göçü kazası köyleri
ahalilerine zulüm yaptığı ifade edilince, bu bölgelerin istiklal üzere maden
emini denetiminde olduğu hatırlatılarak bunların maden bölgesinden çıkarılması
Karaman valisi, maden emini ve kazaların kadılarına 30 Haziran 1793’te
emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 202-2).
233 Madene
bağlı kazaların kadıları da maden emininin zulmünden dolayı arz yazmışlardır
(BOA, D.BŞM.DRB 14/97).
234 Seydişehir
kazası ahalileri divan-ı hümayuna arzuhal idüb seksen aded balta hesabıyla
madene bağlanan kaza, esbak maden emini vaktinde beher balta otuz altışar kuruş
kömür akçesi virilüb kaza-i mezburun meblağın edasına aczleri varken maden emini
olan Mehmed Fazlullah tüfenkçibaşısı ile ittifaken beher baltaya yüzonyedişer
kuruş tevzi ve bundan maada çakıl, kürek, cevher nakli ve menzil
mübaşirin konuyu araştırması ve
merkeze bilgi vermesine bakılarak bu şekilde gönderilen mübaşirlerin bir nevi
müfettiş olduklarını söylemek mümkündür. Yapılan araştırmalar neticesinde fitne
yaptığı ortaya çıkan maden eminleri görevden alınarak sürgün cezasına
çarptırılırdı235.
Bununla birlikte çeşitli yolsuzluklara karıştığı tespit edilen maden eminleri
de cezalandırılmıştır. Rüşvet aldığı gerekçesiyle azledilen Bozkır madeni emini
Hacı Ali Ağa’nın yeni maden emini Hacı Hüseyin Ağa ile hesaplaştıktan sonra bir
mahalle sürgün edilmesi için hatt-ı hümayun olduğundan çavuş mübaşeretiyle Bolu’ya
nefy olunması konusunda divandan emr-i ali verilmiştir (Kavaklı, 2005: 346).
Maden eminlerinin bölgesinde geniş yetkileri vardı ancak olumsuzluklar ortaya
çıktığında ve cezai bir müeyyide uygulanması gerektiğinde maden emini hakkında
gerekli işlemler başlatılırdı. 21 Ağustos 1816 tarihinde, maden ustaları ile
kaza ahalisi, Bozkır madeni emini İshak Ağa’nın yanındaki kişilerle birlikte
kendi bildikleri gibi salyane tevzi eylediği ve kaza hakiminin de bunlara
uyduğu yönünde şikayetlerinden dolayı başka bir kişinin maden emini olarak
atanmasını talep etmişlerdir. Bu şikayetlerin yerinde incelenmesi ve tarafların
dinlenmesi gerektiğinden dolayı bu durumun Karaman valisine yazılmasına karar
verilmiştir. Ancak Şeyh Mehmet’in sürgün cezası ile ilgili emrin de
gönderildiği hatırlatılmıştır (BOA, C.DRB 1581).
Madenciler
ve maden ahalisi kendilerine verilen muafiyeti yapılan herhangi bir uygunsuzluk
durumunda kullanmışlardır. Bu durum genel olarak serbestiyet kelimesi ile ifade
edilmiştir. Bozkır madeninde uygulanan serbestiyet usulü sayesinde maden emini
maden bölgesinde görevlerini sürdürmüş ve hiçbir idareci ona karışamamıştır.
Ancak ortaya çıkacak olumsuzluklarda kadı devreye girmiştir. Bu anlamda
düşünüldüğü zaman müstakil bir birim özelliği kazanan Bozkır madeni emaneti;
idarî, malî ve hukukî açıdan çevre yerleşmelerden farklılıklar arz
akçesi ve mübaşiriyye vs. gün be
gün mezalim ve tadiyat ibtidar ile senede üç defa balta akçesi denerek cebren
ve fehren hal ve kayda tahsil eylediğinde kaza ahalisi diyar-ı ahara gidip
perakende ve perişan olduklarından bahsle hallerine merhamet olunmasını
istemişlerdi. Mübaşire bu durumu araştırması ve durum hakkında bilgi vermesi,
kadının da ona yardım etmesi emredilmiştir. 21 Haziran 1784 tarihinde verilen emirde,
mübaşirden teftiş ve tefehhus edip hakikati hali bildirmesi istenmiştir (BOA,
MEDAD 8: 677-2).
235 Mübâşiri
ta‘yîn olunmak üzre çâvuşbaşı ağaya virilen 9 Kasım 1828 tarihli emir şöyledir:
“Keşan nâ’ibine, Bozkır Ma‘deni emâneti Bozkır kazâsına tâbi‘ Hoca karyesi
ahâlisinden Hacı Abdullah nâm kimesneye ihâle olunmış ise de îkâz-ı fitneden
hâlî olmadığından azl olunmuş ve Der-sa‘âdet'e gelüb emânet-i mezkûrun tahsîli
dâ‘iyyesinde olmakla li-ecli't-te’dîb kavâs mübâşeretiyle Keşan'a nefy olunmak
bâbında dîvândan emr-i âlî (Kavaklı, 2005: 242).
etmekteydi. İdari ve hukuki
açıdan maden emini “ber vech-i istiklâliyet”e sahip idi. Madenciler ve
madene bağlı kaza ahalileri arasında olacak davaların maden emini marifetiyle
mahkemede görüleceği ve ehl-i örf taifesinin her ne sebeple olursa olsun
karışmamaları gerektiği Karaman valisine bildirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 638-2).
21 Ekim 1787 tarihinde “Madene bağlı olan kazalara vechen
mine’l-vücûh zulm ve te‘addiye cevâz virmeyüb sâ’irlerin mezâliminden
dahi himâyet ve sıyânet itmek merbût olan kazaların fi’l-asl câri olan şurût-ı
serbestiyetleri yine kemâkân mer‘î olub ma‘den emininden ma‘adâ vülât ve hükkâm
ve mirmirân ve zâbitân taraflarından kazahâ-i merkûmeye bir vecihle müdâhale
olunmamak şerâyit-i derc ve tastîr olunarak” Bozkır, Belviran ve Seydişehir
kazaları bu şartlarla madene bağlanmıştır (BOA, C.DRB
967). Malî açıdan ise madene sermaye akçesi gönderilmesi hatırlanırsa diğer
yerleşim yerlerinden farkı daha iyi anlaşılabilir.
Serbestiyet
denilince Bozkır madeni emanetine bağlı kazaların idari, adli ve malî açılardan
diğer bölgelerden bağımsız olması anlaşılmalıdır. Maden bölgesindeki tüm
sorumluluk tamamen maden eminine ait olup maden bölgesindeki halkın işleri maden
emini tarafından yerine getirilirdi. Serbestiyet, madene, madencilere ve madene
bağlı kaza ahalilerine kimsenin karışmaması demekti. “…ehl-i ‘örf tâ’ifesi
taraflarından ihzâr teklifi vesâ’ir bahâne ile cevr ve te‘addî ve rencîde
olunmayub serbestiyetlerine ‘ale’l-istimrâr ri‘âyet…” (BOA, MEDAD 8: 620-1)
denilerek ehl-i örf tarafından mahkemeye çağırma gibi haksızlıkların
yapılmaması konusunda ilgililer ikaz edilerek serbestiyetin sürekliliği
hatırlatılmıştır. “… Mefrûzı’l-kalem ve maktû‘ı’l-kıdem min külli’l-vücûh
serbest olub vüzerâ ve mirmirân ve müteselim ve voyvoda vesâ’ir ehl-i ‘örf
tâ’ifesi taraflarından vechen mine’l-vücûh müdâhale ve mümâna‘at olunmayub
serbestiyet üzere tarafından i‘mâl ve idâre olunmak fermanım olmağın…”
denilerek maden eminine 2 Şubat 1777 tarihinde emir gönderilmiştir
(BOA, MEDAD 1: 756-2). Karaman valisine de bu serbestiyet kaideleri
hatırlatılarak ehl-i örf taifesinin madencilere ve maden ahalisine
karışmamaları, eminin şikayetinin geçerli olduğu da hatırlatılarak236,
maden eminine yardım edilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 173-3).
236 “…Ümenânın
şükr ve şikâyeti müsmer ve mü’esser olmağla bundan böyle hilâf-ı rızâ-yı
hümâyûn hareket-i birle ma‘denciyânın ve ma‘denlere bağlu kazâlar
ahâlisine ta‘arruz ile beytü’lmâl-i müslimînin irâd-ı cesîmesinin kesretine
bâ‘is olmakdan ihtirâz ve ictinâb eylemek bâbında fermân-ı
“min
külli’l-vücûh serbest” (BOA, C.DRB 1058) yani her bakımdan serbest olan
Bozkır madeni madencileri ile madene bağlı kaza ahalilerine ehl-i örf taifesi
karışamıyordu. 25 Nisan 1816 tarihinde, Kadı Abdurrahman Paşa’nın Konya
valiliği esnasında valilere mahsus sarayın tamiri için hazeriyye hesabı üzere
eyaletteki kazalara tevzi yapılmış ve Bozkır kazası hissesine 2.150 kuruş
isabet etmiştir. Ancak kaza ahalileri serbestiyet üzere madene bağlı
olduklarından Kadı Paşa’nın dahi hisse tarh etmediğinden bahsederek
affedilmelerini istemiştir. Bu durum hakkındaki görüşü sorulan darphane nazırı,
madene bağlı kazaların serbest olduğu ve tekâlif-i şakkanın tamamından muaf
olduklarını söylemiştir (BOA, C.ML 528).
Bozkır
madenine bağlı Seydişehir kazasına bağlı 23 köy ahalisi dağlarında ağaç
olmadığından kömür görevi yerine kendilerinden üç taksit ile 4.000 kuruş kömür
bedeliyesi alındığını ve madenin diğer işlerini de yerine getirdiklerini ancak
ayanların tekalif-i örfiyye talep ettiği yönündeki şikayetleri üzerine bu
kazanın madene bağlı ve serbest olduğu 28 Mart 1783 tarihinde hatırlatılmıştır
(BOA, MEDAD 8: 669-2). Dolayısıyla serbestiyet, madenciler ile madene bağlı
kaza ahalisinin işlerinin maden emini tarafından görülmesini ifade etmekteydi.
Bozkır
madeni eminine gönderilen 10 Kasım 1787 tarihli hükümde, “…Bozkır ve
Belviran ve Seydişehri kazaları merbût ve mülhak olmağla kemâfi’s-sâbık kazâhâ-
i
mezkûr ma‛den-i mezkûre merbût
olmağın sen ki ma‛den emini mûmâ ileyhsin kazâhâ-i selâse-i merkûme
ahâlilerinin zuhûr iden da‛vâ ve niza‛ları ve ahz ve habs ve te’dib ve
güşmâlleri ve sâ’ir cüz’î ve küllî umûr ve hususları ber vech-i istiklâl senin
ma‛rifetinle ru’yet olunub taraf-ı aharden müdahale ve ta‛arruz olunmamak ve
ahali-i merkûmenin her halde himâyet ve sıyânet ve mezâlim ve ta‛diyâtdan hıfz
ve harâset ve onlar dahi sana ita‛at ve inkıyâd eylemeleri…” (BOA,
C.DRB 2636) ifadesi, davaların maden emini nezaretinde görüleceğini
göstermektedir. Burada söz konusu uygulama madenciler ya da maden ahalisinden
birinin davada bulunması gerekli olduğu zamanlarda mahkeme emin huzurunda ya da
gözetiminde kurulmuş olmalıdır. Ancak bu davalarda kadıların da olduğu ve
kararları veren kişinin o olduğu unutulmamalıdır. Davada eminin rolü,
madencilik işlerinin aksamasını engellemek
‘âlişânım
sâd ır olmuşdur…” (BOA, MEDAD 9: 173-3) denilerek
maden eminlerinin şikayetlerine itibar edildiği vurgulanmıştır.
olduğundan davaların uzun
süreli olmasını engellemek, ilgili kişiyi madencilik faaliyetlerine hemen döndürmek
olduğundan davaların çözülmesine nezaret etmek olmalıdır. İkinci husus, Bozkır
kazasında meydana gelecek anlaşmazlıklar; Bozkır mahkemesinde, Seydişehir
kazasındaki davalar ise Seydişehir mahkemesinde maden emini ve ilgili kaza
kadısının marifetiyle görülmüştür (BOA, MEDAD 8: 620-3, 625-1). Bu maden
işlerinin aksamaması için alınan tedbirlerden biri olmalıdır. Zira ahaliden bir
kişinin bir başka mahkemeye gitmesi nedeniyle maden işleri aksatılacağından
böyle bir yola başvurulmuştur. Eminin bu davalarda yer alması ise davanın
ivediliği ve önceliğine etki edebilir. 19 Mart 1827 tarihli emirde bu durum
şöyle ifade edilmiştir. “… Bozkır kazasının zuhûr iden da‛vâ ve niza‛ları
ve ahz ve habs ve te’dibleri ve sâ’ir cüz’î ve küllî umûr ve
hususları ber vech-i istiklâl Bozkır ma‛deni emini ma‛rifetiyle ru’yet olunub
taraf-ı aharden müdahale ve ta‛arruz olunmamak ve her halde himâyet ve sıyânet
ve mezâlim ve ta‛diyâtdan hıfz ve harâset ve eminlerine ita‛at eylemek şartıyla
Bozkır ma‛denine rabt ve ilhâk olunmuş…(BOA, C.AS 23891). Yine madencilerin
özel bir emir olmadıkça tutuklanamayacağı “… ma‛denciyanın müstakilen
emr olunmadıkça ihzarı şurutundan olmadığından…” (BOA, C.DH 3592)
şeklindeki ifade, madenin idari ve hukuki anlamdaki özerkliğini
göstermektedir.
Ber-vech-i
istiklal, madenciler ve madene bağlı kaza ahalilerinin kendi
aralarında ortaya çıkan dava ve anlaşmazlıkların çözümünün maden emini
nezaretinde yapılması, işlediği suçtan dolayı cezalandırılması gerekenlerin
cezasının maden emini tarafından yerine getirilmesidir. Seydişehir kazasında
ayanlık iddiasında olan Çopur Kadı ve Hacı İsa adlı kişilerin Bozkır madeni
emini Kadı Abdurrahman tarafından çavuş mübaşeretiyle Magosa’ya nefy edilmesi 5
Eylül 1801’de emredilmiştir (BOA, C.DRB 2423).
Her yıl
yapılan emin atamalarında ber vech-i istiklal ve serbestiyet üzere idare
hatırlatılmıştır (BOA, C.DRB 252; BOA, MEDAD 8: 675-1). “…Bozkır madeni emanetini
sene-i merkûme mahsûben serbestiyet vechiyle zabt ve rabt ve i‛mâl ve idare ve
bir ferdi umuruna karıştırmayub…” (BOA, C.DRB 1915). “…ber vech-i emânet
zabt ve rabt ve i‛mâl ve idare ve bir ferdî umuruna karıştırmayub… umûru ma‛den
müdâhale ve te‛addîye cesâret idenler olur ise men‛ ve def‛ ve tenbîh
olmayanları ism ve resmleriyle
Deraliyye’me i‛lâma musâra‛at eyleyesin…” (BOA, C.DRB
3123) emirleri, maden eminlerine gönderilmiştir. Benzer şekilde aynı emirler
hem idari anlamdaki karışıklığı önlemek için, hangi eminin atandığını gösteren
emirler, madene bağlı kazaların kadı ve naiblerine de bildirilmiştir (BOA,
C.DRB 2482). Eminler arasındaki hesaplaşmada halef, selefin bakaya kalan
borçlarını kabul etmediği zaman, borçlar eski emin üzerinde kalmak şartıyla
yeni eminin marifeti ile yerli yerinden toplanmak üzere devir teslim işlemleri
yapılırdı. Maden eminleri arasında devir teslim işlemleri esnasında eski emin
dahi olsa maden hizmetindeki çalışanlar üzerindeki alacakların tahsilinin de
yeni emin tarafından yapılması, serbestiyet sistemine gösterilen hassasiyeti
hatırlatmaktadır (Aslan, 1989: 64).
Bozkır
madeni emaneti için kullanılan “maden-i hümâyun toprağı” ifadesi
yukarıda anlatılmaya çalışılan idari yapıyı yansıtan önemli bir örnektir.
Bozkır’a bağlı Yalıhüyük köyü ahalisi madenin kömür ve kütük ihtiyacını
karşılamakla birlikte yakınlarında bulunan gölde de balık tutmaktaydı. Balık
tutulması nedeniyle Beyşehir Dalyan Mukataası denilerek vergi talep
edilmesi üzerine verilen cevapta, yarısının maden-i hümayun ve diğer
yarısının Seydişehir toprağı olduğu 16 Nisan 1835’te belirtilmiştir (BOA, C.DRB
1276). Bu tarihte Bozkır ve Belviran kazalarının madene bağlı olduğu
hatırlanırsa, madene bağlı bu kazaların bir idari yapıyı temsil ettikleri
rahatlıkla söylenebilir. Burada vergi toplanması görevi maden toprağı olduğu
için maden eminine aittir. Zira Bozkır madeni emanetine bağlı kazalarda vergi
toplama işi, maden emini tarafından yapılmaktaydı (BOA, C.DRB 2148; 2726). Yine
madene bağlanan kazaların vergileri ile (BOA, MEDAD 9: 176-1) Karaman valisine
ait hazeriyyenin toplanması görevi de maden emininin göreviydi (BOA, C.DRB
2148). Madene bağlı kazalardan maden için toplanacak bedeller de maden emini
tarafından toplanırdı (BOA, C.AS 42326).
Maden
eminleri doğrudan darphaneden atanmaktaydı ve herhangi bir mahalli yöneticinin
bu konuda etkisi yoktu237.
Yine maden emini yıl sonu hesaplarında ve
237
Darphane nazırının takririyle
atanan maden eminleri, darphane nazırının değişmesinden etkilenmezdi. Zira
maden emini darphaneye karşı sorumluydu. 4 Mart 1779’da darphane nazırı Ahmet
Latif’e dergah-ı ali çavuşluğu ihsan olunduğundan yerine Mehmet’in atandığı
ifade edilerek Bozkır madeni emini olarak atanan kişinin bundan etkilenmeyeceği
ifade edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 629-1). Fakat bu istisnai örnek dışında maden
eminlerinin bütün işlerini denetleyen kişi darphane nazırıdır.
madenle ilgili konularda
darphane nazırına karşı sorumluydu (BOA, MEDAD 8: 782-2; 642-1). 2 Mayıs
1785’te Bozkır kazasından ağnam vergisinin alınamadığı yönünde Karaman valisine
yapılan şikayet üzerine valinin “ben maden tarafına karışmam”
demesi nedeniyle, maden eminine emir yazılması sadrazam tarafından arz
edilince maden emini marifetiyle adet-i ağnamın toplanarak hazineye
mübaşirle ulaştırılması emredilmiştir238
(BOA, C.ML 23783).
27 Şubat
1781 tarihinde, Bozkır madeni emini Mustafa kaimesinde, madene bağlı Belviran
kazası köylerinden Bolad ve Gederet köylerinin kömür ve cevher nakli ile amele
malzemesini edaya muhalefet etmeleri üzerine gerekli işlemlerin yapılması için
izin istemiştir. Bu isteğe verilen cevapta, maden işlerinin aksamasına sebep
olacak kişilerin cezalandırılmasının ertelenmeyeceği vurgulanmıştır (BOA, C.DH
15332). Maden işlerinin aksamaması için cezalandırma yöntemi yanında işlerin
yolunda gitmesi için de çeşitli önlemler alınmıştır. Baltacı vermek yerine
kömür bedeli ödeyen kazalara yapılan tevziler, balta hesabı üzere, kadı ve
maden emini tarafından yapılmaktaydı (BOA, MEDAD 8: 670-2). Fakat ayanların
ahaliden bu görevleri dışında tekalif-i örfiyye talep ettiği yönündeki
şikayetler üzerine madene bağlı kazaların serbestiyetleri hatırlatılırdı (BOA,
MEDAD 8: 669-2). Madene bağlı kaza ve köy ahalisinin davaları kadı tarafından
maden emini marifetiyle mahallinde görülürdü (BOA, MEDAD 8: 672-1). Madenler ve
madencilikle ilgili davalar da maden emini tarafından mahallinde görülürdü
(Özkaya, 2008: 307-308). Maden bölgesinde bulunan kadı ve naiblere de maden
eminine yardımcı olmaları ve bu duruma aykırı hareket yapmamaları konusunda uyarı
yapılırdı (BOA, MEDAD 9: 201-1).
1
Şubat 1800’de, Beyşehir sancağı
kazaları; Beyşehir, Kırili, Bozkır, Seydişehir, Kaşaklı ve Göçikebir ile Konya
sancağına bağlı Belviran kazası madene bağlıydı (BOA, C.ML 2517). Bozkır
madeni’ne bağlanan kazalar Bozkır maden-i hümayun emanetine dahil oluyordu. Bu
ifade madene bağlı kazaların idari yapısını da göstermekteydi. Bozkır madenine
bağlı kaza ahalilerin bazılarının maden için gerekli yükümlülüklerini yerine
getirmeden başka yerlere gitmeleri üzerine onların
Hatta
maden eminlerinin çeşitli sebeplerle azledilmeleri gerektiğinde durumu bir
takrirle darphane nazırı bildirirdi (BOA, MEDAD 8: 680-1).
238 20 Ekim
1806’da da aynı emir gönderilmiştir (BOA, MAD.d 10086: 280-3).
yapacağı hizmetler de kalanlara
yüklenmiştir. Madene bağlı kazalardan firar edenlerin eski yerlerine
döndürülmelerini Bozkır kadısı ilamında ve maden emini tahriratında niyaz
edince, madenin düzenini korumak için vatanlarını terk edenlerin bulundukları mahalde
hane-i avarıza kayıt olunmamışlar ve 10 seneyi geçmemiş239
ise hepsinin eski köylerine gönderilmeleri 19 Nisan 1793’te emredilmiştir240
(BOA, MEDAD 9: 202-1). 6 Aralık 1797 tarihinde yine madenin düzeninin
bozulacağı ve maden işlerinin aksayacağı ileri sürülerek madene bağlı kazaları
terk edenlerin eski yerlerine döndürülmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 219-1).
Madene bağlı kaza ahalileri bir başka kazaya yerleştiği zaman maden işlerinin
aksamaması için kazalarına döndürülmüştür (BOA, MEDAD 9: 219-1). Yine 1793
yılında, madenin tatiline neden olabilecek Yörük taifesinin Kırili, Göçü ve
Seydişehir kazaları toprağına yerleşmesi nedeniyle bu topraklardan çıkarılması
Karaman valisi ile ilgili kaza kadıları ve Bozkır madeni eminine emredilmiştir
(BOA, MAD.d 23093: 59-2).
Kısaca
söylemek gerekirse, bir madenin serbest olması demek, maden bölgesindeki bütün
vergilerin toplanması ve madene bağlı kazaların bütün işlerinin maden emini
tarafından yürütülmesi demektir. Ber-vech-i istiklaliyet üzere yönetim ise, Bozkır
madeninin bağımsız bir idari birim olarak yönetildiğini göstermektedir. Maden
bölgesindeki madenci ve ahaliye ait bütün işlerin maden emini tarafından ya da
onun nezareti altında yapılması buna kanıt olarak gösterilebilir.
Maden emini
maden bölgesinin idari yöneticisidir ve görevleri itibarıyla maden bölgesi
özerk bir yapıya sahiptir, denilebilir. Zira diğer yöneticilerin bu yerleşim
yerlerine müdahalesi, sık sık gönderilen emirlerle engellenmeye çalışılmıştır.
Bozkır madenine bazı dönemlerde vezir rütbeli kişilerin atanması da bu bölgede
bulunan idari yapıya devletin verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir.
Bununla birlikte maden emininin idari statüsünün yetkileri göz önüne alındığı
zaman adeta bir beylerbeyi statüsünde olduğu bir araştırmacı tarafından dile
getirilmiştir (Yüksel,
239 10
yıllık zaman sınırlamasının geçerli olmadığı madenler de vardı. 22 Şubat 1794
tarihinde, Bereketli madenine bağlı Çamardı kazasından başka yerlere yerleşen
ahalinin geri döndürülmesi ile ilgili emirde zaman sınırına bakılmaması
emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 208-1).
240Bozkır
madenine bağlı Göçikebir kazası köylerinden Bükçe, Saraycık, Hasanşeyh ve Nefâh
köyleri reayaları ve maden reayaları köylerine yakın bir yerde olan Konya
nahiyesinden İnce köyüne/İnlice giderek altı ay kazada ve altı ay köyde durup,
üzerlerine edası lazım gelen tekalifleri ödemediklerinden başka maden hizmetini
de terk eylediklerinden yerlerine terk edenlerin yerlerine iskanı 7 Ekim
1793’te emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 202-d).
1997: XV). Fakat Bozkır
madeninde bulunan maden emininin idari statüsü beylerbeyi statüsünün
altındadır. Buna delil olarak beylerbeyi olan kişilerin vezir rütbeli kişiler
olduğunu madene atanan kişilerin ise daha aşağı görevlere sahip “bazen vezir
rütbeli kişiler olmasına rağmen” kişiler olması gösterilebilir.
Bozkır
madeni emanetindeki bahsedilen statü, redif teşkilatının kurulması ve valiliğin
müşirliğe çevrilmesi ile ortadan kalkmıştır. 4 Temmuz 1834 tarihinde yürürlüğe
giren Redif Nizamnâmesi’ne göre redif teşkilatı241
kurulacak yerlerin vali ve mutasarrıfları ile diğer görevlilerine durum
bildirildi. Karaman valisi ve Akşehir, Aksaray, Beyşehir242
sancakları mutasarrıfı Ali Paşa, Konya sancağı kazaları kadı ve naibleri ile
voyvoda, âyân, vücûh-ı memleket ve iş erlerine de bir hüküm gönderildi
(Kütükoğlu, 1982: 128). Bu nizamnameye göre sancaklardan, hâvî oldukları
kazaların maden, has, vakıf, muaf olup olmadıklarına bakılmaksızın,
zâbitleriyle birlikte 1.400 kişiden ibaret birer tabur teşkil edilecekti243
(Kütükoğlu, 1982: 129). Burada önemli olan nokta ise maden bölgesi olan
kazaların da aynı statüde olması ve muafiyet durumunun dikkate alınmamasıydı.
Redif
taburlarının bulunduğu sancaklar grup grup toplanarak bir müşirin244
emrine verilmiştir (Kütükoğlu, 1982: 141). Yani vali ünvanı müşire çevrilmiş;
müşirlere, askerî, malî ve idarî yetkiler verilmiştir (Çadırcı, 2007: 107).
Artık Bozkır madeninin idari birim olarak Konya müşirine bağlı hale gelmesiyle
ber vech-i istiklaliyet245
durumu sona ermiştir. 1836’da redif askerinin yeniden faaliyete
241 Tam
adı Redîf-i Asâkir-i Mansûre veya Asâkir-i Redîfe-i Mansûre olan bu ordunun
kuruluş amacı, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra oluşturulan Asâkir-i
Mansûre-i Muhammediyye adıyla oluşturulan yeni orduya destek sağlamak ve halkı
uzun süre mecburi hizmette tutmadan kendi bölgelerinde eğiterek iç güvenliği
sağlamaktı (Özcan, 2007: 524). 1831 tarihli nüfus sayımında Asâkir-i Mansûre-i
Muhammediyye’ye Bozkır kazasından 65 kişi kayıtlı iken (BOA, NFS.d 3341: 9-14)
1835-1836 yılı nüfus verilerine göre ise, Bozkır kazasından 215 kişi redif
olarak yazılmıştır (BOA, NFS.d 3342: 3-4).
242 1834
yılında, mütesellimlikle idare olunan Beyşehir sancağı ve Aksaray sancağı
Karaman valisi olan Hacı Ali Paşa’ya ilhak edilmiştir (Ahmed Lûtfî Efendi,
1999: 819).
243 Redif
askeri olacaklar 23-32 yaşlarında bulunacaklar, askerliğe engel sakatlıkları
olmayacaktı (Çadırcı, 2007: 105).
244 Konya
Müşirliği; Nefs-i Konya, Akşehir, Beyşehir, İçel, Niğde ve Aksaray’dan
oluşturulmuş ve Karaman valisi Hacı Ali Paşa müşir olarak atanmıştır
(Kütükoğlu, 1982: 142).
245
Bozkır madeni emini İzzet Bey
tarafından varid olan maruzat hulasası müşirliklerin oluşturulmasından birkaç
ay önce serbestiyet uygulaması ve vergilerin maden emini tarafından toplanması
gibi uygulamaların devam ettiğini göstermektedir. Konya sancağından tahsil
edilecek “tekâlifât-ı seniyye”den Belviran kazası ahalisine %5 hesabıyla icab
iden hisseleri maden emini ve mahkeme tarafından tahsil edilerek liva tarafına
teslim olunması ve serbestiyete aykırı olarak fazla
geçmesi üzerine idari
düzenlerde bazı değişiklikler olmuş. “Redif-i Mansure Konya Müşirliği”
unvanıyla; Konya, Akşehir, Beyşehir, İçel, Niğde ve Aksaray sancakları
birleştirilerek Karaman valisi Hacı Ali Paşa müşir olarak atanmıştır (Çadırcı,
1997: 16). 8-17 Ocak 1838 tarihinde “Redif-i Mansure-i Eyalet-i Konya Müşiri”
Ali Paşa’ya gönderilen fermanda, Konya’da redif askeri için hazırlanan kışlanın
inşasına
2
yük 74.810 kuruş masraf
edildiğinden, bu masrafın; 1 yük 60.500 kuruşu Konya sancağı kazalarına, 51.500
kuruşu Beyşehir sancağı kazalarına, 42.310 kuruş Akşehir sancağı kazalarına ve
20.500 kuruşunun Aksaray kazalarına isabet eylediği ifade edilerek bu şekilde
tevzi defterlerine kayıt edilmesi emredilmiştir (KŞS 83: 5-1).
6
Nisan 1837 tarihinde Bozkır madeni
Karaman müşiri Ali Paşa’ya ihale olunmuştur (BOA, HAT 1321/51571; Tablo 3).
Müşir de gönderdiği tahriratında Bozkır madeni eminliğine Ömer Bey’i atadığını
bildirmiştir (BOA, HAT 682/33214). Konya müşiri Hacı Ali Paşa, Konya müşirliği
adı verilen idari yapının yöneticisi olmakla birlikte aynı zamanda Bozkır
madeni emanetinin de
yöneticisiydi246
(Bkz. Tablo 3). Yani idari açıdan Bozkır madeni emaneti, yeni oluşturulan Konya
müşirliği içine alınmıştır.
4. Bozkır Madeninde Hukukî Durum
4.1. Bozkır Madeninde Ortaya Çıkan
Davalar
Bozkır
madeni emaneti sınırları içerisinde yaşayan halk arasında ya da madenciler
arasında olan sorunlar ile bu iki grubun birbirleriyle olan anlaşmazlıkları
maden emininin gözetiminde mahkemede çözülmeye çalışılmıştır. Bozkır ve
Belviran kadılarına gönderilen 17 Mayıs 1778 tarihli hükümde; madene bağlı kaza
ahali ve reayasının umur ve hususları ancak maden emini tarafından görülüp,
serbestiyet üzere onun tarafından zabt edileceği ve maden hizmetinde oldukları
için “min külli’l-vücuh serbest olub” dava ve nizaları ancak Bozkır
mahkemesinde
talepte bulunulmaması konusunda
emir verilmiştir. Bu olay emsal gösterilerek Bozkır madenine bağlı diğer kaza
olan Bozkır kazasından ise, Beyşehir sancağından fermanla talep edilen
matlubat-ı devlet-i âliyye ve tekalifi seniyyeden yüzde beş hesabıyla,
hisselerini maden emini marifetiyle Beyşehir sancağına ita eyledikten sonra
fazla talepte bulunulmaması konusunu içeren 27 Mayıs 1834 tarihli emir maden
emini, Bozkır naibi ve liva mütesellimine gönderilmiştir (BOA, MEDAD 3: 282-1).
246 Bozkır
madeni dışındaki madenlerde de benzer uygulamalar yapılmıştır. Gümüşhane madeni
Mart 1838 tarihinden itibaren Trabzon Valisi Osman Paşa’ya emaneten verilmiştir
(BOA, İ.DH 6/262). 26 Kasım 1839’da, Bozok sancağı mütesellimi Mehmet aynı
zamanda Aladağ madeni eminiydi (BOA, MAD.d 8355: 55).
marifet-i şer ve maden emini
marifetiyle görüleceği ifade edildikten sonra diğer görevlilerin karışmaması
emredilmiştir (BOA, C.ADL 76/4572). Larende voyvodası el-Hâc Abdurrahman’ın
Belviran kazası ahalisine kaza ahalileri için 3.750 kuruş borç para verdiğini
ve 181 güne dek ödeyeceklerini taahhüt etmelerine rağmen ödemediklerini Larende
kadısı ilamında ifade edince, Bozkır madeninde müstahdem olduklarından maden
emini marifetiyle tahsili istenmiş ve mahallinde davanın görülmesine 8-17 Şubat
1779’ta karar verilmiştir (BOA, AHK.KR.d 15: 192-4). Ehl-
i
örf taifesinin maden bölgesine
karışamadığını gösteren bu örnek, davaların da maden emini tarafından görülmesi
üzerinde durmaktadır.
Maden
emininden bir şikayet olduğu zaman ise darphaneden bir adam gönderilerek durum
araştırılmıştır (BOA, DRB.d 159). 9 Kasım 1817’de Bozkır kazasına bağlı Meyre
ve Ahırlı köyleri arasında cebel-i mübah anlaşmazlığı ortay çıkmış, dava
mahallinde görülürken maden emini Ahmet Ağa’dan da şikayet olması üzerine bütün
ilamlar nazırda toplanmıştır. Maden emininden şikayet edilmesi ve azlinin
istenmesinin nedeninin bu dava olduğu anlaşılınca, bu dağdan müştereken
istifade edilmesi247
ile darphaneden bir mübaşir tayini emredilmiştir (BOA, HAT 666/32434). 7 Temmuz
1777’de, Bozkır madeni emini Hacı Süleyman Ağa’nın Sopran köyünden Osman’ı bila-cürm/suçsuz
yere hapsettiğini ve iki bin kuruş cerimeye kat‛248
ve 500 kuruşluk malını aldığı ve 1000 kuruş daha vermezse hapisten
salınmayacağını teyzesinin oğlu Musa Beşe bildirince durumu araştırmak için bir
mübaşir gönderilmiştir. Mübaşir ve Müvellâ’ya249;
maden eminine, bir adamdan bu kadar cerime alınır mı gereği gibi tahkik ve
hapis dahi var mıdır diye sorulması ve olayın araştırılması emredilmiştir (BOA,
AHK.KR.d 14: 190-3). Maden emini ile ilgili şikayet olduğu zaman kazadaki kadı
tarafından değil de merkezden gönderilen görevliler tarafından ifadesi
alınmaktadır. Bu durum iki açıdan önemlidir. Birincisi maden eminini kazada
bulunan kadıların yargılamasının mahzurlu görülmesidir. Zira maden emini ile
kadıların anlaştığı durumlarda davaların sonuçları önceden belli
247 16 Kasım 1824
tarihli hüküme göre, Bozkır kazasına bağlı Kuruçay ve Yalıhüyük köyleri
arasında ortaya çıkan yaylak anlaşmazlığı, yaylağın ortak olarak kullanılması
ve bu şartı bozan köyün darphaneye 10.000 kuruş nezre bağlanmasıyla çözülmüştür
(BOA, DRB.d 1044).
248 İşlenen
suça kesilen ceza anlamında kullanılmıştır.
249 Şerîatçe
bir iş takibi için görevlendirilen memur olan müvellâ, bir kazada vaki bazı
muayyen davaları o kaza hakiminin görmesine mahzur veya mani bulunduğu surette
yalnız adı geçen davaları dinlemek ve sonuçlandırmak üzere tayin olunan hakimdi
(Devellioğlu, 1999: 790).
olurdu. İkincisi ise idari
olarak kazanın yöneticisi olan maden eminlerinin merkezden yapılan atama ve
azil gibi işlerinin yanında ortaya çıkan davaları da merkezden gönderilen
görevlilerce görülürdü.
Davalar,
madencilerin başka bir gelirleri olmadığı için zor durumda kalacakları
düşüncesi ve devletin madenin çalışmaması sebebiyle uğrayacağı zararları
engellemek için Bozkır’da görülmüştür. Bu sebeplerden dolayı Bozkır’da
madenciler, ahali ya da başka kimselerle ortaya çıkacak olan anlaşmazlıkların
çözüm yeri olarak Bozkır mahkemesi gösterilmiştir. Ancak davanın şahitlerinin
korku gibi nedenlerle gerçekleri Bozkır’da ifade etmekten çekinmeleri gibi
nedenlerden dolayı bazı davalar İstanbul’da da görülebilmekteydi. 1779 yılında
maden bölgesinde meydana gelen olayda, babası Ali’nin Sopran köyünden maden
hademeleri ile adamları tarafından öldürüldüğünü belirten Seyyid Ahmet davanın
mahallinde görülmesini, dava burada görülmezse İstanbul’da davanın görülmesini
talep etmiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 136-3). Bu olayla ilgili şahit istenmesine
rağmen kimse şahit olmak istememiş ancak bu katli gerçekleştirenler İstanbul’a
götürülürse şahitlik yaparız diyenlerin çıkması üzerine dava İstanbul’a
taşınmıştır (BOA, AHK.KR.d 16: 174-2).
Bozkır
kazasında görülen davalar arasında, maden bölgesinde ikamet eden bir kişiden
alacağı olan maden emaneti dışında yaşayan kişilere ait davalar da vardı. 1779
yılında, İstanbul’da oturan Mehmet, kardeşi Mustafa’nın Bozkır madenine bağlı
Belviran kazası sakinlerinden 550 kuruş alacağı olduğunu belirtince maden
eminine, davanın mahallinde görülmesi emri verilmiştir (BOA, AHK.KR.d 16:
60-1). Başka yerlerin ahalisi iken Bozkır’a çeşitli nedenlerle gelen kişilerin
davaları da emin tarafından görülmüştür. 1785 yılında, İstanbul’da sarraflık
yapan Ermeni taifesinden Evaniş zimmi Alanya sancağı halkından olan Ali Bey’den
alacağını talep etmiştir. Bu dönemde Ali Bey, Bozkır’daki Yenice Bazar isimli
yaylakta olduğundan maden emini ve naibe davanın görülmesi emri verilmiştir
(BOA, AHK.KR.d 19: 63-1). Bozkır madeni emaneti dışındaki kişilere ait davalar
da çeşitli nedenlerle Bozkır’da görülmüştür. 10-18 Kasım 1789’da, Alanya
sancağına bağlı Akseki kazası ahalisinden Osman’ın, liva müteselliminin kardeşi
Mustafa’nın, hanesini basıp eşyalarını aldığını ve kardeşinin mütesellim olması
nedeniyle mukavemet mümkün
olmadığından Mustafa’nın
Bozkır’a götürülmesi talebi kabul edilmiştir. Maden eminine davanın Bozkır’da
görülmesi emredilmiştir (BOA, SKT.d 196: 173).
Maden
eminleri davaların görülmesine nezaret ettiği gibi bizzat davanın sonucunu da
uygulamaktadır. 20-29 Aralık 1788’de Seydişehir kazası Taraşçı köyünden
Hüseyin’in isimleri belli kişilerden 400 kuruş alacağının tahsil edilmesini
talep etmesi üzerine, emine davanın mahallinde görülerek bu kişilerden o miktar
paranın alınıp ahkâk-ı hak olunması emredilmiştir (BOA, SKT.d
195: 65). Yani belirtilen miktar paranın borçlulardan alınarak alacaklı olan
şahsa verilmesi ve bu işin hukuka uygun olarak yapılması maden emininin
göreviydi.
Seydişehir
kazası, Bozkır madenine bağlandığında kazada ortaya çıkacak davalar Seydişehir
mahkemesinde görülecekti (BOA, MEDAD 8: 625-1). Seydişehir kazasından Mehmet ve
eşi Emine Divan-ı Hümayun’a arz gönderip, “Fatma benim hanemi bastı!” diye dava
edip iddiasını ispat edememiş ve davadan men edilerek eline hüccet verilmesine
rağmen Fatma’nın hâlâ müdahale sevdasında olduğunu ifade ederek bunun için bir
emir talep etmeleri üzerine, kazanın madene bağlı olduğu ve davaların Seydişehir
mahkemesinde görüleceği şeklinde bir cevap verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 626-1).
Madene bağlı kazaların serbestiyeti hatırlatılarak bu davanın sonuçlandırılması
için maden eminine 13 Mayıs 1779 tarihinde emir verilmiştir. Davaların
mahallinde görülmesi emri yerine getirilmediği zaman maden eminleri görevden
alınmaktaydı. 6-15 Haziran 1817’de Bozkır şeyhi Abdülhalim’in kızı Saliha,
maden emini İshak’ın 1813’te hanesinde olan 40.000 kuruşluk eşyasını ve 12
devesini aldığını ancak mahallinde dava olunmadığını belirtince, 1816 yılında
mahallinde görülmesi için emir verilmesine rağmen maden emini bu emri yerine
getirmediğinden azledilmiştir. Madene emininin azlinden sonra naibe alınan
malların geri verilmesi için emir verilmiştir (BOA, AHK.KR.d 29: 33-1).
4.2. Madencilerin Muafiyetleri
Bozkır
madeninde çalışan madenciler “muafiyet sistemi” içerisinde
değerlendirilmiştir. Bu sistem, madencilerin bazı vergilerden muaf olması
anlamına gelirken, madencilerin etnik kökenine ya da dini inancına göre
farklılık arz etmiyordu. Buradaki tek istisna durum, gayri Müslim madencilerin
cizye vergisi
ödemesiydi. Ancak madencilerin
cizye ödemede de normal reayaya göre aşağıda değinileceği üzere bazı
farklılıkları vardı. Normal reayadan ayırt edilerek çeşitli muafiyetler verilen
madenciler, Müslim ya da gayri Müslim olsun aynı vazife ve mükellefiyetler ile
aynı hak ve muafiyetlere sahipti (Çağatay, 1942a: 56-57).
Osmanlı
devletinde vergilerden muaf olma konusunda üç kademe vardı. Devlet, önce
avarızdan, sonra raiyyet rüsûmundan ve en son şerî vergilerden muâfiyet
bağışlardı. Cizye ve aşar gibi şerî vergilerden muafiyet fevkalade hallerde
nadiren yapılırdı. Sipahi hakkı sayılan ve timara tahsis edilen raiyyet
rüsûmundan muafiyete genelde fiili askeri bir hizmet yüklenen reaya mazhar
olabilirdi. En basit muafiyet şekli avarız-ı divaniyyeden muafiyetti. Rüsûm-i
raiyyetten muaf olanlar, avarızdan da muaf olurlardı. Şeri vergilerden muaf
olanlar rüsûmu raiyyetten ve avarızdan muaf tutulurlardı. Bütün bu muafiyetler
ancak din ve devlet için bir takım hizmetler karşılığı bağışlanmış sayılırdı
(İnalcık, 1996: 52).
Madencilik
sektöründe çalışanlar, normal reayanın yerine getirmekle yükümlü olduğu
avarız-ı divaniyye, nüzul, sürsat, imdad-ı hazeriyye, imdad-ı seferiyye, nal,
kaftan baha, kan, zahire baha, divan taamiyesi, bayrak harcı gibi tekalif-i
örfiyye ve tekalif-i şakka adı verilen vergileri ödemekten muaf tutulmuşlardır250
(Çağatay, 1942a: 57-58; Çağatay, 1943: 279; Altunbay, 1998: 34). Fakat maden
kapatıldığı zaman madenciler normal reaya statüsüne dönmüş ve bu vergileri
ödemek zorunda kalmıştır. Bu genel kural Bozkır madeninin ilk kapanışında da
uygulanmıştır. 16 Ekim 1779 tarihinde, Bozkır madeni ustabaşı olan ve
Gümüşhane’ye bağlı Holusane köyünden Gavmiye’nin talebi üzerine Bozkır madeni
emini muafiyet ile ilgili bir emir istemiştir. Selanik yakınlarındaki
Sidrekapsi madeni reayaları serbest olmaları kanunu kadim olmağla, Selanik
sancağı mutasarrıflarına ve Rumeli valilerine tertip olunan hazeriyyeden, imdad-ı
seferiyye tahsili ferman olunduğu senelerde seferiyyeden, mübayaa zahiresinden
ta‘dil ve tesviye vechiyle üzerlerine icab iden
250
Maden işlerine bakanlar sefere gitmekten de muaf tutulmuşlardır (Çağatay,
1942a: 58). Gümüşhacıköy madeninde devriye, kudûmiyye, saray tamiri ve sancak
mesarifi denilerek bir akçe alınmaması konusunda mütesellimler uyarılmıştır.
Yine Küre-i Nühas madeninde çeşitli hizmetleri yapan reaya hizmetleri
karşılığında avarız-ı divaniyyeden muaf olduklarından başka saray fermanı, nal,
kaftan, kan, zahire baha, divan taamiyesi, bayrak harcı ve bunun emsali
tekalif-i örfiyye ve şakka adı verilen vergileri ödemekten muaf tutulmuşlardır
(Çağatay, 1942a: 57). 1744 tarihli bu belge için bkz. Çağatay, 1942b: 279-283.
hisselerinden başka vilayet
harcı, sancak mutasarrıfları için kudûmiyye, kaftan baha, zahire, arpa, saman,
hatab, mefruşat bahaları ve tekalif-i saire-i örfiyye ve şakka251
talebiyle rencide olunmayıp, bütün işleri nazır tarafından görülmüştür (BOA, MEDAD
8: 630-d2). Bu durum emsal alınarak Bozkır madeninde uygulanmaya başlanmıştır.
Bu ustabaşının talebi madencilerin muafiyetleri hakkında önemli bilgiler
vermektedir. Müslüman madenciler raiyyet resmi ödemekten muaf iken gayrimüslim
madenciler genelde ispence vergisinden muaf tutulmuşlar, altı252
ya da 12 akçelik ispence ödemişlerdir (İnalcık, 1996: 61).
Madencilerin
bahsedilen vergilerden muaf olmalarına rağmen madene civar olan yerlerin ehl-i
örf taifesi, çeşitli vergiler talep edebilmiştir. Mart 1789’da Bozkır madenine
bağlı Afşar köyü maden hademeleri, 1762-1763’te Karaman valisi Çelik Mehmet
Paşa’nın çeşitli adlarla 800 kuruş almışken oğlu İbrahim’in de böyle yaptığını
belirtince maden emini ve naibe fukaranın korunması emri verilmiştir (BOA, SKT.d
194: 54). Madenciler tarafından işlenen suçlara ise gerekli cezalar, madendeki
üretimin devam etmesi için maden emini tarafından verilmiştir. Herhangi bir
nedenden dolayı maden eminine karşı gelen madencilerin kalebent cezası gibi
ağır bir cezaya çarptırılmaları madene ve maden emininin yetkisinin korunmasına
verilen önemi göstermektedir (Tızlak, 1997a: 190).
İş kaybına
yol açmamak için madenciler madeni izinsiz olarak asla terk edemezlerdi. Diğer
yandan bu insanlar yol onarımı, devlet binası yapımı gibi zorunlu vergi
tahsilatının bir parçası olan işlerden de muaf tutulurdu (Murphey, 1986: 976).
Maden işlerine bakanlar sefere gitmekten de muaf tutulmaktaydı (Çağatay, 1942a:
58). Bunda temel amaç madenin boş kalmaması olmalıdır. Zira madencilere böyle
görevler verilirse madenin işletilmesi mümkün olmayacağından, hem devlet önemli
bir gelir ile birlikte stratejik bir madenden mahrum kalacak hem de
madencilikten
251 Abdurrahman
Vefik’in Tekalif-i Kavaidiye adlı eserinde tekâlif-i divaniyye ile
tekâlif-i örfiyyeyi birbirine karıştırdığını ifade eden Özkaya, vergileri şöyle
sınıflandırmıştır. Tekâlif-i divâniyye veya avarız-ı divâniyye; avarız, nüzul,
kürekçi akçesi ve sürsattan ibarettir. Bu vergiler emlak sahibi kişilerden hane
olarak alınan ve erkek sayısına göre taksimi yapılan bir vergi şeklidir.
Tekâlif-i şakka ise; kaftan baha, selamiye, na‘l baha, bayrak akçesi, devriye,
konak ve göçek akçesi, tavuk baha gibi adlarla toplanmaktaydı (Özkaya, 1994:
47-48).
252 Silistre’de
Izgorgrad köyünde madenci Hıristiyanlar için şu kayıt yapılmıştır: “Bundan
aşağı yazılanlar altışar akça ispence ve altışar akça harac verüb gece-gündüz
ma‘dende hizmet ederler, eküb biçmezler, kuyucular ve madencilerdir”
(İnalcık, 1996: 62).
başka gelirleri olmayan kişiler
zor durumda kalarak maddi açıdan temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacaktı.
Bu muafiyet yanında maden bölgelerinin zarara uğramasını engellemek amacıyla
çeşitli önlemler de alınmıştır. Osmanlı yasaklarına göre, maden ocağı işletilen
yere kervan ve yolcu kafileleri uğrayamaz, silahlı kimseler gelemezdi
(Kırzıoğlu, 1991: 72).
Madencilerin
davaları Bozkır mahkemesinde maden emini marifetiyle görülmüştür (BOA, MEDAD 1:
754-2). Madenciler, her türlü dava253
ve anlaşmazlıklarda maden eminine müracaat ederdi. Madencilerin
cezalandırılması, tutuklanması254
gibi konular da emin tarafından yapılırdı (BOA, MEDAD 1: 754-2). Madencilerin
kendi aralarında veya başkaları ile olan davalarını maden emini hâl ve fasl
ederdi (Çağatay, 1942a: 41). Bozkır madenine civar olan Aladağ, Alanya ve
Seydişehir kazalarının yaylaklarına emin tarafından madenciler tayin
olunduğundan sancak mutasarrıfları, mirmiran, mütesellim ve voyvodaların
müdahale etmemesi gerekirdi. Zira bu madenciler sadece eminin idaresinde olup
serbestiyet üzere idare edilmekteydi (BOA, MEDAD 1: 756-2).
Madenciler
iyi hizmet ederse ödüllendirilirdi. Nitekim Sidrekapsi madeninde faydaları
görülen madencilerin cizye hariç diğer vergilerden muaf olması ya da amelenin
başına ustabaşı olması yönünde arz yazılmıştır (BOA, C.DRB 206). Madenlerde
çeşitli kazaların olması da kaçınılmazdı. Madende meydana gelecek çeşitli
kazalarda zarar gören madencilerin zararları tazmin edilmeye çalışılırdı. 13
Nisan 1849’da Gümüşhane madenlerinde lağımcı ustası iken üzerine lağım
yıkılması sonucu sağ ayağı kırılan Yorgi adlı zimmiye hayatta olduğu sürece verilmek
üzere maden emini gelirlerinden aylık 60 kuruş maaş bağlanmıştır (BOA, DRB.d
1040).
Madendeki
üretimin devam etmesi için bazı uygunsuz hareketler affedilebilmiştir. Bozkır
madeni ustabaşı olan Penayut kömür ve kütük temini işini üzerine almakla birlikte
cevher mağaralarını da madenden anlamayan kişilere vermiştir (BOA, C.DRB 560).
Önceki emin Abdülhalim buna müsaade etmesine
253 Madenciler ve
maden ahalisinin dava, niza, ahz ü habs, tedib ve guşmalleri vs. cüzi ve külli
umur ve hususları ber vech-i istiklal maden emini marifeti ve marifeti şerle
görülüp vali, kadı vs. madenci ve ahaliyi ihzar ve başka bahane ile taciz
etmesi azam-ı mevad-ı miriyeden olan madenin lazimesine halel getireceği için
cevaz verilmeyeceği belirtilmiştir (BOA, MEDAD 9: 173-3; BOA, MEDAD 8: 644-2).
254 Madenciler
müstakil bir emir olmadıkça tutuklanamazdı (BOA, C.DH 3592).
rağmen, Seyyid Ali ise buna
izin vermemiş ve germiyyet üzere imâl konusunda ustabaşını uyarmıştır. Maden
emini Seyyid Ali’nin tazyiki üzerine ustabaşı, kardeşi ile birkaç madenciyi,
maden eminini şikayet etmek için İstanbul’a göndermiştir (BOA, C.DRB 571).
Bozkır madeninde ustabaşı olan Penayut, kardeşi Yani ile madenci Harlâm, kalcı
Yuseb ve kalcı Yorgi maden eminininden şikayetçi olmuşlardır. Bu olay üzerine
görevden uzaklaştırılan Penayut’a diğerleriyle birlikte küreğe konma cezası
verilmiştir (BOA, C.DRB 782). Fakat 4 Ekim 1800’de, cevher imali için kalcı ve
madenci amelesine ihtiyaç olduğundan, Bozkır madenine iade olunmaları için
maden emininin talebi üzerine darphane ifrazcıbaşı Simon ustanın kefaletiyle,
bu hareketler affedilecek türden olmamasına rağmen ismi geçen madenciler
serbest bırakılmışlardır (BOA, C.DRB 782). Yukarıda değinildiği üzere suç
işleyen madencilere ceza verilmesi ile ilgili örnekler de vardır. Bozkır
madeninde madenci sayısının azlığı nedeniyle maden emininin bunların
affedilmesi yönündeki isteği böyle istisnai bir örnek ortaya çıkarmıştır. Zira
herhangi bir nedenle madenin çalışmasını engelleyen kaza ahalisi kalebent
cezası gibi ağır cezalar ile cezalandırılmıştır255.
Keban,
Ergani, Gümüşhane ve Bozkır madenlerinde çalışan madencilerin madenlere gidip
geldiklerinde ve bulundukları madenlerde ayinleri ve gerekli umur, husus ve
akd-i nikahları berat gereği Gümüşhane metropoliti yahut tayin eylediği vekili
tarafından görülmekteydi. Üzerlerine lazım gelen mal-ı miri ve rusumat-ı
muʻtâdelerinin toplanması da aynı şekilde bu görevliler
tarafından yapılmaktaydı. 28 Ocak 1791 tarihinde, madencilerin bulunduğu
mahallerin metropolitlerinin müdahale
255 Edirne
bostancıbaşısına ve Hasköy mütesellimine ve İnoz Kal‘ası dizdârına hüküm ki,
Çirmen ve Dimetoka ve
havâlisinde olub dergâh-ı mu‘allam kapûcubâşları’ndan sâbık Bozkır Ma‘âdini
emîni el-Hâc Hasan dâme mecduhu mahall-i merkûmeye ma‘âdin emîni nasbıyla
küşâdına irâde-i pâdişâhânem erzânî ma‘âdin-i mezkûre mağ aralarında külliyetlü
ve nemâlu cevherler olub peyder pey ihrâc ve emîn-i mûmâ-ileyh ma‘rifetiyle
i‘mâline mübâderet kılınmak cümleye lâzime-i zimmet iken zikr olunan
mağâraların bulunduğu mahallerden Elvan Deresi karyesine iki sâ‘at mesâfede
vâki‘ Sorgunlar karyesi ihtiyârı ve söz sâhibleri Seyyid Hâcı Mehmed ve
Pehlivanoğlu Seyyid Mehmed nâm kimesneler hilâf-ı marzî ba‘zı gûna harekât-ı
reddiyeye ibtidâr birle sâ`ir ahâlî-i kurâyı dahî tahrîk ile ma‘âden-i
mezbûrenin ‘adem- i i‘mâlini mûceb olur hâlâta ictisâr itmeleriyle merkûmlar ‘ibretü’l-gayr
çavuş mübâşeretiyle İnoz Kal‘ası’na kal‘abend olunmaları içün siz ki
bostancıbaşı ve mütesellim-i mûmâ-ileyhümâsız size hitâben emr-i şerîfim
sudûrını hâlâ darphânem-i ‘âmirem nâzırı Yusuf dâme ‘uluvvuhü bâ-takrîr inhâ
itmekle siz ki Edirne bostancıbaşısı ve Hasköy mütesellimi mûmâ-ileyhümâsız
vech-i meşrûh üzere çavuş mübâşeretiyle merkûmların li-ecli’t-te`dîb kal‘a- i
merkûmeye kal‘abend olunub bilâ emr-i şerîf ıtlâk ve bir takrîb firârlarından
mücânebet ve vusûl ve vaz‘-ı kal‘a olunduklarını çavuş-ı merkûm ile bir an
akdem Der-‘aliyyeme i‘lâm ve inhâya mübâderet olunmak bâbında fî evâ`il-i Receb
sene 205/6-15 Mart 1791 (Baytimur, 2005: 127).
ederek ayinleri kendilerinin
yapmak istediği yönünde madencilerin şikayeti üzerine, Gümüşhane metropoliti
veya vekili tarafından madencilerin bu işlerine “vechen mine’l-vücûh”
müdahale olunmamasını darphane nazırı da bildirince bu yönde emir
verilmiştir (BOA, AE.SSLM III 22665). Maden emanetinin özellikleri arasında
madencilerin min külli’l-vücuh serbestiyet üzere idareleri esas alınmıştır (KŞS
100: 190-1; Belge 2).
4.3. Madene Bağlı Kazaların
Muafiyeti
Ergani
madeninde, 1772 yılında madencilikle doğrudan uğraşan kişiler tekalif-i
örfiyyenin tamamından muaf iken, madene bağlı yerlerde bulunan ahali sadece
avarız ve nüzul bedelinden muaftı. Yani madene bağlı kazalar madenlere sermaye
teşkil etmek maksadı ile alınması gerekli olan bütün miri salyane mallarından
-avarız ve nüzul bedelleri hariç- hisselerine düşeni ödemek zorundaydılar. Bir
başka deyişle madene bağlı kaza ahalileri madenciler gibi bütün örfi
vergilerden muaf değildi (Tızlak, 1997a: 190). Avarız konusunda Bozkır
madeninde ise farklı bir uygulama söz konusudur. Avarız ve tekalif olarak
toplanan meblağlar Gümüşhane madeni eminine irad kaydolunurken (BOA, MAD.d
8572: 392) Bozkır madenine bağlı Bozkır ve Belviran kazası avarızları maden
eminleri vasıtasıyla tahsil olunup, Karaman eyaleti avarız tahsildarına
verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 643-1). 12 Ocak 1780 tarihinde, Bozkır madenine
bağlanan Aladağ kazası köylerinin avarızlarının emin tarafından toplanıp
Hazine-i Amire’ye teslim olunacağı belirtilmiştir (BOA, İE.MDN 66). Dolayısıyla
Bozkır madeninde toplanan avarızlar madene gelir olarak kaydedilmemiştir. Ancak
bu vergiden muaf olduğunu belirten kişiler de ortaya çıkmaktaydı. Hz. Ebu Bekir
soyundan Dedem köyünün raiyyet ve hane-i avarıza bağlı vergi alınması için
kadimi reaya, emlak ve arazisi olmadığından raiyyet ve tekalif talebinin kanuna
aykırı olduğunu ahali dile getirmiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 120-2). Benzer
şekilde Seyyid Harun Veli türbedarının hane-i avarıza bağlı kadimi reaya, emval
ve yerleri olmadığından vergi talebinin olmaması gerektiği yönündeki isteğine
davanın maden emini tarafından mahallinde görüleceği cevabı verilmiştir (BOA,
AHK.KR.d 16: 41-1).
Gederet ve
Bolad köyleri ahalileri madene bağlı olup, köprüye bakmalarına rağmen
üzerlerine düşen avarız ve emredilen vergileri ödediklerini (BOA, MAD.d
8575: 461-1) 28 Aralık 1800’de,
hacıların geçtiği bu köprünün256
tamirini kendi mallarından karşıladıklarını ve maden hizmetlerini de
yaptıklarını belirtmişlerdir (BOA, C.NF 800). Bozkır kazasına bağlı Karacaardıç
köyü ahalisinden Şeyh Bedrettin evladından olanlar şeyh evladından
olduklarından 1682 tarihli emirle vergiden muaf olduklarını ve muafiyetin
baltacılığı da kapsadığını iddia edince min külli’l-vücuh üzere
bu meselenin Bozkır’da görülmesi için maden emini ve kadıya 11 Eylül
1819 tarihli emir gönderilmiştir (BOA, DRB.d 1044). Sadattan olanların durumu
belgelendirmeleri halinde resm-i raiyyet taleplerinin önlenmesi ile
ilgili emir de vardı (BOA, AHK.KR.d 34: 192-1). Yine Bozkır’a bağlı Erdoğan
köyünde bulunan Abdi Efendi isimli hayır sahibinin yaptırdığı caminin imam ve
hatibi Hz. Osman soyundan gelen Seyyid Ahmet, avarıza bağlı tekalif olunacak
emlak ve arazisi olmadığını belirterek vergi istenmemesini talep etmiştir (BOA,
C.EV 8805).
12
Mayıs 1779 tarihinde, Bozkır
kazasına bağlı Söğüt köyünde bulunan Şeyh Güldüğün zaviyesinin 14 neferle,
gelip geçene yemek yedirmek şartıyla muaf ve müsellem olduğu ancak buna aykırı
hareketler yapıldığını zaviyedarlar dile getirince, kanun gereği hisse ve
tekalif-i şakka istenmemesi emredilmiştir (BOA, MAD.d 8522: 225-1).
1780
senesine mahsuben Bozkır ve Belviran kazalarının avarız ve nüzül
tahsildarlığını deruhde iden Musa, maden emini tarafından toplanan 1.200
kuruşun kendisine ödenmeden maden emini Halil’in vefat ettiğini ifade ederek bu
meblağı talep etmiştir. Kaza ahalisi bunu eda eylediklerine dair ellerinde
senet olduğunu ifade edince, maden emininin muhallefâtından önce maden
sermayesi, sonra avarız miktarı tahsil edilecekti. 5 Ocak 1781 tarihinde
verilen bu emre göre muhallefâtın kalan miktarından ise diğer alacaklıların
borcu ödenecekti (BOA, MEDAD 8: 642-1). Bu örnekte dikkati çeken nokta, diğer
vergilerde olduğu gibi avarızın toplanması noktasında da maden emininin görevli
olmasıdır (BOA, MEDAD 8: 643-1). 17-24 Şubat 1789’da Kırili kazasında Eflatun
tabir olunan pınarın mecrasında yapılan üç bab değirmenin hangi timar, zeamet
ve has toprağında olduğunun resim için bildirilmesi talebine, Kırili kazasının
madene bağlı olduğu cevabının verilmesi de
256 4
Mart 1796’da, Gümüşhane’ye bağlı Suryane köyü ahalisi derbentçi ve köprücü olup
serbest olduğundan avarız-ı divaniyye ve tekalif-i örfiyyeden muaftı (BOA,
MAD.d 8574: 331).
(BOA, SKT.d 194:46) vergi
toplama konusunda hangi idarecinin sorumlu olduğunu göstermektedir.
Madene bağlı
kaza ahalisinin her türlü davaları maden emini marifetiyle/tarafından
görüldüğü, maden dışından herhangi bir ehl-i örf taifesinin davaya karışmasının
(KŞS 65: 110-1) engellenmesi de madene bağlı kaza ahalilerine verilen bir
ayrıcalıktı. Bozkır madenine bağlı kazaların uğradıkları zulüm ve haksızlığın
çözümü de emin tarafından yapılmıştır. Yörük taifesinin madene bağlı
Seydişehir, Kırili, Göçikebir kazası ahalilerine zulüm yaptığı yönündeki
şikayetler üzerine bu bölgelerin istiklal üzere maden emini denetiminde olduğu
belirtilerek bunların maden bölgesinden çıkarılmasına 30 Haziran 1793’te karar
verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 202-2). Bozkır madenine bağlı kaza ahalilerinin
davaları maden emini tarafından görülür, etraf kazalarda bulunan yöneticiler
karışmaz (BOA, MEDAD 8: 644-2) ve davalar Bozkır mahkemesinde görülürdü. Bu
durum; vezir, mirmiran, mirliva, mütesellim vs. ehl-i örf taifesi tarafından
ihzar teklifi vs. bahane ile bir ferde dahl itmeyip “mefrûzı’l-kalem ve
maktû‘ı’l-kıdem” serbestiyet üzere emin tarafından zabt olunması bunun
aksinin madene halel getireceği şeklinde ifade edilirdi (BOA, MEDAD 8: 620-3).
Bir mütesellimin madene bağlı kazalardan bir ayanı hapsetmesi nedeniyle,
üzerinde maden malı olduğu belirtilen bu kişinin derhal tahliye edilerek madene
gönderilmesi emri (BOA, MHM.d 196: 217) devletin madenin çalışmasına verdiği
önemi göstermektedir.
12-20 Nisan
1814’te, eski Karaman valisi Ali Paşa tarafından Bozkır madeni emini vekili
tayin olunan İbrahim, iki senedir Bozkır halkına eziyet etmekte olduğundan ve
bazılarını öldürdüğünden Bozkır ayanı da olan İbrahim’in yerine darphaneden
İshak emin olarak atanmış; ahali ile emin arasındaki dava da yeni emin
tarafından görülmüştür (BOA, MHM.d 235: 114)
Madene bağlı
kaza ahalilerinin bazısı maden hizmetlerini yapmadan başka yerlere kaçmış ve
onların yapacağı hizmetler de kalanlara verilmiştir. Bu firar edenlerin eski
yerlerine iskanı Bozkır kadısı ilamında ve Bozkır madeni emini tahriratında
bildirince 19 Nisan 1793’te firar edenlere bulundukları yerde hane-i
avarız kayıt olunmamış ve 10
sene geçmemiş ise257
eski yerlerine gönderilmeleri emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 202-1). Bu anlamda
madene bağlı Göçikebir kazası köylerinden Bükçe, Saraycık, Hasan Şeyh ve
Yatağan köyleri ahalisi maden hizmetlerini terk ettiklerinden eski yerlerine
dönmeleri yönünde emir verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 202-d). Bu köy ahalileri
Konya yakınlarında bulunan İnlice köyüne yerleşip altı ay burada ve altı ay
köylerinde ziraatle uğraşmalarına rağmen maden işlerini yapmamışlar ve
vergilerini ödememişlerdir (BOA, C.DRB 1260). Benzer şekilde madene zarar veren
etraf kazalara yerleşme olayı, ahalinin eski yerlerine döndürülmesiyle
çözülmeye çalışılmıştır (KŞS 67: 144-1). Belviran kazasından Mustafa adlı kişi
eski bir mütesellimin yanına gitmiş ve yanında kazadan
135
kişiyi de götürerek bu mütesellimin
çiftliğinde çalıştırmaya başlamıştır. 30 Kasım 1828 tarihli maden eminine
gönderilen emirde, madene zarar verecek bu durum herkesin asli vatanına
döndürülmesi ile çözülmüştür (BOA, DRB.d 1044).
31 Temmuz
1823 tarihinde Konya sancağından istenen deve hissesinden Belviran kazasına %5
tarh edilirken şark ordusu için 82 süvari askeri, sekiz deve ve mübaşiriyye
ücreti olarak her mübaşire 36,5 kuruş olmak üzere iki bin kuruştan fazla talep
edildiği yönünde kaza ahalisinin şikayetleri olmuştur (BOA, DRB.d 159). Bozkır
madenine bağlı Belviran kazası Konya sancağına bağlı olduğundan diğer kazalar
gibi Mora ordusu asker bedeliyesi ve Sakız ceziresi mahiyesi hususlarında
Belviran kazası hissesine düşen %5’lik hissenin terk olunarak diğer kazalarla
birlikte değerlendirilmesini Karaman valisi talep etmiştir. Ancak %5 hisseden
başka bir şey talep edilmemesi ve emin marifetiyle bunların toplanacağı, 22 Ağustos
1825 tarihinde valiye bildirilmiştir (BOA, C.ML 5858).
Madene bağlı
Bozkır kazası, Beyşehir sancağına bağlı olduğundan sancak hissesine her ne
düşerse %16’sını eda eylemek üzere bir düzenleme gündeme gelmiştir. 9 Mayıs
1829 tarihinde, kaza ahalisi Asakir-i Mansure taburları için nefer ve bunların
masrafı için bir miktar paradan hissesine düşeni ödemiştir (BOA, C.ML 18157).
24 Aralık 1833 tarihinde Konya’daki vali sarayının tamiri için de Bozkır
257
25 Ocak 1818’de, Bereketli madeni kazalarından başka yerlere yerleşen ahalinin
köylerine dönmeleri istenince 10 sene olmuştur bahanesi öne sürülünce “ianeten
li’l-maden zaman itibar olunmayarak” eski köylerine dönmeleri emredilmiştir
(BOA, C.ML 185).
kazası hissesine %5258
hisse tarh olunmuştur (BOA, DRB.d 976). 13 Haziran 1834 tarihinde Bozkır
kazasına peksimet hissesi olarak %5 tarh edilmiştir (BOA, DRB.d 160). Nitekim
11 Şubat 1835 tarihinde kazaların nüfusuna göre belirlenen redif askeri ve
zabitan olarak Bozkır kazasına %16 hisse tarh edilmeye çalışılmasına peksimet
hissesi örnek gösterilerek %5 olarak hesap edilmesi ve bunun maden emini
tarafından toplanması yönünde emir verilmiştir (BOA, DRB.d 160). Bozkır
kazasına %5 hesap edilmesinin nedeni madene bağlı Belviran kazasının bu oranda
ödeme yapması ve yüksek oranda hisse talebinin madenin kapanmasına sebep
olacağından endişe duyulması gösterilmiştir (BOA, DRB.d 160; BOA, DRB.d 976).
Fakat bu iki kazaya madenle ilgili tevzilerin de yapıldığı hatırlanırsa bu
miktarın %5’lerde tutulmasının nedeni daha iyi anlaşılabilir. Tevzi defterleri,
eyalete bağlı sancak ve kazalara çeşitli vergilerin dağıtılması ve her yerleşim
birimine bir hissenin ayrılması işlemine denirdi. Yapılan işlemin onaylanması
için bir örneği İstanbul’a gönderilirdi259.
Konya
sancağına bağlı olan maden kazalarından Belviran kazasına, Konya sancağının
ödeyeceği vergilerin %5’inin bu kazadan maden emini tarafından toplanarak
sancağa gönderilmesi ve serbestiyet şartı gereği sancak tarafından fazla
talepte bulunulmaması yönünde 10 Mart 1832 tarihinde bir emir verilmiştir (KŞS
73: 257-1). Nitekim aynı yıl kazaya tevzi edilen ağnam vergisinde bu hususa
dikkat edilmesi istenmiştir (KŞS 74: 35-1).
Maden
eminleri madene ait çeşitli işlerin halledilmesi için adamlarını madene bağlı
kazalara gönderebilmekteydi. Madene bağlı Seydişehir kazasına maden emini
tarafından maden işleri için bir görevli gönderilmiştir. Bu görevli
Seydişehir’de oturmaktadır (BOA, AHK.KR.d 18: 124-4).
23 Haziran-2
Temmuz 1801 tarihinde, levent çiftliği için maden bölgesinden gönderilecek
askerlerin avarız-ı divaniyye ve imdad-ı hazeriyyeden başka bütün
258 27
Mayıs 1834 tarihinde, Beyşehir sancağı hissesine düşen vergilerden Bozkır
kazasına %5 hesabı ile hisse ayrılmasına ve maden emini tarafından bu
vergilerin toplanarak mütesellime teslim edilmesine karar verilmiştir (BOA,
MEDAD 3: 282-1). 19 Mart 1827 tarihinde, Bozkır kazası ahalisi sancak
mutasarrıflarına mahsus hazeriyye ve seferiyyeyi edada kusurları yokken livadan
talep edilen ref-i menzil bedeli ile Asakir-i Mansure-i Muhammediye’den
hisselerine düşeni madene bağlı olmak gerekçesiyle itirazları liva mütesellimi
tarafından bildirilince 323,5 kuruş menzil bedeli ile 16 nefer ve bir rub‛
askerin tahsili için emir verilmiştir (BOA, C.AS 23891).
259 Tevzi
defterlerinin uygulanması ile ilgili örnekler için bkz. Çadırcı, 1997: 148-163.
vergilerden muaf olduğu ve
maden dolayısıyla ya da başka sebeplerle bunlara zulüm yapılmaması üzerinde
durulmuştur (BOA, DRB.d 156: 123-2). Bu tarihlerde madene bağlı sadece Bozkır
ve Belviran kazaları kaldığından kazaların madene verdiği bütün bedellerin
madene bağlı bu iki kazaya yüklenmemesi ile eskiden bu kazalar ne veriyorsa
aynı miktarı vermesi üzerinde durulmuştur (BOA, MHM.d 217: 162). Eski Karaman
valisi Kadı Paşa zamanında valiye ait sarayın tamiri için hazeriyye hesabı
üzere eyalette bulunan kazalara 100.000 kuruş tahsil edilmek üzereyken Kadı
Paşa ölmüş. Belviran kazasına 91 günde ödemek şartıyla 2.205 kuruş tevzi
edilmiştir. Bozkır kazasına ise 2.150 kuruş isabet etmesine rağmen kaza
ahalisi, serbestiyet üzere madene bağlı olduklarını ve bu sebeple Kadı Paşa’nın
dahi hisse tarh etmemiş olduğunu ifade ederek af talebinde bulununca durum
darphane nazırına sorulmuş; madene bağlı kazaların serbest olduğunu ifade eden
darphane nazırı tekalif-i şakkanın cümlesinden muaf olduklarını 25 Nisan
1816’da belirtmiştir (BOA, C.ML 528).
Bozkır
madeni emaneti içerisinde yaşayan halkın ödeyeceği vergiler belli olmasına
rağmen bazı görevliler aykırı hareketlerde de bulunabilmişlerdir. Konya valisi
delilbaşının “diğer kazalar gibi Belviran kazasından da” yedi sekiz bin kuruş
topladığı maden emini tarafından bildirilince 8 Şubat 1815’de tekidi içeren
emir gönderilmiştir (BOA, DRB.d 970).
5. Madencilerden
ve Ahaliden Alınan Bazı Vergiler
5.1. Cizye
Sözlük anlamı “kafi gelmek,
karşılığını vermek” anlamına gelen (Erkal, 1993:
42)
cizye, Müslüman olmayan tebaadan
alınan şahsi bir vergiydi. Cizye, Müslümanlığı kabul etmeyenlerin devlet
tarafından korunmaları ve savaşlara katılmamaları karşılığında, onlardan
alınmaktaydı. Cizye mükellefi olmak için erkek olmak, bâliğ olmak, sıhhatli ve
çalışabilecek güçte olmak gibi şartlar gerekliydi (Kütükoğlu, 1999: 533). En
önemli şartlardan birisi de cizye mükelleflerinin ehl-i kitap olmasıydı
(Süleyman Sûdî, 1996: 43). Kadınlar260,
çocuklar, hasta ve sakatlarla
260Kocalarının
arazileri kendilerine intikal etmiş dul kadınlar cizye ödemekle yükümlüydüler
(İnalcık, 1993: 46).
çalışacak gücü olmayan yaşlı
erkekler, sadece hibelerle geçinen rahipler261,
köle ve dilenciler cizye mükellefi değillerdi (Becker, 1997: 200). Ancak
çalışmadığı halde vergiyi ödeyebilecek kadar serveti olanlardan262
cizye alınırdı. Bir evde oturan kardeş ya da ata ile oğullarının kazancı bir
olursa o haneden bir cizye alınır, ancak aynı evde oturmakla beraber kazançları
ayrı olursa, ayrı cizye alınırdı263
(Çağatay, 1947: 495). Kısaca cizye, 14-75 yaş arasındaki264
sağlıklı erkeklerden alınan bir baş vergisiydi (Kütükoğlu, 1999: 533-534). 1840
yılında Bozkır madeninde bulunan gayrimüslimlerden tahsil edilecek cizye için
alt yaş sınırı ondu265.
Bozkır
madeni emanetinde çalışan Müslüman madencilerin yanında gayrimüslim madenciler
de vardı. Bu madencilerin bir kısmı Bozkır’da ikamet ederken bir kısmının
Gümüşhane’den geldiğine değinilmiştir. Bu anlamda Bozkır madeninde çalışmak
amacıyla gelen madencilerle ilgili birçok örnek vardır. 15 Ocak 1777 tarihinde
Gümüşhane’den beş piristat istenmiştir. Bu tarih madenin açılmasından hemen
sonradır. Dolayısıyla madenin açılması ile birlikte madende gayrimüslimler
istihdam edilmeye başlanmıştır266
(Şafakcı, 2011: 397).
Keban,
Ergani, Gümüşhane ve Bozkır madenlerinde istihdam olunan madencilerin267
ayinleri, nikâhları ve diğer dini işleri ile resimlerinin toplanması işi
Gümüşhane metropolitine ya da vekiline ait olduğundan yerel metropolitlerin
karışmaması gerekirdi (BOA, AE.SSLM III 22665). Gümüşhane’den gelen
261 “…
cizyeye müstehak olmayan sabi ve zahirü’l-fena olmayup piri fânî ve
amel-mande olub bir vecihle kâru kesbe iktidarı olmayanlardan …”
cizye alınmaması emredilmiştir (KŞS 57: 180-1).
262 Bunun
ölçüsü ise, kişinin ev, bağ ve ev eşyasından başka koyun, keçi, hububat ve
şarap gibi mahsullerinden 300 akçe tutarında malı olması gerekir (Çağatay,
1947: 494).
263Karaman
Vilayeti’ne ait kanunnameye göre, cizyenin miktarını belirleyen unsur cizye
mükellefinin zenginliğidir (Ürekli-Yörük, 2002b: 361).
264 Yaş
sınırının 15-75 olduğunu belirten de vardır (Nedkoff, 1944: 621).
265 Bu
verilerde 9 yaşındaki Yani’ye ednâ cizye kaydedilmişken aynı yıl dokuz
yaşındaki Penayut’a cizye yazılmamıştır. Ancak 10 yaş ve üzerindekilere cizye
yazılmasına bakılarak alt sınırın 10 yaş olduğu söylenebilir (BOA, NFS.d. 3320:
223). 1838 yılında dokuz yaşında olan kişilere cizye yazılmaması da bu fikri
desteklemektedir (BOA, NFS.d 3318: 2-3). Niğde’de ise alt yaş sınırının 11
olduğu görülmektedir (İyi, 1999: 16).
266 Bu
konuda birkaç örnek vermek gerekirse; 29 Aralık 1796 tarihinde 35 madenci (BOA,
C.DRB 782), 4 Mayıs 1801’de Bozkır’da bulunan kurşun madeni için 10 piristat ve
15 madenci Gümüşhane tarafından istenmiştir (BOA, C.DRB 378; IV. Bölüm).
267 18 Nisan 1831
tarihli bir başka belgede Keban, Ergani, Balya, Bereketli, Aladağ, Gümüşhacıköy
madenlerinde çalışan madencilerin cizyelerinin Gümüşhane kazası cizyedarı
tarafından, ahar kazada bulunanların cizyelerinin ise oradaki cizyedar
tarafından toplanacağı belirtilmiştir (BOA, C.DRB 1672).
madenciler, maden ocaklarında
çalışıp Siristat kasabasında ikamet etmişlerdir268.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, madencilerin Bozkır madeninde çalışmaya
gelen mevsimlik işçi olup olmadığıdır. Zira her yıl emin atamasında usta talep
edildiğine göre bir kısım madenciler sadece madenlerin çalıştığı dönemlerde
Bozkır’da iken, bunların asıl ikamet yeri Gümüşhane idi. Bozkır’da sürekli
ikamet eden madenciler ile geçici olarak madene çalışmaya gelen madencilerin
cizyelerinin tahsilinde ikamet durumu, sorumlu görevliyi de belirlerdi.
Maden
işleyen zimmîler, ya alt seviyeden vergi ödemiş (İnalcık, 1993: 46) ya da
belirli oranda madeni işlemek şartıyla çeşitli vergilerden muaf olmuşlardır
(Barkan, 1943: 72). 26 Ocak 1779 tarihinde Gümüşhane’den 15 madencinin Bozkır
madeni’ne gelirken yol üzerinde bazı cizyedarlar tarafından alıkonulduğu hatta
hapis edildiği belirtilerek, madencilerin evraklarının Gümüşhane tarafından
düzenlendiği, kimsenin müdahale etmemesi gerektiği belirtilmiştir. Cizye
tahsili muharrem ayında yapılırdı, madenciler bu ayda hangi yerleşim yerinde
ise cizyeleri orada tahsil edilirdi (BOA, MEDAD 8: 625-3). Nitekim Gümüşhane
reayasından olup Bozkır madeninde bulunan ustalardan 1795-1796 yılında Karaman
cizyedarı cizye talep edince, bu madencilerin müracaatı üzerine, bu
madencilerin Gümüşhane kalemine bağlı olduğu ve başkasının karışmaması
emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 214-1). Bozkır madeninde bulunan diğer cizye
ödeyen madenciler ise Karaman kalemi içerisinde değerlendirilmiş, 1784-1785
senesine ait 20.500 kuruş cizyenin toplanıp mübaşir aracılığıyla darphaneye
ulaştırılması maden eminine emredilmiştir (BOA, MEDAD
9:
3-1). 20 Ocak 1802 tarihinde,
cizyesini eda eden ve Bozkır madeninde çalışmaya gelen Gümüşhane reayasından
fazla talepte bulunulmaması maden eminine bildirilmiştir (BOA, C.İKT. 2189).
Cizyenin reayadan toplanması görevi, maden eminine ait olmakla birlikte bazı
kişiler Karaman eyaleti cizyesini üzerine almıştır. 1834 yılında, Karaman
Kalemi Gebran Cizyesine bağlı Bozkır madeni cizyesi Karaman valisi Ali’ye
verilmiştir. Daha önce ise, İbrahim adlı kişiye belli bir miktar bedel
karşılığında verilmiştir (BOA. MHM.d. 251: 45). Bunların yanında Bozkır
268
Diğer madenlerdeki durum şöyledir. Gümüşhane’den getirilen maden görevlilerinin
cizyeleri Gümüşhane kazası cizyedarı tarafından tahsil edilmektedir. Keban ve
Ergani madenlerine bağlı kazalardaki ehl-i zimmet reayasının cizyesi ise maden
emini tarafından toplanıp ilgili hazineye gönderilirdi (Tızlak, 1997a:
189-190).
madenine çalışmaya gelen
madencilerin cizyesi Gümüşhane madeni eminleri tarafından alınmasına rağmen yol
üzerindeki bazı kişilerin bu madencilere cizye evrakı sordukları yönündeki
şikâyetler merkeze ulaşınca, bu kişiler uyarılmıştır (BOA, C.DRB 1058). Bozkır
madeninde çalışan madencilerin cizyeleri maden emini ve Gümüşhane madeni
eminleri tarafından toplanırken, maden bölgesi dışındaki kazalarda bulunan
reayanın cizyesi o bölgedeki cizyedar tarafından toplanmıştır (BOA, C.DRB
1672).
1831 yılı
nüfus sayımına göre Beyşehir’e bağlı kazalarda gayrimüslim nüfus olmadığı,
sadece Beyşehir kazasına bağlı köylerde 52 Rum olduğu belirtilmiştir (Karal,
1997: 203). Bu tarihte Bozkır’da bulunan gayrimüslimlere neden değinilmediği
anlaşılamamıştır. Hâlbuki 1832 yılına ait kayıtlara göre Bozkır’da 30 cizye
mükellefi erkek nüfus vardı (BOA, C.ML 17819).
21 Şubat 1841
tarihli belgede, Bozkır madeni amelesinin maden kapatıldığından yakınlarda
bulunan madenlere ya da Gümüşhane’ye dönmelerine izin verilmesi yönündeki
arzlarına karşılık, madencilere Gümüşgan ve Bereketli madenlerinden
istediklerine gidebilecekleri ve durumu Konya müşirine bildirmeleri
emredilmiştir. Dolayısıyla madende çalışmak için gelen gayrimüslim
madencilerin, madenin kapanmasıyla birlikte Bozkır’ı terk ettikleri ve yakın
yerlerde bulunan madenlere çalışmaya gittiklerini söylemek mümkündür. Bu madencilerin
ayrılmasıyla Bozkır kaza merkezinde sadece ticaret yapmak amacıyla bulunan
gayrimüslimler kalmıştır (Şafakcı, 2011: 399). Kısaca söylemek gerekirse,
Gümüşhane’den gelen madencilerin cizyeleri Gümüşhane kazası cizyedarı
tarafından, madene bağlı kaza ahalisinin cizyesi maden emini tarafından
toplanmıştır. Maden eminleri topladığı cizyeyi darphaneye teslim etmiştir. Yani
Bozkır madeni bölgesinden toplanan cizye madene sermaye olarak
kaydedilmemiştir.
1840 yılında
Bozkır madeninde bulunan gayrimüslimlerin yaşı ve ödeyecekleri cizye miktarı şu
şekilde kaydedilmiştir269:
“Ameleci Yorgi veled-i Emnat 44 (A), oğlu Emnat 7, diğeri Burdan 1,
ameleci Yani v. Emnat 30 (Tâ), kardeşi Penayut 26 (Tâ),
269
İsmin yanında yazan rakamlar o kişinin yaşın ı gösterirken parantez içinde
verilen A (a‘lâ), Tâ (evsât) ve Nâ (ednâ) hangi gruptaki cizyenin ödeneceğini
göstermektedir. Bu veriler, vergi yükümlülerini gelirlerine göre iyi, orta ve
az olarak sınıflandırmış oluyordu.
ameleci Acı Esper v. Emnat 47
(Tâ), oğlu Yani 9 (Nâ), diğeri Emnat 3, ameleci Estedül v. Deli Yani 42 (Tâ),
ameleci Ağnat v. Todori 27 (Tâ), kardeşi emnat 10 (Nâ), tüccar Acı Nikola v.
Romani 52 (A), oğlu Romani 10 (Nâ), Acı Yorgi v. Kiraki 57 (A), Kiraki v.
Kostanti 18 (Tâ), kardeşi Yorgi 11 (Nâ), ameleci Kudail v. Kiraki 34 (Tâ),
ameleci Dimitri v. Todori 52 (A), oğlu Emnat 13 (Tâ), diğer oğlu Pavli 10 (Nâ),
diğer oğlu Todori 6, diğeri Asankeli 1, Eksaneke v. Belharus 16 (Tâ), kardeşi
Meyne 10 (Nâ), diğeri Anastas 6, ameleci Todos v. Todori 37 (Tâ), ameleci
Minhail v. Nikola 47 (Tâ), Yani v. Penayut 13 (Nâ), çiftçi Kalamyuz v. Esnaki
52 (Tâ), oğlu Yorgi 11 (Nâ), dülger Leyon v. Minhail 42 (Tâ), Çömlekçi Burdan
v. Avrahim 67 (Nâ), oğlu Epruse 13 (Tâ), köşker Yasef v. Yani 27 (Tâ), Yorgi v.
Yani 37 (Tâ), oğlu Yani 7, Tobal Yorgi v. Yani 58 (Nâ), oğlu Yani 24 (Tâ), Sava
v. Todori 20 (A), karındaşı Yani 6, diğeri Estefon 3, Fersnan v. Romani 57 (Nâ)
Bulgar madeninde, oğlu Penayut 9270”
(BOA, NFS.d. 3320: 223; BOA, NFS.d. 3319: 281). 1843 yılında isimleri
verilen bu kişilerin birçoğunun Bozkır kazasını terk etmediği görülmektedir.
Özellikle madenin kapatılmasının üzerinden dört yıl geçmesine rağmen, ameleci
olarak belirtilen kişilerin 1843 yılında Bozkır’da bulunmaları kazaya
yerleştikleri izlenimini vermektedir (Şafakcı, 2011: 401). Madende bulunan
gayrimüslimler içinde cizye tahsilinde alt yaş sınırı 10 iken cizye ödeyen en
yaşlı kişi 67 yaşındadır. Toplam 32 cizye yükümlüsünün beşi a‘lâ, 11’i evsât ve
17’si ednâ grubundadır.
270 1838
yılı kayıtlarında da burada zikredilen kişilerin çoğu yazılmıştır. Kâtiplerin
yazımlarından dolayı isimler farklı gibi olmakla birlikte aynı kişiler dönem
hakkında bilgi veren diğer kayıtlar incelendiğinde ortaya çıkmaktadır.
Karşılaştırma imkanı vermesi için 1838 yılı kayıtları da şu şekildedir: Yorgi
veled-i Bekenet ustabaşı 42 yaşında (Tâ), oğlu bekenet 5, Yorgi v. Yani 35 (A),
oğlu Yani 5, Yani v. Bekenet 28 (Tâ), kardeşi Penayut v. Bekenet 21 (Tâ), Acı
Esper v. Bekenet 45 (Tâ), oğlu Yani 7, diğeri Bekenet 1, Hıristo v. Yani 40
(Tâ), oğlu Yani 1, Haralam v. Yani 30 (Tâ), oğlu A‘nad v. Todori 25 (Tâ),
kardeşi Bekenet 8, Nikola v. Romeni 50 (Tâ), oğlu Romeni 8, Acı Yorgi v.
Kirkako 55 (A), Kirkako v. Kostanti 16 (Tâ), kardeşi Yorgi v. Kostanti 9,
Kadril v. Kirkako 32 (Tâ), Dimitri v. Todori 50 (Tâ), oğlu Bekenet 11 (Nâ),
diğer oğlu Yani 8, diğer oğlu Todori 4, Yorgi v. Yani 56 (Tâ), oğlu Yani 22
(Tâ), Anastas v. Esterani 8, Balfron v. Bekenet 40 (Tâ), oğlu bekenet 14 (Nâ),
diğeri Meyna 8, diğeri Anastas 4, Todori v. Todori 35 (Tâ), Todori v. Pandeli
65 (Tâ), oğlu Sava
18
(Nâ), diğer oğlu Yani 4, diğeri
Hristofi 1, Minhail v. Nikola 45 (Tâ), oğlu Nikola, Kelimendüs v. Akuneki 50
(Tâ), oğlu Yorgi 9, Hırsandi v. Romeni 55 (Tâ), oğlu Penayut 7, dülger Levzi v.
Minhail
40 (Tâ),
oğlu Minhail 6, Çömlekçi Burdan v. Avraham 65 (Tâ), oğlu Andon 11 (Nâ), Rençber
Yusef v. Yani 25 (Tâ) (BOA, NFS.d 3318: 2-3). Toplam 47 kişi kaydedilmekle
birlikte cizye kaydedilen kişi sayısı 28’dir. Toplam 28 cizye yükümlüsünün
ikisi a‘lâ, 22’si evsât ve dördü ednâ grubundadır.
5.2. Adet-i Ağnam
Kanunnamelerde
resm-i merai, resm-i ganem ve koyun resmi olarak geçen bu vergi sadece
koyunlardan alınıyor gibi gözükse de birçok kanunnamede keçilerden de alındığı
ortaya çıkmaktadır (Çağatay, 1947: 485-486). Küçükbaş hayvan sahiplerinden
alınan bu verginin 1705 yılı mart ayı başından itibaren yılda bir defa tahsil
edilmesine karar verilmiştir. Bu vergiler, birkaç kaza bir mukataa halinde,
hazinenin düzenli gelir kaynakları arasına sokulmuştur (Tabakoğlu, 1985: 167).
Madene bağlı
kaza ahalilerinden bu verginin toplanması işini de maden emini yaparak
ilgililere teslim ederdi. 2 Mayıs 1785 tarihinde, adet-i ağnam eyalet-i Karaman
mukataasının üçte bir hissesine malikane mutasarrıf iken ölen Çepnizade Seyyid
İsmail’in devlete olan borcuna karşılık bu verginin tahsili emredilmiştir.
Bozkır madeni kazalarının emine istinaden altı senelik adet-i ağnamı
vermediklerinden bu verginin maden emini tarafından toplanması emri verilmiştir
(BOA, MAD.d 9740: 459; BOA, C.ML 23783). Bu tarihte, Bozkır kazasının yıllık
873’er kuruştan altı senelik 5.238 kuruş bakayası olduğu belirtilince, Bozkır
ahalisi dört senelik borçları olduğunu ve diğerlerini ödediklerine dair
senetleri olduğunu ifade etmişlerdir. Yılda bir kere mart ayında koyun
sahiplerinin mevcut koyunlarından berat gereği, memur olan tahsildarına eda
etmeleri ve “eda tezkeresi almaları gerektiği belirtilerek” eda tezkeresi
olmayanlardan bu verginin tahsili emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 682-1). Bu
toplanan vergiden kuzu ve oğlak hariç tutulmuştur. 1 Şubat 1800’de, koyun ve
keçinin re’sinden birer para alınmıştır (BOA, C.ML 2517). Bu verginin
toplanması iltizam edilmekteydi (BOA, MAD.d 10086: 280-3). Yine 22 Temmuz 1831
tarihli belgede, Belviran kazasının 39 ve 41 senesi adet-i ağnam vergilerinin
eksik olmasından dolayı bu eksiğin emin tarafından toplanması emredilmiştir
(KŞS 74: 238-1). Yine aynı tarihli bir başka belgede ise Bozkır kazasında kalan
adet-i ağnam bakayasının tahsili için Bozkır madeni eminine emir gönderilmiştir
(BOA, C.ML 10512). Maden emanetinin serbestiyeti nedeniyle bu vergiler, madene
bağlı kaza ahalisinden maden emini vasıtasıyla toplanmıştır.
Karaman
eyaletindeki ahalinin ağnam ve keçinin her birinden bir para resm-i kıl ve
yapağı tahsili “ber vech-i emanet” olarak ihale edilmiştir. Adet-i ağnam
mukataatı resimleri toplandığı
zaman kuzu ve oğlaktan başka es-selâtîn, eşraf, ayan, ahali, askeri, reaya,
çoban, mandıracı, celeb, göçebe, yörükan, evlad-ı fatihan, havas, evkaf, maden
ahalisi ve reayaları, Türkmen, ekrad, aşayir, kabail, muaf ve gayr-i muaf
vesair Türkmenlerin ellerinde, yaylaklarında ve kışlaklarında olan koyun ve
keçinin sayısı yazılarak “bu teke ve keçidir gibi özürlere itibar olunmayıp”
her koyun ve keçiden resm-i yapağı ve kılın tahsili emredilmiştir. Bu
hayvanların sahiplerinin isimleri ile hayvan sayılarının yazılarak eminler
tarafından eda tezkeresi verilmesi ve muhalefet edenlerden iki resm tahsil
edilmesi Ocak 1798’de belirtilmiştir (KŞS 67: 141-1). Karaman eyaleti
kazalarından Belviran kazası da zikredilmiştir. Kuzu ve oğlakla ilgili şart ise
şöyleydi: Verginin toplanacağı yılın mart ayında ya da daha sonra olan kuzu ve
oğlaklar bu verginin dışında tutulmuş. Her keçi ve koyundan toplanan bir para
İrad-ı Cedid Hazinesi’ne271
gönderilmiştir (KŞS 67: 231-1).
Vergi söz
konusu olduğu zaman gündeme gelen muafiyet iddiaları ağnam vergisinde de
görülmektedir. Zaviyedarların ağnam vergisinden muaf olduklarına dair
iddialarında başarılı olmalarının nedeni daha önce kendilerine verilen
belgelerden dolayı idi. Zira “kavânîn-i atîka”nın bu hususta, “tuğrâ-i
sultanî ile mu‘allem temlîk-nâme olmadıkça, mücerred defterde kayd ile
mülk ve mülke müteferri‘ olan vakfiyyet ve sâ’ir tasarrufât, sahîh olmaz. Ve bu
bâbda defterdârlar nisânlarıyle yazılmış ahkâm dahi makbûle değildir. Ve
bi’l-cümle selâtîn-i Osmâniyye’den mülk-nâme-i hümâyûn gerekdir”
denilmiştir (Süleyman Sûdî, 1996: 177). Tanzimat’tan sonraki dönemlerde
Bozkır kazasındaki bazı zaviyeler de bu vergiden muaf olmuştur. Konya
vilayetinde Bozkır kazasında Dermâl karyesinde Hacı Bayram Veli
sülalesinden Seyyid Mehmed Tahir, Abdülkerim, Ali ve Mehmed Efendilerinin
150’şerden besledikleri mikdar-ı rü‘ûs 600, mikdâr-ı bedeli 2.100. Yine kaza-i
mezburda Utan karyesinde sülale-i Farukiyye’den Seyyid Osman ve Tahireddin,
Said ve Hasan Efendilerin malları mikdar-ı rüus 230, miktar-ı bedeli 805 (Süleyman
Sûdî, 1996: 178). Süleyman Sûdî’nin Dermâl köyü olarak bahsettiği yer
Dedemli köyü ve Utan köyü olarak yazdığı yer ise Avdan köyüdür272.
271 III.
Selim Nizam-ı Cedit Askeri’nin ihtiyaçlarını karşılamak için “İrad-ı Cedit
Hazinesi” adı verilen bir hazineye rüsum-ı zecriye ile
yapağı, tiftik, kıl, pamuk, pamuk ipliği, mazı, kökboya ve palamuttan alınan
vergiler bağlanmıştır (Çadırcı, 1997: 103-104).
272 Giriş
bölümüne bkz.
Bozkır
madenindeki madencilerle ilgili doğrudan bir kayıt tespit edilememiştir. Ancak
koyun üzerinden gelir sağlayan madencilerin de bu vergiyi ödedikleri 2 Ocak
1723 tarihli kayıttan anlaşılmaktadır. Gümüşhane’ye bağlı Torul kazası
reayasının çoğunluğu madenci olup, maden hizmetinde bulunmalarından dolayı
davar beslemeleri mümkün olmadığından ağnâm vergisini tahsile memur olan
kimselerin her sene celeb mâl ve başka bahane ile reâyayı rahatsız etmek
suretiyle maden hizmetinin aksamasına sebep olmaları nedeniyle reayanın
(kendileri için besledikleri ağnamdan hariç) adet-i ağnam talebiyle rencide
olunmamasına dair emri içeren kayıt (Çetinkaya, 2006: 170) bunu teyit
etmektedir. Reayaların kendileri için beslediği hayvanlardan vergi alınmaması
anlaşılmalıdır.
5.3. İmdâd-ı Seferiyye
Yıllarca
süren savaşların hazineyi tüketmesi üzerine, devlet gelirlerini arttırmak için
çeşitli tedbirler alınırken varlıklı kişilerden de imdâdiyye adı altında
yardımlar toplanması yoluna başvurulmuştur. İlk uygulamalarda genellikle
"imdâd-ı seferiyye" adıyla anılan ve arızî bir özellik taşıyan imdâdiyye,
XVIII. yüzyıldan itibaren "imdâd-ı seferiyye" ve "imdâd-ı
hazeriyye" diye ikiye ayrılarak düzenli vergiler halini almıştır. Avarız
türü bu olağanüstü vergiler, daha sonra beylerbeyi ve sancak beyi gibi yüksek
dereceli taşra görevlilerinin de gelirlerini teşkil etmiştir. Bu gelirler
önceleri haslardan, sonraları ise has karşılığı nakdî ödemelerden ve nihayet
halkın bu ad altında ödediği vergilerden karşılanmıştır (Tabakoğlu, 2000: 221).
Bu vergi
başlangıçta savaş harcamalarına ve maaş ödemelerine katkı sağlamak üzere sonra
ödemek şartıyla ödünç olarak isteniyordu. Fakat daha sonra bu uygulamadan
vazgeçilmiş ve vergi haline getirilerek tarifesi avarız hanesi başına
belirlenmiştir. Eyaletlerden avarız başına 133 kuruş olarak belirlenen
yükümlülük önce avarız hanesi başına üç nefer olarak tarh edilmiş, bu miktar
önce iki nefere indirilmiş sonra asker toplamanın güçlüğünden dolayı nefer
başına 150 kuruş alınmasına karar verilmiştir. Ayrıca bunun muafiyet sınırı da
çok dar tutulmuş273,
ulema ve askeri zümre de vergilendirilmiştir (Tabakoğlu, 1985: 266-267).
273
İmamlar ve hatiplerle ruhban sınıfı ve sadakayla geçinenler, bir tür askerlik
demek olan köprücülük, su yolculuk hizmetleri yanında kereste, zahire ve kendir
yetiştirme gibi devlete aynî hizmetlerde bulunanlar dışında kalan ulema ve
askerî zümre hatta has tasarruf eden sultanlar dahi vergilendirilmiştir.
Toplanması kararlaştırılan imdâdiyyenin kapsamına ulemâ da dâhil edilince bu
1699'dan
sonra bir süre unutulan ve bu şekilde bir defalık alınmasıyla varlık vergisini
hatırlatan imdâd-ı seferiyye 1711 Prut seferi dolayısıyla yeniden toplanmış ve
1718 yılında yeni bir düzenlemeye tâbi tutulmuştur Buna göre, önceki yıllarda
toplanan imdâd-ı seferiyye ortalaması esas alınarak merkezden eyalet başına
belli bir meblağ tarh edilip sancaklara dağıtılmış, sancaklardan da imkânları
dahilinde ka-zalara tevzi edilmiştir. Bu son uygulamalarda imdâd-ı seferiyye
eyalet ve sancak mutasarrıflarına tahsis edilen bir gelir haline dönüşmüştür
(Tabakoğlu, 2000: 221).
28 Nisan
1718’de Beyşehir livasına bağlı Beyşehir, Seydişehir, Bozkır, Kırili,
Göçü ve Kaşaklı kazalarından
toplam 5.000 kuruş seferiyye toplanmıştır274
(KŞS 48: 279-1). 24 Nisan-3 Mayıs 1802 tarihinde Bozkır 520, Kırili 950,
Kaşaklı 450 ve Göçükebir 350 kuruş seferiyye ödemiştir. Beyşehir sancağına
bağlı kazaların ödediği seferiyye 5.000 kuruş (BOA, HADR.d 7: 132) olmasına
rağmen bu toplam içine Beyşehir ve Seydişehir kazaları hisseleri yazılmamıştır.
Dikkati çeken noktalardan birisi kazalardan alınan seferiyye oranlarının
hazeriyyenin iki katı olarak toplanmasıydı. Zira Bozkır’dan 260 kuruş hazeriyye
talep edilmişken seferiyye olarak bunun iki katı olan 520 kuruş talep
edilmiştir ki bu durum diğer kazalar için de geçerlidir. İmdad-ı seferiyye
konusunda önemli bir nokta ise çok uzun bir zaman geçmesine rağmen sancağa
bağlı kazalardan toplanan miktarın aynı kalmasıdır. Bu miktarın arttığı ile
ilgili örnekler olmasına rağmen seferiyye oranı değişmemiştir. 30 Mart-8 Nisan
1778’de, Beyşehir sancağı mutasarrıfı Ahmet Paşa Mısır muhafazasına tayin
edildiğinden mutasarrıf için tayin edilen ve senede üç taksitle toplanan
hazeriyye emrinin terk olunarak imdad-ı seferiyye olarak 7.000 kuruşun
toplanması emredilmiştir (BOA, HADR.d 9: 154-2). Yine 23 Şubat-3 Mart 1784’de,
Beyşehir sancağı mutasarrıfı Halil Paşa, Özi ve Silistre muhafazasına memur
olan Mehmet Paşa maiyyetinde olduğundan senede 7.000 kuruş seferiyye alırken
Beyşehir ve Göçikebir kazalarından seferiyyenin ödenmeyen kısmı talep
edilmiştir (BOA, HADR.d 9: 363-1). İki örnekte göstermektedir ki sancak
mutasarrıfına ait hazeriyye
kesimde büyük bir tepki oluşmuş;
sonunda onlardan böyle bir vergi toplanmasından vazgeçilip mal sahibi zengin
kişilerden durumlarına göre imdâdiyye alınması emri verilmiş, tayin edilen baki
kulları ve divan çavuşları mahalle mahalle gezerek vergiyi tahsil etmişlerdir
(Tabakoğlu, 2000: 221).
274 Aynı belgeye
göre Konya sancağına bağlı Belviran kazasından ise 860 kuruş alınmıştır.
emri terk edilerek bu meblağın
seferiyyenin üzerine eklenmesiyle bu meblağlar ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla
bir artıştan söz etmek mümkün değildir.
Bozkır
madenine bağlı Bozkır ve Seydişehir kazaları ahalilerinin vali ve liva
mutasarrıflarına verdikleri imdad-ı seferiyyelerini ödemede bir kusurları
yokken bunu tahsille görevli memurların 400-500 kuruş fazladan talep etmeleri
üzerine kazaların serbest olması nedeniyle kazalardan ne alınacaksa maden emini
tarafından toplanıp ilgililere verileceği hatırlatılmıştır (BOA, C.ML 24210).
15 Haziran 1788 tarihinde serbestiyete uygun davranılarak maden emini
marifetiyle imdad-ı seferiyyenin toplanması Konya mütesellimi ve Beyşehir
mutasarrıfına da bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 177-1). Fakat imdad-ı seferiyye
adıyla ahaliden fazla para alınmaya çalışıldığı da olmuştur. Şeyhoğlu
Abdülhalim 1776’dan beri valiye begdel olarak 25 kese akçe verip ahaliye
kendisi için 25 kese akçeyi tevzi ettiği ve 2-10 Aralık 1787’ye kadar 300 kese
akçe tevzi olunduğu yönünde şikayetler olmuştur (BOA, AHK.KR.d 20: 198-2).
5.4. İmdâd-ı Hazeriyye
Avarız türü
vergilerden olan ve iki, bazen de üç taksitte toplanan imdâd-ı hazeriyyenin
geliri, besleyecekleri askerlere sarf edilmek üzere eyalet ve sancak
mutasarrıflarına tahsis edilmiştir. Bu uygulamanın başlıca gerekçesi, eyalet ve
sancak mutasarrıflarının savaşa götürmekle yükümlü oldukları kapı halkı denilen
askerlerini beslemekte zor duruma düşmeleriydi. Yeni düzenleme ile her eyalet
ve sancağın ne miktar imdâd-ı seferiyye ile yükümlü olduğu tespit edilecek,
böylece beylerbeyi ve sancak beyleri doğrudan halka yönelmeyip merkezden
belirlenen miktarları toplamakla yetinecekler, bu meblağın yarısını kendi
giderlerine ayıracaklar, öteki yarısının her 70 kuruşu için bir asker
besleyeceklerdi (Tabakoğlu, 2000: 222).
Barış
zamanlarında geliri eyalet ve sancak beylerine, bunların besleyecekleri
askerlere sarf edilmek üzere konulan bir vergi olan imdâd-ı hazeriyyenin
miktarı seferiyyeye oranla daha hafifti ve bu vergi kazalara toplu bir meblağ
olarak bölünür, sonra avarızhânesi itibarıyla kaza halkına dağıtılırdı
(Tabakoğlu, 1985: 268-269). İmdad-ı hazeriyye hesaplamasında muharrem ayı
başlangıç olarak ele alınır (BOA, HADR.d 9: 245-1) ve yılda iki taksit halinde
altı ayda bir (Muharrem ve Receb) iki
taksitle alınırdı (Çadırcı,
1997: 147). Karaman eyaletinde, Mayıs 1797’de, Karaman valisine ait olan hazeriyyenin
toplanması için muharrem ayı başlangıcı esas alınmış ve yılda iki taksitle
toplanmıştır (KŞS 67: 175-2).
Beyşehir
sancağı mutasarrıfları ile Karaman valisine ödenen hazeriyyelerin toplanması
kazaların madene bağlı olup olmamasına göre değişmekteydi. Genellikle tevzi
defterlerine eklenerek toplanan bu vergi gerek görüldüğünde valiler tarafından
gönderilen mübaşirler vasıtasıyla toplanırdı (Çadırcı, 1997: 147). Fakat Bozkır
madenine bağlı kazaların hazeriyyeleri maden emini tarafından toplanır ve ilgili
yere gönderilirdi275.
Beyşehir sancağındaki Seydişehir276,
Kırili277, Bozkır ve Göçikebir kazaları
ahalilerinin kadimden Karaman valisine ve sancak mutasarrıflarına verdikleri
imdad-ı hazeriyye ve seferiyye maden emini olanlar marifetiyle mahalline teslim
olunurdu (BOA, HADR.d 7: 6-3).
Karaman
eyaleti kazalarından 1794 senesine mahsuben Karaman valisi için toplanacak
24.750 kuruş hazeriyye (KŞS 66: 99-2; 80-2) 1779 yılında da aynı miktarda
toplanmıştır278.
Beyşehir sancağına bağlı kazaların ödeyeceği toplam
275 30
Kasım 1796 tarihli hükümde; “Beyşehri sancağında vâki‘ kazâlardan Seydişehri
ve Kır-ili ve Bozkır ve Göçi-i Kebîr kazâları ahâlîlerinin kadîmden
Karaman valisine ve sancak mutasarrfılarına viregeldikleri imdâd-ı hazeriyye ve
seferiyye ve mütesellimlik mâhiyyesi ve mukayyedât-ı sâ’ireleri her ne ise kemâ
fî’s-sâbık ma‘den emîni olanlar ma‘rifetiyle mahallerine edâ ve teslîm olunmak
vesâ’ir evâmîr-i ‘aliyye vârid olan tekâlîflerini dahi öteden berü nevechile
edâ idegelmişler ise yine olvechile edâ itmek şartıyla mukaddemâ Bozkır
ma‘denine merbût olunduklarında bu def‘a Beyşehri ve Yenişar nâm-ı diğer
Kaşaklı kazalarının dahi inhâ ve istid‘â olunduğu üzere ma‘dene rabt ve ilhâk
olunmasını istîzânını hâvî takdîm olunan takrîr taraf-ı hazret-i sadâretpenâhîden
‘atebe-i ulyâ-yı mülûkâneye lede’l-‘arz ber-mûceb-i takrîr ilhâk olunub ziyâde
ocak işletmek ve ma‘den i‘mâline dikkat olunmak”
şartlarıyla
hatt-ı hümayun çıktığından Karaman valilerini verilen imdad-ı hazeriyye ve
seferiyyenin maden emini tarafından toplanarak vali tarafına gönderileceği
Beyşehir ve Yenişar kazalarının ahalileri madene bağlanma karşılığında her yıl
kömür, kütükkesen, çakılcıyan bedeliyesi ve imdad-ı menzil olarak 6.000 kuruş
ile sancak mutasarrfına verilen 2.990 kuruş hazeriyye maden eminine gelir
olarak kayd olunmak ve öteden beri Karaman valilerine verilegelen hazeriyye ve
seferiyyeleri maden emini marifetiyle kemafi’s-sabık vali tarafına zamanında
teslim olunması emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 215-1).
276Bozkır
madeninden çıkarılıp Üsküdar ocağına bağlanan Seydişehir kazası ahalisi
avarız-ı divaniyye ve imdad-ı hazeriyye hariç bütün tekalif-i örfiyye ve
şakkadan, ba-husus kalyoncu ve bayrak askeri vs. tertibat-ı seferiyyeden dahi
muaf olup, nefer yazılanlar avarız ve hazeriyyeden dahi muaf tutulmuştur.
Kazaya iki taksitle vali için 32 kuruş ve liva mutasarrıfı için üç taksitle 30
kuruş imdad-ı hazeriyye tayin olunmuş ve İrad-ı Cedid Hazinesi’nden bu
miktarların ödenmesine ve ahaliden daha sonra toplanmasına karar verilmiştir (BOA,
MHM.d 217: 82; BOA, C.AS 38021).
277 24
Nisan-3 Mayıs 1802’de, Kırili kazası madenden ayrılıp Üsküdar ocağına
bağlandığında vali ve mutasarrıf hazeriyyeleri deraliyeden İrad-ı Cedid
Hazinesi’nden mahalline eda olunmuş ve ahaliden toplanarak İrad-ı Cedid
Hazinesi’ne gönderilmiştir (BOA, HADR.d 7: 132).
278 6-15
Haziran 1779’da, Karaman valisi olanlar senede iki taksitle kazalardan toplam
24.750 kuruş hazeriyye almıştır (BOA, HADR.d 9: 154-2).
hazeriyye miktarı 2.500
kuruştu. Tespit edilebilen hazeriyye oranları ise, 3 Mayıs 1802 tarihinde
Bozkır 260, Kırili 475, Kaşaklı 225 ve Göçükebir 175 kuruştu (BOA, HADR.d 7:
132). Sancağın ödeyeceği 2.500 kuruştan kazaların ödediği miktar düşülünce
kalan 1.365 kuruş imdad-ı hazeriyye Beyşehir ve Seydişehir kazalarına ait
olmalıdır.
İmdad-ı
hazeriyyenin ödenmesi ile ilgili çeşitli anlaşmazlıklar da olmuştur. Karaman
valisine eda edilen 1784 yılı imdad-ı hazeriyyesinin ikinci taksitinin ödenip
ödenmediği ile ilgili emir üzerine bu durum Bozkır mahkemesinde görüşülmüş,
Bozkır ve Belviran kazalarının bunu ödediği belirtilmiştir279
(BOA, AE.SABH I 6638). 22 Ocak 1798’de valinin hazeriyyenin ikinci taksiti olan
700 kuruşu, maden için toplanan nakliye ve mübaşiriyye ücreti olarak toplanan
1.200 kuruştan kesmesi üzerine emin, hazeriyye taksitinin gönderildiğini
bildirmiştir. Ancak 700 kuruş yerine üç bargir gönderen eminin hareketi vali
tarafından kabul görmediğinden hayvanlar geri gönderilmiş ve vali, maden için
toplanan paradan hazeriyyeyi kesmiştir. Bu anlaşmazlığın çözümü için valinin
adamları ile maden emini vekilinin de bulunduğu mahkemede hesaplaşmaları
emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 217-d).
Beyşehir
sancağı mutasarrıfına ödenen hazeriyye ise, sancağın bütün kazaları madene
bağlandığında maden eminine gelir olarak kaydedilmiştir. 12 Şubat 1810’da
Beyşehir sancağı kazalarının hazeriyye olarak her sene maden eminine verdikleri
miktarlar; Beyşehir 700, Seydişehir 600, Kırili 600, Bozkır 400, Kaşaklı 290,
Göçikebir 400 kuruş olmak üzere 2.990 kuruştu (BOA, C.DRB 37; Grafik 1). Bu
hazeriyye sancak mutasarrıflarına verilirken maden eminine gelir olarak
kaydedilmiştir. 1796 yılında da aynı oranda hazeriyye maden eminine gelir
olarak kaydedilmiştir280
(BOA, DRB.d 156: 53-1; BOA, HADR.d 7: 6-3). Yine 23 Aralık 1797’de Beyşehir ve
Kaşaklı kazaları Bozkır madenine bağlı olduğundan sancak mutasarrıflarına
ödenen hazeriyye ve seferiyye maden eminine gelir olarak
279 Bozkır madeni
açılmadan önce de kazadan hazeriyyenin toplandığı ile ilgili örnekler de
vardır. 12 Temmuz 1749 tarihli belgede, Karaman eyaleti valilerinin imdad-ı
hazeriyyelerinden sancaklara tevzi olunan miktarlardan ödenmeyen 45,5 kuruş,
Beyşehir sancağına bağlı Bozkır kazası hissesiydi (KŞS 57: 149-2).
280 30
Kasım 1796 tarihinde verilen hazeriyye miktarı şöyle ifade edilmiştir: “Hazeriyye-i
mutasarrıf-ı livâ-i Beyşehri kazâhâ-i mezkûrîn fîmâ ba‘d beher
sene(kaza-i Beyşehri) 700, (kaza-i Seydişehri) 600, (kaza-i Kırili) 600,
(kaza-i Bozkır) 400, (kaza-i Kaşaklı) 290, (kaza-i Göçikebir) 400 = 2.990…”
(BOA, MEDAD 9: 215-1).
kaydedilmiştir. Fakat Karaman
eyaleti valilerinin hazeriyye ve seferiyyeleri maden emini marifetiyle valiye
teslim edilecekti (BOA, C.DRB 2148). Beyşehir kazasının kömür, kütükkesen,
çakılcı bedeliyesi ve imdad-ı menzil olarak yıllık 5.000 ve Yenişar ahalisinin
de aynı nedenlerle 1.000 kuruş olmak üzere toplam 6.000 kuruş ile sancak
mutasarrıflarına verilen 2.990 kuruş imdad-ı seferiyye ve hazeriyye maden
eminine gelir olarak kaydedilmiştir (BOA, C.DRB 2148; BOA, C.DRB 2726; BOA,
C.DRB 37). Kazalardan toplanacak bu imdadiyyelerle vali ve sancakbeyleri “kapu
halkı” besleyecekler ve göreve çağrıldıklarında bunlarla “sefere
eşecek”lerdi. Fakat başlangıçta her kaza için belirlenen
imdadiyyeler, fiyat artışlarına ve savaş malzemelerindeki pahalılaşmaya rağmen,
yıllarca hiç değişmedi ya da çok yavaş ve düşük düzeyde zamlar oldu (Cezar,
1985: 928). İmdâd-ı seferiyye bir defada toplanma şartına bağlı iken imdâd-ı
hazeriyyenin taksitlerle toplanması usuldendi. Tahsilattan sonra yükümlüye edâ
tezkeresi verilir böylece mükerrer tahsiller önlenmek istenirdi (Tabakoğlu,
2000: 222).
Vezir,
beylerbeyi ve sancak beyi gibi yüksek rütbeli devlet görevlilerinin idarî ve
askerî yükümlülüklerini gereğince yerine getirebilmeleri için ihdas edilen ve
nisbî olarak azalmakta olan eski has gelirlerinin tamamlayıcısı olduğu
anlaşılan imdâdiyyeler varlığını Tanzimat dönemine kadar sürdürmüş, bu dönemde
vergiye çevrilmiştir (Tabakoğlu, 2000: 222).
5.5. Diğer Yükümlülükler ve Vergiler
Yukarıda
ödenen vergiler yanında madene bağlı kazaların ödediği çeşitli bedeller ve
yerine getirmesi gereken yükümlülükler de vardı. Tabiî ki madene bağlı
kazaların en önemli yükümlülüğü değinildiği üzere madenin çeşitli ihtiyaçlarını
karşılamaktı. Ancak bunun yanında sancaklara ait yükümlülüklerden kazalar
hissesine düşen miktarların da kaza ahalisi tarafından yerine getirilmesi
gerekliydi. Seferiyye malzemesi taşımak için gerekli develerin, madene bağlı
Belviran kazasından tedârik edilerek gönderilmesi için 25 Mayıs 1828’de emir
gönderilmiştir (KŞS 74: 99-2).
Konya
sancağından tahsil edilecek “tekâlifât-ı seniyye”den Belviran
kazası ahalisinin %5 hesabıyla belirlenen hisseleri maden emini ve mahkeme
tarafından tahsil edilerek liva tarafına teslim olunması ve serbestiyete aykırı
olarak fazla talepte bulunulmaması konusunda emir verilmiştir. Bu olay emsal
gösterilerek Bozkır madenine bağlı diğer kaza olan Bozkır kazasından Beyşehir
sancağından fermanla talep edilen matlubat-ı Devlet-i Âliyye ve tekalif-i
seniyyeden yüzde beş hesabıyla, hisselerini maden emini marifetiyle Beyşehir
sancağına ödedikten sonra fazla talepte bulunulmaması konusunu içeren 27 Mayıs
1834 tarihli emir maden emini, Bozkır naibi ve liva mütesellimine
gönderilmiştir (BOA, MEDAD 3: 282-1).
Dakîk,
toz haline getirilmiş şey, un anlamlarına gelmektedir (Devellioğlu, 1999:
163). Ordunun Karkın ve İsmil menzilleri zahiresinde kazalardan mürettep
dakikin281 bedeli olan meblağ 5.055 kuruş
dakik bedeliyesi tahsil edilerek mübaşire teslim ile Deraliyye’ye
gönderilmekteydi. Mahkeme bunu toplamakla görevli Bozkır şeyhinin kendi adamı
olan çavuş ile bunu orduya gönderdiğini maden emini, 18-26 Ocak 1800’de
bildirmiştir (BOA, AE.SSLM III 18985). 18 Kasım 1818 tarihinde Çumra
menzilinden Şam’a giden orduya verilen zahire282
bahası Bozkır madeni emininden alınmış ve Bozkır madeni emini bunu teslim
ettiğine dair senedat-ı şeriyye almıştır (BOA, C.AS 21864).
281 23
Aralık-1 Ocak 1728 tarihinde, Keban ve Ergani madenleri için gerekli olan
dakik, ücreti peşin olarak sahibine ödenmek şartıyla bazı kazalardan
toplanmıştır (Ahmet Refik, 1931: 31).
282 Madene
bağlı kazaların menzillere tayin olunan zahire miktarları için bkz. BOA, C.AS
15701; BOA, C.AS 16336.
Bozkır
madenine bağlı yerlerden çeşitli adlarla usulsüz vergi talep edildiği ile
ilgili örnekler de vardır. 16 Nisan 1835 tarihinde, Bozkır kazasına bağlı
Yalıhüyük köyü ahalilerinden Beyşehir dalyan mukataası dahilindedir
denilerek vergi istenmiş ancak bu zamana kadar böyle bir durum olmamıştır.
Balık tutulan göl, Beyşehir ve Seydişehir Gölü’ne bağlı ise de gölün yarısının
maden toprağı olduğu ifade edilerek müdahalenin engellenmesi emredilmiştir
(BOA, C.DRB 1276). Fakat bu tarihten önce verilen bir emirde ise, Bozkır
kazasına bağlı köylerin vergilerini ödemeleri gerektiği belirtilmiştir.
Seydişehir Gölü’nden Bozkır kazasına akan suda Bozkır kazası köylerinden
Sopran, Balıklavı, Yalıhüyük ve Arvana köy ahalileri balık avlamışlardır. 10
Eylül 1830 tarihinde mukataaya bağlı olduğundan dolayı ağ ve balıktan resim
vermeleri gerektiği belirtilince, ahali balıkların resimlerini maden eminine
verdiklerini söylemiş yine de malikane283
tarafına öşür ve resimlerin verilmesi emredilmiştir284
(BOA, MAD.d 9637: 253). Dalyan, balık avlamaya mahsus su üzere çardak (Ahmet
Vefik Paşa, 2000: 109); balığını yavaş yavaş çıkarmak ve kendi tasarrufunda
olarak korumak üzere deniz kenarında, koyda ve boğazda sınırlandırılmış yer
(Şemsettin Sâmi, 1317: 869) için kullanılan bir tabirdir. Beyşehir dalyan
mukataası, Beyşehir sancağına bağlı kazaların gölden balık tutmaları için
oluşturulmuş, sınırları belli balık avlama yerlerini ifade etmektedir.
283 Hadimizade
el-Hâc Ahmet ve oğlu Mustafa Bozkır’a bağlı Balıklağu köyünün balık avlama
öşrünün rub‛ hissesinin kendisine ait olduğunu belirtince, sipahilerin hakkı
verildikten sonra diğerlerinin malikane sahiplerine verilmesi gerektiği
belirtilmiştir (BOA, MAD.d 9637: 257).
284 Bahsedilen
vergiler dışında da madene bağlı kaza ahalilerinden tahsil edilen vergiler
vardı. Ancak madene bağlı kazalarla ilgili diğer vergilere belgelerde
değinilmediği için burada yer verilmemiştir. Örneğin, ianei cihadiye,
muharebe için muvakkaten toplanan bir vergi idi. Bu, her yerin iktidarına göre
merkezden tevzi olunur ve doğrudan doğruya merkeze gönderilirdi (Karamursal,
1989: 182). II. Mahmud’un getirdiği vergilerden biri olan “İane-i Cihadiyye”
redif askerlerinin giderlerini karşılamak için toplanmıştır (Çadırcı, 1997:
106). 15 Nisan 1840 tarihinde Amasya muhassılına gönderilen hükümde,
Gümüşhacıköy madeni eski emini Salih’in 1837 yılına ait Merzifon, Zeytun ve
Hacıköy kazalarından eksik kalan cihadiye akçesinin tahsili emredilmiştir (BOA,
D.DRB.MH 1067/15).
Hiç yorum yok: