BOZKIR MADENİNDE İDÂRÎ-HUKUKÎ DURUM
1. Madenlerin Hukukî
Durumu
1.1. İslam Hukukuna Göre Madenler
Kalanı mülk arazide bulunmuş ise mal sahibinin, metruk ve mevat arazide ise bulanın, miri arazide bulunmuş ise tamamı devletindi. Maliki hukukçular153 ise madenlerin özel mülkiyete konu olamayacağını tamamının devlete ait olduğunu ancak devletin müsaadesi ile özel teşebbüsün madenleri işletebileceğini belirtmişlerdir (Cin-Akgündüz, 1989: 251). Bu görüşü savunanlar, madenleri bazen kötü niyetli kişilerin ele geçirmesiyle karışıklıkların ortaya çıkabileceği fikrinden hareket ederek söylemişlerdir (Zuhayli, 1994: 89). Hukukçular tarafından sıvı madenlerde ise şahsi mülkiyet kabul edilmemiştir (Yeniçeri, 1980: 72). Zira sıvı madenler suya kıyas edilmiş ve bunun sonucunda suya uygulanan154 statü bu madenler için de geçerli olmuştur. Dolayısıyla
25).
152 Diğer
Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de Tanzimat’ın ilanına kadar
beşte bir (hums) alınmıştır (Cin-Akgündüz, 1995: 298).
153 Malikilere
göre, sahibi belli arazide olan madenler o arazi sahibinindir. Devlet
başkanının da olduğu söylenmiştir. Harp ve sulh ile ele geçen topraklar gibi
sahibi belli olmayan mülk arazilerdeki madenler, bir görüşe göre gazilerin
diğer bir görüşe göre ise devletindir (Yeniçeri, 1980: 75). Maliki mezhebine
göre, maden kimsenin mülkiyeti altında olmayan bir toprakta ise bu devlet
yöneticisinin ve onun naibinindir. Şafilere göre madeni keşfetmek, madenlerin
mülk edinilmesine sebep teşkil etmez. Kim ölü bir araziyi ihya eder ve orada
altın ve gümüş gibi bir maden ortaya çıkarsa ona malik olabilir. Hanbelîler
böyle bir durumda sıvı olan madenlere değil yalnızca katı olan madenlere malik
olunabileceğini belirtmişlerdir (Zuhayli, 1994: 91).
154 Peygamberin
suda insanların ortak olduğunu bildiren hadisine dayandırılmıştır (Yeniçeri,
1980:
72).
sıvı madenler toplumun ortak
malıdır ve herkes bundan faydalanma hakkına sahiptir (Aktan, 1986: 42).
İslam
hukukunda, vergilendirme ve mülkiyet problemi ile birlikte madenlerin elde
ediliş biçimi de madenlerin çeşitli kısımlara ayrılmasında etkili olmuştur.
Hanefi mezhebi dışındaki diğer hukuk ekolleri madenleri iki şekilde tasnif
etmiştir. Bu tasnife göre açık madenler; işletilmesi kolay olan, her
ferdin ihtiyaç duyduğu ve istifade edebileceği, kendisinden faydalanmak için
ayrıca izabe ve tasfiye gibi ameliyeye gerek duyulmayan madenlerdir. Yerin
derinliklerinde bulunan, çıkarmak için bir emek harcanan altın, gümüş, demir ve
kurşun gibi madenler ise gizli madenler olarak sınıflandırılmıştır
(Aktan, 1986: 30-31; Yeniçeri, 1980: 71).
Madenlerden
alınacak vergiler konusunda İslam hukukçuları farklı görüşlere sahiptir. Hanefi
mezhebine göre Daru’l-İslam’da sahibi olmayan bir arazide bulunan maden altın,
gümüş ve kurşun gibi dövülebilen ve çekilebilen155
maden türünden ise ganimetlerde olduğu gibi beşte biri156
beytülmale aittir (Zuhayli, 1994: 86). Buna karşılık diğer mezhep imamları ise
madenlerin kırkta bir oranında zekata tabi olduğu görüşündedir (Aktan, 1986:
47). Vergi mükellefinin Müslüman veya gayri Müslim, kadın ya da erkek olmasının
bir önemi olmadığından zimmîler de Müslümanlarla aynı oranda vergiye157
tabi tutulurdu (Aktan, 2003: 308). Kısaca söylemek gerekirse, İslam hukukuna
göre madenlerin hukuki durumunu belirleyen birinci unsur arazinin mülkiyeti,
ikincisi ise madenin cinsiydi.
1.2. Osmanlı Hukukuna Göre Madenler
İslam dini,
Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi dini olması sebebiyle diğer müesseselerde
olduğu gibi maden işletme işinde de İslami esaslar geçerli olmuştur. Fakat
Osmanlı Devleti tamamıyla özel koşullar altında gelişen, Şeriatı aşan bir hukuk
155 Hanefi
mezhebine göre madenler: Altın, gümüş, kurşun, demir, bakır gibi eriyen ve
dökümü yapılabilen katı madenler; kireç, alçı, sürme, zernik gibi eritme
ameliyesi ile erimeyen katı madenler; su, civa, neft, petrol gibi sıvı halinde
olup katılaşmayan madenler olmak üzere üç kısma ayrılmıştır (Yeniçeri, 1980:
70).
156 Bu
fikre “… rikazda da beşte bir vardır” hadisi şerifi dayanak olarak
alınmıştır (Aktan, 1986: 26; Zuhayli, 1994: 86).
157 Verginin
ne zaman alınacağı konusunda, Ebu Hanife ve fukahanın büyük bir kısmı maden
vergilerinin madenler üretildikçe, cevherin ocaktan geçmesinden önce tahsil
edilmesi gerektiği görüşündedir. Ancak Maliki, altın ve gümüş gibi izabe ve
tasfiye edilmesi gerekli olan madenlerin vergilerinin bu işlemlerden sonra
ödeneceğini çünkü vergi miktarının ancak bu durumdan sonra belli olacağını
söyler (Aktan, 2003: 309).
düzeni geliştirmiştir. Buna
imkân veren prensip ise “örftür” yani hükümdarın kendi iradesine dayanarak
Şeriatın kapsamına girmeyen alanlarda kanun koyma158
yetkisidir (İnalcık, 2009: 228). Osmanlı padişahları İslam hukukuna aykırı
olmamak şartıyla çeşitli konularda uygulanan örfi hukuk kurallarını kanunname159
adı altında toplayarak yürürlüğe koymuşlardır. Yeni bir durum karşısında
meseleyi halletmek için verilen her emir, ferman tarzında münferit bir kanun
özelliğini taşımaktaydı. Aynı sahaya ait çeşitli tarihlerde verilmiş olan
emirlerin bir araya getirilmesi ile belirli bazı sahaların hususi kanunları
yahut kanunnameleri oluşmuştur. Daha sonra bu kanunların bir araya toplanması
suretiyle genel bir kanunnamenin ortaya çıktığı söylenebilir (Barkan, 1943:
XX). Gümüş para basılması veya gümrüğe ait fermanlar bu tarzda kanunnamelerdir
(İnalcık, 2009: 237).
Bir düzen
isteyen belli konular üzerinde çıkarılmış fermanlardan oluşan ferman-kanunlar,
çok kez yalnız bir gruba veya bir nevi göreve ait emirlerdir. Burada Osmanlı
İmparatorluğu’nda hukukun şahsiliği prensibi, vergi kanunlarının bölge veya
gruba göre özel niteliği söz konusudur. Bu hükümler, doğrudan doğruya bir grubu
ilgilendirdiği gibi, bir görevliye uygulanacak hususları bildirmiş de olabilir.
Bu son halde üçüncü kişileri bağlayan hükümleri içerir. Bu hükümlerde kanun
maddeleri, genellikle eskiden beri yerleşmiş örf ve âdetlerin onaylanmasını
emreder. Mesela Novobrdo’nın alınmasından (1455) dört beş sene sonra çıkarılmış
olan bir maden kanununda, fetihten önceki uygulamalar yerinde bırakılmıştır.
Bazen de kanun maddeleri zikredilmeyerek genel olarak “olup gelmiş kanuna göre”
hareket edilmesi emredilmiştir. Olup gelmiş kanun, örf ve âdet hukukundan başka
bir şey değildir ve çoğu kez ortadan kalkmış devletin, örf ve âdet halinde
yaşamakta olan kanunlarıdır160
(İnalcık, 2009: 238).
158 Kanun
ve yasa koymanın temel koşulları ise şunlardır: Şeriat dışı bir durum, buna
dair yaygın bir âdetin veya kısasa esas olacak bir genel âdetin varlığı,
hükümdarın iradesi, genel düzenin bunu gerektirmesi (İnalcık, 2009: 228).
159 XV-XVI.
yüzyılda Osmanlı ekonomisini ilgilendiren kanunnameler için bkz. Barkan, 1943.
926/1519-1520 tarihli Karaman Vilayeti Kanunnamesi’nde “…kalay ve kurşun vs. yükünden
iki akçe alına …” (Barkan, 1943: 46) cümlesinden başka madenlerle ilgili
herhangi bir kayıt yoktur.
160 Osmanlı
iktisadi sisteminin dayandığı; iaşe/provizyonizm, fiskalizm ve gelenekçilik
adlarıyla üç prensip ortaya konulmuştur. Provizyonizm, bütün mal ve hizmetlerin
iç pazarda ucuz, bol ve kaliteli olarak tedârik edilmesini öngörmekteydi. Bu
prensibe göre, önce kaza adı verilen idari yapının ihtiyaçları karşılanırdı, bu
ihtiyaç karşılanmadıkça üretimin kaza dışına aktarılmasına izin verilmezdi.
Yurt içi tüm ihtiyaçlar karşılandıktan sonra, fazla kalan mal varsa, onun ihraç
edilmesine müsaade edilirdi. Buna karşılık ithalatın yapılmasında bir kısıtlama
olmamakla birlikte ithalatı kolaylaştırıcı ve
Osmanlı
Devleti’nde madenlerin mülkiyeti konusunda bilgi sahibi olmak için, madenin
bulunduğu arazinin mülkiyetinin161
kime ait olduğunu bilmek gerekmektedir. Osmanlı Devleti’nde araziler, mülk,
miri, metrûk, mevat ve mevkûf olmak üzere beş kısımdan oluşmaktadır. Eğer
madenin bulunduğu arazi tasarruf ediliyorsa, bu araziyi işleten kişinin gücünün
yetmesi halinde beşte birini devlete vermek suretiyle madeni işletmesine izin
verilirdi. Ancak araziyi kullanan kişinin madeni işletmeye gücü yetmezse o
zaman devlet tarafından ya da gücü yeten bir başka kişi tarafından işletilmesi
söz konusu olurdu162.
Yani dikkate alınan husus mülkiyet hakkından ziyade madenin boş kalmaması yani
işletilmesiydi. Metruk ve mevkuf arazide de esas olan madenin işletilmesiydi.
Bursa’da Hüdavendigar vakıf arazisinde Gümüş Deresi denilen yerde çıkan maden
konusunda diğer madenlerde uygulanan kurallar uygulanmıştır (Çağatay, 1943:
120).
Osmanlı
madencilik hukukunu anlamak için çıkarılan maden kanunlarını da bilmek
gerekmektedir. Osmanlı madenciliği hakkında bilgi veren maden kanunlarından
ilki Robert Anhegger tarafından yayınlanmıştır. Beş sayfa ve 21 paragraftan
oluşan maden kanunu 1525 yılına aittir (Tızlak, 1997a: 8). İkinci kanun
teşvik edici bir politika
izlenmiştir (Genç, 2005a: 45-47). Fiskalizm ise, hazineye ait gelirleri mümkün
olduğu kadar yüksek seviyeye çıkarmaya çalışmak ve ulaştığı düzeyin altına
inmesini engelleme prensibidir. Bir yandan gelirleri yükseltme, diğer yandan
harcamaları kısma şeklindeki görüştür de denilebilir (Genç, 2005a: 50).
Gelenekçilik, sosyal ve iktisadi ilişkilerde oluşan dengeleri, mümkün olduğunca
muhafaza ederek değişim eğilimlerini engelleme ve herhangi bir değişiklik
ortaya çıktığında tekrar eskiye dönmeye çalış maktır. Burada hedef, üretim ile
tüketimin dengede tutulmasıdır. Kadimden olagelene aykırı iş yapılmaması
deyimindeki kadim bir kanunnamede; kadim oldur ki, onun öncesini
kimse hatırlamaz, sözü gelenekçiliğin ne ölçüde yerleştiğini göstermektedir
(Genç, 2005a: 48-49). Bozkır madeni ile ilgili ortaya çıkan sorunların çözümünde
kanun-ı kadime atıf yapılmasına bakılarak, Osmanlı madencilik kurallarının
uygulanması nda gelenekçilik prensibinin uygulandığı söylenebilir. Fakat Bozkır
madeninde üretilen kurşun, altın ve gümüşün bir miktar ı vergi olarak
alındıktan sonra, geri kalanının devlet adına satın alınması ve bu madenlerin
öncelikli olarak darphanenin ihtiyaçlarının karşılanmasına ayrıldığı
görülmektedir. Devletçi bir tekelin izlendiği madencilik sektöründe devletin
ihtiyacı karşılandıktan sonra diğer sektörlere de belirli miktarda madenler
dağıtılırd ı. Bu bakımdan kuralların uygulanması açısından gelenekçi bir yapı
izlenirken, Bozkır madeninde yapılan üretimin vergi ya da satın alma yoluyla
devlete geçmesi fiskalizm prensibinin uygulandığını göstermektedir. Bozkır
kazasında yapılan zirai üretimin satın alınması yönündeki isteklere önce
kazanın ihtiyaçlarının karşılanması cevabına bakarak ise provizyonizm
prensibinin uygulandığı söylenebilir. Bozkır madeni emanetinin iyi
yönetilmesini sağlamak amacıyla bu üç prensip de Bozkır madeninde
uygulanmıştır.
161
Eylül 1664 tarihinde, Vultıçrın
kasabasında uzun zamandır boş olan araziler mukataa emini Ahmet tarafından
10.000 akçe resm-i tapu karşılığında satılmış ve bu araziler üzerinde bulunan
maden kuyularında cevher çıkmıştır. Bunun üzerine beş dirhemde bir dirhem öşr-i
mirisi mukataa emini Ahmet’e verilmiştir (BOA, İE.MDN 78).
162 Trebce’de, dedesinden kalan bir mülkteki maden için madencilerin karışmaması yönündeki ilgilinin isteği kabul edilmiştir. Ancak bir süre sonra madeni boş bıraktığı gerekçesiyle bu şahsın mülkü olan maden kuyuları elinden alınarak başka bir işletmeciye verilmiştir (Çağatay, 1943: 120).
ise, 1536 tarihli olup, “Turski
Rudarski Zakoni” adıyla Fehim Spaho tarafından yayınlanmıştır163.
Üçüncüsü ise, II. Mehmet ve II. Bayezit dönemlerine ait maden kanunlarını
içeren “Kānūnnāme-i Sultānî Ber Mūceb-i ‛Örf-i ‛Osmānî”dir.
Divanda malî konulara örnek ve kaynak vazifesi görmek üzere hazırlanmış bir
kanunnamedir. Zira berat örnekleri yahut darphane, para ve kıymetli madenler
ile gümrük gibi konular genelde defterdar ve nişancıyı ilgilendirmektedir
(Anhegger-İnalcık, 2000: XIV). “Der Ahvâl-i Ma‛âdin ve Memleha ve Kavânîn-i
Bîlâd-ı Mahsusa164”
isimli bölümünde madenler hakkında bilgi veren, Hezarfen Hüseyin Efendi
tarafından kaleme alınan, “Telhisü’l-Beyân Fî Kavânîn-i Âl-i Osman” adlı
kanunname de madencilik açısından önemlidir. Maden kanunları, arşivde bulunan
belgelerde çok fazla bilgi verilmeyen maden kuyularının işletilmesi, orada
bulunan görevliler gibi konular hakkında bilgi vermesi açısından son derece
önemlidir. Bunlara ek olarak çeşitli maden kanunları ya da Osmanlı maden hukuku
ile ilgili çalışmalar yapan Anhegger165,
Akgündüz166, Beldiceanu167,
Ahmet Refik168
ve Çağatay’ın169
çalışmaları ile son yıllarda madencilik alanındaki Tızlak170,
Altunbay171, Yorulmaz172,
Balcı173 Quataert’in174
çalışmaları da önemlidir.
163 “Kânûn ve
Tertibât-ı Me‛âden, Kânûn ve
Tertibât-ı Şâhî fî’l-me‛âden,
Kânûn-ı Kadîm-i Sâs ve
‛âdet-i Nâs-ı Me‛âden” gibi
bölümlerden oluşmaktadır bkz. Spaho, 1913: 139-162.
164 Bkz.
İlgürel, 1998: 255-257. Madencilik ile ilgili bölüm Fahrettin Tızlak (Bkz.
Tızlak, 1997a: 213-214) ve Anhegger tarafından da (Bkz. Anhegger, 1944:
346-348) yayınlanmıştır.
165 Osmanlı
İmparatorluğunda Madenler ve Madencilik I Rumeli adını
taşıyan iki ciltlik eseri önemlidir. Robert Anhegger, Beitraege
zur Geschichte des Bergbaus im Osmanischen Reich I Europaeische Türkei,
I, İstanbul 1943; Robert Anhegger, Beitraege zur Geschichte des
Bergbaus im Osmanischen Reich I Europaeische Türkei, II, İstanbul
1944.
166 Ahmet
Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, I-II,
İstanbul, 1990.
167 Nicorâ
Beldiceanu, Les Actes Des Premiers Sultans Conserves Dans Les Manuscrits
Turcs De La Bibliotheque Nationale a Paris II Reglements Miniers
1390-1512, Paris 1964.
168 Ahmet
Refik, Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri (967-1200), Devlet
Matbaası, İstanbul 1931.
169 Neşet
Çağatay, Osmanlı Devletinde Maden İşletme Hukuku, AÜDTCF,
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1942. Aynı yazarın madencilikle ilgili diğer
çalışmaları için bibliyografya bölümüne bkz.
170 Fahrettin
Tızlak, Osmanlı Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik
(1775-1850), Ankara, 1997.
171 Mustafa
Altunbay, 15-18. Yüzyıllar Arasında Osmanlı Devleti’nde Madenler ve
Madencilik., Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Trabzon 1998; Mustafa Altunbay, Osmanlı
Döneminde Bir Maden İşletmesinin Tarihi Süreci: Sidrekapsi,
İÜSBE Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2010.
172 Şerife
Yorulmaz, Aydın Vilayeti’nde Madenler (1850-1908), Dokuz Eylül
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora
Tezi, İzmir 1994.
173 Ercümen
Balcı, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Maden İşletmeleri
(Bulgardağı Maden İşletmesi Örneği) 1825-1908, İ.Ü
SBE Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2001; Ercümen Balcı,
Osmanlı Maden Rejiminde Nizamnâmeler Dönemi ve İmtiyazlar, İÜSBE
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul 1994.
İİ.
Bayezid dönemi Osmanlı maden
kanunlarının standardizasyonu ve kanun halinde toparlanması açısından
önemlidir. Sakson maden kanunları Osmanlı maden kanunnamelerini etkilemiştir
(Murphey, 1986: 975). XII-XIII. yüzyıllarda Orta Almanya’dan Sırbistan ve
Bosna’ya göç eden Sakson madenciler, mevcut ocakları ıslah ederek, bunları
teknik ve hukuki açıdan Almanya ve Bohemya modeline göre uyarlamışlardır. Bu
nedenle Osmanlı kanunnamelerinde geçen madencilikle ilgili birçok terim Almanya
kaynaklıdır (Altunbay, 1998: 13). Yani Balkanlarda
Osmanlı’dan önce uygulanan
Saksonya175 menşeli maden kanunları,
Osmanlılar tarafından bazı değişikliklerle devam ettirilmiştir (Tızlak, 1997a:
6). Ahmet Akgündüz ise bu konuda şu şekilde görüş belirtmiştir. Yıldırım
Bayezid Han, Novoberdo kalesini ve buraya bağlı yerleri aldığı zaman bu yerleri
kendisine itaat eden İstefan’a vermiştir. Novoberdo’ya gelen İstefan
madencilere madenlerin işletme kaidelerini sormuş, bunların yazılı hale
getirilmesini emretmiş ve 24 kişiden kurulu madenciler heyetinin hazırladığı
metni tasdik ederek yürürlüğe koymuştur. Bu kanun esasları, Osmanlı ulu’l-emri
tarafından da şer-i şerife muhalif olmadığı için muhafaza olunmuştur.
Rumeli’deki birçok kanunların, eski Avrupa kanunlarından alındığı
iddiasının
aslı budur. Ve mesele görüldüğü tarzda değildir176
(Akgündüz, 1990b: 545).
Madenleri ilgilendiren çeşitli konularda, arşiv belgelerinde, “kânûn-ı kadîm”e atıfta bulunulmaktaydı. Bu durum ortaya çıkan sorunların çözümü için eski Osmanlı maden kanunlarının hatırlatılması olmalıdır. Zira Osmanlı Devleti bütün madenlere
174 Donald
Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet Zonguldak
Kömür Havzası, 1822-1920, (Çev. Nilay Özok Gündoğan-Azat Zana
Gündoğan), İstanbul 2009.
175 Yalnızca
Orta Avrupa’da değil tüm dünyada madencilik sektörünün gelişmesinde öncülüğü
Alman madenciler yapmıştır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde kullanılan, madenciliğe
ilişkin sözcük ve deyimlerin incelenmesinden anlaşıldığına göre bunlar önemli
ölçüde Almanca kökenlidir. Çünkü gerek yeni maden ocaklarının açılmasına
gerekse var olanların geliştirilmesine öncülük edenler Almanlar olmuştur.
Almanya’nın doğu ve güneydoğu Avrupa içlerine doğru yayılması sırasında, Slavların
ve Macarların elindeki yörelere göçenlerle birlikte madenciler de gitmişlerdi.
Buralarda işgal eylemi ve madencilik bir arada yürütülmüştür (Gimpel, 1996:
66-67).
176 İslam
hukuku, devlete ait arazilerdeki madenlerin tasarruf şeklini, amme maslahatına
uyulması şartıyla devlete bırakmıştır. Osmanlı devleti de bu salâhiyetten
istifade ederek, Sas madeni kanunlarını, eskiden beri devam eden işletme
esaslarını temel kabul ederek ve bunların İslama muhalif yönlerini düzelterek
aynen iktibas yoluna gitmiştir (Akgündüz, 1993: 666).
tek tek kanunlar çıkarmamıştır.
Belgelerde “kanûn-ı kadîm177”
(BOA, MEDAD 9: 182-d) diye geçen hususun yukarıda bahsedilen kanunnamelere atıf
olduğu düşünülmektedir. 18 Mayıs 1780 tarihinde Bozkır madeninde üretilen altın
ve gümüşten alınacak vergiler ile bu madenlerin devlet tarafından satın alma
fiyatlarında Gümüşhane madeni örnek gösterilirken (BOA, MEDAD 8: 639-2) yine Bozkır
madeni üretimi kurşunda, Gümüşhane ve Ergani madenlerinde üretilen bakırdan
alınan vergi ve satın alma fiyatları esas alınmıştır (BOA, MEDAD 8: 639-1).
Fakat aynı tarihte, kurşuna uygulanan fiyat nedeniyle diğer madenlerle yapılan
karşılaştırma sonucunda, Bozkır madeni kurşunları için Sidrekapsi ve Karaton
madenlerindeki satın alma fiyatı uygulanmaya başlanmıştır (BOA, MEDAD 8:
640-2). 31 Ekim 1787 tarihinde, Bozkır madeni yeniden açıldığı zaman altın ve
gümüşten alınacak vergiler ile bu madenlerin devlet tarafından satın alma
fiyatlarında yine Gümüşhane madeni örnek alınmıştır (BOA, MEDAD 9: 174-1).
Kurşunda ise Gümüşhane ve Ergani madenlerinde üretilen bakırdan alınan vergi ve
satın alma fiyatları esas alınmıştır (BOA, MEDAD 9: 174-2). Bütün bu örnekler
her maden için ayrı bir kanun uygulama yerine bütün madenlere aynı usullerin
uygulandığını göstermektedir. Bu anlamda yukarıda bahsedilen kanunnamelerin
Bozkır madeninde de uygulandığını söylemek mümkündür. Ancak Anadolu’daki
madenler ile Rumeli’deki madenlerin aynı şekilde ve madencilik alanında aynı
terimler kullanılarak işletildiğini söylemek mümkün değildir. Bunun temel
nedeni olarak Anadolu madenciliğinin kendi özelinde gelişmesidir. Temel
konularda aynı uygulamalar geçerli olmakla birlikte178
mevcut farklılıklardan en barizi, madencilik sahasında görevli kişilerin
unvanlarının farklı olmasıdır. Osmanlıların bu iki maden bölgesindeki
farklılığı, madencilik alanındaki yerel âdetlere bağlamak mümkündür. Osmanlı
madenciliğinin 1776-1839 tarihleri arasındaki durumu hakkında, Bozkır
177 Kanûn-i
kadîm, eski sultanlar döneminde uygulanmış ve faydaları görülmüş kanun ve
kaideler bütününü ifade etmektedir. Osmanlı nasihat yazarları kanûn-i kadîmin
ideal biçimiyle uygulandığı devletin olgunluk çağının Kanuni Sultan Süleyman
veya Yavuz Sultan Selim devri olduğu kanaatindedirler (Öz, 2005: 117-118). “Kadîm
olan odur ki onun evvelini kimse hatırlamaz” şeklinde
17.
yüzyıl sonuna ait kanunnamede geçmiştir (Genç, 2005a: 92).
Bu durumda nasıl ortaya çıktığını kimsenin bilmediği fakat tecrübe sonucu
kullanılan ve fayda sağlanan uygulamaların, eskiden beri kullanıldığını ifade
etmek için kullanılmıştır, denilebilir.
178 Vergi
konusunda aynı uygulamalar geçerlidir.
madeninden hareketle ayrıntılı
bilgi verildiğinden burada daha fazla ayrıntıya girilmemiştir.
1858 tarihli
arazi179 kanunnamesine göre arazi-i
miriye ve arazi-i mevkufe-i gayr-i sahihada ortaya çıkan madenler devlete
aittir. Çünkü bu toprakların rakabesi devlete ait olup, bu araziyi kullananlar
kiracı konumundadır. Arazi-i metruke ve mevatta ortaya çıkan madenler, beşte
biri alındıktan sonra, bulan kimseye ait olur. Arazi-i mevkufe-i sahihada zuhur
iden madenler vakfa aittir. Arazi-i miriye-i mevkufede ortaya çıkan bir madende
arazinin değeri mutasarrıfına verilir (Çağatay, 1942a: 15). Mülk arazilerde
ortaya çıkan maden ise sahibine ait olur. Arazi-i öşriye ve haraciyede çıkan
izabeye külliyetli madenlerin beşte biri devlete, kalanı arazi sahibine aittir180
(Kubalı, 1944: 797).
1858 yılında
toprak rejimi ve mülkiyetinin tespit eden bir kanunname çıkarılması, yabancı
devletlerle yapılan ticaret antlaşmalarının sonucu işlenmiş madenlerin Osmanlı
piyasasını istila etmesi ve Osmanlı Devleti’nin maden sanayisinin değerini anlaması
üzerine 17 Temmuz 1861181
tarihinde bir maâdin nizamnamesi hazırlandı (Karal, 1988: 246-247). Böylece
uzun süre devam eden
179 Osmanlı
toprak rejiminin geçirdiği aşamalar için bkz. Ömer Lütfi Barkan, Türk Toprak
Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi, Tanzimat
I, İstanbul 1999, s.321-421.
180 27
Mart 1866 tarihli belgeye göre çeşitli arazilerde ortaya çıkan madenlerin
durumu şöyledir: Melfûf-ı takrîr mutâla‛a ve arâzi-i kânûnnâme-i hümâyûna
mürâca‛at olundukda her kimin ‛uhdesinde olursa olsun arâzi-i mîriyeden bir
mahalde zuhûr iden altûn ve gümüş ve nühas envâ-i ahcâr ve alçı ve kükürd ve
güherçile ve zımpara ve kömür ve tuz ma‛denleri ve me‛âden-i sâ’ire cânib-i
beytü’l-mâle ‛âid olub arâzi mutasarrıflarının hîç bir ma‛deni zabt itmeğe
veyahud çıkan ma‛denden hisse almağa salâhiyetleri yokdur kezâlik tahsîsât
kabîlinden olan arâzi-i mevkûfede zuhûr iden bi’l-cümle me‛âden cânib-i
beytü’l-mâle ‛âid olub gerek arâzi mutasarrıfları tarafından ve gerek cânib-i
vakfdan dahl ve ta‛arruz olunamaz fakat gerek arâzi-i mîriyeden ve gerek zikr
olunan arâzi-i mevkûfeden me‛âden-i mezkûrenin ihrâcıyla zirâ‛at ve tasarrufdan
ta‛dîli icâb iden mikdârı mahallin değer bahâsı mutasarrıfına virilmek lâzım
gelür ve arâzi-i metrûke ile arâzi-i mevâtta bulunan me‛âdenin humsu
beytü’l-mâle ve bâkîsi bulan kimseye ‛âid olur ammâ evkâf-ı sahîhadan olan
arâziden zuhûr iden ma‛denler cânib-i vakfa ‛âid olur derûn-ı kurâ ve
kasabâtdan olan mülk arsalarda zuhûr iden me‛âden cümleten sâhibine ‛âid olur
ve arâzi-i ‛öşriyye ve haraciyyede zuhûr idüb izâbeye kâbili olan ma‛denlerin
humsu cânib-i beytü’l-mâle ve bâkîsi arâzi sâhibine ‛âid olur ve izâbe idilmek
kâbili olmayan me‛âden cümleten sâhibine ‛âid olur ve bi’l-cümle arâzide
bulunub mâlik ve sâhibi olmayan meskûkât-ı ‛atîka ve cedîde ve defâ’in-i
mütenevvi‛anın ahkâmı kütüb-i fıkhıyyede tafsîl olunmuşdur deyü kânunnâme-i
mezkûrun yüz yedinci maddesinden münderic olmağla emru fermân (BOA, C.DRB
2809). Bu metnin arazi kanunnamesinde bulunan 107. maddesi için bkz. Kubalı,
1944: 797.
181 Bu
nizamnameyle ilgili 9 Zî’lka‘de 1277 tarihli tahrirat için bkz. Tızlak, 1995; 9
Muharrem 1278 tarihli hattı hümayun sureti için bkz. BOA, C.DRB 2044: 2-14.
kanunname geleneği182
Tanzimat Dönemi’nde sona ermiş ve akabinde nizamnameler devri başlamıştır. 1861
tarihli ilk maadin nizamnamesinde, bir madenin imtiyaz olarak verilebileceği,
hazine tarafından aynen ya da nakden maden idaresince belirlenen oran üzerinden
gelir alınabileceği hükme bağlanmıştır. İlk maden nizamnamesinden sonra 17 Mart
1869, 7 Eylül1887183
ve 9 Nisan 1906 tarihlerinde184
de maadin nizamnameleri185
çıkarılmıştır (Balcı 1994: 50; Keskin, 2005: 154-176).
2. Osmanlı Devleti’nde Maden İşletme
Usulleri
Osmanlı
devletinde madenleri işletme tarzları ile ilgili farklı görüşler ortaya
konulmuştur. Madenlerin yönetiminin emanet, iltizam ve ihale tarzlarıyla
işletildiğini ifade eden görüşler olduğu gibi (Murphey, 1986: 974) madenleri
işletme usullerini iltizam, emanet ve malikâne olarak belirten araştırmacılar
da vardır186 (Tızlak, 1997a: 11). Bir başka
araştırmacı ise Osmanlı madenlerinin idare ve işletme tarzlarını üç başlık
halinde incelemiştir. Bunlar, doğrudan doğruya devlet tarafından işletilen
madenlerin idare tarzı, devlet yardımı ve nezareti altında madenciler
tarafından işletilen madenlerin idare tarzı ile muayyen müddetle kesime vermek veya
sarraf yazılmak suretiyle işletilen madenlerin idare tarzıdır187
(Çağatay, 1942a: 26: Çağatay, 1943: 123). Bu işletme tarzlarından hangisinin
maden üretiminde
182 Özellikle
XV ve XVI. yüzyıllarda yayınlanan kanunnamelere sonraki yıllarda atıflar
yapıldığı görülmekle birlikte nizamnameye geçiş aralığında madenlerle ilgili
layihalar da yayınlanmıştır. III. Murat döneminde hazırlandığı tahmin edilen
bir layiha için bkz. Akgündüz, 1990a: 158-163. Tanzimat dönemi ile madenlerde
Avrupa usulünün uygulanmaya çalışıldığı ve bunun için Avrupalı mühendisler
getirildiği ve onların raporlarına göre madenlerin yeniden yapılandırıldığı da
unutulmamalıdır (BOA, MHM.d 252: 121).
183 Bu
nizamnamede 1901 ve 1905 yıllarında değişiklikler yapılmıştır (Balcı, 1994:
50).
184Bu
nizamname nedeniyle, madencilik işletmecilikten ziyade maden haklarının
alışverişine dayanan bir ticaret şeklini almıştır. Maden hakkını ele geçiren,
bu hakkını tutturabildiği bir fiyata başkasına devrediyor, devralan ise uygun
bir zamanda bu hakkını karla yine bir başkasına satıyordu. Bu suretle maden
hakkını alıp satmak memlekette kârlı bir ticaret haline gelmiştir. Bu
faaliyetin önünün alınması için 1906 tarihli maden kanununun değiştirilmesi
gerekmekteydi (Eldem, 1994: 176).
185 Bu
nizamnameler için bkz. Keskin, 2005: 154-176; Balcı, 1994: 50-61.
186 Aslında
bu görüş genel anlamda mukataaların yönetim tarzları ile alakalıdır. Mukataa,
devlet işletmesi veya devlete ait bir gelir payının tahsili için kullanılırdı.
Mukataalar da devlete ait gelirlerin tahsili veya bir tekel haline getirilen
herhangi bir kuruluşun işletme hakkı veya yer altı servetlerinden devlet payına
düşen kısmı toplamak veya gerektiğinde bu kaynakları işletenlerden çıkardıkları
madeni satın alma tekeli (monopson) kurmak, (altın, gümüş, bakır madenleri
gibi) şekillerinde işletilen üretim birimleriydi (Tabakoğlu, 1985: 120) diyen
Tabakoğlu, mukataaların işletme tarzlarını iltizam, emanet ve malikâne
yöntemleri olarak sayarken Baki Çakır da mukataaların yönetimini bu üç tarzda
ele almıştır (Çakır, 2003: 115).
187 Yücel
Özkaya da bu görüşü kabul etmiştir (Özkaya, 2008: 301).
uygulandığını belirleyen
unsurlardan biri sermaye miktarıdır. Buna ek olarak bu usullerin seçiminde
başka etkenler de vardı. Maden için gerekli ekipman, yakıt, maden işçilerinin
ücretleri gibi giderler oldukça ciddiydi. Bu tür yatırımlar bireysel bir
yatırımcının çok ötesinde olduğundan bu tür yatırımlar ya devlet tarafından ya
da yatırım ortaklığı şeklinde yapılmaktaydı (Murphey, 1986: 974). Aşağıda
değinileceği üzere, madenleri işletme tarzlarının belirlenmesinde etkili olan
unsurları sadece sermaye ile açıklamak da yeterli değildir. Bu çalışmada,
Osmanlı madenlerinin yönetim tarzları emanet, iltizam ve ihale olmak üzere üç
başlık halinde incelenecektir.
2.1. Emanet
Emanet,
lügatte emin olmak manasındadır. Istılahta ise, emin sayılan ve ittihaz edilen
kimsenin yanında başkasına ait bulunan maldır. Burada tanımlanan emanet normal
bir eşya ile ilgilidir. Emaneten verilen mal güzelce muhafaza edilmeli ve talep
edilmesi halinde iade edilmelidir. Bunlara ek olarak emin, kendisine verilen ve
kaybolan malın bedelini ödemek zorunda değildir188
(Bilmen, 1967: 145, 147-148). Bir eşyanın emanet olarak bırakılması ile madenin
emanet olarak idaresi, benzer şartları ihtiva etmektedir. Maden eminleri, maden
emanetini iyi muhafaza etmek, maden bölgesinden iyi üretim yapmakla yükümlü
olmakla birlikte madenin zarara uğradığı durumlarda bunu tazmin etmezlerdi.
Ancak kötü bir yönetim söz konusu olursa eminler görevden alınırdı.
Neşet
Çağatay, devlet yardımı ve nezareti ile madenciler tarafından işletilen
madenler adıyla bir işletme tarzından bahsetmektedir (Çağatay, 1942a: 31). Bu
işletme tarzı emanet usulü işletme tarzının karşılığı olmalıdır. Doğrudan
devlet tarafından yönetilen madenlerin genellikle terk edilmiş ya da
kullanılmayan madenler oldukları ya da kârlılığı artırmak için daha ciddi
finansman gereken madenler olduğu da iddia edilmiştir (Murphey, 1986: 974).
Devlet, İnegöl’deki gümüş madenine 150.000 akçe kaynak sağlayarak, dört yeni su
çarkı kurmuştur. Özel yatırımcılar tarafından yetersiz fon bahanesiyle terk
edilen madenin masrafları devlet tarafından karşılanmıştır (Murphey, 1986:
974). Osmanlı devletinde emaneten
188 Ancak
kişi bu malın zarar görmesine bilerek, ölçüsüz, aşırı ve kusurlu davranarak
sebep olmuşsa o zaman sorumlu tutulurdu (Aktan, 1995: 84).
idare edilen mukataaların
genelde az gelir getiren, özel teşebbüsün pek ilgi göstermediği gelir
kaynakları olduğu yönünde benzer bir görüş daha vardır (Tızlak 1997b: 705).
Bu görüşlere
tamamen katılmak mümkün değildir. Zira Keban-Ergani189,
Gümüşhane, Bereketli ve Bozkır gibi devlet için önemli ve büyük madenlerin de
emanet usulüyle idare edildiği dönemler vardır. Ayrıca işletme tarzlarını
belirleyen tek unsur elde edilen gelir de değildir. Madenlerin idare tarzını
belirlemeyi sadece bir nedene bağlamak yeterli değildir. Zira zaman, yer,
sermayenin karşılanması ve madenlerdeki üretim düşüşü gibi durumlar madenlerin
yönetim tarzlarını belirlemede etkili olmuştur. Ayrıca madenlere ait sermayenin
kaynağı, madenlerin yöneticilerinin görev süreleri, arazilerin mülkiyeti,
madenlerin işletilmesinin devlet ya da özel teşebbüs tarafından yapılması gibi
sebepler de madenleri işletme usullerinden hangisinin uygulanacağının
belirleyicisi olmuştur.
Emanet, ya
mültezimlere çekici gelmeyen ya da madenler gibi stratejik önemlerinden dolayı
devlet tarafından denetlenmesi gereken işletmelerdir. Osmanlı maliye
geleneğinde emanet iltizama tercih edilmesi gereken bir yöntem olarak
değerlendirilmiştir (Tabakoğlu, 1985: 128). Devletin emanet usulünü
benimsemesinin nedeni190
ise, mültezimlerin kendi çıkarlarını düşünmeleriydi. XVI. yüzyılda ülkeye bol
miktarda ve ucuz bir şekilde giren Amerikan gümüşü nedeniyle birçok maden ocağı
kapanmıştır. Bunun sebebi ise, mültezimlerin bir sürü zahmetli işlemden sonra
elde edilen gümüş üretmek yerine, piyasadan ucuz Amerikan gümüşü satın alıp
devlete verme yoluna gitmeleriydi (Sahillioğlu, 1978: 14). Bozkır madeninde
altın cevheri Sarıot isimli yerden çıkarılmaktaydı. Burada gümüş ve kurşun az
olduğundan madenciler masraflarına yetmediğini ifade ederek gümüş ve altın
fiyatına zam yapılmasını istemişlerdir. Bu gerçekleşmezse yarısı sarıot tabir olunan
cevherden ve yarısı kurşunlu cevherden imâl etme yönündeki talepleri kabul
edilmiştir (BOA, HAT 2/55.A). 28 Eylül 1787 tarihinde, madencilerin fırınların
çoğunda altın ve gümüş imâl etmesi gerekirken kurşun imâl ettiği ve böyle
olursa tedib olunacakları belirtilmiştir (BOA, C.DRB 2748). 1 Kasım 1787‘de de
189 Emanet
sisteminin Keban ve Ergani madenlerinde uygulanması için bkz. Tızlak, 1999b,
925-939.
190Emanet
usulü devletin maden mevzuatı konusunda sahip olduğu miri rejimi yani devletçi
ve tekelci zihniyetin esaslarına uygun olduğundan da uygulanmıştır (Tızlak,
1993: 294).
madenciler kurşunlu cevher
imâlini altına tercih ederek altını fazla imâl etmemişlerdir (BOA, MEDAD 9:
175-2; BOA, C.DRB 2739). Bu örnekler göstermektedir ki madenciler kendileri
için daha kârlı gördüğü kurşun imaline yönelmişlerdir. Madenciler daha da ileri
giderek gümüş ya da altını üretmek yerine piyasadan satın alarak devlete
vermeyi tercih etmişlerdir (Sahillioğlu, 1978: 14).
Madeni
hümayunu şahaneden191
(BOA, C.DRB 1686), maden-i miriyeden (BOA, C.DRB 2047) diye tanımlanan Bozkır
madeni, açıldığı192
1776 yılından (BOA, MEDAD 1: 754-2) kapatıldığı Mart 1839’a kadar emanet
usulüyle idare edilmiştir193
(BOA, C.DRB 1712). Bozkır madeninde emanet usulü hâsılat ve taahhüt tarzında
iki şekilde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi madende ne kadar üretim
yapılırsa gönderilmesi üzerine kurulu sistemdir. Bu tarzda temel amaç her zaman
daha fazla üretim yapmaktır. Fakat önceki senelere göre üretimdeki düşüşten
maden eminleri sorumlu tutulmamışlardır. İkinci uygulama ise, emin atamaları
yine emanet usulü ile işletmek şartıyla belirli oranda bir cevher üretmenin
taahhüt edilmesiyle yapılmıştır.
Emanet usulüne
göre devlet, maden bölgesine emin adını verdiği bir görevliyi gönderirdi. Bu
görevliye madenin büyüklüğüne göre bir sermaye verilirdi. Verilen bu sermaye
emin tarafından maden işlerinin yürütülmesi ve elde edilen ürünlerin devlet
adına satın alınması için kullanılırdı (BOA, C.DRB 37; BOA C.DRB 2969). Maden
emini, kendisine gönderilen sermayeyi cevherin çıkarılması ve işlenmesinde
kullanılmak üzere madencilere verirdi. Bu şekilde madenciler finansa edilmiş
olurdu.
191 Bozkır
madeni için, padişahın malı anlamına gelen ceybi hümayun malı terimi de
kullanılmıştır (BOA, DRB.d 1027).
192 “…hasılatı
zahire ihraç ettirilmemek için darphane-i amire tarafından imâl ve idare
olunub, ancak sene-i merkumeden müceddeden miri meaden kayd ve min ba‛d
hesapları canib-i miri ile ruyet olunmak üzere” (BOA, MEDAD 8: 638-1)
ifadesinden 1780 yılına kadar Bozkır madenindeki organizasyonun tamamlandığı
anlaşılmaktadır.
193 6
Nisan 1837’de Bozkır madeni Karaman müşiri Ali Paşa’ya ihale olunmuştur (BOA,
HAT 1321/51571). Müşir de gönderdiği tahriratında Bozkır madeni eminliğine Ömer
Bey’i atadığını bildirmiştir (BOA, HAT 682/33214). 1837 yılında Bozkır
madeninin 25.000 kuruş semen karşılığı Ömer Beye ihale edildiği kayıtlıdır
(BOA, C.DRB 1712; BOA, DRB.d 165). Madendeki tek farklı uygulama budur. Fakat
burada gözden kaçmaması gereken nokta Bozkır madeni emaneti Konya müşiri Ali
Paşa’ya verilmiş, o da böyle bir uygulamaya gitmiştir. Zira ertesi yıl yine
maden, emanet usulü üzere vali Ali Paşa’ya verilmiştir (BOA, C.DRB 1712).
Buradaki uygulama müşirin yerine birini vekil olarak ataması, taahhüt üzere
verilecek miktarı vermesi karşılığında Ömer Bey’den belli bir miktar para
almıştır. Dolayısıyla vekaletten de biraz farklı bir uygulama söz konusudur.
Ömer Bey bu meblağ karşılığında zarar ve kardan sorumlu olmuştur.
Fakat madencilere verilen bu
para avans194
niteliğinde idi. Zira üretilen cevherlerin devlete ait olan hissesi düşüldükten
sonra kalan madenler, belirlenen fiyat üzerinden devlet adına satın alınırdı.
Satın alma işlemi esnasında, madencilere verilen bu para satın alınacak
cevherin değerinden düşülürdü. Her yılsonunda ya da emin değişikliğinde
eminlere verilen sermaye ile elde edilen ürünlerin muhasebesi yapılırdı195.
Madencilere avans olarak verilen bu sermaye akçesi doğrudan hazineden
verilmekle birlikte, madene bağlı kazalardan alınan kömür bedeli ve imdad-ı
maden adıyla alınanlar (BOA, C.DRB 475); madene bağlı kazalardan tahsil edilen
kömür, kütükkesen, çakılcı bedeliyesi ve imdad-ı menzil ile sancak
mutasarrıflarına verilen hazeriyye akçesi de bu sermayeye dâhil edilmiştir
(BOA, C.DRB 1686).
Maden emini
madenle ilgili görevlerini yerine getirirken madenin durumuna göre belirli bir
maaş alırdı. Fakat görevi esnasında oluşabilecek riskten sorumlu tutulamazdı.
Tek sorumluluğu kendisine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye
çalışmaktı. Kısacası emin madenden sağlanacak kâr ya da zarardan etkilenmezdi
(Sahillioğlu, 1995: 112). Tabii ki burada kastedilen ekonomik anlamda bir
etkisinin olmamasıdır. Zira bir madenin iyi idaresinden dolayı yeniden atanan
(BOA, C.DRB 493) ya da kötü idaresinden dolayı azledilen eminler vardı (BOA,
C.DRB 571; BOA, C.DRB 560). Bu anlamda eminler etkilenmektedir fakat görev
nedeniyle oluşacak risklerden korunmuşlardır. Emanet tarzı yönetimde eminler
mart ayı başından şubat ayına kadar bir yıllığına atanırlardı. Bu görevi bir
yıldan fazla yapan eminlerin görev süreleri de her yıl yenilenirdi (BOA, C.DRB
475; BOA, C.DRB 493).
Madenlerin
emanet olarak idare edildiği zamanlarda “hâsıl” olarak adlandırılan ve
madenlerden ne miktarda ürün elde edilirse onun darphaneye teslimini öngören
sistemin en önemli eksiği, belgelerde emin atamalarında ürünlerin artırılması
şartına rağmen, maden eminlerinin maden üretiminden elde edilecek gelirlerin
arttırılması noktasında ortaya çıkacak zarardan sorumlu olmamaları nedeniyle
fazla çaba göstermemeleriydi. Nitekim Bozkır madeninde emanet sistemi ile
yönetim tarzı
194 Nitekim
Bozkır madeni 1786 yılında kapatıldığı
zaman maden ustalarının hesapları
görülünce
23.503,5
kuruş zimmetleri olduğu ve bu meblağın kendilerinden tahsil edileceği
belirtilmiştir (BOA, C.DRB 810; BOA, C.DRB 1842).
195Bu
konuda bkz. BOA, C.DRB 3090; BOA, C.DRB 2969; BOA, C.DRB 3015; BOA, C.DRB 1031;
BOA, C.DRB 1035; BOA, MEDAD 8: 618-1.
devam ettirilmesine rağmen bu
sistemde belirli bir miktar ürünü darphaneye vermek üzere nizam verilerek hem
belirtilen eksikliğin önüne geçilmeye hem de maden üretimindeki düşüşten dolayı
yapılan teslimat belirli bir oranda sabitlenmeye çalışılmıştır.
Emanet tarzı
içerisinde değerlendirilen belirli bir miktar gümüş ve kurşun vermeyi taahhüt196
üzerine yapılan işletme tarzında ise maden emininin sorumluluğu vardı. Zira
eksik gönderilen ürünlerin miktarının hesap edilerek maden emininden bunun
karşılığı olan meblağın tahsil edilmesi, eminin maddi anlamda bir sorumluğu
olduğunu göstermektedir. Madenlerin taahhüt üzere işletildiği dönemlerde
her emin atamasında bir sarraf maden eminine kefil olmaktaydı ve bu sarraflar
İstanbul’da ikamet etmekteydi. Madenlere emin ataması sırasında bir sarrafın
taahhütü gerekmekle birlikte sarrafın taahhütünün muteber olup olmadığı da
araştırılmaktaydı (BOA, HAT 1253/48422). Taahhüt olarak verilen madenden kurşun
ve gümüşün aynen teslim edilmesine İstanbul’da bulunan sarraflar kefil
olmaktaydı. Bu ürünler teslim edilmezse bunun karşılığı olan meblağ tahsil
edilirdi197 ya da bir sonraki yılın
hâsılatı bir önceki yıla kaydırılırdı198.
Böylece devlet zarara uğramaktan kurtulmuş olurdu.
18
Ocak 1822 tarihinde, 20 kıyye gümüş,
12.500 kıyye kurşun senesi içinde noksansız aynen gönderilmek şartıyla taahhüt
üzere emin ataması yapılmıştır (BOA, DRB.d 1044). 1825 yılından itibaren zam
yapılarak bu oranlar 28 kıyye gümüş, 15.500 kıyye kurşun olarak
değiştirilmiştir (BOA, DRB.d 158). Bu miktarlar maden emini tarafından taahhüt
edilmiştir. Darphaneye verilen taahhüt senedinin altında
maden
emini ile kefili olan sarrafının ismi yazılmıştır (BOA, DRB.d 158). 1833
yılında “ber vech-i maktû‘199”
yani yıllık aynen teslim edilecek olan gümüş ve
196 Neşet
Çağatay’ın bir yılda madenin cinsine göre bir müddet zarfında muayyen bir
miktar maden vermeyi taahhüt etmek şartıyla talibinin uhdesine ihale etmek
olarak tarif ettiği aynî kesim (Çağatay, 1942a: 36) emanet tarzı içerisinde
değerlendirdiğimiz taahhüt üzere işletme olmalıdır.
197 1837
yılında eksik gönderilen kurşunun bedeli alınmıştır (BOA, DRB.d 1043).
198 Nitekim
1822 yılında, 186 dirhem sim eksik olduğundan 1823 yılı hasılatından 1822
senesine bu miktar aktarılmıştır (BOA, DRB.d 996: 91).
199 Benzer
bir uygulama 25 Mayıs 1782 tarihinde yapılmıştır. Berat ile ber vech-i maktu
uhdesinde olan Esgökçe köyü ve tevabiinden Özdere köyündeki sim madeni
mukataası diğer madenler gibi serbest olup amelesinin dava vs. işleri maden
emini tarafından görülmek şartıyla müstakil madenci kaydolmamak takribiyle
yıllık darbhaneye belirli bir miktar gümüş verilmesinde sıkıntı olduğundan
madene bağlı bu iki köyden 20 amele gönderilmesi talep edilmiştir. Sim madeni,
senevi 600 kuruş
kurşuna zam yapılmış ve bu
uygulamaya göre Bozkır madeninden 40 kıyye gümüş, 20.000 kıyye kurşun
gönderilmeye başlanmıştır (BOA, DRB.d 976). Taahhüt tarzı işletmede taahhüt
edilen miktar darphaneye teslim edilince, teslim edilen madenin fiyatı hesap
edilerek madenin geliri ile maden emininin alacağı ortaya çıkarılmıştır (BOA,
DRB.d 1005).
Madenin
istenilen düzeyde çalıştırılamamasının bir nedeni de, eminin kâr ve zarardan
sorumlu olmaması nedeniyle üretimi artırmak için fazla gayret sarf etmemesine
neden olan emanet tarzının uygulamadaki aksaklıkları gösterilebilir. Mustafa
Akdağ, emanet ile idare edilen madenlerin de belirli bir gelirin altına
düşürülmemesini emin olan kişilerin kabul ettiklerini, bu şekilde yapılmazsa bu
idare tarzında ne elde ederse onu hazineye teslim etmek biçiminde olursa eminin
gelirleri arttırmada fazla gayret sarf etmeyeceğini ve hazinenin zarar göreceğini
belirtmiştir. Hatta eminlerin gelirleri olduğundan az göstermek suretiyle bir
kısmını kendilerine alıkoymaları düşünülebileceğini ifade eden Akdağ, buna
önlem olarak ber vech-i iltizam emanet yönteminin
yaygınlaştırılmasının devlete daha kârlı göründüğünü öne sürmüştür
(Akdağ, 1995: 232). Fakat kadı, kâtip ve madencilerin gözetiminde gelirlerin
saklanmasının çok zor hatta imkansız olduğu unutulmamalıdır. Zira madencilerin
hesabı, çıkan cevher üzerinden görülmekte, mağaralardan çıkan cevher her işlem
gördüğü aşamada tartılarak kaydedilmektedir.
Emanet
ber-vech-i iltizam yöntemi, isminden de anlaşılacağı üzere iltizam ve emanet
sisteminin birlikte yer aldığı bir idare tarzıdır. Mukataayı iltizam eden kişi,
emin ve mültezim unvanlarını birlikte kullanmaktadır. Mültezim olduklarından
dolayı kâr ve zararları kendilerine ait olup, emin sıfatından dolayı da
devletten maaş alan kişilerdi. Yapılan muhasebelerinin kâr zarar oranının ne
olduğu değil, iltizam ettikleri miktarı ödemek zorundadırlar. Bunu ödememeleri
halinde mültezimler gibi malları müsadere edilir ve gerekirse hapse atılırlardı
(Sahillioğlu, 1962: 147). Bu işletme tarzı, emanet sistemi içerisinde üçüncü
bir yöntem olarak adlandırılabilir. Fakat genel özellikleri açısından
değerlendirildiği zaman iltizam sisteminin karakteristik özelliklerini daha
fazla yansıtmaktadır.
karşılığ
ında darphaneye 40 kıyye sim vermek şartıyla Abdülvehhab’a verilmiştir (BOA,
D.BŞM.DRB 15/88).
Yukarıda
anlatılan madenlerin yönetim tarzlarından biri uygulandığı gibi bunların karma
bir şekilde yapıldığına ya da birbirinin ardından uygulandığına dair örnekler
de vardır. XVIII. yüzyıl başlarında devletin desteğiyle imar edilip işletmeye
açılan Sidrekapsi maden ocakları, yüzyılın ilk çeyreğine kadar neredeyse
tamamen ber vech-i emanet suretiyle işletilmiştir. Daha sonra ise,
malikane/iltizam suretiyle işletme denemesi yapıldıktan sonra kısa bir
süreliğine emanet yönetimine dönülmüşse de 1726 yılından itibaren ber vech-i
malikane suretiyle işletilmiştir (Altunbay, 2010: 80).
2.2. İltizam
Terim olarak
özel bir şahsın devlete ait herhangi bir vergi gelirini toplamayı belirli bir
yıllık bedel karşılığında üzerine almasına iltizam denirdi (Genç, 2000: 154).
Devlete ait gelir kalemlerinden oluşan mukataalar, belirli zamanlarda açık
artırma ile satılırdı. Mukataaları, devlet muhasebesi dilinde, tahvil denen
genellikle üç yıllık bir süre ile işletmek hakkını alan kimselere âmil ya da
mültezim denirdi. Bir mukataayı tahvile alan mültezim bu miktarın bir kısmını
peşin olarak öder, iltizam miktarının belirli bir miktarına kefil tayin
edilirdi. Mültezim nefsi ve bütün varlığıyla sorumluydu. Edimini yerine
getirmediği zaman bütün malı satılır, borçlularındaki alacaklar alınır, bu da yetmezse
mültezim yakalanarak hapse atılırdı (Sahillioğlu,1962: 146-147). Yani yapılan
açık artırma sonucu200
en yüksek bedeli veren ve madenleri yönetmeye talip olan kişiye mukataaların
işletilmesinin verilmesiydi. Kârı ve zararı tamamen mültezime ait olan bu
tarzın önemli bir unsuru da kefaletti. Başlangıçta çoğunluğu mukataanın
bulunduğu bölgede yerleşmiş küçük sermaye sahiplerinden oluşan bir kefil
grubuna dayanıyordu. Daha sonraki yıllarda ise büyük merkezlerde, özellikle
İstanbul’da yoğunlaşan bir kredi kurumu halinde örgütlenmiş sarraflara dönüştü.
Kredi veren durumundaki kefiller iltizam karşılığında her zaman açık veya gizli
bir pay alıyorlardı (Genç, 2000: 155). Bu şekilde altı, dokuz ve hatta on iki
yıllık tahvillere rastlamak mümkündür. Bir tahvil süresi bir mültezimin
mukataayı tahsil etmeme nedenleri arasında; ölüm, varislerin işletmek
istememesi, tahvil bitiminden önce bir başka kişinin iltizam bedelini artırması
200 1574
yılında Van’da bulunan güherçile madeninin ihracı için iki mültezim müzayedeye
girmiş, birinin diğerinden 800 kantar fazla teklif ettiği merkeze bildirilince,
merkezden gönderilen hükümde devlete hangisi faydalı ise onun tercih edilmesi
istenmiştir (Altunbay, 1998: 26-27).
üzerine mevcut mültezimin bunu
kabul etmemesi sayılabilir201
(Sahillioğlu,1962: 148). Hazineye yapılan nakit ödemeler, çeşitli görevlilerin
ücretlerinin ödenmesi ve mukataadaki görevlilerin ücretleri yazıldığı zaman bu
miktarlar iltizam bedeline denk gelirse mültezim ibra olur, aşarsa mültezim
alacaklı duruma geçer ve yeniden mukataayı iltizam ederse bu alacak, takip eden
tahvil kıymetinden ödenmiş bir peşin sayılırdı (Sahillioğlu,1962: 149-150).
“Devletin
varidat gelirlerinin azaldığı zamanlar hazinede ortaya çıkan düzensizliği
önlemek için mukataa mallarını peşin olarak almak üzere uygulanmış bir
tedbirdir.” diyen Çağatay, iltizamı muayyen müddetle kesime verme olarak
değerlendirmiştir202
(Çağatay, 1942a: 36). Aktif durumda olan ve yıllık düzenli bir getirisi olan
madenler genel olarak özel yatırımcılara verilirdi (Murphey, 1986: 974). Küre-i
Nühas madeni mukataasının aynen teslim edeceği/maktu‘ı 7.000 kıyye nühas olup,
madenin cevheri eskisi gibi olmadığından iltizam ile kimse talip olmadığından
28
Nisan 1721’de, emanet ile İsmail
adlı kişiye tefviz olunmuştur (Yaman, 1938: 161).
Maden
iltizâma verilirken eski ve yeni haslarından tahsil edilecek vergiler de
iltizâma dahil edilirdi. İltizâm mukavelelerinde bazen haslar için belirlenen
meblağlarla maden için teklif edilen meblağ ayrı ayrı gösterilirdi. Fakat
haslar, maden, darphane, kalhane ve bunlarla ilgili olmayan birçok mukâtaanın
aynı mültezime verildiği ve bunlar için toplu bir iltizâm bedeli teklif
edildiği de olurdu203.
Madenci köylerini maden iltizâmına dahil etmenin bir sebebi de vergi
muhassıllarının madencileri ezmesini önlemekti. Maden üretimi birçok kimsenin
para hırsını tahrik ediyor ve ücra yerlerdeki madeni ve madencileri korumak
için martoloslar tayin ediliyordu. Ayrıca mültezim, has köylerinden topladığı
meblağları
201 Mukataaların
tahvile alındığı tarihten itibaren tahvilin son gününe kadar bir başka mültezim
tarafından artırma ile iltizama alınması mümkündü (Çakır, 2003: 116).
202 Aynı
bilgi için bkz. Çağatay, 1943: 124.
2031550
tarihli Köstendil Tahrir Defteri'ne göre madene bağlı darphane yılda 1.111.555
akçeye, hums-ı nukre (gümüşün beşte biri) ve öşr-i hums-i zeheb (altının ellide
biri) ve öşr-i cevherin yıllığı 299.501 akçeye verilmiştir. 1572-1573 tarihli
Tahrir Defteri'nde Kratovo'da mukâtaalar ve yıllık iltizâm bedelleri olarak
Kratovo darphanesi gümüş para darbı işi 573.099 akçe, hasene (altın) darbı işi
10.000 akçe, madenin cevher, gümüş ve altınının ellide biri 126.900 akçe
şeklinde gösterilmiştir. Bu son meblağa Plaviçe'den çıkarılan altın dahildir.
Kratovo yakınlarında ayrıca Kerebenede de altın çıkıyordu ve 1530'larda bunun
gümüşle birlikte yıllık iltizâm değeri 5.500 akçe idi (Sahillioğlu, 1989: 535).
sermaye gibi kullanabiliyordu.
Ancak madencilere kredi sağlamak için hazinece tahsisat ayrıldığı gibi bazı
zengin kimselerin maden sarrafı olarak tayin edildiği de oluyordu. Sarraflık
hizmeti mecburiydi. Madenciler üretim giderleri ve geçimleri için bu
sarraflardan kredi alır ve madenlerini sattıktan veya darphanede para
bastırdıktan sonra bu sarraflara borçlarını öderlerdi (Sahillioğlu, 1989: 534).
Devlet “mükelleflerden fazla tahsilat yapıp hesaplarında düşük gösterme,
kanunda bulunmayan tekalif ile mükellefleri rahatsız etme, halka haksızlık
edilmesi gibi durumlarda” tek taraflı olarak iltizam sözleşmesini
feshedebilmekteydi (Çakır, 2003: 118).
Herhangi bir
maden ocağını iltizam eden kişi, madende çalışan görevlilerin ücretlerini ve
diğer masraflarını da karşılamaktaydı. 1673 yılında 4.500 batman bakır
karşılığında Küre-i Nühas madenini iltizam eden maden nazırı Mansur’a madende
çalışan hademe, in‛amhan, duaguy, abkeşan, hakkeşan, kâtipler, aşçı ve diğer
masrafların karşılanması şart koşulmuştur (Yaman, 1941: 268).
Açık artırma
yoluyla “kayd-ı hayat şartıyla” yani ölene kadar iltizam edilen mukataalara ise
malikane204 adı verilmekteydi (Genç,
2005b: 103). Selanik yakınlarındaki Sidrekapsi madeni mukataası205
XVIII. yüzyıl başında Çavuşzade ailesine verilmiştir. 1707-1708 yıllarında
mukataayı müzayede ile elde eden Çavuşzadeler 1775206
yılına kadar yıllık 55.000 kuruşluk ödeme karşılığında madeni iltizam
etmişlerdir (Altunbay, 1998: 28-29). Yani malikane, iltizam sisteminin bir
204 Rumeli
eyaletinde Karaton madenine bağlı kaza reayasından maden hizmetinde olanlar
muafiyet vechi üzere maden emini tarafından zabt edilmiş iken Kumanova
kazasında ayanlık iddiasında olanların, reayaların hanelerine sair hane gibi
vergi yüklemeleri üzerine yapılan şikâyetler üzerine, ber vech-i malikâne olarak
tevcih olunan madende, bağlı kaza ahalileri 945 kişi ve vergilerden muaf olup
bedel-i muafiyetleri olan 5.995 kuruş her yıl tahsil edilip maden hizmetinde
oldukları belirtilince, bu miktarı ödeyen madenci reayasının cizyelerini de
ödedikten sonra diğer vergilerden muaf olduklarına dair 9 Şubat 1782 tarihli
emir verilmiştir (BOA, C.ML 28382). 14 Ağustos 1762 tarihinde, Karahisar-i
Şarki sancağında Milas kazasında bulunan nühas madeni ber vech-i malikane
cami-i cedd-i hümayun evkafına mukataa kayd olunmağın Gümüşhane eminlerinin
karışmaması gerekirdi. Madenin Yavşan köyünde boş bir arazide çıktığından ve
köyün yarısı Amasya’daki Mehmet Paşa ve Hızır Paşa Camii’nin vakfı diğer yarısı
da zeamet olduğundan mütevelli tarafından yönetilecekti. Ayrıca Gümüşhane
madenine bağlanması halinde kömür ve kütük tedârikinde zorluk olacağı maden
emini tarafından ifade edilmiştir (BOA, HAT 8/280).
205 1805
yılında Siroz Ayanı Yusuf Bey’in ber vech-i malikane uhdesinde olan maden-i
Sidrekapsi mukataası için bkz. BOA, A.AMD 50/65. Mukataaların malikane olarak
verilmesi ile ilgili bkz. Çakır, 2003: 154-162.
206 1776
yılında Sidrekapsi madeninin malikane olarak verilmesi ile ilgili bilgi için
bkz. BOA, D.MMK 368/10.
uzantısı olarak mukataa için en
yüksek fiyatı veren kişiye kayd-ı hayat şartıyla verilmesiydi. Kısaca iltizam,
belirli bir zaman dilimini içeren dönemler arasında gelir getiren
kurumların/madenlerin özel teşebbüse açık artırma yoluyla kiraya verilmesidir.
Bu tarzda mültezim adı verilen girişimciden bir yıllık miktar peşin olarak
alınırdı. Malikane ise talip olan kişiye ölene kadar madenin iltizam
edilmesiydi.
Devletin
iltizamı emanete tercih etmesi207
uygulamada sorunlar olmadığı anlamına gelmez. Devlet açısından iltizam
yönteminin önemli bir sakıncası zimmet sorunudur208.
Yani mültezimlerin devlete borçlu olmaları ve bunun tahsilinde devletin
alacağının tamamının tahsil edilememesi gibi bir durum ortaya çıkabilmekteydi
(Çakır, 2003: 119). İltizam usulünün, çağın iktisadi şartları içinde verimlilikten
de önemli maliye için devlet gelirlerini mevsimlik, hatta konjonktürel
dalgalanmalardan koruyarak önceden görmek gibi vazgeçilmez avantajları da
mevcuttu (Genç, 2000: 156). Mültezimlerin sürekli olarak kendi çıkarlarını
düşünmeleri, madeni iltizam edecek taliplinin çıkmaması ve bazı mültezimlerin
piyasadan ucuz gümüş alarak devlete vermeleri gibi nedenler devlet tarafından
iltizam sistemi yerine emanet sisteminin tercih edilmesine neden olmaktaydı.
2.3. İhale
İhale, uzun
süreli olarak lisanslı bireylere ya da şirketlere devlet arazilerinin maden
araştırmaları için verilmesidir. Bu sistem kırsal kesimde nüfus yoğunluğunun az
olduğu topraklarda madenleri araştırmaya teşvik etmekteydi. Bu tür üretim
tarzında yatırımcılar maksimum üretkenliğin sağlanması için gereken tüm
gelişmeleri üstlenir. Devlet, çıkarılan madenlerden cevherlerin durumuna göre
%1-5 ile % 10-20 gibi bir miktarı209
talep ederdi (Murphey, 1986: 974-975). Madenin hasılatına göre %3 ile %20
arasında aynen veya bedel olarak bir miktarın maden
207 Bu
tercihin sebebi iltizam yönteminde emanet yönteminden daha yüksek miktarda
gelir tahsil edilmesiydi (Çakır, 2003: 115).
208Emanetin,
iltizama tercih edilmesi gerektiğini öne süren ve defterdarlık görevinde
bulunan Mustafa Âli, emanet yöntemiyle zimmet sorunun halledilebileceğini
belirtmekteydi (Çakır, 2003: 119).
209 26
Mart 1849 tarihinde, Tepeköy madeninin işletilmesi için talip olan kişi, madeni
kendi parasıyla işleterek elde ettiği altın gümüş ve kurşunun beşte birini
bedelsiz ve kalanını ücreti karşılığında darphaneye vereceğini ifade edince 15
yıllığına madenin imtiyazı kendisine verilmiştir (BOA, DRB.d 1044).
idaresi tarafından alınacağı
1861 tarihli nizamnamenin 32. maddesinde belirtilmiştir (BOA, C.DRB 2044: 9;
BOA, C.ML 1053: Madde 32).
Daha sonra
çıkarılan nizamnamelerde alınacak vergiler daha belirgin hâle getirildi. Bir
kişi kendi toprağında ya da sahibinden izin alarak bir başkasının toprağında
maden arayabiliyordu. Arama sonucu bulunan madenin yerleşim yerine bir zararı
yoksa madene işletme izni verilirdi. Bu şekilde madeni işletenler senede iki
ayrı vergi öderlerdi. Birincisi kullanılan arazinin her bir dönümüne bağlı
olarak senede bir defa verilen “resm-i mukarrer”di. Diğeri ise işletilen
maden cevherinin saf hale getirilmesinden sonra alınan “resm-i nisbi”
denilen hasılat vergisiydi (Balcı, 2001: 18). Resm-i mukarrer arazi sahibine
ait iken resm-i nisbi %5 ile %20 arasında cevherin durumuna göre belirlenirdi
(Balcı, 2001: 19).
1861 yılında
yürürlüğe giren ilk maden nizamnamesi, maden işletmeciliğinin devlet tekelinden
çıkarılarak özel teşebbüse açılmasını öngörüyordu. Ancak ülkedeki bütün
madenlerden ziyade yeni keşfedilecek madenler ile eski önemini kaybetmiş mevcut
madenler bu kapsama alınmıştır (Balcı, 2001: 24). XIX. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren devletle özel sektör arasında yapılan sözleşme gereğince,
99 yılı geçmemek üzere bir kısım maden bölgelerindeki maden işletme hakkının
şahıs ya da şirketlere devredilmesiyle ortaya çıkan imtiyazlı işletme
yönteminde, işletme hususiyetleri maden nizamnameleri ile düzenlenmiştir
(Balcı, 2001: 18). Gümüşhane madenine bağlı Karahisar-ı Şarki sancağında
bulunan Lice köyü gümüş madeni uzun yıllar emanet usulüyle idare olunduktan
sonra Mart 1864’ten itibaren ihaleye çıkarılmıştır. Madenin ihalesi için 25
sene müddet tanınmıştır. İhale neticesinde madenin 25 sene müddetle imtiyazını
Miftahzade Mahmut Durmuş Ağa ve Mardiros Davidyan adlı şahıslar kazanmışlardır.
Maden ihalesini kazanan kişiler, belirli bir zamanda maden harcını yatırarak
fermanlarını almak mecburiyetinde idiler (Balcı, 2001: 24). 1861 tarihli
nizamnamedeki en önemli şart madenin sahibi olan Osmanlı vatandaşları bunu
başkasına yani Osmanlı vatandaşı olmayanlara devredemeyecekti210
(BOA, C.DRB 2044: 5). Fakat sermaye yetersizliğinden dolayı
210 1861
tarihli nizamnamenin 13. maddesinde şöyle denilmiştir. “Saltanat-ı seniyye
teb‘asından bi’z-zât veyâhud kumpanya vechle bi’l-iştirâk ma‘den i‘mâline taleb
olanlara nizâmına tevfîkan bir müddet münâsebe-i imtiyâziye ile ruhsat
virilecekdir ve iş bu kumpanyalara düvel-i ecnebiye
yabancı ortak almak isteyen bu
müteşebbislere, madenlerin kapanmaya başlamasından dolayı izin verilmek zorunda
kalınmıştır (Balcı, 2001: 26; Varlık, 1985: 918; Quataert, 1985: 915).
İhale, maden
şirketleri veya ruhsat verilen kişilerce maden araştırmaları için devlete ait
toprakların uzun dönemi kapsayan bir imtiyazla kiraya verilmesini ifade
etmektedir. 28 Ocak 1845 tarihinde, Marmaris, İçil ve Alanya dağlarında bulunan
madenler için mühendisler gönderildiği ve Ereğli kömür madeni gibi kumpanya
tarafından imtiyazla işletileceği belirtilmiştir (BOA, DRB.d 1039: 127).
3. Bozkır
Madeni Emanetinin İdarî Durumu
3. 1. Bozkır
Madeni Emanetinin İdâre Merkezi
Bozkır
madeni açılmadan önce Beyşehir sancağına bağlı bir kaza olarak görünen Bozkır
kazasının merkezi olan Siristat, madenin açılmasıyla birlikte önem kazanmaya
başlamıştır. Zira Gümüşhane’den gelen madenciler ile başka yerlerden ticaret
amaçlı gelen tüccarlar211
aileleriyle birlikte Siristat’a yerleşmeye başlamıştır212.
Bunlara ek olarak madenin açılmasıyla birlikte kazada açılan dükkanlar da
yerleşim yerinin ticari anlamda önem kazanmasını sağlamıştır.
Bozkır
madeni emanetinin idare merkezi Siristat köyüdür. Bu yerleşim yeri, Osmanlı
döneminde Bozkır nahiyesinin sonra Bozkır kazasının ve madenin açıldığı
dönemlerde ise maden emanetinin merkezi konumundadır. Bozkır madeni emini olan
kişiler Siristat’a gelerek, madenin ilk açılışında burada yapılan maden
eminlerine ait konakta213
oturur (BOA, MEDAD 8: 690-3) ve madeni buradan idare ederlerdi.
teb‘asından taleb olacakların dahi
hissedâr olması câ’iz olacakdır.” (BOA,
C.DRB 2044: 5). 1861
tarihli
nizamnamenin tam metni için bkz. Tızlak, 1995: 84-91.
211 20
Ocak 1786 tarihinde, madenin kapatılması üzerine eminlerin oturduğu ev ile
fırınlar, madenci odaları ve diğer maden malzemelerinin satılacağı
belirtilmesine rağmen, maden dolayısıyla kazada bulunan tüccar ve madencilerin
dağılması nedeniyle bunları almaya kimsenin talip olamayacağı kaza ahalisi
tarafından dile getirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 690-3).
212 Madenlerin
bulunduğu bölgenin ekonomik ve sosyal olarak geliştiğini gösteren başka
örnekler de vardır. IV. Murat döneminde, maden dolayısıyla halka verilen vergi
muafiyetleri sonucu Gümüşhane nüfusu 30.000 kişiye ulaşmıştır (Abdürrahim
Şerif, 1341: 402). Tokat’ta bulunan bakır kalhanesinin şehrin gelişimine etkisi
için bkz. Mehmet Genç, 17.-19. Yüzyıllarda Sanayi ve Ticaret Merkezi Olarak
Tokat, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu (2-6 Temmuz 1986),
Ankara, 1987, s.145-169.
213 Benzer
yapılar diğer madenlerde de vardı. 7 Ağustos 1834 tarihinde, Bereketli madeni
eminlerinin oturduğu konak ile kurşun konulan mahzen harap olduğundan, maden
emini çadırda ikamet etmiş ve
Burada kastedilen bizzat maden
eminliği yapanlar için geçerli idi. Zira bazı maden eminleri üzerinde başka
görevler de olduğundan dolayı yerlerine vekillerini göndermişler (KŞS 102:
102-2) ya da eminlik ile birlikte diğer görevleri de yürütmüşlerdir. Özellikle
maden eminliği görevi de verilen ancak asli görevi Karaman valisi olan kişiler,
Bozkır’da oturmayıp eyalet merkezi olan Konya’yı tercih etmişlerdir (BOA, HAT
473/23144). Bozkır madeni 1837 yılından itibaren ise müşirlere verilmiştir.
Bozkır madeni emaneti kendisine verilen müşirler madeni bir kişi aracılığıyla
ya da kendileri idare etmişlerdir (BOA, HAT 682/33214; Bkz. Tablo 3). Maden
emanetini müşirin bizzat yönetmesi durumunda madenin idaresinin eyalet
merkezinden yönetildiği söylenebilir. Nitekim 1838 yılında Bozkır madeni 16.000
dirhem gümüş ve 20.000 kıyye kurşun teslim etmek şartıyla Konya müşiri Hacı Ali
Paşa’ya verilmiştir214
(BOA, DRB.d 977: 45).
Bozkır
madeni emininin ikamet ettiği üç odası olan hanenin mefruşatı vilayet
tarafından tanzim olunmuştur. Bu nedenle halktan, mutfak takımı gibi şeyler
alınmazken maden eminleri, birkaç sene bunu talep etmekle birlikte devriye215
adıyla da talepte bulunmuşlardır. Maden eminlerinin oturduğu mahalde devre
çıkarak devriye istediği ile ilgili 18 Eylül 1822 tarihli şikayetler vardı
(BOA, DRB.d 1044).
Bozkır kaza
merkezinin önceden Hoca köyü216
olduğunu belirten M. Zeki Oral, “Bozkır madeni işletilmeye başlanınca bugünkü
Bozkır merkezine maden amele evleri olarak 70-80 bina yapılmış, bu suretle
kurulmaya başlayan kasaba önce Seydişehir’e bağlı müdürlük iken, sonra Beyşehir
sancağına bağlı kaza olmuştur.” demektedir (Oral, 1957: 31). Ancak Siristat
kasabası madenden önce de bölgenin merkezi konumundadır. Ancak Bozkır madeninin
açılması ile emanetin idari
kurşunlar da ustabaşıların evine
konmuş olduğundan buraların tamirinin önemi vurgulanmıştır (BOA, DRB.d 160).
214 1837
yılında Bozkır madeninin idaresi Hacı Ali Paşa üzerinde olup, bu durum maden
kapanana kadar devam etmiştir (BOA, DRB.d 1030). 1837 yılında Hacı Ali Paşa
yıllık bir meblağla madene Ömer Efendi’yi yerine görevlendirmiştir (BOA, DRB.d
1021).
215 Şehir
ve kasabaların asayişinin muhafaza etmek için gezdirilen zabıta memurlarının
dolaşmalarına devriye denilirdi. Tanzimat’tan evvel kol gezmek tabiri
kullanılırdı (Pakalın, 1993: 444).
216 Madenin
açılmasından sonra yapılan bu evlerden dolayı bir kasaba haline gelen Bozkır’ın
merkezinin Hocaköy olduğu bir başka araştırmacı tarafından da dile
getirilmiştir (Önder, 1962: 468-469). Zikredilen tarihlerde Bozkır adını
taşıyan bir yerleşim yeri olmadığından ve bu isim sadece coğrafi bir bölgeyi
ifade ettiğinden ve daha sonra Siristat köyü Bozkır ismini aldığından bu
görüşlere katılmak mümkün değildir. Hocaköy’ün diğer köylerden farklı yanı
Bozkır şeyhi olarak adlandırılan kişilerin buradan çıkması nedeniyledir. Maden
öncesi döneme ait böyle bir varsayım, şeyhlerin gücü ve bölgedeki etkinliği
nedeniyle yapılmış olmalıdır.
anlamdaki merkezi olan Siristat,
idari anlamda ön plana çıktığı gibi ticari, sosyal ve bayındırlık alanında da
gelişmeler göstermiştir. Sosyal anlamda Siristat Müslüman ve Hristiyanların
birlikte yaşadığı bir yerleşim yeri haline gelmeye başlamıştır. 9 Ekim 1786,
Bozkır madeninde bulunan Müslüman ve zimmi madenciler217
arzlarında; Keban, Ergani ve Gümüşhane madenlerinden bütün eşya ve çocuklarıyla
Bozkır madenine getirildiklerini ve 40-50 usta ve ailelerinin Bozkır’da
bulunduğunu ifade etmişlerdir (BOA, D.BŞM.DRB 16/17). Bozkır madeni açıldığı
zaman diğer madenlerden 400’den fazla Müslüman ve zimmi madenci Bozkır’a
gelmiştir. Tek geçim kaynakları madencilik olan bu kişilerin borçlarını
ödeyebilmek için madenin yeniden açılmasını istemelerine rağmen, halka maden
nedeniyle zulüm olacağından bu istekleri kabul edilmemiştir (BOA, MEDAD 8:
698-2). Ayrıca her sene emin atamasıyla birlikte özellikle piristat, kalcı,
feteci ve kürek bağlayıcı gibi ustalar Gümüşhane’den istenilmiştir. Bu bilgi,
Bozkır’da sürekli ikamet eden işçilerin olduğunu gösterdiği gibi mevsimlik
olarak Bozkır madeninde çalışan kişilerin de olduğuna kanıt olmaktadır.
Bozkır’a madenin açılmasıyla birlikte madenciler geldiği gibi farklı meslekleri
yapan kişiler de gelmiştir. Madenin kapatılması esnasında üzerinde cevher naklinden
dolayı borcu olan çerçi Yuri adlı bir kişi tespit edilmiştir. Eğer buradaki
meslek unvanı lakap olarak kullanılmamışsa –ki belgede bazı madencilerin
görevleri de belirtilmiş- başka meslek sahiplerinin de madende çalıştığı
söylenebilir218
(BOA, C.DRB 810, lef 4). Bozkır kazasının “madenin açılmasıyla” önemi artmakla
birlikte, çeşitli sorunlar, dini köken fark etmeksizin devam etmiştir. 8 Şubat
1814’te kazada sakin Müslüman ve ehl-i zimmet reaya, kaza ayanı Altıparmak
kardeşi İbrahim adlı kişinin bazılarını öldürdüğünü ve mallarını aldığını “bilâ-defter”
cebren 150.000 kuruştan fazla tevzi yaptığını belirterek ahalinin istediği
birinin ayan olmasını talep etmişlerdir (BOA, C.DH 9743).
Bozkır’da
madenin işletildiği dönemde cami, han ve hamam vardı. Bozkır, maden emini
konağı219 ve diğer evleriyle mamur bir
kasabaydı. Burada müstakil maden emini oturur. Pirler tabir olunan köyde bir
zaviye ile Uryani Mehmet
217 Bozkır
madeninde çalışmak için bölgeye gelen madenciler için bkz. Şafakcı, 2011: 397-398.
218 Bozkır’da
yaşayan gayrimüslimler için bkz. Şafakcı, 2011: 399-400.
219 Maden
emini konağının tamiri için 21 Ocak 1780’de kereste, çivi ve diğer masraflar
için 4.502 kuruş verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-1).
Efendi’nin türbesi ziyaretgahtı.
Bunun evladından olan postnişinlerine Bozkır Şeyhi tabir olunurken ayanlık da
bunların elindeydi (Oral, 1957: 31). Fakat madenin açık olduğu dönemlerde
bölgenin idari anlamdaki gücü maden eminleriydi. Madenin açılmasıyla birlikte
madenin idari olarak merkezi olan Siristat köyünde oturan maden eminleri,
burada çeşme ve cami gibi sosyal hayatın birer parçası olan eserler
bırakmışlardır. Bozkır madeni emini Mehmet Fazlullah, Siristat’a dört çeşme
yaptırmış ve bunların ihtiyacını karşılamak için belirli bir miktar para da
bırakmıştır (VGMA, HD, 1078: 36a). Aynı maden emini “Bozkır ma‘den-i hümâyûn
sefergâhı olan Siristat köyünde”, sefergâh önündeki musallayı yeniden
bina eylemiştir (VGMA, HD, 1074: 40b). Musallanın bulunduğu yer, maden-i
hümayunun çok yakınında ve kıble canibindeydi. Aynı zamanda musalla, sarayın
yanındaydı220
(VGMA, HD, 1078: 36a). Dolayısıyla maden emininin oturduğu konak ile kurşun ve
gümüşün ayrıştırıldığı fırınlar birbirine yakın mesafedeydi.
Siristat
köyünde Şeyh Musa Zaviyesi (VGMA, HD, 1079/2: 132b) ve Halil Bey Zaviyesi
(VGMA, HD, 1141: 76b) gibi dini kurumlar da vardı. Bunların yanında Siristat
köyü cami olarak geçen bir de cami bulunmaktaydı. Belgelerin bir tanesi hariç
tamamında caminin adı Siristat köyünde bulunan cami olarak zikredilmiştir.
Ancak bir belgede caminin ismi Siristat köyünde bulunan İdris Efendi Camii diye
geçmiştir (VGMA, HD, 1133: 97a). İdris Efendi camiyi yaptıran kişi olmalıdır;
daha sonra köylüler camiyi birkaç kez tamir ettirmiş, bundan dolayı caminin
ismi özel bir isim yerine genel bir isim hâlini almış olmalıdır. 1783 yılına
ait bir belgede köyde bir tane cami olduğuna değinilmiştir (VGMA, HD, 1078:
36b). Bu cami de söz konusu edilen camidir. Ancak 1783 yılından itibaren ikinci
bir cami daha ibadete açılmıştır. Bozkır maden-i hümayununda sefergâh-ı maden-i
hümayun olan Siristat köyünde nüfusun arttığı ve köyde bir cami olduğundan
dolayı cuma ve beş vakit namazın kılınması esnasında cemaati almadığından maden
emini Mehmet Fazlullah’ın kardeşi Zeynelabidin Efendi tarafından bir mescit
tamir ettirilmiş ve içine minber koydurularak camiye çevrilmiştir (VGMA, HD,
1078: 36b; VGMA, HD, 540: 63a). Bunlara ek olarak Siristat’ta banisi Hacı Ahmet
Ağa adıyla anılan bir adet mescit ve yanında bir de muallimhane vardı (VGMA,
HD, 1133: 97a).
220 Musallaya
vaiz, imam, hatip, müezzin gibi görevliler atanmıştır. bkz. VGMA, HD, 1074:
40b; VGMA, HD, 1078: 36a; VGMA, HD, 1078: 36b.
Bozkır
madeninin idari anlamda merkezi olan Siristat’ın madenin açılmasıyla birlikte
geliştiğini ve maden sayesinde yeni binaların yapıldığını ya da tamir
ettirildiğini gösteren kayıtlar vardır. Bozkır madeni eminlerine ait konağın
tamiri için gerekli kereste, çivi ve diğer masraflar için 4.502 kuruş ile maden
yakınında sekiz adet madenci odaları221
için 400 kuruş ve yine madenciler için altı dükkana 550 kuruş222
masraf edileceği, 21 Ocak 1780 tarihinde, tahmin edilmiştir (BOA, MEDAD 8:
633-1). 1777 yılında ise benzer masraflar için 2.837,5 kuruş harcanmıştır223.
Maden
eminlerinin mutfak takımı ve devriye224
adlarıyla ahaliden talepte bulundukları yönündeki şikayetler üzerine eminlerin
maden-i hümayun olan kazada oturup, ahali ve madencilerin umurlarını
yapmalarının kaide olduğu hatırlatılarak bu taleplerle halka zulüm edilmemesi
emredilmiştir (BOA, DRB.d 1044). Zira madene bağlı kazalara ilişkin işler, 18
Eylül 1822’de ilgili kazada oturan maden emininin adamı tarafından takip
edilmiştir (BOA, AHK.KR.d 18: 124-2). Fakat madene bağlı kazalarla ilgili
işlerin yapılması için maden emini de bu kazalara gitmiştir (BOA, MAD.d 23093:
220-3). Bu anlamda maden emini sadece Bozkır kazasında değil madene bağlı bütün
kazalarda idari olarak etkin bir rol almıştır. Bozkır madeni emini olarak görevlendirilen
kişiler, maden emanetine bağlı olan köy ve kazaların da idari açıdan
yöneticileridir. Maden emaneti etrafındaki yöneticiler bu idari tarzdaki
yönetime karışamamaktadır. Zira maden emini bağlı kazaların ve madencilerin
bütün işlerinden sorumludur. Ayanların zulmünden dolayı madene bağlanan bazı
köylerin vergilerini emin vasıtasıyla ödemeleri şartıyla “hükûmetleri
ma‘dene zam” olunmuştur (BOA, MEDAD 8: 629-3) şeklindeki açıklamalar maden
emininin idari
221 1777
yılında da madencilere ait odalarda tamirat yapılacağı belirtilmiş ancak oda
sayısı farklı verilmiştir. Şöyle ki, Berat-ı mesârif-i tecdîd ve
ta‘mirât otahâ-i ma‘denciyân der ma‘den-i m. hil‘at mühûr defter 18
odaya 400 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 4).
222 Ebniye-i
tecdid-i dekakin rây-ı bademe-i madeni m. denilerek
altı dükkana 550 kuruş harcandığı kaydedilmiştir (BOA,
D.BŞM.d 4702: 4).
223 Bu
durum, Berat-ı bahâ-i kerâste ve mesâmîr ve ücret-i duvarciyân ve
gayruhü rây-ı lâzime-i ebniye-i bend ve kırk bahâ ve muhârebet?
kömür vesâire bâdeme-i ma‘den-i mezbûr hil‘at mühür ve defter kazâ-i m. 2837,5
kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 4) şeklinde deftere kaydedilmiştir.
224 Karaman
valisi tarafından gönderilen kişilerin madene bağlı Belviran kazasından devriye
ve kudûmiyye ve avaid namıyla para toplamaları üzerine, valiye kaza ahalisinin
madene bağlı olduğu ve gerekli hizmetleri yaptıkları zaman tekalif-i saireden
muaf oldukları 18 Şubat 1820’de hatırlatılmıştır (BOA, DRB.d 1044). 1814
yılından beri maden eminlerinin devriye adıyla kazalardan talepte bulunduğuna
değinilerek mirmiran ve vezirler tarafından devriye, kudûmiyye, saray tamiri ve
sancak masrafı adlarıyla bir akçe alınmaması ve mübaşir gönderilmemesinin
madenin nizamından olduğu 2 Aralık 1821 tarihinde dile getirilmiştir (BOA,
DRB.d 157).
anlamdaki görevlerini
göstermektedir. Bu anlamda maden emaneti, özerk bir yapı şeklinde oluşturularak
maden emini tarafından yönetilmiş ve hiçbir mahalli idareci bu bölgenin
yönetimine karışmamıştır. 16 Nisan 1835’te gölde tutulan balık üzerinden vergi
talebi üzerine “Seydişehir Gölü’nün yarısı maden bölgesi içindedir”
cevabı verilerek maden eminine müdahalenin önüne geçilmiştir (BOA, C.DRB 1276).
Madene bağlanan kazaların mutasarrıfların mansıplığından çıkarılması da
emanetin idari etkinliğini artırmak için yapılmış olmalıdır. 2 Aralık 1809’dan
itibaren eski Anadolu valisi vezir el-Hac Osman Paşa’ya Beyşehir sancağı tevcih
olunmuşken, 14 Şubat 1810 tarihinden itibaren ise Beyşehir mansıplıktan
çıkarılarak madene bağlanmıştır (Muşmal, 2005: 39). IV. bölümde de değinildiği
üzere maden emini, emanete bağlı olan kazalarda idari anlamdaki yetkilidir. Bu
yöneticinin konağının bulunduğu Siristat ise emanetin merkezidir.
Bozkır
kazasında yapılan nüfus sayımında ma‘den-i hümâyûnu Bozkır der-livâ’i
Begşehrî ifadesi kullanılmıştır (BOA, NFS.d 3310: 171). 1831 yılı nüfus
sayımına göre erkek nüfusu 7.592 olarak kaydedilen Bozkır kazasının
3.020’si tüvânâ, 2.983’ü sabi ve 1.589’u amel-mânde olarak kaydedilmiştir (BOA,
NFS.d 3341: 28). Kelime anlamı güçlü, kuvvetli manasına gelen tüvânâ
(Devellioğlu,
1999:1115), askerlik çağında
olanları kastederken; sabi ergenlik çağına gelmemiş erkek çocukları; amel-mânde
ise yaşlı olup iş göremez durumda olanları kastetmektedir. Askeri amaçla
yapıldığı anlaşılan bu sayımın içerisine mansûre olarak adlandırılan askerler
dahil edilmemiştir. Zira Bozkır kazasında 69 asker tespit edilirken, bu rakam
içerisinde Siristat köyünden üç mansure kayıt edilmiştir (BOA, NFS.d 3341: 27).
Yukarıda belirtilen nüfus içerisinde Siristat köyünde 134 tüvânâ,
109
sabi ve 66 amel-mânde olmak üzere
309 erkek yazılmıştır (BOA, NFS.d 3341: 9). 1835 yılı verilerine göre ise
toplam erkek nüfusu 8.568 olduğuna göre erkek sayısı kadar da kadın yaşadığı
varsayımından hareketle Bozkır kazasının toplam nüfusu 17.136 kişi olmalıdır
(Tablo 1).
Merkez
Sinandı
Mahalleleri |
Mahalleleri |
Kazıkdere |
Mahalleleri |
Hisarlık |
Diğer
Köyler |
|
Köyler |
|
Tüvana |
|
Sabi |
|
Müsen226 |
|
Toplam |
|
Redif |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
||||||
|
Siristat |
|
133 |
|
146 |
|
69 |
|
348 |
|
5 |
|
|
|
Kozağaç |
|
43 |
|
48 |
|
31 |
|
122 |
|
2 |
|
|
|
Tepearası |
|
14 |
|
33 |
|
15 |
|
62 |
|
1 |
|
|
|
Hocaköy |
|
79 |
|
109 |
|
59 |
|
247 |
|
5 |
|
|
|
Pabuşçılar
karye-i |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hocaköy |
|
49 |
|
59 |
|
23 |
|
131 |
|
|
|
|
|
Bekele |
|
19 |
|
18 |
|
6 |
|
43 |
|
1 |
|
|
|
Tepelice |
|
24 |
|
37 |
|
23 |
|
84 |
|
2 |
|
|
|
Baybağan |
|
20 |
|
49 |
|
25 |
|
94 |
|
3 |
|
|
|
Kayapınar |
|
42 |
|
67 |
|
33 |
|
142 |
|
3 |
|
|
|
Arslantaş |
|
46 |
|
59 |
|
23 |
|
128 |
|
4 |
|
|
|
Karabayır |
|
28 |
|
37 |
|
14 |
|
79 |
|
3 |
|
|
|
Soyucak |
|
85 |
|
105 |
|
43 |
|
233 |
|
4 |
|
|
|
Kovanlık |
|
44 |
|
53 |
|
22 |
|
119 |
|
4 |
|
|
|
Yalnızca |
|
30 |
|
26 |
|
6 |
|
62 |
|
1 |
|
|
|
Gezlevi |
|
37 |
|
49 |
|
40 |
|
126 |
|
4 |
|
|
|
Fakılar |
|
35 |
|
34 |
|
14 |
|
83 |
|
3 |
|
|
|
Holuslar |
|
27 |
|
41 |
|
12 |
|
80 |
|
2 |
|
|
|
Gerez |
|
60 |
|
97 |
|
46 |
|
203 |
|
4 |
|
|
|
Söğüt |
|
31 |
|
39 |
|
13 |
|
83 |
|
3 |
|
|
|
Dedemköy |
|
95 |
|
106 |
|
60 |
|
261 |
|
5 |
|
|
|
Dolhanlar |
|
70 |
|
71 |
|
26 |
|
167 |
|
5 |
|
|
|
Hisarlık |
|
78 |
|
104 |
|
61 |
|
243 |
|
5 |
|
|
|
Mürüvvetli |
|
70 |
|
96 |
|
27 |
|
193 |
|
6 |
|
|
|
Yaztam |
|
25 |
|
19 |
|
10 |
|
54 |
|
3 |
|
|
|
Aydınkışla |
|
20 |
|
27 |
|
14 |
|
61 |
|
3 |
|
|
|
Kuşça |
|
41 |
|
49 |
|
21 |
|
111 |
|
5 |
|
|
|
Ulupınar |
|
28 |
|
19 |
|
6 |
|
53 |
|
2 |
|
|
|
Karayahya |
|
14 |
|
14 |
|
4 |
|
32 |
|
1 |
|
|
|
Acılar |
|
49 |
|
86 |
|
31 |
|
166 |
|
6 |
|
|
|
Belkuyu |
|
15 |
|
21 |
|
18 |
|
54 |
|
|
|
|
|
Akçaalan |
|
6 |
|
10 |
|
10 |
|
26 |
|
|
|
|
|
Avtan |
|
64 |
|
81 |
|
50 |
|
195 |
|
6 |
|
|
|
Fart |
|
77 |
|
85 |
|
39 |
|
201 |
|
5 |
|
|
|
Pınarcık |
|
46 |
|
61 |
|
33 |
|
140 |
|
4 |
|
|
|
Karacaardıç |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
(Mahalle-i Hacı) |
|
43 |
|
57 |
|
27 |
|
127 |
|
4 |
|
|
|
Sazlı |
|
36 |
|
40 |
|
17 |
|
93 |
|
2 |
|
|
|
Sopran |
|
45 |
|
75 |
|
60 |
|
180 |
|
6 |
|
|
|
Karacaardıç |
|
50 |
|
54 |
|
36 |
|
140 |
|
3 |
|
|
|
Boztam |
|
19 |
|
26 |
|
13 |
|
58 |
|
2 |
|
|
|
Bademli |
|
49 |
|
32 |
|
31 |
|
112 |
|
4 |
|
|
|
Balıklavı |
|
8 |
|
17 |
|
13 |
|
38 |
|
3 |
|
|
|
Akkise |
|
129 |
|
161 |
|
112 |
|
402 |
|
16 |
|
|
225 Veriler 1835
yılına aittir (BOA, NFS.d 3342: 3-4).
226 Tüvana
gençler, sabi çocuklar ve müsen yaşlılar yerine kullanılmıştır.
Köyler |
Tüvana |
Sabi |
Müsen226 |
Toplam |
Redif |
Saray |
4 |
3 |
1 |
8 |
|
Özisağir |
11 |
11 |
10 |
32 |
2 |
Yalıhüyük |
87 |
131 |
43 |
261 |
7 |
Ertoğan |
17 |
39 |
12 |
68 |
|
Çiftlik |
24 |
26 |
14 |
64 |
2 |
Sandı |
8 |
8 |
3 |
19 |
1 |
Arvana |
34 |
25 |
13 |
72 |
3 |
Kayacık |
13 |
26 |
8 |
47 |
1 |
Aliçerçi |
18 |
41 |
21 |
80 |
4 |
Ahurlu |
114 |
202 |
82 |
398 |
5 |
Kuruçay |
66 |
68 |
44 |
178 |
5 |
Meyre |
77 |
124 |
101 |
302 |
9 |
Gündüğün |
8 |
15 |
3 |
26 |
1 |
Özikebir |
9 |
8 |
3 |
20 |
1 |
Dere |
253 |
307 |
121 |
681 |
11 |
Karacahisar |
5 |
11 |
4 |
20 |
|
Akçapınar |
73 |
94 |
53 |
220 |
5 |
Çat |
84 |
135 |
62 |
281 |
10 |
Toplam |
2828 |
3691 |
1834 |
8353 |
215 |
Bozkır
madeninin merkezi olan Siristat, maden nedeniyle farklı etnik kökenlere sahip
insanlar ile tüccarların da yerleştiği bir yerleşim yeri olmuştur227.
XVI. yüzyılda, kasabada sadece
Türklerin yaşadığına değinilmiştir. Ancak maden
227
12 Ekim 1831 tarihinde yapılan
sayımda, ma‘den-i Bozkır der-livâ-i Begşehri re‘âyâ-yı ma‘denciyân başlığı
altında yazılan madenciler şunlardır: Papas Kilyos veled-i Andon
(canib-i Isparta), Minhail veled-i Nikola (madenci ustabaşı), Anastas
veled-i Yani, Yorgi veled-i Yani (madenci), oğlu Yani, diğer oğlu Apostol,
Todori veled-i Paldeli (madenci), oğlu Sava, Polhud veled-i Eksenbe (madenci),
oğlu Eksenbe, diğer oğlu Yorgi, Kelemenyus veled-i Antemus (madenci), oğlu
Yorgi, Totori veled-i Totos (madenci), Kiryako veled-i Kostanti (madenci),
karındaşı Yorgi, Avril veled-i Kiryako (madenci), Karındaşı Kostantin, Dimitri
veled-i Anastas (madenci), oğlu Emanet, diğer oğlu Todori, Yorgi veled-i Murad
(madenci), karındaşı oğlu Dimitri, karındaşı oğlu Nikola, Yorgi veled-i Emanet
(madenci), Nikola veled-i Yani (madenci), karındaşı Evide, diğer karındaşı
Penayut, Todori veled-i Emanet (madenci), oğlu Aknat, diğer oğlu Yorgi, diğer
oğlu Emanet, Hıristo veled-i Rumanis (madenci), karındaşı Nikola (tüccar), oğlu
Tomanus, Esper veled-i Emanet (madenci), oğlu Yorgi, Esper veled-i Dimitri
(madenci), İstavri veled-i Yani (tüccar, evsat), karındaşı Matol (tüccar,
evsat), Lundi veled-i İlya (pabuşçu, edna), oğlu Anastas (üç yaşında), kasab
Penayut veled-i Yani, oğlu Yani, karındaşı Kuzma (madenci), Gümüşhaneli Pandebi
veled-i Yani, Yorgi veled-i Dimitri (evsat), Pomi veled-i Burdan (çömlekçi,
edna), Todori veled-i Pomi (Sabî), Nikola veled-i Pomi (Sabî), Bürdan veled-i
Orham (çömlekçi, evsat), oğlu Andon (Sabî) (BOA, NFS.d 3278: 30-31). Aynı
tarihte tüccar ve misafir olarak Bozkır madenine gelenler ise; Kayserili
Anaştaş veled-i Usef (evsat), karındaşı Küdepe (evsat), uşağı Anaştaş, Silleli
Anaştaş veled-i İlya (evsat), Kayserili Usef veled-i Burdan (evsat), karındaşı
Murad (evsat), Kayseriyeli Usef veled-i Kiryakov (evsat), karındaşı Pedos
(evsat), Silleli Sava veled-i Bolat (edna), Çalîli Melkun veled-i Vadtat
(evsat), Konyalı Tanel veled-i Tanel (evsat), Kayseriyeli Acı veled-i İskender
(Evsat), Konyalı Sahk veled-i Hanas (edna), Silleli Lundi veled-i Burgali
(evsat), Silleli Burdan veled-i Kostanti (edna), Arabgirli Estefan veled-i
Ernin (evsat), Konyalı Andon veled-i Musa (evsat), Konyalı Yefus veled-i Kîrof
(edna), Konyalı Estefan veled-i Arakis (evsat), Silleli Yorgi (evsat), Konyalı
Agob veled-i Kîvjek (edna), Konyalı Agob veled-i Andon (evsat), Karamanlı Artin
veled-i Bağrsar (evsat), Pedos veled-i Agob (evsat), oğlu Estefan (edna) (BOA,
NFS.d 3278: 33).
açıldıktan sonra gerek
Gümüşhane’den gerekse diğer madenlerden gelen gayrimüslim madenciler Siristat’a
gelerek yerleşmiş. Madencilerin yanında madencilerin çeşitli ihtiyaçlarının
karşılanması noktasında cazip bir merkez haline gelen kasabaya tüccarlar da
gelmiştir. Millet-i Hıristiyan tabi kasaba-i Siristat denilerek 16 Mayıs
1836 tarihinde, kasabaya ticaret için gelenler ve diğerleri kaydedilmiştir228.
Madende çalışanlar yalnızca gayrimüslim madenciler değildi. Madene bağlı
kazalardan madenlerde çalışan kişiler olduğu gibi Siristat kasabasında ikamet
eden kişiler de madende çalışmıştır229.
Taife-i madenciyan tabi kasaba-i Siristat haraçgüzar değül şeklindeki
başlık altında, 16 Mayıs 1836 tarihli sayımda; Yorgi veled-i Amente
ser-usta taife-i madenci 42 yaşında, oğlu Emanet 2, Yorgi v. Yani 35, oğlu Yani
3, Yani v. Amenet 28, kardeşi Penayut v. Amenet 22, Acı Esper v. Amenet 45,
oğlu Yani 7, Estedül v. Yani 40, Karalam v. Yani 30, Todori v. Amenet 70, oğlu
A‘tad 25, diğer oğlu Amenet 8, Nikola v. Romani 50, oğlu Romani 8, Acı Yorgi v.
Kiraki 55, Kiraki v. Kostanti 18, kardeşi Yorgi 9, Kavril v. Kiraki 32, Dimitri
v. Todori 50, oğlu Amenet 11, diğer oğlu Pavli 8, diğer oğlu Todori 4, Yorgi v.
Yani 56, oğlu Yani 22, Acı Penaylu v. Yani 45, kardeşi Anastas v. Yani 40, oğlu
Esterani 8, Balhorate v. Eksenet 4, oğlu eksenet 14, diğer oğlu Meyne 8, diğer
oğlu Anastas 4, Totos v. Todori 35, Todori v. Petvili 65, oğlu Sava 18, diğer
oğlu Yani 4, Mehaş v. Nikola 45, oğlu Nikola 1, Kassab Penayut v. Yani 50, oğlu
Yani 11, diğer oğlu Kostanti 2, Dekelmeyaz v. Akunaki 50, oğlu Yorgi 9,
Hırsanti v. Romani 55, oğlu Penayut 7 yaşında olmak üzere 28 kebir ve 17 sağir
45 kişi kaydedilmiştir230
(BOA, NFS.d 3316: 11-12).
228 Bunların
isimleri ve yaşları şöyleydi: Acı Anastas kahya-i evvel 25, Dimitri v. Acı Elya
19, Sakızlı tüccar Yorgi v. Dimitri kahya-i sani Hristiyan 36, oğlu Dimitri 3,
Kıbrıslı Livzi v. Mehaş 40, çömlekçi Burdet v. Avrahim 65, oğlu Andon 11,
çölmekçioğlu Todori v. Burden 16 (BOA, NFS.d 3316: 10), kardeşi Nikola v.
Burden 10, tüccar Estori v. Atdun 25, rençber Yasef v. Romani 36, oğlu Dimitri
5, diğer oğlu Avrahim 2 yaşındadır (BOA, NFS.d 3316: 11). Bu şekilde 13 kişi
kaydedilirken bunların 5’inin sabi olduğu ifade edilmiştir.
229 1840
yılında Siristat kasabasında ameleci olarak kaydedilen kişiler ve yaşları şu
şekilde tespit edilmiştir. Ali v. Mustafa 34, Abdülkerim v. Mahmut 57, Hasan v.
Abdullah 30, Veli v. Koca Mahmud 57, Abdülkadir v. Mehmet 23 ve Veli v. Mehmet
19 (BOA, NFS.d 3319: 4-5; BOA, NFS.d 3320: 3). Aynı tarihte işçi olarak 37
yaşındaki Ali v. Mehmet kayıtlıdır (BOA, NFS.d 3319: 5).
230 1838
yılındaki veriler için bu bölümdeki cizye başlığına bkz.
3.2. Bozkır Madeni Emanetinin
Yönetimi
Merkezden
kendisine bir miktar sermaye verilerek maden bölgesine gönderilen maden emini,
Bozkır madeni bölgesinde; madene ait kömür, kütük, cevher çıkarılması,
işlenmesi ve nakli gibi konularda sorumluydu. Madene ait çeşitli görevler
yapılırken maden eminine hiç kimsenin müdahale etmemesi gerekirdi. Bu anlamda
vali ve sancak beylerine madenin serbestiyet düzeni ile ilgili çeşitli emirler
yazıldığı gibi (BOA; MEDAD 9: 171-1; 177-1) maden bölgesinde ortaya çıkan
sorunların çözümünde validen maden bölgesine yardım etmesi de istenebilirdi
(BOA, MEDAD 8: 606-1). Özellikle eşkıyalığın önlenmesi konusunda maden
eminlerinin yetersiz kaldığı durumlarda ise valiye emirler yazılırdı231
(BOA, MEDAD 8: 611-2). Bu anlamda çeşitli görev ve sorumlulukları bulunan maden
emini, önemli yetkilerle de donatılmıştır.
Bozkır
madeni emininin “bi’l-istiklal232”
olarak hareket etmesi, “Madenciler ve maden emanetinde bulunan halkın hakları
nasıl savunuluyor?” sorusunu akla getirmektedir. Fakat unutulmaması gereken
nokta özerk bir yapı olan maden emanetinde maden emininin sınırsız bir gücü
yoktu. Onu denetleyen görevliler de vardı. Madenle ilgili olarak kâtip, adli
olarak da kadılar bu görevi yapardı. Maden emininin elindeki yetkileri kötüye
kullanması halinde halkın durumu, kadı tarafından merkeze bildirilirdi.
Kadıların233 maden eminleri tarafında yer
aldığı durumlarda ise, halk şikayet ettiği konuyu doğrudan merkeze yazarak
sorunun çözümünü talep edebilirdi. Merkeze ulaşan şikayetler üzerine ise bir
mübaşir görevlendirilerek mevcut şikayetler yerinde araştırılarak çözüm yolları
aranırdı234. Gönderilen
231 Karaman
valisine maden bölgesinde çıkan eşkıyalığın engellenmesi ile ilgili gönderilen
diğer emirler için bkz. BOA, C.DRB 2605; BOA, C.DRB 2890. Bu emirler Bozkır
madeni eminine de gönderilmiştir. Yine kurşunun madenden Alanya İskelesi’ne
taşınması konusunda da valiye emirler verilmiştir (BOA, C.DRB 2416).
232 Yörük
taifesinden bazı kişilerin Seydişehir, Kırili ve Göçü kazası köyleri
ahalilerine zulüm yaptığı ifade edilince, bu bölgelerin istiklal üzere maden
emini denetiminde olduğu hatırlatılarak bunların maden bölgesinden çıkarılması
Karaman valisi, maden emini ve kazaların kadılarına 30 Haziran 1793’te
emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 202-2).
233 Madene
bağlı kazaların kadıları da maden emininin zulmünden dolayı arz yazmışlardır
(BOA, D.BŞM.DRB 14/97).
234 Seydişehir
kazası ahalileri divan-ı hümayuna arzuhal idüb seksen aded balta hesabıyla
madene bağlanan kaza, esbak maden emini vaktinde beher balta otuz altışar kuruş
kömür akçesi virilüb kaza-i mezburun meblağın edasına aczleri varken maden emini
olan Mehmed Fazlullah tüfenkçibaşısı ile ittifaken beher baltaya yüzonyedişer
kuruş tevzi ve bundan maada çakıl, kürek, cevher nakli ve menzil
mübaşirin konuyu araştırması ve
merkeze bilgi vermesine bakılarak bu şekilde gönderilen mübaşirlerin bir nevi
müfettiş olduklarını söylemek mümkündür. Yapılan araştırmalar neticesinde fitne
yaptığı ortaya çıkan maden eminleri görevden alınarak sürgün cezasına
çarptırılırdı235.
Bununla birlikte çeşitli yolsuzluklara karıştığı tespit edilen maden eminleri
de cezalandırılmıştır. Rüşvet aldığı gerekçesiyle azledilen Bozkır madeni emini
Hacı Ali Ağa’nın yeni maden emini Hacı Hüseyin Ağa ile hesaplaştıktan sonra bir
mahalle sürgün edilmesi için hatt-ı hümayun olduğundan çavuş mübaşeretiyle Bolu’ya
nefy olunması konusunda divandan emr-i ali verilmiştir (Kavaklı, 2005: 346).
Maden eminlerinin bölgesinde geniş yetkileri vardı ancak olumsuzluklar ortaya
çıktığında ve cezai bir müeyyide uygulanması gerektiğinde maden emini hakkında
gerekli işlemler başlatılırdı. 21 Ağustos 1816 tarihinde, maden ustaları ile
kaza ahalisi, Bozkır madeni emini İshak Ağa’nın yanındaki kişilerle birlikte
kendi bildikleri gibi salyane tevzi eylediği ve kaza hakiminin de bunlara
uyduğu yönünde şikayetlerinden dolayı başka bir kişinin maden emini olarak
atanmasını talep etmişlerdir. Bu şikayetlerin yerinde incelenmesi ve tarafların
dinlenmesi gerektiğinden dolayı bu durumun Karaman valisine yazılmasına karar
verilmiştir. Ancak Şeyh Mehmet’in sürgün cezası ile ilgili emrin de
gönderildiği hatırlatılmıştır (BOA, C.DRB 1581).
Madenciler
ve maden ahalisi kendilerine verilen muafiyeti yapılan herhangi bir uygunsuzluk
durumunda kullanmışlardır. Bu durum genel olarak serbestiyet kelimesi ile ifade
edilmiştir. Bozkır madeninde uygulanan serbestiyet usulü sayesinde maden emini
maden bölgesinde görevlerini sürdürmüş ve hiçbir idareci ona karışamamıştır.
Ancak ortaya çıkacak olumsuzluklarda kadı devreye girmiştir. Bu anlamda
düşünüldüğü zaman müstakil bir birim özelliği kazanan Bozkır madeni emaneti;
idarî, malî ve hukukî açıdan çevre yerleşmelerden farklılıklar arz
akçesi ve mübaşiriyye vs. gün be
gün mezalim ve tadiyat ibtidar ile senede üç defa balta akçesi denerek cebren
ve fehren hal ve kayda tahsil eylediğinde kaza ahalisi diyar-ı ahara gidip
perakende ve perişan olduklarından bahsle hallerine merhamet olunmasını
istemişlerdi. Mübaşire bu durumu araştırması ve durum hakkında bilgi vermesi,
kadının da ona yardım etmesi emredilmiştir. 21 Haziran 1784 tarihinde verilen emirde,
mübaşirden teftiş ve tefehhus edip hakikati hali bildirmesi istenmiştir (BOA,
MEDAD 8: 677-2).
235 Mübâşiri
ta‘yîn olunmak üzre çâvuşbaşı ağaya virilen 9 Kasım 1828 tarihli emir şöyledir:
“Keşan nâ’ibine, Bozkır Ma‘deni emâneti Bozkır kazâsına tâbi‘ Hoca karyesi
ahâlisinden Hacı Abdullah nâm kimesneye ihâle olunmış ise de îkâz-ı fitneden
hâlî olmadığından azl olunmuş ve Der-sa‘âdet'e gelüb emânet-i mezkûrun tahsîli
dâ‘iyyesinde olmakla li-ecli't-te’dîb kavâs mübâşeretiyle Keşan'a nefy olunmak
bâbında dîvândan emr-i âlî (Kavaklı, 2005: 242).
etmekteydi. İdari ve hukuki
açıdan maden emini “ber vech-i istiklâliyet”e sahip idi. Madenciler ve
madene bağlı kaza ahalileri arasında olacak davaların maden emini marifetiyle
mahkemede görüleceği ve ehl-i örf taifesinin her ne sebeple olursa olsun
karışmamaları gerektiği Karaman valisine bildirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 638-2).
21 Ekim 1787 tarihinde “Madene bağlı olan kazalara vechen
mine’l-vücûh zulm ve te‘addiye cevâz virmeyüb sâ’irlerin mezâliminden
dahi himâyet ve sıyânet itmek merbût olan kazaların fi’l-asl câri olan şurût-ı
serbestiyetleri yine kemâkân mer‘î olub ma‘den emininden ma‘adâ vülât ve hükkâm
ve mirmirân ve zâbitân taraflarından kazahâ-i merkûmeye bir vecihle müdâhale
olunmamak şerâyit-i derc ve tastîr olunarak” Bozkır, Belviran ve Seydişehir
kazaları bu şartlarla madene bağlanmıştır (BOA, C.DRB
967). Malî açıdan ise madene sermaye akçesi gönderilmesi hatırlanırsa diğer
yerleşim yerlerinden farkı daha iyi anlaşılabilir.
Serbestiyet
denilince Bozkır madeni emanetine bağlı kazaların idari, adli ve malî açılardan
diğer bölgelerden bağımsız olması anlaşılmalıdır. Maden bölgesindeki tüm
sorumluluk tamamen maden eminine ait olup maden bölgesindeki halkın işleri maden
emini tarafından yerine getirilirdi. Serbestiyet, madene, madencilere ve madene
bağlı kaza ahalilerine kimsenin karışmaması demekti. “…ehl-i ‘örf tâ’ifesi
taraflarından ihzâr teklifi vesâ’ir bahâne ile cevr ve te‘addî ve rencîde
olunmayub serbestiyetlerine ‘ale’l-istimrâr ri‘âyet…” (BOA, MEDAD 8: 620-1)
denilerek ehl-i örf tarafından mahkemeye çağırma gibi haksızlıkların
yapılmaması konusunda ilgililer ikaz edilerek serbestiyetin sürekliliği
hatırlatılmıştır. “… Mefrûzı’l-kalem ve maktû‘ı’l-kıdem min külli’l-vücûh
serbest olub vüzerâ ve mirmirân ve müteselim ve voyvoda vesâ’ir ehl-i ‘örf
tâ’ifesi taraflarından vechen mine’l-vücûh müdâhale ve mümâna‘at olunmayub
serbestiyet üzere tarafından i‘mâl ve idâre olunmak fermanım olmağın…”
denilerek maden eminine 2 Şubat 1777 tarihinde emir gönderilmiştir
(BOA, MEDAD 1: 756-2). Karaman valisine de bu serbestiyet kaideleri
hatırlatılarak ehl-i örf taifesinin madencilere ve maden ahalisine
karışmamaları, eminin şikayetinin geçerli olduğu da hatırlatılarak236,
maden eminine yardım edilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 173-3).
236 “…Ümenânın
şükr ve şikâyeti müsmer ve mü’esser olmağla bundan böyle hilâf-ı rızâ-yı
hümâyûn hareket-i birle ma‘denciyânın ve ma‘denlere bağlu kazâlar
ahâlisine ta‘arruz ile beytü’lmâl-i müslimînin irâd-ı cesîmesinin kesretine
bâ‘is olmakdan ihtirâz ve ictinâb eylemek bâbında fermân-ı
“min
külli’l-vücûh serbest” (BOA, C.DRB 1058) yani her bakımdan serbest olan
Bozkır madeni madencileri ile madene bağlı kaza ahalilerine ehl-i örf taifesi
karışamıyordu. 25 Nisan 1816 tarihinde, Kadı Abdurrahman Paşa’nın Konya
valiliği esnasında valilere mahsus sarayın tamiri için hazeriyye hesabı üzere
eyaletteki kazalara tevzi yapılmış ve Bozkır kazası hissesine 2.150 kuruş
isabet etmiştir. Ancak kaza ahalileri serbestiyet üzere madene bağlı
olduklarından Kadı Paşa’nın dahi hisse tarh etmediğinden bahsederek
affedilmelerini istemiştir. Bu durum hakkındaki görüşü sorulan darphane nazırı,
madene bağlı kazaların serbest olduğu ve tekâlif-i şakkanın tamamından muaf
olduklarını söylemiştir (BOA, C.ML 528).
Bozkır
madenine bağlı Seydişehir kazasına bağlı 23 köy ahalisi dağlarında ağaç
olmadığından kömür görevi yerine kendilerinden üç taksit ile 4.000 kuruş kömür
bedeliyesi alındığını ve madenin diğer işlerini de yerine getirdiklerini ancak
ayanların tekalif-i örfiyye talep ettiği yönündeki şikayetleri üzerine bu
kazanın madene bağlı ve serbest olduğu 28 Mart 1783 tarihinde hatırlatılmıştır
(BOA, MEDAD 8: 669-2). Dolayısıyla serbestiyet, madenciler ile madene bağlı
kaza ahalisinin işlerinin maden emini tarafından görülmesini ifade etmekteydi.
Bozkır
madeni eminine gönderilen 10 Kasım 1787 tarihli hükümde, “…Bozkır ve
Belviran ve Seydişehri kazaları merbût ve mülhak olmağla kemâfi’s-sâbık kazâhâ-
i
mezkûr ma‛den-i mezkûre merbût
olmağın sen ki ma‛den emini mûmâ ileyhsin kazâhâ-i selâse-i merkûme
ahâlilerinin zuhûr iden da‛vâ ve niza‛ları ve ahz ve habs ve te’dib ve
güşmâlleri ve sâ’ir cüz’î ve küllî umûr ve hususları ber vech-i istiklâl senin
ma‛rifetinle ru’yet olunub taraf-ı aharden müdahale ve ta‛arruz olunmamak ve
ahali-i merkûmenin her halde himâyet ve sıyânet ve mezâlim ve ta‛diyâtdan hıfz
ve harâset ve onlar dahi sana ita‛at ve inkıyâd eylemeleri…” (BOA,
C.DRB 2636) ifadesi, davaların maden emini nezaretinde görüleceğini
göstermektedir. Burada söz konusu uygulama madenciler ya da maden ahalisinden
birinin davada bulunması gerekli olduğu zamanlarda mahkeme emin huzurunda ya da
gözetiminde kurulmuş olmalıdır. Ancak bu davalarda kadıların da olduğu ve
kararları veren kişinin o olduğu unutulmamalıdır. Davada eminin rolü,
madencilik işlerinin aksamasını engellemek
‘âlişânım
sâd ır olmuşdur…” (BOA, MEDAD 9: 173-3) denilerek
maden eminlerinin şikayetlerine itibar edildiği vurgulanmıştır.
olduğundan davaların uzun
süreli olmasını engellemek, ilgili kişiyi madencilik faaliyetlerine hemen döndürmek
olduğundan davaların çözülmesine nezaret etmek olmalıdır. İkinci husus, Bozkır
kazasında meydana gelecek anlaşmazlıklar; Bozkır mahkemesinde, Seydişehir
kazasındaki davalar ise Seydişehir mahkemesinde maden emini ve ilgili kaza
kadısının marifetiyle görülmüştür (BOA, MEDAD 8: 620-3, 625-1). Bu maden
işlerinin aksamaması için alınan tedbirlerden biri olmalıdır. Zira ahaliden bir
kişinin bir başka mahkemeye gitmesi nedeniyle maden işleri aksatılacağından
böyle bir yola başvurulmuştur. Eminin bu davalarda yer alması ise davanın
ivediliği ve önceliğine etki edebilir. 19 Mart 1827 tarihli emirde bu durum
şöyle ifade edilmiştir. “… Bozkır kazasının zuhûr iden da‛vâ ve niza‛ları
ve ahz ve habs ve te’dibleri ve sâ’ir cüz’î ve küllî umûr ve
hususları ber vech-i istiklâl Bozkır ma‛deni emini ma‛rifetiyle ru’yet olunub
taraf-ı aharden müdahale ve ta‛arruz olunmamak ve her halde himâyet ve sıyânet
ve mezâlim ve ta‛diyâtdan hıfz ve harâset ve eminlerine ita‛at eylemek şartıyla
Bozkır ma‛denine rabt ve ilhâk olunmuş…(BOA, C.AS 23891). Yine madencilerin
özel bir emir olmadıkça tutuklanamayacağı “… ma‛denciyanın müstakilen
emr olunmadıkça ihzarı şurutundan olmadığından…” (BOA, C.DH 3592)
şeklindeki ifade, madenin idari ve hukuki anlamdaki özerkliğini
göstermektedir.
Ber-vech-i
istiklal, madenciler ve madene bağlı kaza ahalilerinin kendi
aralarında ortaya çıkan dava ve anlaşmazlıkların çözümünün maden emini
nezaretinde yapılması, işlediği suçtan dolayı cezalandırılması gerekenlerin
cezasının maden emini tarafından yerine getirilmesidir. Seydişehir kazasında
ayanlık iddiasında olan Çopur Kadı ve Hacı İsa adlı kişilerin Bozkır madeni
emini Kadı Abdurrahman tarafından çavuş mübaşeretiyle Magosa’ya nefy edilmesi 5
Eylül 1801’de emredilmiştir (BOA, C.DRB 2423).
Her yıl
yapılan emin atamalarında ber vech-i istiklal ve serbestiyet üzere idare
hatırlatılmıştır (BOA, C.DRB 252; BOA, MEDAD 8: 675-1). “…Bozkır madeni emanetini
sene-i merkûme mahsûben serbestiyet vechiyle zabt ve rabt ve i‛mâl ve idare ve
bir ferdi umuruna karıştırmayub…” (BOA, C.DRB 1915). “…ber vech-i emânet
zabt ve rabt ve i‛mâl ve idare ve bir ferdî umuruna karıştırmayub… umûru ma‛den
müdâhale ve te‛addîye cesâret idenler olur ise men‛ ve def‛ ve tenbîh
olmayanları ism ve resmleriyle
Deraliyye’me i‛lâma musâra‛at eyleyesin…” (BOA, C.DRB
3123) emirleri, maden eminlerine gönderilmiştir. Benzer şekilde aynı emirler
hem idari anlamdaki karışıklığı önlemek için, hangi eminin atandığını gösteren
emirler, madene bağlı kazaların kadı ve naiblerine de bildirilmiştir (BOA,
C.DRB 2482). Eminler arasındaki hesaplaşmada halef, selefin bakaya kalan
borçlarını kabul etmediği zaman, borçlar eski emin üzerinde kalmak şartıyla
yeni eminin marifeti ile yerli yerinden toplanmak üzere devir teslim işlemleri
yapılırdı. Maden eminleri arasında devir teslim işlemleri esnasında eski emin
dahi olsa maden hizmetindeki çalışanlar üzerindeki alacakların tahsilinin de
yeni emin tarafından yapılması, serbestiyet sistemine gösterilen hassasiyeti
hatırlatmaktadır (Aslan, 1989: 64).
Bozkır
madeni emaneti için kullanılan “maden-i hümâyun toprağı” ifadesi
yukarıda anlatılmaya çalışılan idari yapıyı yansıtan önemli bir örnektir.
Bozkır’a bağlı Yalıhüyük köyü ahalisi madenin kömür ve kütük ihtiyacını
karşılamakla birlikte yakınlarında bulunan gölde de balık tutmaktaydı. Balık
tutulması nedeniyle Beyşehir Dalyan Mukataası denilerek vergi talep
edilmesi üzerine verilen cevapta, yarısının maden-i hümayun ve diğer
yarısının Seydişehir toprağı olduğu 16 Nisan 1835’te belirtilmiştir (BOA, C.DRB
1276). Bu tarihte Bozkır ve Belviran kazalarının madene bağlı olduğu
hatırlanırsa, madene bağlı bu kazaların bir idari yapıyı temsil ettikleri
rahatlıkla söylenebilir. Burada vergi toplanması görevi maden toprağı olduğu
için maden eminine aittir. Zira Bozkır madeni emanetine bağlı kazalarda vergi
toplama işi, maden emini tarafından yapılmaktaydı (BOA, C.DRB 2148; 2726). Yine
madene bağlanan kazaların vergileri ile (BOA, MEDAD 9: 176-1) Karaman valisine
ait hazeriyyenin toplanması görevi de maden emininin göreviydi (BOA, C.DRB
2148). Madene bağlı kazalardan maden için toplanacak bedeller de maden emini
tarafından toplanırdı (BOA, C.AS 42326).
Maden
eminleri doğrudan darphaneden atanmaktaydı ve herhangi bir mahalli yöneticinin
bu konuda etkisi yoktu237.
Yine maden emini yıl sonu hesaplarında ve
237
Darphane nazırının takririyle
atanan maden eminleri, darphane nazırının değişmesinden etkilenmezdi. Zira
maden emini darphaneye karşı sorumluydu. 4 Mart 1779’da darphane nazırı Ahmet
Latif’e dergah-ı ali çavuşluğu ihsan olunduğundan yerine Mehmet’in atandığı
ifade edilerek Bozkır madeni emini olarak atanan kişinin bundan etkilenmeyeceği
ifade edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 629-1). Fakat bu istisnai örnek dışında maden
eminlerinin bütün işlerini denetleyen kişi darphane nazırıdır.
madenle ilgili konularda
darphane nazırına karşı sorumluydu (BOA, MEDAD 8: 782-2; 642-1). 2 Mayıs
1785’te Bozkır kazasından ağnam vergisinin alınamadığı yönünde Karaman valisine
yapılan şikayet üzerine valinin “ben maden tarafına karışmam”
demesi nedeniyle, maden eminine emir yazılması sadrazam tarafından arz
edilince maden emini marifetiyle adet-i ağnamın toplanarak hazineye
mübaşirle ulaştırılması emredilmiştir238
(BOA, C.ML 23783).
27 Şubat
1781 tarihinde, Bozkır madeni emini Mustafa kaimesinde, madene bağlı Belviran
kazası köylerinden Bolad ve Gederet köylerinin kömür ve cevher nakli ile amele
malzemesini edaya muhalefet etmeleri üzerine gerekli işlemlerin yapılması için
izin istemiştir. Bu isteğe verilen cevapta, maden işlerinin aksamasına sebep
olacak kişilerin cezalandırılmasının ertelenmeyeceği vurgulanmıştır (BOA, C.DH
15332). Maden işlerinin aksamaması için cezalandırma yöntemi yanında işlerin
yolunda gitmesi için de çeşitli önlemler alınmıştır. Baltacı vermek yerine
kömür bedeli ödeyen kazalara yapılan tevziler, balta hesabı üzere, kadı ve
maden emini tarafından yapılmaktaydı (BOA, MEDAD 8: 670-2). Fakat ayanların
ahaliden bu görevleri dışında tekalif-i örfiyye talep ettiği yönündeki
şikayetler üzerine madene bağlı kazaların serbestiyetleri hatırlatılırdı (BOA,
MEDAD 8: 669-2). Madene bağlı kaza ve köy ahalisinin davaları kadı tarafından
maden emini marifetiyle mahallinde görülürdü (BOA, MEDAD 8: 672-1). Madenler ve
madencilikle ilgili davalar da maden emini tarafından mahallinde görülürdü
(Özkaya, 2008: 307-308). Maden bölgesinde bulunan kadı ve naiblere de maden
eminine yardımcı olmaları ve bu duruma aykırı hareket yapmamaları konusunda uyarı
yapılırdı (BOA, MEDAD 9: 201-1).
1
Şubat 1800’de, Beyşehir sancağı
kazaları; Beyşehir, Kırili, Bozkır, Seydişehir, Kaşaklı ve Göçikebir ile Konya
sancağına bağlı Belviran kazası madene bağlıydı (BOA, C.ML 2517). Bozkır
madeni’ne bağlanan kazalar Bozkır maden-i hümayun emanetine dahil oluyordu. Bu
ifade madene bağlı kazaların idari yapısını da göstermekteydi. Bozkır madenine
bağlı kaza ahalilerin bazılarının maden için gerekli yükümlülüklerini yerine
getirmeden başka yerlere gitmeleri üzerine onların
Hatta
maden eminlerinin çeşitli sebeplerle azledilmeleri gerektiğinde durumu bir
takrirle darphane nazırı bildirirdi (BOA, MEDAD 8: 680-1).
238 20 Ekim
1806’da da aynı emir gönderilmiştir (BOA, MAD.d 10086: 280-3).
yapacağı hizmetler de kalanlara
yüklenmiştir. Madene bağlı kazalardan firar edenlerin eski yerlerine
döndürülmelerini Bozkır kadısı ilamında ve maden emini tahriratında niyaz
edince, madenin düzenini korumak için vatanlarını terk edenlerin bulundukları mahalde
hane-i avarıza kayıt olunmamışlar ve 10 seneyi geçmemiş239
ise hepsinin eski köylerine gönderilmeleri 19 Nisan 1793’te emredilmiştir240
(BOA, MEDAD 9: 202-1). 6 Aralık 1797 tarihinde yine madenin düzeninin
bozulacağı ve maden işlerinin aksayacağı ileri sürülerek madene bağlı kazaları
terk edenlerin eski yerlerine döndürülmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 219-1).
Madene bağlı kaza ahalileri bir başka kazaya yerleştiği zaman maden işlerinin
aksamaması için kazalarına döndürülmüştür (BOA, MEDAD 9: 219-1). Yine 1793
yılında, madenin tatiline neden olabilecek Yörük taifesinin Kırili, Göçü ve
Seydişehir kazaları toprağına yerleşmesi nedeniyle bu topraklardan çıkarılması
Karaman valisi ile ilgili kaza kadıları ve Bozkır madeni eminine emredilmiştir
(BOA, MAD.d 23093: 59-2).
Kısaca
söylemek gerekirse, bir madenin serbest olması demek, maden bölgesindeki bütün
vergilerin toplanması ve madene bağlı kazaların bütün işlerinin maden emini
tarafından yürütülmesi demektir. Ber-vech-i istiklaliyet üzere yönetim ise, Bozkır
madeninin bağımsız bir idari birim olarak yönetildiğini göstermektedir. Maden
bölgesindeki madenci ve ahaliye ait bütün işlerin maden emini tarafından ya da
onun nezareti altında yapılması buna kanıt olarak gösterilebilir.
Maden emini
maden bölgesinin idari yöneticisidir ve görevleri itibarıyla maden bölgesi
özerk bir yapıya sahiptir, denilebilir. Zira diğer yöneticilerin bu yerleşim
yerlerine müdahalesi, sık sık gönderilen emirlerle engellenmeye çalışılmıştır.
Bozkır madenine bazı dönemlerde vezir rütbeli kişilerin atanması da bu bölgede
bulunan idari yapıya devletin verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir.
Bununla birlikte maden emininin idari statüsünün yetkileri göz önüne alındığı
zaman adeta bir beylerbeyi statüsünde olduğu bir araştırmacı tarafından dile
getirilmiştir (Yüksel,
239 10
yıllık zaman sınırlamasının geçerli olmadığı madenler de vardı. 22 Şubat 1794
tarihinde, Bereketli madenine bağlı Çamardı kazasından başka yerlere yerleşen
ahalinin geri döndürülmesi ile ilgili emirde zaman sınırına bakılmaması
emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 208-1).
240Bozkır
madenine bağlı Göçikebir kazası köylerinden Bükçe, Saraycık, Hasanşeyh ve Nefâh
köyleri reayaları ve maden reayaları köylerine yakın bir yerde olan Konya
nahiyesinden İnce köyüne/İnlice giderek altı ay kazada ve altı ay köyde durup,
üzerlerine edası lazım gelen tekalifleri ödemediklerinden başka maden hizmetini
de terk eylediklerinden yerlerine terk edenlerin yerlerine iskanı 7 Ekim
1793’te emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 202-d).
1997: XV). Fakat Bozkır
madeninde bulunan maden emininin idari statüsü beylerbeyi statüsünün
altındadır. Buna delil olarak beylerbeyi olan kişilerin vezir rütbeli kişiler
olduğunu madene atanan kişilerin ise daha aşağı görevlere sahip “bazen vezir
rütbeli kişiler olmasına rağmen” kişiler olması gösterilebilir.
Bozkır
madeni emanetindeki bahsedilen statü, redif teşkilatının kurulması ve valiliğin
müşirliğe çevrilmesi ile ortadan kalkmıştır. 4 Temmuz 1834 tarihinde yürürlüğe
giren Redif Nizamnâmesi’ne göre redif teşkilatı241
kurulacak yerlerin vali ve mutasarrıfları ile diğer görevlilerine durum
bildirildi. Karaman valisi ve Akşehir, Aksaray, Beyşehir242
sancakları mutasarrıfı Ali Paşa, Konya sancağı kazaları kadı ve naibleri ile
voyvoda, âyân, vücûh-ı memleket ve iş erlerine de bir hüküm gönderildi
(Kütükoğlu, 1982: 128). Bu nizamnameye göre sancaklardan, hâvî oldukları
kazaların maden, has, vakıf, muaf olup olmadıklarına bakılmaksızın,
zâbitleriyle birlikte 1.400 kişiden ibaret birer tabur teşkil edilecekti243
(Kütükoğlu, 1982: 129). Burada önemli olan nokta ise maden bölgesi olan
kazaların da aynı statüde olması ve muafiyet durumunun dikkate alınmamasıydı.
Redif
taburlarının bulunduğu sancaklar grup grup toplanarak bir müşirin244
emrine verilmiştir (Kütükoğlu, 1982: 141). Yani vali ünvanı müşire çevrilmiş;
müşirlere, askerî, malî ve idarî yetkiler verilmiştir (Çadırcı, 2007: 107).
Artık Bozkır madeninin idari birim olarak Konya müşirine bağlı hale gelmesiyle
ber vech-i istiklaliyet245
durumu sona ermiştir. 1836’da redif askerinin yeniden faaliyete
241 Tam
adı Redîf-i Asâkir-i Mansûre veya Asâkir-i Redîfe-i Mansûre olan bu ordunun
kuruluş amacı, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra oluşturulan Asâkir-i
Mansûre-i Muhammediyye adıyla oluşturulan yeni orduya destek sağlamak ve halkı
uzun süre mecburi hizmette tutmadan kendi bölgelerinde eğiterek iç güvenliği
sağlamaktı (Özcan, 2007: 524). 1831 tarihli nüfus sayımında Asâkir-i Mansûre-i
Muhammediyye’ye Bozkır kazasından 65 kişi kayıtlı iken (BOA, NFS.d 3341: 9-14)
1835-1836 yılı nüfus verilerine göre ise, Bozkır kazasından 215 kişi redif
olarak yazılmıştır (BOA, NFS.d 3342: 3-4).
242 1834
yılında, mütesellimlikle idare olunan Beyşehir sancağı ve Aksaray sancağı
Karaman valisi olan Hacı Ali Paşa’ya ilhak edilmiştir (Ahmed Lûtfî Efendi,
1999: 819).
243 Redif
askeri olacaklar 23-32 yaşlarında bulunacaklar, askerliğe engel sakatlıkları
olmayacaktı (Çadırcı, 2007: 105).
244 Konya
Müşirliği; Nefs-i Konya, Akşehir, Beyşehir, İçel, Niğde ve Aksaray’dan
oluşturulmuş ve Karaman valisi Hacı Ali Paşa müşir olarak atanmıştır
(Kütükoğlu, 1982: 142).
245
Bozkır madeni emini İzzet Bey
tarafından varid olan maruzat hulasası müşirliklerin oluşturulmasından birkaç
ay önce serbestiyet uygulaması ve vergilerin maden emini tarafından toplanması
gibi uygulamaların devam ettiğini göstermektedir. Konya sancağından tahsil
edilecek “tekâlifât-ı seniyye”den Belviran kazası ahalisine %5 hesabıyla icab
iden hisseleri maden emini ve mahkeme tarafından tahsil edilerek liva tarafına
teslim olunması ve serbestiyete aykırı olarak fazla
geçmesi üzerine idari
düzenlerde bazı değişiklikler olmuş. “Redif-i Mansure Konya Müşirliği”
unvanıyla; Konya, Akşehir, Beyşehir, İçel, Niğde ve Aksaray sancakları
birleştirilerek Karaman valisi Hacı Ali Paşa müşir olarak atanmıştır (Çadırcı,
1997: 16). 8-17 Ocak 1838 tarihinde “Redif-i Mansure-i Eyalet-i Konya Müşiri”
Ali Paşa’ya gönderilen fermanda, Konya’da redif askeri için hazırlanan kışlanın
inşasına
2
yük 74.810 kuruş masraf
edildiğinden, bu masrafın; 1 yük 60.500 kuruşu Konya sancağı kazalarına, 51.500
kuruşu Beyşehir sancağı kazalarına, 42.310 kuruş Akşehir sancağı kazalarına ve
20.500 kuruşunun Aksaray kazalarına isabet eylediği ifade edilerek bu şekilde
tevzi defterlerine kayıt edilmesi emredilmiştir (KŞS 83: 5-1).
6
Nisan 1837 tarihinde Bozkır madeni
Karaman müşiri Ali Paşa’ya ihale olunmuştur (BOA, HAT 1321/51571; Tablo 3).
Müşir de gönderdiği tahriratında Bozkır madeni eminliğine Ömer Bey’i atadığını
bildirmiştir (BOA, HAT 682/33214). Konya müşiri Hacı Ali Paşa, Konya müşirliği
adı verilen idari yapının yöneticisi olmakla birlikte aynı zamanda Bozkır
madeni emanetinin de
yöneticisiydi246
(Bkz. Tablo 3). Yani idari açıdan Bozkır madeni emaneti, yeni oluşturulan Konya
müşirliği içine alınmıştır.
4. Bozkır Madeninde Hukukî Durum
4.1. Bozkır Madeninde Ortaya Çıkan
Davalar
Bozkır
madeni emaneti sınırları içerisinde yaşayan halk arasında ya da madenciler
arasında olan sorunlar ile bu iki grubun birbirleriyle olan anlaşmazlıkları
maden emininin gözetiminde mahkemede çözülmeye çalışılmıştır. Bozkır ve
Belviran kadılarına gönderilen 17 Mayıs 1778 tarihli hükümde; madene bağlı kaza
ahali ve reayasının umur ve hususları ancak maden emini tarafından görülüp,
serbestiyet üzere onun tarafından zabt edileceği ve maden hizmetinde oldukları
için “min külli’l-vücuh serbest olub” dava ve nizaları ancak Bozkır
mahkemesinde
talepte bulunulmaması konusunda
emir verilmiştir. Bu olay emsal gösterilerek Bozkır madenine bağlı diğer kaza
olan Bozkır kazasından ise, Beyşehir sancağından fermanla talep edilen
matlubat-ı devlet-i âliyye ve tekalifi seniyyeden yüzde beş hesabıyla,
hisselerini maden emini marifetiyle Beyşehir sancağına ita eyledikten sonra
fazla talepte bulunulmaması konusunu içeren 27 Mayıs 1834 tarihli emir maden
emini, Bozkır naibi ve liva mütesellimine gönderilmiştir (BOA, MEDAD 3: 282-1).
246 Bozkır
madeni dışındaki madenlerde de benzer uygulamalar yapılmıştır. Gümüşhane madeni
Mart 1838 tarihinden itibaren Trabzon Valisi Osman Paşa’ya emaneten verilmiştir
(BOA, İ.DH 6/262). 26 Kasım 1839’da, Bozok sancağı mütesellimi Mehmet aynı
zamanda Aladağ madeni eminiydi (BOA, MAD.d 8355: 55).
marifet-i şer ve maden emini
marifetiyle görüleceği ifade edildikten sonra diğer görevlilerin karışmaması
emredilmiştir (BOA, C.ADL 76/4572). Larende voyvodası el-Hâc Abdurrahman’ın
Belviran kazası ahalisine kaza ahalileri için 3.750 kuruş borç para verdiğini
ve 181 güne dek ödeyeceklerini taahhüt etmelerine rağmen ödemediklerini Larende
kadısı ilamında ifade edince, Bozkır madeninde müstahdem olduklarından maden
emini marifetiyle tahsili istenmiş ve mahallinde davanın görülmesine 8-17 Şubat
1779’ta karar verilmiştir (BOA, AHK.KR.d 15: 192-4). Ehl-
i
örf taifesinin maden bölgesine
karışamadığını gösteren bu örnek, davaların da maden emini tarafından görülmesi
üzerinde durmaktadır.
Maden
emininden bir şikayet olduğu zaman ise darphaneden bir adam gönderilerek durum
araştırılmıştır (BOA, DRB.d 159). 9 Kasım 1817’de Bozkır kazasına bağlı Meyre
ve Ahırlı köyleri arasında cebel-i mübah anlaşmazlığı ortay çıkmış, dava
mahallinde görülürken maden emini Ahmet Ağa’dan da şikayet olması üzerine bütün
ilamlar nazırda toplanmıştır. Maden emininden şikayet edilmesi ve azlinin
istenmesinin nedeninin bu dava olduğu anlaşılınca, bu dağdan müştereken
istifade edilmesi247
ile darphaneden bir mübaşir tayini emredilmiştir (BOA, HAT 666/32434). 7 Temmuz
1777’de, Bozkır madeni emini Hacı Süleyman Ağa’nın Sopran köyünden Osman’ı bila-cürm/suçsuz
yere hapsettiğini ve iki bin kuruş cerimeye kat‛248
ve 500 kuruşluk malını aldığı ve 1000 kuruş daha vermezse hapisten
salınmayacağını teyzesinin oğlu Musa Beşe bildirince durumu araştırmak için bir
mübaşir gönderilmiştir. Mübaşir ve Müvellâ’ya249;
maden eminine, bir adamdan bu kadar cerime alınır mı gereği gibi tahkik ve
hapis dahi var mıdır diye sorulması ve olayın araştırılması emredilmiştir (BOA,
AHK.KR.d 14: 190-3). Maden emini ile ilgili şikayet olduğu zaman kazadaki kadı
tarafından değil de merkezden gönderilen görevliler tarafından ifadesi
alınmaktadır. Bu durum iki açıdan önemlidir. Birincisi maden eminini kazada
bulunan kadıların yargılamasının mahzurlu görülmesidir. Zira maden emini ile
kadıların anlaştığı durumlarda davaların sonuçları önceden belli