BOZKIR MADENİNDEKİ GÖREVLİLER
1. İdarî Görevliler328.
1.1. Maden Emini
1.1.1. Atama
Bozkır madenine,
açıldığı 1776 yılından itibaren atanmaya başlanan maden emini, maden emaneti
adı verilen idari yapıyı yöneten görevlidir. Kendisine iş emanet edilen
güvenilir kimse anlamına gelen emin kelimesi, Osmanlılarda belli bir görevi
yerine getirmesi istenen, bu görev karşılığında ücret alan329
ancak üstlendiği görevden dolayı herhangi bir risk altına girmeyen görevli için
kullanılmıştır (Sahillioğlu, 1995: 111).
Bozkır
madeni emanetine bir emin330
atanacağı zaman, darphane nazırının durumu bir takrirle vezir-i azama
bildirmesi üzerine vezir-i azam da bir telhisle durumu padişaha aktarırdı.
Padişah atamayı uygun görürse bu konuda hattı hümayun sadır olduğunu belirten
bir fermanla eminin ataması gerçekleştirilirdi331.
Maden eminleri332;
yeni mağaralar açmak, madenci ve maden ahalisini zulümden korumak, işlerine
hariçten kimseyi karıştırmamak, madeni peyderpey İstanbul’a gönderip teslim
etmek (BOA, C.DRB 252), eşkıyayı333
def etmek ve külliyetli cevher çıkarmak (BOA, HAT 295/17552) gibi şartlarla
atanmışlardı. Ayrıca fesadı ortadan
328 Bozkır
madenindeki görevliler idari, teknik, güvenlik ve madenciler olmak üzere dört
başlık halinde incelenmiştir. Madendeki görevliler için bkz. Tablo 5.
329 Madende
çalışan amele ve ustalar yevmiye ve ücretle çalıştırılması durumunda fazla
üretim yapılmasına gayret etmemişlerdir. Selanik sancağına bağlı Sidrekapsi
madeni diğer madenler gibi imâl edilmediğinden madene bağlı reaya ücret-i
yevmiyeleri ile istihdam olunduğundan zararı kendilerine ait olmadığından ve
zarar devlete ait olduğundan hasılının harcına yetmediğinden bahsedilmiştir
(Çağatay, 1942a: 29). Bozkır madeninde, maden eminine verilen sermaye
madencilere verilir, yapılan üretim sonucu ortaya çıkan ürünün devlete ait
kısmı alındıktan sonra kalan kısmı belirlenen fiyat üzerinden devlet tarafından
satın alınırdı bkz. V. Bölüm.
33010
Kasım 1823 tarihli bir belgede, Bozkır madeni müdürü olarak geçmektedir (BOA,
D.DRB.HAT 18/47). Fakat bu şekilde müdür ifadesinin kullanıldığı başka bir
belge tespit edilememiştir.
331 Bu
konuda bkz. BOA, C.DRB 2047; BOA, C.DRB 1915:lef 1; BOA, AE.SABH I 4193; BOA,
HAT 1414/57740; BOA, MEDAD 9: 195-1.
332 Çeşitli
dairelerde görev yapan ve farklı görevleri olan eminler için bkz. Karamursal,
1989: 132.
333 Bozkır
ma‘deninin tathîr-i eşkıyâ emr-i ehmine medâr olmak ve ma‘den-i mezkûr vech-i
lâyıkıyla i‘mâl olunmak üzere Karaman valisi Ali
Paşa’ya, 23 Ocak 1812’de, Bozkır madeni emaneti de verilmiştir (BOA,
C.DRB 1457).
kaldırmak için atanan maden
eminleri de vardı (BOA, DRB.d 969). Sayılan görevlerin yanında bol miktarda
altın, gümüş ve kurşun istihsali ile odun, kütük, kömür ve diğer malzemelerin
vaktiyle karşılanması; madencilerin serbestiyet şartlarına, himayelerine, madenin
germiyyet üzere imaline dikkat edilmesi gibi üretimi devam ettirmek için
gerekli hizmetleri yerine getirecek becerikli birinin emin olması gerekirdi
(BOA, C.DRB 2482). Maden emini olacak kişinin becerikli olması kadar önemli bir
konu da sadakatli bir kişi olmasıydı (BOA, MEDAD 9: 195-1).
Bozkır
madenine emin ataması yapıldığı zaman, madene bağlı kazaların kadı ve
naiblerine yapılan atama bildirilirken, kazaların madene hizmet etmeleri ve
serbestiyetleri de atamalarda hatırlatılırdı (BOA, MEDAD 8: 680-2). Bu anlamda
emine söylenen ilk emirlerden birisi de maden işlerine kimseyi karıştırmaması
ve karışacak olanları def etmesiydi (BOA, C.DRB 493). Bozkır madeni emini
olarak görev yapan bazı maden eminleri ertesi yıl yeniden atanabilmiştir. Maden
idaresinde liyakat sahibi olan, fukarayı koruyan, tecrübeli (BOA, C.DRB 252),
darphaneye faydalı hizmetleri olan (BOA, MEDAD 9: 221-1), madeni güzel idare
eden maden eminleri bu özelliklerinden dolayı yeniden atanmışlardır (Tablo 3).
Buna ek olarak sağlam bir eminin atanması halinde fakirlerin maaş alacağı ve
devletin çok fayda sağlayacağı düşüncesi (BOA, C.DRB 2948) de atamalarda dikkat
edilen hususlardandı.
Bozkır
madeni eminliğine atanan kişiler devletin çeşitli kademelerinde görev yapan
kişiler arasından seçilmişlerdi. Dergâh-ı âlî kapıcıbaşılarından334,
dergâh-ı muallam kapıcıbaşılarından335
dergâh-ı muallam gediklilerinden (BOA, C.DRB
334 BOA,
C.DRB 2636. Bozkır madeni emini olanların daha etkin olarak çalışabilmesi için
gerekli olan bu unvan, eminlik görevine atanan kişilerin nüfuz ve iktidarları
için bir rütbe verilmesi gereğince dergah-ı ali kapucubaşılığı talep edilmiştir
(BOA, C.DRB 1872).
335 BOA,
C.DRB 3123. Karaman müşiri olan Ali Paşa aynı zamanda Bozkır madeni eminiydi
ancak madeni vekili aracılığıyla idare etmiştir. Bozkır madeni köylerinden
Boğazsaray köyü de bu müşirin Mart 1837’den itibaren olmak üzere 2.400 kuruş
bedel-i iltizamat karşılığında zeametiydi. Daha önce 2.000 kuruş ödemiştir
(BOA, MEDAD 3: 158-2). Bozkır madeni kapatıldığı zaman masrafları arasında tertib-i
hazine-i ceyb-i hümayun me‘a harciyâb adıyla 44.000 kuruş vardır ki,
buradan anlaşıldığı üzere müşirlik maaşı da madenin masrafları arasına
yazılmıştır (BOA, DRB.d 1027). Bunun yanında 11.200 kuruş memur maaşları ile
18.150 kuruş avaid-i ketebe-i darbhane ve hizmet-i mübaşiriyye olarak
yazılmıştır (BOA, DRB.d 1027). 1253 yılına ait olup maaş vesaireye mahsus olan
73.350 kuruş masraf dışında, madenin vermesi gereken 40 kıyye gümüş ile 20.000
kıyye kurşunun satın alma bedeli 100.500 kuruş ile takvim? ve kal‘ bahası 960
kuruş yazılmıştır. Konya müşirine olan masrafı ise, 36.288 kuruş ilbâs olunan
hal‘ baha, 84.258,5 kuruş maden emini vekili memuriyetiyle maaşlarıyla ve
mesarif-i saire, 10.500 kuruş murur ve ubur iden memurin mesarifi ile 25.679
kuruş
2421), silahşöran-ı hassadan
(BOA, C.DH 9743), vezirlerden (BOA, DH 2669; BOA, C.DRB 2482) maden emini
atandığı gibi, yerli ahali ya da Bozkır şeyhi olarak tanımlanan kişiler de
(BOA, C.DRB 1915) Bozkır madeni emini olarak atanmıştır336.
Bozkır madenine Karaman valileri de atanmıştır. Vezir rütbeli bu tür kişilerin
atanmasının temel nedeni eşkıya ile mücadele etmekti (BOA, C.DRB 1710). Fakat
vezir rütbeli kişiler başka işlerle de uğraştığından dolayı madenle gereği gibi
ilgilenemediğinden ve yerine gönderdiği eminler de madene önem vermediklerinden
dolayı maden gereği gibi işletilememiştir (BOA, C.DRB 2482). Ayrıca maden-i
hümayun örneğinde görüldüğü gibi, vezir rütbeli kişilerin sermaye akçesini
kendi işlerinde kullandığı ve zamanında ustalara vermediği de görülmektedir
(BOA, HAT 566/2774).
Maden
eminliğine kabiliyeti olduğu devlet tarafından kabul edilen ve emin olarak
atanmaları düşünülen bazı kişileri, madene bağlı kaza ahalisinin maden emini
olarak istememeleri üzerine başka birinin emin olarak atanması (BOA, D.DRB.THR
60/44), halkın görüşlerinin de dikkate alındığını göstermesi açısından
önemlidir337. Atamalarda dikkat çeken
noktalardan bir diğeri ise, vefat eden eminin borcunun ödenmesi şartıyla
damadının maden emini olarak atanmasıdır338
(BOA, AE.SABH I 4193). Devletin alacağını tahsil etmek için bu doğrultuda bir
atama yapıldığı gözden kaçırılmamalıdır. Ancak böyle bir atama yapılacaksa
bile, atanacak kişinin maden işlerinden anlaması temel şartlardan biriydi (BOA,
C.DRB 2421).
güzeşte-i sarraf olmak üzere
toplam 156.725,5 kuruştur. Bütün masaraflar toplandığında 356.535,5 kuruş
masraf ortaya çıkmaktadır. 354.000 kuru ş maden kapatıldıktan sonra Bozkır ve
Belviran kazalarından talep edilmiştir (BOA, DRB.d 1027).
336 Daha
önce atanan eminler sadakat ve liyakatle darphaneye hizmet edemediklerinden
dolayı Bozkır ahalisinden kudreti meşhur ve mütevatir olan Bozkır şeyhi
Abdülhalim, maden emini olarak atanmıştır (BOA, C.DRB 1915). Madene bağlı kaza ahalisine,
diğer eminlerde olduğu gibi, maden emini olan şeyhe de yardım etmesi gerektiği
bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 213-2).
337 Fakat
halk arasında farklı düşüncelerin olduğu zamanlarda olmuştur. 28 Temmuz 1799
tarihinde Bereketli madeni emini olan Fazlı Ağa’dan memnun olan ahali onun
yeniden atanması için başvururken bazı kişiler ise İstanbul’a giderek onu
istemediğini bildirmiştir. Bunun üzerine şikayetçi olanların Konya Kalesi’ne
sürülmesi ile meselenin halledileceği yönündeki görüş kabul edilmiştir (BOA,
C.DRB 1862).
338 Maden
emini Halil’in damadı Mehmet Fazlullah, Halil’in borçlarını ödemek şartıyla
Mart 1782’den itibaren maden emini olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 8: 657-2).
Tablo 3: Bozkır Madeninde Görev
Yapan Maden Eminleri (1776-1839)
339 Tablo
oluşturulurken maden eminlerinin rumi takvime göre mart ayında atanması esas
alınmıştır. Ancak mart ayından önce ya da sonra yapılan atamalar da vardır.
Bozkır madeni emanetinde görev alan ilk emin olan Genç Ali 2 Haziran 1776
yılında göreve başlarken, onun yerine göreve gelen Süleyman ise 30 Aralık 1776
tarihinde göreve başlamıştır. Mehmet Fazlullah’ın yerine atanan Ali Ağa ise 5
Ekim 1784’te atanmıştır. Ali Ağa’nın yerine atanan Hasan Ağa ise 26 Ekim 1787
tarihinde görevdedir.
340 2
Aralık 1820 tarihinde Ahmet Ağa’nın yerine atanmıştır (BOA, DRB.d 1044).
341 Kadı
Abdurrahman Paşa olarak meşhur olup, Osmanzade olarak da bilinir (BOA, C.İKT
1072; BOA,DRB.d 969). Rumeli’ye görevlendirildiğinde madeni vekili olarak oğlu
Abdullah yönetmiştir. 1807 yılında ise el-Hac Mehmet Emin adlı kişi vekili
olarak görev yapmıştır.
342 El-Hâc Ali
Paşa yerine bu görevi yapmıştır (BOA, DRB.d 1027).
Maden emini
olarak atanan kişilerin maden işlerini bilen kişiler olmasına özellikle dikkat
edilmiştir. Nitekim 18 Ekim 1779’da Bozkır madeni emini olan Halil’e, Bereketli
madeninde bulunan cevherin incelenmesi görevi, yakın olması nedeniyle Bereketli
madeni de tefviz edilmiştir (BOA, C.DRB 3058). Kısa bir süre sonra başka
birinin emin olduğu bilinse de bu eminin madencilik bilgisinden istifade
edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu anlamda, eski Bereketli madeni emini
el-Hâc Ali (BOA, DRB.d 970), eski Gümüşhane emini Süleyman Ağa (BOA, C.DRB
2605) ve eski Karaton madeni emini Mehmet (BOA, MEDAD 9: 187-1) gibi kişilerin
Bozkır madeni emini olması, tecrübenin atamalarda önemini ortaya koymaktadır.
Yine Bozkır madeni emini olan kişiler de benzer şekilde başka madenlere
atanmışlardır. 20 Eylül 1789 tarihinde, eski Bozkır maden emini Hasan Ağa
Rumeli’de Hasköy Drama civarında bulunan madene atanmıştır (BOA, HAT 190/9188).
Eminlik görevi sona erenler, başka madenlerde görev aldığı gibi, Karaman
valisinin kethüdalığını yapmak gibi (BOA, D.DRB.THR 2/45, 2/46) alanlarda da
istihdam edilmişlerdir.
1.1.2. Maden Emininin Görevleri
1.1.2.1. Madencilikle İlgili
Görevleri
Madenlerdeki
üretimin devamlılığını sağlamak maden eminlerinin temel göreviydi. Bunun için
kuyuların atıl durumda bırakılmaması için maden emini, kadı ve maden katibinden
oluşan bir heyet her perşembe günü343
kontrol işlemi yapardı (Spaho, 1913: 152). Madenlerde üretilen cevherin miri
hissesi dışında kalanı devlet adına kadı huzurunda alınması görevlerinden olan
maden emini (BOA, C.DRB 3152), satın alma işleminin cumartesi günü yapılmasını
da sağlardı (Anhegger, 1943:
34).
Maden
emininin madencilerin organizasyonunu sağlamak, eksik olan madencileri tespit
ederek merkeze bildirmek ve bu eksikliğin giderilmesi için gerekli önlemleri
almak gibi görevleri de vardı. Bozkır madeni emanetinde yeni mağaralar
bulunması için maden emini cevher olduğu düşünülen yerlere madenciler
343 Kontrol
işleminin salı ve cuma günleri yapıldığını belirten araştırmacılar da vardır
(Anhegger, 1943: 34).
görevlendirirdi (BOA, MEDAD 9:
173-1). Bozkır madeni emininin, maden için gerekli olan ustaların
gönderilmesini İstanbul’a arz ederek belli sayıda ustanın Gümüşhane tarafından
gönderilmesi için emir yazılmasını istemesi de madencilikle ilgili görevleri
arasındaydı (BOA, C.DRB 3083). Yani emin, madeni ilgilendiren çeşitli konularda
merkezle doğrudan yazışma yapmakta idi.
Maden
eminliği sona eren kişinin sorumlulukları sona ermezdi. Zira yeni atanan emin
geldiği zaman kâ‘ide-i mer‘iyyeden olan halef-selef eminlerin
hesaplaşması gerekirdi. “Kâ‘ide-i maden” üzere (BOA, C.DRB 2421), eski
emin tarafından gelir ve giderleri bütün ayrıntılarıyla halefine devredilir ve
bu hesabın bir örneği de darphaneye gönderilirdi. Böylece eminin alacaklı ya da
borçlu olup olmadığı belirlenirdi (BOA, D.DRB.HAT 2/27). “Kavânîn-i
mer‛iyye-i maden”/ yürürlükteki maden kanunları üzere (BOA, C.DRB 2421) devir
ve teslim cümle marifetiyle görülür ve madende olan sermaye ile reaya ve
madencilerin zimmetleri yazılırdı (BOA, C.DRB 2956). Maden emini
atamalarının mart ayında yapıldığı hatırlanırsa, halef-selef eminler
arasındaki hesaplaşmaların da genelde bu ayda yapıldığı ifade edilebilir. Bazı
durumlarda azledilen ya da görevini tamamlayamayan eminlerin hesapları ise
görevin sonlandığı aylarda görülürdü (BOA, MEDAD 8: 618-1; 680-1). İki emin
arasındaki hesaplaşmalar Bozkır’da yapılırken bazen Bozkır dışında da bu devir
teslim işlemi yapılabilirdi (BOA, MEDAD 8: 616-1). Bozkır dışında yapılan
hesaplaşmaların nedeni eski maden emininin Bozkır dışında ikamet etmesiydi344.
Eminler arasındaki hesaplaşmada eski emin ürettiği gümüş ya da kurşunu yeni
emine teslim ederdi. Böyle durumlarda eski emine bu işleme dair tahvîl
verilirdi (BOA, D.DRB.THR 6/29).
Bozkır
madeni emininin en önemli görevlerinde biri de kurşunun mağaralardan Bozkır’a
ve Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne taşınması işine nezaret etmekti. Kurşun
nakledileceği zaman maden emini durumu merkeze bildirerek bir mübaşir tayin
edilmesini talep eder, gönderilen mübaşir marifetiyle kurşun iskeleye
götürülürdü (BOA, C.DRB 2416). Maden emini, kurşunun Bozkır’dan Alanya
İskelesi’ne taşınmasına nezaret etmekle birlikte kurşunun nakliye ücretini
taşıma görevini yerine
344 6
Haziran 1778’de, eski maden emini Süleyman, Akşehir’de oturduğu için yeni emin
Halil’e Akşehir’e gidip hesaplaşmanın yapılması, bu hesaplaşmada sermaye,
altın, gümüş ve kurşunun devrinin yapılması ve ilgili defterin darphaneye
gönderilmesi emredilmiştir (BOA, C.DRB 475).
getiren kişilere öderdi (BOA,
C.DRB 3137). Bunun yanında taşıma işinden muaf olduğunu iddia eden kaza
ahalileri ortaya çıkarsa, emin durumu merkeze arz eder. Merkezden verilen
cevaba göre hareket eden maden emini, bu iddiaların dikkate alınmaması ve tevzi
defterlerindeki yazılı hisselerin uygulanması (BOA, C.DRB 2429) ya da bu
ahalinin muaf olduğu şeklindeki emirleri uygulardı (KŞS 64: 67-2).
Bozkır madeni
emininin bir diğer görevi ise, madenin iskeleye nakli için gerekli olan
hayvanların tedârik edilmesini sağlamaktı (BOA, C.AS 25803). Kurşun taşımak
için kaza hisselerine tevzi edilen develer madene getirildiği zaman, kaza
ahalisine maden emini tarafından eda tezkeresi verilirdi (BOA, C.DRB
2820). Maden emini kurşunun Alanya İskelesi’ne götürülmesini, görevlilere
teslim edilmesini ve kurşun mahzenlere konulmasını kaimesi ile merkeze
bildirirdi (BOA, MEDAD 9: 197-3).
Eminin
görevlerinden birisi de maden için gönderilen sermaye akçesini teslim almaktı345
(BOA, C.DRB 3136). Teslim alınan bu sermaye akçesiyle, Bozkır madeninde bulunan
görevlilerin maaşları (BOA, C.DRB 2782) ile maden amelesinin yevmiyeleri maden
emini tarafından ödenirdi (BOA, C.DRB 2948). Bunların yanında Bozkır
madenindeki üretimin devam edebilmesi için gerekli temel maddelerden biri olan
kömürün bedeli de ilgililere maden emini tarafından ödenirdi (BOA, MEDAD 1:
750-3).
Madene bağlı
kazaların kömür, kütük ve çakılcıyan bedeliyesi ve imdad-ı menzil olarak
verdikleri para ile sancak mutasarrıflarına verilen imdad-ı hazeriyye ve
seferiyye madene gelir olarak kaydedilmiştir (BOA, C.DRB 2148). Dolayısıyla bu
gelirler de emin tarafından toplanmıştır. Maden emini bu paraların toplanması
için bizzat madene bağlı kazalara gidebilirdi (BOA, MEDAD 9: 190-1). Yine maden
emini, maden levazımatını tedârik etmek için madene bağlı kazalara giderdi
(BOA, MEDAD 9: 190-2). Madencilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması işi de
maden emini tarafından yapılırdı. Madencilerin yiyecek gibi temel ihtiyaçları
ile madende
345 Bozkır
madeni emaneti Mart 1782 başlangıcından itibaren kendisine verilen Mehmed
Fazlullah’a sermaye akçesi teslim edildiğinden “eminin hazine ile her kimin
kazasına dâhil olursa müsellem ve yarar ve şecî‘ ve bahâdır adamlar
ta‘yîn ve yeniçerilerde kazadan ihrâc ve konak yerine dek kemâl-i muhâfaza
itmeleri Üsküdar’dan Bozkır madenine varıncaya dek yol üzerinde vaki”
nüvvab, voyvoda, mütesellim, iş erleri ve yeniçeri serdarlarına
emredilmiştir (BOA, C.DRB 3050). Kemâl-i muhâfaza tabiri
sermayenin en üst derecede korunmasının istenildiğine işaret etmektedir.
üretim yapılabilmesi için
gerekli malzemeler maden emini tarafından tedârik edilirdi. İhtiyaçların bu
şekilde karşılanmasının temel nedeni, madencilik işlerinin aksamamasıydı. Yani
madenciler maden dışında herhangi bir meseleyle meşgul olmuyor ve bu şekilde
madende üretimin sürekliliği sağlanmış oluyordu. Maden emini madencilerin
çeşitli ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, bu malzemelerin ücretlerini ilgili
madencinin hesabına yazarak, madencilere bir nevi avans vermiş olmaktadır.
Eminden
kaynaklı sorunlar olduğu zaman çözüm yeri olarak Bozkır mahkemesinin önceliği
vardı. Eski maden eminlerinden Ahmet Ağa’nın haksız olarak Abdullah adlı kişiyi
idam ettirdiği ve 10.000 kuruşluk nakit ve eşyasını aldığı yönündeki şikâyetler
üzerine, Bozkır mahkemesinde duruşma olunması istenilmişse de eski eminin
İstanbul’da olmasından dolayı bu mümkün olmadığından, 5 Kasım 1822’de arz
odasında duruşma olunması talep edilmiştir (BOA, HAT 626/30943).
Maden emini
maden hasılatından mîrî hissesini ve diğer resimleri ve emrine verilen sermaye
ile de madenciler hissesini devlet adına satın alırdı346.
Madenin yıllık varidat347
ve masraf hesaplarının bilançosunu, yani yılda ne kadar amele, usta
çalıştırılmış ve ücretleri ne tutmuş, ne kadar kömür, odun, kütük, demir,
çelik, tulum, mum, çıra sarfedilmiş, kaç ocak cevher çıkarılmış ve bundan ne
kadar halis cevher elde edilmiş, miri hissesine ne kadar isabet etmiş, sair
mîri rüsum ne kadar tutmuş, rençberan hissesinden satın alınan cevherin
miktarı, fiyatı, ocakların diğer masrafı vesair hususlar yazılarak oluşturulan
defter mahallin kadısına tasdik ettirilerek bir sureti mahallinde saklanır, bir
suretini merkeze gönderirdi. Bundan başka madenlerde kullanılan ölçü ve
tartıların doğru olup olmadığını, darphaneden gönderilen tartılarla kontrol
ederdi (Çağatay, 1942a: 44). Bütün bunların yanında Bozkır madeninde yapılan
üretimin ilk aşamasından itibaren madenlerin İstanbul’a teslimine kadar çeşitli
görevleri olan maden emininin madencilikle ilgili diğer görevleri yeri geldikçe
değerlendirilecektir348.
346 Madenden
çıkan kurşunun beşte biri devlete ait (BOA, C.DRB 3123) olup, geri kalan kurşunun
madencilerden alınması işini maden emini yapardı (BOA, C.DRB 3152).
347 Bkz.
Belge 9.
348 Keban
Ergani madenleri eminlerinin madencilikle ilgili görevleri için bkz. Tızlak,
1997a: 71-75.
1.1.2.2. İdarî Görevleri
Maden
eminlerinin atamasında darphane etkili olduğu için Bozkır madeni emini,
darphane nazırına karşı sorumluydu. Bu anlamda çevresinde bulunan beylerbeyi,
sancakbeyi gibi ehl-i örf taifesi ile alt üst ilişkisinden ziyade madeni
ilgilendiren yazışmaların349
yapılması ön plana çıkmıştır. 2 Mayıs 1785’de Bozkır ağnam vergisini toplamaya
memur olan kişi, bu vergiyi toplayamadığını bildirerek Karaman valisine
başvurmuştur. Karaman valisinin “ben maden tarafına karışmam” demesi
üzerine durum sadrazama bildirilince, madene gönderilen mübaşir vasıtasıyla ve
maden emini marifetiyle bu verginin toplanması emredilmiştir (BOA, C.ML 23783).
Bu bilgiye bakılarak maden emininin Bozkır madeni emaneti olarak adlandırılan
idari yapıda tam yetkili olduğu ve diğer görevlilerin bu idari yapıya
karışmadıklarını söylemek mümkündür. Bozkır madeni emini bazen emanet sınırları
dışındaki olaylarda da görev almıştır. Bozkır’a gönderilen 5 Temmuz 1781
tarihli hükümde, Ulukışla menzilinin idaresi ve derbentlerin muhafazası için
şekavetleri anlaşılan Kaplanoğlu Hasan ve refikinin yerlerine becerikli
kimseleri menzilci tayin etmesi, Bozkır madeni eminine emredilmiştir. Maden
emininin görevi bu menzilin korunması, menzilcilerin hizmetini yapmasıydı.
Maden emini tarafından iyi idare edilmesi için madene bağlanan menzile mutemet
adamların tayin edilmesi de emine emredilmiştir (BOA, C.NF 2240).
Bozkır
kazasında ayanlık iddiasında olan kişilerin yaptığı zulümlerden dolayı vekil
emin yerine darphaneden “muhtasar daire ile mütedeyyin bir emin nasb ve irsal”
edilmesi isteği üzerine, 12 Şubat 1814’de, İshak Ağa emin olarak
atanmıştır. Emin, Bozkır’a ulaşınca ahaliyi toplaması, durumu öğrenmeye
çalışması ve emin tarafından bir kişinin ayan olarak atanması emredilmiştir
(BOA, C.DH 9743). Bozkır madeni emininin ahalinin isteklerini de dikkate alarak
madene bağlı kazalara ayan350
349 Konya
valisinin delilbaşı olan görevlinin diğer kazalar gibi Belviran kazasından da
yedi-sekiz bin kuruş topladığı emin tarafından bildirilince, 8 Şubat 1815’da,
tekidi içeren bir emir gönderilmiştir (BOA, DRB.d 970).
350 8
Temmuz 1790 tarihinde, madene bağlı olan kazalarda çıkan sorunlar nedeniyle
maden emininin bu kazalara bir kaymakam ataması yönünde maden emininin talepte
bulunması üzerine, darphane nazırı kaza ahalisinin istediği birinin emin
tarafından atanması şeklinde bir düzenleme yapılabileceğini ancak kaza
ahalilerinin bu duruma razı olup olmadıklarının merkeze yazılması emredilmiştir
(BOA, MEDAD 9: 187-d). Keban ve Ergani madenleri emini olanların vali ve
atamasında söz sahibi olması,
idari anlamda maden emanetinin tek yetkilisi olduğunu göstermektedir. Bozkır
madeni emaneti adı verilen idari statüden çıkarılan kazaların bazı işleri de
zaman zaman maden emini tarafından yapılmıştır. Seydişehir kazası madenden
çıkarılarak Üsküdar Ocağı’na bağlanınca Çopur Kadı ve Hacı İsa adlı kişilerin
ayanlık düşüncesiyle ahaliyi tahrik etmeleri üzerine maden eminine bunların
çavuş mübaşeretiyle Magosa’ya nefy edilmesi için ferman verilmiştir. Maden
emini sürgün edilecek kişileri çavuşa teslim etmiş ve bu kişiler sürgün
yerlerine ulaştırıldığı zaman İstanbul’a bildirilmiştir (BOA, C.DRB 2423).
Maden
emanetinde meydana gelen eşkıyalık hareketlerinin önlenmesi konusunda maden
eminlerinin yanında görevli tüfekçiler olduğu gibi, maden eminleri eşkıyalık
yapan ya da maden işlerini engelleyen kişiler ile ilgili de doğrudan merkezle
yazışmıştır. Bozkır madeni emini olan el-Hâc Süleyman arzında, Bozkır şeyhi ve
oğullarının memuriyetine müdahale etmek maksadıyla fesat çıkardıklarını ve
Kıbrıs’a nefy olunmaları talebinde bulunmuştur (BOA, C.DRB 2890). Yine Aladağ
kazası ayanı Mustafa yanına topladığı adamlarla madene bağlı Belviran
kazasından maden ahalisini zorla Aladağ’da bulunan çiftliğe götürüp yerleştirerek
zulümler yapmıştır. Madenin nizamına halel gelmemesi için Mustafa ve
avanelerinin kazadan uzaklaştırılması maden emini Seyyid Süleyman’a, 28 Eylül-6
Ekim 1793 tarihinde, emredilmiştir (BOA, KLB.d 26: 106-3). Maden emini idari
anlamda emanet içinde bağımsız hareket etmiş ve diğer yöneticiler maden eminine
karışmamıştır. 27 Mayıs 1834’te, Beyşehir sancağı hissesine düşen vergiden
madene bağlı Bozkır kazası hissesine düşen kısmının tevzi ve tahsili maden
emini tarafından yapılmış ve sancak mütesellimine teslim edilmiştir351
(BOA, MEDAD 3: 282-1).
mutasarrıfların yaptığı voyvoda
atamasını yapması da (Tızlak, 1999b: 930) idari anlamda maden eminlerinin
durumunu göstermektedir.
351 Maden-i
Hümâyûn eminlerinin; 1831 yılından itibaren uygulanmaya başlanan nüfus sayımı
ve her kazada yaşayan islâm ve zimmî reayanın nüfusunun ve özellikle erkek
nüfusunun oturduğu yerler ile zimmî reayaya ait kiliselerin yerlerini belirtir
birer defterin her yıl İstanbul’a gönderilmesinden ibaret olan yoklama usulü,
maden eminlerinin kendi sorumluluk bölgelerinde bu hususların en üst düzeyde
uygulayıcısı oldukları bir araştırmacı tarafından tespit edilmiştir (Tızlak,
1997a: 69-70). Bozkır madeninde ise yapılan nüfus sayımları sonucu oluşturulan
defterler Bozkır kadıları tarafından mühürlenerek İstanbul’a gönderilmiştir
(BOA, NFS.d 3316: 222; BOA, NFS.d 3317: 337).
1.1.2.3. Hukukî Görevleri352
Eminin
hukuki olarak en önemli görevi, sorunların mahkemede çözülmesine nezaret etmek
ve davanın sonucunu uygulamaktı (BOA, C.DH 16283). Bozkır madeni kazalarından
Bozkır, Belviran ve Seydişehir kazaları ahalisinin “zuhûr iden da‛va
ve niza‛ları ve ahz ü habs ve te‛dîb ve gûşmâlleri vesâir bi-cüz’i ve küllî
umûr ve hususları ber vech-i istiklâl” maden emini tarafından görülürdü
(BOA, C.DRB 2636). Bozkır madenine bağlı kaza ahalileri arasındaki
davaların görülmesi (BOA, AHK.KR.d 17: 74-3) maden emininin görevleri
arasındaydı. Bozkır madeni emini ile madenciler arasındaki hesaplar da kadı
tarafından mahkemede maʻrifet-i şerʻle görülmüştür (BOA,
D.DRB.THR 9/20). Bozkır madeninde meydana gelen anlaşmazlıkların mahallinde
çözümü genel prensipti, ortaya çıkan toprak anlaşmazlığı (BOA, AHK.KR.d 32: 224-1),
at ve bağ anlaşmazlığı (BOA, AHK.KR.d 32: 233-1), alacak davaları (BOA,
AHK.KR.d 29: 40-2) gibi konuların mahallinde çözülmesi maden eminine
bildirilmiştir. Bozkır madeni kapatıldıktan sonra ise bu sorunların çözümü için
Beyşehir muhassılı ile Bozkır naibine, 21-30 Haziran 1841’de, emir
gönderilmiştir (BOA, AHK.KR.d 35: 160-2, 165-2, 166-2). Daha sonra gönderilen
emirler ise Bozkır kazası müdürü ile Bozkır naibine gönderilmiştir (BOA,
AHK.KR.d 36: 42-2, 51-1, 52-1). Emirlerin gönderildiği makamlar bölgede idari
anlamda hangi görevlinin yetkili olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan madenin
açık olduğu dönemlerde maden emini, idari anlamda emanetteki tek yetkili
olmakla beraber hukuki konularda kadı ile birlikte hareket eden bir görevliydi.
Bozkır
madenine bağlı kaza ve köy ahalileri arasındaki anlaşmazlıkları bildiren arzlar
yazıp meselenin çözümünü sağlamak eminin görevleri arasındaydı. Madene bağlı
Kuruçay ve Yalıhüyük köyleri yaylak anlaşmazlığına düştüğü zaman durum emin
tarafından İstanbul’a bildirilmiştir. 23 Ocak 1825 tarihinde gönderilen emirde,
her iki köyün de yaylaktan ortak istifade etmeleri yönünde bir karar verilerek
mesele çözülmüştür (BOA, C.DH 8182).
Madene bağlı
kazalarda meydana gelen adli olaylarda suçu sabit olan kişiler kaza ahalisi tarafından
maden eminine teslim edilirdi353.
Maden emini de suçlu olan
352 Maden
emanetinin serbestiyetine daha sonra değinileceğinden fazla ayrıntıya
girilmemiştir.
kişileri hapse atardı (BOA, AHK.KR.d
19: 174-1; BOA, AHK.KR.d 34: 137-1). Madene bağlı kaza ahalileri arasındaki
alacak davalarında da maden emini etkin bir rol oynamaktaydı. Bu anlamda borçlu
olan kişinin ölümü üzerine borç, maden emini tarafından varislerden alınıp
alacaklılara verilmekteydi (BOA, AHK.KR.d 27: 65-2). Bazı anlaşmazlıkların
çözümü için ise Bozkır’a gönderilen mübaşirin ücreti mazlum olan kişilerden
değil de karşı taraftan -özellikle de adam öldürenlerden- alınmıştır (BOA,
AHK.KR.d 27: 130-1, 103-3; BOA, AHK.KR.d 28: 20-3).
1.1.2.4. İktisadî Görevleri
Bozkır
madenine bağlı Beyşehir, Seydişehir, Kırili, Göçü ve Kaşaklı kaza ahalileri
mahkemeye gelip, maden levazımatı ile ilgili hizmetleri yaptıklarını ancak
kazalarında ortaya çıkan hastalık yüzünden perişan olduklarını belirterek,
piyade neferleri bedeliyesi olarak sancak ahalisinden istenen 40.000 kuruşun
affedilmesini,
8 Temmuz 1800
tarihinde, Bozkır kadısının ilamı ile bildirmişlerdir. Fakat bu isteğe,
25. 000
kuruşun peşin ve kalanın maden emini tarafından toplanıp teslim olunacağı
şeklinde cevap verilmiştir (BOA, C.AS 42326). Bu anlamda Bozkır madeni emaneti
adı verilen idari statüye bağlı kazalardan toplanacak olan vergi ve bedellerin
toplanması görevi de bizzat maden emini tarafından yapılmıştır. Bu durum madene
bağlı kazaların idari olarak diğer kazalardan farklı bir statüye sahip
oldukları gibi ekonomik yükümlülüklerin uygulanması noktasında da diğer
kazalardan ayrıldıklarını göstermektedir. Karaman valisine ait imdad-ı seferiyye
ve hazeriyyenin toplanarak emine teslimi ile maden emini bu meblağı vali
tarafına gönderirdi (BOA, C.DRB 2148). Bu vergilerin toplanması noktasında
aykırı davranan yöneticiler de uyarılırdı (BOA, MEDAD 9: 177-1). Madene bağlı
kazalardan toplanacak vergilerin
353 Seydişehir
kazasında ikamet eden ve eskiden beri fitne, fesat ve ihtilal-i belde olan
Yavrı Hasan oğulları Muhammet ve Abdurrahman, Gök Hacı Mahmut, Gök Boğa oğlu
İbrahim, Abdülkadir ile Akçalar imamı Hüseyin toplanıp muhtar-ı belde
es-Seyyit Numan Ağa’yı haksızca öldürüp mallarını gasp etmişlerdi. Seydişehir
köylerinden Çalmanda sakinleri, biz de o esnada cemiyette bulunup ahalimizden
bazıları katiller ele geçerse tutup maden eminine teslim edip eşyayı ashabına
teslim eyleyeceğiz eğer bundan sonra hilaf zuhur ederse Bozkır madeni
sermayesine 7.500 kuruş nezr-i hasen rızamızdır demişlerdir (BOA,
MEDAD 9: 179-1). Bu köy sakinlerinin bu şekilde davranmasının
nedeni olay esnasında orada bulunmalarıydı. Zira muhtarı öldüren kişiler
ahalinin de mallarını yağmaladığından halk suçluların cezalandırılmasını
isteyince bu köy halkı da kendilerinin suçsuz olduğunu ortaya koymak için böyle
bir yola başvurmuştur.
toplanması işini de Bozkır
madeni emini olan kişi yapardı354.
Beyşehir sancağından istenilen ref-i menzil bedeliyesi olan 325,5
kuruşun ödenmesi esnasında madene bağlı olmak iddiasıyla bunun ödenmediği
mütesellim tarafından ifade edilince, “ber vech-i istiklal”in
sınırları belirtilerek bunu ödemeleri Bozkır naibi ve maden eminine, 17
Mayıs 1827’de emredilmiştir (BOA, C.AS 23891). Satılan tiftik, mazu ve kök
boyanın gümrük vs. vergileri355
konusunda ise bunların tahsil edildiğine dair emin tezkeresi olması
gerekmekteydi. Zira bu tezkeresi olmayanların sefineye alınmaması gerektiği,
tezkeresiz başka mahallerden götürenlerden ise iki kat resm alınacağı
belirtilmiştir (BOA, C.ML 3397). Maden emini bazı vergileri bizzat toplarken,
emanet sınırları içerisinde iltizam ederek çeşitli görevleri üzerine alan
mültezimlere de idari yetkisini kullanarak yardım etmiştir. Bozkır kazasına
bağlı Meyre ve Balıklavı köylerinin aşar ve rusumatlarını kanun gereği alan
mültezim Abdülmümin kazadan bazı kişilerin tahriklerini bildirince emine bu
kişileri tenbih etmesi emredilmiştir (BOA, AHK.KR.d 17: 95-3). Bu örnek,
iktisadi meselelerde de maden emininin bölgede yetkili olduğunu göstermesi
açısından önemlidir.
Bozkır
kazasının Osmanlı ordusunun ihtiyaçlarının karşılanmasında da çeşitli
yükümlülükleri vardı. Bu yükümlülükler de maden emini tarafından yerine
getirilirdi. Çumra menzilinden Şam’a giden ordunun zahire bahasının Bozkır
madeni emini tarafından görevli memura teslim edildiği ve yedinden senedât-ı
şer‘iyye alındığı, 23 Haziran 1799 tarihinde bildirilmiştir (BOA, C.AS
21864). Bozkır madeni emini Abdülhalim, 30 Mayıs 1799’da maden kazalarına 30
saat mesafede olan İsmil, Karkın ve Çumra menzillerine gönderilecek zahirenin
nakli hususunda develerin iki katı ücret ile tedârik olunduğunu bu nedenle
zahirenin yarısının affedilmesini
354 Karaman
eyaleti avarız tahsildarı, madene bağlı Bozkır ve Belviran kazalarının
vergisinin maden eminleri vasıtasıyla tahsil oluna geldiğini ve bu sene zam
olunan 1.200 kuruşun da maden emini Halil tarafından tahsil olunduğunu ancak
kısa bir süre sonra maden emininin vefat ettiğini ifade ederek bu vergi
miktarını talep etmiştir. Ancak Halil Ağa’nın önce darphaneye olan 76.000
kuruşun malından alınacağı, kalan muhallefâtından ise avarız miktarının
tahsildara eda olunması ile diğer borçlarının da ödenmesi ve fazlasının
hazine-i amireye gönderilmesi, 10 Şubat 1781’de, emredilmiştir (BOA, MEDAD 8:
643-1). Tahsildar, devlete ait vergileri, gelirleri veya birinin gelirini
toplayan memura denirdi (Abdurrahman Vefik, 1328: 256). Bahsedilen örnekte
madene bağlı kazaların avarızı Musa adlı tahsildar üzerindedir (BOA, MEDAD 8:
642-1). Bozkır madeni emininin maden emanetine başka bir görevliyi
karıştırmaması ve bu verginin kendisi tarafından toplanıp tahsildara eda
edileceğini ifade etmesi maden emanetinin idari statüsünü göstermesi açısından
da önemlidir.
355 Tiftiğin
her kıyyesinden üçer para, mazunun her kıyyesinden birer para ve kökboyanın her
kıyyesinden ikişer akçe resm-i miri alınacaktı (BOA, C.ML 3397).
istemiştir. Zira bu dönem
fırınların imali için lazım olan kömür, kütük ve diğer levazımatın temini
mevsimiydi (BOA, C.AS 16336). Beyşehir ve Yenişar kazaları Çumra menziline;
Bozkır ve Seydişehir kazaları Karkın menziline; Göçü, Belviran ve Kırili
kazaları (ayrıca Eyübili, Aksaray ve Pirluganda) İsmil menziline bağlıydı. Her
menzile 6.500 kile arpa, 750 kile fiğ, 800 adet koyun, 2.000 kantar saman ve
450 araba odun gönderilmesi emredilmiştir. Bozkır kazası hissesine 2.750 kile
arpa, 275 kile fiğ, 300 koyun, 800 kantar saman ve 180 araba odun düşmüştür
(BOA, C.AS 15701; BOA, C.AS 16336).
Madene bağlı
kaza ahalileri arasındaki alacak davalarında da maden emini görevliydi356.
Bu anlamda borçlu olan kişinin ölümü üzerine borcun maden emini tarafından
vereselerden alınıp alacaklılara verildiği görülmektedir (BOA, AHK.KR.d
27:
65-2). Madene gelir olarak
kaydedilen mukataatın tahsilinin emin tarafından yapılması, buna ek olarak
madene gelir kaydedilen kazaların avarız ve nüzul bedellerinin toplanması da
eminin görevleri arasındaydı (BOA, C.ML 22569). Benzer bir durumda, Bozkır
madeni emini Çelikpaşazade İbrahim Paşa’nın Bozkır madeni sermayesinden
darphaneye borcu olduğundan dolayı Suğla mukataasının 5/8’i darphaneye ve 3/8’i
paşaya aitti. Borca karşılık mukataa darphaneden idare olunacağından hâsılat,
rusûmât ve avâidâtı, 24 Nisan 1811’de, Bozkır madeni emini el-Hâc
Ali’ye verilmiştir (KŞS 102: 154-1).
Maden
emaneti bölgesinde kuralların uygulanmasından sorumlu olan maden emini, bölgede
devletin çıkarlarının korunması için de önlemler almaktaydı. Konya’da bulunan
güherçile tabh iden karhanecilerin Bozkır tarafına 15, 20 kantar güherçile
sattığı, Bozkır’da dinkler kurularak barut imâl edildiği ve tüccara
satıldığının duyulduğu belirtilerek Karaman valisine ve Bozkır madeni eminine
bu dinklerin ortadan kaldırılması, 11 Haziran 1825 tarihinde emredilmiştir
(BOA, C.AS 22358).
356 Bozkır
madeni emini ve kadısına 27 Ocak-4 Şubat 1810’da gönderilen emirde, İbrahim
adlı kişi, Bozkır kazası Hocaköy’den Küçük Halim Efendizade Mehmet zimmetinde 1806
senesinden beri olan
25. 000
kuruş alacağını talep ettiğini ancak vermediğini belirtmiştir. Bunun üzerine
maden eminine, mübaşir marifetiyle ve maden emini marifetiyle davanın görülmesi
yönünde emir verilmiştir (BOA, SKT.d 205: 105).
1.1.2.5. Timarla İlgili Görevleri
Maden
eminlerinin timarla ilgili görevleri daha çok ortaya çıkan anlaşmazlıkların
çözümü ile ilgiliydi. Maden bölgesinde timarla ilgili anlaşmazlıklar olduğu
zaman, bu durumun çözülmesi için emine davanın görülmesi emri verilirdi. 17-25
Ocak 1811’de, timar sahibi ve alaybeyi arasındaki anlaşmazlık üzerine mahsül ve
rusumatı alan alaybeyinden bunların alınarak timar sahibine verilmesi maden
eminine emredilmiştir (BOA, AHK.KR.d 26: 43-3, 93-2). 24 Temmuz 1783’te, Morsun
köyündeki timarların mutasarrıfları ile Dard Zaviyesi zaviyedarları arasında
buraların kullanımı konusunda bir anlaşmazlık ortaya çıkmıştır. Zaviyedarların
buranın vakfa ait olduğunu söylemesi üzerine, kuyuda bakılınca bu yerin vakıf
değil timar olduğu anlaşılmış. Bunun üzerine, Bozkır madeni emini ile Bozkır
kadısına gönderilen emirde zaviyedarların karışmaması ve davanın mahallinde
görülmesi emredilmiştir (BOA, C.TZ 4853).
Bölgenin
idari amiri olan maden emini, emanet sınırları içerisindeki sorunları çözmeye
çalıştığı gibi maden bölgesi dışındaki sorunları da gönderilen emirler
doğrultusunda ortadan kaldırmaya gayret etmiştir. 6 Nisan 1800 tarihinde, Ilgın
mukataasına malikane mutasarrıf olan Mustafa Bey, mukataaya yakın olan Konya,
Kadınhanı, Argıthanı, Akşehir, Doğanhisar ve Bozkır madeni kazalarına mukataa
reayalarının geldiğini ve 10 sene geçmemiş ise geri yerlerine döndürülmesini
isteyince; Karaman valisi, Akşehir mütesellimi, Bozkır madeni emini ve bu
yerleşim yerlerinin kadılarına bu konuda emir verilmiştir (BOA, MAD.d 8577).
1.1.2.6. Askerî Görevleri
Bozkır
madeni emini olan kişiler çeşitli askeri yükümlülükleri de yerine
getirmekteydi. Bozkır madeni emini Abdülhalim Efendi’den 1.000 askeriyle Kıbrıs
muhafazasına gitmesi istenince, emin maden idaresindeki ahalinin yorgun
olduğundan bahisle affını istemiş. Bozkır şeyhi affedilmiş ancak askerin
gönderilmesi, 17 Ağustos 1798’de emredilmiştir (BOA, C.AS 8012). Bozkır
madenine bağlı kazalarından tedârik edilecek 1.000 askerden dolayı madenin
ta‛dilinin söz konusu olduğu357
ve Alanya kalesinde asker olmadığı ve buranın korunmasının önemi emin
tarafından vurgulanmıştır. Bunun üzerine 100 nefer üzerine bir başbuğ tayini ve
200 nefer ile Alanya havalisinin korunması şartıyla maden emini Abdülhalim
affedilmiştir (BOA, C.AS 1517). Görüldüğü üzere maden emini emanet dâhilindeki
yerlerden istenilen miktarda askeri toplayarak, belirtilen yerde orduya
katılmakla görevlendiriliyordu. Maden emini istenilen asker sayısını düşürdüğü
gibi, yerine bir başbuğ tayin ederek sefere gitme görevinden de muaf
tutulmuştur.
Bozkır
madeni emini emanet içerisinde ya da civarında ortaya çıkan eşkıyalık
hareketlerine karşı çeşitli önlemler almıştır. Beyşehir sancağında ortaya çıkan
eşkıyalık hareketlerine karşı asker toplanması konusunda maden emini, madene
bağlı kazalara adamlarını göndererek bu emri yerine getirmeye çalışmıştır (BOA,
C.AS 33129). Yine Bozkır madeni civarında ortaya çıkan eşkıyalık hareketlerine
karşı maden emini önemli bir rol oynamıştır. 8 Haziran 1794 tarihinde,
Tarsus’ta başlayan eşkıyalık ve yağma hareketleri üzerine Adana, Tarsus
mütesellimleri ile Bozkır madeni emini eşkıyanın kökünün kurutulması ile
görevlendirilmiştir (BOA, C.DH 791).
Bozkır
madeni emini çeşitli sebeplerle bölgeden asker temin etme konusunda da
görevlendirilmiştir. Devlet için tedârik edilecek asker hususunda sancak
mutasarrıfı ve maden emininin anlaşmazlığa düşmesine rağmen istenen sayıda
askerin gönderilmesi ilgililere, 19-27 Mayıs 1778’de, bildirilmiştir (BOA,
MHM.d 174:277). Aladağ kazası voyvodası, Konya mütesellimi ve Bozkır madeni
emini Seyyid Mehmet’e gönderilen emirde, Aladağ kazası şehir kethüdası
Mustafa’nın kaza süvarisiyle sefere katılması için emir verilmesine rağmen
henüz hareket etmediği belirtilerek hoşça bir ifadeyle memuriyetine gitmesi
konusunda uyarılması (BOA, MHM.d 192: 173) Haziran 1790’da, göreve gitmezse
tedip olunacağı bildirilmiştir (BOA, MHM.d 192: 265). 7 Nisan 1791 tarihinde
mütesellim değişikliği esnasında Beyşehir eski mütesellimi Ali Ağa adlı kişi
yanına topladığı
357Bozkır
muhtarı Şeyh Mehmet, 9 Temmuz 1811 tarihli tahriratında, Bozkır’da 10 nefer
bile istenilse maden eminleri “maden umuruna sekte geldi” diyerek şikayet
ettiklerinden ve bunu merkeze yazdıklarından, memur olduğu görevi
yapamadığından bahisle istenilen askerin affını istemiştir (BOA, C.AS 9229).
Yörük eşkıyası ile yeni
mütesellim Hüseyin Ağa’nın üzerine saldırınca, bir köye sığındığı belirtilerek
asker toplanması emredilmiştir. Bu emir üzerine maden emini, Beyşehir ve
Seydişehir kazalarına adamlarını gönderdiğini söylemiştir (BOA, C.AS 33129).
İİİ.
Selim döneminde kurulan yeni ordu
için ihtiyaç duyulan askerleri seçme noktasında maden eminleri etkin bir görev
almıştır. Levent Çiftliği için bazı kazalardan tertip olunup ocağa
gönderilmeleri gereken askerlerin, kaza ayan ve zabitleri tarafından dikkat
edilmeden yapıldığı ve gelenlerin çoğunun serseri olduğu belirtilerek; maden
eminine, bağlı kazalardan harbi bilen kişilerin gönderilmesi istenmiş ve
Seydişehir kazasının asker maddesinden dolayı Üsküdar ocağına bağlandığı
bildirilmiştir. Maden bölgesinden gönderilecek askerlerin avarız-ı divaniyye ve
imdad-ı hazeriyye hariç bütün vergilerden muaf olduğu ve maden dolayısıyla
bunlara zulüm yapılmaması, 23 Haziran-2 Temmuz 1801’de emredilmiştir (BOA,
DRB.d 156: 123-2). 17 Mayıs 1827’de, Beyşehir livası hissesine düşen Asâkir-i
Mansûre-i Muhammediyye’den 16 nefer ve bir rub‛ askerin tahsilinde madene bağlı
olduklarını bildirerek itiraz eden kaza ahalisinden tahsili, ber vech-i
istiklalin sınırları hatırlatılarak maden emininden istenilmiştir (BOA, C.AS
23891).
1.1.2.7. Sosyal Görevleri
Bozkır
madeni eminleri, sosyal hayatın birer parçası olan cami, kütüphane, türbe ve
kilise gibi binaların tamirinde de çeşitli görevler üstlenmişlerdi. Maden
eminleri bu tür binaların yapımı ile bu binaların tamiri için gerekli yapı
malzemelerini tedârik ederdi. Pirluganda kazasına bağlı kazası Hadim köyünde
Şehdî Osman Efendi’nin bina eylediği kütüphanenin çatısı harabe olduğundan ve
bu nedenle kitaplar zarar gördüğünden çatısının üzerinin kurşunla kaplanmasına
karar verilmiştir. Kütüphane için gerekli kurşunun Bozkır madeninden
karşılanması ve maden emini marifetiyle tamirinin yapılması maden emini Mehmet
Fazlullah’a 6 Mayıs 1782’de emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 663-1). Kütüphane için
gerekli kurşunun maden mevcudundan karşılanarak kütüphanenin tamir edilmesi ve
bu
durumun mahalline kaydedilip
İstanbul’a defterinin gönderilmesi istenmiştir358
(BOA, C.MF 5724). Bozkır madeni üretiminden kütüphaneye 3.000 kıyye kurşun
verilmiştir (BOA, C.DRB 810). 4 Şubat 1787 tarihinde, Bozkır şeyhi Abdülhalim
Efendi’nin ceddî Şeyh Mehmet Camii’nin çatısı harap olduğundan Bozkır
madeninden 15.000 kıyye kurşun istenmiştir (BOA, C.DRB 2948). Yine Bozkır
madeninden Hz. Mevlana Türbesi’ne 10.000 kıyye kurşun gönderilmiştir (BOA,
C.DRB 810; BOA, MEDAD 8: 691-2).
Maden
eminleri gayrimüslim reaya ve madencilerin çeşitli işlerini de yapardı.
Bereketli madenine bağlı Çamardı kazasında Arvan köyünde Rum reayaya ait Âyâestîfânûs/Ayastefanos
kilisesinin duvarlarının bazı yerleri harap olduğundan ayin yapılamadığı
maden eminine arz edilince, maden emini de bu durumu bir görevli ile tespit
ederek tamiri için ruhsat verilmesini, 10 Mart 1832’de arz etmiştir (BOA, C.ADL
2180). Maden eminleri, dini yapıların tamirinde görev aldığı gibi gayri Müslim
madencilerin dini hayatını sürdürebilmesi için gerekli önlemleri almakla da
görevliydi. 28 Ocak 1791’de Keban, Ergani, Gümüşhane ve Bozkır madencilerinin
ayinleri, nikahları Gümüşhane metropoliti veya atadığı vekili tarafından
yürütüldüğünden maden bölgesindeki metropolitlerin karışmaması emredilmiştir
(BOA, AE.SSLM III 22665).
Vakıf
görevlileri de çeşitli konularda maden eminine başvurarak ortaya çıkan
sorunları çözmeye çalışmıştır. 1783’te Seydişehir’de bulunan Rüstem Bey Vakfı
ile Gevrekli köyü arasındaki arazi anlaşmazlığının çözümünde kanun üzere
hareket edilmesi Seydişehir kadısı ve maden eminine bildirilmiştir (BOA,
AHK.KR.d 18: 18M-3). Aynı yıl Bozkır’daki Şeyh Musa Zaviyesi’nin gallesinin359
kalanını vakfiye gereği vakıf evladı kişiler ile hariçten birkaç kişinin talep
etmesi üzerine maden emini tarafından mahallinde davanın görülmesi
emredilmiştir (BOA, AHK.KR.d 18: 30-3). Karacaardıç köyünde Müteveffa Hacı
İbrahim adlı hayır sahibinin yaptırdığı camiinin imam ve hatibi Seyyid Mehmet,
Karabayır köyünde bulunan ambarda ekin mahsulü olduğunu ve Bozkır madeni
hademelerinden Alanyalı Geyrek Fakih’in bunu aldığını belirtince, zabiti olan
maden emini marifetiyle davanın görülüp talebi
358 Kütüphaneye
yapılacak masraf 500-600 kuruşu geçmemek şartıyla, maden emini tarafından
Bozkır madeni mevcudundan karşılanacaktı (BOA, MEDAD 8: 683-2).
359 Galle;
zahire, mahsul, ekin, irat ve gelir anlamına gelmektedir (Devellioğlu, 1999:
275).
üzerine mahsulün maden emini
tarafından alıverilmesi konusunda, 12-21 Ekim 1779’da emir verilmiştir (BOA,
AHK.KR.d 16: 115-4).
Görev olarak
telakki edilmese de Bozkır madeni eminleri sosyal hayatın birer parçası olan
cami ve çeşme gibi yapıların yapılmasına da öncülük etmişlerdi. Bozkır kazası
Siristat köyünde, maden emini Mehmet ve karındaşı Zeynelabidin adlı hayır
sahipleri, bir cami yaptırmıştır (BOA, C.EV 6174). Yine “ma‘den-i hümâyûn”un
merkezi konumundaki Siristat köyünde Mehmet Fazlullah Efendi Çeşmesi
bulunmaktadır. Çeşme hâlâ mevcut olup, Bozkır ilçesinde Orta Mahalle Camii’nin
doğusundadır. Çeşme, Bozkır madeni emini Mehmet Fazlullah Efendi tarafından
1781 yılında yaptırılmıştır (Kitabe, 1196)360.
Mehmet Fazlullah Efendi tarafından yaptırılan çeşmelerin Siristat köyü içinde
dört adet olduğu belgelerde belirtilmesine rağmen şu an sadece bahsedilen çeşme
ayaktadır. Çeşmeyi de yaptıran el-Hâc Ahmet Ağa oğlu Mehmet Fazlullah
Efendi’nin bıraktığı paralar ile mütevellinin ücreti ödenmiştir. Bu dönemde
mütevelli günlük iki akçe ücret almıştır. Bu parayla aynı zamanda eski maden
eminlerinden Halil Efendi’nin kabrinin de tamiri yapılmıştır (VGMA, HD, 1078:
36a; VGMA, HD, 537: 58b).
Mehmet
Fazlullah Efendi 29 Mayıs 1795 tarihli vakfiyesinde, kendi malından
biriktirdiği ve arttırdığı 159 kuruş ile Siristat köyünde bulunan aşağı
değirmende üç kıyye tabir olunan hissesini şöyle şart eylemiştir. Vâkıf, bu
paraların istirbaha (%15 kâr ile paranın borç olarak verilmesi) verilerek, elde
edilen gelirlerle kendi yaptırdığı dört çeşmenin ve Bozkır’da yaptırdığı diğer
binaların tamirlerine ve görevlilerine maaş olarak verilmesini istemiştir361.
Çeşmenin362 kitabesinde ise şu yazılar yer
almaktadır.
Sahib-i hayrat hâlâ emin-i maden-i
hümayun Mehmet Fazlullah Efendi.
Fazlıyâ yolun düşerse tarihin oku
hemân
Geçme suyun iç çeşme-i aşûbdan ab-ı
revân.
360 Mehmet
Fazlullah Efendi Çeşmesi Kitabesi; bkz. Fotoğraf 3. Hurufat defterlerinde çeşme
ile ilgili ilk kayıt, Ağustos 1784 tarihine ait olup mütevelli olarak Kadızade
Seyyid Abdullah’ın atandığı kaydedilmiştir (VGMA, HD, 1078: 36a). 1204/1789
yılında ise Kadızade Seyyid Abdullah’ın ölümü üzerine Seyyid Mehmet
mütevellilik görevini yürütmeye başlamıştır (VGMA, HD, 537: 58b).
361 VGMA,
No. 579, s. 21, sıra 14. 1795 Tarihli Vakfiye Sûreti; Belge 3.
362 Çeşmenin
mimari özellikleri için bkz. Sabri Doğan, “ Bozkır’da Türk-İslam Devri
Yapıları”, Bozkır’ın Dünü ve Bugünü Sempozyumu 2006, Konya 2007, s.376.
Sene 1196
1.1.3. Azil
Bir maden
emini atandıktan bir yıl sonra görevi sona ererdi. Ancak maden emini, başarılı
bulunursa yeniden atanır ya da çeşitli sebeplerden dolayı bir yılı doldurmadan
azledilirdi. Bu anlamda maden emininin azli ve yerine başka birinin atanması
gerektiği “… kâ‘ide-i darbhane ve me‘âden ancak mart duhûlunda olagelüb
eğeri bî-hengâm ‘azl ve aharî nasb olunsa darbhâne-i ‘amireye ve ma‘dene
hasâret-i küllisi olacağı ma‘den emâneti ihale olunacak adam mücerrebi’l-etvâr
ve kaviyyi’l-iktidâr ve ma‘den i‘mâlinden aşinâ olması lâ-büdd idüğü ve tîz elden
bu makûle adam tedâriki müte‘assir olmağla…” darphane nazırı tarafından
belirtilmiştir (BOA, C.DRB 238). Darphane nazırı, atamaların mart ayında
yapılmasının faydası ve atanacak kişide bulunması gereken özellikler üzerinde
durmuştur. Mart ayı ifadesini, atanan maden emininin göreve başlama ayı olarak
algılamak gerekir. Zira, madene bağlı kaza ahalilerinin himaye edilmesi, kömür
ve kütük temini gibi konuların vaktiyle tedârik edilmesi gibi nedenlerle maden
emanetlerine yapılacak atamaların mart ayından birkaç ay önce yapılması “usul-i
maslahatdan” idi (BOA, D.DRB.HAT 16/52).
Bozkır
madeni emini olarak atanan görevli ilgili yılın mart ayından şubat ayına kadar
bir yıl görev yapardı ve şubat ayı sonunda eminin görevi sona ererdi. Fakat
farklı nedenlerle bu görev sürelerinin tamamlanamadığı durumlar da olmuştur.
Eminin eceliyle ölümü üzerine, geçici olarak eminin kethüda ya da katibi,
eminin görevlerini yapmaya devam etmiştir. Ancak bu kişiler, sadece ilgili
yılı, başka bir ifadeyle ölen maden emininin bir yıldan eksik kalan zamanını
tamamlamışlardır (BOA, C.DRB 3123). Zira daha sonraki yıla maden emini
atanmıştır. Yeni bir maden emini atanınca kendi eşyası hariç, maden için
verilen sermaye, altın, gümüş ve kurşun madenleri ile eski eminin alacakları
kısaca madene ait ne varsa tayin olunan mübaşir vasıtasıyla yeni emine
devredilerek hazine-i amire defterlerine gelir kaydedilmek üzere “ma‘zûlân
defteri” arz olunurdu (BOA, C.DRB 3123).
Bozkır
madeni emininin görevinin sona ermesinin bir diğer nedeni de eminin istifa
etmesiydi. 1781 yılına mahsuben emin olarak atanan Mustafa, huyunu ve madenin
idaresindeki eksikliğini öne sürerek istifasını sununca, yerine
“mücerrebeti’l-etvâr”
birisi olan Mehmet Fazlullah maden işlerinde bulunduğundan dolayı maden emini
olarak atanmıştır (BOA, C.DRB 2421). Maden eminlerinin azledilmesinin
nedenlerinden birisi de maden idaresindeki gevşeklikti. Yine 1781 yılına
mahsuben Bozkır madeni emini olan Aydınlı Mehmet, “idâre-i ma‘den kemâl-i
fütûr ve rehâvetine mebnî merkûmun azli” denilerek gevşekliğinden dolayı
azl edilmiştir (BOA, C.DRB 252).
Bozkır
madeni eminlerinin azillerinin bir diğer nedeni ise ahaliyi zulümden kurtarma
düşüncesiydi (BOA, DRB.d 969). Bozkır madeni emini Genç Ali’nin ahaliye yaptığı
zulüm Bozkır ve Belviran kadılarının ilamları ve ahalinin arzlarında
bildirilince, darphane nazırı, bu durumun kendisine sorulması üzerine eminin
azli ve tecrübeli birinin atanmasını takrir363
etmiştir. Takrir gereği verilen telhis üzerine, kendisine güvenilen ve
becerikli birinin atanması konusunda emr-i hümayun sudur olduğu ve gereğince
el-Hâc Sülayman’ın atandığı, 25 Aralık 1776’da, bildirilmiştir (BOA, C.DRB
2047; BOA, MEDAD 1: 754-1). Maden eminlerinin azledilmesi darphane nazırının
takriri üzerine yapılırdı (BOA, DRB.d 1044). Maden eminleri darphane nazırının
vereceği olumsuz bir raporu içeren takrir gereği padişahın emriyle görevden
uzaklaştırılırdı. Bu örnekten de anlaşıldığı üzere maden eminlerinin görevden
uzaklaştırılması konusunda bir diğer uygulama ise Bozkır madeni emaneti
sınırları içerisinde yaşayan halkın herhangi bir sebepten dolayı maden emininin
değiştirilmesi yönünde İstanbul’a vereceği arzuhallerdi. Bozkır madeni emini
İshak Ağa, maden ustaları ve kaza ahalileri tarafından gaddar ve fukaraya zulm
eden birisi olarak anlatılmış, emin ve yanındaki kaza ahalilerinin kafalarına
göre salyane talep ettikleri, mütedeyyin ve dindar bir kişinin emin olarak
tayini ahali tarafından arz edilince, 21 Ağustos 1816 tarihinde, her iki
tarafında dinlenmesi ve bu konuda Karaman valisine yazılması yönünde bir cevap
verilmiştir (BOA, C.DRB 1581). 1817 yılında İshak Ağa’nın atanmaması ahalinin
isteklerinin dikkate alındığını göstermektedir (Tablo 3). Bazı kaza ahalileri
ise düşmanlık ve kendilerini düşünmelerinden dolayı eminin azlini istemekteydi.
Fakat olay incelendiği zaman ayanlık iddiasında olanların halka, maden eminini
zorla şikayet ettirdikleri ortaya çıkmıştır (BOA, C.DRB 238). 20 Ağustos 1818
tarihinde, Sunullah adlı kişi, Meyre
363 “Rahmen
li’l-fukarâ azli mûceb ve yerine müstekim ve muharreri’l-etvâr maden emini nasb
ve ta‘yîn olunmak muktezâ idüğünü” şeklinde takrir
sunulmuştur (BOA, C.DRB 2047).
köyü ahalisini tahrik ederek
Bozkır madeni emini Ahmet Ağa’yı “fazla vergi alıyor” diyerek şikayet etmiştir.
Buna rağmen 24 kişi merkeze eminin iyi halini haber vermiştir (BOA, AHK.KR.d
29: 1-3).
Maden
eminlerinin azledilme sebepleri arasında rüşvet almak, yeterince üretim
yapamamak ve uzun süre görevde kalmanın gevşeklik ortaya çıkarması gibi
nedenler de vardı. Bozkır madeni emini el-Hâc Ali’nin rüşvet aldığı
anlaşıldığından azledilerek yerine Hacı Hüseyin Ağa atanmıştır. Azledilen
eminin bir yere sürgün edilmesi için istenen emir, 18 Ekim 1829 tarihinde
verilmiştir (BOA, C.DRB 950). Azillerin bir diğer nedeni ise madenin imâl
edilmemesi, darphaneye yeterince gümüş ve kurşun gönderilememesiydi364
(BOA, DRB.d 970). Bozkır madeninde dört senedir emin olan Abdülhalim’in azli
icap ettiğinden, Mart 1800’de, azledilerek yerine Osmanzade Seyyid Ali
atanmıştır (BOA, C.DRB 475). Abdülhalim’in azil sebeplerinden biri de eminin
gevşekliğinden dolayı madenin düzeninin bozulmasıydı (BOA, C.DRB 560).
Aralık 1808’de, Bozkır madeni tevcih
olunan İbrahim Paşa (BOA, MHM.d
227:
265), 1808 senesinin kalan aylarını
tamamlamak ve 1809 yılına mahsup olmak üzere atanmıştır (BOA, DRB.d 970). Fakat
İbrahim Paşa başka mahalde olduğundan yerine, 10 Haziran 1809 tarihinde, Ömer
Ağa emin olarak atanmıştır (BOA, DRB.d 970). Burada görüldüğü üzere maden
eminleri başka mahallerde de oturmaktadır. Fakat eminlerin maden-i hümayun olan
kazada oturması ve maden işlerini yapması kaideydi. Bereketli madeni emini ile
ahalisi arasında anlaşmazlıklar olduğundan eminin madende değil de taşrada
oturduğunu maden ustalarının bildirmesi üzerine madenin boş bırakılmaması
gerektiği, maden bölgesinin etrafındaki kötülükler hatırlatılarak dile
getirilmiştir (BOA, HAT 351/19834.B).
1.1.4. Ücret
Bozkır
madenine atanan maden eminlerinin ne kadar ücret aldığı ile ilgili net bir
bilgi tespit edilememiştir. Ancak, 7 Mayıs 1816’da, Keban madeni emini 7.500
kuruş, Ergani madeni emini 7.500 kuruş ve Gümüşhane madeni emini ise 12.500
364 Bozkır
madeni emini Ahmet, yeterince gümüş ve kurşun üretememesi nedeniyle madenin
kapanmasına neden olacağından dolayı, bu kadar uzun süre görev alan bir kişinin
başarılı olamaması ile ahalinin de maden eminini şikayeti üzerine, 2 Aralık
1820’de azledilmiştir (BOA, DRB.d 1044).
kuruş maaş almıştır (BOA, DRB.d
993). Keban ve Ergani madenleri eminlerine 1736-1741 yıllarında da aynı ücret
verilmiştir (Çağatay, 1942a: 44). Bozkır madeninde görevli katibin Keban
madeninde görevli katibin üçte biri oranında bir maaş almasına bakılarak Bozkır
madeni emininin yıllık 2.500 kuruş ücret aldığı tahmin edilebilir. Bozkır
madeni eminleri aldıkları bu maaş yanında İstanbul’dan madene gelirken ve
madenden İstanbul’a giderken 500’er kuruş harcırah da almıştır (BOA, D.BŞM.d
4702: 3). Maden eminleri ise maden emaneti kendilerine tevcih olunduğunda
darphane nazırına caize verirlerdi365
(Bölükbaşı, 2010:71).
1.2. Vekil
Bozkır
madeni eminleri, farklı görevlerle uğraşması ya da iki madenin birlikte idaresi
gibi durumlarda eminlik görevi için yerlerine birisini vekil olarak
atamışlardır. Eminin ölümü üzerine işlerin aksamaması için yeni emin atanana
kadar bu görevi yapan kâtip ya da kethüdanın (BOA, MAD.d, 5610: 111) vekil
olarak değil geçici görevli olarak değerlendirilmesi daha doğru olacaktır. Bozkır’da
bulunan emin eşkıya tarafından öldürülünce 1801 yılında olayın araştırılması
için gönderilen memur, eşkıyanın bölgeden uzaklaştırılması için vekâlet
buyruldusu istemiş ve yeni emin atanana kadar bu görevliye vekâlet
buyruldusu verilmiştir (BOA, C.DRB 393). Maden emini madenden başka bir
yere gittiği zamanlarda da yerine bir görevliyi vekil olarak bırakırdı. Bozkır
madeni emini Halil’e gönderilen emirde, 12 Şubat 1780’de, madende üretilecek
altın ve gümüşün beşte biri devlet için ayrıldıktan sonra kalan kısmının diğer
madenlerle kıyas edilerek belirli bir fiyatla satın alınacağı ve bütün gelir ve
giderlerinin hazine-i amire defterlerine kayıt olunması için yerine kethüdasını
vekil bırakarak İstanbul’a gelmesi gerektiği belirtilmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-3).
Fakat eminin vekilinden kastedilen görevliler bunlar değildir. Özellikle Bozkır
madeni ile Bereketli madenlerinin birleştirilmesi ve madenlerin bir kişiye
tefviz edilmesi üzerine madenlere vekil eminler atanmıştır. 21 Temmuz 1794’te
Bozkır madeni emini olarak Seyyid Süleyman atanmıştır. Ancak Bozkır madeni
Mehmet Memiş adlı vekil tarafından idare olunmuştur. Vekil olmasına
3652.500
kuruş gayraz ketebe ve 7.500 kuruş bo‘ça baha adlarıyla toplam
10.000 kuruş caize-i maden-i Bozkır adıyla ödenmiştir. Bununla birlikte
7.500 kuruş da hizmet-i mübaşiriyye olarak darphaneye teslim
edilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 8824). 1820-1821 yılında, aynı ödemeler Keban,
Gümüşhane, Gümüşhacıköy, Bereketli, Balya ve Sidrekapsi madenlerinden de
yapılmıştır. Maden-i hümâyûn yekünü 155.050 kuruştu (BOA, D.BŞM.MHF.d 8824).
rağmen eminin bütün yetkilerine
sahip olan bu görevli, eşkıya takibi ve bunların yargılanması gibi konularda
yetkilerini kullanmıştır (BOA, MEDAD 9: 192-1).
Bozkır
madeni emini olan Ali Ağa, 1800 yılında kardeşi Ahmet’i vekaleten Bereketli
madenine emin tayin etmiştir (BOA, D.DRB.THR 30/39). Yani emin olarak atanan
kişi Bozkır madeninde, vekili ise Bereketli madeninde görev yapmıştır.
Unutulmaması gereken bir nokta da vekilin emin tarafından görevlendirilmesidir.
Fakat Bereketli madeni müstakil olursa daha iyi çalışacağı ve maden emininin
maden mahallinde oturmasının daha faydalı olacağı da dile getirilmiştir (BOA,
MHM.d 209: 1). Karaman valisi ve Bozkır madeni emini olan Kadı Abdurrahman
Paşa, Rumeli’ye gittiği zaman oğlu Abdullah’ı Bozkır madeninde vekil olarak
bırakmıştır (Konyalı, 1938b: 1088). 4 Temmuz 1807 tarihinde ise Bozkır madeni
Hacı Mehmet Ağa’ya deruhte edilmesine rağmen, 21 Şubat 1808’de maden tekrar Abdurrahman
Paşa’ya verilmiştir (BOA, DRB.d 987).
Bozkır
madeninde vekil eminin görev yapmasının bir diğer nedeni ise, Bozkır madenine
vezir rütbeli kişilerin atanmasıdır (BOA, HAT 473/23144; BOA, DRB.d 970).
Bozkır madeni emini olan Karaman valisi Ali Paşa, yerine İbrahim’i vekil olarak
tayin etmiştir (KŞS 102: 102-2; BOA, DRB.d 970). Fakat Ali Paşa başka bir işle
meşgul olduğundan madenle yeterince ilgilenememiş, vekil olarak tayin ettiği
emin de maden hususuna önem vermediğinden madende üretim azalmıştır (BOA, DRB.d
970; BOA, C.DRB 2482). 28 Aralık 1813’te gönderilen emirle, birkaç senedir
maden emini vekili olan İbrahim ile Bozkır kazası ahalisi arasında
anlaşmazlıklar ve vekilin yaptığı haksızlıklar nedeniyle bu kişi azledilerek
yerine darphane tarafından İshak maden emini olarak atanmıştır (KŞS 102: 102-2;
BOA, DRB.d 970). Yapılan bu atama üzerine eski ve yeni eminlerin hesaplaşması
gerekmekteydi. Bu nedenle yapılan işlemler yeni atanan emin ile vekil arasında
olmuştur (BOA, C.DRB 2482). Buna göre vekil, eminin bütün yetkilerine sahip
olmakla birlikte emin tarafından atanan bir görevliydi.
6
Nisan 1837’de Bozkır madeni Karaman
müşiri Ali Paşa’ya ihale olunmuştur (BOA, HAT 1321/51571). Müşir de gönderdiği
tahriratında Bozkır madeni eminliğine Ömer Bey’i atadığını bildirmiştir (BOA,
HAT 682/33214). Yani vekâleten idare söz konusudur. Madenin kapatıldığı
yıllarda yine aynı müşirin
idaresinde bulunan maden, vekil
vasıtasıyla idare edilmiştir (BOA, DRB.d 1027; Tablo 3). Fakat müşirin
idaresindeki Bozkır madeninden yeterince üretim yapılamamış hatta taahhüt
edilen miktar bile karşılanamamış ve yine müşirin idaresinde iken maden
kapatılmıştır (Bkz. V. Bölüm).
1.3. Kâtip
Osmanlı
madenlerinde görevli olan kâtip, maden ocaklarının dağınık ve toplu, işletmenin
büyük ve küçük olmasına göre bir ya da daha fazla olabilirdi (Çağatay, 1942a:
45). Bozkır madeninde bir tek kâtip kadrosu vardı ve beratla tayin olunurdu366
(BOA, MEDAD 8: 862-2). 2 Haziran 1776 tarihinde, darphane tarafından Hafız
Mehmet, Bozkır madeni kâtibi olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 1: 750-2). Bozkır
madenine atanan ilk kâtip olan Hafız Mehmet, madenin kapanıp tekrar açılması
üzerine kâtipliği yeniden talep etmiştir. Kayıtlar incelenmiş ve berat367
kaydı olduğundan 30 Kasım 1787’de tekrar atanmıştır (BOA, MEDAD 8: 862-2). Uzun
süre aynı kişinin kâtiplik görevini yapabildiğini göstermesi açısından bu örnek
önemlidir. Bununla birlikte çocuklarının da aynı görevi devam ettirilebileceği
belgelerde çocuksuz öldüğünün belirtilmesinden anlaşılmaktadır. Hafız Mehmet’in
çocuksuz ölümü üzerine kâtiplik görevi, 5 Ağustos 1788 tarihinde, Ahmet Şakir
ve Osman adlı kişilere ortak olarak verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 862-3). 5 Temmuz
1817’de Osman kendi rızasıyla yarım hisse kitabet görevini oğlu Mehmet Salih’e
bırakmıştır (BOA, DRB.d, 159). 9 Haziran 1825’te ise Mehmet Salih Efendi, bu
görevi Mehmet Sait bin el-Hâc Mehmet’e bırakmıştır (BOA, DRB.d, 159).
Kâtiplerin
görevleri, madenin kâffe-i vâridât, hasılât, mesârifât, mübâya‛ât, zabt
ve tahrîr; i‛dâd-ı fırın368,
hasılât-ı kurşunu tahrîr ve defter eylemekti (BOA, MEDAD
1: 750-2; BOA, C.DRB 2782). Daha açık bir ifadeyle, maden için gerekli
366 Belgelerde
kâtip ya da sim kâtibi olarak geçmiştir. Bu görevler aynı olmalıdır. Zira Keban
ve Ergani madenleri kâtibi olan Mehmet için her iki kelimede farklı belgelerde
kullanılmıştır (Yüksel, 1997: 18, 115). Ancak Keban madeninde sim kâtibi
yanında kömür kâtibi adıyla bir başka görevli kâtibin de olduğunu unutmamak
gerekir (BOA, DRB.d, 993; BOA, D.MMK.d 23125: 2). Bozkır madeninde ise kal
kâtibi olarak bir kişi tespit edilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2).
367 Kâtiplerin
atamasının maden emini marifetiyle yapılması, maaşlarını maden eminlerinden
almaları ve bu maaş için ellerine bir berat kaydının verilmesi gerektiğinden
darphane nazırının ilamı gereği Bozkır madeni kâtibi Hafız Mehmet’e berat kaydı
26 Aralık 1779 tarihinde verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 870-3).
368 Fırınlara
giren cevherlerin yazılması olmalıdır. Zira görevleri arasında ortaya çıkarılan
kurşunun yazılması da vardır.
olan zahire, kütük ve
kömürlerin defterlerini tutmak, madene sermaye olarak tahsis edilen gelirlerin
tahsili ile yine madenden elde edilen çeşitli ürünlerin defterlerini tutmak,
kâtiplerin temel görevlerindendi. Ayrıca bunlarla ilgili yazışmaları sağlamak
da görevleri arasındaydı (Tızlak,1997a: 89). Bazen kurşunun İstanbul’da
mahzenlere konulması esnasında darphane kâtipleri ile birlikte Bozkır madeni
kâtibi ve ustaları da kurşunun vezni işlemine katılmışlardı (BOA, D.BŞM.DRB
17/9). Kâtibin en önemli görevlerinden birisi de satın alınacak kurşunu fırın
itibarıyla fert fert deftere yazmak (BOA, MEDAD 1: 751-1; KŞS 100: 219-2) ve
maden hasılatını kaydetmekti (BOA, MEDAD 1: 752-1). Kâtibin görevi, maden emininin
emriyle madene ait tüm hesapları deftere geçirmektir, diye özetlenebilir.
Ölen maden
eminin muhallefâtının tespit edilmesi konusunda görevlilere yardım etmek (BOA,
MEDAD 8: 642-1) ve maden emininin ölümü üzerine vekâleten maden eminliğini bir
süreliğine idare etmek (BOA, MAD.d, 5610: 111) gibi görevler de kâtipler
tarafından yapılmıştır. Fakat kâtiplerin madeni yönetmeleri kısa bir süre için
söz konusudur. Zira emin atamaları mart ayında yapıldığından kâtip sadece kalan
süreyi tamamlamak için görevlendirilmiştir. Bunun yanında kâtipler, kömür
bedeli ile kaza ahalisi üzerinde kalan bakayaların toplanması için maden
eminiyle birlikte madene bağlı kazalara giderek bunların tahsilinde de görev
almışlardır (BOA, MEDAD 9: 190-1). Kâtip, tahsil edilen meblağların kimlerden
tahsil edildiğinin deftere kaydedilmesi için madene bağlı kazalara gitmiş
olmalıdır.
Kâtipler
madenlerin büyüklüğüne göre farklı maaşlar almışlardır. Bereketli madeni kâtibi
750 kuruş (BOA, C.DRB 1618), 7 Mayıs 1816’da Ergani ve Gümüşhane madenleri
kâtipleri 1.500’er kuruş ve Keban madeni kâtibi 1.800 kuruş maaş almıştır (BOA,
DRB.d, 993). 1790-1794 yıllarında ise Keban ve Ergani’de kâtiplere yıllık
1.500’er kuruş maaş verilirken kömür kâtibine 120 kuruş ücret verilmiştir (BOA,
HH.d 18253: 2).
Bozkır
madeni kâtiplerine “Gümüşhane emsali” yıllık bir maaş tayin edilmesi
emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 870-3). Bu emir üzerine Bozkır madeni kâtiplerine
yıllık369
bir maaş belirlenmiştir. Bozkır madeni katibinin maaşı belirlenirken Nif madeni
ile karşılaştırılmış (BOA, C.DRB 2782) ve kâtibe 500 kuruş maaş verilmiştir. Bu
meblağ, maden emininin bilgisi dahilinde, madencilerin hasıl olan nemalarından
alınacaktı (BOA, DRB.d 970; BOA, DRB.d, 159). Madenden iki kâtibin ortak olarak
görev aldığı dönemlerde ise kâtiplere 250’şer kuruş ücret verilmiştir (BOA,
DRB.d, 970). Madende görev alan kâtibe verilen ücret yanında maişet adı
altında bir miktar para daha verilmiştir. Bozkır madeni kâtibi, geçinme yardımı
adıyla verilen bu miktarla birlikte yıllık 620 kuruş ücret almıştır (BOA, C.DRB
3090).
Yukarıda
değinildiği üzere kâtip, sim kâtibi ve kömür kâtibi gibi görevliler çeşitli
kaynaklarda görülebilirken kal kâtibi adı verilen bir görevli, sadece bir
belgede tespit edilebilmiştir. 15 Şubat 1813 tarihinde, maden emini Mehmet Emin
Ağa’nın mallarının sayımı yapılırken borçlu olduğu kimseler arasında kal katibi
Abdullah Efendi’ye 50 kuruş borcu olduğu zikredilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d
13209: 2). Kal kâtibi adı verilen bu görevlinin madenlerin kal edilmesi
sırasında cevherin kal olmadan önceki ağırlığından ne kadar noksan olduğunu bir
başka ifadeyle kesr-i kâlin miktarını deftere kaydeden görevli
olmalıdır.
1.4. Kadı
Kazaların
adli işlerinden370
ve beledi işlerinden sorumlu olan kadılar, kazadan vergi toplanmasına da
nezaret etmekteydi371.
Kazalar ile ilgili fermanlar doğrudan doğruya kadıya gelirdi372.
Beylerbeyi ve sancakbeyleri, kazalarda en büyük amir olarak kadıya buyruldu
yazarlardı. Kadıların elinde bir kuvvet yoktu. Yalnız kuru bir idari yetkileri
vardı. Bu yüzden kadılar ehl-i örf taifesi karşısında zor durumda kalmışlardı.
Bazen onların doğru-yanlış isteklerini yerine getirmişler bazen de onlar
369 Keban
madeninde maaşlar aylık olarak (BOA, D.DRB.THR 682/2), Sidrekapsi madeninde ise
günlük olarak tayin edilmiştir (Çağatay, 1944: 272). Yukarıdaki
örneklerde görüldüğü üzere Keban ve diğer madenlerde maaşlar yıllık olarak da
verilmiştir.
370 Kaza
merkezi olan yerleşim yerlerinde mahkeme adı verilen bir daire vardı. Bu çoğu
zaman ‘kadı’nın oturduğu ev ile yan yana, bazen de büyük caminin içinde yahut
yanında idi (Akdağ, 1995: 69).
371 Bu
çalışmada kadı’nın madencilikle ilgili görevlerine değinilmiştir. Osmanlı taşra
teşkilatı içerisinde yer alan kazanın adlî işlerine bakan kadı, görev yaptığı
yerin idarî, beledî, malî ve askerî işleriyle de ilgilenmiştir. Osmanlı kadısı
hakkında bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin
İlmiye
Teşkilatı, Ankara 1984; İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı
Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, Ankara 1994; Ebül’ulâ Mardin, Kadı, İA,
VI, Eskişehir 1997, s.42-46.
372 Merkezi
hükümet ile halk arasındaki ilişkiyi sağlamak merkezin isteği doğrultusundaki
emirleri ve uyulması icab eden yasakları halka duyurmak, halkın da istek ve
şikayetlerini merkeze bildirmek kadıların idari görevleri arasındadır (Ürekli,
2000: 712).
tarafından azlettirilmişlerdir.
Kadıların en önemli görevi çeşitli konularda merkezden gelen emirleri ilgili
kişilere bildirmek ve bu emirlerin birer örneğini şer‘iye sicili adı verilen
mahkeme defterlerine kaydetmekti (Özkaya, 1994: 33).
Kadılar,
madenlerde kuyuların açılması, cevherlerin çıkarılması ve hisselerin madenciler
arasında paylaşılmasında da fiili olarak vazife yapmışlardır. Maden çıkan bir
kuyunun, su çıkması gibi bahanelerle terk edilmesi üzerine başka bir madenci
buranın suyunu kurutup işletilecek duruma getirirse, bu kuyunun işletme hakkı
kendisine verilirdi. İşletmeye kâdir olduğu yerlere, kimsenin müdahale etmemesi
için maden emininden tezkere alındığı gibi, kadıdan da hüccet alınması
gerekiyordu. Ayrıca kuyudan çıkarılan cevher, maden ahalisi, emin ve ‘kadı’nın
bir araya gelmesiyle şahısların hisselerine göre cevher miktarları
belirlenirdi. Bu, maden kâtibinin defterine kaydedildikten sonra madencilere
mühürlü tezkereler verilirdi (Aslan, 1989: 65). Kadıların görevleri arasında
sene içerisinde ya da sonunda düzenlenen madenin varidat ve masraf hesapları ve
amelenin yoklama defterlerini tetkik ve tasdik etmek de vardı (Çağatay, 1942a: 45).
Kadılar ve
naibler, madenlere gerekli işçinin temini, işlerin serbestiyet üzere
yürütülmesi ve eminlerin azli vaktinin ne zaman olduğu hususunda madenlerin
şartlarını hükümete bildirirken; diğer taraftan, madenci ve maden ahalisinin
korunması için, onların isteklerini İstanbul’a bildirmekte idiler. Davaların
görülmesinde karar mercii kadılardı. Ayrıca yeniden açılan maden kuyularının
işletme hakkının belirlenmesinde eminin tezkeresi yanında kadılardan hüccet
alınmasını icap etmesi ve hisselerin madenciler arasında belirlendiği esnada,
‘kadı’nın bizzat bulunması, maden eminlerinin serbestiyet sisteminde verilen
geniş salahiyetlerle keyfi bir tutum içerisine girişini önleyecek mahiyetteydi
(Aslan, 1989: 65).
Bozkır
madenine yapılan emin atamaları madene bağlı kazaların kadılarına
bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 171-1). Olası bir karışıklığın önüne geçmek adına
böyle bir bildirimin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kadılara bu
bilginin verilmesiyle maden emanetini idare edecek kişinin bağlı kaza ahalisine
duyurulması da kadılar tarafından yerine getirilmiş olurdu. Maden eminlerinin
madene bağlı kazalar ahalisine karşı bir zulmü olursa bu durum da kadılar
tarafından merkeze
bildirilirdi (BOA, MEDAD 1:
754-1). Kadılar maden eminleri arasındaki devir teslim işlerinde de görev
almışlardır373.
Buradaki görevi hakem olmak ve ilgili tutanakları tutmak olmalıdır. Bu işlem
esnasında devlete borçlu olduğu ortaya çıkan maden emininin muhallefâtının
tespitinde de kadılar görev almıştır (BOA, MEDAD 8: 646-1).
Kadı, madene
reaya veya amele kaydedildiğinde, tahrirlerin kurallara uygun, tarafsız ve
hakkaniyet içerisinde yapılıp yapılmadığını denetlerdi (Çağatay, 1942a: 45).
Madencilik ile ilgili görevleri arasında maden için madene bağlı kazaların
halkı tarafından verilecek olan kömür ve diğer malzemelerin kaza ahalisine
tevzisinde görev alan kadı (BOA, MEDAD 8: 619-1), maden için gerekli bu
ihtiyaçların ahaliden temin edilmesi konusunda da maden eminine yardım ederdi
(BOA, MEDAD 1: 750-3). Burada kadıların yardım etmesinin temel nedeni, kazaları
bir yıllığına atanan eminlerden daha iyi bilmeleri ile maden emininin madene
bağlı bütün kazalardan bu ihtiyaçları tek başına toplamasının zorluğu
olmalıdır. Bütün bunların yanında ‘kadı’nın en önemli görevlerinden biri de
madenciler arasında ortaya çıkan davaların Bozkır mahkemesi ya da madene bağlı
ilgili kaza mahkemesi tarafından görülmesiydi. Bu davaları maden emininin
bilgisi dahilinde gören kadı (BOA, MEDAD 1: 754-2), bu sayede maden işlerinin aksatılmadan
yürütülmesini de sağlamış olurdu. Bütün bunların yanında ‘kadı’nın
halledemeyeceği bir sorun ortaya çıkarsa, merkezi hükümete müracaat olunarak
yardım istenirdi (BOA, MEDAD 8: 648-1).
1.5. Kethüda
Büyük devlet
adamlarıyla zenginlerin işlerini gören ve halk arasında kahya denilen görevliye
kethüda374 denirdi (Pakalın, 1993: 251).
Bozkır madeni eminlerinin maiyyetinde de kethüda adlı görevliler vardı. Bozkır
madeni emini istediği kişiyi
373 Sene
içerisinde ve bitiminde kayıt edilmiş olan madenin varidat ve masraf hesapları
ile amelelerin yoklama defterlerini tasdik ederdi (Çağatay, 1942a: 45).
374 Kethüdanın
yaptığı görevlerden birisi yanında bulunduğu kişinin arzlarını merkeze
iletmekti. Eski maden emini Aydınlı Mehmet’in eşyaları Kırili kazasında
soyulmuştur. Bu olay üzerine kazanın ödemeyi taahhüt ettiği 24.000 kuruşun
darphaneye ödendiği, borç senedi ile taahhütün ref olunması ve ellerine bir
örneğinin verilmesini eski maden emini Arabzade Süleyman Ağa’nın kapı kethüdası
olan Süleyman’ın arzuhaliyle bildirmesi üzerine, 16 Mart 1795‘te, bu yönde bir
emir verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 192-d). Kethüda hakkında bkz. Redhouse, 1880:
720; Ayverdi, 2006: 1685; Cl. Huart, Kâhya, İA, VI, Eskişehir 1997,
s.101.
kendisine kethüda olarak
atamakta ya da kethüdayı görevden alabilmekteydi375
(BOA, DRB.d 157). Bu nedenle bazı maden eminleri kardeşlerini kendisine kethüda
olarak da atamıştır (BOA, C.DRB 393).
Bozkır
madeni eminlerinin yanında bulunan kethüdanın görevleri ile ilgili şu tespitler
yapılabilir. Maden emininin ölümü üzerine, eminin yanındaki görevlilerden kâtip
ve kethüda geçici bir süre maden emininin görevlerini yürütmüşlerdir (BOA,
C.DRB 3123). Bununla birlikte Bozkır madeni emini İstanbul’a gittiği zamanlarda
onun yerine vekaleten376
maden eminlerinin kethüdaları madeni yönetmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-3). Maden
eminlerinin ölümü üzerine eminlerin mal varlığı ile ilgili kethüdanın bilgisine
de başvurulmuştur (BOA, MEDAD 8: 642-1). Yine eminin ölümü üzerine kethüda
zimmetinde bulunan paranın tahsili emredilmiştir (BOA, AHK. KR.d 24: 105-1). Bu
örneklerden maden emininin yakın adamlarından birisi olduğu anlaşılan
kethüdanın başka yöneticilerin yanında da bulunduğu unutulmamalıdır377.
1.6. Hazinedar
Bir hazineyi
korumak ve yönetmekle görevli kimse (Ayverdi, 2006: 1251) anlamına gelen
hazinedar, Keban ve Ergani madenlerinde madenin işletilmesi için tahsis ve
tahsil edilen gelirler ile elde edilen ürünlerin muhafaza edildiği hazinelerin
başındaki kişiye denilmiştir378
(Tızlak, 1997a: 88). Bu görevli madenlerin gelir gider defterlerini de
tutmaktaydı (BOA, C.ML 7520). Kâtiple aynı görevi yapıyor gözükmekle birlikte,
muhtemelen eminin özel görevlisiydi. 5 Ocak 1781 tarihinde, ölen maden emini
Halil’in hazinedarı Abdullah adlı kişinin hesabı görülünce
375 1
Şubat 1832’de, Bozkır madeni emini olan Hacı Hüseyin Ağa, Hüseyin Efendi’yi
kendisine kethüda olarak atamış ancak bir süre sonra kethüdayı ahaliye yaptığı
düşmanlıktan dolayı görevinden almıştır (BOA, DRB.d 157).
376 12
Şubat 1780 tarihinde, Bozkır madeninde üretilen altın ve gümüşün humsu
alındıktan sonra kalanını satın almak için bir fiyat belirleneceğinden Bozkır
madeni emininin İstanbul’a gelmesi ve yerine kethüdasını vekil bırakması
emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-3).
377 Bozkır şeyhi
olan kişilerin yanında da kethüda isimli görevliler vardı (BOA, MEDAD 8:
606-3). Karaman valisi olan kişilerin yanında bulunan kethüda ise, Bozkır
madeninden iskeleye nakledilecek kurşunu nakletme yerine bedel veren kazalardan
bu bedeli tahsil etmiştir (BOA, MEDAD 8: 697-d). Ayanların yanında da kethüda
adlı görevliler vardı. Eski Bozkır ayanlarından Abdülhalim, İstanbul’da ikamet
eden Alanyalı Mustafa’yı kendisine kethüda tayin ederek sahte arzlar ile
zulmüne revaç vermek için uğraştığı kaza ahalisi tarafından ifade edilmiştir
(BOA, MEDAD 8: 698-3).
378 Hazinedar,
kıymetli eşya ve malların konulduğu yeri idare ve muhafazaya memur olanlar
hakkında kullanılan bir tabirdi (Pakalın, 1993: 785).
zimmetinde kalan 282,5 kuruş, “huzûr-ı
şer‘ ”de madene sermaye olmak üzere teslim alınmıştır (BOA, MEDAD 8:
642-1).
1.7. Vekilharç
Vekilharç,
büyük daire ve konaklarda masraflara bakan görevli olup, iaşe memuru da
denilirdi (Pakalın, 1993: 586). Bir başka ifadeyle bir evin giderlerini tutan
ve karşılığında ücret alan görevli (Redhouse, 1880: 856) vekilharç idi. Maden
eminlerinin maiyyetinde de vekilharç379
adıyla anılan bir görevli bulunmaktaydı. Bozkır madeninde görevli olan
vekilharç ile ilgili fazla bilgi elde edilememesine rağmen maden emininin
mutfak380 harcamalarını yapmak (BOA,
MEDAD 8: 642-1) gibi bir görevi tespit edilmiştir.
1.8. Postacılar
Hususi olarak posta işini görenlere
sâ‘î denirdi (Pakalın, 1993: 420; Redhouse,
1880: 591). Bu anlamda Bozkır
madeninde de bu isimle anılan haberciler vardı.
Maden açıldığında Bozkır kazasından
tedârik edilecek iki sâ‘înin maden hizmetinde
istihdam olunması üzerine bir
düzenleme yapılmıştır (BOA, MEDAD 8: 607-2). Bu
görevliler maden işlerinde (BOA,
MEDAD 8: 619-1) kullanılacak habercilerdi.
Postacı olarak nitelenen bu
görevlilere giyecek adıyla para verilmiş381 ve bu
meblağ
kaza defterine yazılmıştır.
1.9. Hizmetçiler
Bozkır
madeni emininin yanında etba‛ı olarak adlandırılan hizmetçileri vardı (BOA,
C.DH 12225). Bozkır madeni emininin yanında bu isimle 30 görevlinin olduğu
kayıtlardan anlaşılmaktadır. 1777-1778 yıllarında bu görevlilerin her birine
ayda beş kuruş verilmek üzere 16 ayda toplam382
2.400 kuruş verilmiştir (BOA,
379 Maden
emininin tebşîr buyruldusunu ilgililere iletmiştir (Tızlak, 1997a: 87).
380 Bozkır
madeni emini Halil vefat ettiğinde onun vekilharcı olan Hacı Halil 7,5 aylık
mutfak masrafından başka 81 kuruş talep etmiştir (BOA, MEDAD 8: 642-1). 15
Şubat 1813 tarihinde, maden emini iken ölen Mehmet Emin Ağa’nın mallarının
sayımı yapılırken borçlu olduğu kimseler arasında vekilharcına 431 kuruş borcu
olduğu zikredilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2). Vekilharcın anlamı için bkz.
Ayverdi, 2006: 3312.
381 Berât-ı
harcirâh-ı mübâşirîn ve ücret-i sâ‘iyân ve gayruhü hil‘at defter 1.298 kuruş şeklinde
kaydedilmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 4). Hilat baha, hilat giyecek kadar önemi
olmayan kişilere elbise yaptırmak üzere verilen paradır (Devellioğlu,1999:
370).
382 15
ayda etba‘ı ve hüddâm ve tüfekciyân aylığı olarak 1.900 kuruş verilmişti (BOA,
C.DRB 3090). Maden emininin 1.367 kuruş ile birlikte selefi Genç Ali hizmetçilerinin
gerekli malzemelerinin
D.BŞM.d 4702: 3). Aynı tarihte, bu 30 görevliye, hilat defter
adıyla her birine 25
kuruş olmak üzere 750 kuruş daha
ödenmiştir383 (BOA, D.BŞM.d 4702: 3).
1831 yılında
yapılan nüfus sayımında maden eminine tabi olarak Mehmet veled-i Arslantaşlı
Abdülcelil adlı 45 yaşındaki bir kişi kayıtlıdır (BOA, NFS.d 3310: 173). Bu
kişinin maden eminin maiyyetinde olması, hizmetçisi olduğunu ve bu görevlilerin
yerel halktan temin edildiğini göstermektedir. Aynı sayımda 36 yaşındaki Memiş
veled-i Abdülbaki (BOA, NFS.d 3310: 174), 41 yaşındaki Ahmet veled-i çukadar
oğlu Mehmet (BOA, NFS.d 3310: 176) ve Ahırlı köyünden 35 yaşındaki Ali veled-i
Halil (BOA, NFS.d 3310: 258) de maden eminine tabi olarak kaydedilmiştir.
Bunların
yanında madende çeşitli işleri gören görevliler de vardı. Bozkır madeninde tabbâhîn
denilen aşçılar vardı ki bunlara 16 ayda 240 kuruş ücret ödenmiştir (BOA,
D.BŞM.d 4702: 3). Maden emini ile madencilerin yemeklerini yaptıkları anlaşılan
bu görevliler, 16 ayda (toplam 472 günde) mutfak masrafı olarak 9.522,5 kuruş
12 akçe harcamıştır (BOA, D.BŞM.d 4702: 3). Bu hesap üzere bir günlük mutfak
masrafı 20 kuruş 20 akçe tutarındaydı.
2. Güvenlik Görevlileri
2.1. Tüfekçibaşı ve Tüfekçiler
Tüfekçibaşı,
madenin güvenliğinden sorumlu olan tüfekçi adı verilen görevlilerin başındaki
kişidir. Bozkır madenini korumakla görevli tüfekçilerin sayısındaki artış
nedeniyle bunların başına bir tüfekçibaşı atanmış olmalıdır. Bozkır madeninde,
çok uzun zamandan beri Bozkır madeni tüfekçibaşılığı yapan el-Hâc Ebu Bekir’in
ölümü üzerine, 15-25 Ocak 1792 tarihinde mallarının darphaneye gönderilmesi
emredilmiştir (BOA, MHM.d 198: 44). Tüfekçibaşının temel görevi, madeni
muhafaza etmek ile birlikte eşkıya takibi, onları yakalamak ve teslim
olmazlarsa eşkıya ile savaşmak idi (BOA, AHK.KR.d 20: 4-2). Bu görevlerinin yanında
tüfekçibaşı, maden emini ile birlikte madene bağlı kazalara tevzi edilen
masrafı olan 1.677,5 kuruşun
kendisine gelir olarak kaydedilmesi talebi, 30 Haziran 1777’de, kabul
edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 609-2).
383 15
Şubat 1813 tarihinde, maden emini Mehmet Emin Ağa’nın mallarının sayımı
yapılırken borçlu olduğu kimseler arasında hizmetçilerinden Hamza’ya 100 kuruş
borcu olduğu zikredilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2).
baltalardan alınacak bedelin
tahsili için maden eminiyle birlikte bu kazalara gitmiştir (BOA, MEDAD 8:
677-2). Fakat burada sadece ahalinin tevzi edilen miktarı kabul etmesini
kolaylaştırıcı bir etken olduğundan dolayı eminin yanında yer aldığını384
daha da önemlisi maden emininin korunmasını sağladığını söylemek mümkündür.
Bozkır
madeninin güvenliğini sağlayan görevlilere tüfekçi adı verilmekteydi. Bozkır
madenin açıldığı ilk yıllarda tüfekçiler Konya’dan tedârik edilmiştir (BOA,
D.DRB. THR 2/19). Ancak Bozkır madenindeki tüfekçiler yeterli olmadığı zaman
talep edilmesi halinde Karaman valisi de maden bölgesine askeri yardımda
bulunmaktaydı. 6 Kasım 1782 tarihinde, 300 kişilik eşkıyanın maden bölgesinde
bulunması üzerine bunların emin tarafından etkisiz hale getirilmesi gerekirken
eminin yardıma muhtaç olduğunu bildirmesi üzerine Karaman valisinin 400 kişiyle
birlikte kethüda ya da tüfekçibaşı görevlendirmesi ve eşkıyaların yakalanması
emredilmiştir385
(BOA, MHM.d 178: 227; BOA, C.ZB 4251).
Bozkır
madencilerinin çoğu tüfekçi kayıt olup maden hizmetinde çalışmadıklarından,
madende çalışmaları için 20 Temmuz 1782 tarihli emir, emin tarafından
madencilere hatırlatılmıştır (BOA, D.DRB. THR 2/19). Muhtemelen bu tarihten
sonra, artan tüfekçi386
kayıtlarından dolayı, bu görevliler üzerine bir tüfekçibaşı atanmış olmalıdır.
1831 yılında yapılan nüfus sayımında Çat köyünden
33
yaşında Demirci Hasan veled-i
tüfenkçi Abdurrahman (BOA, NFS.d 3310: 188) kaydı bu görevi hâlâ yerel ahalinin
yaptığını göstermektedir.
Bozkır
madeninin muhafazası ile görevli 10 tüfekçiye, 16 ayda (her nefere ayda 2,5
kuruş olmak üzere) 400 kuruş ödenmiştir387
(BOA, D.BŞM.d 4702: 3). 11 Mart 1782 tarihinde ise 15 ayda etba‘ı, hüddâm ve
tüfekçiyân aylığı olarak 1.900
384 Seydişehir
kazası ahalileri divan-ı hümayuna gönderdikleri arzlarında şunları aktarmıştır.
80 aded balta hesabıyla madene bağlanan kaza, önceki maden emini vaktinde her
balta 36’şar kuruş kömür akçesi verirdi. Maden emini olan Mehmed Fazlullah,
tüfekçibaşısı ile ittifaken her baltaya 117’şer kuruş tevzi ederek bundan başka
çakıl, kürek, cevher nakli ve menzil akçesi ve mübaşiriyye adlarıyla ahaliye
çeşitli zulümler yapmıştır. Bu şikayetler üzerine, görevlendirilen mübaşire bu
durumu araştırması ve durum hakkında bilgi vermesi, ‘kadı’nın da ona yardım
etmesi, 21 Haziran 1784’te emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 677-2).
385 Bu
eşkıyaların yakalanması ile ilgili İçil sancağı ve Adana valisine gönderilen
emirler için bkz. BOA, MHM.d 178: 227-228.
386 11
Mart 1782’de, 15 ayda hizmetçi ve tüfekçilerin aylığı için 1.900 kuruş verilmiştir
(BOA, C.DRB 3090).
387 9
Şubat 1777-27 Mayıs 1778 tarihlerinde.
kuruş ücret verilmiştir (BOA,
C.DRB 3090). Fakat bu hesaplamada tüfekçi sayısının arttığı düşünülürse, maden
emininin yanındaki hizmetçilerin sayısının azalmış olması gerekir. Zira
yukarıda da değinildiği üzere, maden emininin 30 yardımcısının olduğu ve her
birine aylık beş kuruş ücret verildiği düşünülürse bu meblağın sadece
yardımcılara yetmediği görülecektir.
2.2. Delilbaşı
Delilbaşı,
Tanzimat’tan önce vezir dairelerinin muhafız ve muharip olarak kullanılan iki
kısmından388 bir kısmını teşkil eden
süvarilerin başlarına denirdi (Pakalın, 1993: 422). Delilbaşı adlı görevli,
Tanzimat’tan önce vezir ve mirmiran dairelerinde bulunmaktaydı. Her bir
bayrakta, 15 nefer taşınması kural iken bölükbaşılar bu neferi idare
edemediğinden bu sayı 12 nefere düşürülmüştür. Bayrak başına bunlara altmışar
kuruş ulufe verilmekteydi. Delilbaşı devr namıyla taşraya çıkmayacak,
bir memuriyet verilirse uyacak ve uğradığı kazalardan bir akçe talep
etmeyecekti389.
4-14 Mart 1803 tarihinde Rumeli Beylerbeyi, Alanya mutasarrıfı ve Bozkır madeni
emini olan Abdurrahman Paşa maiyyetine delilbaşılardan Zobu Mehmet 15 bayrak
delil ile istihdam edilmiştir ((BOA, MHM.d 220: 57). Son örnekte de görüldüğü
üzere vezir rütbeli maden eminlerinin yanında bulunmalarından dolayı ve bazen
de maden emininin Karaman valisinden eşkıyaya karşı yardım istemesi nedeniyle390
delilbaşına391
değinilmiştir.
3. Teknik Personel
3.1. Ustabaşı (Piristatbaşı)
Bozkır
madeninde eminden sonra gelen en üst rütbeli görevli olan ustabaşı, belgelerde
piristatbaşı olarak da geçmektedir (BOA, MEDAD 8: 870-1). Gümüşhane, Keban,
Ergani madenleri ile diğer madenlerde istihdam olunan piristat
388 Vezir
dairelerinin ikinci kısmını teşkil eden piyadelerin başı ise tüfekçibaşı idi
(Pakalın, 1993: 422).
389 8 Şubat 1815
tarihinde, Karaman valisinin delilbaşı olan kişinin Belviran kazasından 7-8 bin
kuruş toplaması madene bağlı kazanın serbestiyetine aykırı olduğundan delilbaşına
serbestiyeti hatırlatan bir emir gönderilmiştir (BOA, DRB.d, 970).
390 Bkz.
BOA, C.DRB 2890; V. Bölüm.
391 Maden
emini ile delilbaşılar görevleri nedeniyle çeşitli sebeplerle karşılaşmıştır.
Bozkır madeni emini Halil’in Karaman valisinin delilbaşı zimmetinde 250 kuruş
alacağı olması (BOA, MEDAD 8: 652-1) iki görevlinin ilişkisini göstermesi
açısından örnek olarak verilebilir.
amelelerinin tedârik edilmesi
ile onların düzeninin sağlanması piristatbaşıların temel göreviydi (BOA, MEDAD
8: 870-2). Kurşunun tartılması hususunda da görevli olan piristatbaşı, bu işlem
sonucu kurşundan eksik ortaya çıkması durumunda bu eksikliğin bedelini de
ödemek zorundaydı. Bunlara ek olarak piristatbaşı, fırınlarda ve gerekli maden hizmetlerinde
tembellik etmemek şartıyla atanırdı (BOA, MEDAD
8:
862-1). Bozkır madenindeki uygulama
ise şu şekildeydi: Kurşun, Bozkır madeni ustabaşıları tarafından tartılarak,
develere yüklendikten sonra görevli mübaşire teslim edilmek suretiyle Alanya
İskelesi’ne gönderilirdi (BOA, DRB.d 970).
Ustabaşı,
maden eminin arzı ile Darbhane-i Amire nazırının takriri ve bunun üzerine
yazılan ferman ile atanırdı (BOA, MEDAD 8: 862-1;BOA, MEDAD 9: 575-2). Ustabaşı
olabilmenin şartı, çok cevher ihraç ve imâl eden becerikli bir kişi olmaktı
(BOA, C.DRB 571). Piristatbaşı olanlar maaşını maden emininden392
alırlardı (BOA, MEDAD 8: 862-1). Ustabaşı kadrosunun boş olduğu zamanlarda
kimsenin iş yapmadığından bahsedilmektedir ki (BOA, MEDAD 8: 630-d2) buradan
piristatbaşının bütün işçileri denetleyen ve yönlendiren kişi olduğunu söylemek
mümkündür. Maden eminleri, madencilerin madendeki organizasyonunu ustabaşı
vasıtasıyla yaptırırken madencileri yine onun vasıtasıyla denetlemiştir.
Maden
eminlerinden sermaye alan ustabaşı, aldığı sermayeyi ustalara dağıtarak393
bütün ücretlilere maaşlarını verdiği gibi madenlerin odun, kütük vb.
ihtiyaçlarını da karşılamaktadır (Tızlak, 1997a: 111; Yüksel, 1997: XXXIII). 4
Mart
392
Bozkır madeni ustabaşı olan Nikola, 1808 yılı maden hesabından Kadı Abdurrahman
Paşa zimmetinde olan 2.195 kuruş alacağının verilmesini talep etmiştir. Fakat
ustabaşının alacağının sebebinin ne olduğunun araştırılması ve davanın
mahallinde görülmesi emri verilmiştir (BOA, MAD.d 9756: 13-5, 126-1). Ustabaşının
bu alacağı, maaşı dolayısıyla mı yoksa başka bir nedenle mi olduğu tam olarak
anlaşılamamıştır. Ustabaşı olan kişiler imdad-ı hazeriyye ve imdad-ı seferiyye
d ışında bir vergi ödememişlerdir (BOA, MEDAD 8: 630-d2). Gümüşhane’de
piristatbaşı olanlar bir iki fırını işletmeleri şartıyla yıllık 480 kuruş maaş
almışlardır (BOA, MEDAD 8: 870-d2).
393 Nitekim
maden emini atandığı zaman uygulanan eski ve yeni eminin hesaplaşmasında
ustabaşı ve ustaların zimmetleri de bu hesaplaşmada görüşülmüştür (BOA, D.DRB.THR
9/20). Madencilerin borçları mahkemede maden emininin de olduğu bir duruşmada
görülmüş ve durum kadı tarafından merkeze bildirilmiştir. Buna göre eski maden
eminleri Hasan, Mehmet ve Süleyman dönemlerine ait madencilerin borçları şu
şekildeydi. Mutu Beşe 1.242, İbrahim Ağa 1.074, Kadıoğlu 1.805, Yahya Beşe
1.862, Ali Beşe 2.440, Estefer 2.410, Uzun Sava 650, Usta Murad 1.746, Kurd
Dimitri 2.039, Kostantini 2.428, kardeşi Sava 1.927, ustabaşı 21.087, Esber
1.081, pâristâd Musa 253, pâristâd Hıristiyanni 126, pâristâd Budro 141,
pâristâd Süleyman 49, pâristâd İsmail 92, pâristâd Maçkalı 196, pâristâd Küçük
Yuri 116 ve pâristâd Hüseyin Ağa İbrahim Beşe 1.327 kuruş borçluydu. Bu
borçaların 24.197 kuruşu Hacı Hasan Ağa, 8.749 kuruşu Mehmet Ağa ve 10.085 kuruşu
Süleyman Ağa döneminde kalmadır ve toplam 43.031 kuruştur (BOA, D.DRB.THR.
9/20). 11 Mart 1796’daki bu borç madencilerden satın alınan altın, gümüş ve
kurşun bedeli düşüldükten sonra kalan miktardır.
1801 tarihinde Ustabaşı Penayut’a
mağaralardan cevher ihracı söylenmişken ustabaşı kömür, kütük, cevher nakli ve
çakılcı maddelerini kendi üzerine almış394,
cevher mağaralarını da maden ilminden anlamayan esnaflara395
vermiş, aslen madenci olanları bu görevlere getirmediğinden yeterince cevher
çıkarılamamıştır396.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen ustabaşı kardeşi Yani’yi İstanbul’a göndererek
eminden de şikâyetçi olmuştur. Olay araştırılınca Yani ve avanelerinin397
küreğe konulmasına ve ustabaşının görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiştir
(BOA, C.DRB 560). Fakat cevher ihracı için kalcı ve maden amelesine ihtiyacı
olduğunu belirten maden emini, bunların affedilerek madene gönderilmesini talep
etmiştir. Mağaradan cevher ihraç ve imalinden başka eminin işlerine
karışmayacaklarına dair darphane ifrazcıbaşı Simon ustanın taahhüdü ve kefaleti
üzerine “af olunur hareketten olmayan” bu davranışlar affedilmiştir
(BOA, C.DRB 782). Fakat aynı hareketleri yaptığı belirlenen ustabaşının, Mayıs
1803’te, Bozkır madeninden kovulması yönünde bir emir gönderilmiştir398
(BOA, AHK.KR.d 24: 85-2). Bu olaylar üzerine, emin tarafından maden ilmini
bilen madencilere mağaraların tahsis edilmesi ve kömür, kütük, cevher nakli ve
çakılcı maddelerinin emin tarafından yapılması ve madencilerin sadece mağaradan
cevher çıkarması emredilmiştir (BOA, C.DRB 571; BOA, DRB.d 969).
Ustabaşının
görevi maden ocağındaki cevherin çıkarılması, fırınlara taşınması ve işlenmesi
gibi işlere nezaret etmekti (BOA, DRB.d 1048). Bununla birlikte, madende kalan
kurşunun taşınması işini bazen ustabaşı yapmıştır (BOA, C.DRB 2411). Nitekim
madenin kapanması esnasında maden ustabaşı olan Minhail’in tâkımıyla nukûd
ve nakl-i cevher olmak üzere 2.308 kuruş 28 para borcu vardı (BOA,
C.DRB 810, lef 4).
394 Madene bağlı
kazalardan bedel alan ustabaşının bu hareketi hıyanet etmekti (BOA,C.DRB 782).
395 Bakkal,
mumcu ve meyhaneci gibi esnaflar ile papazlara cevher mağaraları verilmiştir
(BOA, C.DRB 571).
396 Benzer
bir örnekte ise Keban madeni ustabaşı ile Ergani madeni ustabaşı kendi
aralarında anlaşarak madencileri başka yerlere göndermişler ve istedikleri gibi
davranmaya başlamışlardı. Hatta Mısır’da bulunan Fransızlarla bile
haberleştikleri anlaşılan bu ustabaşılara gerekli cezanın verilmesi maden
eminine, 4-13 Haziran 1800’de emredilmiştir (BOA, MHM.d 211: 49).
397 Şikayet
edenler Yani, kalcı Yuseb, kalcı Yani ve madenci Harlâm adlı görevlilerdi (BOA,
C.DRB 782).
398 Ustabaşılar
madende karışıklık çıkardığı zaman kalebentlik cezasına çarptırılmıştır (BOA,
KLB.d 29: 23-2). Bu olaylardan sonra Nikola adlı zimmi Bozkır madeninde
ustabaşı olarak görev yapmıştır (BOA, D.DRB.THR 34/45).
Bozkır
madeninde bir ustabaşı kadrosu vardı. Bu göreve genellikle zimmîler atanmıştır399.
Madenin açılışından itibaren Bozkır madeninde bu kadroda bir ustabaşı görev
almıştır400. Ustabaşı olan kişiler,
madendeki ustalar arasından seçildiğinden ve ustalar da genellikle
Gümüşhane’den geldiğinden dolayı ustabaşı olanlar genellikle Gümüşhaneli’ydi
(BOA, MEDAD 8: 630-d2). Bozkır madeni ustabaşısı olan Minhail’in ölümü üzerine,
17 Nisan 1794’te, kardeşi Penayut Bozkır madenine ustabaşı olarak atanmıştır
(BOA, MEDAD 9: 575-2). Bu durum madencilikle ilgili mesleklerin intikalinde
akrabalığın önceliğini göstermektedir. Ancak akrabalara ustabaşılık görevi
verilirken ustabaşı olacak kişinin de madencilikten anlaması aranan
kriterlerdendi.
Ustabaşının
görevi, maden emini ile ustalar arasındaki bağlantıyı sağlayarak üretecekleri
cevhere karşılık madencilere verilen avans niteliğindeki parayı ulaştırmaktı. Zira
ustalara sermayeden verilen paralar “bâ-tahvîl” ve “bâ-temessükât”
olarak yani borç senedi ile verilmiş ve deftere kaydedilmiştir401
(BOA, MEDAD 9: 210-1). Bozkır madeni 1785 yılında kapatıldığı zaman Bozkır
madeni ustalarının zimmetinde 23.503,5 kuruş kalmıştır. Maden ustaları bu
paranın kendilerine nakden verilmediğini her hafta maden emini tarafından
ustabaşı olanlara demir, don yağı,
399 Ustabaşı
olduğuna dair beratı olan Minhail, madenin yeninden açılması üzerine 4 Kasım
1787’de yine ustabaşı olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 8: 862-1). Fakat diğer
madenlerde Müslüman kişilerden ustabaşı olanlar da vardır. Bereketli madeninde
Mustafa Mûti Bey (BOA, KLB.d 29: 23-2), Hacı Mehmet (BOA, AHK.KR.d 30: 2-1) ve
Hüseyin (BOA, DRB.d 1048) gibi ustabaşılar vardır. Ustabaşılık mesleğinin
babadan oğla geçebildiği Hacı Mehmet’in yerine oğlu Hüseyin’in geçmesinden
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 1815’de ustabaşı olan Hacı Mehmet, 31 Ocak
1845 tarihine kadar bu görevi yürütmüştür (BOA, DRB.d 1048). Keban madeninde
ustabaşı ölünce bir torununun olduğundan bahsedilerek çocuğun yerine bir
başkası vekaleten ustabaşılık görevini yapmaya başlamıştır (BOA, MEDAD 8:
871-1). Yine Gümüşhane ve Espiye madenleri piristatbaşısının ölümü üzerine
oğulları Penayut ve Yani babalarının yarım hisselik ustabaşılık görevine ortak
olarak atanmışlardı (BOA, MEDAD 8: 870-d1). Bu kişilerden Penayut daha sonra
Bozkır madeni piristatbaşılığı görevini de yapmıştır (BOA, C.DRB 560). Aynı
kişilerin uzun süre ustabaşılık yapması, madenlerde istikrarın yakalanmasına
verilen önemi göstermektedir.
400 Bozkır
madeninde ilk ustabaşı 1779 yılında tespit edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 630-d2).
401Nitekim
Bozkır ve Bereketli madenleri ustalarından olan Nalbantoğlu Seyyid el-Hac Ali
Ağa’ya üç tahvil ile 1.902, Bayrakdaroğlu es-Seyyid Mustafa’ya iki tahville
1.026, Bekir Beşe’ye iki tahville 251, Uzun Ali’ye iki tahville 598, Mandaloğlu
Penayut’a iki tahville 506,5, Kara Kefere’ye bir tahville 100 ve Muradoğlu
Penayut’a iki tahville 401 kuruş verilmiştir. Bu ustalara verilen toplam miktar
4.785 kuruştur (BOA, MEDAD 9: 210-1). 20 Nisan 1797’de, Bozkır ve Bereketli
madenleri emini Arabzade Süleyman’ın maden sermayesinden darphaneye borcu
olduğundan dolayı Bereketli madeni ustalarından olan bu yedi kişiden bu paraların
tahsil edilerek, bu borçtan düşülmesi yönünde emir verilmiştir (BOA, MEDAD 9:
210-d).
zahire, cevher nakliyesi ve bir
miktar harçlık verilerek, bunlara karşılık cevher çıkarılmasında kullanıldığını
söylemişlerdir (BOA, MEDAD 8: 693-1).
Bozkır
madeninde tespit edilen ilk ustabaşı 15 Ekim 1779 tarihinde, Gümüşhane’nin
Holûsâne köyünden Gavmiye adlı zimmi iken (BOA, MEDAD 8: 630-d2) maden
kapatılmadan önce de ustabaşı olan Minhail (BOA, MEDAD 8: 693-
1)
1794 yılına kadar göreve devam
etmiştir402. Minhail’in ölümü üzerine,
kardeşi Penayut Bozkır madenine ustabaşı olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 9:
575-2). 1803 yılında madende çeşitli olaylara karışması nedeniyle azledilen
Penayut’un yerine Nikola adlı zimmi Bozkır madeninde ustabaşı olarak görev
almıştır (BOA, D.DRB.THR 34/45). 12 Ekim 1831 tarihinde ise Minhail veled-i
Nikola madenci ustabaşı iken (BOA, NFS.d 3278: 30) 16 Mayıs 1836 tarihinde ise
42 yaşındaki
Yorgi
veled-i Emnet Bozkır madeni ustabaşı idi403
ve defterde ser-usta taife-i madenci (BOA, NFS.d. 3316: 11) şeklinde
kaydedilmiştir.
Tablo 4: Bozkır Madeninde Tespit Edilen Ustabaşılar
Görev Yaptığı Yıllar |
Piristatbaşının Adı |
1779- |
Gavmiye |
|
|
1785-1794 |
Minhail |
|
|
1794-1803 |
Penayut |
|
|
1803- |
Nikola |
|
|
1831- |
Minhail veled-i Nikola |
|
|
1836-1839 |
Yorgi veled-i Emnet |
|
|
3.2. Piristat404
Piristat,
fırınlardaki cevherin işlenmesine nezaret eden görevliye denirdi (BOA, MEDAD 9:
201-3). Keban, Ergani ve Bozkır madenleri için gerekli piristat ve diğer
ameleler Gümüşhane tarafından gönderilmekteydi (BOA, C.DRB 233). “Piristat
ta‘bîr olunub cüz’i a‘zamı olan ustaları” (BOA, C.DRB 238) olarak tarif
edilen
402 Bozkır
madeninde görev yaptığı tespit edilen ustabaşılar için bkz. Tablo 4.
403 1838
yılı kayıtlarında 42 yaşında olan Yorgi v. Bekenet isimli kişi ustabaşı olarak
kaydedilmiştir
(BOA, NFS.d 3318: 2-3). 1840 yılına
ait bir başka kayıtta ise 44 yaşındaki ameleci Yorgi veled-i
Emnat isimli kişi ustabaşı
olarak görülmektedir (BOA, NFS.d. 3319: 281). Bu üç ismin aynı kişiler olduğu
ve kâtiplerin yanlış kaydetmesinden dolayı farklı isimlerin ortaya çıktığı
oğlunun isminin de ilgili defterlerde benzer şekilde kaydedilmesinden
anlaşılmaktad ır. 1843 yılında ise, 47 yaşında Yorgi v. Emnet adlı bir kişi
esnaf olarak kaydedilmiştir (Şafakcı, 2011: 401).
404 Piristad,
purustat, prustad, pirüstad, pirüstad, purustad, pâristâd vb. okunuşları
olmasına rağmen bu çalışmada piristat kelimesi esas alınmıştır.
piristatlar Gümüşhane’nin405
Konas kazası köylerinden tedârik edilmekteydi406.
Meslekleri piristatlık olan bu köyler ahalisinin başka işlerle uğraşmaya
başlamasıyla birlikte piristat ihtiyacının karşılanmasında sorun yaşanabilmekteydi.
Bu sorun nedeniyle, sadece Keban-Ergani madenleri için 200 piristat gerekli
olduğundan, diğer madenlerin ihtiyaçları da düşünüldüğünde gerekli piristat
ihtiyacı karşılanamamaktaydı. Bunun yanında görevli bazı ustaların piristatlığı
bilmemesi407 de önemli bir sorundu. Bunun
önüne geçilebilmek için piristatların sürekli talim yapması gerekirdi (BOA,
C.DRB 83). Piristatlıkta mâhir olmadıklarına mebnî bir fırunda zuhûru
meczûm olan sîmden katî noksân hâsıl olduğunu ve bu takrîb ile germiyyet
i‘mâl-i ma‘dene fütûr-ı îrâs ideceğini belirtilerek bu mesleğin önemi vurgulanmıştır
(BOA, C.DRB 83). Burada piristatlığı bilmeyenlerin gümüşü eksik çıkarması
nedeniyle madende gevşekliğe ve bıkkınlığa yol açabileceği üzerinde
durulmuştur.
Ustaların Gümüşhane’den istenmesinin
nedenleri ise şunlardı:
— Bozkır’daki madenciler gerçek
madenci değildi.
— Bozkır’daki madenciler eşkıyalık
işlerine karıştığından dolayı, bunu âdet
405 Gümüşhane’den
diğer madenlere gönderilen teknik elemanlar için bkz. Altunbay, 2007: 285-293.
Gümüşhane’den Sidrekapsi madenine gönderilen cevherin izabe ve terbiyesinde
ihtisas sahibi olan lüpçü adı verilen ustalar yerli lüpçülerden daha iyi cevher
çıkarmışlar ve daha az fire vermişlerdi. Yerli lüpçüler bir ruş tabir edilen
altı bin okka ham cevherden 800 dirhem ham cevher elde ettikleri halde,
Gümüşhane’den gelenler 1.748 dirhem gümüş elde etmişlerdi. Yani Gümüşhane’den
gelenler yerli ustalardan her ruşta 948 dirhem fazla gümüş elde etmiştir
(Çağatay, 1942a: 25-26).
406 Bu
köyler Tândurluk, Dölek, Bağçecik, Suviran, Şeyhdede ve Kabakilise’dir (BOA,
C.DRB 83).
407 Piristatlığı
bilmediklerine kanıt olarak, bir fırında tahmin edilenden fazla gümüşten noksan
verilmesi gösterilmiştir (BOA, C.DRB 83).
haline getirerek ahaliye eziyet
etmekteydi.
— Eskisi gibi olmak isteyen
madenciler fesattan geri durmuyorlardı.
— Madenci, işi sadece madencilik
olan ahaliye denirdi.
— Bozkır’daki madenciler, madencilik bilgisinden yoksun
olduğu için fırınları telef etmekteydi.
— Madene bağlı kazalar kömür harkından/yakma habersizdi
(BOA, C.DRB 1058).
— Bozkır’daki kaza ahalilerinin çoğunluğu rençperdi (BOA,
MEDAD 8: 642-2). Yani gündelikçi olarak çalışan, bu işin ilmini tam olarak
bilmeyen kişilerdi.
Bozkır
madeninin ilk açılışında üç piristat ile 47 madenci diğer madenlerden Bozkır’a
gelmiştir. Bu madencilerden başka üç piristat da madende vardı (BOA, C.DRB
2375). Bozkır madenine, 24 Aralık 1782’de, “mu‛tâd üzere” Gümüşhane’den408
piristat ve madenci gönderilmiş ancak gelenler maden ilminden anlamamakla
birlikte hastalık nedeniyle kaçmışlardır. Bunların kaçması nedeniyle madenin
boş kaldığı maden emini tarafından bildirilince, Gümüşhane’den 12 piristat
gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 666-1; BOA, C.DRB 3083; BOA, C.DRB
2691). Madendeki piristat sayıları zaman içinde farklılık göstermekteydi
(Grafik 6). Bunun nedeni işletilen fırın sayısındaki artış ya da azalmaydı.
Çünkü her
fırına iki piristat ustası409
düşmekteydi (BOA, DRB.d 1037). Bozkır madeni ilk açıldığında Gümüşhane’den beş
piristat istenmiş (BOA, MEDAD 1: 755-3; 756-3) fakat bunlar gelmediği için
Niğde sancağı Aladağ isimli yerde bulunan kurşun madeninden Duhancı Todori ve
Küçük Yani isimli piristatların Bozkır’a gönderilmesi istenerek (BOA, MEDAD 8:
609-3) sorun çözülmeye çalışılmıştır. 26 Ocak 1779 yılından itibaren 10 (BOA,
C.DRB 1058; BOA, MEDAD 8: 638-3), 24 Aralık 1782 tarihinden itibaren 12 (BOA,
MEDAD 8: 666-1, 669-1) ve bundan
408 Genelde
piristatlar Gümüşhane’den gelmekle birlikte zaman zaman farklı yerlerden de gelmiştir.
30
Haziran 1777’de Gümüşhane tarafından istenen beş piristat
yeterli olmadığından ve hâlâ madene gelmediklerinden Niğde sancağı Aladağ
isimli yerdeki kurşun madeninden isimleri belirtilen görevlilerin gönderilmesi
emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 609-3). 5 Mart 1789’da Bozkır madeninde hastalık
ortaya çıktığından dolayı fırınlarda tabh (pişirilen) ve imâl olunan altın,
gümüş ve kurşun külçelerini kal itmek için piristat ve kalcı olmadığından
Bereketli madeninden üç piristat ve bir kalcının Bozkır madenine gönderilmesi
emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 201-3).
409 Balya
madenine ait 1842 yılı masraf defterinde fırın başına iki piristat düşmüştür
(BOA, DRB.d 1037).
sonraki tarihlerde ise 30410
piristatın Bozkır madenine gönderilmesi istenmiştir. Yani zamanla fırın
sayısındaki artış nedeniyle piristat sayısı da aynı oranda artmıştır.
Piristatların
temel görevi fırınlardaki cevherlerin işlenmesidir. Başka bir ifadeyle altın,
gümüş ve kurşunun fırınlarda pişirilmesidir (BOA, MEDAD 9: 201-3). Bu işi
bilmeyen piristatlar, gümüşten fazla noksan verilmesine neden olmuştur (BOA,
C.DRB 83). Yani cevherlerin iyi işlenmesi ve en üst derecede verim alınması
piristatlara bağlıdır. Bozkır madeni fırınlarında pişirilen ve imâl olunan
altın, gümüş ve kurşun külçelerini kal itmek için piristat ve kalcıya ihtiyaç
duyulmaktaydı (BOA, MEDAD 9: 201-3).
Piristat
olarak görev yapan kişiler, genelde zimmi olmasına rağmen az da olsa
Müslümanlar da bu görevi yapmıştır411
(BOA, C.DRB 2375; BOA, C.DH 3592). Her sene emin ataması ile birlikte çeşitli
ustaların gönderilmesi ile ilgili taleplerin olması Bozkır madeninde istihdam
edilen bu ustaların bir dönem için gönderildiğini başka bir ifadeyle bu
ustaların geçici statüde çalıştıklarını göstermektedir. Fakat madenin
açılışından kapatıldığı tarihe kadar geçen süreçte Bozkır kazasına yerleşmiş
olan piristatlar da vardı (BOA, KK.d 6421). 1831 yılında, Siristat köyünde
kayıtlı 46 yaşındaki Mehmet veled-i Demircioğlu Mustafa ve Mehmet veled-i
İsmail piristad-ı maden olarak kaydedilmiştir (BOA, NFS.d 3310:
173).
Gümüşhane
madeninde piristatlar, 7 Mayıs 1816’da 960 kuruş maaş alırken (BOA, DRB.d 993)
1842 yılında Balya madeninde 80 piristata 1.255,5 kuruş ücret ödenmiştir ki bir
piristat günlük yaklaşık 15,7 kuruş civarında bir ücret almıştır (BOA, DRB.d
1037). Gümüşhane’den diğer madenlere gönderilen piristatlara
410Bozkır
madenine 30 piristat istenmesi ile ilgili, BOA, MEDAD 9: 206-3, 211-3, 213-3,
219-3, 221-3, 223-4; BOA, C.DRB 1218; BOA, C.DRB 1686; BOA, C.DRB 1710; BOA,
C.DRB 1454; BOA, C.DRB 1915; BOA, C.DRB 2482; BOA, D.DRB.HAT 21/20; BOA, DRB.d
976 numaralı belge ve defterlere bkz. 1788 yılında ise, Bozkır madeninde
işletilen fırınlar için beş piristat istenmiştir (BOA, MEDAD 9: 104-1). 18 Ocak
1822 tarihinde 20 kıyye gümüş ve 12.500 kıyye kurşunu senesi içinde noksansız
olarak aynen nakletmek üzere taahhüt üzere işletilmeye başlanan Bozkır madenine
30 piristat istenmiştir (BOA, DRB.d 1044). Madenin kapatılmasına kadar bu
sayıda piristat istenmiş olmalıdır. Çünkü gümüş ve kurşun miktarı belirtilen
oranların altına düşmemekle birlikte bu miktar zaman içinde arttırılmıştır.
411 Bozkır
kazasında, 24 Haziran 1838 tarihli, doğan ve ölen kişilerin kayıtlarının
tutulduğu defterde, Kara Bıyıklı Bâristâd Mehmed’in tevellüd iden oğlu Mehmed
(BOA, KK.d 6421) diye bir kayıt bunu teyit etmektedir. Ayrıca 1838 yılı nüfus
verilerine göre piristat olarak zikredilen ve Siristat köyü hanesine yazılan 50
yaşındaki Abdülbaki v. Mustafa, 55 yaşındaki Mehmet v. Mehmet, 50 yaşındaki
Hasan v. Mustafa ve 43 yaşındaki Mehmet v. Ali piristatlık yapmıştır (BOA,
NFS.d 3317: 11-12).
harcırah da verilmiştir (BOA,
C.DRB 2630). Günlük ya da aylık bir ücret alan piristatlara 1703-1704 yılında
ise bir ocak cevher için 1.200 akçe verilmesi (Çağatay, 1942a: 49) miktarı
belirli bir iş karşılığında ücret verildiğini de göstermektedir.
3.3. Kalcı
Kalcı,
piristatla birlikte cevherin fırınlarda pişirilmesi işini yapan yani çıkarılan
madeni kal eden görevlidir. Cevher kal olduktan sonra kal olmadan önceki
vezniyle mukayese edilerek ne kadar noksanlaştığı tespit edilir ve bu miktar “kesr-i
kâl” olarak ilk ağırlığından çıkarılırdı (Çağatay, 1942a: 48). Darphaneye
teslim edilen mahlût adı verilen altın ve gümüşün karışık olduğu
cevherden kesr-i kâl adıyla bir miktar daha düşülürdü. Altın ile
gümüşün ayrıştırılması işleminde cevherin durumuna göre kesr-i kâl oranı
yüz dirhem cevherde %10 (BOA, DRB.d 996: 93, 98) ile % 2 arasında değişmekteydi
(BOA, DRB.d 1030). Kal, maden külçelerinin eritilip tasfiye olunması412
(Şemsettin Sami, 1317: 1032) yani saflaştırılmasıdır ki bu işi yapan kişiye de
kalcı413 demek gerekir. Kalcılar alaşım
halindeki madenleri izabe etmek suretiyle ayıran esnaftı (Sahillioğlu, 1965:
121). Çok sık olmamakla birlikte kal ağası adlı bir görevli daha tespit
edilmiştir ki kalcı ile aynı kişi olmalıdır414.
Diğer
ustalar da olduğu gibi Gümüşhane’den415
tedârik edilen kalcılarla ilgili en önemli sorun bu görevi yapanların bazılarının
bu ilmi bilmemesiydi (BOA, MEDAD 8: 666-1). Ortaya çıkan sorunlardan bir diğeri
ise, çeşitli sebeplerle kal ustalarının kal işlemini gerçekleştirememesiydi.
Bozkır madeninde 6 Kasım 1792’de, madencilerin çoğu sıtma hastalığına
yakalandığından ve kalcıbaşının da sahib-
412 Kal,
maden tasfiyesi için izabe ve pişirmek anlamında kullanılmaktadır. İstisfa,
altını gümüşü halîta, mağşuşundan ve curuftan ayırmak (Ahmet Vefik Paşa, 2000:
203); bir maden külçelerinin eritilip tasfiye olunması; altını bakırı kal
itmek; kal ameliyatı (Şemsettin Sâmi, 1317: 1032) gibi anlamlarda
kullanılmıştır. Bu tanımlamalara göre kal, madenin saflaştırılması için
pişirilmesi ve bunun sonucu eriyen madenlerin birbirinden ayrılması ya da
kısaca çıkarılan cevherin ayrıştırılması anlamına gelmektedir. Bu anlamda kalcı
için arıtımcı denilebilir. İzabe ise, eritmek manasında kullanılmıştır
(Şemsettin Sami, 1317: 85). Kal, eritmek ve rafine etmek anlamlarına geldiğine
göre (Redhouse, 1880; 688) kalcıya eritici, iyileştirici ya da madenlerdeki
cevheri ayrıştıran, arıtan ve temizleyen görevli denilebilir.
413 Kalcılar,
cevherin ocaklardan çıkarıldıktan sonra taş ve topraktan ayrılması işlemine
nezaret eden ustalardı (Altunbay, 2007, 286).
414 15
Şubat 1813 tarihinde, maden emini Mehmet Emin’in borçlu olduğu kişiler arasında
Kal Ağası Mustafa Ağa ismiyle bahsedilen kişiye 200 kuruş borcu olduğu
zikredilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2).
415 Bereketli
madeninden 30 Temmuz 1777’de iki kalcı (BOA, MEDAD 8: 609-3) ve 1788-1789
yılında Bozkır madenindeki hastalık nedeniyle bir kalcı (BOA, MEDAD 9: 201-3)
gönderilmesi istenmiştir.
fırâş/hasta
olduğundan fırınlarda imâl için hazır olan altın, gümüş külçesinden 10
adet kâlin geriye kaldığı ve hasta olmadan evvel kâl olan altın gümüş sekiz
kıta olup madenciler iyileşirse cevherin, kış içinde fırınlarda imâl edileceği
emin tarafından belirtilmiştir (BOA, D.DRB.THR 6/29).
Bozkır
madeninde görevli kalcılara verilen ücret konusunda bir kayıt tespit
edilememesine rağmen diğer madenlerde kalcılara verilen ücretler şöyle tespit
edilmiştir: 1707-1708 yılında, Kratova madeninde kalcıya yevmiye 60 akçe ücret
verilmiştir (Çağatay, 1942a: 48). Keban-Ergani madenlerinde kal ağası da
denilen bu görevli aylık 40 kuruş (BOA, D.MMK.d 23125: 4), 7 Mayıs 1816’da
Gümüşhane madenindeki kalcı ise 240 kuruş maaş almıştır (BOA, DRB.d 993).
Osmanlı madenleri için bir rapor hazırlayan Polini adlı mühendis ise Akdağ
madeni için hazırladığı raporda kalcıya 650 kuruş mahiye verilmesini önermiştir
(BOA, DRB.d 165). 1258/1842’de Balya madeninde “kâl ustadiyesi” olarak
531 kuruş verilmiştir (BOA,DRB.d 1037).
Madendeki
kalcı sayıları zaman içinde farklılık arz etmiştir. Bunun nedeni işletilen
fırın sayısındaki artış ya da azalmaydı. Çünkü her fırına bir kalcı ustası
düşmekteydi. Bozkır madeni için 1793-1831 yılları arasında dört kalcı416
istenirken (BOA, DRB.d 1044) 1780-1783 arasında ise genelde417
üç kalcı talep edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 638-1, 666-1; BOA, C.DRB 3083). Bozkır
madeni açıldıktan sonra farklı sayılarda madende istihdam edilen kalcılara,
madenin kapatılması nedeniyle boşta kalmalarından dolayı Gümüşgan ve Bereketli
madenlerinden istediklerine gitmelerine izin verilmiştir (BOA, DRB.d 980).
416 BOA,
MEDAD 9: 206-3, 211-3, 213-3, 219-3, 221-3, 223-4; BOA, C.DRB 1218; BOA, C.AS
23579; BOA, C.DRB 1686; BOA, C.DRB 1710; BOA, C.DRB 1454; BOA, C.DRB 1915; BOA,
C.DRB 2482; BOA, D.DRB.HAT 21/20; BOA, DRB.d 976. 18 Ocak 1822 tarihinde 20
kıyye gümüş ve 12.500 kıyye kurşunu senesi içinde noksansız olarak aynen
nakletmek üzere taahhüt üzere işletilmeye başlanan Bozkır madenine dört kalcı
istenmiştir (BOA, DRB.d 1044). Bu tarihten sonra da aynı miktarda kalcı
istenilmiş olmalıdır.
417 1777
yılında iki (BOA, MEDAD 8: 609-3), 1783’te bir (BOA, C.DRB 2691) ve 1779
yılında beş kalcı (BOA, C.DRB 1058) istenmiştir.
3.4. Feteci
Fete,
kırmak, açmak ve yardım anlamlarına gelmektedir418
(Tızlak, 1997a: 156). Darphaneye teslim edilen gümüşten fırın başına her
fırından elde edilen üründen “fete-i sim” adıyla bir kesinti
yapılmaktaydı. Bozkır madeninde üretilen gümüş darphaneye teslim edildikten
sonra hesabı görülürken teslim edilen gümüş kıtalarının419
her birinden 3 dirhem “fete-i mu‘tade” düşülürdü (BOA, DRB.d 996: 89).
Darphaneye teslim edilen gümüşler için kullanılan kıta ifadesi fırınlarda
cevherin kaç defada kal olunduğunu belirtmektedir (BOA, D.DRB.THR 6/29). Kıta
olarak darphaneye teslim edilen gümüş vezn olununca gümüşün miktarı ortaya
çıkmaktaydı. Miktarı belirlenen gümüşten, kıtasından üç dirhem fete-i
mu‘tadesi düşülünce dirhemi 16 paradan işlem görmüş olup, ortaya çıkan
meblağ ise maden eminine verilen sermayeye karşılık yazılmıştır (BOA, DRB.d
1030).
Bozkır
madeni için Gümüşhane’den istenen feteci adı verilen görevli ilk olarak 28
Mayıs 1780 tarihinde (BOA, MEDAD 8: 638-3) ve son olarak 25 Mart 1783 (BOA,
MEDAD 8: 669-1) tarihinde istenilmiştir420.
Bozkır madeni için bu süreçte bir adet feteci ustası talep edilirken bu tarihten
sonra bu isimle bir görevli talep edilmemiştir. Gümüşhane’den gönderilen ve
cevherin izabe ve terbiyesinde ihtisas sahibi olan ve madenlerde gümüş elde
etmekle görevli lüpçü adı verilen ustalar (Çağatay, 1942a: 25-26) ile feteci
adı verilen görevlilerin aynı görevi yaptığı söylenebilir. Zira gümüşten resm-i
fete adıyla fırınlarda cevherin kaç defada kal olunduğuna gösteren bir
kesinti yapılmaktaydı.
3.5. Kürek Bağlayıcı
Ateşten kor
ve kül çıkarmaya mahsus sapıyla beraber yekpare küçük demir alet (Şemsettin
Sami, 1317: 1194) anlamına gelen “kürek”421
kelimesi ile “bağlayıcı” kelimesinin bir araya gelmesinden oluşan bu terim,
Bozkır madenlerindeki bir
418 Fette
şeklinde de okunabilen kelime, bir kırık parça ya da ufalanmış kitle analamına
geldiğine göre (Redhouse, 1890; 1365) bu işi yapan görevliye feteci
denilebilir.
419 Belgelerde
kıta‘ât şeklinde ifade edilmiştir (BOA, DRB.d 1023: 38; BOA, DRB.d 996: 89).
Örneğin 10 kıtaat/parça teslim edilen gümüş, 10 ile 3’ün çarpımı sonucunda 30
dirhem gümüş resm-i fete olarak düşülmüştür (BOA, DRB.d 996: 89).
420 Feteci
talebi ile ilgili ayrıca bkz. BOA, MEDAD 8: 666-1; BOA, C.DRB 2691; BOA, C.DRB
3083.
421 Kürek;
toprak, kum ve külü toplayıp atmak için de kullanılır.
görevliyi ifade etmekteydi. Bozkır
madeninin ilk açılışında yazılan masraf defterinde “bahâ-i kâv sâle ve tîmûr
ve elvâh ve ücret-i kürekciyân rây-ı i‘mâl-gerde kürek bâdeme-i
ma‘den-i mezbûr hil‘at defter-kadı 551,5 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 3) kaydı
görülmektedir. Bu kayda göre kürek imali konusunda görüşü alınan kürekçilere
ücret ödenmiştir.
Madenin
ikinci defa açılmasından sonra piristat, kalcı ve kürek bağlayıcı ustaları
istenmiştir. Bozkır madeninin bu konudaki ihtiyacı da Gümüşhane’den
karşılanmıştır. Gümüşhane madeni emini olanlara, piristatbaşılar marifetiyle bu
ustaların tedârik edilerek Bozkır tarafına gönderilmesi gerektiğine dair
emirler gönderilmiştir (BOA, MEDAD 9: 206-3; 211-3). Bozkır madeni için,
1788-1831 yılları arasında, her yıl emin atamasından sonra bir kürek bağlayıcı
istenmiştir422.
Bozkır madeninde görevli kürek bağlayıcının ne kadar ücret aldığı tespit
edilememesine rağmen Akdağ madeninde bir kürek bağlayıcıya aylık 700 kuruş
ücret verilmiştir (BOA, DRB.d 165).
3.6. Baltacı
Madenin
kömür ihtiyacını karşılayan baltacıya, kömürcü de denilmektedir (BOA, MEDAD 8:
638-2). 26 Ocak 1779’da Bozkır madenine bağlı kaza ahalilerinin çoğu rençper
olduğundan ve kömür yakma işini bilmediklerinden Gümüşhane’den 20 baltacı
istenmiştir (BOA, C.DRB 1058; BOA, MEDAD 8: 624-2). Baltacılar tarafından
yakılan kömür, diğer madenler misali ücreti nakit olarak verilmek şartıyla,
emin tarafından satın alınırdı (BOA, MEDAD 8: 638-3). Madenin açıldığı ilk
yıllarda köylüler tarafından kömür tedâriki iyi bilinmediğinden dolayı,
Gümüşhane’den kömürcü amelesi istenirken (BOA, MEDAD 8: 638-3) bu ustalarla
birlikte madene bağlı kaza ahalilerine de kömür tevzi edilmiştir (Grafik 7).
Buna göre, Bozkır kazası 150 balta ve Belviran kazası 65 balta olarak hesap
edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 619-1, 620-2). Madene bağlı kazaların köylerine tevzi
edilen balta hesabı üzere her balta, haftada 100 kıyye kömür tedârik ederek
fırınların olduğu
422 Kürek
bağlayıcı ile ilgili belgeler için bkz. BOA, MEDAD 9: 206-3, 211-3, 213-3,
219-3, 221-3,
223-4; BOA, C.DRB 1218; BOA,
C.AS 23579; BOA, C.DRB 1686; BOA, C.DRB 1710; BOA, C.DRB 1454; BOA, C.DRB 1915;
BOA, C.DRB 2482; BOA, D.DRB.HAT 21/20; BOA, DRB.d 976, 1044.
mahalle nakletmek şartıyla her
100 kıyye kömüre 60’ar akçe423
ücret tespit edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 658-2). Bu ücretler karşılığında
madencilere teslim edilen kömürlerin teslimi esnasında madenciler ile
kömürcüler anlaşmazlığa düşebilmekteydi. Bu anlaşmazlığın temel sebebi
madencilerin, Bozkır ve Belviran kazaları ahalisinden kanuna aykırı taleplerde
bulunmalarıydı (BOA, MEDAD 8: 685-1).
Grafik
oluşturulurken madene bağlı kazaların verdiği kömürcüler dikkate alınmıştır.
Dolayısıyla baltacı sayısındaki artış ya da eksilme madene bağlı kazaların
madene bağlanması ya da maden emanetinden çıkarılması ile ilgilidir. Ancak
baltacı sayısını doğrudan etkileyen unsur, madende üretimin artması bir başka
ifadeyle madende işletilen fırın sayısının artmasıyla orantılıdır. Grafikteki
kömür miktarındaki artış ve eksilme madendeki fırın sayısı ile ilgilidir.
3.7. Usta
Usta,
ustabaşının gözetiminde çalışan, mağara açılmasından cevherin saflaştırılmasına
kadar geçen süreçteki işleri, yanındaki madenciler ile birlikte yapan maden
görevlileridir (Tızlak 1997a: 111). Maden eminlerinden sermaye alan ustabaşı,
aldığı sermayeyi ustalara dağıtır ve bu şekilde maden işletilirdi. Bu durum
423 1787
yılında, Keban madeninde her ay kömür harkı için, ücreti maden emini tarafından
verilmek şartıyla, her baltacıya sekiz kuruş ücret verilmiştir (BOA, MEDAD 9:
26-1).
emin değişimi esnasında görülen
hesaplaşmalarda ustaların zimmetlerinde kalan paralardan da anlaşılmaktadır
(BOA, MEDAD 8: 689-1; BOA, C.DRB 810).
Bozkır
madenine bağlı kaza ahalilerinin çoğu rençper olduğundan ve kömür yakma işini
bilmediğinden ve mevcut madenciler dahi mağaradan cevher kazmayı bilmediğinden
Gümüşhane tarafından maden amelesinden ve Rum taifesinden olmak şartıyla 10
piristat, beş kalcı, 20 baltacı ve yeterince maden ustasının Bozkır’a
gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 1058). Bu örneğe bakılarak, Bozkır
madeninde sadece gayri Müslimlerin çalıştığı söylenemez. Nitekim madende
Müslüman ustalar da görev almıştır (BOA, D.DRB.THR 9/20). Gümüşhane madeninden
usta talep edildiğinde “madende alakası olmayan, olmamak şartıyla”
denilmesi (BOA, C.DRB 2691) usta talebinde dikkat edilen hususları göstermesi
açısından önemlidir. Bu ustaların temini için Bozkır madeninden bazı ustalar
Gümüşhane tarafına gitmişlerdir (BOA, MEDAD 8: 669-1). Bu durum Bozkır
madeninde devamlı olarak çalışan ustaların olduğunu göstermektedir. Madenin
kapalı olduğu, 17 Mart 1786 tarihinde, Bozkır madeninde 400 usta bulunuyordu
(BOA, MEDAD 8: 693-1). Ustalar genelde Gümüşhane’den temin edilmiştir.
Gümüşhane’den Bozkır madenine çeşitli zamanlarda gelen ustaları piristat,
kalcı, feteci, kürek bağlayıcı ve baltacı olarak sıralamak mümkündür. Bunlardan
başka bir de madenci ustası diye tarif edilen bir grup vardı (BOA, MEDAD 8:
609-3; 610-1). Bunlar da ilk zamanlar Gümüşhane tarafından karşılanmıştır (BOA,
C.DRB 1058). Madene bağlı kaza ahalilerinin maden ilminden anlamamaları bu
durumda etkili olmuştur. Ancak sonraki yıllarda madende devamlı çalışan ustalar
vardı. Nitekim madenin kapalı olduğu dönemde, ustaların cevher çıkarmamak
şartıyla, fırınların yanındaki mevcut cevherlerin imâl olunmasıyla borçlarını
ödeme talebi merkez tarafından kabul edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 693-1). Bu
görevlilerden biri belgelerde Usta Murat şeklinde geçmektedir (BOA, D.DRB.THR
9/20). Bu ustaların mağaralarda görev alan usta grubu olduğunu söylemek
mümkündür424. Çünkü yukarıda sayılan
ustaların çoğu fırınlarda görev almaktadır.
424 Neşet
Çağatay’ın hutman olarak bahsettiği görevliler Bozkır madenindeki bu ustalar olmalıdır.
Hutman, cevher damarlarına bakmak, mağaralarda ortaya çıkacak suyun tahliyesini
sağlamak, ameleye cevherlerin kazılmasını öğretmek ve cevher damarını bulmak
gibi alanlarda görev almıştır (Çağatay, 1942a: 50-51).
Bozkır
madeninde bulunan ustalar, işleri madencilik olmasına rağmen eşkıya ile
anlaşmak gibi yanlış yollara da sapabilmiştir. Temmuz 1805’te Bozkır madeni
ustalarından yedisinin eşkıya ile iş birliği yaparak diğer 13 maden ustasına
eziyet etmesi üzerine, bu 13 usta maden işlerini yapmada zorlanacağından, yedi
madencinin ustalıktan çıkarılmasını darphane nazırına sormuş, o da
çıkarılmalarını uygun bulmuştur (BOA, AHK.KR.d 24: 332-2). Bu olayda dikkat
çeken bir nokta ise, ustaların darphane nazırının onayı ile iş akitlerinin
iptal edilmesidir. Maden emini madencilik alanında yaptığı bütün işlerde
darphane nazırına karşı sorumlu olduğundan ustalıktan çıkarma işlemini de
nazırın onayını ile yapmıştır.
4. Madenciler
4.1. Çakılcı
Mağaralardaki
cevheri kütlesinden koparan görevli olan çakılcı425
Çağatay’ın taşçılar olarak isimlendirdiği görevli olmalıdır. Zira külünkzen de
denilen taşçılar, kuyularda maden kazma işinde çalışırlardı (Çağatay, 1942a:
58). Bozkır madeni mağaralarından cevher çıkarmak için görevlendirilen çakılcı amelesi
genelde Bozkır kazasından karşılanmıştır. Fakat 19 Aralık 1800 tarihinde,
Bozkır’daki hastalık nedeniyle çakılcıların çoğu telef olup i‘mâl-i ma‘den
ve ihrâc-ı cevher sekteye uğradığından Beyşehir kazasından 40
çakılcı alınması yönündeki talep kabul edilmiştir. Bozkır’dan alınan çakılcıyan
misali maaş verilen bu görevlilerin daha önce madende çalışmadıkları da
vurgulanmıştır (BOA, DRB.d 969).
Temel görevi
mağara kazıp, cevher çıkarmak olan bir çakılcı amelesi günde yalnız 100 kg
cevher ihraç edebilirdi (Ahmed Hamdi, 1922: 130). Madene bağlı Bozkır
kazasından çakılcı namıyla amele gerektiği zaman alınmış ve bu amelelerin426
her birine günlük 20 akçe ücret verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 607-2; BOA, C.DRB
2421). Bu görevi yerine getirmeyen madene bağlı kaza ahalilerinden ise
çakılcıyan bedeliyesi alınmıştır (BOA, C.DRB 1497). Madene bağlanan Kırili
kazası her sene altı çakılcı hesabı üzerinden altı aylık çakılcı ücreti olarak
250 kuruş ödemiştir (BOA, MEDAD 9: 176-1). 1837 yılında çakılcı aylığı için Bozkır
kazası köylerinden
425 Madene
bağlı kazalardan tedârik edilen çakılcı görevi yerine bir bedel alındığı zaman çakılcıyân
bedeliyesi denilmiştir (BOA, MEDAD 9: 180-2).
426 Madene
bağlı kazalara ne kadar amele yazılırsa merkeze bildirilirdi (BOA, MEDAD 8:
629-2).
3.525 kuruş toplanırken madenin
kapatılması üzerine bu para affedilmiştir (BOA, C.DRB 1712). Çakılcılar,
madenin açılışından kapatıldığı tarihe kadar Bozkır madeni mağaralarındaki
cevherlerin kazılması görevini yapmaları karşılığında günlük ücret almış ve
genelde Bozkır kazası ahalisinden tedârik edilmiştir. Bozkır madeni emanetinden
özellikle cevher ihracında maharetleri bilinen Bozkır’a bağlı Kazıkdere
köyünden amele alınmaktaydı (BOA, C.DRB 560).
4.2. Arayıcılar
Arayıcılar,
maden olma ihtimali olan yerleri araştırırlardı. 24 Ekim 1787’de madenin tekrar
açılması üzerine “…Bozkır ve tevâbi‘ ma‘denlerinin beher hâl etrâf eknâfında
olan mahallerde cevher ihrâcımız ol-vecihle i‘mâl ve idâre olunmak irâde-
i
‘aliyye-i mülûkânem ta‘alluk
itmekden nâşî ma‘den-i merkûmenin etrâf eknâfında vâki‘ ma‘den cevheri mazanna
olan mahallere varılub yegân yegân mu‘ayene ve mağaralar hafr ve bu vecihle
külliyetlü cevherin zâhire ihrâc ve i‘mâline mübâşeret olunmak fermanım olmağın…”
denilerek maden emininin iş bilen birkaç adamını ve yeterince
madenciyi yeni mağaralar bulmak amacıyla cevher olduğu düşünülen yerleri
bulmaları ve buralardan bulunan cevherlerden darphaneye numune göndermeleri
belirtilirken, cevher aranacak yerlerin kadı ve naiblerine de bu kişilere engel
olmayıp yardım etmeleri tembih edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 173-1).
Arayıcılar,
cevher bulunduğu belirtilen ya da cevher bulunması muhtemel olan yerleri kazan
kimselerdi. 7 Mart 1789 tarihinde, Seydişehir kazası civarındaki Kürebeli ve
Kızıldere diye bilinen mahallerde külliyetli cevher olduğu haber verilince, bu
dağlarda cevher ihtimali olan yerlerin kazılması ve cevher çıkarılmasına
kimsenin karışmaması gerektiği belirtilmiştir (BOA, MEDAD 9: 181-1). Yine
Bozkır madeni emanetine sınır olan Aladağ, Alanya ve Seydişehir dağlarında
cevher olduğu düşünülen yerlere tayin edilen madencilere kimsenin karışmaması
ve madencilerin serbestiyeti hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8: 618-2).
4.3. Lağımcılar
Maden
kuyularının lağımlarını temizleyen, sularını aktaran lağımcılara427,
abkeşân da denilmekteydi (Çağatay, 1942a: 58). Balya madeninin 1842 yılı
427 Bkz. V.
Bölüm.
hesaplarına göre, 9.000 çakılcı
amelesi ve cevherkeşan ile 1.700 âbkeşân amelesinin her birine günlük dört
kuruş ücret verilmiştir. Bu amelelere bahşiş, senede bir defa bulgurluk ücreti
ve her ameleye 1,5 kıyye olmak üzere ekmek verilmiş; madenciler için arpa,
çavdar ve darı da alınmıştır (BOA, DRB.d 1037). Bozkır madeninde lağımcı adıyla
bir görevli tespit edilmemiştir.
4.4. Tekneciler
Kuyulardan
çıkan taşı, toprağı ve cevheri taşıyan ameleye denilmektedir. Genel olarak
hâkkeşan da denilirdi (Çağatay, 1942a: 58). Gümüşhacıköy madeninde 1837 yılında
taş ve toprak parça keşan ücreti olarak 1.490 kuruş masraf yazılmıştır (BOA,
HH.d 13823: 2). Bozkır madeninde ne kadar tekneci çalıştırıldığı
bilinmemektedir.
4.5. Dolapçılar
Maden
kuyularından su, taş, toprak ve cevher çıkarmak için at ve eşek ile çekilen
kova yerine sığır derisi tulumu bağlanmış olan dolapları idare eden kimselere
denilirdi (Çağatay, 1942a: 58). Dolap beygircileri, yüzeyde kurulan arıtma
tesislerindeki çarhlara ait dolapların çalıştırılması için kiralanan beygirleri
kontrol edip yönlendiren teknik sınıfa dahil gruptu. 1706 yılında Sidrekapsi
madeninde günlük 15’er akçe ücretle çalıştıran dolapçılar, yılın belli bir
bölümünde istihdam edilirdi (Altunbay, 2010: 49). Bozkır madeninde dolapçı adlı
görevliye ait bir kayıt tespit edilememiştir.
4.6. Körükçüler
Maden
ocaklarında ateş körüklerini428
çekenlere verilen isimdi (Çağatay, 1942a: 58). Balya madeninin 1842 yılı masraf
hesaplarına göre, fırın körüklerinde 40 fırında 2.583 amele ve her kâl
körüğünde dört kişi olmak üzere 39 kal körüğünde 156 kişi görev almış ve bu
amelenin her birine günlük 170 para ücret verilmiştir429
(BOA, DRB.d 1037).
428 Açılıp
kapandıkça içindeki havayı üflemek suretiyle ateşi canlandırmaya yarayan, deri,
meşin ve tahtadan alete körük (Ayverdi, 2006: 1790), körüğü kullanan kişiye de
körükçü denilmiştir.
429 Gümüşhacıköy
madeni körüklerinde, madencilerin zahire taşımakla meşgul olmasından dolayı,
hapiste olan kişilerin çalıştırıldığına bugünkü anlamda şikayet mektubu
denilebilecek bir belgede değinilmiştir (BOA, HH.d 17512).
4.7. Kantarcı
Kantarcı,
kuyulardan elde edilen ham cevher ile fırınlara konacak cevheri tartan
görevliydi (Çağatay, 1942a: 48). Fırınlara konulacak cevherin miktarı belli
olduğundan (BOA, C.DRB 3058) bu miktarın ayarlanması onun sorumluğundaydı.
Bozkır madenindeki fırınların her birinden 10 akçe kantariyye adıyla ücret
alınırdı (BOA, MEDAD 8: 639-2).
4.8. Vezzân
Saf hale
getirilen altın ve gümüşü tartan görevliydi (Çağatay, 1942a: 48). Fırın başına
vezzaniye adıyla 30 akçe alınmaktaydı. Bu bakımdan fırınlardan çıkarılan kurşun
ve gümüşü tarttıkları söylenebilir. Zira Bozkır’dan ne miktar kurşunun iskeleye
ve ne miktar gümüşün İstanbul’a gönderildiği bellidir. Gümüşhane madenindeki
fırınların her birinden 30 akçe vezzaniye alınması emsal alınarak Bozkır
madeninde de uygulanmıştır (BOA, MEDAD 8: 639-2). Bozkır madeninde kurşunun
humsu ile birlikte kitâbet, nezâret, vezzaniye ‘avâidleri devlet için
çıkarıldıktan sonra kalan kurşun belirlenen fiyat üzerinden satın alınırdı
(BOA, MEDAD 8: 640-1). Ergani madeninde, 1790-1794 yıllarında, vezzaniye ücreti
olarak yıllık 200 kuruş masraf yazılmıştır (BOA, HH.d 18253: 2).
4.9. Ameleler
Rençperler430,
bunlara ırgat da denilmektedir. Maden işlerinde hizmete gelmeyen
kişilerden alınan bedel akçesiyle, yerlerine tutulan ve muvakkaten çalışan
kimselerdi (Çağatay, 1942a: 58). Madenin ilk açılışında, rençper olarak
adlandırılan Bozkır kazası ahalisinden bazı kişilerin Bozkır madeninin kömür
tedâriki işinde görevli oldukları, ancak bunların kömür tedârikinde çok
becerikli olmadıkları dile getirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 624-2).
Bozkır
madeninin germiyyet usulü431
ile işletilmesi birçok ameleye ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. Bozkır
madeni açıldığı tarihten itibaren madenin amele ihtiyacı Bozkır kazasından
karşılanmaya çalışılmıştır (BOA, MEDAD 1: 750-1).
430Ağır
ve yorucu işlerde çalışan kimseleri ifade eden kelime çiftçi anlamına da
gelmektedir (Hüseyin Kazım Kadri, 1928: 917).
431 Germiyyetin
sözlük anlamı sıcaklık, hararet; ateşli çalışmadır (Devellioğlu, 1999: 287).
Fakat burada kasdedilen fırınlarda yapılan çalışma olmalıdır.
Maden için ne kadar amele
gerekli ise Bozkır kazasından tedârik edilmiş ve bunlara günlük 20 akçe ücret
ödenmiştir432
(BOA, MEDAD 8: 607-2). Madencilere elbise yaptırmak için 1777 yılında, 500
kuruş ödenmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 3). Yine Bozkır madeninde madenciler ile
ahaliye hilat baha olarak 550 kuruş verilmiştir (BOA, C.DRB 3090). Maden
emanetine bağlı kazaların bazısı amele göndermek yerine amele ücreti ödeyerek
bu görevi yerine getirmiştir. Bozkır madenine bağlanan Kırili kazası kütük, kül
ve amele ücreti olarak 250 kuruş ödemiştir (BOA, MEDAD 9: 176-1).
Madenin
açıldığı 1776 yılında, 3 piristat ile 47 madenci Bozkır’a gelmiştir. Bu
madenciler içinde Müslüman ve gayrimüslim piristat ve ustalar vardı433
(BOA, C.DRB 2375). 24 Aralık 1782’de Bozkır madeninin ihtiyacı olan maden
amelesi de Gümüşhane’den karşılanmıştır (BOA, C.DRB 3083). Gümüşhane madeninden
böyle bir talepte bulunulması, Bozkır’da yaşayan halkın madenciliği tam
bilmediğinden gönderilen madenciler tarafından madenciliğin inceliklerinin kaza
halkına öğretilmesinin hedeflendiği izlenimini vermektedir. 4 Mayıs 1801 tarihinde
de Gümüşhane’den 15 madenci gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 378). Tabii ki
bütün madenciler Gümüşhane’den karşılanmamıştır. 1801 yılında, Bozkır’a bağlı
Kazıkdere köyü ahalisi434
maden imali fenninde mahir olduklarından, serbestiyet üzere, mağara açıp cevher
çıkarmakla görevlendirilmiştir (BOA, DRB.d 969).
Bozkır
madeninde görevli madencilerin sayısı hakkında kesin veri olmamasına rağmen
madende çalışan bir hayli madenci olduğu tahmin edilmektedir. Keban ve
Gümüşhane madenlerinden gelen zimmi ve Müslüman 400 madenci, Bozkır madenine
yerleştirilmiştir (BOA, C.DRB 2975). Daha önceden madene yerleştirildiği
anlaşılan bu madenciler, sermayeleri yetmediği için 23.000 kuruş maden
sermayesinden ve 12.000 kuruş tüccardan borç aldıklarını ve madencilikten başka
432 1837
yılında Gümüşhacıköy madeni fırınlarında çalışan ameleye dört kuruş ücret hesap
edilmiştir. Bu masraf kazalardan toplanmak suretiyle bu meblağın günlük iki
kuruşu ameleye ücret olarak verilirken kalan miktar madene gelir olarak kaydedilmiştir
(BOA, HH.d 13823: 1). Balya madeninde ise, madencilere bahşiş verildiği gibi
yılda bir defa bulgurluk verilmiştir (BOA, DRB.d 1037). 1783 yılında külünk-zen
ve su dökücülere verilen ücretler için bkz Çağatay, 1942b: 280-283.
433 Piristat
olarak Hasan Beşe, Köstendil ve Yani gibi kişiler vardı. Bunlardan başka aynı
tarihli bir arzın altında 34 gayri Müslim kişinin ismi vardı. Bu zamana kadar
Bozkır’da hiç gayrimüslim olmadığına göre bu kişiler madene gelen ustalar
olmalıdır. Dolayısıyla madene gelen 50 kişinin 36’sı gayrimüslim diğerleri ise
Müslüman idi (BOA, C.DRB 2375).
434 Küre
bakır madeninde esirler de çalıştırılmıştır (Yaman, 1938: 162; Yaman 1941:
270).
gelirleri olmadığını belirterek
madenin tekrar açılmasını talep etmişlerdir. 26 Haziran 1787’de evlatlarının
dağ başlarında, kendilerinin ise han köşelerinde sefil olduğunu belirten
madenciler, Bozkır madeninin yeniden açılmasını istemiştir (BOA, C.DRB 2975).
Burada belirtilen rakamın madenin kapalı olduğu dönemlere ait olduğu ve Bozkır
madeni emaneti dâhilindeki kaza ahalilerinin de burada görevlendirildiği
düşünüldüğü zaman madende birçok kişinin çalıştığını söylemek mümkün
olmaktadır.
Bozkır
madeninde çalışan madencilerin 1782 yılındaki durumu ise şöyleydi. Madencilerin
tek kârı, dağa varıp bir fırınlık cevher tedârik etmekti. Ancak madenciler
geçimlerini sağlamak için başka işler yapmaya başladığından maden işleri
aksamaktaydı (BOA, D.DRB.THR 2/19). Madenciler gelirlerinin masraflarını
karşılamadığını, maden işlerinden dolayı borçlu olduklarını ve bu nedenle başka
madenlere gidip borçlarını ödeyeceklerini ifade etmişlerdir435
(BOA, C.DRB 47). Bütün bu olumsuzluklara rağmen madenin kapatılmasına kadar,
Bozkır’da maden amelesi görev yapmıştır. Bozkır madeni kapatıldıktan sonra, 21
Şubat 1841 tarihinde, madende bulunan maden amelesi Gümüşgan ve Bereketli
madenlerinden istediklerine gidebilecekti (BOA, DRB.d 980).
4.10. Diğer Görevliler
Berat-ı
bahâ-i kereste ve mesâmîr ve ücret-i neccârân ve duvarciyân ve rençberân ve
gayruhü rây-ı? inşaâ-i konak bâdeme-i emin-i ma‘den-i mezbûr hil‘at defter
kazâ-i m. 4502,5 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 4) ifadesi,
rençperlerin Bozkır madeninde görev aldığını göstermektedir. Bu kayda
göre Bozkır madeninde marangoz olarak tanımlanan neccar ile duvarcı
da görev yapmıştır. Bu görevliler maden eminine ait konağın inşasında
çalışmışlardır. Bunların yanında kuyu, lağım ve baca inşaatları ile yüzeyde
kurulan çarh ve fırın gibi tesislerde gereken demirin döşenmesi ve ayrıca inşa
işlerinde ve cevher çıkarmada kullandıkları demir aletlerin
435
“Mağaradan cevher ihrâcında gayri bir şey’e ma‘denciyân tâ’ifesi
müdâhale itmemek ve ittirilmemek ve gerek ümenâ-yı ma‘den ve gerek
ma‘denciyân kömür ve kütük ve cevher nakliçün bedel almayub cümlesinin aynî
alınmak ve müceddeden ma ğara küşâdına taleb olan ma‘denciyâna lâyıkıyla i‘ânet
olunub sâ’irlerden mümtâz olmak ve ümenâ dahi ma‘denciyânın ihrâc itdiğ i
cevheri der‘akîb fırun mahalline nakl idüb kâffe-i levâzımını tedârik ve
a‘dâd-ı birle bilâ imhâl i‘mâl itmek…” (BOA, C.DRB 571) şeklinde
madencilerin yapacağı görevler tarif edilmiştir.
imalinden sorumlu olan
demirciler436
de madenlerde görev almıştır (Altunbay, 2010: 50). Balya madeninin 1842 yılı
hesaplarına göre, her fırında bir çarkçı görevlendirilmiş ve günlük 10 kuruş
ücret verilmiştir. Yine her fırında günlük 10 kuruş ücret alan fırın
mütevellisi vardı (BOA, DRB.d 1037). 1837 yılında Gümüşhacıköy madeninde
demirci, dülger, duvarcı, mesmer ve kelbed gibi görevliler vardı (BOA, HH.d
13823: 2). Maden-i hümayunda ise bir veznedara aylık 5 kuruş ücret verilmiştir
(BOA; D.MMK.d 23125: 4). Burada isimleri zikredilen görevliler dışında madenciler
de vardı437.
İfrazcılar ise,
özellikle altın ve gümüş elde edilen madenlerde görev almışlardı. İfrazcılar
madenleri birbirinden ayırmak için güherçileden elde edilen ve tizap denilen,
halk arasında kezzap denilen nitrik asit kullanmaktaydı. İfrazcılar ücret olmak
üzere fırın başına veya toptan ücret-i ifrâziye adıyla ücret alırlardı.
Fırın başına alınan ücret üç akçeydi (Çağatay, 1942a: 49). Bedel-i ifrazın
yıllık üretimin % 1’i (Tızlak, 1997a: 156) olduğu belirtilirken bir başka
araştırmacı bu oranın %10 olduğunu ifade etmiştir (Bölükbaşı, 2010: 74). 18
Mayıs 1780-31 Ekim 1787 yıllarında gümüşün her çekisinden 55’er akçe resm-i
miri ifrâzciyân ve mahlut sim içerisindeki altın çıkarıldıktan sonra kalan
gümüşün ise 10 dirhemde bir dirhemi bedel-i ifrâz olarak alınırdı438
(BOA, MEDAD 8: 639-2, 645-3; BOA, MEDAD 9: 174-1).
Buradan hareketle altın ile gümüşün karışık olduğu ve mahlut sim olarak
adlandırılan madenden onda bir ya da %10 oranında bedel-i ifraz alındığı
görülmektedir. Fakat sim olarak adlandırılan gümüşten ise 100 dirheminde 55
akçe alındığına göre ve 100 dirhem gümüş 1.680 akçe olduğuna göre oranlama
yapıldığı zaman %3,2 oranında bir kesinti yapıldığı görülecektir. Bu veriler
dikkate alındığında yapılan kesintinin oranını belirleyen unsurun madenin cinsi
olduğu ortaya çıkmaktadır.
436 1831
yılında yapılan nüfus sayımında Bozkır kazası içinde Siristat’ta ikamet eden 26
yaşındaki Demirci Mehmet Veled-i Demirci Mehmet (BOA, NFS.d 3310: 174) gibi
demirciler vardı.
437
Osmanlı döneminde madenlerde
görevli olduğu daha önce madencilik alanında yapılan çalışmalarda tespit edilen
ancak Bozkır madeninde tespit edilmediği için bu bölümde zikredilmeyen
görevliler için bkz. Çağatay, 1942a; Tızlak, 1997a; Altunbay 2010; Anhegger,
1943.
438 18
Mayıs 1780-31 Ekim 1787’de, gümüşün her çekisinden 55’er akçe resm-i miri
ifrâzciyân devlet için alındıktan sonra, mahlut simde ortaya çıkan altının
dörtte biri miri için alınır, kalan altının her miskali 480’er akçeye ve
mahlutun altını çıkarılarak baki siminde 10 dirhemde bir dirhemi bedel-i
ifraz ve beher ocakda üçer dirhem resm-i fetesi çıkarıldıktan sonra çeki
tabir olunur her 100 dirhemi 1680’er akçeye hesap edilmesi şeklinde
Gümüşhane madenindeki uygulama Bozkır madeninde de yürürlüğe girmiştir (BOA,
MEDAD 8: 639-2, 645-3; BOA, MEDAD 9: 174-1).
Bozkır
madeninde ifrazcı adı verilen bir görevli tespit edilememiştir. Ancak Bozkır
madeni için 6 Mayıs 1780’de ifrazcı ile aynı görevi yaptığı439
düşünülen tizâbcı440
adı verilen bir görevli Gümüşhane’den talep
edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 638-3). Bu tarihten sonra böyle bir görevlinin
talep edilmemesi ve Bozkır madeninde görev almaması, madene nizam verilirken
altın ile gümüşün Bozkır’da ayrıştırılmasının araştırılması için böyle bir
görevli talep edildiği izlenimini vermektedir. Ancak bu durumun geçekleşmemesi
üzerine Bozkır madeninde üretilen mahlût sîm olarak adlandırılan gümüş
ile karışık altının darphaneye nakledilerek burada ayrıştırılmasına
karar verilmiş olmalıdır.
Balkanlarda
işletilen Sidrekapsi madeninde çalışan teknik personele bakıldığı zaman hutman,
urbarar, şafar, vatrok, palkançaron, vedarcı gibi madende çalışan teknik
elemanlar ile iştolna, roşt ve pavun441
gibi madencilik terimleri kullanılmıştır (Altunbay, 2010: 13-15). Bozkır madeni
üzerinde yapılan incelemede, genel olarak, bu isimli görevliler ile madencilik
terimlerine rastlanmamıştır. Bu bakımdan madenlerdeki Alman etkisinin
Balkanlar’da etkili olduğunu, Anadolu’da ise bu etkinin söz konusu olmadığını
söylemek mümkündür. Bozkır madeni 1776 yılında açıldığında Bozkır halkı
madencilik alanında fazla bilgi sahibi olmadığından özellikle Gümüşhane’den
ustalar getirilmiştir. Getirilen bu ustalar sayesinde XVIII. yüzyılda Anadolu
madenlerindeki madencilik terminolojisi ve teknolojisi Bozkır’da uygulanmaya
başlanmıştır.
439 Tizzâb, altın
ve gümüşün birbirinden ayrılması için kullanılan bir maddeydi (BOA, C.DRB
1830).
440 Keskin
anlamına gelen tîz ile su anlamına gelen âb kelimelerinin bir araya gelmesiyle
oluşan tîzâb, mermeri ve litoğrafya taşlarını hakk eden yani kazıyan, maruf
yakıcı sarımtırak suya denirdi ve halk arasında kezzap olarak kullanılırdı
(Şemseddin Sami, 1317: 457).
441 Maden
kuyularını işleten eminler, çoğu kez madenci ustaları ve kadı gibi yetkililerle
birlikte kuyularda pavun adı verilen bir ölçüm yaparak, tahmini olarak
işlenebilir cevherin miktarını/rezervini tespit ederlerdi (Altunbay, 2010: 33).
Bozkır madeninde bu isimle bir işlem tespit edilememesine rağmen mağaralarda “doksan
fırınlık cevher vardır” gibi ifadelerden Bozkır madeninde de bu şekilde
ölçümler yapıldığı anlaşılmaktadır (BOA, C.DRB 2375; BOA, MEDAD 8: 693-2).
* Delilbaşı,
bazen madenin güvenliği ile görevlendirildiği için burada yer verilmiştir.
V. BÖLÜM
ÜRETİM VE NAKİL
1. Üretim
1.1. Cevher Üretimi
Bozkır
madeninde bulunan cevherlerin işletilebilmesi için merkezi yönetimden izin
alınması gereklidir442.
Bunun için bölgede maden cevheri olduğunu bilen kişilerin, ilgililere bu konuda
bilgi vermesi ve bir miktar cevher numunesini incelenmek üzere darphaneye
göndermesiyle süreç başlatılmıştır443.
Darphanede, Bozkır madeninden gönderilen numuneler incelenerek bu maden
ocağından devlet için fayda sağlanacağına kanaat getirilirse, darphane
nazırının bu durumu sadrazama, sadrazamın da padişaha bildirmesi üzerine
madenin açılmasıyla ilgili bir emir yayınlanmış, maden işleriyle ilgilenmesi ve
madendeki organizasyonu yapması için bir memur görevlendirilmiştir444
(Bkz. I. Bölüm).
1.1.1. Cevherin Çıkarılması
Bozkır
madenindeki mağaralardan cevher üretiminin yapılması ile ilgili bilgi elde
edilememiştir. Arşivdeki belgelerden elde edilen bilgiler genelde üretim sonucu
ortaya çıkan maden miktarları, kurşununun Alanya İskelesi’ne ve oradan
darphaneye nakli ile ilgilidir. Bu bilgi eksikliğini gidermek adına
madencilikle ilgili kanunnameler ile kanunlara müracaat edilmiştir. Madenlerde
“kanun-ı kadim” olarak bahsedilen uygulamalar geçerli olduğuna
göre, Bozkır madeninde de mağaralardan cevherin çıkarılmasından fırınların
olduğu yere nakline kadar geçen süreçte aynı uygulama geçerli olmalıdır.
442 Bozkır
madenindeki üretimin çeşitli aşamaları için bkz. Tablo 11.
443 Novoberdo
madeni kanunnamesine göre, 1494 yılında, bir kimse bulduğu cevheri urbarara
götürür ve birkaç mutemet bu cevherdir diye şahitlik ederse, o kuyuya ölçü
çekilirdi. Ancak mutemetlerin kuyuyu görüp içinden cevher almaları gerekirdi
(Akgündüz, 1990b: 545).
444 Darphanede
yapılan incelemede cevherin yetersiz olduğu düşünülürse, madenin bir yıl
işletilip üretimi ve masrafı görüldükten sonra karar verildiği ile ilgili
örnekler de vardır. 2 Ağustos 1838 tarihinde, Çıldır eyaleti Mirho kazasında
bir gümüş madeni bulunarak numunesi darphaneye gönderilmiştir. Ancak darphanede
izabe olunan cevherde pek nema görülmemiştir. Buna rağmen madenin bir yıl
işletilip masraf ve kâr oranının görülmesinden sonra eski nizama göre karar
verilmesi yönünde bir uygulamaya gidilmiştir (BOA, D.DRB.THR 675/3).
Bozkır
madeninde mağara, diğer madenlerde kuyu olarak adlandırılan cevher çıkarılan
yerlerde önce toprak atılarak mağaralar açılmıştır. Cevher olduğu düşünülen
yerdeki toprak atılarak yer altına doğru kazılarak445
mağara açılırdı446.
Açılan mağaraların derinlikleri ise kanunnamelere ve gözlemlere göre şöyleydi.
1536 tarihli maden kanununda 100-150 kulaç447
arasında bir derinlikten bahsedilirken (Spaho, 1913: 142) bir başka araştırmada
ise, 1586-1589 yıllarında, Sidrekapsi madeninde bulunan ve gözlemlerini dile
getiren Mehmet Aşık’a atıfta bulunularak 112,5-150 metre arasında bir
derinlikten söz edilmiştir (Murphey, 1986: 982).
Madenciler,
maden mağaralarına girerek külüng adı verilen çekiçleriyle cevherleri
koparırlardı (BOA, D.DRB.THR 2/19). 1910 yılında Bulgardağı madenindeki durum
şu şekildeydi: Madenciler kazma ve kürekleriyle mağaralara girerler, içeride
don yağı yakarlardı. Sarı bir toprak halinde olan cevheri çuvallara koyarak,
katırlarla kasabaya naklederler, cevher orada izabe fırınına girerdi (Ahmet
Şerif, 1999: 230). Bozkır madeni mağaralarında ise kazılan cevher, mağaralardan
çuvallara doldurularak ameleler vasıtasıyla mağara önlerine çıkarılarak
biriktirilmiş ve oradan hayvanlara yüklenerek cevher işleme merkezi olan
Siristat’a getirilmiştir. Maden kuyularından çıkarılan cevherlerin miktarı
defterlere yazılırdı ki, cevherlerin yazıldığı bu defterler kuyu defteri448
olarak adlandırılırdı (Anhegger, 1943: 35).
Her işçinin çalıştığı yani cevher449 ürettiği yere işlek denirdi (Spaho, 1913:
142). Bu işleklerde ortaya çıkan taş
ve toprakların da maden cevheri gibi buradan
445 1588-1589
tarihli maden kanununa göre, madende cevher çıkarmak için hutman denilen
kişinin tahmin ettiği yer kazılır ve buradan cevher çıkmazsa bu görevlinin
hakkından gelinirdi (BOA, MAD.d 22148: 5).
446 Ortaçağ
İslam dünyasında ise, dikey şaft ve yatay tünel kazma teknikleri kullanılırdı.
Birincisi şaftları dik olarak toprağın altına daldırmak ve damarlara
ulaşıldığında yatay olarak ilerlemekti. Ancak daha sık uygulanan dağın
yamaçlarına maden galerileri açılır, şaftları batırmak yerine damarları takip
ederlerdi. Ayrıca ikincisi daha az masraflı olduğundan daha çok tercih edilirdi
(Al-Hassan- Hill, 1986: 968).
447 Bir
kulaç 1,137 m’dir (Akgündüz, 1990b: 444). Buna göre kuyudaki derinlik
113,7-170,5 m arasında değişmektedir. Fakat kulaçla ilgili farklı miktarlar da
kabul edilmektedir. Halil İnalcık’a göre, bir kulaç 1,71 m (İnalcık, 1991a: 18)
Hinz’e göre ise kulaç 4 şer’i arşın (Zirau’ş-şer’iyye) yani 199,5 cm ya da
yaklaşık iki metredir (Hinz, 1990: 67). Kulaçla ilgili bkz. Pakalın, 1993:314;
Cengiz Kallek, Kulaç, DİA, XXVI, 2002: s.353-354.
448Cevherin
çıkarılmasından nakline kadar geçen süreçlerde çeşitli defterler tutulmuştur.
Bu bürokrasi sayesinde madencilik sektöründe bir otokontrol sistemi
oluşturulmuştur. Madencilikle ilgili tutulan çeşitli defterler hakkında bkz.
Anhegger, 1943: 35.
449 Hezârfen
Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân adlı eserinin
nüshalarında küçük farklılıklar olmasına rağmen cevherleri şu şekilde
ayırmıştır: “Cevher birkaç dürlü olur azlığı
çıkarılması gerekirdi. Cevherin
yanında taş ve toprakların yeryüzüne çıkarılmasında eşeklerle döndürülen
dolaplardan faydalanılırdı450
(Tızlak, 1997a: 102; Hezârfen Hüseyin Efendi, 1998: 256) İssawi bu konuda,
kazılan cevherin küçük çuvallarda çocukların büyük gayretiyle taşındığını
belirtmiştir451
(Issawi, 1980: 284). Hamid Sa‛dî de Gümüşhacıköy madeni mağaralarında çıkarılan
cevherlerin küçük çocuklar vasıtasıyla çıkarıldığını ve katırlarla izabehaneye
sevk olunduğunu iddia etmiştir (Hamid Sa‛dî, 1340:227). Bozkır madeninde
çıkarılan cevherin yeryüzüne çocuklar vasıtasıyla taşındığına dair bir kayıt
tespit edilememiştir. Ancak 1780 yılında, Keban Ergani madenleri mağaralarında
üretilen cevherler maden küfeleri ile yeryüzüne taşınmıştır (Yüksel, 1997: XXXVIII;
Tızlak, 1997a: 102). 14 Temmuz 1536’da, kuyularda kazılan cevher, jak452
adı verilen bir tulumla kuyu ağzına çıkarılırdı453.
Kuyuda görevli kişilerin reisine hutman454
denilirdi ki kuyunun cevherini kiralanan hayvanlara yüklettirip çarha
gönderirdi. Yani yer altından çıkarılan cevherler
çokluğu damarlarına göredir kimi
ince kimi yoğun olur. Bazı damar olur ki jola gider kimi yukarı ve bazı arkırı
gider. Yüksek yerde bulunub jola alçakda bulunub dağa gitmek ekseriya eylik
alametidir. Kâh ol tarafa kâh bu tarafa gitmek ekseriya yaramazl ık ‘alametidir
ve damarda kâh büyük pareler bulunur ana vante derler ve damar olmayub hali
kadar dahi vasi‘ yerin cümlesinde cevher olur. Ana gank derler. Bunlar eylik
alâmetidir. Kâh bir yer bir miktar bulunur. Ana plaviçe derler. Ekser ol asl
paydar olmaz. Asl eyü cevher oldurki kalın damar ola iki taraf yumuşak taş ki
ana licek derler arasında buluna. Ekser bu makule paydar olur ve licenk solunda
bulunana ligunat ve sağında bulunana hagunat derler, hagunat eyüdür. Kâh
cevhersiz damar bulunur.” (Hezârfen Hüseyin Efendi, 1998:
256-257; Anhegger, 1944: 347-348; Tızlak, 1997a: 214). Cevherlerle ilgili bilgi
için ayrıca bkz. Akgündüz, 1990a: 159.
450 1837
yılında Osmanlı madenleri hakkında bir rapor hazırlayan maden mühendisi Polini
şu bilgileri vermiştir: Madenler pratik cevher çıkarımı dikkate alınmadan
işletilmektedir. Avrupa’da yüzyıllardır kullanılan makinelerin kullanılması
buradaki sorunların çözümü için zaruridir. Ne şaft ne de tüneller var, sadece
çamurdan labirentler ki bunların içinden bir insanın tam dolu tekerlekli bir
arabayla çalışması imkânsızdır. Cevher çıkarmaya yarayan araçların da kullanımı
çok zordur (Issawi, 1980: 284). Bir şiirinde madenler hakkında bilgi veren
Zaifi ise, madendeki kuyuların karanlık ve dar olduğuna değinmiştir (Naklen:
Anhegger, 1944: 353).
451 12
Ekim 1831 tarihli nüfus verilerine göre, Kırşehir sancağındaki Gümüşgan
madeninde çalışan ve defterde madenci olarak kaydedilen 25 madencinin yaş
dağılımı şöyleydi. 10 yaşında bir, 15 yaşında bir, 20 yaşında bir, 23 yaşında
bir, 25 yaşında iki, 30 yaşında üç, 35 yaşında beş, 38 yaşında bir, 40 yaşında
üç, 45 yaşında bir, 46 yaşında bir, 50 yaşında iki ve 60 yaşında üç madenci
kaydedilmiştir (BOA, NFS.d 3278: 24-26). 10 yaşındaki Sava veled-i Yedus
üzerine edna cizye kaydedilmişken (BOA, NFS.d 3278: 24), 15 yaşındaki Yani
veled-i Abraham da edna olarak kaydedilmiştir (BOA, NFS.d 3278: 24).
452 Cevher
taştan koparıldıktan sonra, bir at torbası kadar cevher alan kab ve çuval
olarak tarif edilen jaka (Akgündüz, 1990a:519) konularak çıkarılırdı.
453 Maden
ağzına çatılan ağaçlara urgan bağlanıp, kuyudan aşağıya kadar sarkıtılarak
urgana bağlı tulumla cevher, taş ve toprak çıkarılırdı (Akgündüz, 1990a: 160).
“Âdet-i şurf budur ki, kuyu ziyâde derin olub horna ile yani
kuyu üzerinde olan el dolabıyla toprağın taşra çıkarurlar” (Akgündüz, 1990b:
480).
454 Hutman,
her hafta kuyuda çalışan kişilerin hisselerini de dağıtan görevliydi (Spaho,
1913: 143).
mağaraların ağzında bekleyen ve
bu iş için kiralanan atlarla cevher işleme merkezine getirilirdi (Spaho, 1913:
142).
Kratova
madeni haricinde Vulçıtrın sancağında Trebce’de bulunan Merhum İbrahim Paşa’nın
işlettirdiği kuyuyu işletmek için 20 ırgat tutulmuştur. Açılan kuyu, toprak ise
toprağın düşmemesi için etrafı ağaç payesiyle kulacına üçer yüz akçe ve her
nefere ayda elli kıyye kendüm/buğday ve haftada ikişer kıyye hamir/hamur
verilmiştir. Eğer taş ise, ağaç ile yapmak gerekmediğinden buğday ve hamur
verilirdi. Bu 20 ırgat gece gündüz nöbet usulüyle çalışarak ancak 20 gün
işleyebilirdi. 1710 yılında 20 ırgata haftada ırgat başına birer kuruş ücret ve
yevmiyye ikişer para yemeklik akçesi verilmiştir455
(Ahmet Refik, 1931: 51). Kuyularda çalışan ustaların ücretleri yanında, 1706
yılı Sidrekapsi madeni örneğinde de görüldüğü üzere, bir kuyunun mum, demir,
çelik, lesen, laka ağaçları, ıhlamur kapları, öküz derileri, tekne bahaları ile
cevher naklinde kullanılan hayvanlar için satın alınan saman ücretlerini de
madenlerin masrafları arasında saymak mümkündür (Altunbay, 2010: 43). 1837
yılında Bozkır madeni mağara masrafı olarak, Bozkır kazasından 20.000 kuruş ile
Bozkır kazası köylerinden cevher bedeli olarak 1.571 kuruş ve çakılcı aylığı
olarak da 3.525 kuruş maden masrafı olmak üzere Rûz-ı Hızır (6 Mayıs) ile Rûz-ı
Kasım (7 Kasım) tarihlerinde iki taksitte toplanmıştır (BOA, C.DRB 1712).
Maden
mağaralarının sınırı, maden kulacı ile etrafından sekizer kulaç yerdi456.
Bu sınır cevherin kimlere ait olduğunun tespiti açısından da önemliydi. Kuyu ya
da mağara olarak tarif edilen cevher bulunan yerler konusunda taraflar
arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde bu sınırlar göz önüne alınmaktaydı
(Anhegger, 1944: 346-348; Hezârfen Hüseyin Efendi, 1998: 256; Tızlak, 1997a:
213). 1488 yılı maden kanunnamesine göre, kuyular arasındaki mesafe nedeniyle
ortaya çıkan anlaşmazlıklar urbarar adı verilen kuyu mühendisleri tarafından kuyuların
sınırları
455 29 Ağustos
1702 tarihinde Sidrekapsi madeninde inşa edilecek bir kuyuda gün içerisinde
sekizer saatlik nöbetle, 18 cevher arayıcı, dokuz lağımcı, altı ırgat, dört
neccar, altı maden mühendisi olarak tanımlanan şafaran ve bir mutemedin istihdam
edileceği planlanmıştır. Adı geçen görevliler için 30’ar akçe ücret tayin
edilmiştir. Ancak cevher arayıcılarının ücreti cevher bulunmasından sonra
kesilecekti. Yine inşa edilecek çarhların her birinde dört hizmetkar, bir
cistileci/cevher parçalayıcı ve bir mutemet görevlendirilecek ve bunlara da
günlük 30’ar akçe ücret verilecekti (Altunbay, 2010: 36).
456 Bir
kulaç 1,137 m. kabul edildiğinde, mağaraların sınırı 9,096 m olmaktadır.
ölçülerek çözülürdü (Akgündüz,
1990b: 445). Urbarar457 iki kuyu sahibini de
dinleyerek “kanun-ı kadim”
üzere davaları görmüştür (Spaho, 1913: 156).
Bozkır
madeni mağaraları da dahil olmak üzere Osmanlı madenciliğinde cevherin
çıkarılması alanında çeşitli sorunlarla karşılaşıldığı ve bu sorunlara bazı
çözüm yollarının bulunmaya çalışıldığı görülmektedir. Ortaya çıkan sorunlara
karşı uygulanan çözüm yollarından birkaçı şöyleydi. Cevher çıkarılan mağaralar
üç gün üst üste sebepsiz yere boş bırakılamazdı. Bu şekilde davrananlardan ocak
alınırdı (Hezârfen Hüseyin Efendi, 1998: 256). Yine bir işçi kasıtlı olarak
cevher üretimini engeller ya da bir işçinin aletini çalarsa 300 akçe cezaya
çarptırılırdı (Spaho, 1913: 158). Bir maden ocağında bulunan kuyunun üzerindeki
dolap ve binası kuyuya ait olup, kuyuyu işleten kişi bunları alıp götüremezdi
(Beldiceanu, 1964: 320). Mağaralarda cevher çıkarılması esnasında alınan
tedbirler ise şunlardı:
1.1.1.1. Aydınlatma
Madencilerin
mağaralarda rahat çalışabilmesi, daha açık bir ifadeyle cevher kazabilmeleri
için aydınlatma sorununun halledilmesi gerekliydi. Bozkır madeninde mağaraların
aydınlatılması ile ilgili bir bilgi tespit edilemese de aşağıda çeşitli
madenlerle ilgili farklı zamanlara ait verilen örnekler, mağaralardaki
aydınlatmanın458
mum ile yapıldığını göstermektedir ki bu durum Bozkır madeninde de geçerli
olmalıdır. Bu anlamda çeşitli zamanlarda mağaralar ya da kuyuların nasıl
aydınlatıldığı hakkında bilgi veren çeşitli örnekler vardır. 1536 yılına ait
kanunnameye göre, kuyulardaki aydınlatma mumla yapılmaktaydı (Spaho, 1913:
161). Zaifi’ye göre, Kratova madeninde her işçinin elinde bulundurduğu
meşaleler ile aydınlatma sağlanmıştır (Anhegger, 1944: 353). 16 Haziran 1703
tarihinde, Karaton madeni mağaralarında da kıyyesi 20 akçe olan mum
kullanılmıştır (BOA,
457
Urbarar, hutmanlar arasında kuyu
sınırı nedeniyle ortaya çıkacak anlaşmazlıkları çözerdi (Beldiceanu, 1964:
317).
458 İslam
dünyasında madenciler damarları takip ederek madene ulaşana kadar sürekli
kazarlardı. Madenciler lambaları yandığı sürece kazmaya devam ederdi. Eğer
lambaları söner ve tekrar yakmayı başaramazlarsa ilerlemeyi durdururlardı.
Çünkü bu pozisyona ulaşan kişi hemen ölebilirdi (Al-Hassan-Hill, 1986: 968).
Örnekten de görüldüğü üzere aydınlatma, aynı zamanda madencilerin hayatta
kalmasını sağlayan bir araç olarak da kullanılırdı. Osmanlı öncesi dönemde
Ortadoğu’da yapılan madencilik çalışmalarında maden kuyularının kazılması
meşalenin yanması ile alakalıydı. Kuyularda meşalenin yanmadığı bir yere
varılınca kazı işleri hemen durdurulurdu. Aksini yapanlar ise hemen orada
ölürdü (Bakır, 2005: 404).
KK.d 5184: 8). Yine 1705-1706 ile
1719 yıllarında Sidrekapsi459 madeninde, maden
ocakları ve lağımlar da mum ile
aydınlatılmıştır (Çağatay, 1944: 269).
Gümüşhane
kasabasında bulunan mum karhanesi, kasaba camiinin mum ihtiyacını karşılamakla
birlikte Gümüşhane ve diğer madenlerde cevher çıkarmak için gerekli olan ve “mağara
yağı” olarak da tarif edilen mumu da temin ederdi (BOA, MEDAD 8: 871-2).
1837 yılında Gümüşhacıköy madeninde cevher mağaralarında kullanılmak üzere don
yağı kullanılmıştır. Kıyyesi 30’ar paradan olmak üzere ücreti, maden emini
tarafından verilmiş olmasına rağmen bu meblağ madencilerin “kâide-i
miriyyelerinden” olduğundan maden emini tarafından onlardan tahsil
edilmiştir (BOA, HH.d 13823: 1). Bununla birlikte revgân-i don ya da mağara
yağı olarak ifade edilen yağ yetmediğinden madene bağlı kazalara bir tevzi daha
yapılmıştır (BOA, HH.d 13823: 2). Kısaca söylemek gerekirse mum, aydınlatma
için kullanılırdı. Mum, kazılacak istikameti sıraya koymak için oldukça faydalı
olmakla birlikte mağara içinde yeterli temiz hava olup olmadığının da iyi bir
göstergesiydi. Bu veriler dikkate alındığında madenci için mum, hem anı hem de
geleceği kurtaran bir araçtı.
1.1.1.2. Havalandırma
Madende
çalışan işçilerin çalışmaya devam edebilmeleri için mağaraların içerisinde
temiz havanın olması gerekliydi. Bu havalandırma işleminin iki türlü
yapılabileceği öne sürülmüştür. Bu fikre göre, dışarıdan çalıştırılan körükler
sayesinde galerilere hava basılması ile ya da yer altından yanlamasına ve
yukarıya doğru havalandırma deliklerinin açılmasıyla havalandırma
sağlanabilirdi460
(Tızlak, 1997a: 100). Bozkır madeni Geriş mağaralarında, yukarıya doğru açılan
havalandırma olması muhtemel bir delik tespit edilmiştir. Agricola, kuyu
içerisinde maden cevheri nedeniyle pis kokulu ve zehirleyici olan gazın temiz
hava ile
459 Sidrekapsi
madeninin aydınlatılması için gerekli olan ve şem-i revgân olarak tabir
edilen mum, Sidrekapsi kasabası ile yakın mahallerde kurulan pazarlarda maden
adına satın alınmaktaydı. Ocaklarda gece gündüz çalışmaların sürdürülebilmesi
için mum ışığına daha fazla ihtiyaç olduğundan dolayı, çevrede bulunan bazı
kadılara emirler gönderilerek bu kazalarda kurulan pazarlardan mumun satın
alınması ve bölge dışından gelen tüccarlara satılmasının önlenmesi için, 10
Temmuz 1703’te, gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir (Altunbay, 2010: 39).
460 Sidrekapsi
madeni Bulana mevkisinde kuyu için galerileri bir taraftan inşa edilen bacalar
aracılığıyla yeryüzüyle irtibatlı iken diğer yandan lağımlar arasında açılan
kısa dehlizlerle hepsi birbiriyle rabıtalı olmuştur. Böylece kuyularda temiz
havanın kolayca dolaşımı sağlanmıştır (Altunbay, 2010: 32).
dağıtılmazsa öldürücü etkisinin
olacağını dile getirmiştir. Ayrıca aydınlatma için kullanılan mumların gaz
nedeniyle sönmesi461,
kuyuda biriken gazın tehlike sınırını aştığının göstergesi olduğunu da belirten
Agricola, girişimcileri “önce sağlığı, sonra kârı düşünmek gerekir!”
diye uyarmıştır (Naklen: Tez, 2005: 135). 1536 tarihli maden kanununda
bir kuyunun komşu kuyuya yellik verebileceğinden bahsedilirken (Spaho, 1913:
147), Sas madeni kanunnamesinde ise bu durum, “tenef deyü kuyuların
ziyade umkundan müte‘affin hava olur ki, adamı helak eyler, anı def‘ edüb
havaya menfez kılmak içün her kangı kuyudan mümkün ise delüb yel alur, kimesne
red eyleyemez” (Akgündüz, 1990b: 480) şeklinde ifade edilmiştir.
Maden mağaralarının havalandırmasının önemi yapılan harcama
kalemlerinden de anlaşılmaktadır. 1705 yılında Sidrekapsi madeninde lağım ve
bacalardan hava gitmediğinden teneffüs için kuburluk ve yelkenlik bez ile lağım
ve bacaları yapmak için les ağacı alınmıştır (Çağatay, 1944: 269-270).
1.1.1.3. Mağaralardaki Suyun
Tahliyesi
Maden
mağaralarında çalışma şartlarını zorlaştıran sebeplerden biri de mağaraların su
ile dolmasıydı. Mağarada rahat çalışılıp, cevher kazılması ve mağara ağzına
çıkarılabilmesi için öncelikli olarak bu suların boşaltılması gerekmekteydi.
Bozkır madeni mağaraları ile ilgili bu konuda bir bilgi tespit edilememiş olsa
da bu sorunun oralarda da olması muhtemeldir. Torosların yanı başında bulunan
mağaraların kış ve bahar aylarında suların etkisi altına girmesi ihtimal
dâhilindedir.
Bir cevher
kuyusunda su ortaya çıkarsa, kuyunun uygun bir yerinde çukur kazılarak su orada
toplanırdı462.
Kuyulardaki su tulum ile madenin lağımı463
olursa
461 Ortaçağ
İslam dünyasında ışıklandırma için yağ lambaları kullanılırdı. Maden
kuyularında lambalar sönerse madenci kazmayı bırakırdı. Dolayısıyla lambalar
kuyuda yeterli temiz hava olup olmadığının da iyi bir göstergesiydi
(Al-Hassan-Hill, 1986: 969).
462 Ortaçağ
İslam dünyasında madencilikte karşılaşılan problemlerden biri madenlerin
direnajıydı. Pandihir’de küçük gümüş madencileri bu problemi çözememişlerdi.
Diğer yandan Mağrip’te yer alan devletin gümüş madenlerinde drenaj sistemi
çözülmüştür. al-Kazwini şöyle aktarır: “İşte gümüş madenleri isteyen herkes
bunların işlemesini üstlenebilir. Buralarda birçok insanın sürekli çalıştığı
yeraltı madenleri var. 20 zira aşağıya inildiğinde suyla karşılaşılmaktadır.
Sultan suların yukarı taşınması için su dolapları kurdurmuş bu sayede sular
çamur ortaya çıkana kadar yukarı taşınmaktadır. İşçiler bu çamurları yeryüzüne
çıkarıp yıkamaktadır. O bunu beşinciyi almak için yapmaktadır. Su 20 zira
aşağıda olduğu için yeryüzüne üç aşamada çıkarılmaktadır. İlk önce suyun olduğu
yere bir dolap kurulmakta su yukarı taşınmakta ve bir tankta depolanmaktadır.
Diğer bir dolap ise bu tanka yerleştirilmekte bu da suyu kaldırır ve başka bir
tanka döker bu tankta ise üçüncü bir dolap bulunmakta bu da suyu yukarı çıkarıp
suyun tarımda ve bahçe sulamakta kullanılmasını
lağıma olmazsa yeryüzüne
çıkarılıp dökülürdü. Su çok olursa bir çah, ona tayin edilerek dolap kurularak
bargirler ile suyu alınırdı. Kuyudaki lağım cevher kazılan mahalden derin ise
suyu çeker, böyle durumda su elle çekilirdi. Cevher lağımdan derin olursa dolap
kurularak suyu lağıma dökerlerdi. Lağım açmak ise kendi kuyusunda ya da
kullanılmayan bir kuyuda olmak üzere iki türlü yapılırdı (Akgündüz, 1990a:
160). Madende biriken suyun çekilmesi için iştolna adı verilen bir lağım
açılırdı (Akgündüz, 1990b: 445). 1705 yılında, Sidrekapsi madeninde, lağım ve
kuyulardan toprak, su ve cevher çıkarmak için adedi 203 akçeden sığır derisi
satın alınmıştır (Çağatay, 1944: 269). Suyun bu şekilde tahliye edilmesi
yanında, mağaraların hava alması ve biriken suların boşaltılması cevheri
kuşatan tabakanın çatlakları vasıtasıyla tabi suretle olmaktadır, diyen
araştırmacılar da vardır (Ahmed Hamdi, 1922: 130).
Maden
kuyularına dolan suların dışarı atılması için tulumbalar ve su yollarından
istifade edilmiştir464.
1 Ekim 1736’da Ergani madenindeki sulu mağaranın temizlenmesi için maden
sermayesinden karşılanmak üzere büyük ağaç ve kazıklık meşe alınacağı ve bu iş
için merkezden yedi lağımcı ustasının gönderileceği belirtilmiştir (BOA, DRB.d
968: 123-4). 5 Nisan 1763’te Ergani madeninde Kalbaşı denilen dağdaki cevher
mağaralarının olduğu yerde bir miktar su olduğu ve mağaraların 4-5 ziraa465
müntehi olduğu belirtilerek lağım açılması ve dağın
sağlamaktad ır. Bu operasyon
binlerce ürün çıkaran bir kişi haricinde üstlenilemezdi (Al-Hassan-Hill, 1986:
969) . XV. ve XVI. yüzyılda Avrupa’da, maden kuyularındaki su, tulumbalar ya da
su dolaplarına bağlı kovalar ya da iki üç sığır derisinin dikilmesiyle yapılan
kırba adı verilen büyük kovalarla boşaltılırdı. Bunlar kuyuya indirilerek suyla
doldurulur, sonra çıkrıklarla çekilirdi. Çıkrıkları su çarklar ı ya da kas gücü
çalıştırırdı (Tez, 2005: 135) . Agricola’ya göre Avrupa’da su çekmek için
kullanılan makineler için bkz. Agricola, 1912: 160-168.
463 Kuyulara
lağım vurulması ile ilgili ayrıca bkz. Beldiceanu, 1964: 371.
464
1819-20 yılında Ergani madeninde
maden ocaklarındaki suların boşaltılması için tulumba kullanılmış, 1820-21
yılında ise suyun tahliyesi için su yolu açılmıştır (Tızlak, 1997a: 101).
Benzer şekilde 1796 yılında, Gümüşhane madeninde biriken su tulumbacılar
tarafından boşaltılacaktı (Altunbay, 2002: 280). Yine 1704 yılında Sidrekapsi
madeninde kuyulardaki suların tulumbalarla tahliye edilmesi gündeme gelmiştir
(Altunbay, 2010: 33). 1842 yılında Balya madeninde de tulumba kullanılmıştır
(BOA, DRB.d 1037). 26 Haziran 1714’te, Blasnice kazası İrjane köyü
yakınlarındaki kuyuda, çıkan sular ıstavna idüb, suyun akıntısı 10 kulaca baliğ
olub kuyuya girip biraz cevher çıkarıldığı zaman yine suyun ortaya çıktığı ve
bu suyun tulumlar ile tükenmeyeceği ve tekrar iştavna açıp suyu akıtmak
gerektiği ifade edilmiştir. 150 kulaç kuyudan yakın bir mahalden delik delinip
iştavna yapılınca su akar ve cevher çıkarılır diye belirtilmiştir (Ahmet Refik,
1931: 52). Bu örnekler gösteriyor ki Osmanlı maden kuyularında biriken suların
tahliye edilmesinde tulumlar, tulumbalar ve su yolları gibi araçlar,
kuyulardaki suların miktarına ve coğrafi şartlara göre kullanılmıştır.
465 Zira:
Zirau’l İstanbuliyye İstanbul kumaş arşınıdır yaklaşık olarak 67,3 cm’dir. XIX.
yüzyılda 68,579 cm idi (Hinz, 1990: 72). Bugün Türkiye’de bir zira 65 cm’dir
(Hinz, 1990: 79). Zira ve arşın eş
yarılması tedbirlerinin
araştırılması istenmiştir. Yapılan araştırmada dağın dört tarafının ova olduğu
ve dağın yarılması halinde iki üç bin arşın yarılacağı, lağım açılması halinde
ise 4-5 arşın lağım olacağı sonucuna varılmıştır (BOA, C.DRB 205). Yine Ergani
madenine 1 Mart 1765’te sulu mağaraların temizlenmesi için giden bir keşif
heyeti, 200 amele ile birlikte 25 günde 30 senedir mevcut olan suların
temizlenmesi için yapılacak masrafları hesaplamıştır. Bu madendeki suların
temizlenmesi için; kazma, taşçı kazması, kereste, ağaç kürek, deri, torba,
büyük-küçük-orta ağaç, kazıklı ağaç, ufak ağaç, küfe ağacı, urgan, küçük urgan,
demir, çelik, barut, tahta, mağara yağı, kömür gibi alet ve malzemeler ile yine
bu iş için çakılcı, madenci amelesi, mutemet, aşçı, kâtip, bağcı mağara gibi
miktarı belirtilen görevliler için toplam 31.097 kuruş 40 akçe talep edilince
daha önce böyle bir meblağın verilmediği belirtilmiştir (BOA, C.DRB 125).
Maden
kuyularındaki suyun temizlenmesi ile görevli olanların aldığı ücretler
konusunda ise şu örnekler verilebilir. 5 Haziran 1704 tarihinde Karaton
madeninde Çenal madeni kuyusundaki her gün cevher çıkarmak ve su çekmek için
40’ar kişiye, iki aylık 240 kuruş verilmiştir. Bu madendeki lağım işçilerine
ise aylık yaklaşık dörder kuruş ücret ile yine maden ve lağımda kullanılmak
için demir verilmiştir (BOA, KK.d 5184: 8). 1842 yılında Balya madeninde, sulu
mağaranın suyunun çıkarılması ve çamurlu mağaranın temizlenmesi için 9.000
çakılcı ile cevherkeşana ve 1.700 abkeşana günlük dört kuruş ücretle bu 10.700
amelenin her birine 1,5 kıyye ekmek verilmiştir (BOA, DRB.d 1037).
1.1.1.4. Tahkimat İşleri
Maden
mağaralarında göçüklerin meydana gelmesini engellemek için mağaralar ağaçlarla
tahkim edilirdi (Fotoğraf 10). Fakat Bozkır madeni Kızılgeriş Mağarası’nda ise
böyle bir tahkimat yoktu. Bu mağaranın tahkim edilmemesinin temel nedeni,
mağaranın üzerinin ve yanlarının doğal taş bloklarla çevrili olması yani
anlamlı kullanılmakla birlikte
her ikisi de genelde 75,8 cm olarak kullanılmıştır (Günergun, 1998: 46). 1836
yılında bir zira=0,7579586 metre idi (1 m=1,3193331 zira). Aynı yıl İbrahim
Ethem Paşa’ya göre, bir dirhem=3,2204359 gram; bir okka=1288,172 gram idi
(Günergun, 1998: 35). İshak Efendi’ye göre ise 1 m=1,3193331 zira idi
(Günergun, 1998: 34). Daha sonraki yıllarda zira ve okka’nın eşdeğerleri için
bkz. Günergun, 1998: 45. Zirâ, dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir
uzunluk ölçüsüdür. Bu uzunluk ölçüsüne arşın da denir. Birbirinden farklı
uzunlukları olmakla birlikte genel olarak 54,04 cm olarak kabul edilir (Tashih
Heyeti 1997: 575).
doğal bir tahkimatının olmasıdır466
(Fotoğraf 4). 16 Haziran 1703’te, Karaton madeninde tavân ve kuyu için gerekli
400 tahta üçer akçeden 10 kuruş masraf gösterilirken, kuyunun ortası için de
kerestenin gerekli olduğu belirtilmiştir467
(BOA, KK.d 5184: 8). 1708’de, ocaklarda kuyu, lağım ve baca inşaatlarında
kullanılan “les ağacı” adıyla anılan bir tür kereste, Sidreakpsi
madenlerinde inşa edilen kuyu, baca ve lağımlarda tavan ile duvarların
çökmemesi için destek amaçlı kullanılmıştır (Altunbay, 2010: 56).
1.1.1.5. Mağaralardaki Organizasyon
Osmanlı
devleti, madenlerde birbirini denetleyen ve tamamlayan bir organizasyon kurmaya
çalışmıştır. Bozkır madenine ve diğer madenlere atanan eminlere verilen
sermaye, ustabaşılar vasıtasıyla ustalara ve onlar vasıtasıyla ise madencilere
dağıtılmıştır. Madencilere verilen bu para avans niteliğinde olup, madencilerin
çıkardığı cevherler verilen bu avansa karşılık devlet tarafından satın alınırdı
(BOA, MEDAD 9: 210-1). Buradan hareketle devletin madenlerde birbirini
tamamlayan bir teşkilat yapısı oluşturduğu söylenebilir. Maden emini, kadı ve
maden katibinin birbirini kontrolü yanında cevherin mağaralardan çıkarılıp
biriktirilmesinde madencilerin hisselerinin, fırınlara konan cevherin,
fırınlardan çıkan cevher ile iskeleye ve darphaneye nakledilen cevher
miktarlarının her defasında kayıt altına alınması denetlemenin sıkı tutulduğunu
kanıtlamaktadır.
Bozkır
madeni emini olan kişinin yapması gereken görevlerden biri cevher olduğu
düşünülen yerlere madencileri sevk etmesiydi (BOA, MEDAD 9: 181-1). Külünkzen
adı verilen cevher kazan grubun işlerini yapması, mağara önlerinde biriktirilen
cevherlerin fırınların olduğu Siristat köyüne getirilmesi, mağaralar için
gerekli amelenin tedârik edilmesi ya da amele yerine ücret ödeyen kazalardan bu
ücretlerin tahsil edilmesi ve en önemlisi madenin çalışması için gerekli olan
sermayenin ustalar vasıtasıyla madencilere ulaştırılması ancak iyi bir
organizasyonla yapılabilirdi.
466 Benzer bir
örnek için bkz. Ahmet Refik, 1931: 50.
467 1842
yılında, Balya madeninde fırın masrafları arasında gösterilen kütüğün her biri
40 paradan hesap edilirken bu ücretin dört parası kanun gereği madenciler
tarafından karşılanmıştır (BOA, DRB.d 1037).
Cumartesi
günü kadı, emin, maden katibi ve roşt katibi ile şafarlar468
ve ehl-i maden olanlar izbor469
ederlerdi. İzbordan kastedilen bütün kuyuların yoklanıp kaç kulaçta olduğunun
tespit edilmesidir. Bu aynı zamanda şafarlar ile hutmanların görevlerini yapıp
yapmadığının tespiti anlamına da gelmektedir. Bu yüzden her hafta yapılan bu
tespit hafta başı olan cumartesi günü yapılırdı (Spaho, 1913: 152-153).
Madenlerde alınan bu önlemlere rağmen bir sorun ortaya çıkarsa, suçu işleyen
kişiye çeşitli cezalar verilirdi. Bir kişi madencilerin aletlerinden birini
çalarsa 25 ferfere (Spaho, 1913: 158) yani 300 akçe cezaya çarptırılırdı. Yine
maden mağaralarında görevli bir kişi borcundan dolayı hapis olunsa pazar günü öğleye
kadar tutulur ve bir kefil bulunarak madendeki işine gönderilirdi (Spaho, 1913:
158). Maden işlerinin aksamaması ve devamlılığı için böyle bir yola
başvurulmuştur.
1.1.2. Cevherin İşlenmesi
Bozkır
madeninde çıkarılan cevherlerin kayıtları, maden kanunlarındaki gibi tutulmuş
olmalıdır. Kanunnamelere göre, mağara ağızlarında ya da cevher işleme
merkezlerinde her hafta sonu üretimi yapanlara göre kadı ve maden eminlerinin
nezaretinde kayıtlar tutulurdu (Spaho, 1913: 143). Bu şekilde toplama
merkezinde biriktirilen cevher birinci defa yıkama470
işlemine tabi tutulurdu (Anhegger, 1944:353). Bu işlem civardaki bir akarsuyun
arklarla işleme merkezine getirilmesi ile yapılırdı. Maden ve kuyular için arkı
getiren kişi haftada her plakaniçeden dört akçe alırdı (Spaho, 1913: 162). 1837
yılında Gümüşhacıköy madeni kâl ocaklarına su yolu masrafı olarak 155 kuruş
kayıt edilmiştir (BOA, HH.d 13823: 2). Bozkır madeninde ise bu işlem Çarşamba
Suyu’nda yapılmıştır, zira hem aşağıda belirtilen şartlara en uygun yerin
Çarşamba Suyu olması hem de suyun fırınların yanında yer alması bu ihtimali
kuvvetlendirmektedir.
Zaifi’ye
göre, birinci defa yıkanan ve suya yakın bir yere yığılan cevher, dövülerek toz
haline getirilir ve yine toplanarak nemlendirilirdi. Suyuyla yıkanarak
468 Her 10 kuyuya
şafar tayin edilmiş ve haftada 30 akçe ücret almıştır (Beldiceanu, 1964: 328).
469 İzbor,
cumartesi günü madenlerde çalışanların yaptığı hususi toplantıya denirdi
(Anhegger-İnalcık, 2000: 7).
470 1488’de,
cevherin yıkanmasından, ayrıştırılmasına kadar geçen süreçte yapılan harcamalar
için bkz. Akgündüz, 1990b: 566.
temizlenir, kök kök olan cevher
toplanarak roşt olmak için hazırlanırdı471
(Anhegger, 1944: 354). Bundan sonra cevher ikinci defa yıkama işlemine tabi
tutulurdu. Yıkanacak cevher tahtadan bir yere konulup su ile yıkanırdı ve o
tahtaya plakaniç472,
bu cevheri karıştıran alete karaçana denirdi. Bu tahtanın altında bir havuz
bulunurdu ve temizlenen cevher yakınlardaki bir binaya konularak korunurdu473.
Havuzda kalan cevher yeniden temizlenirdi ki ondan aşağıda da bir havuz vardı.
Buradaki cevher de yıkanarak ayrıştırılırdı. Bunların yanında derenin içinde
bir cevher daha vardı (Spaho, 1913: 142-143). Vatruk adı verilen görevli
cevherin yıkanmasını takip ederdi, cevher tam temizlenmemiş ise tekrar
yıkatılır ve ondan sonra çarha götürülürdü. Ancak çarha götürüldükten sonra
sahiplerine geri verilemezdi474
(Spaho, 1913: 161).
İİİ.
Murad döneminde hazırlandığı
belirtilen bir layihada ise şu bilgiler verilmiştir. Madenlerde üç-dört kişi
anlaşarak bir kuyuyu işletebilir. Dört nöbet475
usulüyle çalışan bu kişiler maden katibi tarafından kaydedilir, kuyudan çıkan
cevherler biriktirilirdi. Üç zira miktarı eni ve uzunu olan tahtaya su konulur
ve kreçira adı verilen aletleriyle cevheri çalkalayıp, taşı topraktan ayırarak
temizlerlerdi. Cevher yıkandıktan sonra taşlı toprakla bir miktar cevher de
giderdi. Onu toplayıp bir
471 1704
yılı başlarında Sidrekapsi madeninde 144.000 kıyye cevher kuyulardan
çıkarıldıktan sonra “roşt işlemi” ile arıtılarak, sekiz kez yapılan roşt
işleminden 48.000 kıyye saf cevherin teşkil edildiği ve bunların fırınlarda
tekrar gümüş, altın ve kurşun olarak ayrıştırılacağı haberi verilmiştir
(Altunbay, 2010: 42). Roşt, bir fırınlık yani altı bin okkalık topraktan
çıkarılmış ham cevhere denirdi (Çağatay,
1944:
266).
472 Karışık halde
bulunan bu cevherlerin yıkanıp, çalkalanıp taş ve toprağının ayrıştırıldığı yer
ve alet kanunnamelerde blakaniç olarak geçmekteydi (Akgündüz, 1990a: 161;
Akgündüz, 1990b: 444). Bir başka kanunnamede ise, plakaniç olarak geçmektedir
(Spaho, 1913: 140).
473 Bozkır
madeninde cevherlerin ve işlenmiş kurşunların konulduğu binalara mahzen
denilmekteydi (BOA, D.DRB.THR 6/37).
474 İslam
dünyasında cevherler metalurjik merkezlere gönderilmeden önce çarpma, eleme ve
yıkama gibi yöntemlerle çeşitli operasyonlardan geçirilerek ezilir ve
küçültülürdü. Altın cevherler ise daha iyi derecede ezilir ya da dövülürdü.
Ezilme işi kayalıklardan elde edilen cevherlerde sıklıkla kullanılırdı. Bu iş
için genellikle el değirmenleri ya da su kullanılmaktaydı (Al-Hassan- Hill,
1986: 969). Gümüşü ayırma işlemlerinden ilki kurşunla karıştırma usulüdür. Bu
usule göre kurşunla karıştırılan gümüş basit bir fırında eritilerek,
gümüş-kurşun karışımı elde edilirdi. Bartolomes de Madina tarafından 1557
yılında gümüşün civa içerisinde erimesi esasına dayanarak geliştirdiği amalgam
usulü de vardır ve birkaç yüzyıl kullanılmıştır. Bu usule göre, dönen taş
tekerleklerin arasında gümüş madeni su ile ezilerek çamur haline getirilir ve
sonra taş zemin üzerinde tuz ve civayla karıştırılır ve birkaç gün bu taş
tekerlekler arasında ezilirdi. Bu usulde, gümüş bileşikleri metal gümüşe
indirgenir, civayla beraber meydana gelmiş olan amalgam toplanır ve yıkanır.
Elde edilen civa dağıtıldıktan sonra yeniden kullanılmak için toplanır ve gümüş
çökelekleri de temizlenmek için tasfiyehanelere gönderilirdi (Türk
Ansiklopedisi, 1970: 160).
475 1536
yılında “…nevbetlerine gelmeyüb hidmetlerin eda itmeyen kuyucuların âdet-i
kadim üzere emin te’dib idüb…” denilerek geri hizmetlerine
gönderilmesi istenmiştir (Spaho, 1913: 141).
yere yığarlar, güneş tesirinde
bırakıldığından taş cevherden ayrıldığında tekrar plakaniçde yıkayarak cevheri
tefrik ederlerdi. Ondan sonra dahi kalan taş ve toprağı bir yere yığarlardı.
Onu dahi bir zaman sonra yıkayıp cevherini alırlardı. Kuyu başlarında kalan bu
taş ve toprak yağmur suyuyla ya da bir yerden su getirilmesiyle kalan cevher de
alınırdı. Cevher yıkandıktan sonra maden ahalisi ile kadı, emin ve maden katibi
gelerek cevheri ölçer ve deftere kaydederdi476
(Akgündüz, 1990a: 161-162).
Cevherin
yıkanmasından sonra yükler halinde izabe edilecek cevher fırınların yanına
getirilirdi ve bu işleme “roşt” adı verilirdi (Spaho, 1913: 143; Anhegger,
1944: 353). Madenciler cevheri hayvanlara yükleyerek çarha götürürlerdi.
Madenci, emin ve maden katibinden alınan tezkere roşt katibine gösterilir ve
tezkerede yazan cevher miktarı ile yapılan ölçüm tutarsa o da madencilere bir
tezkere verip cevheri roşt ederdi. Roşt etmenin kaidesi, bir yere odun ve kömür
getirerek bir daire yere bir miktar kömür, sonra odun ve bir miktar cevher ile
tekrar odun-kömür-cevher bu üslup üzere bir kömür, bir cevher bir odun cevher
bitene kadar buğday yığını gibi yığılıp ateşin nüfuz etmemesi için üzeri
çamurla sıvanırdı. Bu yığının orta yerine ateş koymak için bir delik korlardı.
Yakılan ateş sönünce cevher eriyip kurşunu çıkardı477
(Akgündüz, 1990a: 162). Kat kat döşenip buğday çeci şeklini aldığında balçıkla
sıvanan cevher478,
odun ve kömür üç dört hafta yanardı (Anhegger, 1944: 354). Bozkır madeninde ise
bir fırın, beş gün beş gecede 10 nöbet ile yakılmıştır479
(BOA, MEDAD 8: 653-1).
476
Karatova madeni hakkında bilgi veren şair Zaifi, cevherin çıkarılması ile
ilgili şu bilgileri vermiştir. İki üç yüz kulaç urganla kuyulara giren işçiler,
meşalelerle aydınlatılan kuyularda cevher kazardı. Cevherler biriktirildikten
sonra kadı, emin ile ehl-i maden hisseleri dağıtır, humsu padişaha verilirdi
(Naklen: Anhegger, 1944: 353).
477 Roşt işlemi
için ayrıca bkz. Beldiceanu, 1964: 370. Roşt işlemi esnasında taşları ayıran
ırgada ve cevheri suda yıkayan ustalara ücret verildiği gibi; kömür, odun
ücreti ile roşthaneden cevheri çarha götürmek için kira verilir ve cevheri
kurşunla eriten ustalara da ücret verilirdi (Beldiceanu, 1964: 344-345).
478 İlk
önce bir kemer cevher, bir kemer odun ve onun üzerine de bir kemer kömür olmak
üzere bitinceye kadar üst üste yığılır. Oluşturulan yığının etrafı balçıkla
sıvanırdı (Spaho, 1913: 143; Anhegger, 1944: 354).
479 Maden
cevherlerinin tasfiyesi için yapılan ameliye olan roşt, roştuna göre üç dört
mak‘ad yanardı (Akgündüz, 1990b: 444). Yığının en altında hava deliği ve üstünde
de dumanın çıkacağı bir deliğin bırakılmasına dikkat edilirdi. Daha sonra ise
ateşlenen fırınlar yedi sekiz gün boyunca sürekli yanardı. (Spaho, 1913: 143).
1842 yılında bir fırında eski usulle yedi gün altı gecede karışık cevherler
imâl edilmiştir (BOA, DRB.d 980)
Döşenen
cevher, kömür ve odun yandıktan sonra kadı, emin ve kâtip üzerine vararak kanun
üzere üçer himl ayırarak, her üç himl480
kanun gereği hîce denilerek bu miktarın içine 12 kantar481
mürdesenk karıştırılırdı. Uzunluğu ve genişliği ikişer zira birer körük, bir
fırın bina olunmuştur. Fırın yakıldıktan sonra cevher üstten boşluğa akacak
şekilde bir havuz yapılırdı. Fırından çıkan karışık haldeki cevher fırın
yakınlarındaki bir ocak yerinde çam ağacından dört tomruk ile kül oluşturulunca
ocak kurutulup üzerine odun ve onun üzerine kurşunlar yüklenip ve çam tomruklar
da kurşunların üzerine konulup (Spaho, 1913: 143) yakılırdı. Körükler
vasıtasıyla dolap döndürülür ve ateş gerekli sıcaklığa ulaşınca kurşun eriyerek
ocağa akardı482.
Ateş altında kaynadıkça kaymak gibi mürdesenk ortaya çıkardı483.
Kanun gereği o ocakta görevli olan çestlaç bunu alırdı. Mürdesenkle birleşik
olan bu cevher gümüş kalıncaya kadar devam ederdi. Bu durumda kadı, maden emini
ve kâtibe haber verilerek ne kadar ürün elde edildiğini öğrenmek için mahkemede
tartılıp defterlere kaydedilirdi. Her hafta tekrarlanan bu işlem sonucunda
kalhaneye gönderilen gümüşün484;
kadı, maden emini, maden katibi ve roşt katibinin de bulunduğu kalhanede kanun
üzere, 100 dirhemine beş dirhem bakır katılarak485
ocağa konurdu. Kalcı adı verilen usta demir maşasıyla; bakır, kurşunu yiyip
kendi dahi kaybolana ve sadece gümüş kalana kadar karıştırırdı. Burada ortaya
çıkan gümüşler sahib-i ayara teslim edilir ve deftere kaydedilirdi486
(Spaho, 1913: 144). Bu aşamadan sonra ise elde edilen gümüşler para yapımında
kullanılırdı487.
480 Bir himl,
dört kabal kabul edilen mahalli ölçüye eşit olup 99.576 kg’a eşittir (İnalcık,
1991a:13).
481 Bir
kantar 44 kıyye idi (BOA, C.SM 63/3196).
482 1588-1589
tarihli maden kanununda çok kısa bir bilgi de olsa cevherin işlenmesi ile
ilgili “Ma‛den çıkan gümüş kokulu olub kefçeye girüb kâl olunmakta
aslâd ‛asîr ve gümüş zâyi‛ olmak görine ‛alâca hemân ateşin çeküb soğuya yine
ateş idüb kaynamağa başladıkda bir kıyye fer ve mesel bir adam tersîn halt ile
halis gümüş ola gaslde olunmaya” (BOA, MAD.d 22148: 6) denilmiştir.
483 Bozkır
madeninde 27 Ekim 1793 tarihinde, 10.000 kıyye kurşun kal olacak mürdesenk
külçe hazır olduğu piristat ve kalcıbaşı iyileştiği zaman kal olunup der-mahzen
olunacağı maden emini tarafından bildirilmiştir (BOA, D.DRB.THR 6/29).
484 Gümüşler
cistiladan çıktığında bir deri keseye konulup kâtip ve şafar mühür ile emin de
vezn idüb mahkemeye gönderilip onlar dahi vezn idüb ne miktar olduğu deftere
kayd edilip mühürlenir ve kal işlemi için hazır hale getirilirdi (Spaho, 1913:
146).
485 Gümüşü
sertleştirmek için de bakır kullanılmıştır (Halil Edhem, 1307: 73).
486 Bu
işlemin anlatılışı için bkz. Anhegger, 1944: 354-355.
487 Cümle
mübaşirin, kadı, emin, kâtibler ve ustalar gelüb ondan sahib-i ayar nekra
sahiblerinin nekraların vezn idüb nekraların sahib-i ayara teslim ederler ve
kadı, emin ve kâtibler ale’l-infirâd defterlerine kayd idüb ve sehmine üçer
akçe dahi kayd iderler kıymeti bağlarlar ve ol nekra hanesinde ol aldıkları
nekraları sahib-i ayar kepçeye koyub kaç nevbet olursa eridüb subke iderler 13.000
dirhem olucak bir nöbet hasıl olur vezn idüb ustalara teslim iderler ve deftere
kayd iderler ve ol vakt 65
Fırının
üslubu, taştan bir duvar yapılarak duvarın dibine bir delik konulması
şeklindeydi. Körüklerin lüleleri oraya konurdu ve duvara yamaşık fırın
ederlerdi. Önünden iki deliği olurdu. Birbirinden bir karış yüksek, üstünde
olan delikten cevherin dördü ki akıp altında olan delikten kurşun akıp işler,
roşt olan cevher tamam çekildikten sonra kaç kıta kurşun olursa vatruk gelip
maden emininden cistile edilmesi için icazet tezkeresini alırdı (Akgündüz,
1990a: 163). Evliya Çelebi, Samakov madeninde eritme işlemi için devamlı
yakılan körüğü on adamın çekemeyeceğini ve körüğün maden ocağının yakınına
konulan bir su değirmeninin çarklarınca döndürüldüğünü yazmıştır488
(Sevinç, 1980: 110). Aşık Çelebi, genellikle galen ve diğer sülfür çeşitlerinin
tasfiyesi için, maden ocaklarında kullanılan fırınların körüklerini çalıştıran
su çarklarının –ziraatta kullanılan eski İran su çarklarından ayırt etmek için-
Frenk çarkı olduklarını belirtmiştir (Murphey, 1992: 14). Çarh, bir su çarhı
diğeri bargir ile çekilen kuru dolap olmak üzere iki türlüydü. Suların
çoğalması üzerine kuru dolapla amele gelirdi. Çarhın birçok hizmetkarı vardı
fakat bunlardan başka kimse cevher çekmeye kadir değildi. Çarhın cevheri
yandıktan sonra tekneyle489
cevherini alırlardı (Akgündüz, 1990a: 162-163).
Cistila, bir
mahalde tekne resminde kül ve kum ile teşt ederler ki vüsatde kurşuna göre
ondan sonra ateş ile kuruduktan sonra kurşunu üzerine koyup, eritip,
dirhemi kefçede tahrik olunub
kesr gelür kanun budur ziyade olucak onu sahib-i ayara tazmin olunur ve ustalar
dahi kendüye teslim olunan nekra- i alub kârhâneye gelüb kasâcçı tâb zânına
tartı virüb ol dahi tavlayub kasâcçuya virir oldahi tamam tâsî-i evâzedüb ve
götürüb ustalara teslim ider ondan ustalar kelpedenci ocağına kelpedenciye
virir oldahi temam temâmı çekdikten sonra götürüb ustalara teslim ider ondan
ustalar pergelleyüb tuğracıya virir oldahi tuğralayub girü ustalara teslim ider
ondan ustalar karmaya çâşni kuyucuya virir oldahi kehle idüb girü ustalara
teslim ider oldahi vezn idüb ağardıcıya virir ve ağardıcı ağardub ve götürüb
yine ustalara teslim idüb ustalar sikkezene virir sikkezen sikkeleyüb ve
getürüb ustalara teslim idüb ustalar kadıya, emine, sahib-i ayara ve kâtibe
haber idüb nekra hanesinde cem‘ olub ve nekra defterlerin ihzar idüb nekra
sahiblerine üleştireler ustalar dahi kendüye teslim olunan 13.000 dirhemin 120
dirhemin kanun-i padişahî mûcebince ustalara virilüb ve 880 dirhemi ki
hurdalıkdır taleb olundukda bir mikdarı işlenüb meskûk olunur ve meskûkdan
mâada ne kalursa hurda olub taleb olunub ahz olunur ve defterde meskûk ‘aynî
ile kayd olunub ve ondan sonra sâfî kalan nöbet 12.000 dirhemdir her 100
dirhemi 420 üzerine 50.424 akçe olur ki bu zikr olunan akçeden nekra sahibleri
ma‘rifetiyle 100 dirhem çeşnî alunub add olunur temam
420
geldikde tâblanub temam ve sahih bulduktan sonra ol- çeşnî-i
bir pâre beze bağlanub hazane-i amireye mahsus darbhaneye irsal oldukda kaç
nöbet işlediyse olkadar merbut çeşnî aynî ile irsal olunur ve bir nevbetten
3.800 akçesi mühri içün ahz olunur ve bâki 36.055 akçesi nekra sahiblerine
tevzi‘ olunur ve bu tevzi‘ olunan akçeden maden emini ‘öşrin alıb hıfz ider…
(Spaho, 1913: 144-145) ifadesi kanunnamede zikredilmiştir.
488 XV.
ve XVI. yüzyılda Almanya’da su çarkları, maden kuyularındaki suyun
boşaltılmasını ve maden eritme ocaklarında kullanılan körüklerin
çalıştırılmasını sağlıyordu (Tez, 2005: 132).
489 Maden
kuyularındaki toprağın tekne ile çıkarıldığını gösteren örnekler de vardır
(Beldiceanu, 1964: 357).
kaynamağa başlar. Cistilar,
kurşunu gümüşten tefrik eden görevlidir. Kurşun üzerine köpük resminde kömür
ile mahlut bir nesne çıkar ki, asıl gümüşü onda olur. Üzerinden sıyrılıp
yunarak tekrar cistilaya konularak tekrar yıkanıp cistilada kaynatılır. Tamam,
kurşunu halt olunca, ondan sonra muhkem kaynayarak mürdeseng olub ocaktan taş
akmaya başlar. Mürdeseng aktıktan sonra gümüş orta yerde kalır. Su vurup
ocaktan çıkaran şafar mühürleyip kalhaneye getirir. Kalhanede kal olup halis
olduktan sonra darphaneye iletilirdi (Akgündüz, 1990a: 163).
Kanunnamelerde
geçen bu bilgiler yanında seyyahların cevherlerin işlenmesi ile ilgili gözlemleri
ise şu şekildedir. Kâtip Çelebi, Gümüşhane madenlerinde cevherin ayrıştırılması
ile ilgili şu kayıtları tutmuştur. Cevher ilk fırınlaması esnasında
yakılmasında az olan toprağı kabuk gibi ayrılarak zenberekte kalır. Eriyerek
ayrılan aşağı ocağa iner. O eriyip terk edeni/mutarik-i zabı kal ateşine
koyduklarında kendisine bir yol bularak kırmızı bir mum gibi eriyip pişirilen
cevherin yüzüne çıkar, mürdesenk denilen kurşun olur. Pişirilen saf maden
aşağıda kalır. Madenin sıcaklığının ölçüsü tam olmadığından bu cevherin çoğu
gümüş, az bir miktarı ise altındır. Ondan sonra tîzabda gümüşü çözerken altın
çöker. Bu şekilde bir maden cevherinden üç türlü maden ortaya çıkarılır (Ahmed
Vâsıf Efendi, 1978: 296). Ocaklardan elde edilen simli kurşun ergitilerek
kurşunu ayrılırdı. Geri kalan gümüşte altın varsa Rumeli’de “tizab”
denilen nitrik asitle muamele edilerek meydana çıkarılırdı. Mâ-i faruk/ayırıcı
su adı verilen nitrik asit imali için güherçile gerekirdi (Sahillioğlu, 1989:
534-535).
1910 yılında
Bulgardağı madenine giden Ahmet Şerif fırının durumunu, cevherlere yapılan
işlemleri şu şekilde gözlemlemiştir. Pek âdî ve basit olan fırın, arkasında iki
işçi tarafından hareket ettirilen bir körükle işletilirdi “Fırını odunla
yakıyorlar, cevheri ocağa döküyorlar, körük devamlı çekiliyor. Sıcaklık
istenilen dereceye gelince, cevher erimiş ateş hâlini alıyor ve ocaktaki oluk
açılarak, aşağıdaki uzun kalıba dökülüyor, orada, az bir süre kaldıktan sonra,
sertleşiyor, üzerinde beyâz bir renk bulunan simli kurşun oluyor ve bir ocakta
bu işlem, cevherin saflığına göre üç-dört def‘a tekrâr ediliyor. Ocakta ise,
kül hâlinde cürûf kalıyor, bu atılıyor.” Bundan sonra, maden külçelerinin
eritilip arındırılması işlemi olan kâl işlemi başlar. İzâbe
fırınından alınan kurşun parçaları, kâl fırınına götürülür “bu fırın
az bir farkla, diğerinin
aynıdır”. Fırının arka tarafında bir oluk vardır. Bunun üzerine iki sıra odun
konur. Kurşun kitlesi arada kalır. Körük çekilir, gerektiği kadar sıcaklık elde
edilince, kurşun erir ve taş halinde, kurşun oksit kalarak, altınla karışık
gümüş, oluğun içine çökelir. Buradan gümüş parçaları akarak saklanır. Kurşun
oksit de, ambara konulur. Bütünüyle dolmuş olan ambarlarda, beş yüz bin okka
kurşun oksit bulunduğunu, memurlar, tahminen söylüyorlar. Altınla karışık olan
gümüşü, maden idaresi, nezarete gönderiyor ve orada tahlil edilip, altını
ayrılarak, müzayede ile satılıyor. Fiyatı buraya bildiriliyor, galiba
masrafları çıktıktan sonra, altının dirhemi
12
kuruş 32 para, gümüşün dirhemi ise
18 para ve kurşun 12 para tutuyor (Ahmet Şerif, 1999: 230). Fırınların önünde,
dere içinde, yığın yığın cürûf, izabe işleminde cevherden kalan posa vardır.
Bunlara hiç önem verilmediğinden dere alıp götürmektedir. Hâlbuki geçenlerde
gelen maden mühendisleri bu cürûfta % 47 oranında cevher kaldığını
söylemişlerdi. Demek ki bu hiç kullanılmadan mahvoluyor ve su ile gidiyor.
Diğer işlemle, bu cüruftan faydalanmak mümkün olduğu gibi, kurşun oksitin de
tekrar kurşun haline getirilmesi pek mümkündür (Ahmet Şerif, 1999: 230).
Bozkır
madenindeki cevherlerin işlendiği fırınlar ile ilgili olarak ilkokulun490
yanında bir höyük gibi yığılı duran cüruflar madenin işlenişine delil olabilir
(Oral, 1957: 31). Ocaktan çıkan madenler kasabada, çay kıyısındaki ilk mektebin
bulunduğu yerdeki tesislere getirilmekte ve bu tesislerde yapılan işlemler
sonucunda kurşun, gümüş ve az miktarda altın elde edilmektedir. Bunların
cürufları son zamanlara kadar mektebin güney çevresinde görülmekte idi (Sümer,
1995c: 14). Cevherler Çarşamba Çayı’nın kenarında, pazar yerinin batısında
bulunan fırınlarda işlenmiştir. Bu düşünceye kanıt olarak, fırınların yakılması
için gerekli olan körüklerin çalıştırılması için suyun gerekli olması
gösterilebilir. Faruk Sümer, altın ve gümüşün de Bozkır’da ayrıştırıldığını
söylemesine rağmen Bozkır madeninde sadece gümüş ile kurşun ayrıştırılmıştır.
İçerisinde altın olan gümüş, “mahlût sim” olarak adlandırılmış ve
darphaneye gönderilerek orada ayrıştırılmıştır (BOA, C.DRB 355).
490 Bozkır’da
yapılan incelemeler neticesinde fırınların cuma pazarının batısında yer aldığı
tespit edilmiştir.
Cevherlerin
ayrıştırılması esnasında kullanılan fırınlara yapılan masraflar, çeşitli nedenlerden
dolayı Osmanlı madenlerinde farklıydı. 24 Şa‘bân 1195/15 Ağustos 1781’de Bozkır
madeni fırınlarının masrafı 118,5 kuruş491
olmuştur. Fakat bir fırının masrafının 94,5 kuruş 15 para olması gerektiğinin
söylenmesi üzerine darphane nazırı, maden fırınlarına naklolunan kömür ve
kütüğün beşer altışar saat mesafedeki mahallerden geldiğinden her fırının
masrafının 50-70 kuruş arasında olduğunu, cevher kazılması, cevher nakli,
çakılcı masrafı ve diğer masrafları ile birlikte beş gün beş gecede 10 nöbet tabir
olunup bazı fırında 20.000 ve bazısında 15.000 cevher noksan olduğuna değinerek
her fırının birbiriyle mukayese imkanının olmadığını dile getirmiştir. Zira
bazı fırına 10.000 kıyye bazısına ise cevherin çabuk erimesi nedeniyle 6.000
kıyye kömür gitmekteydi. Kal kütüğü de bu şekildeydi. Bununla birlikte cevherin
iyi, orta ve kötü olup olmadığı da bilinmemekteydi (BOA, MEDAD 8: 653-1).
Dolayısıyla bu etkenler fırınlara yapılan masrafları da artırmaktaydı.
Fırınlarda yapılan üretim sonucu ortaya çıkarılan ürünler mahzenlere konurdu.
Bozkır madeninde bir fırın mahzeni vardı (BOA, MEDAD 8: 633-1). Üretilen
kurşunların konduğu bu mahzen (BOA, MEDAD 8: 670-1) kurşunların korunması için
kullanılmış, mahzendeki kurşunların başına bir hadise gelmesi durumunda ise
görevlilerden iki katıyla tazmin edileceği ifade edilmiştir (BOA, MEDAD 8:
691-2).
Madenlerde
cevherlerin işlenmesi kış şartlarıyla yakından ilgiliydi. Kış aylarında cevher
kazmak mümkün değilse de genelde fırınlar cevherleri ayırmak için yakılırdı.
Keban ve Ergani madenlerinde mart, nisan ve mayıs ayları çok soğuk geçtiğinden
dolayı fırınların haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarında çalışabileceği,
bu yıl üç defa gönderilen gümüşün son defa gönderilenin bu yüzden az olduğu, 4
Mart 1840’ta, merkeze bildirilmiştir (BOA, C.DRB 1634). Bozkır madeninde ise
Siristat’a naklolunan cevherler kışın da işlenebilmiştir (BOA, D.DRB.THR 6/29).
Kış ayları, Bozkır madeni mağaralarının Bozkır ve Alanya arasında olmasından
dolayı mağaralardan cevher çıkarılmasını ve bunun Siristat’a naklini
engellemiştir. 11 Ekim 1788 tarihinde, Bozkır madeninde üretilen kurşunun
491 Bereketli
madeninde 18 Ekim 1779’da 7.200 kıyye cevher alan bir fırının masrafı 75
kuruştu (BOA, C.DRB 3058). Balya madeninde ise bir fırına 6.000 kıyye cevher
konulmuştur (Su, 1939: 24, 64).
Alanya İskelesi’ne taşınması
gerekirken kasım ayı geldiğinden ve şiddetli kıştan dolayı maden ile iskele
arasındaki yollar kapalı olduğundan kurşunun nakli mümkün olmamıştır (BOA,
C.DRB 3137).
Bozkır
madeni fırınlarında istihdam edilen görevlilerle ilgili bir bilgi tespit
edilememesine rağmen diğer madenlerdeki uygulamaların geçerli olduğu
düşünüldüğünden diğer madenlerde çalışan amelelerle ilgili şu bilgiler tespit
edilmiştir. 1842 yılında Balya madeninde 40 fırın körüğünde 369 nöbette 2.583
amele ile 39 kal körüğünde her kâlde dört kişi bulunmak üzere 156 kişinin
görevlendirildiği, bu amelelerin 200 para olarak görünen ücretinin “nizam
gereği” 30 parasının madenciler tarafından verildiği; 39 fırında 39
çarkçının görevlendirildiği ve yevmiye olarak 10 kuruş verildiği görülmektedir.
Buradan her kal körüğünde dört ve her fırında bir çarkçının görevlendirildiği
anlaşılmaktadır. Balya madeninde 1842 yılında 40 fırında 80 piristat
görevlendirilmiş ve bu görevlilere 1.255,5 kuruş ücret verilmiştir. Her fırına
iki piristatın düştüğü madende, her fırına günlük 10 kuruş ücret verilen bir
fırın mütevellisi görevlendirilmiştir. Yine Balya madeninde kal üstadiyesi
adıyla 531 kuruş ödenmiştir (BOA, DRB.d 1037).
Fırınların
bulunduğu yerlere cevher nakletmek de madendeki önemli işlerden biriydi. 1837
yılında Gümüşhacıköy madeninde cevher nakliyesinde görev alan cevherkeşan,
20’şer para eksik ücret verilmesine rağmen yine hizmete devam etmiştir. Bir
fırına 30 küfe cevherin kullanıldığı madende, her küfe cevherin nakliye ücreti
5,5 kuruş olmuştur. Yine aynı madendeki fırınlar 10 nöbet itibarıyla çalışmış,
fırınlardaki amele için kazalardan dörder kuruş tahsil edilip ikişer kuruşu ameleye
verilirken kalanı maden eminine gelir olarak kaydedilmiştir. Bir fırına 30 küfe
cevher ile 60 küfe kömür kullanılmıştır (BOA, HH.d 13823: 1). Balya madeninde
de cevher ve cüruflar küfe hesabıyla taşınmıştır. Cürufun her küfesi 160,
cevherin her küfesi ise 200 paradan hesap edilmiştir. Aynı madende odun, kum,
kül ve taş nakliyesi için de ücret ödenmiştir (BOA, DRB.d 1037). Gümüşhacıköy
ve Balya madenleri arasında cevherin küfesinde 20 paralık bir farklılık
bulunmaktadır. Cevher nakledilen yerin uzaklığı bu iki maden arasısındaki
farklılığının ortaya çıkmasına sebep olmuş olmalıdır.
Maden
eminlerinin nevruza yakın muhasebeleri görülürdü (Spaho, 1913: 140). Bu işlem
esnasında maden için yapılan bütün harcamalar kaydedilirdi (IV. Bölüm).
Madenlerde üretilen altın, gümüş, kurşun gibi madenlerin çıkarılması ve
işlenmesi aşamaları ile naklinde harcanan bütün masrafları çıktıktan sonra
kalan miktar madenin yıllık kârını ortaya koymaktaydı ki buna “fayiz-i maden”
denilirdi (BOA, MEDAD 8: 548-1; 681-1).
1.1.3. Madenlerde Çalışma Şartları
Madenlerde
cevherlerin çıkarılmasından işlenmesine ve nakline kadar her alanda ağır
çalışma koşulları vardı492.
Bu zorluğu madenciler için biraz da olsa hafifletmek için madenlerde nöbet
usulü çalışma sistemi benimsenmiştir. Bozkır madeninde fırınların yakılması
esnasında beş gün beş gece 10 nöbet usulü ile çalışılmıştır (BOA, MEDAD 8:
653-1). Çalışma şartlarının493
ağırlığı nedeniyle işçiler dönüşümlü olarak çalışmış ve bu hesaba göre haftada
iki gün dinlenmişlerdir.
Madencilik,
iş kazalarının çok olduğu alanlardan biridir. Yukarıda değinildiği üzere
mağaralarda tahkimat yapılarak çeşitli önlemler alınmaya çalışılmıştır. Buna ek
olarak çalışılan yer zehirli gazlar barındırdığından gerekli havalandırma
tedbirleri alınmıştır. Bununla birlikte sulu mağaralar madencilerin çalışmasını
zorlaştırdığından öncelikle suların temizlenmesi gibi önlemler alınmıştır. 1910
yılında Bulgardağı madenine giden Ahmet Şerif, bir madencinin günlük ücretinin
beş kuruşu geçmediğini ifade ederek madencilerle ilgili gözlemlerini şu şekilde
aktarmıştır: “Hâlbuki o, mağaralarda çalışacak, geçilmez yerlerde yürüyecek
ve bütün gün ateş karşısında körük çekecektir. Mağaralara inip çıkarken,
düşmek ve çığ düşmesine uğramak gibi tehlikeler ise, devamlı olmaktadır. Hatta
geçenlerde, düşen büyük bir çığ altında kalıp, derhal ölen, üç madenciden
birinin, bulunamayan cesedi, epeyce bir süre sonra, ben orada iken, karların
altından meydana çıktı. ” (Ahmet Şerif, 1999: 231).
492
Bu konu hakkında bkz. M. Bülent Varlık, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenlerde
Çalışma Koşulları Üzerine Bir Derleme/Deneme, Ekonomik Yaklaşım II, S.
1, Ankara 1981, s.191-210. Aynı makale için bkz. M. Bülent Varlık, Osmanlı
İmparatorluğu’nda Madenlerde Çalışma Koşulları, TCTA IV, İstanbul 1985,
s.917-922.
493 Ortaçağ’da
Avrupalı madencilerin çalışma şartları için bkz. Gimpel, 1996: 91-94.
Madenciler,
mağaralardan sonra fırınların yanına getirilen cevherin işlenmesinde de çok
ağır koşullarda çalışmıştır. Fırınların karşısında körükleri çeken görevlilerin
akşama kadar sıcağın karşısında çalışması zorlu koşullarla verilebilecek
örneklerden birisidir. Bütün bu ağır şartlara rağmen madenciler ürettikleri
madenlerin masraflarını karşılamaması gibi sorunlarla da karşı karşıya
kalabilmekteydi494.
Madenlerde çalışma şartlarının daha iyi anlaşılması için madencilerin izinleri,
ücretleri ve günlük ihtiyaçları gibi konuların da bilinmesi gerektiğinden
aşağıda bu konulara da değinilmiştir.
Hata en bile
olsa bir kimseyi öldürmenin müeyyidesinin diyet olduğu dikkate alınırsa, İslam
Hukuku’nda insan hayatına ne ölçüde kıymet verildiği anlaşılır. Ancak işveren,
kazalara karşı her türlü tedbiri almış, buna rağmen kaza olmuşsa, işverene
karşı dikkatsizlik ve tedbirsizlik gibi bir suçlama yapılamayacağından Hz.
Peygamber bu durumda madende ölen kimselerin varislerine karşı ocak
sahiplerinin malî mükellefiyetinin bulunmadığını bildirmiştir. Tabii ki bu
durum, işçilerin sosyal güvenliği için bir takım sigorta şirketlerinin
kurulmasına engel değildir (Aktan, 1986: 84). Nitekim 13 Nisan 1849 tarihinde
Gümüşhane madenlerinde lağımcı ustası olarak çalışırken üzerine lağımın
yıkılması üzerine sağ ayağı kırılan Yorgi adlı kişiye yaşadığı müddetçe maden
emini temettuatından verilmek üzere aylık 60 kuruş maaş bağlanmıştır (BOA,
DRB.d 1040). Madende çalışmadan dolayı meydana gelen zararın tazmin edilmesi
madencilerin sigortalandığı şeklinde yorumlanabilir.
1.1.3.1. Madenci İzinleri
Bozkır
madeninde üretim faaliyetleri mevsimlikti. Çünkü kış aylarında maden
çalışmamaktaydı. Fakat burada mağaralardan cevher kazılması kastedilmektedir.
Zira madenlerin işlendiği fırınların kışın da çalıştığı ile ilgili hem belge
(BOA, D.DRB.THR 6/29) hem de gözlemler (Hamilton, 1842: 339) bulunmaktadır.
Ancak üretilen kurşunların Alanya İskelesi’ne naklinin kış nedeniyle kasım
ayında gerçekleşmemesi nakil güzergahında bulunan mağaraların da çalışmadığını
494 “…mağaralardan
ihrac fetay-ı şehrde leknis tabir olunan havuzlarda birkaç defa tathir
ve süzüb kiriç gibi kurutmağla imâl olduğundan hâsıl olan zer ü simin
aidat-ı miriyyeleri ihraç olduktan sonra fiyatı miri üzere ita buyrulan mübayaa
bahaları fırunlarımız bahalarına vefa etmeyüb…” (Altunbay, 2002:
284). Cevherin su ile ayrıştırılması sonucu imâl edilen altın ve gümüşün
bahaları fırınların masraflarına yetmemiştir.
göstermektedir. Zira Bozkır
madeni mağaraları ileride değinileceği üzere Bozkır ve Alanya arasındadır.
Madencilik
sektöründe iş mevsimi olarak Nevrûz-i Rûz-i Kasım (Mart-Kasım) (Yüksel, 1997:
XXXV) veya Rûz-i Hızır-ı Kasım (6 Mayıs-Kasım) (Altınay, 1931: 40 ) tarihleri
verilmiştir495.
Bozkır madeninde ise altı aylık bir çalışma yapıldığına dair izlenimler elde
edebiliyoruz. Zira kazalar madene bağlanırken Kırili kazasından altı aylık
çakılcı ücreti talep edilmiştir496
(BOA, MEDAD 9: 176-1). Bozkır madeni mağaralarındaki çalışmalar, kış
şartlarından dolayı kasım ayında bittiğine göre, Bozkır madeninde madenin faal
olduğu aylar mayıs, haziran, temmuz, ağustos, eylül ve ekim ayları olmalıdır.
Kış aylarında, yerleşim yerlerine uzak ve dağlara yakın bir yerde olan cevher
mağaralarına ulaşımın zorluğu, buradaki kış şartlarının madencileri olumsuz
etkilemesi ve mağaralarda cevher kazmak ile çıkarılan cevherleri fırınların
olduğu Siristat kasabasına nakletmenin zorluğu gibi nedenler madencilik
faaliyetlerinin mevsimsel olmasına neden olmuştur.
Osmanlı
madenlerinde çalışan amelelerin isimleri defterlere kaydedilirdi. Amelenin
isimlerini içeren defterlerin birer örneği de İstanbul’a gönderilirdi497
(Ahmet Refik, 1931: 16). Deftere kayıtlı bir maden amelesinin maden emininden
izin almadan madeni terk etmesi mümkün değildi. Madeni terk edip evine gidecek
olan madenci fırınları işletmek şartıyla yerine güvenilir bir madenciyi vekil
olarak bırakmalıydı498
(Ahmet Refik, 1931: 26). Zira babadan oğla geçen bir meslek olan madencilik499
işlerinde çalışmak zor olduğundan madenlerden kaçanlar da oluyordu
495 Bir başka
araştırmacı ise madencilik
faaliyetlerinin, mevsimsel olarak 21 Mart-7 Kasım arasında
7,5 ay yapıldığını ifade etmiştir
(Murphey, 1986: 976).
496 Kırili
kazasının madene vereceği 150.000 kıyye kömür için kazaya 62,5 balta tayin
edilmiştir. Her baltanın haftada 100 kıyye kömür teslimi öngörüldüğüne göre
kaza haftada 6.250 kıyye, ayda 25.000 kıyye kömür teslim etmelidir. Bu
hesaplama kazanın vermesi gereken 150.000 kıyye kömürü altı ayda tamamladığını
göstermektedir. Benzer durum diğer kazalar için de geçerlidir.
497 Madenlere
bağlı köyler ahalisi de defterlere kaydedilirdi ve eğer köylerini terk
ederlerse geri getirilirlerdi (Anhegger-İnalacık, 2000: 12).
498 Gümüşhane
kadısına ve Gümüşhane, Keban ve Ergani madeni eminlerine gönderilen hükümde: “Gümüşhane
ve tevabii mukataası mirînin külliyetlü mukataası olub her
madende olan ustalar iktiza hasebile hanelerine gitmek lazım geldikde
varub gelince furunların işletmek şartile yerine mu‘temed vekil nasb ve emin
olanların yedinden izin kağıdı alub ve derakab gelüb hidmete kıyam eylemesi…”
(Ahmet Refik, 1931: 26) ifadesiyle yerine vekil bırakmanın gerekliliği
üzerinde durulmuştur.
499 Madenciliğin
babadan oğla geçmesi bir taraftan madencilik faaliyetlerinin sürekliliğini
sağlarken diğer taraftan, kabiliyet esası gözetilmediğinden dolayı,
madencilikten anlamayan insanların da madenlerde istihdamına sebep olmuş
olmalıdır. Nitekim Osmanlı’nın madencilik alanındaki teknolojik meselelerde
geri kalmasının az da olsa bir nedeni de bu olabilir.
(Tızlak, 1997a: 192). Hem
madenlerde çalışmanın zorluğu hem de madenlerde çalışacak maden işinden anlayan
fazla kişi olmaması nedeniyle, kaçan kişi yakalanıp maden bölgesine
getirilirdi. Usta, işçi, amele ve diğer madenciler belirli bir zaman için dahi
olsa yerlerine vekil bırakmadan işi bırakıp ayrılamazlardı (Çağatay, 1942a:
19). Bütün madenciler, vaziyete göre tayin edilmiş belirli bir zaman varsa, o
müddet bitmeden ya da maden ocakları kapanmadan izinsiz olarak hiçbir sebeple ayrılamazlardı.
Zaruri bir sebeple ayrılması gereken madenci, maden emininden izin kağıdı almak
zorundaydı (Çağatay, 1942a: 42).
Genel olarak
madenlerde beş gün çalışma ve kalan iki gün tatil olarak belirlenmiştir500
(Anhegger- İnalcık, 2000: 7,12,14,15). Avare gün ya da tatil olarak belirlenen
günlerin, çalışanların Müslim ve gayri Müslim olduğundan hareketle cuma ve
pazar günleri olabileceği Altunbay tarafından iddia edilmiştir (Altunbay, 1998:
45). Cuma gününün tatil olduğu konusunda bir tereddüt yoktur. Zira madencilikle
ilgili kanunnamelerde hafta başı olarak cumartesi günü zikredilmiştir501
(Spaho, 1913: 153). Ancak pazar gününün tatil olmasına şüpheli bakmak gerekir.
Zira fırınların devamlı yakılacağı ve hafta başının da cumartesi olduğu
düşünülürse diğer tatil gününün perşembe günü olması muhtemeldir. Bu durumda
gayrimüslim madencilere yerlerine bir vekil bırakma hakkı verilerek pazar günü
ayinlere katılmalarına izin verilmiş olmalıdır. Mağaralarda çalışanlar için,
fırınların aralıksız yanması gerektiği düşünülürse, haftanın ikinci gününün
tatil olması pek mantıklı gelmemektedir. Sas madeni kanununda “ve kuyu ki,
şurfı battal ola, rehin konulmazdan evvel sahibine hüccet
koyalar; tâ şenbe gününden çahârşenbe günü akşamına dek yıldı görünce urbarara
varub bir gümüş nesne koya; zamkoş için kıymeti ola.” (Akgündüz, 1993: 669)
şeklindeki açıklamadan hafta başının
500 1475
tarihli Kratova madeni yasaknamesinde de iki gün avare olduğu ile ilgili hüküm
vardır (Akgündüz, 1990a: 549). 1455 yılında hazırlandığı tahmin edilen
Novoberdo madeni yasaknamesindeki iki gün tatil olması ile ilgili bkz.
Akgündüz, 1990a: 556. Haftada iki gün avare olma ile ilgili ayrıca bkz.
Beldiceanu, 1964: 323.
501 Şenbe/Cumartesi
günü çeşitli görevlilerin maden üzerine varıp izbor etmelerinden bahsedilmiştir
(Spaho, 1913: 152). Sırpça zbor kelimesinden gelen cumartesi günü
madenlerde çalışanların hususi bir toplantısına izbor denirdi
(Anhegger-İnalcık, 2000: 7). Kadı, emin, maden kâtibi, roşt kâtibi, şafarlar ve
ehli maden olanlar cumartesi günü kuyulara bakarak, kuyuların kaç kulaçta
olduğunu, cevher durumunu tespit ederek kadı defterine kaydedilmesi ile her
hafta cumartesi günü gerçekleşen (Spaho, 1913: 152) bir teftişti, denilebilir.
cumartesiden başladığı ve
çarşamba gününe kadar çalışmanın tamamlandığı anlaşılmaktadır.
1.1.3.2. Madenci Ücretleri
Mağaralarda
ya da fırınlarda bu çalışma şartları altında çalışan madencilerin aldıkları ücretler
konusunda şu bilgileri vermek mümkündür. 1796-1797 yıllarında maden amelesinin
günlük 15-20 paraya çalıştığı ve bunun önceki yıllara göre iki katı bir ücret
olduğu tespit edilirken 1842’lerde ise, Ergani madeninde üretilen bir batman
bakır için maden amelesine beş kuruş 30 paralık bir ödeme yapılmıştır502
(Tızlak, 1997a: 191). 19 Şubat 1782 tarihinde, Bozkır madenine bağlı kazalardan
temin edilen baltacılar haftada yüz kıyye kömürü temin ederek fırınların olduğu
mahalle nakletmek karşılığında 60 akçe ücret almıştır. Yine madene bağlı
kazalardan temin edilen çakılcı amelesine ise yevmiye 20’şer akçe ücret
verilmiştir (BOA, C.DRB 2421). Benzer şekilde Bozkır madeninden Alanya
İskelesi’ne 100 kıyye kurşun 50 para nakliye ücretiyle görevli kaza ahalileri tarafından
taşınmıştır (BOA, C.DRB 3252). Bu örneklere bakılırsa maden işçileri yaptığı
işe göre günlük ya da üretim üzerinden ücret almıştır503.
22 Mayıs 1849’da madenciler yevmiye ile çalışmak istememiş ancak bu durum,
Tanzimat’ın bir gereği olduğundan yeni usul benimsenmiştir (BOA, DRB.d 1040).
Madencilerin aldığı ücretleri mukayese etmek için o günkü şartların ne olduğunu
da tam olarak bilmek gerekmektedir. Bu anlamda 1836 yılında ekmeğin okkasının
0,4 kuruş olması504
(Varlık, 1985: 921) madencilerin ücretlerinin düşük seviyede olduğunu da
göstermektedir.
Verilen
ücretlerin azlığı madencilerin yakınmalarını da beraberinde getirdiğinden
devlet, bu sorunu çözmek için madencilere ücret dışında çeşitli adlarla
ödemeler yaparak sorunu gidermeye çalışmıştır. Nitekim Bozkır madenindeki
madencilerin aldığı ücretler, masraflarını karşılamadığından dolayı madenciler
başka madenlere giderek borçlarını ödemek istemişlerdir (BOA, C.DRB 47).
Madenlerde
502
1836 yılında, Keban madeninde kurşun üretiminde çalışan işçilere günlük 1,25
kuruş ücret verilmiş tir. Bununla birlikte bu işçiler gerçek değeri 0,4 kuruş
olan ekmeği 0,1 kuruşa satın almışlardır (Varlık, 1985: 921). 1251/1835 yılında
Bereketli madenine bağlı köylerden 50’şer kuruş ırgadiye akçesi toplanmıştır
(BOA, DRB.d 1020).
5031820
yılında, Bozkır madeninden “caize-i maden-i Bozkır” adıyla 2.500 kuruş gayraz
ketebe, 7.500 kuruş bo‛ça baha ve 7.500 kuruş hizmet-i
mübaşiriyye teslim edilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 8824).
504 Konya’da
1792 yılında 45 dirhem pide ve somun bir akçe iken (KŞS 66: 152-1) 1793 yılında
33 dirhem pide ve somun bir akçeydi (KŞS 66: 152-2).
çalışanlara ödenen ücret
dışında “iane-i madenciyân” kaleminden de bazı yardımlar yapılmıştır
(Tızlak 1997a: 191; D.MMK.d 23125). Bu ödemeler onların üretim esnasında
sermaye konusundaki sıkıntılarını gidermek için yapılan “takviyet akçesi”
ödemelerinden farklı idi (Tızlak, 1997a: 192). Madencilere ayrıca in’âmat
adıyla bir miktar para505
(Çağatay, 1942a: 35) ile Gümüşhane’den gönderilen madencilere harcırahları da
verilmiştir. Nitekim 1772-1773 yılında Gümüşhane madeni eminine gönderilen
emirde Sidrekapsi madenine gönderilecek madencilerin harcırahlarının ödenip,
madene gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 2630).
1.1.3.3. Madencilerin Günlük
İhtiyaçları
Bozkır
madeni mağaraları ya da fırınlarında çalışan madenciler ile madendeki diğer
görevlilerin günlük ihtiyaçları Bozkır madeni emini olan kişi tarafından
karşılanmıştır. Bu anlamda, 20 Temmuz 1782’de, Bozkır madenindeki madencilerin
ihtiyaçları için 3.000 kuruşluk zahire mübayaa ve der anbar olunması lazımdır
denilerek sermaye talep edilmiştir506
(BOA, D.DRB.THR 2/20). Bu konuya bir başka örnek ise, Bozkır madeni ilk kez
kapatıldığında, madencilerin zimmetinde kalan 23.503,5 kuruşun alınması
emredilince, ustalar bu meblağın nakden verilmediğini, her hafta maden emini
tarafından ustabaşı olanlara demir, don yağı, zahire, cevher nakliyesi ve bir
miktar harçlık olarak verildiğini söylemişlerdir (BOA, MEDAD 8: 693-1).
Dışarıdan gelen madencilerin ve hayvanlarının bütün ihtiyaçları maden emini
tarafından temin edilmekteydi. Çünkü bu iş için zaman harcayacak olan
madenciler madene gereken önemi veremeyeceğinden, devlet onların rahat
çalışabileceği bir ortam yaratmaya çalışmıştır. Zira madencilerin yiyecekleri
yanında getirmesi de söz konusu değildi. Madencilerin kendi ihtiyaçlarını
karşılamaya çalışması madendeki çalışmaları da aksatacağından bu ihtiyaçlar
maden emini tarafından karşılanmıştır. Başka bir ifadeyle Bozkır madeninde
çalışan madencilere bahara kadar harçlıkları ve
505 Benzer
şekilde Bozkır madeninde görevli kâtibe yıllık 500 kuruş maaş verilirken (BOA,
DRB.d 970; BOA, DRB.d 159), verilen ücret yanında maişet adı altında bir
miktar yardım daha alan kâtip, bu miktarla birlikte yıllık 620 kuruş ücret
almıştır (BOA, C.DRB 3090).
506 Keban
madeninde ise, madencilerin günlük ihtiyaçları için yani “akvât-ı yevmiyeleri”
için gerekli ihtiyaç maddeleri Harput ovasında bulunan köylerden miri fiyat ile
sağlanırdı (Tızlak 1997a: 187). Yine benzer şekilde, 17 Eylül 1800’de,
Gümüşhane madenindeki madencilerin zaruri ihtiyaçlarını karşılamak üzere
Bayburt kazası köylerinden Belâhur köyü hem zahire mahalli ve hem de
Gümüşhane’ye yakın olduğundan dolayı zahireci olarak tayin edilmiştir (BOA,
C.DRB 1775). Bozkır madeninde bu şekilde zahireci olarak tayin edilen bir köy
tespit edilememiştir. Ancak ihtiyaç olan malzeme Bozkır kazası köylerinden
satın olma yoluyla temin edilmeye çalışılmıştır.
zahirelerinin verilmesi
madencilerin firar etmemeleri için de gerekliydi (BOA, C.DRB 1058).
Bozkır
madenindeki madencilerin ihtiyaçları maden emini tarafından karşılanmakla
birlikte madenin açılmasıyla birlikte Bozkır’da altı dükkan yapılmıştır (BOA,
MEDAD 8: 633-1). 31 Aralık 1777’de ise bir adet ekmek fırını açılmıştır (BOA,
MEDAD 8: 607-1). Ayrıca yine bu tarihte madencilerin kalacağı 13 oda ile Edase
ve Beş köylerinde oda ve mahzenler yapılmıştır. Bu odalar ve mahzenlere
levazımat, mürdesenk, emval ve zahire konulmuştur (BOA, MEDAD 8: 607-1). Yani
madencilerin temel ihtiyacı olan zahire, madencilerin çalıştığı alanlara
götürülerek madencilerin ihtiyaçları karşılanmaya çalışılmıştır.
Madenciler
için gerekli zahirenin nereden ve nasıl temin edildiği de önemlidir. Osmanlı
provizyonizm prensibine göre iktisadî bakımdan kendi kendine yeterli olması
beklenen temel bölgesel birim kaza idi. Merkezinde nüfusu 3-20 bin arasında
değişen bir yerleşme yeri ile 20-30’dan 100-150’ye kadar değişebilen köylerden
oluşan bölge, üretim ve tüketimin birbiriyle dengelenmesi beklenen temel
birimdi. Bölge içinde üretilen mallar, kazanın ihtiyacı karşılandıktan sonra
bölge dışına gönderilebilirdi (Genç, 2005a: 88). Bozkır madeninde çalışanların
yiyecek ihtiyaçlarının karşılandığı yer Bozkır kazasıdır. Zahire temin etmek
için bir miktar sermaye verilen bazı kişiler görevlendirilerek Bozkır köylerine
gönderilmiş, madencilerin ihtiyacını karşılayacak buğday ve arpanın ücreti
karşılığında köylülerden temini yoluna gidilmiştir (BOA, MEDAD 8: 672-1).
Devlet ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri üreticilerden bir tür aynî gelir
vergisi tarzında, piyasa fiyatının altında, ekseriya maliyetinin de altında
kalan fiyattan satın alma imkanı veren “miri mübayaa” rejimini
uygulamıştır507
(Genç, 2005a: 89). Yani, tespit edilen ihtiyaç maddeleri ücreti karşılığında
Bozkır kazasından temin edilmiştir.
XVI.
yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nda kazalara yalnız kendi sınırları içerisinde
hububat ticaretine izin verilirken hükümetin izni olmadan hububat ihraç
edilemezdi. Böylece her kazada üretilen hububat o kazada yaşayan halkına tahsis
507 Ancak
bazen zahire konusunda farklı uygulamalar az da olsa uygulanmaktaydı. Bozkır
madeni emininin bazı ahalinin zahiresine el koyması üzerine şikayetler olmuş ve
bu şikayetler neticesinde bu zahirelerin ücretleri sahiplerine ödenmiştir (BOA,
AHK.KR.d 17: 57-3; BOA, MEDAD 8: 632-1).
edilmiş oluyordu (Güçer, 1951:
81-82). XIX. yüzyılda da bu uygulama devam etmiştir. Bozkır kazasının önce
kendi ihtiyacını karşılaması gerektiğine yönelik örnekler vardır. Alanya
sancağı mutasarrıfı Mehmet Fevzi Paşa, ziraatları yetmediğinden Bozkır ve
Beyşehir’e zahire satın almak508
için bir adam gönderdiğini ancak adamının buradan çıkarıldığını ifade ederek bu
konuda emin ve mütesellime emir gönderilmesini istemiştir. Bu istek üzerine
1803-1804 yılından beri uygulanan sisteme göre zahire alacak yerin önce merkeze
yazması gerektiği, 30 Ekim 1818’de, paşaya bildirilirken (BOA, HAT 616/30306)
Bozkır ve Beyşehir’in verimli yerler olmasına rağmen bu sene ziraatın vasat
olduğu da belirtilmiştir (BOA, HAT, 617/30409). Zahire satışının kazanın
ihtiyaçları karşılandıktan sonra devam ettiğine yönelik örnekler de vardır.
Nitekim 25 Ocak 1826’da, Alanya sancağı Aras köyü ahalileri Koçhisar’dan
yüklediği tuzu Bozkır kazasına götürüp arpa ile değişmiştir (BOA, DRB.d 159).
Bozkır
kazasından diğer kazalara zahire satışının önündeki engellerden biri yukarıda
açıklandığı üzere kıtlıktı. İkincisi ise zahirenin öncelikle kazanın daha doğru
ifadeyle madencilerin ihtiyacını karşılamasıydı. Zira timar ve iltizamın aşarı
başka mahalle götürüldüğünden dolayı kalan zahire maden amelesi ve
hademelerinin ihtiyacına yetmediğinden, önce madencilere yetecek zahirenin,
değeri nakit olarak verilmek suretiyle, satın alınırdı (BOA, DRB.d 970). Bozkır
madeninde çalışan madencilerin ihtiyaçları karşılanırken, kazada bulunan maden
eminin yaşadığı konağın çeşitli ihtiyaçları da benzer şekilde satın alınarak
temin edilmeye çalışılmıştır. Konakta, Bozkır madeni emini ile yanında bulunan
hizmetçi ve yardımcılarının barınma ve yiyecek ihtiyaçları karşılanırdı. Bozkır
madeninde yapılan 15 aylık 2.250 kuruş harcama içinde, mutfak masrafı da
bulunmaktaydı (BOA, C.DRB 3090).
Madenlerde
tecrübeli madenci sayısı az olduğundan kiralık işçilerle açık kapatılmaya
çalışılırdı. Bu işçiler madende çalışmaya başladıkları zaman yiyecek ve barınma
yardımı alırlardı. 1714’te madende çalışmak için kiralanan işçilere bir kuruş
haftalıklarının üzerine, her gün yiyecek karşılığı olan iki para nakit olarak
verilirdi. Bazen yiyecek oranı işçi başına aylık 63,96 kg un ve haftalık 2,49
kg mayalı ekmek
508 1.000 kile
buğday ile 1.000 kile arpa mübayaa talep edilmiştir (BOA, HAT
670/32730).
olarak ödenirdi (Murphey, 1986:
976). Osmanlı madenlerinde çalışan madenciler için arpa, çavdar (BOA, DRB.d
1037) ve buğday, madende bulunan hayvanlar için ise saman ve arpa gerekliydi
(BOA, D.MMK.d 23125: 5). Mart 1839 tarihinde Akdağ madeninde madenciler için
temin edilen buğday, arpa ve erzak maden emini tarafından satın alınmıştır. Bu
maddelerin satın alma fiyatına nakliye masrafının eklenmesiyle ortaya çıkan
miktar, madencilerin hesabına yazılması gerekliydi. Ancak maden eminleri satın
aldığı bu ihtiyaç maddelerini değerinden fazla fiyatla o zaman ki ifadeyle gâlî
bahâ ile maden ustalarının hesaplarına yazdığından madenciler zor durumda
kalmakla birlikte zarar etmiş ve ortaya çıkan açıkları kapamak için
borçlanmıştır (BOA, D.DRB.THR 679/16).
1.2. Bozkır Madeninde Üretim Durumu
ve Vergilendirme
1.2.1. Bozkır Madeninde Üretim
Durumu
Bozkır
madeninde elde edilen ürünler kurşun, altın ve gümüştü. Bu ürünler karışık
halde mağaralardan çıkarılır, fırınlarda kurşun ve saf gümüş ile karışık
haldeki altın ve gümüşten oluşan mahlût sim elde edilirdi. Kurşun ve
gümüş Bozkır’da ayrıştırılırken, altın ve gümüşün karışık olarak bulunduğu mahlût
sim darphanede ayrıştırılırdı.
1.2.1.1. Kurşun Üretimi
Kurşun
üretimi, mürdesenk üretimi ve kurşun üretimi olmak üzere iki alt başlık halinde
incelenmekle birlikte bu madenler birbiriyle ilişkilidir. Zira mürdesenk
gümüşle kurşunun ayrıştırılması esnasında ortaya çıkan bir maden olmakla
birlikte kurşun elde etmede de kullanılmıştır.
1.2.1.1.1. Mürdesenk Üretimi
Mürdesenk,
tabii kurşun oksidi olup sarı toz halinde veya kırmızı sarı pulcuklar şeklinde
bulunur ve gümüşlü kurşunun kal edilmesiyle elde edilirdi (Devellioğlu, 1999:
732). Bozkır madeninde çıkarılan karışık haldeki cevherin içinden mahlût
sîm/gümüş ile altın ayrıştırıldıktan sonra kalan ve mürdesenk adı
verilen cevherin arıtılması ile kurşun elde edilmekteydi. 1 Ocak
1777’de, Bozkır madeninde imâl
edilen fırınlarda hasıl olan
mürdesengin509
kal edilip saf kurşun olması gerektiği ve ortaya çıkan kurşunun sermaye
akçesiyle satın alınacağı ancak kıyyesinin satın alma fiyatının ne olacağı
sorulmuştur (BOA, MEDAD 1: 755-2). 2 Ağustos 1779’da Kayseri kazası köylerinden
Araplar köyünde bulunan el-Hac Süleyman Camii’nin harap olduğu ve tamiri için
30.000 kıyye kurşunun Bozkır madeninden gönderilmesi, bu kadar kurşun yoksa
mevcut mürdesenkten imâl edilerek ilgili yere gönderilmesi istenmiştir (BOA,
MEDAD 8: 627-2).
Mürdesenkten
kurşun elde edilirken izabe esnasında mürdesengin üçte biri yok olmaktaydı
(BOA, DRB.d 968: 42-2). 12 Mart 1741’de, Keban madeninden Bağdat cebehanesine510
gönderilen 900 kantar mürdesengin kantarı, dörder kuruşa satın alınırken bu
miktar mürdesenkten 600 kantar kurşun elde edilmiştir. Mürdesenk 3.600 kuruşa
satın alınmışken kurşun oluncaya dek her kantar için birer kuruş kömür, amele
ve fırın masrafı da yapılmıştır. Bütün bu masrafların yanında, Keban’dan
Diyarbakır’a develerle kantarı 150 akçeden 750 kuruş nakliye ücreti ile
götürülen mürdesengin toplam masrafı 4.950 kuruşa mal olurken, bu ücretler
maden emini tarafından sermaye akçesinden ödenmiştir (BOA, DRB.d 968: 42-1).
Bozkır
madeninde üretilen mürdesengin muhafaza altına alındığı bir adet mürdesenk
mahzeni vardı (BOA, MEDAD 8: 607-1). 10 Ekim 1776’da, Bozkır madeni açıldığı
zaman üretilen ve mahzene konulan mürdesengin kıymetinin ne olacağının
sorulması üzerine (BOA, C.DRB 2375) mürdesengin fiyatı ile ilgili bir
düzenlemenin yapılacağı belirtilmiştir511.
Bozkır madeninde tespit edilememesine
509 Kelimenin
anlamı için ayrıca bkz. Şemsettin Sami, 1317: 1324; Çağatay, 1942a: 34;
Murphey, 1986: 982; Tızlak, 1997a: 124. Halil Edhem gümüşün beyaz, altının sarı
ve kurşunun esmer renkte olduğunu belirtmiştir (Halil Edhem, 1307: 33).
510 Harp
mühimmatının konulduğu yer olan cebehane tabiri belgelerdeki gibi
kullanılmıştır.
511 Gümüşhane
madenlerinin mürdesenk ihtiyacı Keban madeninden karşılanmıştır. 9 Temmuz
1737’de, Gümüşhane madenlerinden Espiye madeninin mürdesenk ihtiyacından dolayı
Keban madeninden 60.000 batman mürdesengin yakın yerlerin develeriyle sekiz
kuruş ücretle taşınacağı belirtilirken (BOA, DRB.d 968: 56-2), yine 9 Mayıs
1760 tarihinde Gümüşhane madeni için Keban madeninden 4.000 batman mürdesenk
gönderilmiştir (BOA, C.DRB 118). Konuyla ilgili ayrıca bkz. Tızlak, 1997a: 125.
Mürdesenk konusunda maden eminlerinden kaynaklanan olumsuzluklar dikkati
çekerken, ülkenin çeşitli yerlerinde mürdesenk fiyatlarının farklı olduğu
görülmektedir. 1784 yılında Gümüşhane madenine verilmek üzere 100.000 batman
mürdesengin 52.000 batmanı sevk edilmiş, kalan 48.000 batmanının ise maden
emini tarafından Halep’te kantarı 55 ve Tokat’ta 45 kuruşa satıldığı madenciler
tarafından dile getirilmiştir. Madencilerden dört kuruşa alınırken maden emini
zorla ikişer kuruşa almıştır. Çaresiz kaldıklarını dile getiren madenciler,
mevcut mürdesenkleri kurşun ettiğinde eminin bunları kantarı dokuzar kuruştan
alıp, madende kantarını 32, Halep’te 70 ve Tokat’ta
rağmen 1790-1794 yılları
arasında Ergani madeninde her fırına iane-i mürdesenk adıyla 10 kuruş
verilmiştir (BOA, HH.d 18253: 2).
1.2.1.1.2. Kurşun Üretimi
Kolay
işlenen, korozyona dayanıklı ve bu özellikleri nedeniyle eski çağlardan beri
yapılarda geniş bir kullanım alanı olan yumuşak, ağır, mavimsi-esmer renkli
maden olarak tanımlanan kurşun512;
16. ve 17. yüzyıl kaynaklarında sürb-i ham, sürb-i cedid veya
ayrıştırma sırasında kalan kimi madenlerin rengini etkilemesine göre sürb-i
siyah, sürb-i ak deyimleriyle kaydedilmiştir (Sönmez, 1997: 63-64).
Bozkır madeninin açıldığı 18. yüzyılın son çeyreğinden Tanzimat’ın ilanına
kadar, “incelenen döneme ait belgelerde” sürb kökenli sözcüklerle
karşılaşılmamış bunun yerine kurşun ve mürdesenk gibi terimlerin kullanıldığı
görülmüştür.
Bozkır
madeninde üretilen kurşunun tamamı miri sermaye akçesiyle mübayaa olunurdu513.
Devlet tarafından satın alınan kurşun, arabalarla Alanya İskelesi’ne ve oradan
darphaneye gönderilirdi514
(BOA, MEDAD 1: 755-2). 31 Mayıs 1776 tarihinde Bozkır madeninde 100 kıyye
cevherden 40 kıyye halis kurşun elde edilmiştir (BOA, D.BŞM.DRB 14/88). Kasım
1784-Kasım 1785 yılları arasındaki bir yıllık dönemde 137,5 kıyye gümüş ve
120.000 kıyye kurşun dokuz ayda teslim olunmuştur (BOA, D.BŞM.DRB 16/17).
Bozkır madeninden ya da diğer madenlerden teslim edilen kurşunlar Yalıköşkü
sahilinde Sepetçiler Kasrı aşağısındaki mahzenlere515
konulurdu (BOA, MEDAD 8: 782-2).
60 kuruşa sattığı rivayetini
anlatmışlardı. Gönderilen emirde, 30 Temmuz 1786’da, yeni atanan emin ve
mübaşir ile hesaplaşmaları istenmiştir (BOA, AE.SABH I 3980).
512 Kurşun;
gri renkli, metalik parlaklığa sahip, korozyona karşı dayanıklı, kolayca
şekillendirilebilen (http://ekutup.dpt.gov.tr/
2001: 1, 5) bir maden olarak tarif edilmiştir. Kurşun çoğunlukla saç veya tel
ve varak halinde bulunurdu (Halil Edhem, 1307: 71).
513 Ma‘den
emini Süleyman Ağa’nın imâl ve mübaya‘a eylediği 1.143 külçe adediyle 27.314
kıyye kurşun tarafımızdan teslîm ve makbûzları müş‘ar darbhâne-i ‘âmireye bir
kıt‘a mühür tahvîl irsâl olunmuş olub (BOA, C.DRB 1058) diyen maden emini
Halil’in sözlerinden de üretilen kurşunun satın alındığı anlaşılmaktadır.
514 1827 yılında,
Bozkır madenindeki üretilen kurşunun her kantarı 20 kuruş ücreti nakliyesi ile
İzmit İskelesi’ne nakli için Alanya sancağı ahalisi görevliydi (BOA, DRB.d
1044). Nakil bölümünde değinileceği üzere bir dönem Bozkır’da üretilen
kurşunlar İzmit İskelesi’ne taşınmıştır.
515 “Darbhâne-i
‘Âmire’den ma‘den ümenâsına mühüren temessük ile nakden virilen asl sermâye-i
kadîm akçesinden olub sermâye-i mezkûr mukâbili zer ve sîm gibi gelüb vaz
olunan kurşundan …”
İstanbul’daki mahzenlerde
mevcut kurşunlar devrolunurken cümle huzurunda ölçülerek darphane defterlerine
kaydedildiği darphane nazırı tarafından ilam edilince baş muhasebeye
kaydedilirdi. Bu işlem sonucunda darphaneye sakk yani bir vesika verilirdi
(BOA, MEDAD 8: 782-2).
Bozkır
madeninde yapılan üretimde karşılaşılan olumsuzluklar da vardı. Madenciler
kendileri için hangi maden üretiminin yapılması kârlıysa ona yöneldiğinden
dolayı merkezden uyarılarak istenilen üretimin yapılması sağlanmaya
çalışılırdı. “… kurşun i‘mâli ma‘denciyâna enfe‘ olmak mülâbesesiyle kendi
cer nef‘aları zımnında i‘mâl eyledikleri fırunları kurşuna hasr itmeyüb
sarıot ta‘bîr olunur altun cevheri vesâ’ir zer ve sîm cevherleri taharrî ve
tecessüs mağaralar hafr ve ekser fırunlarda i‘mâl olunmak ve ma‘denciler
nef‘aları mülâhazasıyla zer ve sîm cevheri tecessüsüne rağbet itmeyüb ekser
fırunlarını kurşun i‘mâline hasr iderler ise te’dîb olunmak…” (BOA, C.DRB
967) denilerek madenciler, kendi kârlarını düşünerek daha çok kurşun
üretimi yapmalarından dolayı altın ve gümüş üretimine ağırlık vermeleri yönünde
ikaz edilmiştir. Cevher işlenirken fırınların üçte ikisinin sarıot ve üçte
birinin kurşunlu cevhere ayrılmasının nedeni de, madencilerin kendileri için
daha kârlı olduğunu düşündüğü kurşun üretimine ağırlık vermesi ve altın
üretimini terk etmesiydi (BOA, MEDAD 9: 175-2).
Mart 1822
tarihine kadar madende üretilen kurşun konusunda herhangi bir şart yokken
“başka bir ifadeyle madende üretilen kurşun darphaneye gönderilirken” bu
tarihten sonra her yıl gönderilecek kurşun miktarı belirlenmiştir. Emin
atamalarında gönderecekleri kurşun miktarı yazılarak buna uymaları konusunda
her atamada uyarılar yapılmıştır. Bahsi geçen tarihten itibaren Bozkır
madeninden yıllık 12.500 kıyye kurşun taahhütü üzere eminler atanmıştır (BOA,
DRB.d 996: 91). 1825 yılı mart ayından itibaren bu kurşun miktarına zam
yapılması sonucu miktar 15.500 kıyye olmuştur (BOA, DRB.d 1005; BOA, DRB.d 996:
97). Mart 1833 yılında yeniden yapılan zamla bu miktar 20.000 kıyye kurşuna
çıkarılmıştır. Madenin kapatıldığı tarih olan Mart 1839’a kadar bu taahhüt
geçerli olmuştur (BOA, DRB.d
977:
45; BOA, DRB.d 165; BOA, DRB.d
1013). Yılda yukarıda belirtilen miktarlarda gönderilmesi gereken kurşun eksik
geldiği zaman sonraki senelerde gönderilen kurşun eksik yıla kaydedilirken,
1838 yılında ise eksik gönderilen kurşunun bedeli maden emininden tahsil
edilmiştir (BOA, DRB.d 1043).
Taahhüt
üzere verilen veriler rumi takvime göre bir yılın mart ayından diğer yıl
başlangıcı olan mart ayına kadar geçen üretimi göstermektedir (Tablo 6).
Taahhüt öncesi döneme ait veriler değerlendirilirken maden eminlerinin mart
ayında
atanmaları nedeniyle tarihler
verilirken rumi takvim esas alınmıştır. Zira kurşun ve gümüşün darphaneye
tesliminde kullanılan 1208 senesine mahsuben (BOA, C.DRB 1946) ifadesi bunu
teyit etmektedir. Zira bu bir maden emininin atandığı dönemi kastetmekte ve
belirtilen bu yılın hemen ardından maden emininin adı zikredilmektedir. Eğer
böyle bir tarih madenlerin teslimi ile ilgili belirtilmemişse, üretilen
madenlerin teslimat tarihinden ziyade üretildikleri tarih olarak bir yıl öncesi
alınmıştır.
Bozkır
madeninde üretilen kurşunun taahhüte bağlandığı dönemlerde belirtilen miktarlar
teslim edilmek zorundaydı. Eğer bir yılda taahhüt edilen fazla miktarda kurşun
darphaneye teslim edilirse bir sonraki yılın hesabına bu fazlalık eklenirdi.
1822 yılına mahsup olarak gelen 716,5 kıyye kurşun, o yıl gönderilecek 12.500
kıyye tamamlandığından 1823 yılı hesabına aktarılmıştır (BOA, DRB.d 996: 92).
Bir sonraki yıl hesabı için gönderilen kurşunların bir önceki yılın hesabına
dahil edildiği ile ilgili örnekler de vardır. 1833’te gönderilen 15.250 kıyye
kurşunun 2.585 kıyyesi 1832 senesine dahil edilmiştir (BOA, DRB.d 1013).
Grafik 8: Bozkır Madenindeki Kurşun Üretimi (1776-1839)
Tablo 6: Bozkır Madeninden Darphaneye Teslim Edilen Kurşun
Miktarı516
|
|
|
|
|
|
Üretim Yılı |
Kıyye |
Kg 517 |
Üretim Yılı |
Kıyye |
Kg |
1777 |
27.314 |
35.038,4 |
1798 |
90.380 |
11.5939,5 |
|
|
|
|
|
|
1780 |
107.318 |
137.667,5 |
1799 |
70.000 |
89.796 |
|
|
|
|
|
|
1781 |
55.196518 |
70.805,4 |
1800 |
33.000519 |
42.332,4 |
1782 |
3.000 |
3.848,4 |
1801 |
80.000 |
102.624 |
|
|
|
|
|
|
1783 |
152.855 |
196.082,4 |
1803 |
30.034 |
38.527,6 |
|
|
|
|
|
|
1784 |
69.562 |
89.234,1 |
1805 |
52.267 |
67.048,1 |
|
|
|
|
|
|
1785 |
93.000 |
119.300,4 |
1806 |
19.029 |
24.410,4 |
|
|
|
|
|
|
1786520 |
28.145 |
36.104,4 |
1221 |
59.680 |
76.557,5 |
1789 |
90.330521 |
115.875,3 |
1808 |
46.847522 |
60.095,3 |
1790 |
95.325 |
122.282,9 |
1809 |
12.977 |
16.646,9 |
|
|
|
|
|
|
1791 |
12.500 |
16.035 |
1810 |
46.187 |
59.248,7 |
|
|
|
|
|
|
1792 |
27.499 |
35.275,7 |
1811 |
31.060 |
39.843,8 |
|
|
|
|
|
|
1793 |
47.678 |
61.161,3 |
1812 |
8.443 |
10.830,7 |
|
|
|
|
|
|
1794 |
40.257 |
51.641,7 |
1813 |
10.000 |
12.828 |
|
|
|
|
|
|
1796 |
1.473 |
1.889,6 |
1815 |
19.034 |
24.416,8 |
|
|
|
|
|
|
516 Bu
tablodaki bilgiler şu belge ve defterlerden çıkarılmıştır: BOA, MEDAD 8, 9;
BOA, DRB.d 47, 973, 969, 970, 986,987, 992, 996, 1002, 1003, 1005, 1012, 1013,
1021, 1030, 1044, ; BOA, D.BŞM.d 4702; BOA, C.MF 5724, BOA, C.DRB 568, BOA,
C.DRB 810, BOA, C.DRB 880, BOA, C.DRB 907, BOA, C.DRB 1035, BOA, C.DRB 1865;
BOA, C.AS 38432, BOA, C.AS 6937, BOA, C.AS 10086, BOA, C.AS 25803, BOA, C.AS
34303, BOA, D.DRB.THR 34/9, 36/34, 100/4
517 Çalışmada
bir dirhem 3,207 gr (İnalcık, 1991a: 16; Zambaur, 1997a: 595; Hinz, 1990: 44)
kabul edilmiş, bir okka 400 dirheme eşit olduğundan bir okka 1,2828 kg olarak
alınmıştır (Hinz, 1990: 30).
XIX. yüzyılda bir okka 1288,172 gram
idi (Günergun, 1998: 35).
518
19 Eylül 1782 tarihinde, Bozkır
madeni üretiminden darphanede 176.133 kıyye, Alanya İskelesi’nde 115.047 kıyye
ve Bozkır madeninde ise 61.088 kıyye kurşun vardı (BOA, C.AS 38432).
519 750
kantar kurşunun Sakızlı Mike adlı reisin gemisine yüklenmesi emredilmiştir
(BOA, DRB.d 969). Araştırmada bir kantar 44 kıyye olarak alınmıştır. Zira 24
Nisan 1800 tarihinde, bir kantar 44 kıyye olarak belirtilmiştir (BOA, C.SM
63/3196). 1578 yılında da bir kantar 44 okka olarak 56,444 kg hesap edilmiştir
(Kırzıoğlu 1991:74).
520 Bozkır
madeninin kapatıldığı bu tarihte madende 153.400 kıyye kurşun vardı (KŞS 64:
114-2).
521 Kıyye
olarak miktarı verilmemiş olan kurşun miktarı 3.184 külçe olarak verilmiştir.
Bahsedilen 3.184 külçenin 3.112 külçesi 88.287,5 kıyyedir (BOA, D.BŞM.d 5792:
2). Buradan hareketle üretim miktarı 90.330 kıyye olarak hesaplanmıştır. Fakat
Bozkır madeninde üretilen kurşunların külçe miktarları farklıdır ve yaklaşık
olarak bir külçe 27 kıyye gelmektedir. Örneğin, 1.800 külçe 49.220 kıyye olarak
belirtilirken yaklaşık bir külçe 27,34 kıyyeye karşılık gelmiştir (BOA, MEDAD
9: 197-
1).
Yine 1.576 külçe 41.075 kıyye olarak zikredilirken (bir külçe 26,06 kıyye)
(BOA, MEDAD 9: 197-3), 5.818 külçe olmak üzere 149.864 kıyye kurşun (BOA, MEDAD
8: 668-d2) 5.408 külçe olmak üzere 153.400 kıyye (BOA, MEDAD 8: 691-2) gibi
örnekler vardır. Fakat külçenin kıyye karşısında daha fazla çıktığı örnekler de
vardır. Bu örnekler için bkz. BOA, MEDAD 9: 212-2; 213-1.
522 15
kantarı yani 660 kıyyesi Payas Kalesi’ne verilmiştir (BOA, C.AS 34303).
|
|
|
|
|
|
Üretim Yılı |
Kıyye |
Kg523 |
Üretim Yılı |
Kıyye |
Kg |
1816 |
7.256 |
9.308 |
1829 |
3.531 |
4.529,6 |
|
|
|
|
|
|
1817 |
22.442,5 |
28.789,2 |
1830 |
15.500 |
19.883,4 |
|
|
|
|
|
|
1818 |
4.550 |
5.836,7 |
1831 |
15.535 |
19.928,3 |
|
|
|
|
|
|
1820 |
9.007 |
11.554,1 |
1832 |
15.500 |
19.883,4 |
|
|
|
|
|
|
1821 |
7.116,5524 |
9.129 |
1833 |
20.002 |
25.658,6 |
1822 |
12.500 |
16.035 |
1834 |
20.000 |
25.656 |
|
|
|
|
|
|
1823 |
10.518,5 |
13.493,1 |
1835 |
20.000 |
25.656 |
|
|
|
|
|
|
1824 |
8.371525 |
10.738,3 |
1836 |
2.647 |
3.395,6 |
1825 |
15.500 |
19.883,4 |
1837 |
5.170 |
6.632 |
|
|
|
|
|
|
1826 |
15.500 |
19.883,4 |
1838 |
5.177 |
6.641 |
|
|
|
|
|
|
1827 |
13.669 |
17.534,6 |
1839 |
0 |
0 |
|
|
|
|
|
|
1828 |
14.577 |
18.699,4 |
Toplam |
1.669.263,5 |
2.212.136 |
|
|
|
|
|
|
1822 yılına
kadar tabloda verilen bilgiler darphaneye teslim edildiği ya da başka kurumlara
verildiği kesin olarak tespit edilen rakamlardır (Tablo 6). Ancak belirtilen
tarihe kadar olan rakamların Bozkır madeninin kurşun üretimini tam olarak
yansıttığı söylenemez526.
Zira üretilen kurşunun devlete ait olan beşte biri hesap edildiği zaman bu oran
biraz daha yükselecektir. Bunun yanında Bozkır madeninde üretilen kurşunun
Alanya İskelesi’ne taşınması için kurşunların mahallinde satıldığı (BOA, MEDAD
9: 183-1) ya da madencilerin kendilerine ait hisselerini yasak olmasına rağmen
tüccarlara satabileceği de buna kanıt olarak ileri sürülebilir527.
Bozkır madeninde yapılan üretimin bir miktara yani taahhüde bağlandığı
dönemlerle ilgili veriler ise kesindir. Bazı yıllarda ise tablodan anlaşılacağı
üzere madenden
523 Kg’ların
virgülden sonraki kısımları yuvarlanmıştır.
524 35
kantarı yani 1.540 kıyyesi Narince Kalesi’ne verilmiştir (BOA, C.AS 10086).
525 Bu
yılda teslim edilen kurşun miktarı
12.500 kıyye olmalı, zira eksik çıktığı
ile ilgili bir kayda
rastlanılmamıştır.
526 15
Aralık 1796 tarihinde, Bozkır madeninde üretilen kurşundan Alanya İskelesi’nde
bulunan 4.000 kıyye kurşunun gönderilmesi için bir gemi gerekli olduğu
belirtilmiştir. Bozkır madeni emininin kapı kethüdası Kitani Süleyman şimdiye
kadar 50.000 kıyye kurşun gönderildiğini ve bir aya kadar 150.000 kıyye
kurşunun da iskeleye gönderileceğini bildirmesi üzerine bunun doğru olup
olmayacağı ile ilgili soruya söylenenlerin doğru olduğu cevabı verilmiştir (BOA,
C.BH 1591).
527 26 Eylül
1806’da 2.000 kıyye kurşun Hasan Bey’e satılmıştır (BOA, DRB.d 987).
kurşun gönderilmediği
görülmektedir. Ancak az da olsa her yıl darphaneye Bozkır madeninden kurşun
gönderildiğini söylemek mümkündür. Zira yapılan organizasyon bunu
gerektirmektedir.
Taahhüt
üzere üretim yapıldığı dönemlerde, Bozkır madeninden gönderilecek kurşunun
eksik çıkması halinde eksik miktarın ücreti maden emininden ya da sarrafından
tahsil edilirdi. 1827 yılında 13.669 kıyye kurşun teslim edilirken (BOA, DRB.d
1015) teslim edilmesi gereken 15.500 kıyye kurşundan 1.831 kıyye kurşun eksik
teslim edilmiştir. Eksik gönderilen kurşunun kıyyesi 10 paradan hesap edilerek
bu miktarın üzerine nakliye ücreti de eklenerek bu borç darphane defterlerine
kaydedilerek bir sureti emine verilmiştir (BOA, DRB.d 973). 1828 yılında ise
eksik teslim edilen 923 kıyye kurşunun bedeli 923 kuruş olarak alınmıştır (BOA,
DRB.d
996:
104). 1829 yılında Bozkır madeninden
teslim edilmesi gereken 15.500 kıyye kurşundan 11.969 kıyye eksik teslim
edilince, kurşunun her kıyyesi 40 paradan 11.969 kuruş olmak üzere bedeli
alınmıştır (BOA, DRB.d 996: 105). 1827, 1828 ve 1829 yıllarında eksik gelen
kurşunun her kıyyesi için yine 40 para ücret hesap edilmiştir (BOA, DRB.d
1005). 1836 yılı hesabı için gönderilmesi gereken 20.000 kıyye kurşundan eksik
olan 17.353 kıyye kurşunun her kıyyesi 90 paradan ücreti ödenmiştir528
(BOA, DRB.d 1013). Burada dikkati çeken nokta, eksik gelen kurşunun kıyyesine
50 para zam yapılmasıydı. 1837 yılında ise, 5.170 kıyye kurşun teslim olunup
eksik olan 14.830 kıyyenin ücreti olan 33.367,5 kuruşun alındığı ile ilgili
kayıt vardır (BOA, DRB.d 1012). Madenin üretimi ile ilgili son kayıtların
tespit edildiği 1838 yılında da eksik kurşun teslimi söz konusu olmasına rağmen
bu yıl eksik miktarın tahsil edildiği ile ilgili bir kayıt tespit
edilememiştir.
Bozkır
madeninin açıldığı 1776 yılından kapatıldığı 1839 yılına kadar toplam kurşun
üretimi 2.212.136,647 kg olmuştur (Tablo 6). Fakat madendeki üretimin devlete
verilen, başka yerlere satılan ve tespit edilemeyen miktarlar da hesaba
katıldığında tespit edilen rakamdan daha yüksek çıkacağı da unutulmamalıdır.
Bozkır madeninde bir yılda en fazla 137.667,5 kg kurşun üretilmiştir. Madendeki
kurşun üretiminin on yıllık dönemler halinde üretimine bakıldığında ise en
fazla üretim 1780
528 Bu eksiklik
için ödenen miktar, 39.044 kuruş 30 akçeydi (BOA, DRB.d 1013).
yılından itibaren artarak 1790
yılında en fazla artış olmuştur (Grafik 8). Bu artışın temel nedeni cevherlerin
verimliliği ile madenin ikinci kez açılması idi529.
1.2.1.1.2.1. Kurşunun Fiyatı
Bozkır
madeninde üretilen kurşun, devlet tarafından bir birim üzerinden fiyat
düzenlemesi yapılarak satın alınırdı. Bununla birlikte Bozkır ve Bereketli
madenlerin üretilen kurşunların maden eminlerine verilen sermaye akçesi bedeli
olduğu da dile getirilmiştir (BOA, C.DRB 2973). Maden eminlerine avans
niteliğinde verilen sermaye karşılığında teslim edilen kurşunların tayin edilen
fiyat üzerinden hesaplanmasıyla, verilen sermaye akçesinden kurşun ücretinin
düşülmesiyle maden eminlerinin muhasebesi görülmüştür. Kurşunla ilgili fiyat
düzenlemesi yapılırken birim olarak önceleri kantar daha sonra ise kıyye
(yaklaşık 1.282 gr) temel alınmıştır.
30
Haziran 1777 tarihinde, Bozkır
madeni fırınlarından çıkarılan kurşunların humsu (beşte biri) devlete ait olup,
madencilerin elinde kalan kurşunun ahara satılmayıp sekiz kuruş olan kantarına
bir kuruş zamla dokuz kuruşa satın alınması üzerine nizam verilmiştir (BOA,
MEDAD 8: 610-2; 621-1). Devlet kendine ait hisseyi aldıktan sonra madencilerin
elinde kalan kurşunlar maden emini tarafından satın alınırdı. 19 Şubat 1782
tarihinde Bozkır madeninde her kantarı 8,5 kuruş 12 paraya mübayaa
olunan kurşunun fiyatı, Sidrekapsi ve Karaton madenlerinde uygulanan her
kantarı sekizer kuruşa satın alınması nizamına göre yeniden düzenlendi (BOA,
C.DRB 2421; BOA, C.DRB 47). Sidrekapsi ve Karaton madenlerinde kurşunun her
Rumi kantarı sekiz kuruşa satın alındığından, bunun Bozkır madeninde de
uygulanmasına karar verilmiştir (BOA, C.DRB 3015).
4
Şubat 1787’de ise kurşunun fiyatı
kıyye üzerinden hesap edildi. Bu tarihte, Bozkır madeninde üretilen kurşunun kıyyesi
nakliye ücreti ile birlikte 8,5 paraydı. Kurşunun nakliye ücreti madenciler
tarafından, satılacak kurşundan karşılanacağından kurşun darphaneye yedi paraya
gelecekti (BOA, C.DRB 2948). 5 Ekim 1789 tarihinde, maden yeniden açıldığı
zaman kurşunun üçte birinin satılması suretiyle kalan kurşunların nakliye
ücretleri madenciler tarafından karşılandığından 8,5 paradan 1,5 para düşülmesi
üzerine kurşun yedişer paraya darphaneye verilmiştir
529 Bozkır madeni
1785 yılından Ekim 1787 yılına kadar kapalı idi.
(BOA, C.DRB 238; BOA, C.DRB
967). Karaman eyaleti kazalarından yıllık 70-80 kese akçe nakliye ücreti tahsil
olunması fukaraya zulüm olduğundan madendeki kurşunun üçte birinin mahallinde
madencilere satılarak, geri kalan üçte ikisinin nakliye ücretinin madenciler
tarafından karşılanmasıyla bu zulmün önlenmesi için böyle bir yol tercih
edilmiştir (BOA, C.DRB 238). Bozkır madeni eminine gönderilen 25 Eylül 1789
tarihli hükümde, iskeleye gönderilen 86.166 kıyye kurşunun her kıyyesi iki
paradan 4.308 kuruş nakliye ücretinin talep edilmesi üzerine madendeki 9.159
kıyye kurşunun satılması için müsaade isteğine, nakliye ücretinin ödenmesi için
izin verilmiştir (BOA, C.DRB 1865; BOA, MEDAD 9: 183-1). 20 Nisan 1797
tarihinde Bozkır madeninde üretilen kurşunun, mahallinde ya da darphanede miriden
fazla lîfi ile harice satılması yasak olup ancak aynen dersaadete nakli
mütemenna‛ suretini kesb ittiğinde mahallinde satılması için izin
verilmesi talep edilmiştir. Yani kurşunun İstanbul’a taşınması esnasında
yapılacak masrafların karşılanması için kurşunun Bozkır’da satılması için izin
istenilmiştir (BOA, C.DRB 476). Bu isteğe verilen cevapta ise, Bozkır madeninde
üretilen kurşunun mahallinde satılması yasak değil530
ise dahi kurşunun lüzumundan dolayı satılmaması ve iskeleye gönderilmesi
emredilmiştir (BOA, C.DRB 3152).
Bozkır
madeni üretimi kurşunun kıyyesi; 1805 yılına kadar darphane tarafından 8
paradan hesap edilirken (BOA, DRB.d 986), Mart 1805’ten itibaren bir kıyye
kurşunun 10 paradan işlem göreceği belirtilmiş (BOA, DRB.d 969) ve bu şekilde
kıyyesi 10 paradan işlem görmüştür (BOA, D.DRB.THR 36/34). 1838 yılına mahsuben
gönderilen 2.530 kıyye kurşunun 30 Mayıs 1839 tarihinde de darphanede kıyyesi 10
paradan hesap edilmiştir (BOA, DRB.d 1030). Belirlenen bu fiyat 1805 yılından
1839 yılına kadar uzun bir zaman diliminde uygulanmıştır.
Bozkır
madeninden ya da diğer madenlerden darphaneye gönderilen kurşuna ise, çeşitli
kurumlara ya da müteşebbislere verilmesi esnasında bu fiyatlardan farklı
fiyatlar uygulanmıştır. Madenlerden satın alınan kurşunun fiyatının farklı531
olmasının temel nedeni, madenin çıkarılması aşamasından darphaneye teslimine
530 Bu
durum, “…hâsıl olan kurşun mahallinde füruhtu memnû‘ değil ise dahi
Deraliyye’de eşedd-i lüzûmu…” (BOA, C.DRB 3152) şeklinde
ifade edilmiştir.
531 Yukarıda
değinildiği üzere Bozkır madeninden gönderilen kurşunun kıyyesinin 10 para
olduğu 13 Haziran 1809 tarihinde, kurşunun kıyyesi darphanede 23 paradan hesap
edilmiştir (BOA, D.DRB.THR 50/33).
kadar geçen süreçteki bütün
masrafların darphaneden karşılanmasıydı. Darphane mahzenlerinde bulunan
kurşunlardan, bazergana kıyyesi 30 paradan olmak üzere 40.000 kıyye kurşun
30.000 kuruşa satılmış olmasına rağmen diğer belgelerde bu fiyatın 60 para
olduğu görülmektedir (BOA, DRB.d 163). 1838 yılından itibaren ise darphaneden
verilecek olan kurşunun fiyatının 90 para olacağı; bununla birlikte tophane,
tersane, tüfenkhane vs. verilen kurşunun üç kuruş gibi bir fiyatının olduğu
ancak bütün masrafların darphane tarafından karşılanması nedeniyle belirtilen
fiyatın geçerli olacağı ifade edilmiştir (BOA, DRB.d 165).
Madenlerden
gelen kurşunların madenlerdeki fiyatı ile darphanedeki fiyatının farklı
olmasına rağmen darphanenin de kurşunu başka kurumlara vermesi nedeniyle açık
verdiği şeklinde değerlendirmeler de mevcuttur. Darphanede, 25 Mart 1784’te bir
kıyye kurşun 13 paraya mübayaa edilirken; Sidrekapsi madeninde kurşunun bir
kıyyesi, 21,5 akçeye mübayaa edilmiştir (BOA, C.DRB 2973). Haziran 1786
tarihinde Yalıköşkü’ndeki mahzenlerde bulunan kurşunlar, bu madenin vezniyle
görevli Mehmet Emin ile bir kâtip ve darphane katibi tarafından tartılınca
9.241 kantar 35 kıyye kurşun olduğu tespit edilerek aynı mahzenlere konulmuştur
(BOA, MEDAD 8: 782-d). Özi ve Anapa kaleleri ile tophaneye gerekli 179,5 kantar
ile cebehane için gerekli 4.324 kantar kurşunun darphanenin bu mevcudundan
karşılanması istenmiştir. Daha önce bu mahzenlerden Bosna’ya verilen 500 kantar
kurşunun kıyyesi 13 paraya verildiğinden aynı hesap üzere ilgili yerlere
verilmesi ve gerekli bahasının darphanenin zuhurat-ı iradatından karşılanması
ve irad-ı hümayun defterlerine kaydedilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8:
783-1). Fakat bu durumda da darphanenin sürekli açık vereceği şeklinde görüş
üzerine kıyyesinin 13 paradan hesap edilerek darphane tarafından bu meblağın
ödenmesi ve yapılan bu ödemeye karşılık bazı ölen kişilerin malları ile Mora
halkının taahhütü olan paranın darphane hesabına kayıt olunması (BOA, MEDAD 8:
783-2) şeklinde bir önlem alınmıştır.
1.2.1.1.2.2. Kurşun Madeninin
Vergilendirilmesi
Bozkır
madeninde üretilen kurşun üzerinden alınan vergilerle ilgili ilk bilgi, 23 Ekim
1776 tarihine ait olup, yeni açılan madende, kurşunun rub‛ı mirisinin
alınarak kalan kurşunların mübayaa olunması şeklindeydi (BOA, C.DRB 2375). Bu
şekilde
ifade edilmesine rağmen madenle
ilgili bir düzenleme yapılacağından da bahsedilmekteydi. Nitekim üretilen
kurşunun dörtte birinin devlete ait olması ile ilgili düzenlemenin
uygulandığına dair bir belge tespit edilememiştir. 30 Haziran 1777 tarihinde,
“madende üretilen 2.370 kıyye kurşunun kantarının sekiz kuruşa madencilerden
satın alındığı ancak madencilerin masraflarından dolayı bu miktarın 10 kuruş
olmasını talep eden” maden emini bunu dile getirince, madende üretilen kurşunun
başka yerlere satılmaması ve üretilen kurşunun beşte birinin devlete ait olması532
şartlarıyla kurşunun kantarının 9 kuruşa mübayaa olunması üzerine nizam
verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 610-2). Bu örneklere rağmen 12 Mayıs 1780 tarihine
kadar kurşun üzerinden hums-ı miri alınmadığı söylenebilir. Zira, yeni açılan
madenlerden, faaliyete başladıklarından itibaren bir müddet madenin nizamına
gireceği ve tesisat masraflarını kurtardıktan sonra kâr getirmeye başlayacağı
zamana kadar miri hisse alınmamaktaydı (Çağatay, 1942a: 13). Bu düzenlemenin
1780 yılından itibaren uygulandığını gösteren bir başka delil ise madencilerin
bu nizamın uygulanmaması için yaptığı başvurudur. 20 Temmuz 1782’de Bozkır
madeninde çalışan madenciler, sadece taşçı kazmalarının olduğunu, mağaraların
olduğu dağa varıp bir fırınlık cevher tedârik etmeye çalışan kimseler
olduklarını, hums talep olunması halinde diğer madenlere gideceklerini zira çok
kârlarının olmadığını söylemişlerdir (BOA, D.DRB.THR 2/19).
Bozkır ve
tevabi madenlerinde üretilen kurşun, madencileri çekmek ve isteklendirmek için
kurşunun “hums-ı miri”sinden bahs olunmayıp her rumî kantarı 8,5
kuruş 12’şer paraya satın alınmıştır. Ancak kaide-i maden üzere üretilen
kurşundan hums-ı miri verilmesi mu‛tad olduğundan
Sidrekapsi ve Karaton madenlerinde hasıl olan kurşunun her Rumi kantarı sekizer
kuruşa satın alındığından bundan böyle üretilen kurşundan 1/5 oranında vergi alınacağı
ve kalan miktarın satın alınacağı, 12 Mayıs 1780 tarihli hükümde belirtilmiştir
(BOA, C.DRB 2969). Bu hükümde Gümüşhane, Keban ve Ergani madenlerinde çıkan
bakırın 1/5’inin devlete ait olduğu hatırlatılırken satın alınacak kurşuna
Sidrekapsi ve Karaton madenleri örnek verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 656-2; 657-1).
Yani Bozkır madeninde üretilen
532 25
Kasım 1777’de Bozkır madeninde üretilen kurşunun humsu mirisi
Beylerbeyi’nde yeniden inşa olunacak caminin örtüsü için kullanılacaktı (BOA,
MEDAD 8: 611-2).
kurşunun satın alma fiyatı
Sidrekapsi ve Karaton madenleri, devlete ödenecek vergiler için ise Gümüşhane
ve Ergani madenleri nühas ocakları örnek alınmıştır.
Üretilen
kurşunun 1/5’inin bedelsiz olarak devlete verilmesi anlamına gelen hums-ı
miri, kurşundan alınan vergidir. Bozkır madeninde üretilen kurşunun Gümüşhane
ve Ergani madenleri nühas ocaklarında uygulanan kaide üzere beşte biri ile
birlikte tefâvüt, nezâret, vezzâniye ve kitâbet
‘avâ’idâtı devlet için alındıktan sonra kalan kurşun madencilerden satın
alınacaktı. Bu düzenlemeye vezzaniye ve kitabet avaidlerinden
ocakların mesarif-i mu‘tâdeleri ümenanın hesablarına mahsûb ettirilmek kaide-i
meriyye-i miriyyeden olduğuna binaen diye de eklenmiştir (BOA, C.DRB
2421). Gümüşhane ve Ergani madenlerinde üretilen bakırın beşte biri devlete ait
olup geri kalanı satın alınırdı. 3 Nisan 1780’de, Bozkır madeninde üretilen
kurşuna da nühas ocaklarındaki uygulamanın tatbik olunacağı ile ilgili emirler
gönderilmiştir (BOA, C.DRB 3123; BOA, C.DRB 3144).
Yapılan
düzenlemeyle ilgili geçen terimler avaid yani gelir olarak adlandırıldığı için
ücret olarak değerlendirilmiş olup şu anlamlara gelmektedir: Tefâvüt,
iki şey arasındaki fark533
anlamına gelmektedir (Şemsettin Sami, 1317: 420; Devellioğlu,
1999: 1056). Nezâret, kelimesinin anlamları içerisinde nazırlık, idare,
denetim ve kontrol gibi anlamları vardı (Şemsettin Sami, 1317: 1462;
Devellioğlu, 1999: 832). Bozkır madeni eminlerinin maden işlerinin kontrolü
karşılığında aldığı ücret olmalıdır. Vezzâniye, vezzân kelimesi kantarcı
anlamına geldiğine göre muhtemelen tartan ücreti ya da kantarcı ücreti olarak
adlandırılmalıdır. Üretilen madenleri tartan görevliler için ayrılan tartıcı
ücretidir. Kitâbet, kâtip vazife ve memuriyeti, kâtiplik gibi anlamları
vardır (Şemsettin Sami, 1317: 1144). Madenlerde üretilen kurşun, altın ve
gümüşleri yazan kâtipler için ayrılan yazıcı ücretidir.
31 Ekim 1787
tarihli hükümde ise yeniden açılan Bozkır madeninde üretilen kurşunla ilgili
vergiler hususunda şu kayıtlar vardır. “…Gümüşhane ve tevâbi‘ ve Ergani
ma‘denlerinde i‘mâl olunan nühâs ocaklarından hâsıl olan nühâs-ı hâmın hums ve
tefâvüt ve nezâret ve vezzâniye ve kitâbet ‛avâidâtı mîrîçün ifrâz olundukdan
sonra bâkî kalan nühâs-ı hâmı emin olanlar ma‘denciyân yedlerinden mübâya‘a
533 Tefâvüt-i
hasene ise, hicri ve mali takvim arasındaki 11 günlük farka dayalı devlet
geliri olarak tanımlanmıştır (Pakalın, 1993: 434; Sakaoğlu, 1985: 127).
idegelüb nühâs ocaklarından
mâru’z-zikr vezzâniye ve kitâbet avâidlerin ocakların mesârif-i mu‘tâdeleri
ümenânın hesâblarına mahsûb ittirilmek kâ‘ide-’i mer‘iyye-i mîrîyyeden olduğuna
binâ’en Bozkır madeninde olan kurşun dehi zikr olunan nühâs ocaklarına tatbîk
ile tanzim olunmuş olduğu…” denilerek yeni bir
nizam verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 174-2). 1780 yılında uygulanmasına
karar verilen düzenleme, madenin tekrar açılması ile yeniden yürürlüğe
girmiştir.
5
Ekim 1789 tarihinde Bozkır madeninde
üretilen kurşunun üçte birinin satılması suretiyle kalan kurşunların nakliye
ücretleri madenciler tarafından karşılandığından 8,5 paradan 1,5 para düşülmesi
üzerine yedişer paraya darphaneye verilmiştir (BOA, C.DRB 238; BOA, C.DRB 967).
Neşet Çağatay, bu olayı Bozkır madeninde üretilen kurşundan üçte iki oranında
vergi alınması olarak değerlendirmiştir (Çağatay, 1942a: 33). Hâlbuki bütün
masrafları devlet tarafından karşılanan kurşunun, Alanya İskelesi’ne taşınması
için gerekli nakliye ücretinin bu şekilde karşılanması için yapılmış bir
uygulamadır. Yine 31 Ekim 1787’de madenciler, Bozkır madeninde mevcut kurşunun
üçte birini mahallinde satarak üçte ikisini darphaneye teslim edeceklerdi ve
bunun nakliye ücreti emin tarafından madencilerden toplanarak iskeleye
nakledilecek ve köylerden bu bedel alınmayacaktı (BOA, MEDAD 8: 174-2; BOA,
MHM.d 184: 255-1). 25 Eylül 1789 tarihinde Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne
86.166 kıyye kurşun kıyyesi ikişer paradan 4.308 kuruş nakliye ücreti ile
taşınmıştır. Fakat taşımadan dolayı eminden alacaklı olan kişilerin emini tazyiki
üzerine, madende bulunan 9.159 kıyye kurşunun satılarak nakil ücretinin
ödenmesi Bozkır madeni emini Hasan’a emredilmiştir (BOA, C.DRB 1865).
Bozkır
madeninde imâl olunan kurşunun Gümüşhane ve Ergani madenlerinde üretilen nühas
gibi humsı, tefâvüt, nezâret, vezzâniye ve kitâbet
‘avâ’idâtı devlet için ayrıldıktan sonra kalan kurşunun madencilerden satın
alınması ve Alanya İskelesi’ne nakledilmesi ile ilgili bir düzenleme
yapılmıştır (BOA, MEDAD 8: 639-1). Yukarıda bahsedilen tarihler dışında Bozkır
madeninde üretilen kurşundan ne kadar vergi alındığı ile ilgili bir kayıt
tespit edilememiştir. Ancak Bozkır madeninde üretilen kurşundan alınan vergi
konusunda emsal olarak alınan Keban ve Ergani madenlerinde, 1829-1830 yılından
itibaren hums-ı miri kaldırılarak yerine bedel
sistemi getirilmiştir.
Madencilerin şevk ve gayretlerinin azalmasına sebebiyet veren bu durumun
ortadan kaldırılmasıyla madendeki üretimin artacağı düşünülmüştür (Tızlak,
1997a: 157). Bozkır madeninde üretilen kurşundan vergi alınmadığına dair şu
örneği de vermek mümkündür. 1822 Mart ayından geçerli olmak üzere, bu tarihe
kadar Bozkır madeninde üretilen kurşun darphaneye gönderilirken, bu tarihten
sonra yıllık 12.500 kıyye kurşun gönderilmesi ile ilgili bir düzenleme
yapılmıştır (BOA, DRB.d 996: 91). Dolayısıyla Bozkır madeninde darphaneye
teslim edilecek olan bu miktarın fiyatı tespit edilirken herhangi bir vergi
düşülmemiş ve gönderilen kurşun belirlenen fiyat üzerinden hesap edilerek maden
emininin hesabına yazılmıştır.
1.2.1.2. Gümüş Üretimi
Gümüş
çoğunlukla saç ve tel gibi bazen dal gibi şekillerde veya kalın bir şekilde
“damar halinde” taşların içinde ortaya çıkar. Gümüşün rengi beyazdır. Lakin
üzeri sarımtırak veya siyahımtırak renkte olur. Daima beraberinde az miktarda
altın ve bakır bulunur (Halil Edhem, 1307: 72). Gümüş için belgelerde sim
tabiri kullanılmakla beraber bazı eserlerde fıdda534
ya da nukre535
tabiri de kullanılmıştır. Fakat konu açısından değinildiği üzere Bozkır
madeninden gönderilen saf sim ve mahlut sim olmak üzere iki türlü gümüşten
bahsedilmiştir. Birincisi adından da anlaşılacağı üzere saf iken ikincisi ise
altın ile gümüşün karışık olduğu mahlut sim olup, ayrıştırılan bu madenlerden
altın miktarı düşüldükten sonra kalan gümüş hesap edilerek maden emininin
hesabına yazılmıştır.
Bozkır
madeninin açılmasından hemen sonra, 31 Ekim 1776’da yapılan ilk teslimatta 500
dirhem sim ve ikincisinde 427 dirhem gümüş darphaneye teslim edilmiştir (BOA,
MEDAD 1: 752-1). 1777 yılında ise, 100 kıyye cevherden 45 kıyye
534 İhvān
al-şafā adlı eserden çıkarılan malumata göre, fıdda yani gümüş terkipçe altına
en yakın maden olup eğer arzın içinde teşekkülü esnasında soğuğun tesirine
uğramamış olsaydı o da altın olacaktı; kuruluğu ile soğukluğu müsavi
nispettedir. Bakır, kurşun veya kalay ile halite teşkil eder; fakat kolaylıkla
da ayrılır. Uzun müddet ateş tesirine maruz kalırsa, yanar ve toprak altında da
zamanla bozulur. Civa buharı tesirine maruz olan cam gibi, kırılgan olur ve
çekiç altında parçalanıp dağılır. Kükürt buharı gümüşü karartır ve erimiş gümüş
üzerine gümüş atılırsa, gümüş yanar, kararır ve cam gibi kırılır. Fakat üzerine
biraz boraks dökülürse, eski halini alır yalnız kütlesi biraz küçülür (Ruska,
1997a: 601).
535 Külçe
halindeki gümüş için kullanılan bir tabirdir (Devellioğlu, 1999: 844). Arapça
erimiş, eritilmiş gümüş parçası anlamına gelen nukre, Osmanlılar İstanbul’un
fethinden sonra altın para bastıkları için gümüş olan ilk paraları hakkında bu
tabir meydana gelmiştir (Pakalın, 1993: 706).
kurşun ve kurşunun her
kıyyesinden 4-5 kırat536
sim çıkmıştır (BOA, MEDAD 8: 611-2). 5 Ekim 1789 tarihinde Bozkır madeninden
gelen cevher numuneleri incelenerek yapılan değerlendirmeye göre, ortaya çıkan
altın ve gümüş madenlerinin yıllık 30.000 kuruşluk faizi olacaktı (BOA, C.DRB
238; BOA HAT 183/8405). 29 Mart 1796’da ise 157,5 kıyye gümüşün İstanbul’a
gönderildiği ifade edilmiştir (BOA, D.DRB.THR 9/20). Bir kıyyenin 400 dirhem
olduğu düşünülürse (BOA, DRB.d 1006; BOA, DRB.d 976) bu tarihte Bozkır
madeninden 63.000 dirhem gümüş teslim edildiği ortaya çıkmaktadır537.
Bozkır
madeninde üretimde karşılaşılan çeşitli sorunlar olmakla birlikte bu sorunlara
değinildiği için burada tekrar edilmeyecektir. Fakat madendeki altın ve gümüş
üretiminin düşmesinin temel sebebine değinmek gerekmektedir. Şöyle ki Bozkır
madeninde çalışan madenciler, kendileri için daha kârlı olduğunu düşündüğü
kurşun üretimine önem vermekteydi. Bu sorunun çözümü için devlet, madencileri
uyararak fırınlarda altın ve gümüş üretiminin de yapılmasını ve bu emre aykırı
davrananların cezalandırılacağını belirtmiştir. Üretilen altın ve gümüşlerin
belirlenen fiyatla darphaneye verileceği, başka bir yere satılmaması ve bu
madenlerin telef edilmemesi yönünde de madenciler, 26 Ekim 1787 tarihinde
uyarılmıştır (BOA, MEDAD 9: 171-1; BOA, C.DRB 238).
Mart 1822
tarihine kadar madende üretilen gümüş konusunda herhangi bir şart yokken, başka
bir ifadeyle madende üretilen gümüş darphaneye gönderilirken, bu tarihten sonra
her yıl gönderilecek gümüş miktarı belirlenmiştir538.
Maden eminlerine
536 XIX.
yüzyıl Osmanlı ağırlık ölçüleri şöyleydi: bir batman=6 kıyye, bir çeki=4
kantar, 1 kantar= 44 kıyye, bir kıyye= 2 3/11
lodra, bir lodra= 176 dirhem (bir kıyye=400 dirhem), bir miskal= 1 ½ dirhem,
bir dirhem =4 denk, bir denk=4 kırat, bir kırat=4 buğday, bir buğday=4 fitil,
bir fitil=2 nakir, bir nakir=2 kıtmir, bir kıtmir=2 zerre (Günergun, 1998: 47).
537Tabloya
yazılan veriler başka belgelerden de teyit edildiği için yazılmış olmasına
rağmen bu miktar sadece bir belgede belirtilen miktarın teslim edildiği
şeklinde geçtiği için tabloya alınmamıştır. Kastedilen miktarın daha önce
gönderilenlerle mi yoksa bir seferde gönderilen gümüş mü olduğu net olarak
anlaşılmadığı için böyle bir uygulama yapılmıştır. 12 Temmuz 1791 tarihinde,
Bozkır madeni emini Mehmet, Kırili kazasında madene ait çeşitli işleri yaparken
darphaneye gönderilmek üzere yanında bulunan 33 kıyye zer ve sim hazinesi yağma
edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 190-1). Aynı hesaplama ile 13.200 dirhem mahlut sime
karşılık gelmektedir. Bu üretimin karşılığı olan meblağ sorumlulardan ve kaza
ahalisinden tahsil edilmiştir. Ancak darphaneye teslimi gerçekleşmediğinden
aşağıdaki tabloda yer almamıştır.
538 17
Kasım 1824’te, Bereketli madeni emaneti 80.000 dirhem/200 kıyye saf sim ve
175.000 kıyye kurşun taahhütü üzere eski Bozkır madeni emini Ahmet Ağa’ya
sarraf kefaletiyle verilmiştir. Bu şekilde taahhüt üzere işletilen madenler
yanında aynı tarihte Balya ve Ünye madenleri ise hasılat üzere işletilmiştir
(BOA, D.DRB.HAT 21/20).
gönderecekleri kurşun ve gümüş miktarının
ne kadar olacağı belirtilirken buna uymaları konusunda her atamada uyarılar
yapılmıştır. Bahsi geçen tarihten itibaren Bozkır madeninden yıllık 8.000
dirhem yani 20 kıyye gümüş taahhütü üzere eminler atanmıştır (BOA, DRB.d 996:
91). 1825 yılında bu gümüş miktarına zam yapılması sonucu miktar 11.200 dirhem
yani 28 kıyye olmuştur (BOA, DRB.d 1005; BOA, DRB.d 996: 97). 1833 yılında
yeniden yapılan zamla bu miktarda 16.000 dirheme bir başka deyişle 40 kıyye
gümüşe çıkarılmıştır. Madenin kapatıldığı tarih olan Mart 1839’a kadar bu
taahhüt geçerli olmuştur (BOA, DRB.d 977: 45; BOA, DRB.d 165; BOA, DRB.d 1005).
Yılda yukarıda belirtilen miktarlarda gönderilmesi gereken gümüş eksik geldiği
zaman sonraki senelerde gönderilen sim eksik yıla kaydedilmiştir. Nitekim 1822
yılında 186 dirhem sim eksik olduğundan 1823 yılı hasılatından 1822 senesine bu
miktar aktarılmıştır (BOA, DRB.d 996: 91). Bozkır madeninden 1826 yılına ait
toplam 11.200 dirhem teslim edilmiştir (BOA, DRB.d 996:97,98). Bu meblağ 2.149,
6.040 ve 3.011 dirhem olarak teslim edilmiş ancak bu hesaplama resm-i feteleri
düşülmeden yapılmıştır (BOA, DRB.d 996: 99). Zira fete miktarları düşülürse
teslim edilmesi gereken gümüşten daha az bir teslimat yapılmış olacaktı. Ancak
yapılan hesaplamalarda Bozkır madeninden gönderilen miktar toplanarak taahhüt
edilen miktar ile karşılaştırılmıştır. Diğer yıllarda da aynı uygulama
yapılmıştır. Buradan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür. Devlet, Bozkır
madenini taahhüt üzere verdiği zaman madenden teslim edilecek gümüş miktarını
belirlemiş ve bu taahhüdün belirlenen miktarı teslim alınmış ve ondan sonra
resm-i fetesi düşülerek hesap edilmiştir.
31 Ağustos
1780 tarihinde, Bozkır madeni emini Halil’in ölümü üzerine yapılan hesapta,
vefatında mevcut 3.493 kuruş sim bahası maden emininin borcundan düşülmüştür
(BOA, MEDAD 8: 643-2). Bir dirhem gümüşün 21 akçe olduğu düşünülürse bu tarihte
19.960 dirhem gümüş üretilmiş olmalıdır. Ancak aşağıda verilen tabloda böyle
bir teslimat tespit edilememiştir. Bu da Bozkır madenindeki üretimin burada
belirtilen rakamlardan daha fazla olduğu izlenimini vermektedir. 1778-1780 ile
1801-1804 tarihleri arasında gümüş teslimatının olmaması da dikkat çekicidir.
Bu yıllar dışında da gümüş teslimatının yapılmadığı yıllar vardır (Tablo 7). 1801
yılından itibaren mahlut sim teslimatının yapılmadığı da
tablodan anlaşılmaktadır.
Bozkır madeninde bu tarihten itibaren altın üretimi, son dönemlerde az da olsa
mahlut sim teslim edilmesine rağmen elde edilen altınla ilgili bir kaydın
olmaması nedeniyle, sona ermiştir, denilebilir.
Bozkır
madeninde 1.935.283,392 gram, bir başka ifadeyle yaklaşık 1.935,3 kg gümüş
üretimi yapılmıştır. Fakat gümüş üretiminin daha fazla olduğu tahmin
edilmektedir539.
En yüksek gümüş üretimi 1782 yılında yapılmış ve yaklaşık olarak
150
kilo gümüş üretilmiştir (Tablo 7;
Grafik 9). Tabloda görüldüğü üzere taahhüt üzere madenin işletildiği dönemlere
ait gümüş üretimi hasılat üzere işletilen dönemlere göre daha azdır. Ancak
devlet için, taahhüt üzere üretim tarzı belirlenen oranların her zaman teslim
alınması ya da eksik teslim edilen gümüş bedelinin tahsil edilmesi yönleriyle
ne üretilirse o miktarın gönderildiği hasıl tarzı üretimden daha faydalı
olmuştur. Zira taahhütün olmadığı yıllarda gümüş tesliminin yapılmadığı yıllar
olmakla birlikte çok az gümüşün teslim edildiği yıllar da bir hayli vardır.
Mahlut sim ise toplam 187.988 gram “yaklaşık olarak 188 kg” üretilmiştir.
Altınla gümüşün karışık olduğu cevherde en fazla üretim yapılan yıl ise yaklaşık
39 kiloluk üretimle 1797 yılı olmuştur (Grafik 10).
539 20
Haziran 1806’da 30 dirhem sim teslim edildiği ifade edilmiş (D.DRB.THR 36/25)
rakamlarda yanlışlık olduğu düşünüldüğünden ve bu bilgi başka belgelerden de
teyit edilemediğinden tabloya alınmamıştır.
540 Grafik, on
yıllık üretim toplamına göre hazırlanmıştır. Her yıl yapılan üretim için bkz.
Tablo 6.
Tablo 7:
Bozkır Madeninden Darphaneye Teslim Edilen Gümüş Miktarı (Dirhem Olarak)541
Üretim Yılı |
Saf Sim |
Gram |
Mahlut Sim |
Gram |
|
|
|
|
|
1776 |
927 |
2.972,889 |
|
|
|
|
|
|
|
1777 |
22.177 |
71.121,639 |
|
|
|
|
|
|
|
1781 |
32.515 |
104.275,605 |
4.652542 |
14.919 |
1782 |
46.690 |
149.734,83 |
3.315 |
10.631 |
|
|
|
|
|
1783 |
7.970 |
25.559,79 |
3.660 |
11.738 |
|
|
|
|
|
1784 |
54.580 |
175.038,06 |
4.555 |
14.608 |
|
|
|
|
|
1785 |
25.630 |
82.195,41 |
|
|
|
|
|
|
|
1786 |
4.265 |
13.677,855 |
|
|
|
|
|
|
|
1788 |
8.160 |
26.169,12 |
1.915 |
6.141 |
|
|
|
|
|
1791 |
2.470 |
7.921,29 |
950 |
3.047 |
|
|
|
|
|
1792 |
4.650 |
14.912,55 |
9.800 |
31.429 |
|
|
|
|
|
1793 |
2.085 |
6.686,595 |
5.655 |
18.136 |
|
|
|
|
|
1794 |
4.840 |
15.521,88 |
10.753 |
34.485 |
|
|
|
|
|
1797 |
5.380 |
17.253,66 |
12.225 |
39.206 |
|
|
|
|
|
1798 |
6.000 |
19.242 |
|
|
|
|
|
|
|
1799 |
18.060 |
57.918,42 |
693 |
2.222 |
|
|
|
|
|
1800 |
4.600 |
14.752,2 |
445 |
1.427 |
|
|
|
|
|
1805 |
10.885 |
34.908,195 |
|
|
|
|
|
|
|
1806 |
10.885 |
34.908,195 |
|
|
|
|
|
|
|
1807 |
12.155 |
38.981,085 |
|
|
|
|
|
|
|
1808 |
18.140543 |
58.174,98 |
|
|
1809 |
10.411 |
33.388,077 |
|
|
|
|
|
|
|
1810 |
18.180 |
58.303,26 |
|
|
|
|
|
|
|
541 Bu
tablodaki veriler şu defter, dosya ve belgelerden çıkarılmıştır. BOA, MEDAD 1,
8; BOA, DRB.d 47, 163, 973, 987, 989, 996, 998, 999, 1000, 1001, 1005, 1009,
1012, 1013, 1017, 1023, 1030, 1051; BOA, D.BŞM.d 4702; BOA, C.DRB 4, 89, 267,
295, 312, 355, 810, 898, 964, 1778, 1946, 2406, 2408, 2506, 2507, 2343, 2375,
2668, 2866, 3026, 3039, 3051, 3090; BOA, HH.d 17503; BOA, AE.SABH I 12047; BOA,
HAT 197/9967; BOA, D.BŞM.DRB 16/49; BOA, D.DRB.THR 6/29.
542 Bu
tarihte teslim edilen 1.712 dirhem mahlut simden altın miktarı ile kesr-i kal
ve bedel-i berat düşüldükten sonra kalan 1.633 dirhem gümüş, dirhemi 22 akçeden
hesap edilmiş ve 299 kuruş 46 akçe tutmuştur (BOA, AE.SABH I 12047). Kesr-i
kal, mahlût sim içindeki altın ayrıştırılıp altın miktarının düşülmesinden sonra
her çekide 3 dirhem düşülmesine denirdi. Bedel-i berat ise, mahlût sim içindeki
altının ayrıştırılmasından sonra altın miktarından her binde bir dirhem
düşülmesine denirdi (BOA, C.DRB 2668).
543 Bu gümüş miktarı içerisinde darphaneye teslim edilen 12.880 dirhem gümüşten defterin birinde sadece kesr-i ayar düşülerek 12.880 dirhemden 644 dirhem düşülünce kalan 12.236 dirhem gümüş sekiz paradan 2.447 kuruş tutmuştur (BOA, HH.d 17503: 7). Bir başka defterde ise 12.236 dirhem gümüşten resm-i fete olarak 122 dirhem aha düşülmüş ve kalan gümüş 12.104 dirhem 2.420,5 kuruş 36 akçe tutmuştur (BOA, DRB.d 987).
251
Üretim Yılı |
Saf Sim |
Gram |
Mahlut Sim |
Gram |
|
|
|
|
|
1811 |
4.080 |
13.084,56 |
|
|
|
|
|
|
|
1812 |
5.575 |
17.879,025 |
|
|
|
|
|
|
|
1813 |
24.525 |
78.651,675 |
|
|
|
|
|
|
|
1814 |
5.645 |
18.103,515 |
|
|
|
|
|
|
|
1815 |
3.685 |
11.817,795 |
|
|
|
|
|
|
|
1816 |
8.505 |
27.275,535 |
|
|
|
|
|
|
|
1817 |
2.213 |
7.097,091 |
|
|
|
|
|
|
|
1818 |
3.018 |
9.678,726 |
|
|
|
|
|
|
|
1821544 |
5.113545 |
16.397,391 |
|
|
1822 |
8.000 |
25.656 |
|
|
|
|
|
|
|
1823 |
8.000 |
25.656 |
|
|
|
|
|
|
|
1824 |
8.000 |
25.656 |
|
|
|
|
|
|
|
1825 |
11.200 |
35.918,4 |
|
|
|
|
|
|
|
1826 |
11.200 |
35.918,4 |
|
|
|
|
|
|
|
1827 |
12.880 |
41.306,16 |
|
|
|
|
|
|
|
1828 |
11.755 |
37.698,285 |
|
|
|
|
|
|
|
1829 |
8.038 |
25.777,866 |
|
|
|
|
|
|
|
1830 |
11.259 |
36.107,613 |
|
|
|
|
|
|
|
1831 |
11.200 |
35.918,4 |
|
|
|
|
|
|
|
1832 |
11.527 |
36.967,089 |
|
|
|
|
|
|
|
1833 |
16.095 |
51.616,665 |
|
|
|
|
|
|
|
1834 |
16.128 |
51.722,496 |
|
|
|
|
|
|
|
1835 |
16.108 |
51.658,356 |
|
|
|
|
|
|
|
1836 |
16.000 |
51.312 |
|
|
|
|
|
|
|
1837 |
16.000 |
51.312 |
|
|
|
|
|
|
|
1838 |
16.052546 |
51.478,764 |
|
|
Toplam |
603.456 |
1.935.283,39 |
58.618 |
187.989 |
|
|
|
|
|
544 Bu
yıla ait 1.768, 2.530 ve 815 dirhem olmak üzere üç seferde toplam 5.113 dirhem
gümüş gönderilmiştir. Bu gümüşün fetesi düşülünce ise toplam 5.044 dirhem gümüş
kalmıştır. Darphane hesaplamalarında fete düşüldükten sonra kalan gümüş ile
dirhem fiyatının çarpılması sonucu gümüşün değeri bulunurdu (BOA, DRB.d 996:
89). Fakat tabloda resm-i fete düşülmeden teslim edilen oranlar verilmiştir.
Bunda temel neden bazı belgelerde fete hesabı verilmediğinden (BOA, HH.d 17503:
7) karışıklığa neden olmamak için ve daha da önemlisi Bozkır madeninde yapılan
üretimi tam olarak yansıtmak için teslim edilen gümüşler aynen yazılmıştır.
1829 yılına ait 8.038 dirhem gümüş teslim edilirken eksik gelen gümüşün bedeli
alınacakken yapılan hesaplamada ise bu miktarın fetesi düşüldükten sonra kalanı
olan 7.992 dirhem taahhüt edilen 11.200 dirhemden düşüldükten sonra kalan 3.228
dirhemin bedeli olan 3.228 kuruş talep edilmiştir (BOA, DRB.d 996: 105).
545 Bozkır
madeninden bu tarihte 12 kıyye gümüş gönderilmiştir (BOA, DRB.d 1044).
546 Bu
miktarın 8.260 dirhemi mahlut olup 248 dirhem kesr-i kal düşülmüş haliyle 8.012
dirhem eklenmiştir (BOA, DRB.d 1010; BOA, DRB.d 163).
Bozkır
madeninin taahhüt üzere işletildiği dönemlerde belirlenen miktarda gümüşün
darphaneye teslim edilmesi gerekirdi. Bu dönemde eksik teslim edilen gümüşün
her dirhemi için görevlilerden bir kuruş ücret alınmıştır. 1829 yılı hesabında
eksik teslim edilen 3.228 dirhem gümüş için 3.228 kuruş talep edilmiştir (BOA,
DRB.d 996: 105). Bozkır madeninde taahhüt üzere üretim yapıldığı dönemlerde
mahlut sim ve saf sim ayrımı ismi dışında uygulamadan kalkmıştır. Taahhüt
edilen gümüş miktarın da her ikisi de aynı şekilde değerlendirilmekle birlikte
dirhem fiyatları da 16 para ya da 48 akçe olarak belirlenmiştir. Ayrıca taahhüt
üzere yapılan üretimden önceki dönemlerde mahlut simden ortaya çıkan altın
miktarı belirtilip ücreti hesap edilirken bahsedilen dönemde böyle bir
hesaplama yapılmamıştır. 1824 yılına ait 3.004 dirhem (BOA, DRB.d 996: 93),
1826 hasılatından 2.338 dirhem (BOA, DRB.d 996: 99), 1830 yılına mahsuben
gönderilen 1.595 dirhem (BOA, DRB.d 973; BOA, DRB.d 1010), 1834 yılına mahsuben
gönderilen 3.885, 9.920 ve 3.170 dirhem (BOA, DRB.d 1017) 1836 yılına ait olmak
üzere gönderilen 10.340 dirhem (BOA, DRB.d 1023: 38) mahlut simin fiyatı 16
para olarak hesap edilmiştir. Ancak Bozkır madeninde teslim edilen mahlut
simden altın elde edilmesi 1781-1800 yılları arasındadır. Bu tarihler arasında
madenden darphaneye 12 defa mahlut sim teslim edilirken 1797 yılında yapılan
mahlut sim teslimatı en yüksek seviyeye ulaşmıştır (Grafik 10; Tablo 7).
|
Grafik
10: Bozkır Madeninde Üretilen Mahlut Sim Miktarı (1781-1800)547 |
|
|
547 Grafikle
birlikte bkz. Tablo 6.
Darphanenin
gelirleri arasında Bozkır madeninden teslim edilen gümüşle ilgili kayıtlar da
vardır. 1798 yılında gönderilen gümüşün bahasının dört kese, faizinin bir kese548
(BOA, D.DRB.HAT 3/29) ve aynı yıl gönderilen gümüşün üç kese bahası ve bir kese
faizi (BOA, D.DRB.HAT 3/32), 1799 yılında gönderilen gümüşün 4,5 kese bahası ve
1,5 kese faizi (BOA, D.DRB.HAT 3/70) ve aynı yıl gönderilen bir diğer gümüşün
ise üç kese bahası ve 0,5 kese faizi (BOA, D.DRB.HAT 4/12) olmuştur549.
Verilen bu rakamlarda ne kadar gümüş teslim edildiğine dair bir bilgi yoktur.
Ancak Bozkır madeninden gönderilen gümüşlerin değerlerinin ve bunlardan elde
edilen kârların gösterilmesi nedeniyle bu bilgiler önem arz etmektedir. Bozkır
madeninden gönderilen gümüş örneklerinin ortalama dört kesesinin (2.000 kuruş)
bir kese (500 kuruş) kârı vardı. Bu oran, yaklaşık olarak madende üretilen
gümüşün bütün masrafları çıktıktan sonra devlete dörtte birinin kâr olarak
kaldığı şeklinde de yorumlanabilir.
1.2.1.2.1. Gümüşün Birim Fiyatı
Bozkır madeninde
üretilen gümüş, devlet tarafından bir birim üzerinden yapılan fiyat
düzenlemesine göre satın alınırdı. 31 Aralık 1776 tarihinde maden emini Bozkır
madeninde üretilen gümüşün fiyatının Gümüşhane’de uygulanan fiyat üzere satın
alınmasını talep ederek bu konuda bir emir verilmesini istemiştir. Ancak
madenin üretimi tam olarak bilinemediğinden böyle bir uygulama olamayacağından
madenin hasılatı tam olarak bilindiği zaman bir düzenleme yapılabilecekti (BOA,
MEDAD 1: 755: 1). 9 Şubat 1777-27 Mayıs 1778 tarihleri arasında Bozkır
madeninden 12.890 dirhem saf sim ve 387 dirhem mahluttan hasıl olan sim olmak
üzere 13.277 dirhem gümüş darphaneye teslim edilmiştir. Darphanede Bozkır
madeninden teslim edilen gümüşün dirhem fiyatı 22 akçeden hesaplanmış ve 2.434
kuruş 14 akçe tutan meblağ hasılat olarak kaydedilmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702:
2).
Bozkır
madeninde üretilen gümüşün satın alma fiyatı ile ilgili ilk düzenleme 18 Mayıs
1780 tarihinde yapılmıştır. Buna göre, Bozkır madeninde üretilen mahlut
548 Belgelerde
faiz olarak geçtiğinden aynen alınmıştır. Gümüşün bahası derken değerinden,
faizi derken elde edilen kârından bahsedilmiştir.
549 Darphane
gelirleri arasında gösterilen Bozkır madeninden gönderilen gümüşlerin sadece
kuruş olarak değerinin yazıldığı örnekler de vardır. 1810 yılında Bozkır
madeninden 3.096 ve 929 kuruşluk gümüş gönderilirken (BOA, D.DRB.HAT 10/35;
10/28), bir önceki yıl ise 494 kuruş değerinde gümüş gönderilmiştir (BOA,
D.DRB.HAT 10/3).
simin fiyatı Gümüşhane
madeninde uygulanan fiyat olacak ve mahlût sîm içerisinden ortaya çıkarılan
altın çıkarıldıktan sonra kalan gümüşün 10 dirhemde bir dirhemi bedel-i ifraz
ve her ocakta üçer dirhem resm-i fetesi düşüldükten sonra çeki tabir olunur her
100 dirhemi 1680’er akçeye ve madenden gelen simi saf dahi resmi fetesi
çıkarıldıktan sonra aynı fiyat ile satın alınacaktı (BOA, MEDAD 8: 639-2;
645-3). 31 Ekim 1787 tarihinde de Bozkır madeninde üretilen gümüşle ilgili bu
emir tekrar gönderilmiştir (BOA, MEDAD 9: 174-1). Fakat 10 Ağustos 1781
tarihinde, Bozkır madeninden gönderilen mahlut sim içindeki altın düşüldükten
sonra kalan gümüşün dirhemi 22 akçeden, saf simin dirhemi ise 21 akçeden işlem
görmüştür (BOA, AE.SABH I 12047). 11 Nisan 1783 tarihinde saf sim ile mahlut sim
arasındaki ayrım devam etmiştir (BOA, C.DRB 295). 1794 yılından itibaren ise
Bozkır madeninde üretilen saf ya da mahlut simin fiyatı 22 akçeden hesap
edilmiştir (BOA, C.DRB 1946). Bozkır madeninden gönderildiği tespit edilen son
gümüş örneklerinde 1838550
yılına ait 8.260 dirhem mahlut sim ile 8.040 dirhem saf simin dirheminin 16
paradan hesap edilmesine (BOA, DRB.d 163) bakılarak aynı fiyat uygulamasının,
madenin kapatılmasına kadar devam ettiğini söylemek mümkündür. Zira bir dirhem
gümüş, 48 akçeden işlem görmekteydi.
Darphanede
yapılan bu hesaplama ile gümüşün madencilerden satın alınma fiyatı arasında
farklılık vardı. Devlet tarafından satın alınan altın ve gümüşler piyasa
fiyatının çok altında bir fiyata satın alınmaktaydı. 1786 yılında, Bozkır
madeni kapatıldığında, madende bulunan 4.257 dirhem gümüş, 5,5 paradan hesap
edilerek gönderilen mübaşire551
teslim edilmiştir (BOA, D.DRB.THR 2/43). Yani madencilerin elindeki gümüşler
5,5 paradan satın alınmıştır. Yukarıdaki örnekteki 100 dirhemi 1.680 akçe olan
gümüşün dirhemi 5,6 paraya tekabül etmektedir (BOA,
550 1834
yılına mahsuben gönderilen 3.885, 9.920 ve 3.170 dirhem mahlut simin fiyatı da
16 para idi (BOA, DRB.d 1017). 1836 yılına ait olmak üzere gönderilen 10.340
dirhem mahlut sim de aynı fiyat üzerinden işlem görmüştür (BOA, DRB.d 1023:
38). Benzer şekilde 1830 yılına mahsuben gönderilen 1.595 dirhem mahlut sim de
16 paradan hesap edilmiştir (BOA, DRB.d 973; BOA, DRB.d 1010).
551 Bozkır
madenindeki hasılatı teslim alacak olan mübaşir İbrahim Ağa tarafından 12 Ocak
1786 tarihinde 4.265 dirhem saf sim teslim edildiği kayıtlıdır. Başmuhasebeden
yapılan hesaplamada 746 kuruş 45 akçe bedel yazılan bu gümüş miktarı (BOA,
C.DRB 1778) 24 Aralık 1785 tarihli bir belgede ise aynı görevli tarafından
4.257 dirhem gümüşün 585 kuruşa alındığını göstermektedir (BOA, C.DRB 810).
Bozkır madeninde ve darphanede ölçümleri farklı olan bu gümüşlerin aynı
madenler olduğu tahmin edilmiştir. İkinci örnek madencilerin elindeki gümüşün
satın alınması, birinci örnek ise darphaneye tesliminde yapılan hesaplamadır.
Bir dirhemi madencilerden yaklaşık olarak 5,5 paraya satın alınırken,
darphanede bu hesaplama yedi para üzerinden yapılmıştır.
C.DRB 3090). Fakat darphanedeki
hesaplamalarda ise 21 akçe yani yedi para olarak hesap edilmiştir. Aynı durum
diğer madenler için de geçerlidir. 1780 yılında Keban madeninde gümüşün yüz
dirhemine 1.560 akçe ücret verilirken, aynı tarihte Ergani’de 1.620 akçeydi.
1772 yılında Espiye madeninde ise gümüşün yüz dirhemi 2.080 akçe ve
Gümüşhane’de ise 2.040 akçe idi (Bölükbaşı, 2010: 74).
Bozkır
madeninde üretilen gümüşler maden eminlerine verilen sermaye akçesi bedeli
karşılığı idi552.
21 Ağustos 1786 tarihinde bu durum “… Darbhâne-i ‘Âmire’den ma‘den
ümenâsına mühüren temessük ile nakden virilen asl sermâye-i kadîm akçesinden
olub sermâye-i mezkûr mukâbili zer ve sîm gibi gelüb vaz olunan kurşundan …”
(BOA, MEDAD 8: 782-2) şeklinde ifade edilmiştir.
Gümüşle
ilgili fiyat düzenlemesi yapılırken birim olarak dirhem temel alınmıştır.
Madenin açılışından 1805 yılına kadar gümüş yedi paradan başka bir ifadeyle 21
akçeden hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 2408). 1805 yılı Mart ayından itibaren ise
gümüşün dirhemi sekiz para553
olmuştur (BOA, DRB.d 969). 6 Aralık 1820 tarihli fermana göre bütün madenlerde
üretilen gümüşün dirhemi 16 para olarak kabul edilmiştir554.
Bozkır madeninde üretilen gümüşün dirhem fiyatı da sekiz paradan 16 paraya
çıkmıştır (BOA, D.DRB.HAT 14/46). Bozkır madeninden gönderildiği tespit edilen
son gümüşün dirhem fiyatı da 16 paraydı (BOA, DRB.d 1010). Bozkır madeninde
taahhüt üzere üretim yapıldığı dönemlerde madenden teslim edilen gümüş 16
paradan hesap edilirken, teslim edileceği taahhüt edilen ancak çeşitli
nedenlerle teslim edilemeyen bir başka ifadeyle eksik teslim edilen gümüşün her
dirhemine karşılık görevlilerden ise bir kuruş tahsil edilmiştir (BOA, DRB.d
996: 105).
552 11
Haziran 1781 tarihinde Bozkır madeninde üretilen zer ve simin mübayaa olunması
için istenen 5.000 kuruş sermaye nakden gönderilmiştir (BOA, MEDAD 8: 651-2).
553 8
Temmuz 1812 tarihinde; Bozkır, Bereketli ve Sidrekapsi madenleri gümüşlerinin
dirhemi 8 para iken, Balya 10, Karaton 7 ve Gümüşhane madeni gümüşü 11 para
olarak belirlenmiştir (BOA, HH.d 17503: 1, 15, 17). Bu tarihte Keban madeninde
ise gümüşün dirhemine bir para zam yapılarak 12 paraya çıkarılmıştır. Bunun
gerekçesi ise, Keban madeninde üretilen gümüşün dirhemi maden emini tarafından
madencilerden 11 paraya satın alınırken bir fırın 550 kuruş masrafla
işletilmiştir. Ancak bu tarihte bir fırının masrafı 750 kuruş olmuştur (BOA,
HH.d 17503: 1).
554 Bu
tarihten önce madenlerde üretilen gümüşlerin bir dirheminin fiyatları şöyleydi:
Bereketli, Bozkır ve Sidrekapsi gümüşleri 8, Gümüşhacıköy ve Balya gümüşleri
10, Gümüşhane gümüşleri 11 ve Keban gümüşleri 14 paradan işlem görürken, bu
tarihte tamamının dirhemi 16 para olmuştur (BOA, D.DRB.HAT14/46). Diğer
madenlerde ise gümüşün dirhemi, Gümüş madeninde 10 (Gümüşhacıköy olmalı),
Karaton 7, Ünye 8, Akdağ 16 paradan işlem görmüştür (BOA, DRB.d 47).
1.2.1.2.2. Gümüşte Vergi Oranı
Gümüşhane
madeni fırınlarının her birinden 30 akçe kitâbet, 30 akçe vezzâniye ve 10 akçe
kantariyye olmak üzere 70’er akçe ‘avâ’idât ile gümüşün her çekisinden
55’er akçe resm-i miri ifrazciyan devlet için alındıktan sonra mahlut sim
içerisindeki altının dörtte biri devlet için bedelsiz olarak ve kalan altının
her miskali555
480 akçeye satın alınırdı. Mahlut sim içerisindeki altın miktarı çıkarıldıktan
sonra kalan gümüşün 10 dirhemde bir dirhemi bedel-i ifraz556
ve her ocaktan üçer dirhem resm-i fetesi düşüldükten sonra madencilerden 100
dirhemi 1.680 akçeye satın alınırdı. Saf simin resm-i fetesi düşüldükten sonra
aynı fiyat ile satın alındığına dair 18 Mayıs 1780 tarihinde557
bir düzenleme yapılmış ve bu nizamın Bozkır madeninde de uygulanmasına karar
verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 639-2; 645-3). 31 Ekim 1787 tarihinde madenin yeniden
açılmasıyla aynı uygulama hatırlatılmış ve bu nizam uygulanmaya devam
edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 174-1). 21 Mart 1807 tarihinde
555 Altın
ve gümüş için kullanılan ölçülerin oranları şu şekildedir: Anadolu’da bir kırat
1/24 miskal ya da 1/16 dirhemdir. Ağırlığı 0,2004 gram idi (Hinz, 1990: 34).
Anadolu’da bir miskal: 4,81 gram idi. Bir Osmanlı ağırlık dirheminin ağırlığı
ise miskalin üçte ikisi kadardı yani 3,086 gramdı. Bir kırat ise 0,195 gramdı
(Hinz, 1990: 6). Kıymetli maddelerin ölçüsünde bir kırat 0,189 gram, bir miskal
4,548 gram olarak verilmiştir (Zambaur, 1997b: 735). Dört buğday tanesi, bir
kırat veya bir keçiboynuzu çekirdeğidir. Dört kırat veya 16 buğday bir
dank’tır. Dört dank veya 16 kırat yahut 64 buğday tanesi bir dirhemdir. 1,5
dirhem veya altı dank veya 24 kırat veyahut 96 buğday tanesi bir miskaldir.
Şeri ağırlık ölçüsü siteminden farklı olan bu sistemde miskal 4,811 grama
tekabül ediyordu (Sahillioğlu, 1958: 1). Örfi miskal buğday tanesine istinad
etmektedir, halbuki şeri miskal arpa tanesine dayanır. Şeri miskal 72 arpadır
ve 20 kırattır. Şeri dirhemin ağırlığı da 16 kırat değil, 14 kırattır
(Sahillioğlu, 1958: 5). Dirhem eskiden beri üç çeşit olup biri dirhem-i şer‘i
(14 kırat) ki orta büyüklükte 70 arpa tanesinin ağırlığı demektir. Zekat, mehr
ve diyette muteber olan ölçüdür. Diğeri dirhem-i örfi veya dirhem-i miri olup
16 kırattan (elmas ve cevahir gibi değerli şeylerin tartısında kullanılan
ağırlık ölçüsü) ibaret gümüş hakkında kullanılır. Üçüncüsü de dirhem-i
hesabidir. Miskal: bir buçuk dirhem, dank: miskalin dörtte biri, buğday: dörde
ayrılan kıratın bir parçası. Fitil: dörde ayrılan buğdayın bir parçası. Nakir: ikiye
ayrılan fitilin bir parçası. Kıtmir: ikiye ayrılan nakirin bir parçası. Zerre:
ikiye ayrılan kıtmirin bir parçasıdır. (Süleyman Sûdi, 1982: 9, 19). Karat
olarak da kullanılan ağırlık ölçüsü bu çalışmada kırat olarak kabul edilmişir.
556 Fahrettin
Tızlak, bedel-i ücret-i ifrazın üretimin %1’i oranında olduğunu (Tızlak, 1997a:
156) Ömerül Faruk Bölükbaşı ise, ifraz bedeli denilen bu kesintinin %10
oranında olduğunu ifade etmiştir (Bölükbaşı, 2010: 74). Bozkır madeninde
üretilen gümüşün 10 dirhemde bir dirhemi bu bedel için alındığına göre bu
oranın %10 olduğunu söylemek mümkündür. 1733 yılında, altının her miskali 573
akçe hesaplanıp, kalan simin her çekisinden birer kuruş ücret-i ifrazciyan
aşağı varılmıştır (HH.d 14910: 2). Yani ayırma ücreti düşülmüştür.
557 Gümüşhane
madenindeki aynı tarihli uyguluma şu örneklerle açıklanmıştır. Mahlut sim ve
saf simden alınan vergileri belgelerdeki örneklerle açıklamak gerekirse, bir
fırında 173 dirhem sim-i mahlut üretildiği düşünülürse bu orandan 20 dirhem
bedel-i ifraz ile üç dirhem resm-i miri fete düşüldükten sonra kalan 150 dirhem
1,5 çeki olduğundan çekisi 1.680 akçeden hesap edilmiştir. Yine bir fırından
elde edilen saf sim 103 dirhem örneği verilerek bu orandan üç dirhem resm-i
miri fete düşülünce kalan 100 dirhem bir çeki kabul edilerek 1.680 akçeden
hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 2969).
Bozkır madeni üretimi olan
12.155 dirhem saf sim teslim edilmişken, 39 kıta‘ât olan gümüşün her kıtasından
3 dirhemden resm-i fete558
olarak 117 dirhemi düşüldükten sonra kalan 12.038 dirhemin her dirhemi 8
paradan hesap edilen gümüşün değeri 2.407,5 kuruş 12 akçe tutmuş ve 20 Haziran
1807’de aylık defterine masraf kaydedilen bu tutar maden emininin sarrafı
Agob’a teslim edilmiştir (BOA, DRB.d 987).
Mahlut sim
ve saf sim arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekmektedir. Zira darphanede
yapılan hesaplamalarda saf simin her kıtasından üçer dirhem resm-i fetesi
düşüldükten sonra hesabı görülmüştür (BOA, C.DRB 3051). Mahlut simde ise altın
miktarı düşüldükten sonra, yıllara göre gönderilen mahlut simden bir miktar kesr-i
kâl çıkarılmıştır559.
Mahlut sim içindeki altın oranı ile kesr-i kal düşüldükten sonra
kalan gümüşten her bin dirhemde bir dirhem bedel-i berât da düşüldükten
sonra kalan miktar gümüşün dirhem fiyatıyla çarpılarak değeri bulunmuştur560
(BOA, C.DRB 295; BOA, C.DRB 89; BOA, C.DRB 355).
Gümüşhane
madenlerinde her fırının 100 kuruş masrafı olduğu, fırınlara konulacak cevherin
bir haftada çıkarıldığı belirtilerek çıkarılan gümüşün füruht edilerek (satılarak)
madencilerin ve fırınların masraflarının karşılanması için izin talep
edilmiştir. Bu olmazsa devletin bu ihtiyaçları karşılamak için sermaye
göndermesi istenmiştir. Devlet, 19-28 Haziran 1719’da gümüşün satılmasına izin
vermiştir (Ahmet Refik, 1931: 23). Madende üretilen gümüşün satılmasını vergi
olarak değerlendirmemek gerekir. Zira, bu durum devletin karşılayacağı sermaye
yerine yapılan bir uygulamadır. Bu olayda, devlet kendisi için satın alacağı
gümüşten vazgeçerken sermaye vermekten de kurtulmuş oluyordu. Bozkır madeninde
kurşun
558 Saf
gümüşün her kıtasından “kıyye-i muʻtâd sim” olmak üzere üçer dirhem
düşülmüştür. Buna fete-i muʻtâde de denilmekteydi (BOA, DRB.d 996: 89, 91).
559 1781
(BOA, AE.SABH I 12047) ve 1793 yıllarında çekide üç dirhem (BOA, C.DRB 898),
1808 yılında çekide beş dirhem kesr-i ayar düşülmüştür (BOA, DRB.d 987). 1825,
1826 yıllarında 100 dirhemde 10 dirhem (BOA, DRB.d 996: 91, 93), 1830 yılında
3,5 dirhem (BOA, DRB.d 973), 1249 yılında 100 dirhemde beş dirhem (BOA, DRB.d
1010; 1013), 1835’te 100 dirhemde üç ve 1836’da
100
dirhemde 2 dirhem kesr-i kal
düşülmüştür (BOA, DRB.d 1010). 1838 yılında ise çekide üç dirhem (BOA, DRB.d
1030; 1010) kesr-i kal düşülmüştür.
560Nisan
1794’te Bozkır madeninden gönderilen 1.915 dirhem mahlut simden elde edilen
32,5 dirhem altın miktarı düşülünce kalan 1.882,5 dirhemin her çekisinden de üç
dirhem kesr-i kâl olmak üzere 56 dirhem düşülmüştür. Bu oran düşüldükten sonra
kalan 1.826,5 dirhemin her bin dirheminde bir dirhem bedel-i berât da düşülünce
1.825 dirhem kalmıştır. Dirhemi 22 akçeden hesap edilen 1.825 dirhem gümüş ise
40.150 akçe tutarındaydı (BOA, C.DRB 3051).
için rastlanan bu durumun gümüş
için uygulandığına dair bir örnek tespit edilememiştir.
Tablo 8: Bozkır Madeni Üretimlerinden Yapılan Kesintiler
|
Kurşun |
Saf Sim |
Mahlut Sim |
Altın |
|
|
|
|
|
Hums |
X |
|
|
|
|
|
|
|
|
Rub‘ |
|
|
|
X |
|
|
|
|
|
Fete |
|
X |
X |
|
|
|
|
|
|
İfraz |
|
X |
X |
|
|
|
|
|
|
Tefâvüt561 |
X |
|
|
|
|
|
|
|
|
Nezâret |
X |
|
|
|
|
|
|
|
|
Vezzâniye |
X |
X |
X562 |
|
Kitâbet |
X |
X |
X |
|
|
|
|
|
|
Kantariyye |
|
X |
X |
|
|
|
|
|
|
Bedel-i berat |
|
|
X |
|
|
|
|
|
|
Bedel-i melâ‘ık |
|
|
|
X |
|
|
|
|
|
Osmanlı
Devleti, işlettiği bütün madenlerden aynı vergiyi almadığı gibi aynı fiyata da
satın almamıştır. Keban ve Ergani madenleri üretimlerinden fete ve ücret-i
ifraz; Espiye madeni üretiminden fete, ücret-i ifraz ve rub-ı miri; Gümüşhane
madeni üretiminden ise ücret-i ifraz ve rub-ı miri gibi gümüş imalatından
kesintiler yapılmıştır. Çakırgölü ve Kafirdağı madenlerinde ise fete ve nezaret
kesintisi gümüş üretimine uygulanmıştır. Madenlerde üretilen altın ve gümüşün
belirtilen oranları ücretsiz, geri kalan kısmı ise belirlenen fiyatlar
üzerinden satın alınırdı (Bölükbaşı, 2010: 73-74). Bu satın alma işleminde
altın ve gümüşün fiyatlarının madenlere göre değişiklik göstermesi madende
üretim yapabilmek için gerekli odun ve kömürün teminine yapılan masraflara,
yapılan üretimin durumuna ve madenlerden alınan vergilerin miktarına göre
değişebilirdi. Keban madenindeki gümüş üretiminden sadece ücret-i ifraz ve fete
alındığından bu madendeki fiyat düşükken; ücret-i ifraz,
561 Kurşun
madeninin vergilendirilmesi başlığında değinildiği için bu terimler tekrar
açıklanmamıştır. Ancak değinilmeyen kantariyye isimli kesinti, kantarcı resmini
ifade ederken; kantar vezin aleti, 44 okkalık vezin anlamına gelmektedir (Ahmet
Vefik Paşa, 2000: 687). Kantariyye, tartı yapılan yerlerde kantarlarla tartılan
eşyadan alınan vergi, kantar resmi anlamına gelmektedir (Ayverdi, 2006: 1574).
562 Kitabet,
vezzaniye ve kantariyye adı verilen kesintiler gümüş ve altın üreten fırınların
her birinden yapılan kesintilerdir. Yani fırın başına yapılan kesintiyi
gösterdiğinden dolayı her iki madene de işaretlenmiştir.
fete ve %25 vergi alınan Espiye
ile ücret-i ifraz ve %25 vergi alınan Gümüşhane’de fiyatlar daha yüksekti.
Keban madeninde gümüşün yüz dirhemi 1.560, Ergani’de 1.620, Espiye’de 2.080 ve
Gümüşhane’de 2.040 akçeydi (Bölükbaşı, 2010: 74). Bozkır madeninde563
ise üretilen gümüşten fete, ücret-i ifraz ile fırınlardan alınan çeşitli
kesintiler vardı. Bu kesintiler düşüldükten sonra gümüşün yüz dirhemi 1.680
akçe idi (BOA, MEDAD 8: 639-2). Belirtilen bu fiyatın madencilerden satın alma
fiyatı olduğunu unutmamak gerekir. Bozkır madenindeki fiyatın Espiye ve
Gümüşhane madenlerindeki fiyattan düşük olmasının nedeni üretimden rubʻ-ı
miri adı verilen dörtte bir (% 25) kesintinin Bozkır madeninde
yapılmamasıdır. Keban madeninde gümüşün yüz dirhemi 1.560 akçe iken Bozkır
madeninde aynı oranda gümüşün 1.680 akçe olması ise Bozkır madeninde yapılan
kesintilerin daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır (Tablo 8).
Bozkır
madeninden gönderilen kurşun, gümüş ve altından yapılan kesintilerin
anlamlarına değinmek gerekmektedir. Bu anlamda gümüşten alınan resm-i fete,
ocak başına üç dirhem olarak alınmıştır. Bozkır madeninde üretilen gümüşten fete-i
muʻtâde, mahlut simden ise kesr-i kâli düşüldükten sonra fete-i
muʻtâde alınmıştır. Bozkır madenin açıldığı tarihten kapatıldığı
tarihe kadar her ocaktan üç dirhem gümüş fete olarak düşülmüştür (BOA, DRB.d
987; BOA, DRB.d 1012). Ücret-i ifrâz ise ifraz bedeli olarak yapılan
kesintiyi göstermekteydi. Ücret-i ifraz madendeki üretimin %10’u olarak
belirlenmiştir. Gümüşün her çekisinden 55’er akçe resm-i miri
ifrâzciyân devlet için alındığı gibi mahlut sim içerisindeki altın
miktarı çıkarıldıktan sonra kalan gümüşün 10 dirhemde bir dirhemi de
bedel-i ifraz (BOA, MEDAD 8: 639-2; 645-3) olarak alınmıştır. Rubʻ-ı miri,
devlet için üretilen altının dörtte birinin (% 25) bedelsiz olarak alınmasını
ifade etmekteydi (BOA, MEDAD 8: 639-2; 645-3). Hums-ı miri ise,
üretilen kurşunun %20’sinin (beşte biri) bedelsiz
563 Bozkır
madeninden önceki yıllara ait uygulamalara ise şu örnek verilebilir. 1588-1589
tarihli maden kanununa göre, boş bir maden kuyusu eminler ya da gayr-i maden
reayası tarafından kazılırsa ve cevher çıkarsa, masrafları devlet tarafından
karşılanır. 1.000 dirhem gümüşten 76 dirhemi öşr-i miri olup vs. harç (vergi,
masraf) tutulup miri öşrüyle 395 dirhem (250 dirhem rub‛ darphane, öşr-i miri
67 dirhem, bir dirhem öşr-i hibe ve 76 dirhemi ücret-i ihracat ve 1 dirhem
hisse-i sarraf) ve kalan 605 dirhem rençberan hissesidir. Bu hesap üzere 10 dirhemde
4 dirhem öşür alınmış, lakin kendi malıyla kuyu kazdıran ve rençberan
ücretlerini kendi malından veren kişiden bunun alınması o kişiye zarar vereceği
de belirtilmiştir (BOA, MAD.d 22148: 5). Pravişta madenlerinde çıkan 100 dirhem
gümüşten iki akçe sarrafiye alınıp rençberan hissesi verildikten sonra kalan
miktar devletindir, denilmiştir (BOA, MAD.d 22148: 6).
olarak devlete verilmesini
ifade eden bir kesintiydi564
(BOA, MEDAD 8: 610-2; 621-1).
1.2.1.3. Altın Üretimi
Altın; sarı,
parlak renkte, kolayca işlenebilecek yumuşaklıkta bir madendir565.
Yeryüzünde değerini büyük ölçüde düşürecek şekilde bol miktarda mevcut
değildir. Su ve havadan etkilenip paslanmayışı aranır madde olmasının bir başka
sebebidir. Para olarak kullanılışı servet, itibar ve iktidarla özdeşleşmesini
sağlamıştır. Bu husus, Kur'an'da zikredildiği âyetlerin mazmununda da vardır.
Eşya, külçe veya para olarak aynı değeri taşır566.
Altın iktisadî kalkınmada, medeniyetlerin yükselmesi veya yıkılmasında bazı
tarihçiler tarafından başlıca âmil olarak açıklanmıştır (Sahillioğlu, 1989:
532). Altın yerine zeheb kelimesi kullanıldığı gibi belgelerde daha çok zer
ifadesi kullanılmıştır. Zeheb (altın madeni) yıldızlar arasında güneşe
benzetilmiştir. Kükürdün en halisi ile civanın en safının mükemmel bir şekilde
birleşmesinden doğmuştur. Bundan dolayı ateşte erirse de yanmaz ve ne kadar
toprakta kalsa da paslanmaz. Altın yumuşak ve parlak olup, kırmızıya çalar sarı
bir rengi vardır. Tadı ve kokusu hoştur. Oldukça da ağırdır. Altın, civanın
mıknatısı olup, onda batar ve rengini kaybeder. Altın erir, dövülebilir çok
ince yaprak şekline, tel ve toz haline getirilebilir; ayrıca altın tozu yazı
için kullanılabilir. Altın, sikke ve süs eşyası yapmak için kullanılırken, bakır
ve gümüş ile karıştırılır (Ruska, 1997b: 491). Bozkır
564
Müslümanlar ın ellerinde bulunan altın ve gümü şten vermesi gerekli zekat ise
şu şekildedir. Gümüşten zekât alınacağı hususu Kitap, Sünnet ve icmâ ile
sabittir. Altın ve gümüşü, zekâtını vermeyerek biriktirip yığ anların azaba
çarptırılacağı âyet ve hadislerde belirtilmiştir. Diğer madenlerden ancak
ticaret malı oldukları zaman zekât alındığı halde altınla gümüş bu maksatla
kullanılmasalar da zekâta tâbidir. Altınla gümüşün nisablarını tayin için
kıymetlerine değil ağırlıklar ına bak ılır. Gümüşten zekât verilmesi için onun
nisab miktarı olan 200 dirhem ağırlığa ulaşması şarttır. Ağ ırlık birimi olarak
bir dirhemin metrik sistemde kaç grama tekabül ettiği konusunda uzmanlar
arasında tam bir görüş birliğ i bulunmamakla birlikte, bir dirhemin meselâ
3,207 gram oldu ğundan hareket edilirse yaklaşık 640 gram gümü ş zekât nisabı
sayılır ve bunun 1/40 nisbetinde zekâtının verilmesi gerekir. Kadınların süs
eşyası olarak kullandıkları gümüş ve altına zekât gerekip gerekmeyeceği hususu
tartışmalıdır. Hanefîler'e, Sevri ve Evzâî'ye göre takılardan zekât vermek
gerekir. Mâliki. Şafiî ve Hanbelîler'e göre ise gerekmez (Eskicioğlu, 1996:
272).
565 Tabiatta
dağ altını ve kum altını olarak bulunur. Dağ altını varak halinde veya saçılmış
olarak kayalar içinde bulunur. Altının beraberinde ne kadar gümüş varsa rengi o
kadar soluk ve açık sarı olur (Halil Edhem, 1307: 74).
566 Altın
alaşımlarındaki altın miktarı ya kırat ile ya da binde olarak ifade edilir. Saf
altın 24 kırat, 1.000/1.000 iken, 18 kıratlık alaşımında 750/1.000 altın ve 12
kıratlık da 500/1.000 altın bulunur (Türk Ansiklopedisi, 1966: 209).
madeninde zer ve altın
tabirleri kullanılmakla birlikte “sarıot” tabiri de altın yerine
kullanılan terimler arasındadır.
Bozkır
madeninde üretilen mahlût gümüş içinde altın da çıkmaktadır. Bozkır madeninden
gönderilen gümüş; birincisi sîm-i sâf, ikincisi ise sîm-i mahlût
olmak üzere iki türlüydü. Bahsi geçen altın, sim-i mahlut içerisinde çıkan bir
madendi ki Bozkır madeninden gönderilen gümüş darphanede çeşnî567
işlemine tabi tutulunca (BOA, C.DRB 355;BOA, C.DRB 89) altın ve gümüş ortaya
çıkardı. Bozkır madeninden darphaneye karışık halde gönderilen gümüş hesabı
görülürken çekisinde/100 dirhemde, bir dirhem noksan-ı kesr568(ayrıştırılması
esnasındaki eksiklik) düşülür. Bu miktar düşüldükten sonra kalan gümüş içinde
dirhem, kırat ve buğday gibi altın ölçüleri kullanılarak ne kadar altın ortaya
çıktığı yazılır. Ortaya çıkan altının her 10 dirheminde 1,5 kırat altın bedel-i
melâ‘ık adıyla düşülerek kalan altının miskali569
573 akçeden işlem görürdü570
(BOA, C.DRB 355; BOA, C.DRB 89; BOA, C.DRB 295).
Gümüşhane
fiyatı üzere hesap olunmak üzere, Bozkır madeninde 1781 yılında gümüşün her
çekisinde 1,5 dirhem beş kırat (BOA, AE.SABH I 12047), 1790’da ise her çekide
2,5 dirhem, üç kırat ve üç buğday altın zuhur etmiştir571
(BOA, HAT 197/9907). 23 Ekim 1786 tarihinde ise, Bozkır madeninden dört gümüş
numunesi gönderilmiş ve bunların çeşnî tutulmuştur. Buna göre gümüş
numunelerinden 181
567 Çeşnî:
Kimyahane ve ayar tayin edici şube demektir (Musa Kazım, 1329: 551). Darphanede
bulunan tizab atölyesinde gümüşün içinde bulunan az miktardaki altın
ayrıştırılır, kalhane denilen izabe atölyesinde ise alaşımdaki bakır
ayrıştırılırdı (Sahillioğlu, 1993: 504). Darphaneye gönderilen altın ve
kurşunun ifraz ve kali için lazım olan çam kömürü Kocaili sancağına bağlı
Yuvacık ve Bahçecik köylerinden temin edilmiştir (BOA, MEDAD 1: 3-1).
568 Bir
başka ifadeyle mahlût sim içindeki altın ayrıştırılırken her çekide bir dirhem
noksan düşülmesine noksân-ı kesr denilirdi (BOA, C.DRB 2668).
569 Misgâl:
Altın fiyatının belirlenmesinde kullanılan bu ağırlık ölçüsü, 1,5 dirhemin bir
misgâl kabul edildiği ölçüydü (BOA, C.DRB 2668).
570 Ocak 1795
tarihinde Bozkır madeninden darphaneye gelen ve hesabı görülen 2.855 dirhem
sim-i mahlutun her çekisinde bir dirhem noksan-ı kesr olmak üzere 28,5 dirhemi
düşülünce kalan 2.826,5 dirheminin her çekisinde 37 kırat üç buğday olmak üzere
toplam 66,5 dirhem 3 kırat altın ortaya çıkmıştır. Bu altın miktarından bedel-i
melâ‘ık adıyla yarım dirhem 1,5 kırat altın düşülünce 66 dirhem 1,5 kırat kalan
altın 44 miskalden, miskali 573 akçeden 25.247 akçe, kuruş olarak ise 210 kuruş
47 akçe olarak hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 2406).
571 1775
yılında Keban madeninde mahlut simin her çekisinde üç dirhem dört kırat altın
(BOA, AE.SABH I 19531), 1796-1797 yılında Gümüşhane madeninden gönderilen
12.225 dirhem sim-i mahlutun her çekisinde bir dirhem dört kırat altın ortaya
çıkmıştır (BOA, C.DRB 2668). 1779 yılında Bereketli madeninde ise, 261 dirhem
gümüşte 2,5 kırat, 224 dirhemde yine 2.5 kırat altın zuhur etmiştir (BOA, C.DRB
3058).
dirhemde 12,5 dirhem; 176
dirhemde 10 dirhem; 222 dirhemde 10 dirhem ve 300 dirhemde 10 dirhem altın
ortaya çıkmıştır. Bu altın oranı Gümüşhane ile Keban ve Ergani madenlerinden
dahi çıkmamıştır (BOA, HAT 2/55.A). 12,5 dirhem altın Sarıot572
isimli yerden elde edilmiştir. Burada gümüş ve kurşun az olduğundan madenciler
masraflarına yetmediğini ifade ederek gümüş ve altın fiyatına zam yapılmasını
istemişler. Bu gerçekleşmezse yarısı “sarıot” tabir olunan cevherden ve
yarısı kurşunlu cevherden imâl etmeyi talep etmişlerdir. Maden emininin arzı
üzerine verilen cevaba göre, zam yapılması diğer madenleri de etkileyeceğinden
bunun uygun olmadığı belirtilmiş ancak sarıot ve kurşunlu cevherlerin yarı
yarıya imali şeklinde bir düzenleme yapılmıştır (BOA, HAT 2/55.A). 4 Mart 1801
tarihinde, Bozkır madeni ustabaşı olan Penayut; kömür, kütük, cevher nakli ve
çakılcı amelesi gibi konuları kendi üzerine alarak mağaraları maden fenninden
anlamayanlara verdiğinden Sarıot Mağarası da gereği gibi işletilememiştir (BOA,
C.DRB 560).
27 Mayıs 1781
tarihinde 2.940 dirhem gümüşün çekisinden üç dirhem üç kırat
altın ortaya çıkarken 27 kırat
müfrez573 altın da ortaya çıkmıştır
(BOA, C.DRB 2343). 12 Mart 1782’de 2.940 dirhem simi mahluttan 32 dirhem altın
elde edilmiş ve değeri 64 kuruş olarak hesap edilmiştir. Yine 375 dirhem mahlut
simde beş dirhem altın elde edilmiş ve 10 kuruş olarak hesap edilmiştir (BOA,
C.DRB 3090). Yani altının dirhemi iki kuruştan işlem görmüştür. Nisan 1783
yılında 3.660 dirhem mahlut simin çeşnîsinde çekide 1,5 dirhem dört kırat altın
zuhur etmiştir. 63 dirhem olan altından 10 dirheminde 1,5 kırat düşülünce 62
dirhem 7 kırat kalmıştır (BOA, C.DRB 295). 31 Mayıs 1784’de, hesabı görülen
2.855 dirhem mahlut simden noksanı kesr olarak her çekide bir dirhem düşülünce
kalan 2.826,5 dirhemde, 66,5 dirhem 3 kırat altın ortaya çıkmıştır. Mahlut
simin her çekisinde 37 kırat 3 buğday altın ortaya çıkmıştır (BOA, C.DRB 2406).
27 Aralık 1783 tarihinde 1.700 dirhem simi mahlutun her çekisinde 30 kırat
olmak üzere, toplam 32 dirhem altın çıkmıştır (BOA, C.DRB 2507). 23 Temmuz
1788’de ise 1.915 dirhemin her çekisinde 27,5 kırat altın ortaya çıkmıştır
(BOA, C.DRB 3051).
572 Sarıot
cevheri diye kastedilen altındır. 150 fırınlık cevher çıkarılmıştır (BOA, HAT
2/55.A). Bozkır’da hâlâ bu isimle anılan bir yer vardır. Altın cevheri için
sarı lûra tabiri de kullanılmıştır (BOA, C.DRB 238).
573 Müfrez,
toptan ayrılıp bir tarafa konan (Şemsettin Sami, 1317: 1348), ifraz edilmiş,
ayrılmış (Naci, 1995: 814) anlamına gelmektedir.
5 Ekim
1789’da Bozkır madeninden gelen numunelerden birinde 100 dirhemde sekiz dirhem
beş kırat üç buğday, diğerinde 13,5 dirhem beş kırat bir buğday altın çıktığı
darphanede yapılan çeşnî işleminde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde 350 dirhem
altının faizinin 10.000 kuruş olduğu “bunun çeşnî me‘âden-i sâ’irede zuhûr
itmediğinden iʻtibâra şâyân bir ma‘den olduğu” da belirtilmiştir (BOA,
C.DRB 238574).
1792 yılına mahsuben 30 Kasım 1792 tarihinde teslim edilen gümüşün
başmuhasebede görülen hesabında, 2.520 dirhem simi mahlutun çekisinde 6,5
dirhem 6,5 kırat altın çıkmıştır. 2.520 dirhemin her çekide bir dirhemi noksan olduğundan
2.495 dirhem sim kalmıştır. Toplam 172,5 dirhem altının çıktığı ve bedel-i
melâ‘ık575 olarak her 10 dirhemde 1,5
kırat düşülmesi hesabı gereği 1,5 dirhemi eksiltilince 171 dirhem altın
kalmıştır (BOA, C.DRB 898).
1793 yılında
5.655 dirhem simi mahlutun her çekisinde beş dirhem dört kırat bir buğday altın
ortaya çıkarken (BOA, C.DRB 3026) 21 Temmuz 1794 taihinde Bozkır madeninden
gönderilen 5.330 dirhem simi mahlutun her çekisinde 2,5 dirhem
6
kırat altın ortaya çıkmış ve toplam
altın üretimi 151,5 dirhem olmuştur (BOA, C.DRB 1946). 1794 yılında darphaneye
gönderilen 12 kıyye 42 dirhem simden 183 dirhem zer numunesi alınmıştır (BOA,
DRBTHR 6/29). 1796 yılında ise beş kıyye altın asitaneye gitmiştir (BOA,
D.DRB.THR 9/20). 3 Ocak 1800’de 693 dirhem simi mahlutun her çekisinde iki
dirhem üç buğday altın zuhur etmiş. 13,5 dirhem sekiz kırat olan altının 10
dirheminde 1,5 kıratı bedel-i melâ‘ık olarak düşülünce 13,5 dirhem altı kırat
kalmış ve değeri 5.252 akçe olarak hesaplanmıştır (BOA, C.DRB 355). 1800 yılına
mahsuben gönderilen 445 dirhem simi mahlutun çekisinde iki dirhem üç kırat
altın çıkarken, bu miktarın her çekisinden bir dirhem noksan-ı kesr düşülünce
441 dirhem simi mahlut kalmış. Karışık haldeki madenden ortaya çıkan 9,5 dirhem
üç kırat altından 1,5 kırat bedel-i melâ‘ık düşülünce kalan 9,5 dirhem 1,5
kırat altının değeri 3.666 akçe tutmuştur (BOA, C.DRB 89). Bu mahlut gümüşten,
elde edilen altın oranı olan 9,5 dirhem ile kesr-i kal ve bedel-i berat da
düşülünce kalan sim 22 akçeden işlem görmüştür.
574 Bu belge
içinde bulunan bir arzın okunuşu için bkz. Konyalı, 1938d: 1179-1181.
575 Bedel-i
melâ‘ık, altın ayrıştırıldıktan sonra her 10 dirhem altından 1,5 kırat altının
düşülmesine
denirdi (BOA, C.DRB 2668). O
halde 32,07 gram altından bedel-i melâ‘ık ad ıyla 0,3 gram altın düşülmüştür.
Ancak eczacılıkta daha çok macun gibi şeylerde kullanılan bir ölçü olan
mil’akanın iki miskal kadar olduğu ve 9,62 grama karşılık geldiği de
belirtilmiştir (Ünal, 2011: 475).
28
Eylül 1787 madenciler, fırınların
çoğunda altın ve gümüş imâl etmesi gerekirken kurşun imâl ettiği ve böyle
olursa tedib olunacakları konusunda uyarılmıştır. Ayrıca altın ve gümüşün eski
fiyatı üzere darphaneye verilmesi, bir dirheminin dışarıya satılmaması ve telef
edilmemesi gibi konulara dikkat edilmesi aksi halde gerekli cezaların
uygulanacağı da madencilere hatırlatılmış (BOA, C.DRB 2748), ertesi yıl da aynı
emir tekrar edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 171-1). 1 Kasım 1787’de madencilerin
kurşunlu cevher imalini altına tercih etmeleri ve altını fazla imâl etmemeleri
yeniden gündeme gelmiştir. “Sarıot cevheri kemâl-i hilelerine mebni
i‘mâle sâlih değildir diyerek ma‘den-i mezbûrun hîn-i vaktden mukaddem adem-i
i‘tibâr ile terk eyledikleri mütevâtir olmaktan nâşî” (BOA, C.DRB 2739) denilerek
madencilerin altın cevherini işlememe gerekçeleri dile getirilmiştir. Bunun
üzerine üçte ikisi sarıot ve üçte biri kurşunlu cevher ile mahlut imâl olunmak
üzere bir düzenleme yapılmış ve bu şekilde imâl etmeyene fırın verilmemesi
emredilmiştir576
(BOA, MEDAD 9: 175-2; BOA, C.DRB 2739).
Bozkır
madeninde üretilen altın ve gümüş devlet için önem arz etmekteydi. Bozkır
madeni üretimi olan gümüş ve altının, 1786-1787’de yaklaşık olarak yıllık 5.500
kuruş faizi olmuştur (BOA, D.BŞM.DRB 17/9). Yine Bozkır madeninde üretilen
cevherlerin 1787-1793 yılları arasında yaklaşık olarak 30 keseden ziyade
faizinin olacağı ifade edilmiştir (BOA, HAT 204/10649). Madenin açılışından ilk
kapanışına kadar geçen süreçte 30.000 kuruşluk altın ve gümüş üretilmiştir577
(BOA, HAT 183/8405). Masraflar çıktıktan sonra altın ve gümüş üretiminden
dolayı madenin yaptığı kârı ifade eden bu örnekler, Bozkır madeninin altın ve
gümüş üretimiyle hazineye yaptığı katkıyı da göstermektedir. 4 Kasım 1789
tarihinde darphane nazırı, Bozkır madeninden gelen numunelere göre madendeki
altın, gümüş
576 Aynı emir 11
Şubat 1789 tarihinde de gönderilmiştir (BOA, D.DRB.THR 3/17).
577 1794
yılında gönderilen gümüş bahası iki kese iken, gümüş ve altın bahası yedi kese
faizi ise 2 kese (BOA, D.DRB.HAT 1/42), 1795 yılında Bozkır madeninden gönderilen
zer ve sim bahası dört kese faizi ise bir kese (BOA, D.DRB.HAT 1/25), 1796
yılında bahası 10,5 kese ve faizi üç kese (BOA, D.DRB.HAT 1/38) ve aynı yıl
gönderilen altın ve gümüş bahası 6,5 kese faizi iki kese (BOA, D.DRB.HAT 2/44),
1797 yılındaki zer sim bahası 3,5 kese ve faizi bir kese (BOA, D.DRB.HAT 2/49),
1799 yılında teslim edilen altın ve gümüşün bahası dört kese, faizi ise bir
kese (BOA, D.DRB.HAT 3/49) olmuştur. Bir kesenin 500 kuruş olduğu düşünüldüğü
zaman ve darphanede kaydedilen altının fiyatı düşünüldüğünde Bozkır madeninin
üretimi ve kârı hakkında bu verilerden de bilgi sahibi olmak mümkündür.
ve kurşun üretiminin yıllık
30-35.000 kuruş faizinin olacağı şeklinde bir değerlendirme yapmıştır (BOA,
C.DRB 238).
Bozkır
madeninden gönderilen madenlerin hesaplanması ile ilgili yapılan kayıtlar,
darphaneye teslim edilen maden miktarı, madenlerden yapılan kesintiyi ve maden
eminleri hesabına yazılan değerleri göstermesi açısından önemlidir. 5 Ağustos
1792’de, 18 külçe olmak üzere 7.280 dirhem simi mahlutun her çekisinde yedi
dirhem iki buğday altın zuhur etmiştir. Bu üretim içerisinden toplam 506,5
dirhem altın ortaya çıkmış ve her 10 dirhemde bedel-i melâ‘ık olarak 1,5 kırat
altın düşülmüştür (BOA, C.DRB 312). 7.280 dirhemin her çekide noksan-ı kesri
bir dirhem olduğundan 72 dirhemi çıkarılınca 7.208 dirhem kalmış. Bu oranda da
506,5 dirhem beş kırat altın ortaya çıkmıştır. Bu miktar altından 4,5 dirhem
dört kırat bedeli melâ‘ık adıyla her 10 dirhemde 1,5 kırat altın düşülünce 502
dirhem bir kırat altın kalmış. 502 dirhem bir kırat altının miskali 573 akçeden
334,5 miskal olarak 191.767 akçe/1.598 kuruş yedi akçe olarak hesap edilmiştir
(BOA, C.DRB 312). Baştaki miktar olan 7.280 dirhem mahlut simden 506,5 dirhem
altın düşülünce 6.773,5 dirhem kalmış. Bunun her çekisinden de üç dirhem kesr-i
kal düşülünce kalan 6.570,5 dirhem simden de her bin dirhemde bir dirhem
bedel-i berat olarak 6,5 dirhem düşülünce 6.564 dirhem gümüşün dirhemi, 22
akçeden 144.408 akçe olarak hesabı görülmüştür (BOA, C.DRB 312).
Bozkır
madeni üretimi mahlut simin 100 dirheminden elde edilen altın oranları darphane
kayıtlarında verilmiştir. Fakat madenlerin zenginliğini cevherin yüzde
miktarından ziyade, rezervinin ne kadar olduğu belirlemektedir. Gönderilen
cevher içerisinde altın oranı yüksek olsa bile aynı miktarda altın gönderecek
rezervinin olup olmaması madenin zenginliğini göstermektedir. Bu anlamda Bozkır
madeninden gönderilen altın miktarlarına bakıldığı zaman, standart bir şekilde
100 dirhemde şu kadar altın çıkar denilmektedir. Fakat Bozkır madeninde altın
üretiminin çok uzun süreli olmadığı ve gönderilen altın miktarının da fazla
olmadığı aşağıdaki tablodan da anlaşılmaktadır (Tablo 9). Bozkır madeni üretimi
mahlut sim içerisinden yaklaşık olarak 6,44 kilogram altın elde edilmiştir. Bu
veriler dikkate alındığı zaman bölgede yapılan madencilik çalışmalarında
birinci sırada kurşun, ikinci sırada gümüş üretimi yapıldığı anlaşılmaktadır.
Bozkır madenini, üretimde kurşun ve gümüşün ağırlığı ile
her iki madenin
ayrıştırıldıktan sonra elde edilmesi nedenleriyle simli kurşun madeni olarak
adlandırmak gerekmektedir.
Tablo 9: Bozkır Madeninde Üretilen Altın Miktarı 578
Üretim Yılı |
Üretim Miktarı |
Altın Gram |
|
|
|
1777 |
25 dirhem |
80,175 |
|
|
|
1779 |
120 dirhem 37 kırat579 |
392,2548 |
1780 |
37 dirhem |
118,659 |
|
|
|
1781 |
63 dirhem |
202,041 |
|
|
|
1782 |
98,5 dirhem 3 kırat |
316,4907 |
|
|
|
1786 |
42,5 dirhem |
136,2975 |
|
|
|
1788 |
32,5 dirhem 1,5 kırat |
104,5281 |
|
|
|
1791 |
25 dirhem |
80,175 |
|
|
|
1792 |
679 dirhem 5 kırat |
2178,555 |
|
|
|
1793 |
294,5 dirhem 10 kırat |
946,4655 |
|
|
|
1794 |
401 dirhem 6 kırat |
1287,2094 |
|
|
|
1797 |
151 dirhem 6 kırat |
485,4594 |
|
|
|
1798 |
9,5 dirhem 3 kırat |
31,0677 |
|
|
|
1799 |
14 dirhem |
44,898 |
|
|
|
1800 |
9,5 dirhem 3 kırat |
31,0677 |
|
|
|
Toplam |
2006 dirhem 10,5 kırat |
6435,34 |
|
|
|
Derviş
Mehmed Emin Paşa, Usûl-ı Kimya adlı eserinde altın ile ilgili şu
bilgileri vermiştir. Darphaneye gelen altın, madenlerden saf olarak elde
edilmediğinden içinde bir miktar gümüş, bakır ve demir gibi madenler bulunurdu.
Bu sebeple saflaştırılması gereken altın, potada kurşunla karıştırılarak eritilir
sonra bu erimiş alaşımın üzerinden hava akımı geçirilirdi. Altının okside
olmamasına karşılık kurşun oksijenle çok kolay birleşen bir maden olduğundan
potadaki alaşıma hava
578 Bu
tablo şu belgelerden çıkarılmıştır: BOA, AE.SABH I 12047, BOA, C.DRB 89, 295,
312, 355, 898, 1946, 2343, 2406, 2506, 2507, 2668, 3051, 3026, 3090, BOA, HAT
2/55.A, 197/9907; BOA, D.BŞM.d 4702:5; BOA, D.DRB.THR 6/29. Bozkır madeninin
açık olduğu dönemlerde dünyadaki altın üretimi için bkz. Türk Ansiklopedisi,
1966: 210.
579 Bu
oran içerisinde gönderilen 1.712 dirhem mahlut simin her çekisinden bir dirhem
noksanı kesr olmak üzere 171 dirhem düşülünce kalan 1.541 dirhemin her
çekisinden elde edilen 1,5 dirhem 5 kırat altın, toplamda 27,5 dirhem 6 kırat
olmuştur. Bu miktar altının her 10 dirheminde 1,5 kırat bedel-i melâ‘ık
düşülünce kalan 27,5 dirhem 2 kırat altın, 18 miskal bir kırata karşılık gelmiş
ve toplam 86,5 kuruş üç akçe tutmuştur (BOA, AE.SABH I 12047).
verilince, kurşun derhal okside
olur, altının içinde bulunan diğer madenler de okside olan kurşunun
oksitleriyle birleşerek cüruf teşkil ederdi. Köpük gibi yüzeye çıkan cüruf
devamlı olarak alınır, sonunda potanın dibinde saf altını kalırdı. Eğer
alaşımın içinde bir miktar gümüş bulunursa potanın dibinde altın ve gümüş
kalırdı. Bu alaşımı ayırmak için ise tuz ve kükürt kullanılırdı. Gümüşün
saflaştırılmasında da aynı usûl kullanılmaktaydı (Naklen: Taşkömür, 1990:
97-98).
1.2.1.3.1. Altının Birim Fiyatı
Bozkır
madeni açıldığı tarihten itibaren darphaneye altın580
teslim edilmesine rağmen üretimin tam olarak bilinememesinden dolayı,
başlangıçta altının fiyatı ile ilgili bir düzenleme yapılmamış olmalıdır. Böyle
bir düzenleme olmamasına rağmen
9
Şubat 1777-27 Mayıs 1778 tarihleri
arasında Bozkır madeni üretimi 25 dirhem altın darphaneye teslim edilirken
altının 9.550 akçe bir başka ifadeyle 79,5 kuruş 10 akçe tutan meblağı hasılat
olarak defterlere kaydedilmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 2). Bu verilerden
hareketle altının dirheminin 382 akçeden hesap edildiği ortaya çıkmaktadır. Bu
fiyat miskal olarak hesap edilirse darphanede bu miktar altının 573 akçeden
hesap edildiği görülecektir581.
Bozkır
madeninde üretilen altının satın alma fiyatı ile ilgili ilk düzenleme 18 Mayıs
1780 tarihinde yapılmıştır. Buna göre, Bozkır madeninde üretilen mahlut simin
fiyatı Gümüşhane madeninde uygulanan fiyat olacak ve mahlût sîm içerisinden
ortaya çıkarılan altının dörtte biri devlet için ayrıldıktan sonra kalan altının
her miskâli dört yüz seksener akçeye satın alınacaktı (BOA, MEDAD 8: 639-2).
Bozkır madeninde yürürlüğe giren bu düzenleme daha sonraki yıllarda da
uygulanmıştır. 31 Ekim 1787 tarihinde de Bozkır madeni ürünü altının miskali
480 akçeydi (BOA, MEDAD 9: 174-1). Fakat 10 Ağustos 1781 tarihinde Bozkır
madeninden gönderilen 27,5 dirhem 6 kırat altının bedeli düşüldükten sonra
kalan 27,5 dirhem 2 kırat altın, 18 miskal bir dirheme tekabül etmiş ve miskali
573 akçeden 86,5 kuruş 3 akçe
580 Bozkır
madeni üretimi mahlut simden elde edilen altın miktarının yıllara göre dağılımı
için bkz. Grafik 11; Tablo 9.
581Bir
miskalin 1,5 dirhem olduğu düşünülürse, 25 dirhem altın yaklaşık olarak 16,67
miskale tekabül etmektedir. Bu oranda 573 akçe ile çarpılırsa bahsedilen değeri
bulunacaktır.
tutmuştur582
(BOA, AE.SABH I 12047). Darphanede yapılan bu hesaplama ile altının
madencilerden alındığı fiyat arasında farklılığı göstermesi açısından 480 ve
573 akçe ayrımına dikkat etmek gerekir. Fakat darphanede bütün madenlerden
gönderilen altın ile ilgili yapılan hesaplamalarda altının miskali 573 akçe
olarak kabul edilmiştir. 29 Temmuz 1775 tarihinde Keban madeninden teslim
edilen altının miskali darphanede
573
akçe olarak hesap edilmiştir (BOA,
AE.SABH I 19531). Halbuki 1780 yılında Keban madeninde maden emini altının bir
miskaline 345 akçe ücret verirken, aynı tarihte Ergani’de 470 akçe ücret
belirlenmiştir. Ancak Keban madeninde rub-ı miri %25 alınmamışken bu vergi
Ergani’de alınmıştır. 1772 yılında Espiye madeninde altının bir miskaline maden
emini 480 akçe ve Gümüşhane’de ise 375 akçe verilirken her iki madenden de
rub-ı miri alınmıştır (Bölükbaşı, 2010: 75). Tüm maden ocaklarında yapılan
rub-ı miri adı verilen bu kesinti Keban madeninde yapılmadığından, Keban
madeninde altına verilen fiyatın daha düşük olduğunu söylemek mümkünse de
altının fiyatını belirleyen tek faktörün bu kesinti olduğu söylenemez. Nitekim
Gümüşhane madeninde altın üretiminden rub-ı miri alınmasına rağmen verilen
fiyat Keban madenindeki fiyata yakındı. O halde altın üretimi için yapılan
masrafların da bu fiyatlarda etkili olduğu söylenebilir.
Grafik 11: Bozkır Madeninde Altın Üretimi |
|
|
|
|
|
582Bozkır
madenindeki altın üretimi ile ilgili darphanede yapılan hesaplamalarda altının
bir miskalinin fiyatı 573 akçe olarak hesap edilmiştir.
Bozkır
madeninden gönderilen karışık haldeki gümüşün içerisinden darphanede
ayrıştırılarak ortaya çıkarılan altının miskali bir başka ifadeyle 1,5 dirhemi
573 akçeden hesap edilmiştir. Bu hesaba göre altının bir gramı yaklaşık olarak
119,12 akçeye karşılık gelmekteydi.
1.2.1.3.2. Altında Vergi Oranı
Osmanlı
döneminde, altın üretiminden rubʻ-ı mîrî adı verilen % 25’lik bir
başka deyişle üretimin dörtte biri miktarında bir kesinti yapılmaktaydı. 18
Mayıs 1780 tarihinde verilen emirde bu durum şu şekilde ifade edilmiştir. “… i‘mâl
ve idâresine irâde-i ‘aliyye-i
mülûkânem ta‘alluk eyleyen Bozkır ve tevâbi‘i ma‘denlerinin zabt ve rabt ve
i‘mâl ve idâresi işbu binyüz doksan dört senesi ol martında uhdene kayd ve
fiyât-ı kat‘ ve tanzîm olunmak muktezî olmakdan nâşî Gümüşhane ma‘denlerinde
hâsıl olan zer ve sîm fırûnlarının beher ‘adedinden kitâbet ve vezzâniye ve kantâriyye
‘avâ’idâtı ve resm-i mîr-i ifrâzciyân mîriçün ahz olundukdan sonra mahlût sîm
derûnunda zuhûr iden altunun rub‘ı mîriçün ahz ve bâkî sîmden dehi bedel-i
ifrâz ve resm-i fete ahz olunageldiği ve Gümüşhane ma‘denleri tevâbi‘inden
müttefiki’l-fiyât olan ma‘denlerden gelen sîm-i sâfın dehi kezâlik resm-i
fetesi aşağı varıldıkdan sonra küsûr kalan beher çekisinin fiyât-ı maktû‘a
olduğuna binâ’en Bozkır ma‘denleri hâsılâtının dahi mahlût sîmi Gümüşhane’ye ve
sâf-i sîm-i müttefiki’l-fiyât olan me‘âden-i mezkûreye tatbîk olunub hîn-i
hesâbda hesâbın bu vechile rûyet olunmak içün emr-i şerîf i‘tâsını nâzır-ı mümâ
ileyh tahrîr ve istid‘â itmeğin hazîne-i ‘âmiremde mahfûz başmuhâsebe
defterleri tetebbu‘ ittirildikde ber-vech-i muharrer Gümüşhane ma‘denlerinde hâsıl
olan zer ve sîm fırûnlarının beher ‘adedinden otuzar akçe kitâbet ve otuzar
akçe vezzâniye ve onar akçe kantâriye ki cem‘an yetmişer akçe ‘avâ’idât ve
sîmin beher çekisinden elli beşer akçe resm-i mîri-i ifrâzciyân cânib-i mîriçün
ahz olundukdan sonra mahlût sîm derûnunda zuhûr iden altunun dehi rub‘ı mîriçün
ahz ve bâkî kalan altunun beher miskâli dört yüz seksener akçeye ve mahlût-ı
mezkûrun altunu ba‘del ihrâç bâkî sîmden on dirhemde bir dirhem bedel-i ifrâz
ve beher ocakdan üçer dirhem resm-i fetesi aşağı varıldıkdan sonra çeki ta‘bîr
olunur beher yüz dirhemi bin altı yüz seksener akçeye ve ma‘den-i mezbûr
tevâbi‘inden müttefiki’l-fiyât olan ma‘denlerden gelen sîm-i sâfın dehi kezâlik
resm-i fetesi aşağı varıldıkdan sonra küsûrî fiyât-ı mezkûr üzere maktû‛a idüğü
ba‘del-ihrâç mûcebince emr-i şerîf tahrîr olunmak fermânım olmağın hassaten
işbu emr-i celili’l- kadrim ısdâr …” (BOA, MEDAD 8:
639-2). 31 Ekim 1787 tarihinde, madenin yeniden
açılması üzerine, aynı düzenlemenin geçerli olduğuna dair bir emir daha
gönderilmiştir (BOA, MEDAD 9: 174-1). Bu tarihten sonra böyle bir emir tespit
edilemediğinden bu emrin
geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte, Bozkır madeni üretimi
mahlut sim içerisinden çıkarılan altın miktarlarını gösteren tablo incelendiği
zaman, belirli bir tarihten sonra altın gönderildiği ile ilgili kayıt yoktur583
(Tablo 9).
Bozkır
madeninde yapılan altın üretiminden alınan rubiyenin yanında, Gümüşhane
fırınlarında üretilen altın ve gümüş fırınlarının her birinden 30 akçe kitâbet584,
30 akçe vezzâniye585
ve 10 akçe kantariyye586
olmak üzere toplam her fırından 70 akçe avâidat devlet için alınırdı (BOA,
C.DRB 2969; BOA, C.DRB 3015; BOA, MEDAD 8: 639-2). 18 Mayıs 1780 tarihinde bu
oranlar, Bozkır madeninde de uygulanmaya başlayacaktı (BOA, MEDAD 8: 639-2).
Bozkır madeninden gönderilen mahlut sim içerisindeki miktarı belirlenen altın,
mahlut simden çıkarılarak sim hesabı görülürdü. Mahlut sim içinde ortaya çıkan
altının rub‛ı/dörtte biri devlet için alınır, geri kalan kısmın her miskali 480
akçeye satın alınırdı587
(BOA, C.DRB 2969; BOA, C.DRB 3015). Bütün madenlerde geçerli bir uygulama
olmadığı görülen bu fiyatı belirleyen unsurlardan birisi madenlerden alınan
vergilerdi588.
3 Ocak 1800
tarihinde 693 dirhem simi mahlutun her çekisinde, bir dirhemden 6,5 dirhem
noksan-ı kesr düşüldükten sonra kalan 686,5 dirhemin her çekisinde iki dirhem
üç buğday altın zuhur etmiştir. Toplam 13,5 dirhem sekiz kırat olan altının her
10 dirheminden 1,5 kıratı bedel-i melâ‘ık olarak düşülünce 13,5 dirhem
altı kırat kalmış ve 9 miskal 4 kırat hesabıyla miskali 573 akçeden işlem
görmüş ve 5.252 akçe bahası olmuştur (BOA, C.DRB 355). Her 10 dirhem altından
1,5 kırat olarak düşülen bedel-i melâ‘ık589
adı verilen kesinti darphanede yapılan bütün
583 Bozkır
madenin taahhüt üzere üretim yaptığı dönemde gönderilen mahlut sim, saf sim
içerisinde değerlendirilmiş ve altından bahsedilmemiştir (BOA, DRB.d 1023: 38).
Fakat gönderilen gümüşlerde mahlut ve saf sim ayrımı yapıldığına göre
içerisinde altın olmalıdır.
584 Kâtip,
yazıcı ücreti.
585 Tartıcı
ücreti.
586 Tartma
ücreti.
587 100
dirhem altının dörtte biri olan 25 dirhem devlet için ayrılır, kalan 75 dirhem
ise 50 miskâl olmak üzere 480 akçeden işlem görürdü (BOA, C.DRB 2969).
588 Keban
madeninde altının miskali, altından devlet için alınan rubıyyenin
alınmamasından dolayı, diğer madenlere göre daha düşüktü (Bölükbaşı, 2010: 74).
589 Mil‘aka
kelimesinin çoğuludur (Naci, 1995: 830). Mil‘aka ise hattatların kullandıkları
küçük kaşığın adıdır. Laal yahut sürh (kırmız boya) gibi sulu maddelerle
‘rıh’ın hokka ve kâğıda aktarılmasında kullanılırdı. Kaşık diyenler de vardır
(Pakalın, 1993: 534). Mil‘aka kelimesinin
hesaplamalarda düşüldükten
sonra altının bahası hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 2406). Dolayısıyla Bozkır
madeninde üretilen altının rub‘ı bedelsiz olarak devlet için ayrıldığına göre
Bozkır madenindeki altın üretimi tabloda belirtilen miktarın dörtte biri
oranında artacaktır. Mahlut sim içerisindeki altının ayrıştırılması esnasında
her
100
dirhemde bir dirhem noksân-ı kesr
düşülmekle birlikte ortaya çıkan altının 10 dirhemde 1,5 kıratı bedel-i
melâ‘ık adıyla düşülmüştür. Bununla birlikte altın ve gümüş fırınlarından
alınan kesintiler de bu miktarlara eklendiği zaman, Bozkır
madeni
üretimi altından yapılan bütün kesintiler590
tam anlamıyla ortaya çıkmaktadır (Tablo 8).
1.2.1.4. Diğer Madenler
1.2.1.4.1. Bileği Taşı
Bozkır
madeninde kurşun, gümüş ve altın madenleri dışında bileği taşı, güherçile ve
barut üretimi de yapılmıştır. Kesici aletleri bilemek için kullanılan bir taş
olan bileği taşı, tabiatta bulunan kum taşı ve zımpara taşı gibi sert taşlardan
yapılabilirdi (Türk Ansiklopedisi, 1968: 381). Bozkır madeni köylerinden
Avdan’ın dağ591
ve meralarında bileği taşı çıkarılmış ancak bileği taşı nedeniyle köyler
anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Madene bağlı Pınarcık köyü ahalisi, fuzuli bileği
taşı ihracıyla Avdan köyünün mera ve emlağına zarar verdiği iddiasıyla, olayı
Bozkır mahkemesine taşımıştır. Olayla Pınarcık köyünün ilgisinin olmadığını
(BOA, C.DRB
anlamını kaşık olarak veren
(Naci, 1995: 832; Şemsettin Sami, 1317: 1402) araştırmacılar yanında, tahta
kaşık ve hattatların kullandığı küçük kaşık olarak adlandıranlar da vardır
(Devellioğlu, 1999: 648).
590 Bozkır
madeninden önce madenlerde uygulanan kesintilerle ilgili olarak şu bilgiler
verilebilir.
XIV.
asırda Rumeli’de halk tarafından işletilen madenler vardı. Devlet payına düşen
ve madenin verimine göre yüzdesi değişen kısmı, iltizam konusu olurdu.
Genellikle bu madenin öşrü, cevherin de öşrüydü. Ama maden verimli ise, bu nispet
sekizde birine, yedide birine hatta yarısına kadar çıkıyordu. Verim azalıp,
masraflar arttıkça yüzde düşürülüyordu. Burada madenin istihsal seviyesi
hakkında kesin rakamlar vermek zordur. Zira maden iltizama verildiğinde
madencilikle ilgisi olmayan müteaddit mukataalarla birlikte muamele görürdü.
Bunların her birinin değeri de ayrı ayrı belirtilmiş olmayabilirdi. Belirtilmiş
olduğu zamanlarda ise, bu, üretilen maden değil, sadece üç yıllığına teklif
edilen ve akçe ile ifade olunan bir meblağdan ibaret oluyordu. Gümüşün
dirhemine kaç akçe hesap edildiği bilindiği için, bundan mültezimin üretilecek
maden miktarı tahmini bulunur ve yüzdesi bilindiği takdirde yaklaşık olarak
maden ocağının yıllık üretimi anlaşılabilirdi. Bazen maden ocaklarının iltizam
bedelleri, hem para olarak bir meblağ hem de belli ağırlıkta maden olarak
kararlaştırılıyordu. Üreticiler devlet payı ayrıldıktan sonra, ellerinde kalan
kendi paylarını devlete satmak yahut para darbettirmek üzere darphaneye
götürmek zorunda idiler (Sahillioğlu, 1997: 491).
591 Yüzeyi
eğik şekilde olan Avdan Dağı, Akkise köyünden başlar, Belkuyu çiftliğinde son
bulur (Dr. Nazmi, 1922: 116).
1853) maden emini Ömer Ağa’nın
arz etmesi üzerine verilen emir gereği Pınarcık köyü ahalisinin müdahale
etmemesi emredilmiştir (BOA, C.DRB 1303).
1.2.1.4.2. Güherçile ve Barut İmali
Güherçile,
barut imaline yarayan bir maddedir, bazı mıntıkalarda yağmurdan sonra ve
rutubetli yerlerde toprakların yüzünde meydana gelen kalyum nitratdan ibarettir592
(Önen, 1963: 22). Bozkırlıların ham güherçile ocaklarından güherçile toplamakta
mahir olduklarını dile getiren İ. Hakkı Koman, Bozkır’da ham güherçile az ise
de bu işte ehil olan köylüleri Konya vilayetinin haricinde bile güherçile
ocakları açmak için davet ettiklerini, Bozkırlıların yılda 40-50 bin kilo ham
güherçile toplayarak Konya’daki güherçile fabrikasına sattıklarını ve bu
şekilde geçimlerini sağladıklarını dile getirmiştir (Koman, 1940: 1613).
Bozkır
kazasına bağlı Siristat köyünde bulunan güherçileci taifesinin birkaç senedir
baruthane oluşturup barut imâl ettiği593
ve ürettiği barutu Avrupalılara ve kaçakçılık yapan kişilere sattıkları tespit
edilmiş ve bu nedenle güherçileciler vermeleri gereken güherçileyi de
vermemişlerdir. Mübayaacının kazaya gelerek kaç dink ve kârhane varsa onları
ortadan kaldırarak bu işleri yapanları cezalandırması istenirken Bozkır madeni
emini ve kaza kadısının mübayaacıya engel olmaması ve ona yardım etmeleri, 7
Temmuz 1779 tarihinde emredilmiştir594
(BOA, MAD.d 3282: 38-1).
Konya’da bulunan güherçile tabh ve
imâl eden kârhaneciler Bozkır tarafına 15-
20
kantar güherçile satmışlar ve
Bozkır’da bir dink595
yaptırmışlar. Barut imali için kurulan bu dinkin ortadan kaldırılması için
Karaman valisi ve maden eminine emirler gönderilmiş. Buna ek olarak
güherçilenin devlete satılması gerektiği de, 11 Haziran
592 Güherçile
tanımı için ayrıca bkz. Türk Ansiklopedisi, 1970: 133.
593 Ateşli
silahlarda mermiyi fırlatmak için kullanılan yanıcı ve itici bir madde olan
barut; güherçile, kükürt ve odun kömürünün belirli oranlarda karıştırılmasıyla
elde edilirdi (Türk Ansiklopedisi, 1967: 301). Bu konuda bkz. Birol Çetin, Osmanlı
İmparatorluğu’nda Barut Sanayi 1700-1900, Ankara 2001; Zafer Gölen, Osmanlı
Devleti’nde Baruthâne-i Âmire (XVIII. Yüzyıl), Ankara 2006; İnce, 2005.
594 Belgede
şöyle denilmiştir “…Siristat nâm karyede sâkin güherçileci tâ’ifesi birkaç
seneden berü hilâf-ı emr-i ‘âlişânım baruthaneler ihdâs ve külliyetli
barut i‘mâliyle efrenci vesâ’ir muhtekir tâ’ifesine füruht eylediklerinden
Konya havâlisinde olan kârhâne eshâbı dahi tam‘hâm tab‘ıyyet ve hâsıl
eyledikleri güherçilelerini mahal-i mezkûre gönderüb füruht eylemeğe i‘tibâr
eyledikleri…” (BOA, MAD.d 3282: 38-1).
595 Güherçile,
kükürt ve odun kömürü dinkhanelerde su ile çeşitli tokmaklarla dövülerek barut
haline getirilirdi (Önen, 1963: 22). O halde güherçilenin işlenerek barut
haline getirilmesi için diğer maddelerle karıştırıldığı araca dink denirdi.
1825’de hatırlatılmıştır (BOA,
C.AS 22358). 16 Mayıs 1836 tarihinde596
Siristat köyünden 60 yaşındaki Mehmet bin Abdullah’ın güherçile esnafı olarak
kayıt edilmesi (BOA, NFS.d 3316: 6) Bozkır kazasında güherçile işleriyle
uğraşan kişilerin olduğunu göstermektedir. Güherçile, madenlerden gönderilen
altın ve gümüşün birbirinde ayrılması için kullanılan maddelerden biridir ki bu
durum belgelerde şöyle ifade edilmiştir: “…darbhâne-i âmirede ma‘denlerden
gelen zer ile mahlût sîmin ifrâzıçün tizzâbın cüz’i a‘zamı olan güherçile…”
(BOA, C.DRB 1830).
1.2.2. Madenlerin Kullanımı
Osmanlı
tarihinde ihracı yasak olan maddeler memnû‘ metâ olarak adlandırılmıştır. “… madenden
hâsıl olan gümüş ve altın Darbhane-i Amireye mahsus olub gayrı
mahale satılmadığı ve kimse anınla ticaret edemediği gibi bakır ve temur ve
kurşun madenleri dahi Cebehane, Tophane ve Tersane’ye mahsus olub lüzumundan
ziyadesi Devlet-i ‘Aliyye dilediği gibi tasarruf eylemesi…” (Naklen: İnce,
2005: 82-83) şeklinde devlete ait olduğu ifade edilen altın, gümüş ve kurşun
madenlerinin alım satımı ile ilgili yasaklar belirtilmiştir597.
20 Nisan 1797 tarihinde ise, madende üretilen kurşunun mahallinde ya da
darphanede miriden fazla lîfi ile harice satılması yasak olup ancak
aynen dersaadete nakli mütemenna‛ suretini kesb ittiğinde mahallinde
satılması için izin verilmesi talep edilmiştir (BOA, C.DRB 476). 30
Haziran 1777 tarihinde, Bozkır madeninde madencilerin elinde bulunan 2.370
kıyye kurşunun her kantarı 8’er kuruş iken madenciler bunun 10 kuruş olmasını
istemişlerdir. Bu istek incelenmiş ve fırınlardan çıkarılan kurşunun beşte
birinin devlete ait olduğu belirtildikten sonra madencilerin elinde kalan
kurşunun dışarıya satılmaması ve bir kuruş zam ile her kantarının 9 kuruş fiyat
ile satın alınması nizâm-
ı
derece-i der-i‘tidâlet olduğu
belirtilmiştir. Ayrıca maden eminine madencilerin elindeki kurşunun
tamamını satın alması emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 610-2). Altın ve gümüşün
harice satılmasının yasak olmasının temel nedeni ülke içerisindeki
596 Bozkır
kazası Siristat köyünde 4 Ekim 1838 yılında da güherçileci olarak zikredilen
kişiler vardır (BOA, KK.d 6421).
597 Bu
madenlerle ilgili yasaklar için bkz. Anhegger-İnalcık, 2000: 3-16. 11 Haziran
1793 tarihinde Ergani madeni ve diğer madenlerden elde edilen nühasın madencilere
ait kısmı devlet tarafından satın alına gelirken, madencilerin bunu tüccarlara
satmaları nedeniyle uyarılmaları üzerine madenciler, tüccarlardan üç beş
senelik bakır parasını peşin aldıklarından onlara sattıklarını belirtmişlerdir
(BOA, MAD.d 23093: 8-1).
altın ve gümüş miktarının
azalmasını engellemekti. Zira imâl edilen paralarda kullanılan altın ve gümüş
ülke ekonomisini de yakından ilgilendiriyordu. Kurşun ise savaş malzemelerinin
en önemlilerinden olduğundan, devlet hem kendi ihtiyacını karşılamak hem de
düşmanın eline geçmesini engellemek amacıyla yasaklamış olmalıdır.
1.2.2.1. Kurşunun Kullanıldığı
Yerler
Askeri,
ekonomik ve toplumsal alanlarda kullanılan madenler, tarihin her döneminde
önemini korumuştur. Bozkır madeninde de bu amaçlarla kullanılmak üzere kurşun,
gümüş ve altın üretimi yapılmıştır. Üretilen kurşun, askeri amaçlar için
kullanıldığı gibi, sosyal hayatın birer parçası olan cami, imaret ve saray gibi
yapılarda; altın ve gümüş598
ise para basımı ile süslemede kullanılmıştır.
1.2.2.1.1. Askeri Amaçlı Tedârik
Kurşun
askeri açıdan büyük bir öneme sahipti. “Mehamm-ı seferiyyenin ehemmî
vâridât-ı harbiyyenin akdem ve elzemi olan kurşun” (BOA, C.DRB 2063) ifadesi
savaşlarda, ilk olması gereken ve harbin en lüzumlu malzemesinin kurşun599
olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte darphane ve cebehanenin kurşun
ihtiyacı “vücûd-ı elzem levâzım-ı devlet-i aliyyeden iken”
şeklinde dile getirilmiştir (BOA, C.DRB 2416).
Osmanlılar
savaş alanına epeyce kurşun götürürlerdi. Bu maden tüfek ve tabanca kurşunu
olarak kullanılırdı (Parry, 1973: 40). 26 Nisan 1833 tarihinde Bozkır
madeninden orduya, dörder-beşer dirhemlik fişek imali için 1.669 kıyye kurşun
gönderilmiştir (BOA, C.AS 14535).
Bozkır
madeninde üretilen kurşunlar genelde darphaneye gönderilir ve oradan gerekli
yerlere dağıtımı yapılırdı. Ancak acil durumlarda kurşunun ihtiyacı olan kuruma
da doğrudan gönderilmesi emredilebilirdi. Cebehanenin kurşuna ihtiyacı
olduğundan iskelede bulunan kurşunların hemen gönderilmesi 1789-1790 yılında
emredilmiş (BOA, MEDAD 9: 183-2) ve normal şartlarda darphaneye gönderilen
598 Gümüşün fıkıh
açısından değerlendirilmesi için bkz. Eskicioğlu, 1996: 271-272.
599 1579
yılında Canca madeni eminine gönderilen hükümde, doğu seferine görevlendirilen
orduya yarısı dört ve yarısı beş dirhem olan 300.000 tüfek mermisi gönderilmesi
istenmiştir (Kırzıoğlu, 1991: 74).
kurşunlar cebehane mahalline
kayıt edilmiştir (BOA, C.DRB 1035). 1782 yılında da cebehanenin kurşun
ihtiyacından dolayı Alanya İskelesi’ndeki kurşunların doğrudan cebehaneye
gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 907; BOA, MEDAD 8: 665-2).
22
Eylül 1787’de darphaneden cebehaneye
kurşunun kıyyesi 13’er paradan verilmiştir. Kurşunların parayla verilmesinin
nedeni, darphanenin sürekli açık vermesinin önüne geçmekti (BOA, MEDAD 8:
783-1; 783-2). Cebehane dışında tersanenin ihtiyaçları da darphaneden
karşılanmıştır. 28 Ocak 1784’te tersane için darphaneden 3.000 kıyye kurşunun
kurşuncubaşı tarafından verilmesi emredilmiştir (BOA, AE.SABH I 23497).
Bunlardan
başka kale tamiri esnasında bazı kalelerin örtülerinin tamiri için de kurşun
kullanılmıştır (BOA, MEDAD 8: 650-1). Yine kalelerin muhafazası için de kurşun
önemli bir malzemeydi. Payas kalesinin korunması600
ile görevli Ahmet Bey, Bozkır madeninden 15 kantar kurşun talebi için maden
eminine emir yazılmasını istemiş, bunun üzerine maden eminine bu doğrultuda 5
Kasım 1807’de emir yazılmıştır601
(BOA, C.AS 34303). 22 Eylül 1787 tarihinde seferi hümayun takımı için
cebehanede olması gereken 3.681 kantar kurşunun darphaneden verilmesi emrinde,
bahasının darphane zuhuratı iradatından alınarak irad-ı hümayuna kaydolunması
istenmiştir. Fakat bu durumda darphanenin sürekli açık vermesine neden
olacağından tam maliyetinin hesaplanması istenince kurşunun kıyyesi 13 paradan
olmak üzere toplam 52.038 kuruş 12 para olarak hesaplanmıştır. Buna karşılık
bazı ölen kişilerin malları ile Mora halkının taahhüt ettiği para darphaneye
kayıt olunacaktı (BOA, MEDAD 8: 783-2).
Savaşlarda
ya da kalelerin savunmasında kullanılan kurşun askeri binaların inşasında da
kullanılmaktaydı. Rami Çiftliği civarında inşa olunmakta olan süvari kışlasının
odaları, pencereleri, son taşları ve diğer yerler için 6.000 kıyye kurşun
gerekliydi (BOA, HH.d 23504: 1). Yine tophanede inşa olunan sebil, Üsküdar’da
ve Davutpaşa’da inşa olunan kışla için de kurşun gerekliydi (BOA, HH.d 23504:
7). 1826-1827 yılında gerekli kurşunlar Bozkır, Bereketli ve Balya madenlerinde
tedârik
600
İstanköy Ceziresinde bulunan Narince Kalesi’nin istediğ i 35 kantar kurşunun
iskelede teslim alındığı ve bahasının darphaneden verileceği 21 Nisan 1822’de
bildirilmiştir (BOA, C.AS 10086).
601 Kalelere
kurşun sevkiyatı sonraki yıllarda da devam etmiştir (BOA, MHM.d 265: 222-223).
Madenlerden kalelere gönderilen kurşunun kalelerin savunulması ya da savaşlara
hazırlık yapılması açısından önemli bir malzeme olduğu unutulmamalıdır.
edilirken, Bozkır madeninden
gönderilen 4.398 kıyye ve 1.291 kıyye kurşun bu binalar için kullanılmıştır602
(BOA, HH.d 23504: 7).
1.2.2.1.2. Topluma Yönelik Tedârik
Ortaçağ’da603
İslam ülkelerinde kurşun, yapılardaki taşları tutturmakta, camilerin
kubbelerini örtmekte, boru ve oluk yapmakta kullanılmıştır (Bakır,1997: 537;
Tez, 1991: 182). Ayrıca aynı dönemde kurşun soy metalleri soy olmayanlardan
ayırmada katkı maddesi olarak da kullanılmıştır604
(Tez, 2000: 27). Osmanlı dönemindeki inşaatlarda tonoz ve kubbelerin örtü
kaplaması olarak levha halinde; dökme olarak kenet, zıvana ve kirişbaşı
yuvalarında, şebeke çubuklarının sövelere girdiği yerlerde, pencere kanatları
veya dolap kapaklarının oturtulacağı zemine açılan oyuklardaki ahen-i ökçelerin
etrafında; revzenlerde; beyaz boya yapımında veya boru şeklinde (yağmur
borularında, sıhhi tesisat elemanı olarak) kullanılmıştır (Sönmez, 1997: 63).
Günümüzde ise kurşunun ana kullanım alanı akü imalatı olup, yer altı haberleşme
kablolarının kurşunla izolasyonu, diğer önemli tüketim alanıdır. Korozyonu
önleyen kurşun oksit boyalar, kabloların kaplanmasında, kurşun tetraetil ve
tetrametil formlarında benzin içinde oktan ayarlayıcı bileşikler olarak,
radyasyonu az geçiren metal olması nedeniyle x-ışınlarından korunmada, renkli
televizyon tüplerinin yapımında ve mühimmat imalinde önemli kullanım alanları
bulmuştur605. Borular, tel ve conta imali
gibi işlerde de kullanılmaktadır (Türk Ansiklopedisi, 1975: 371).
Osmanlı
döneminde kurşunun kullanıldığı yerlerden birisi mabetlerdi. 2 Ağustos 1779’de,
Kayseri kazası köylerinden Araplar köyünde bulunan el-Hac Süleyman Camii harap
olduğundan dolayı tamiri için 30.000 kıyye kurşunun Bozkır madeninden gönderilmesi,
bu kadar kurşun yoksa mevcut mürdesenkten imâl edilerek ilgili yere
gönderilmesi, madenin bölgeye yakın olması nedeniyle talep
602 Bozkır
madeninden gönderilen kurşunlar cebehane, tersane, baruthane, kağıthane gibi
kurumlara da verilmiştir (BOA, DRB.d 986).
603 Ortaçağ
İslam dünyasında madenler hakkında bilgi veren eserlerin tanıtımı için bkz. Tez, 1991:
132-135.
604 İlkçağ’da
soy olmayan metallerden altın kupelasyon yoluyla ayrılıyordu. Saf
olmayan altın, kurşunla birlikte gözenekli bir toprak kap içinde hava akımı
eşliğinde eritiliyordu. Kurşun oksit ve öteki metal oksitlerden ibaret cüruf,
kısmen hava akımı ile kabarcıklar halinde ayrılıyor, kısmen de kabın gözenekli
çeperinde soğuruluyordu. Geriye saf altın, ya da gümüş içerikli cevher
kullanılmışsa geriye bir altın-gümüş alaşımı kalıyordu (Tez, 1989: 25).
605 http://ekutup.dpt.gov.tr/ 2001: 1.
edilmiştir (BOA, MEDAD 8:
627-2). Yine Kayseri civarındaki Arabsun köyündeki caminin kubbesine örtülecek
kurşun606 yetmeyeceğinden Bereketli
madeninden gönderilmesi isteği üzerine, 1780 yılında 20.000 kıyye kurşun
verilmiştir (BOA, C.NF 2573). Köy isimleri farklı olarak telaffuz edilmiş olsa
da ismi geçen köyler aynı yerleşim yeri olmalıdır.
Konya
sancağında Pirluganda kazası Hadim köyünde bulunan Şehdi Osman Efendi’nin bina
eylediği kütüphanenin ahşap olan sakfı/damı harabe olduğundan kitaplar telef
olmuştur. Bu nedenle kütüphanenin tavanının kurşun örtüsüyle tamir ettirilmesi
için kaza kadısının ilamı ve Hadim müftüsünün mektubu üzerine 12 Mayıs 1782
tarihinde Bozkır madeni eminine kütüphanenin tamiri için emir verilmiştir (BOA,
C.MF 5724; BOA, MEDAD 8: 683-2). 26 Ocak 1785’de, kütüphanenin tamiri için bir
kurşuncu ustasının tedâriki, harcırahı, odun, kömür ve kurşunun zenberli
ocağında eritilmesi ve ücret-i ferşiyyesi (döşemecilikte kullanılan malzeme)
ile mahaldeki masrafları için 450 kuruşa kurşuncubaşı ile mukavele olunmuştur.
Yani sayılan masraflar için kurşuncuya 450 kuruş verilecekti (BOA, C.MF 6969).
Mevlana Türbesi’ne gönderilen kurşuncu ustasına 40 kuruş harcırah verildiğinden
kütüphaneye gelecek kurşuncu için bu ücret emsal gösterilmiştir (BOA, C.MF
6969). Yine Larende’de medfûn Mevlana’nın Türbesi zamanla harap olup tamire
ihtiyacı olduğundan fiyat-ı miri üzere 3.000 kıyye kurşunun
değeri bina emini tarafından ödenmek üzere Bozkır madeninden tedâriki 25 Mayıs
1782 tarihinde emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 649-d607).
Madenin kapatıldığı
1786 yılında görülen hesapta, Mevlana Türbesi’ne 10.000 kıyye ve Hadim
Kütüphanesi’ne 3.000 kıyye kurşun verildiği kayıtlıdır (BOA, C.DRB 810; BOA,
MEDAD 8: 691-2). Bu 10.000608
kıyye kurşun Mevlana Türbesi,
606 Kurşun-i
tahta; kubbe, tonoz gibi yapı elemanlarının örtülmesinde kullanılan, kaplama
levhası halindeki kurşundur. Bu madenin levha haline getirilmesi için içine
10-15 gram kalay katılarak eritilmiş olan kurşun tekne biçiminde büyük bir masa
olan ve üzerine (yapışmaması için) kurşun toprağı serpilen tezgaha dökülür.
Kalınlığının homojenleşmesi amacıyla silgi denilen bir tahtayla mastarlanır ve
düzgün bir plaka haline getirilir. Soğuduktan sonra kancalara takılıp tezgahtan
kaldırılır, zemine konur. Plakayı tartı için kantara götürmek üzere rulo
biçiminde sarılırdı. Erimiş kurşunun içine kalay katılması kararmasını önlemek
içindi (Sönmez, 1997: 64).
607 Burada
kullanılan d harfi atıfta bulunulan belgenin derkenarda olduğunu, yanında
yazılmış olan rakam ise kaçıncı derkenar olduğunu göstermektedir. İlgili
sayfanın derkenarında bir belge varsa herhangi bir rakam kullanılmamıştır.
608 Bu
konuda şu belgelere de bkz. BOA, C.EV 1140; BOA, C.EV 1142; BOA, C.EV 10899.
mescit, sema‛hane ve Sultan
Selim Camii tamiri için kullanılmıştır. Bu kurşunlar yetmediği için 12.500609
kıyye kurşun daha talep edilmiş. Fakat Bozkır madenindeki kurşunların tamamı
iskeleye gönderildiğinden ve sadece madencilerin elindeki kurşun kaldığından
maden eminine gönderilen 8 Temmuz 1790 tarihli emirde, kıyyesi sekizer paradan
madencilerin elindeki kurşunun satın alınarak türbeye gönderilmesi istenmiştir
(KŞS 101: 161-2; BOA, MEDAD 9: 184-1; BOA, C.EV 25829).
17 Temmuz 1797’de,
Mevlana Türbesi kubbe örtüsünün tamiri için 5.000 kıyye kurşuna ihtiyaç
olduğundan Bozkır madeninden kurşunun bina eminine teslimi talep edilince
“durumun darphane nazırından sorulması üzerine” maden emini vasıtasıyla
kurşunun bina eminine teslim edilmesi, bu miktar kurşunun maden emininin hesabı
üzerinde bırakılması ve eminin kurşunun tesliminde senet alması yönünde bir
emir verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 222-1). 6 Aralık 1835 tarihinde ise, 9.726
kıyye kurşun Bereketli madeninden Mevlana Türbesi, hanigah ve Sultan Selim
Camii tamiri için gönderilmiştir (BOA, HAT 556/27471). 6 Kasım 1847 tarihinde
yine yakın olmasından dolayı cami için gerekli kurşun Bereketli madeninden
istenmiştir (BOA, C.EV 7936; BOA, C.EV 29770). 1835 tarihli emir, Bozkır
madeninin açık olduğu dönemde kurşunun Bereketli madeninden istenmesi nedeniyle
Bozkır madeninin önemini kaybetmeye başladığına işaret etmektedir.
Bozkır ve
çevresindeki ibadethaneler dışında da Bozkır madeni üretimi kurşunun
kullanıldığı yerler vardı. 1826-1827 yılında Ebu’l-feth Mehmed Han Camii şerifi
ve bu caminin minaresi için verilen kurşunlar da Bozkır, Balya ve Bereketli
madenlerinden gelmiştir (BOA, HH.d 23504: 7). Bozkır madeninden darphaneye
gönderilen kurşunlar da çeşitli tamiratlar da kullanılmıştır. 25 Haziran 1810
tarihinde, yeni sarayda yapılacak tamirat için Bozkır madeni hasılatından
darphanede bulunan kurşundan kıyyesi 23 paradan 3.795 kuruş değerinde 150
kantar yani 6.600 kıyye kurşun verilmesi istenmiştir (BOA, C.SM 63/3196). Yine
Bozkır madeninden Hicaz maslahatı için, 24 Mayıs 1815 tarihinde, Alanya
İskelesinden Beyrut İskelesine ve oradan kara yoluyla Şam’a 10.000 kıyye kurşun
gönderilmiştir (BOA,
609 Gönderilen
bu miktar kurşunun nakliye masrafı 300 kuruş tutmuş, tamiratın toplam masrafı
ise 5.500 kuruş olmuştur (BOA, C.EV 16185).
C.AS 25803). Bozkır madeninden
“maslahat-ı Hicaziye” yani Mekke ve Medine’de kullanılmak üzere
10.000 kıyye kurşun verilmiştir (BOA, C.DRB 2482).
1.2.2.2. Altın ve Gümüşün
Kullanıldığı Yerler
Bozkır
madeninde üretilen saf gümüş ile karışık haldeki gümüş madenleri darphaneye
gönderilirdi. İstanbul’da bulunan darphanede ayrıştırılan mahlût sîm
içinden bir miktar altın610
da çıkardı611.
Elde edilen altın ve gümüş devletin nakit ihtiyacını karşılamak için
kullanılmaktaydı. Yani bu madenler “…ecnâs-ı nukûd-ı kat‛ için
ifrâzciyâna…” teslim edilirdi612
(BOA, D.BŞM.DRB 16/49; BOA, D.BŞM.DRB 15/72). Zira
madenlerden gelen altın ve gümüşün mübayaa faizinden para ita olunması muʻtâd
idi (BOA, C.DRB 11; BOA, C.DRB 99). Madenlerden teslim edilen altın ve gümüşün
fiyatları baş muhasebeden hesap olunur (BOA, C.DRB 355; BOA, C.DRB 89; BOA,
C.DRB 295) ve verilen sermaye akçesinden bu miktar düşülürdü613
(BOA, D.DRB.THR 3/19).
Maden
ocaklarından gelen altın ve gümüşle para darp etmek, darphane614
için piyasadan temin edilen kıymetli madene göre çok daha kârlıydı. Nitekim
maden ocaklarından elde edilen altın ve gümüşün fiyatının sabit tutulabilmesi,
para basımı esnasında darphaneye önemli bir kâr sağlardı. Darphane, para
sürümünü büyük oranda piyasadan temin ettiği eski ve yabancı paralara borçlu
olmasına rağmen, darp
610 XVIII.
yüzyılda canlanan Anadolu madenciliği döneminde sadece simli kurşundan
çıkarılan (Bozkır’daki gibi) gümüşten 61 miskal (281 gr.) altın elde
edilmiştir. Gümüşhane'nin yanı sıra zamanla açılan ve tek emin tarafından idare
edilen maden ocaklarından bazılarında gümüşle karışık olarak altın da
çıkarılmıştır. 1748'de Gümüşhane, Espiye, Karaerik, Karı, Kızılkaya, Lahanas ve
İsrail madenlerinde toplam 10.163 dirhem (yaklaşık 22.5 kg.) altın elde
edilmiştir (Sahillioğlu, 1989: 535).
611 Darphanede
bulunan atölyelerden tizâb atölyesinde gümüşün içinde bulunan az miktardaki
altın ayrıştırılır, kalhâne denilen izâbe atölyesinde ise alaşımdaki bakır
ayrıştırılırdı (Sahillioğlu, 1993: 504).
612 Para
kesilmesi için gelen altın ve gümüşlerin ifrazcılara teslim edildiğine dair
birçok belge vardır. Bu belgeler için bkz. BOA, C.DRB 4, 89, 295, 1946, 3026,
312, 355, 898, 3051, 1778, 2408, 964, 2406, 2506, 2507, 3090, 2343; BOA, HAT
197/9907, BOA, HAT 2/55.A; BOA, AE.SABH I 12047.
613 Madenlerden
gönderilen mahlut cevherin içindeki bakır miktarına göre içine bir miktar
yumuşak kurşun katılarak odun ve kömür ateşi ile geniş ve derinliği az bir kal
ocağında bu cevheri temizledikten sonra saf olmayan maddeleri kuvvetli bir
körüğün rüzgarı ile oksijenle değiştirip yaktıktan sonra analiz edilir. Bu
sırada kurşunun yakılması sonucu mürdesenk olmasıyla kal ocağının bir kenarından
açılan yoldan akar veya kal ocağı sünger gibi delikli olduğundan dolayı kurşunu
emer. Kal işlemi bittikten sonra ocakta saf altın veya gümüş ya da her ikisi
karışık halde kalırdı (Süleyman Sûdi, 1982: 198-199 ). Bu işlemden sonra ise
tasfiye işlemine geçilirdi.
614Bazı
madenlerde darphane var ise para kesilme işlemi de madende yapılırdı. 8 Eylül
1553 tarihinde Balya madeninde üretilen gümüşler kadı tarafından bildirilince,
akçenin Balıkesir’de darphanede kestirilmesi emri verilmiştir (BOA, MAD.d 233:
10).
faizinin önemli bir kısmı
madenlerden gelen altın ve gümüş sayesinde elde edilirdi. Nitekim piyasadan
temin edilen altın ve gümüşle para darp edilmesinde kâr oranı %5’ler seviyesine
kadar düşerken, maden ocaklarından elde edilen altın ve gümüşle para basılması
durumunda kâr %50’lere yaklaşabiliyordu (Bölükbaşı, 2010: 77).
Osmanlılar
altını, para basma dışında kuyumculuk, yaldızlama işleri, sırmakeşlik, bakır
veya gümüş teli altın suyuna batırma işi ve bu tellerle yapılan dokumacılık615
alanlarında da kullanmıştır (Sahillioğlu, 1989: 533). Bazı ferman ve beratların
kenarlarının tezhibi için de altının kullanıldığı bilinmektedir616.
Mehmed Emin Edib Efendi Edib Tarihi adlı eserinde, 1789 yılında
insanların devlet için önemli olan altın ve gümüşü kuyumculara617
götürmesi ve bu madenlerin kap kacak üzerinde süslemede kullanmasıyla çeşitli
şeyler icat edildiğini fakat halkın israf ettiğini, zira kuyumcu ustalarının
yaptığı sanatsal/süslü nesneler nedeniyle bir dirhem gümüşün kıymetinin 10
paradan 80 paraya çıktığını söylemiş. Bu durumun alım satım işlerinin
ihtilaline ve yokluğa neden olduğundan kuyumcu taifesinin altın ve gümüşten kap
kacak yapmaması ve ellerinde bulunanları darphaneye teslim etmeleri gerektiğini
belirtmiştir (Naklen: Çınar, 1999: 93).
İstanbul,
Bursa ve Selanik dışındaki simkeşhaneler de kapatılmasına rağmen zaman zaman
simkeşhanelerin faaliyete geçmelerine göz yumuluyor idiyse de çoğunlukla
faaliyetleri kısıtlanıyordu. XVIII. yüzyılda sayıları sınırlı tutulduğu gibi,
615 Bu
konuda ayrıca bkz. Himmet Taşkömür, Osmanlı İmparatorluğunda
Simkeşlik ve Tel Çekme (XV-XIX y.y.), İÜSBE Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul 1990. Altın, para, külçe veya eşya halinde
de olsa değeri pek fark etmediği için, para piyasasından maden piyasasına veya
maden piyasasından para piyasasına kolayca aktarılabilirdi. Darphaneler altın
para bastıkları vakit gerekli altın satın alınır ve para basımı sürdürülürdü.
Esnaf da ihtiyaç duyduğu zaman tedavüldeki altın parayı “sızırıp” (ergitip)
kendi işlerinde kullanırdı. Maden sıkıntısı veya para ayarlama durumunda bu
işler daha sık olurdu. Devlet idarecileri madeni, para olarak tutma
politikasını güttüklerinden, darphaneye rakip olan bu faaliyet dallarını
denetlemeye çalışırlardı. Bunu bazen yasaklar, bazen de sınırlamalar koyarak ya
meslekte çalışacak esnaf sayısını azaltır ya da işleyecekleri maden miktarını
bizzat tespit ederdi. Nitekim Fatih, Venedik'le savaş halinde bulunduğu sırada
(1463-1478) İstanbul, Edirne ve Üsküp darphanelerinde Venedik ve Ceneviz
altınlarıyla Memlûk eşrefî altınlarını darp ettirdiğinde bu çeşit kısıtlayıcı
bir politika takip etmişti. Kanunî de 1552'de Halep, Antep ve Birecik'te
altınlı kumaş dokunmasını yasaklamıştı. Yasak sonrası “abâ-yi zerbâft” kumaş on
beş altına satılmaya başladı. Ardından Şam ve İstanbul'da altın işlemeli ağır
serâser, şahbenek ve hurdabenek altın işlemeli kumaşların dokunması yasaklandı.
Sayıları 268'i bulan İstanbul serâser imalâthanelerinin sayısı 100'e indirildi
(Sahillioğlu, 1989: 533).
616 Altın,
kendi başına kullanılmasının yanı sıra ahşapta, mermerde kaplama ‘altın
yaprak’, madende ‘tombak’, kağıtta ‘süsleme’ olarak kullanılmıştır (Kuşoğlu,
2006: 23).
617 Devlet
tarafından kuyumculara verilen gümüş miktarı ve uygulanan sistem için bkz.
Akdağ, 1995:
247.
simkeş esnafının Gümüşhane ve
Espiye madenlerinden günde bir okkadan gümüş tahsisatları iki yüz altmış altı
gün hesabıyla darphanece sağlanıyordu. Simkeş ustaları, senenin geri kalan
günlerinde gümüş istihkaklarını kendileri temin etmeye çalışıyorlardı. Buna
göre simkeşhane yılda 366 okka (yaklaşık yarım ton) gümüş tel çekiyor ayrıca
bunlar altın suyuna batırılıyordu (Sahillioğlu, 1989: 533).
Gelibolulu
Âli’ye göre yaldız (tılâ) işinde bir Mısır hazinesi kadar altın harcanıyordu.
Eğer bir mübalağa yoksa buradaki ifadeden anlaşıldığına göre kap kaçak, kapı,
tava, koşum ve benzeri şeylerin yaldızında tüketilen altın bir buçuk tonu
geçiyordu. XVII. yüzyılda da iktisadî bozukluk sebebiyle zaman zaman altının
eşya, sırma ve simlemede kullanılmasına karşı çıkılmıştır. Nitekim bir telhis
mecmuasındaki kayıtta, “Benim vezirim! Bana sırma ve kılabdan ve altun varak
ve yaldızlı lüle lâzım değildir, cümlemize israf haramdır, yirmi gün
sonra yoklanıp bunların yapıldığını görürsem vallahi seni katlederim”
deniyordu (Sahillioğlu, 1989: 533).
Fakihler,
Hz. Peygamber'in altın ve gümüş kaptan yiyip içmeyi, ipek giymeyi ve ipek sergi
üzerinde oturmayı yasaklayan hadisinden ve aynı paraleldeki diğer hadislerden
hareketle gümüş kaplardan yeme içmenin, diğer bir ifadeyle gümüşten yapılmış
tabak, kaşık, bıçak gibi ev eşyasının kullanımının kadın erkek ayırımı
yapılmaksızın haram olduğu görüşündedir. Yine fakihlerin çoğunluğu kap kaçak,
bardak gibi gümüş eşyanın evde bulundurulmasını da caiz görmezken bazı âlimler,
diğer gümüş süs eşyası gibi bunları da bulundurmakta mahzur görmemişlerdir.
Ayrıca mushaf, kılıç, bıçak vb. eşyanın gümüşle süslenmesi caiz görülmüş, gümüş
kakma veya gümüş suyuna batırılmış kapların kullanılmasının caiz olup olmadığı
konusunda ise farklı görüşler ileri sürülmüştür. Genel olarak Hanefiler bunu
caiz sayarken diğerleri gümüşün az miktarda veya ihtiyaç sebebiyle kullanılması
halinde caiz olacağı yönünde görüş belirtmişlerdir. Öyle anlaşılıyor ki altın gibi
gümüşün de kullanımına bazı sınırlamalar getirilmesi iktisadî hayata kaynak ve
canlılık sağlamak, insanları lüks ve ihtişamdan uzak tutmak, sosyal sınıflar
arasındaki dengeyi ve huzuru korumak gibi çeşitli mülâhazaların ürünüdür
(Eskicioğlu, 1996: 272).
1.3. Maden Mekanları ve Kullanılan
Üretim Araç-Gereçleri
1.3.1. Mağara, Mahzen ve Fırınlar
1.3.1.1. Bozkır Madenindeki
Mağaralar
Bozkır
madeninde üretilen cevherlerin çıkarıldığı yerler mağara olarak adlandırılmış.
Bu mağaralardan çıkarılan cevherler, fırınların olduğu Siristat köyüne madene
bağlı kaza ahalisi tarafından nakledilmiştir (BOA, MEDAD 8: 607-2). Bu anlamda
madenin açılışından itibaren çeşitli mağaralardan cevher çıkarılmıştır. 9 Ekim
1776 tarihinde Bozkır ve Belviran kazalarında 11 mağara işletilmekteyken
Belviran kazası Gederet köyünde üç, Şeyh köyünde üç ve Bağlariçi adlı mahalde
bir olmak üzere yedi cevher mağarası daha bulunmuştur. Dolayısıyla bu tarihte,
Bozkır madeninde 18 adet gümüş mağarası açılmıştır. Bu mağaralarda bulunan 90
fırınlık cevher ile fırınların olduğu mahalle yani Siristat’a nakledilen 20
fırınlık cevher olmak üzere madende toplam 110 fırınlık cevher vardı (BOA,
C.DRB 2375; BOA MEDAD 1: 752-1).
Bozkır
madeninde, 11 Mart 1787 tarihinde ise, Kızılgeriş, Kurşuntaşı, Küçüksu, Gökdere
ile yeniden açılan Deveboynu ve gümüş ile altının karışık olarak bulunduğu
Sarıot618 isimli yerlerde mağaralar
vardı (BOA, C.DRB 2831; BOA, MEDAD 8: 697-1,698-3; Belge 5; Harita 2). Bozkır
madeninin kapalı olduğu bu dönemde, ismi geçen maden mağaralarının teftiş
edilerek madenin açılmasına izin verilmesi madenciler tarafından talep edilmiş
ancak bu istek kabul edilmemiştir (BOA, MEDAD 8: 698-3). Bazı belgelerde ismi
geçen yerler belirtildikten sonra mağara terimi kullanılmayıp doğrudan maden
kelimesiyle ifade edilen Küçüksu madeni ya da Sarıot madeni gibi de
kullanılmıştır619
(BOA, MEDAD 8: 697-1, 698-2, 698-3). 1787 yılına ait bir başka belgede ise
Zengibar620, Kızılgeriş, Kurşuntaşı,
618 Altından
dolayı Sarıot Mağarası, diğer mağaralara göre enfa‘ ve a‘la idi (BOA,
C.DRB 571).
619 1800
yılında cevher çıkarılan yerlerin isimleri sayıldıktan sonra yedi aded
me‘âden-i kesîri’n-nemânın denildikten sonra ismi geçen cevher
mağaraları ifadesi kullanılmıştır (BOA, C.DRB 571). Bu örnekte
gösteriyor ki maden olarak bahsedilen yerler mağaraların bulunduğu mahallerdir.
Fakat karışıklığa neden olmamak için bu araştırmada, Bozkır’da çıkarılan bütün
mağaraları da içine alacak şekilde Bozkır madeni ifadesi kullanılırken,
cevherlerin çıkarıldığı yerler için ise mağara teriminin kullanılması tercih
edilmiştir.
620 Zengibar
ma‘deni dimekle meşhur ve bin fırın ile imâl olunur ma‘den olduğundan
cevherleri bî-nihaye… olarak madenciler tarafından tarif
edilmiştir (BOA, C.DRB 2975; BOA, MEDAD 8: 698-2).
Küçüksu ve Sarıot madenlerinden
bahsedilmiştir (BOA, C.DRB 2975). 1789 yılında ise, Seydişehir kazası civarında
Kürebeli ve Kızıldere isimli mahallerde cevher olduğu iddia edildiğinden, maden
eminine maden olduğu düşünülen yerlere gidip inceleme yapması emredilmiştir
(BOA, MEDAD 9: 181-1).
Ağustos 1795
tarihinde, eşkıyalık yapan bazı kişilerin cevher çıkarılan Kızılgeriş, Sarıot
ve Küçük Tepe adlı mahallere yerleşmelerinden ve bunun tehlikesinden
bahsedilirken birkaç mağaranın ismi zikredilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 2: 75).
29 Ekim 1800
tarihinde ise, Çamurluk, Katranburnu, Küçüksu, Tepearası, Kızılgeriş,
Kazıktutmaz ve Sarıot adlı yedi adet cevher mağarası işletilmiştir (BOA, C.DRB
571). 12 Şubat 1810 yılında Bozkır kazasında imâl olunan mağaralardan başka iki
mağara daha ortaya çıktığından dolayı621
bazı kazalar madene bağlanmıştır (BOA, C.DRB 37). Bu anlamda mağara ve cevher
miktarındaki artış madene bağlı kaza sayısını etkileyen en önemli nedenlerden
biriydi. 9 Mart 1827 tarihinde, Bozkır madenindeki mağaraların eski olması
nedeniyle çıkan cevher nemasız ve kuvvetsiz olduğundan maden ve havalisinde
cevher ihtimali bulunan yerlerin araştırılması ve bu araştırmaya yöre halkının
karışmaması emredilmiştir. Maden haricine tecavüz olunmaması ve şahısların
tarla, bağ ve bahçesine karışılmaması şartıyla cevher arama izni verilmiştir
(BOA, DRB.d 1044).
Bozkır
madeni etrafında zaman zaman maden emini tarafından görevlendirilen kişiler
tarafından yeni mağaralar aranmıştır622
(BOA, MEDAD 9: 173-1). Bunun temel nedenlerinden biri mevcut mağaralardaki
cevherlerin nemasız olmasıydı (BOA, DRB.d 1044). 18 Şubat 1820 yılında Beyşehir
kazası Çâmlar köyü ile İbradı kazası Delâyamân köyü yakınlarında
maden mağaraları olduğu haber verilince Bozkır madeni emini buralara madenciler
tayin ederek, numunelerinin gönderilmesini istemiştir (BOA, DRB.d 1044).
621 Kazıkdere’de
ve Elmaağacı yaylasında iki mağaradan, 13 Temmuz 1809 tarihinde, gönderilen iki
kıta simi mahlutunda 290 dirhem gümüş çıkmıştır (BOA, DRB.d 987).
622 4
Kasım 1787 tarihinde, Bozkır madeni emini olan Hasan’a maden civarında maden
olduğu düşünülen yerlere varılarak buraların muayene edilmesi ve mağaralar
kazılması ile birlikte maden eminine işe yarayan birkaç adamını mağara kazmak
için görevlendirmesi ve bunların yanına yeterli miktarda madenci vererek maden
olduğu düşünülen yerlere göndermesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 173-1).
Kızılgeriş,
yerden 2.000 m yükseklikteki bir işletme sahası olup yüzlerce eski galerilerle
kuşatılmıştır. Bir kireçtaşı çöküntüsünde, taştan yapılan ve üç bloktan oluşan
bir yapı yükselir. Buradan alınan tahta bir kirişin yaşlandırılması yapılmış ve
1745 yılına ait olduğu belirlenmiştir. Buradan alınan galen örneğinin
analizinde Pb:38.586, Sn:0.004 değerli elementler ise belirlenemeyecek kadar az
(örneğin Au<0.002) olarak tespit edilmiştir. Zn örneği ise %25-30 Zn %0.1
Pb, % 0.1-0.3 Cd içerir. 200.000 ton görünür ve muhtemel rezerv yer almaktadır
(Koçak, 2007: 536-538; Tablo 12, 13). Osmanlı döneminde işletilen bu maden
bölgesi bir çalışmada, Kızılkiriş mevkii olarak isimlendirilerek Hadim
kazasına bağlı Dedemli köyünün garbi cenubisinde vaki Kızılkiriş
dağındadır, denilmiştir (Genelkurmay Başkanlığı, 1937: 77). Bir
başka çalışmada ise Kızılkiriş dağında yüzde beş gümüşlü kurşun madeni olduğu
belirtilmiştir (Altan, 1940: 91). Merkez kazaya sekiz saat mesafede bulunan
Kızılkiriş Dağı’nda simli kurşun madeni olup %5 oranında gümüş mevcuttur623
(Dr. Nazmî, 1922: 118). 1837 yılında Bozkır’a gelen Hamilton, 10 saat güney
yönündeki dağlardan elde edilen kurşundan bahsetmektedir ki (Hamilton, 1842:
339) bu bilgi aynı mağaraların işletildiği izlenimini vermektedir. Bu mağara,
Hamilton’un verdiği malumata göre de maden kapatılana kadar işletilmiş
olmalıdır.
Küçüksu yatağı
ise 1980’lere kadar özel sektör (Çin-Kur) tarafından işletilmiştir.
Yataktan alınan örneklerde gerçekleştirilen kimyasal analizlerde %25-30 Zn, %3
Pb, %0.1-0.3 Cd belirlenmiştir. 48.000 ton muhtemel rezervin belirlendiği
cevherleşme kırık hatlarıyla ilişkili olup karstik/erime boşluklarda ve
kuzey-batı yönlü kırık hatlarında damar şeklindedir. Yelmez Pb yatağında
gümüşlü galende (simli kurşun) ibaret olup ayrıca Ag %1 içermektedir (Koçak,
2007: 538-539; Tablo 12).
Sarıot ismi
altın cevheri yerine de kullanılmakla birlikte (BOA, MEDAD 9: 171-1)
altın ve gümüş cevherinin çıkarıldığı maden ocaklarından birinin adı da Sarıot
idi (BOA, MEDAD 8: 697-1). Bozkır’da yapılan araştırmalar esnasında bu ismin
hâlâ kullanıldığı ve Sarot Yaylası olarak zikredildiği görülmüştür. Kuzu Kulağı
623 Kızılkiriş
Timurlu Dağları, Hocaköy Yaylası’ndan başlayarak Dedemli köyünde son bulur (Dr.
Nazmi, 1922: 117). Dr. Nazmi’nin eserinin Bozkır’la ilgili kısmı için bkz.
Ahmet Atalay, Dr. Nazmi’ye Göre Bozkır İlçesi’nin Sıhhî ve İctimaî Coğrafyası, Bozkır’ın
Dünü ve Bugünü Sempozyumu 2006, Konya 2007, s.183-204.
Dağı’nın güney-doğu arasında
küçük küçük birçok alanlar varsa da bunların en genişi, en alçağı ve en meşhuru
Sarıot (Sarı Ot)’tur. Burası havza şeklinde olup etrafı çayırlıktır (Saraçoğlu,
1968: 316). Sarıot yaylası, Çarşamba Çayı’nın kaynağını oluşturan suların
toplandığı büyük bir düzlük, yazları da verimli bir ovadır. Çeşitli
kaynaklardan çıkan sular, bu yaylanın düz olan kısımlarında toplanır. Düdenler
vasıtasıyla kaybolan sular, yaylanın hemen yakınından Aygır Gediği denen yerden
çıkar ve çayın ana kaynağını oluşturur (Yılmaz, 1990: 34-35). Sarıot Mağarası’nın
cevheri kutlu, altını bereketli idi (BOA, DRB.d 969).
Zengibar madeni
olarak adlandırılan yer muhtemelen Zengibar Kalesi olarak bahsedilen
yerdedir. Zengibar kalesi Ulupınar köyü yakınlarındadır624.
Tepearası’nın Tepearası köyü civarında olmasından dolayı bu şekilde
isimlendirilmesi muhtemeldir. Gederet köyünde üç mağara olduğundan
bahsedilmektedir. Ancak bu mağaraların isimleri verilmediğinden dolayı tam
olarak tespit edilmesi mümkün olmamıştır. Gederet köyünün bugünkü adı
Dereiçi’dir. Üç mağaranın olduğu Şeyh köyü 1522 yılı verilerine göre
Belviran’a bağlı gösterilen (DAGM, 1996: 141) yer olmalıdır. Bugün Karaman’a
bağlı bir köydür. Yapılan bir çalışmaya göre; Bozkır’ın Söğüt ve Gederet
köyleri çevresiyle, Ermenek’in Dumlugöze, Koçaşlı, Göktepe ve Civler köyleri
çevresinde kurşun yatakları vardı625
(Yurt Ansiklopedisi, 1983: 5106). Kurşuntaşı, Çamurluk, Katranburnu,
Kazıktutmaz, Gökdere, Bağlariçi ve Deveboynu626
gibi mevkiler tam olarak tespit edilememiştir.
Kazaların
madenin germiyyet üzere imali nedeniyle madene bağlanmayı talep etmesi üzerine
maden emini, germiyyet üzere imalin çok amele gerektirdiğinden
uygulanamayacağını dile getirmiştir (BOA, C.DRB 37). Germiyyet; hararet,
sıcaklık, ateşli çalışma (Devellioğlu, 1999: 287) anlamlarına gelmektedir.
Burada kastedilen mağaralardan çıkarılan cevherin Siristat’a naklinden sonra
buradaki fırınlarda belirli bir miktar sıcaklıkta kurşunun ayrıştırılması
esnasında her mağaradan çıkan cevherin
624 Zengibar
Dağı, Ulupınar köyünden başlayarak Mürüvvetli köyü civarında son bulan huni
biçiminde bir dağdır (Dr. Nazmi, 1922: 116).
625 Aynı
çalışmaya göre çevredeki diğer madenler ve yerleri şunlardı: Bozkır-Ağras,
Kayaağzı, Kızılkaya köyleriyle Karaman Habiller köyü çevresinde barit
yatakları; Konya’nın Sızma ve Ladik yörelerinde civa yatakları; Hadim’in
Hocalar, Fakılar, Holuslar, Gerez ve Gezlevi yörelerinde demir yatakları vardı
(Yurt Ansiklopedisi, 1983: 5106).
626 Söbüçimen’de
Deve Korusu adı verilen bir yer vardır (Saraçoğlu, 1968: 319).
madene bağlı bir kaza
ahalisinin sorumlu olması olmalıdır. Nitekim yeni mağaralar bulunduğundan
bahsedildikten Bozkır kazasının bir fırından fazla işletemeyeceğini belirterek
germiyyet üzere imale değinilerek madene yeni kazaların bağlanması talep
edilmiştir (BOA, C.DRB 37). Tabii ki bu kazalar madene bağlanırsa bir fırının
ihtiyacı olan cevher, kömür, kütük ve ameleyi de karşılayacaktı.
Bozkır
madeninde cevher çıkarılan mağaraların cevher kazma, çıkarma ve kazaya nakletme
ve mağaralarda çalışan madencilerin ücretleri gibi çeşitli masrafları da
olmuştur. Bu masraflar maden kapatılmadan kaza ahalisinden tahsil edilmiştir.
Nitekim 1837 yılında senede bir defa mağara masrafı olarak 20.000 kuruş Bozkır
kazasından ve 1.571 kuruş cevher bedeli Bozkır kazasına bağlı köylerden
alınmıştır (BOA, C.DRB 1712).
1.3.1.2. Mahzenler
Bozkır
madeninde cevherlerin ve işlenmiş kurşunların konulduğu binalara mahzen
denilmekteydi (BOA, D.DRB.THR 6/37). Bozkır madeninde kurşunların konulduğu bir
mahzen vardı627
(BOA, C.DRB 3252; BOA, MEDAD 9: 181-d). Fırın mahzeni adı da verilen (BOA,
MEDAD 8: 633-1) bu mahzene üretilen kurşunlar konurdu (BOA, MEDAD 8: 670-1).
Kurşunlar mahzenlere konulduktan sonra onu korumakla görevli kişiler de vardı.
Nitekim mahzende korumaya alınan kurşunların başına bir hadise gelirse
ilgililerden iki katıyla tazmin edilirdi (BOA, MEDAD 8: 691-2). Madenlerden
çıkarılan cevherler emin marifetiyle mahzenlere konulur ve kapıları
mühürlenirdi. Cevher çıkan mağaraların kapıları da kimse çalmasın diye
kapatılarak korumaya alınır, mahzenlerin kapısı bir işaretle belirtilir ve ne
kadar gümüş çıktığı deftere kaydedilirdi628.
627 6
Kasım 1792’de, Bozkır madeninde imâl edilen kurşundan satın alınarak ve
damgalanarak mahzenlere konulan kurşun 478 külçe 12.601 kıyye iken, piristatlar
ile kalcıbaşı rahatsız olduğundan 10.000 kıyye miktarı kurşun kal olacak
mürdesengin ise “ustaların iyileşmesi halinde” kal olunarak mahzene konulacağı
belirtilmiştir (BOA, D.DRB.THR 6/29).
628 Bu
durum belgelerde şu şekilde geçmiştir: “… Gümüşhane ma‘denlerinde
kadîmü’l-eyyâmdan mağaralardan ihrâc olunan cevher müfettiş ve emin
ma‘rifetleri ile birkaç yerde mahzenlere konulub kapuların müfettiş ve emin
mührleyüb ve cevher çıkan mağarayı dahi kapuları kimesne sirka itmesin diye
muhkem sedd olunub tamam-ı mahzenler mimlû oldukdan sonra müfettiş ve emin
üzerlerine varub çaşni tutub her sepetden kaç dirhem gümüş hâsıl olduğı sicill
olunub badehu mahzenlerde olan cevher kaçar kese kaç sepede düşerse defter ve
hüccet olub…” (Pamuk, 2006: 177).
Bozkır
madeni açıldığı tarihten itibaren ortaya çıkan mürdesenk de mahzenlere
konulmuştur (BOA, MEDAD 1: 752-1). Bozkır madeninde bir mürdesenk mahzeni ile
birlikte büyük bir kömür mahzeni ve bunların dışında üç mahzen daha vardı (BOA,
MEDAD 8: 607-1). 31 Aralık 1777’de, Edase ve Beş köylerinde de oda ve mahzenler
yapılmıştır. Bu odalar ve mahzenlerin içinde levazımat, mürdesenk, emvâl ve
zâhire vardı (BOA, MEDAD 8: 607-1). Üretilen ürünleri korumak amacıyla
kullanılan mahzenler, aynı zamanda üretim için gerekli malzemelerin de muhafaza
edildiği binalardı. Bozkır madeninin açılışı ile birlikte yapıldığı tespit
edilen mahzenler, çok kısa bir süre sonra tamirat geçirmiştir. Nitekim 21 Ocak
1780 tarihinde fırın ve kömür mahzenlerinin tamiri için 2.837 kuruş masraf
edileceği tahmin edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-1). Bozkır ve çevresinde
günümüze ulaşan herhangi bir mahzen tespit edilememiştir.
Bozkır
madeninde üretilerek mahzenlere konulan kurşunlar Karaman eyaleti kazaları ile
Alanya ve İçil sancağı kazası ahalileri tarafından Alanya İskelesi’ne taşınırdı
(BOA, MEDAD 8: 670-1). 20 Ocak 1786 tarihinde madenin kapatılması nedeniyle
madende mevcut 153.400 kıyye kurşunun gönderilmesi mümkün olmadığından bir emir
gönderilerek kurşunların mahzenlere konularak korunması ve bu kurşunların iyi
muhafaza edilememesi halinde sorumlulardan iki katının tahsil edilmesi (BOA,
MEDAD 8: 691-2) görevlilere hatırlatılmıştır.
Bozkır’dan
Alanya’ya gönderilen kurşunların korunması amacıyla Alanya’da da bir mahzen
vardı (BOA, MEDAD 8: 648 d). Kurşun, Bozkır madeninden geldikten sonra vezn
olunarak miktarı belirlenerek kurşunun hıfzına memur olan kişiye629
teslim edilirdi. Bundan sonra Alanya ahalisi “cümle ittifakıyla” kurşunu
mahzene koyardı (BOA, C.DRB 267). Alanya İskelesi’ne kurşunların taşınması için
bir gemi gönderildiği zaman kurşunlar yine vezn olunarak gemilere yüklenirdi (BOA,
MEDAD 9: 197-1). “… iskeleye gelen kurşunun vezn ve miktarına, ahz, kabz
ve der mahzen idüb badehi sefine isticar ve Deraliyye’me sevk ve isalinde
noksan zuhur itmemesine…” özen gösterilmesi ve dikkat edilmesi için
dizdarın görevli olduğuna dair emir, 16 Mayıs 1798’de, gönderilmiştir.
Alanya mutasarrıfı ise dizdara nezaret etmek ve yardım etmekle
görevlendirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 222-1).
629 Haziran 1793
tarihinde bu görevi Tosun Yazıcı adlı bir zimmi yapmıştır (BOA, C.DRB 267).
Bozkır
madeninden Alanya İskelesi’ne ve oradan da İstanbul’a gönderilen kurşunlar ise
Yalıköşkü sahilinde Sepetçiler Kasrı tahtında bulunan mahzenlere630
konulurdu (BOA, MEDAD 8: 782-2). 29 Kasım 1804 tarihinde, bu mahzende bulunan
kurşun ve bakırın darphaneye nakli için 400 arka hamalı tutulmuş ve günlük 15
çürük akçe ücret verilmiştir (BOA, C.DRB 2544). Alanya İskelesi’nden gelen
kurşunların Yalıköşkü’ndeki mahzenlere nakledilmesi için gerekli olan dokuz
kıta mâ‛ûne631
talebi, 14 Şubat 1790’da olumlu karşılanmıştır (BOA, C.ML 232).
1.3.1.3. Fırınlar
Bozkır
madeni mağaralarından çıkarılan cevherlerin belirli bir miktarda konulduğu ve
beş gün beş gece yakılarak (BOA, MEDAD 8: 653-1) kurşunla gümüşün
ayrıştırıldığı yapılara fırın denirdi632.
Satın alınacak kurşunun fırın itibarıyla madencilerden satın alınması ve bu
durumun kâtip tarafından deftere kaydedilmesi gerektiğinden fırın sayısının
bilinmesi önemliydi (BOA, MEDAD 1: 752-1, 755-2). Bunun yanında fırın başına
alınacak çeşitli ücretler ya da kesintiler de vardı. Gümüşhane madenindeki
fırınların her birinden 30’ar akçe kitâbet, 30’ar akçe vezzâniye ve 10’ar akçe
kantariyye olmak üzere 70’er akçe avâidât alınırken, her ocakta üçer dirhem
resm-i fete adı verilen gümüş vergisi de fırın sayılarına göre ayarlanmıştır
(BOA, MEDAD 9: 174-1). Bu anlamda madenlerde ne kadar fırın işletildiğinin
bilinmesi önemliydi. Bununla birlikte madenlerde çalışacak usta ya da madenci
sayısını etkileyen en önemli nedenlerden birisi de fırın sayısıydı. Madendeki
fırın sayısındaki artış ya da azalma piristat sayılarını etkilemekteydi. Çünkü
her fırına iki piristat ustası633
düşmekteydi (BOA, DRB.d 1037).
Bozkır
madeni açıldığı zaman Genç Ali’ye bir fırın634
imâl etmesi ve malzemelerin tedârik edilmesi emri gönderilmiş ve maden emini de
iki fırın bina
630 İki bab
mahzen vardı (BOA, D.BŞM.DRB 17/9).
631 Mâ‛ûne,
yük taşıyan büyük kayık anlamındadır (Devellioğlu, 1999: 587). Mavna olarak da
telaffuz edilmektedir.
632 Bozkır’da
fırınlar Çarşamba Çayı’nın kenarında, günümüzde cuma pazarı olarak kullanılan
yerin batısındaydı. Fırınlarla ilgili bilgi için cevherin işlenmesi başlığına
bkz.
633 Balya
madenine ait 1842 yılı masraf defterinde fırın başına iki piristat düşmüştür
(BOA, DRB.d 1037). Yine Korum madeninde gece ve gündüz imâl olunmak üzere olan
12 fırın için 24 adet piristat gerekliydi (BOA, C.DRB 83).
634 Bozkır
madeni ez kadim Zengibar madeni olarak bilinirdi (BOA, C.DRB 2831; BOA,
C.DRB 2975). Bu bilgi Bozkır madeni açıldığı zaman ilk işletilen mağaralardan
birinin Zengibar Mağarası olduğunu da ortaya koymaktadır.
etmiştir (BOA, MEDAD 1: 750-1).
Dolayısıyla 1777 yılından itibaren iki fırın imâl edilmeye başlanmıştır (BOA,
MEDAD 8: 611-2). 15 Kasım 1778 tarihinde bu iki fırına beş fırın daha eklenerek
sayı yediye çıkarılmış ancak iki fırının kömür ihtiyacını karşılayan Bozkır ve
Belviran kazaları bu yedi fırının kömür ihtiyacını karşılayamayacağından
Seydişehir kazası da madene bağlanmıştır (BOA, MEDAD
8:
621-2; BOA, D.BŞM.DRB 15/19). 15
Ağustos 1781’de ise dört fırın imâl edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 653-1). 1 Kasım 1787’de
ise Bozkır madeninde 15 fırın işletileceği, madenciler ve kaza ahalilerinin üç
fırından fazla fırın işletilmemesi sevdasında olduğu ancak 15 fırının
işletileceği madenciler ve ahaliye bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 175-3; BOA,
C.DRB 2084; Konyalı, 1938c: 1173). Fırın sayısının bir diğer önemi de üretim
yapılan fırın sayısındaki artış maden emanetine bağlanan kaza sayısını da
artırmıştır (III. Bölüm).
Bozkır
madeninde, 1806 yılında, 16 fırında 80.000 kıyye cevher imâl olunmuş ve 1.600
küfe kömür kullanılmıştır (BOA, D.DRB.THR 37/34). Bereketli madeninde, 18 Ekim
1779’da, bir fırına konulan cevher 7.200 kıyye, zuhur iden gümüş 261 dirhem,
kurşun 1.400 kıyye ve zuhur iden altın çeki denilen her 100 dirhemde 2,5 kırat
olup masrafı 75 kuruştu. Yine bir başka fırında 7.200 kıyye cevherden 1.400
kıyye kurşun, 224 dirhem gümüş ve çeki tabir olunan her 100 dirhem gümüşten 2,5
kırat altın çıkmış ve masrafı yine 75 kuruş olmuştur635
(BOA, C.DRB 3058). Bozkır madeninde ise bir fırının 118,5 kuruş olan masrafı,
15 Ağustos 1781 tarihinde, devlet tarafından fazla bulunmuş ve bu masrafın 94,5
kuruş 15 para olması gerektiği belirtilmiştir636
(BOA, MEDAD 8: 653-1).
Bozkır
madeni kapatıldığında madencilerin sermaye akçesinden 23.503,5 kuruş borcu
olduğundan bahsedilerek, bu borcu ödemek için paraları olmadığına değinilerek
bir miktar cevherleri olduğu ve bunun imâl edilmesi halinde 30 kese miktarı bir
hasılatı ortaya çıkacağından cevherin imâl edilmesine izin verilmesi
635 1845
yılında Bereketli madeninde çıkarılan cevher, fırına 1.200 batman olmak üzere
450 kuruş ücretle nakledilmiştir. Ancak 350 kuruş masrafla 1.500 batman cevher
nakli için 200 eşek satın alınırsa daha faydalı olacağı dile getirilmiştir. Bu
fırının 1.500 batman cevhere ihtiyacı vardı (BOA, MAD.d 7696: 6).
636 1796-1797
yılında Keban madeninde bir fırının masrafı; 75 kuruş kömür bedeli, 40 kuruş
kalhane kütüğü bedeli, 30 kuruş ırgad-ı fırın, 15 kuruş ırgad-ı kal, 12 kuruş
piristat-ı fırın, 115 kuruş cevher bedeli, 26 kuruş cevher ufaltma(öğütme) ve
nakliye bedeli ve 20 kuruş sair masraflar olmak üzere toplam 333 kuruş idi
(Tızlak, 1997a: 106-107).
madenciler tarafından talep
edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 693-1). Bir mübaşir gönderilerek bu durum
araştırılmış ve şu bilgiler verilmiştir. 18 Haziran 1786 tarihinde Bozkır
madeninde 60 fırınlık cevher olduğu, her fırından 500 kıyye kurşun ve 150
dirhem gümüş ortaya çıkacağı, her fırının 40 kuruş masrafla dört ayda ortaya
çıkacağı ifade edildikten sonra diğer masraflarının ise 5.000 kuruş olacağı
belirtilmiştir. Ancak kömür ve kütük tedâriki nedeniyle ahaliye eziyet
edileceğinden Bozkır, Belviran ve Seydişehir kazaları ahalisinin bu cevherin
imâl olunmaması karşılığında 5.000’er kuruşu iki senede iki taksitle ödemeyi
taahhüt etmeleri üzerine, bu talep kabul edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 693-2).
Halkın madene bağlanmakla çeşitli ayrıcalıklar elde etmesine ve geçimlerini
sağlayacak bir iş alanına sahip olmalarına rağmen halkın madenin yeniden
açılmasına karşı çıkması, maden için gerekli kömür ve kütük gibi bazı
ihtiyaçlar karşılanırken halka yapılan eziyetler nedeniyle olmalıdır.
Bozkır
madenindeki fırınlar, beş gece ve beş gündüz olmak üzere 10 nöbet itibarıyla
işletilmiştir. Fırınlar yakıldıktan sonra ortaya çıkan masraflar aynı madende
bile farklı olabilmekteydi. Zira fırınlara konan cevherlerin erime durumuna
göre bazen 10.000 kıyye bazen de 6.000 kıyye kömür harcanmıştır. Benzer şekilde
kal kütüğünde de durum bu şekilde olduğundan masraflar farklı olabilmekteydi
(BOA, MEDAD 8: 653-1). 1842 yılında eski ve yeni usullerin karşılaştırıldığı
bir denemede bir fırında eski usulle yedi gün altı gecede imâl olunan cevher-i
mahlut 4.620 kıyye ve harcanan kömür 8.220 kıyye idi (BOA, DRB.d 980). Ortalama
bir fırında kullanılan kömürün cevherin iki katı olduğunu söylemek mümkün ise
de bu genel bir kural değildir637.
1.3.2. Madenlerde Kullanılan Aletler
Bozkır
madeninin ilk emini olan Genç Ali iki adet cevher fırını, bir ekmekçi fırını,
bir kömür mahzeni, bir mürdesenk mahzeni ve diğer üç mahzen ile 13 madenci
odası inşa ettirmiştir. Yine Edase köyü ile Beş köyünde odalar ve mahzenler
bina ettirmiştir638.
Madencilerin kaldıkları ya da üretilen cevher veya madenlerin
637 Bkz. III.
Bölüm.
638 9
Mayıs 1777 tarihinde, tamamıyla harap olan bu binalar ile madencilerin
firarları nedeniyle kapıları mühürlenen odaların kapıları kırılmıştır. Bozkır
şeyhi Abdülkadir’in tahrikiyle yapılan yağma
konulduğu bu binalar aynı zamanda
maden aletleri ile madencilerin eşyalarının bulunduğu binalar idi. Bunların
yanında çeşitli ihtiyaç maddeleri ile zahire de buralarda muhafaza edilmiştir
(BOA, MEDAD 8: 607-1).
15
Kasım 1778 tarihinde eminlere mahsus
konak bina edilmiş, yedi adet fırın, kömür mahzenleri, madenci odaları, ekmekçi
fırını ve dükkanlar bina olunmuştur (BOA, D.BŞM.DRB 15/76). Bu binaların yapımı
için emine 7.500 kuruş verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 692-2). 21 Ocak 1780
tarihinde, fırın ve kömür mahzenleri tamiri için 2.837 kuruş ve maden
yakınlarındaki 18 madenci odasına 400 kuruş ve yine madencilerin ihtiyaçlarını
karşılamak için açılan altı dükkana 550 kuruş masraf edilmiştir. Eminin
konağıyla birlikte bu binalara toplam 8.290 kuruş harcanmıştır (BOA, MEDAD 8:
633-1). 1786 yılında madenin kapatılması üzerine emine ait olan ev ile fırın ve
madenci odaları müzayede edilmiş ancak kimse talip olmamıştır (BOA, MEDAD 8:
690-3, 693-2).
Bütün bu
belirtilen binaların yanında madende üretim için gerekli çeşitli araç-gereçler
de vardı. Bozkır madeninin ilk açılışında tutulan madene ait masraf defterinde
“bahâ-i kâv sâle ve tîmûr ve elvâh ve ücret-i kürekciyân rây-ı i‘mâl-gerde
kürek bâdeme-i ma‘den-i mezbûr hil‘at defter-kadı 551,5 kuruş (BOA,
D.BŞM.d 4702: 3) kaydı görülmektedir. Bu kayda göre kürek imali
konusunda görüşünün alındığı belirtilen kürekçilere ücret ödenmiştir. Bozkır
madenin 1777 yılı masrafları arasında gösterilen çekiç gibi araç gereçlere
yapılan masraflar için harcanan meblağlar yine aynı deftere yazılmıştır639.
Bozkır madeninde bahsedilen bu araç gereçler dışında bir şey tespit
edilememiştir. Bu nedenle diğer madenlerde kullanıldığı tespit edilen
araç-gereçlerin Bozkır madeninde de kullanıldığı fikrinden hareket edilerek
madenlerde kullanılan araç gereçlerle ilgili olarak şu aletler sayılabilir
(Tablo 10).
hareketleri neticesinde ortaya
çıkan bu durum, sorumlular tarafından tazmin edilecekti (BOA, MEDAD 8: 607-1).
639 Berât-ı
bahâ-i vâryûs ve çekiç ve gayruhü bâdeme-i ma‘den hil‘at defter kadı-i müma
ileyh 100 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 3) şeklinde
kaydedilen çekiç, bir tarafı kakmağa mahsus tokmak ve diğer
tarafı çivi çekmeye mahsus olarak çatal alet olup; dülger çekici, yorgancı
çekici, taşçı çekici ve cenk çekici gibi örnekleri vardı (Şemsettin Sami, 1317:
514). Vâryûs kelimesi vârtûr şeklinde de okunmasına karşılık kuyucu anlamına
geldiğinden bu kelimenin varyos ile benzerliğinden dolayı bu şekilde
okunmuştur. Varyos, ağır taşçı tokmağı, 30-40 okkalık büyük demir çekiç
(Şemsettin Sami, 1317: 1483) anlamlarına gelmektedir.
Tablo 10: Karaton Madeni Kuyularında640 Kullanılan Aletler641
Aletler |
Kuyular |
Hüdavirdi |
Çenal |
Sabari |
Allahvirdi |
Toğancı |
Bekubba |
Molavirdi |
Maline-iAtikada |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kuz |
|
48 |
40 |
10 |
10 |
6 |
30 |
10 |
50 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Eşlek |
|
14 |
10 |
3 |
1 |
2 |
7 |
2 |
10 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kazma |
|
2 |
1 |
|
|
|
1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Balta |
|
3 |
1 |
|
1 |
|
3 |
1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Çapa |
|
10 |
1 |
1 |
2 |
1 |
|
3 |
4 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Keser |
|
1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Çakân |
|
1 |
|
|
|
|
|
|
1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Köhne urgan |
|
3 |
1 |
1 |
1 |
|
|
|
1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Köhne tulum |
|
10 |
5 |
1 |
1 |
|
|
2 |
1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cevher dökecek |
1 |
6 |
|
|
|
|
|
|
|
|
çekiç |
|
|
|
|
|
|
|
|
||
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Gelva-Gülvâ |
|
2 |
2 |
1 |
|
1 |
|
|
1 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
640 Sadece
Hüdavirdi de “kuyu” kelimesi kullanılmış diğerlerinde ise Çenal “madeni” gibi
maden ifadesi kullanılmış olmasına rağmen karışıklık olmaması için diğerleri de
kuyu olarak zikredilmiştir.
641 Bu
tablo, BOA, KK.d 5184: 18’den çıkarılmıştır. 1708 yılında Sidrekapsi madeninde
yeni nazıra devredilen malzeme listesinde ise; çarh, dolap, kangel, koğoz,
çapa, külünk, alpayen, cetsele baltası, kasaç, çekiç, dülger baltası, çengâl,
küski ve tokmak vardı (Altunbay, 2010: 45-46). 15 Şa‘bân 1116/13 Aralık 1704
tarihinde Karaton madeni çarhı ve kuyularında bulunan malzemeler ise şunlardı;
dört duvar üzerine sakfı sâc tahtında olmak üzere bir katlı çarh mea ocak; ve
derununda bir cevze gûn olmak üzere körük; ve iki aded oluğlu bir adet çam
olmak üzere ve eleme tabir olunur elek mea dolab; demir çapa 3, demir balta 4,
keser 2, demir külünk 4, demir sağir çekiç 5, demir gelberi 2, demir olmak
üzere kepçe 1, demir meşâ kebir 1 sağir 1, demir küskü, sağir olmak üzere demir
şiş 2, demir çatal 3, kebir olmak üzere demir çekiç 1, beş kıyye demirden körük
ayağı için kayûr 1, tulumlu üzerine barmak altına konur demir 2 tahta 5, küçük
ağaç tekne, mûtbâb torba 20, bargir 3, merkeb mea semer 10, dermahzen büyük
kendir urganı 5, ıhlamur halil urgan 1, 115 kıyye çeker büyük kantar 1; hâlâ
Hüdavirdi tabir olunur güher kuyusunda mevcut bulunan eşya; müte‘mel büyük
kendir urgan 1, çapa 3, kazma 1, kebir çekiç 2, ğuz 14, tulum cild kâv 2 köhne
3, balta 1, keser 1; hâlâ Eşle‘ve tabir olunur güher kuyusunda ve lağmında
mevcut eşyalardır çapa 1, kazma 1, kebir külünk 1, balta 1, keser 1, büyük
çekiç 2, ğuz tabir olunur küçük çekiç 16, tulum cild-i kâvberay-ı lazime-i
tathir kuyuha-i güher köhne 2 defa mevcud celid deri nısf, İstanbul kağıdı
deste 1 vazife kağıdı deste 3, kalem 6, bir kıyye olmak üzere kamkama ile hezd
mürekkeb (BOA, KK.d 5184: 7). Karaton madeninde nazır değişikliği esnasında
madende bulunan eşyalar ve üretilen cevherler tespit edilerek yeni nazıra
teslim edilmiş ve bu işlemi Karaton Kadısı yapmıştır. Madene yapılan bütün
masraf kalemleri yazılarak her masrafa ne kadar ödendiği belirtildikten sonra
toplam masraf verilmiş ve şehrin kadısı onaylamıştır (BOA, KK.d 5184: 8).
Tabloda
bahsedilen aletlerin bazılarının tam karşılığı belirlenememesine rağmen bu
araç-gereçlerle ilgili şu bilgileri vermek mümkündür. Kuz diye
bahsedilen alet hakkında aynı defterde, ğuz tabir olunur küçük çekiç
(BOA, KK.d 5184: 7) şeklinde bir tarif yapılmıştır ki kuz, küçük çekiç anlamına
gelmektedir. Kazma, toprağı kazmaya mahsus aletlerin en sadesi ve en eskisi
olup sap geçecek deliği olan düz, keskin ve demirden ibarettir. Ancak diğer
taraftan külünk gibi sivri, çapa gibi çatal veya balta gibi başka istikamette
yassı olduğuna göre birçok çeşide taksim olunur (Şemsettin Sami, 1317: 1026).
Külüng ise, sivri ve uzun demirli taşçı kazması olarak zikredilirken (Şemsettin
Sami, 1317: 1213) halk arasında külünge kazma da denmekteydi (Pakalın, 1993:
340). Buradan hareketle külüngün kazmanın bir çeşidi olduğunu söylemek
mümkündür. Bozkır madeninde de madencilerin kullandığı tespit edilen
aletlerdendi (BOA, D.DRB.THR 2/19). Bir başka tanımlamaya göre ise külüng;
binaları yıkmak, kayaları parçalamak, sert taşları kırmak, yumuşak taşları
sayalamak ve lağım deliği açmak için kullanılan uzun, kalın ve ucu sivrice
çelik çubuk; küskü anlamının yanında bir kabzaya takılıp taşçı kazması olarak
da kullanılabilir (Sönmez, 1997: 65).
Balta; ağaç
kesmek, yarmak ve yontmak için kullanılan madenî aletin adıdır (Pakalın, 1993:
152). Bozkır madeninde doğrudan balta kullanımı ile ilgili bir belge olmamasına
rağmen, madene bağlanan kazalar ahalisine madenin kömür ihtiyacı için, daha
önce değinildiği üzere, balta tayin edildiğine göre bu alet de kullanılmıştır
(BOA, MEDAD 8: 607-2). Burada balta tayin edilirken sadece ağaç kesmek
kastedilmemiştir. Her balta(cı), kestiği ağaçları yakarak 100 kıyye kömür imâl
ederek bu miktarı 60 akçeye fırınların olduğu yere de taşımakla da görevliydi
(BOA, MEDAD 8: 619-1). Keser, dülger ve marangoz aleti ki kısa bir sapa
geçirilmiş bir tarafı keskin ve diğer tarafı çekiç gibi bir çelikten ibaretti
(Şemsettin Sami, 1317: 1165). Çapa ise, kazma ile bel arası aletti (Ahmet Vefik
Paşa, 2000: 87). Bir ucu yassı ve küreyecek alet olan küreğin ateş küreği,
ağaç, demir, rençper küreği, ekmekçi küreği (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 260) gibi
çeşitleri vardı.
Çakan
kelimesi çeken anlamında kullanılmıştır (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 84). Urgân;
kalın ip, ince halat anlamına gelmektedir (Şemsettin Sami, 1317: 197).
Madenlerde kömürlerin naklinde, kömürler hayvanlara yüklenirken kullanılmıştır
(BOA, D.MMK.d 23125: 4). Tulum,
hayvanın bütün çıkarılmış derisinden ibaret kap ki; pekmez, bal, yağ, sirke
veya su gibi mây‘ât yahut peynir vs. koyulmasına mahsus olurdu (Şemsettin Sami,
1317: 909). Madenlerde kullanılan tulum ise cevheri taşımak için kullanılmıştır
(Akgündüz, 1990a: 160). Aynı zamanda kuyulara dolan sular da bu tulumlar
vasıtasıyla çıkarılmıştır (Spaho, 1913: 142). Tulumba, suyu bir taraftan çekip
diğer taraftan vermeye mahsus ve tahliye-i hava kaidesiyle işleyen makine
olmakla birlikte tulumbanın kuyu, yangın tulumbası ve su çıkarmağa mahsus
madeni tulumba anlamına gelen Frenk tulumbası (Şemsettin Sami, 1317: 909) gibi
çeşitleri vardı. Maden ocaklarına dolan suların boşaltılmasında kullanılmıştır.
Kuyulara ait malzemeler arasında zikredilen kağıt ise (KK.d 5184: 7) kuyulardan
çıkan cevherin kaydedilmesinde kullanılmıştır.
Aslı tobra
olan torba, kıldan olmayan küçük çuval, büyük kise, arpa, şeker, un torbası
(Şemsettin Sami, 1317: 895) anlamlarına gelmektedir. Torba, maden mağaralarında
kazılan cevherlerin taşınması için kullanılırdı. Bu araç gereçler
değerlendirildiğinde, “çekiç ve benzeri araçlarla kütlesinden koparılan
cevherler, torba ya da tulumlar vasıtasıyla mağara ağızlarına çıkarılmış,
burada biriktirilen cevher hayvanlara yüklenerek fırınların olduğu mahalle
gönderilmiştir” denilebilir.
Balya ve
Ünye madenlerinde cevher çıkarılması esnasında yapılan masraflar ise şunlardı:
Kazma, demir, çelik, revgan-i zeyt, tulumba, demirli araba, ücret-i nakliye-i
demir, yevmiye, ekmek, çakılcı amelesi, revgan-i zeyt, kürek, kalbur, kepçe,
gerdel642, cera. Aynı madende fırınlar
için çam kömürü, meşe kömürü, kütük, hatab ve kurşun kal etmek için kürek
gerekliydi (BOA, DRB.d 1037).
Haziran 1703
tarihinde, Karaton madenindeki çarh-ı cedidde bulunan aletler ile diğer
malzemeler ise şunlardı: Bir demir küski, bir demir çatal, üç demir gelberi, üç
demir şiş, iki çakan, üç kurşun kepçesi, dokuz cevher dökecek çekiç, bir kazma,
bir ifraz baltası, iki ifraz şişi, iki eşlek, bir çapa, bir balta, bir keser,
iki tulum lûlesi, iki büyük ağaç tekne, üç küçük ağaç tekne, semeriyle dokuz
merkep, 13 cevher torbası. Çarh-ı atikteki aletler ise: Bir demir küski, bir
demir çatal, iki gelberi, bir kurşun kepçesi, bir çakan, bir ifraz şişi, bir
ifraz baltası, bir çapa, bir demir cevher küreği, bir
642 Gerdel:
Kovanın bol, boysuz çeşidi (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 156) idi.
kûz, bir keser, bir demir maşa,
cevher hal idecek iki demir gelberi, 48 yeni urgan, bir büyük kantar (BOA, KK.d
5184: 18) idi.
Fırınlarda kullanılan malzemelerin
açıklaması ise şöyleydi: Küski, taş kırmağa
ve duvar delmeğe ve bu gibi işlere
yarayan bir ucu sivri ağır demir sopa, taşçı,
demirci küskisi gibi anlamları
yanında ocakta odunları dayamağa mahsus kısa ayaklı
demir çubuklara denirdi (Şemsettin
Sami, 1317: 1204). Köpük almaya ve yemek
karıştırmaya mahsus bakır veya
tahtadan delikli veya deliksiz büyük ve uzun saplı
kaşığı ifade eden kepçe,
dökmecilerin erimiş madeni kazandan alıp kalıba dökmeye
mahsus büyük demir kaşıklarına
denirdi (Şemsettin Sami, 1317: 1143-1145). Şiş,
dönen bir şeyin merkezinden geçip
iki ucundan çıkan kazık iken (Şemsettin Sami,
1317: 793) maşa, ateş tutmaya
veya ateşten bir şey çıkarmaya mahsus demir veya
pirinçten çatal aletti (Şemsettin
Sami, 1317: 1257). Kürek, yerde bulunan toprak,
kum ve gübre, kül gibi şeyleri
kürümeye yani kazıyarak sürmeye mahsus demirden
veya tahtadan yassı ve uzun saplı
bir alet ki sapıyla ileriye itilerek kullanılırdı.
Ateşten kor ve kül çıkarmaya mahsus
sapıyla beraber yekpare küçük demir alet olan
küreğin maşa kürek ve ateş küreği
gibi çeşitleri vardı (Şemsettin Sami, 1317: 1194).
Tekne, yekpare
ağaçtan veya tahtadan muhtelif şekildeki kaptı (Şemsettin Sami,
1317: 431). Fırın gelberisi, lağım
gelberisi gibi örnekleri olan (Ahmet Vefik Paşa,
2000: 154) gelberi, bir şeyi
çekmeğe mahsus muhtelif şekildeki aletti (Şemsettin
Sami, 1317: 1175). Keski
ise, dal kesmeğe mahsus ufak balta; saç ve demir kesmeye mahsus düz ve yassı
kalem anlamlarına gelmekteydi643
(Şemsettin Sami, 1317: 1166).
Kuyular
dışında yüzeyde bulunan maden tesislerinde, çıkarılan cevher önce çevredeki
derelerde temin edilen tatlı su yardımıyla taş, toprak gibi maddelerden
temizlenerek eritilmek için çarhlara getirilirdi. Bu çarhlar, su gücüyle
çalışan körüklerin ocağı faaliyete geçirmesiyle çalışırlardı. Tarımda
kullanılan çarhlardan ayırt edilmesi için onlara Frenk Çarhı denmekteydi
(Altunbay, 2010: 33). Ateş, soba körüğü, demirci körüğü gibi çeşitleri olan
körûk, ateşi havalandırmaya mahsus tulumba usulünde deri, meşin ve tahtadan
alete denirdi (Şemsettin Sami, 1317:
643 1837
yılında Gümüşhacıköy madeninde senid, gözer, kalbur, demir, urgan ücretleri ile
fırın tamiratı masrafları yazılmıştır (BOA, HH.d 13823: 2).
1198). Samakov madenindeki
körük hakkında bilgi veren Evliya Çelebi, ateşi Nemrud yakan körüğü on adamın
çekmeyeceğini ve su değirmeninin körüğü çekerek ateşi yaktığını belirtmiştir
(Ahmet Refik, 1931: IX). Bozkır madeni açıldıktan sonra,
31
Mayıs 1776 tarihinde, maden için
gerekli fırınlar için lazım olan körük ve diğer malzemeler İstanbul’dan talep
edilmiştir (BOA, D.BŞM.DRB 14/88). Odun kömürü ve körük, metalurji tekniğini
olanaklı kılan ve XVIII. yüzyılın sonuna kadar değişmeden kalan araçlardı (Tez,
1989: 15). Ocağa ne kadar hava basılırsa sıcaklık da o denli yükseliyordu.
Batı’da düşey yönde çalışan körükler kullanılırken, Çinlilerin körük sistemi
yataydı. Su çarkı ya da hayvan gücüyle çalışan bu sistemle ocağa daha büyük
hacimlerde hava basılabiliyordu. Sistem çift etkiliydi, hem basarken hem de
emerken ocağa hava basıyordu (Tez, 1989: 23; Tez, 2000: 26). 1850 yılında
Trabzon eyaletindeki fırınlara konulacak körüklerin su kuvveti ile
çalıştırılması için Polini gibi madencilik ilminden anlayan kişilerin mühendis
olarak getirilmesinin önemi üzerinde durulmuştur (Saydam, 1991: 269).
Çarhın
tasfiye yeri diye açıklandığını ancak çah yani ölçülü kuyu olabileceğini
belirten Akgündüz (Akgündüz, 1990a: 556) aynı çalışmanın bir başka yerinde
çarhın (çah), ölçülü ve nizamlı maden kuyularını ifade ettiğini (Akgündüz,
1990a: 501) yine aynı çalışmada çarhı, gümüşün işlenerek akçe haline
getirildiği imalathane (Akgündüz, 1990a: 520) olarak kullanmıştır. Oysa çarh
imalathane, çah ise kuyu yerine kullanılan bir tabirdi. 1619 yılında, İnegöl’de
bulunan gümüş madeninde dört adet çarh ve dolapları, hamamesinin sakfı ile
eskiden gümüş konulan ve maden erbabının oturduğu kâlenin tamire ihtiyacı
olduğundan bunun keşfi için bir heyet gönderilmiş ve buranın tamiri için
gerekli 80.000 akçenin Bursa Mukataası Kalemi’nden verilmesi emredilmiştir
(BOA, MAD.d 9826: 2; BOA, İE.MDN 45). Balya ve Ünye madeni fırın körüklerinde
40 fırında 2.583 nefer amele, kal körüğünde ise 156 amele görev alırken her kal
körüğünde dört amele görevliydi (BOA, DRB.d 1037). Ayrıca her fırında bir
çarkçı görevlendirilmiştir.
Çarh, biri
su çarhı diğeri bargirle çekilen kuru dolaptı. Kuru dolap amelesi geldikten
sonra cevher çekilirdi. Cevher yandıktan sonra teknelere doldurulurdu. Fırının
uslubu ise, taştan bir duvar olup duvarın dibinde bir delik korlardı ki
körüklerin lüleleri oraya konurdu ve duvara yamaşık fırın ederlerdi. Önünden
birbirinden iki karış yüksek
iki deliği olur, üstten cevher akarken alttaki delikten kurşun akardı
(Akgündüz, 1990a: 163). Dolap kuyulardaki toprağın dışarı çıkarılmasında
kullanılmıştır (Akgündüz, 1990b: 480).
Ocaklarda
kuyu, lağım ve baca inşasında kullanılmak için gerekli malzemelerden biri de
demirdi. Demir aynı zamanda yine ocaklarda çalışan işçiler tarafından
kullanılan aletlerin imali için de gerekliydi (Altunbay, 2010, 54; BOA, HH.d
13823: 2). Kuyularda kullanılan eşya ve aletlerin tamiri için demir (Akgündüz,
1990b: 361) ile yine aletleri tamir için çelik (Çağatay, 1944: 269)
kullanılmıştır.
Belgelerde
torbalık olarak geçen sığır veya kâv/öküz derisi genellikle kuyu, lağım ve baca
inşalarında kazılan toprak, taş ve çamurun dışarıya çıkarılması esnasında
kullanılıyordu. Ayrıca inşa sonrasında yine toprak ve taşla karışık cevherin
içerisine doldurulup yüzeye çıkartılmasına da yarıyordu (Altunbay, 2010: 57).
Sığır derisi, lağım ve kuyulardan toprak ve cevher çıkarmak için kullanıldığı
gibi su çıkarmak için de kullanılırdı (Çağatay, 1944: 269). Mağaralardaki taş,
toprak, çamur ve cevherin taşınmasında kullanılan malzemelerden biri de
teknelerdi644.
Urgan, mağaralardaki cevherlerin ya da malzemelerin mağara içine ya da dışına
çıkarma işinde de kullanılabilirdi. Urganları katranlamak için de katran
kullanılmıştır (Çağatay, 1944: 269-270, 281-282). Bunların yanında cevherlerin
taşınması için kullanılan hayvanların devlete ait olması durumunda beslenmesi
için saman ve arpa ile nal ücretleri gerekli iken (BOA, D.MMK.d 23125: 5)
şahıslara ait olması durumunda ise kira bedeli ödenmekteydi (BOA, MEDAD 8:
606-2)..
Madencilere
ait olan bütün araç-gereçler maden emini tarafından temin edilirdi (BOA,
D.DRB.HAT 2/27). Bütün bu sayılan aletlerin ya da binaların korunmasından maden
emininden başlamak üzere bütün madenciler sorumluydu. 1536 tarihli maden
kanununa göre, madencilerin demir aletlerini ya da başka eşyalarını çalan
kişiye 25 ferfere alınması ya da siyaset olunması cezaları verilmiştir (Spaho,
1913: 158). Bu tarihte bir ferfere 12 akçe olduğundan verilen para cezası 300
akçedir. Madencilerin aletlerinin korunması ve üretimin devam etmesi için böyle
bir ceza uygulanmıştır.
644 Bu konuda
bkz. Çağatay, 1944: 269, 281; Akgündüz, 1990b: 484; Altunbay, 2010: 57.
2. Nakil
2.1. Cevherlerin Mağaralardan
Bozkır’a Nakli
Bozkır
madenindeki mağaralar değinildiği üzere Bozkır kazasının çevresinde
bulunmaktaydı (Harita 2). Bu mağaralardan çıkarılan cevher mağara önlerinde
biriktirilerek madene bağlı kaza ahalisinin hayvanları ile madenin yönetildiği
ve aynı zamanda fırınların bulunduğu yer olan Siristat’a getirilirdi.
Dolayısıyla mağaralardan Siristat’a getirilen cevher buradaki fırınlarda
ayrıştırılırdı. Mağaralardaki cevherlerin hangi güzergahtan Siristat’a
getirildiğini bir örnekle açıklamak gerekirse, Bozkır madeni mağaralarından
Kızılgeriş’te çıkarılan cevher hayvanlara yüklenerek Dedemli köyü üzerinden
Üçpınar’a (Hocaköy) ve oradan da Siristat’a ulaştırılırdı645
(Harita 1; 4; 5).
Mağaralardan
çıkarılan cevherlerin “mukırgâh-ı ma‘dene” nakledilmesi madene
bağlı kazaların görevlerindendi (BOA, D.DRB.THR 37/34). Maden ilk açıldığında
cevher, madene bağlı646
Bozkır ve Belviran kazaları ahalisinin zor durumda olmasından dolayı bazen
Türkmen taifelerinden yüksek fiyatla kiralanan hayvanlar ile bazen de
madencilerin647
kendi hizmetçileri ve hayvanları ile taşınmıştır (BOA, C.DRB 2375). Bozkır
madeni mağaralarından çıkan cevherler, develerle Bozkır’a getirilir ve ilgililere
cevher nakil ücreti648
ödenirdi (BOA, MEDAD 8: 606-2).
645
Ulupınar köyü yakınlarında
olduğu tahmin edilen Zengibar madeni ile Tepearası köyleri yakınlarındaki aynı
isimli mağaralardan izlenen güzergah için bkz. Harita 1; 2; 4; 5.
646 Bereketli
madeninin Bozkır madenine bağlı olduğu, 29 Şa‘bân 1208/1 Nisan 1794 tarihinde,
Melemenci aşireti her sene ücretiyle 1.000 yük cevher ve 500 deve yükü odun
nakletmek şartlarıyla Bereketli madenine bağlanmıştır (BOA, MEDAD 9: 206-1).
647 Bozkır
madeni madencilerinden Emir Ali, Nikola ve Havsak adlı kişiler İstanbul’a
giderek madenin imaline dair eksik yönler ile ilgili bir dilekçe vermişlerdir.
Bunun üzerine darphaneye sorulan bu iddiaların doğru olmadığı, bu kişilerin
eşici olduğu ve İstanbul’da oturmalarının madendeki işlerin bozulmasına sebep
olacağından dolayı madene iadeleri takrir edilince, çavuş marifetiyle bu
kişiler maden eminine teslim edilmiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 175-3).
648 “…
Akdem levâzımâtından olan menzil, sâ‘î ve ‘amele-i sâire ve kömür ve cevher
nakliyesi ma‘rifetin ve ma‘rifet-i şer‘le ve cümle ma‘rifetleriyle
tertîb ve ‘amele yevmiyesi ücreti ve nakliye-i cevher ve kömür bahâsı fiyâtları
kat‘-i birle …” denilerek maden emininin ilamının hazine-i amire defterlerine
kayıt olunduğu belirtilerek külliyetli cevher ihraç edilmesi Bozkır madeni
emini Süleyman’a, 31 Aralık 1777’de emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 606-2).
Metinden de anlaşılacağı üzere ödenecek fiyatlarda maden emini ile cevheri
taşıyacak olan kişiler arasında kat‘-i birle ifadesi bir pazarlık
yapıldığını ve bunun sonucunda bir fiyat üzerinde anlaşıldığını göstermektedir.
Cevherin nakil fiyatını belirleyen etkenler her madende aynı olmadığından
farklı fiyatlar ortaya çıkmıştır. 1845 yılında Bulgardağı madenine üç saat
mesafedeki mağaradan Şecaaddin kazası ahalisi 350 kuruş
Bozkır
madenine bağlı kazalar, cevher nakli konusunda görevliydi (BOA, MEDAD 1:
754-3). Kırili kazası 200.000 kıyye cevher nakletmek üzere madene bağlanmıştır
(KŞS 65: 95-1). Bozkır madeni mağaralarından çıkarılan cevherlerin Siristat’a
naklinde bu işle görevli olanlara ücret ödenirdi. Madene bağlı Bozkır kazası,
cevherlerin çıkarıldığı mağaralardan maden fırınlarının bina olunduğu mahallere
her 100 kıyye cevheri 60’şar akçeye naklederdi649
(BOA, MEDAD 8: 607-2, 619-1, 658-2). Madene bağlı kazalar hissesine düşen
cevheri taşıdığı gibi bunun yerine cevher nakil ücreti650
de ödeyebilirdi (BOA, MEDAD 9: 184-2). Bozkır madeninin açılışından itibaren
uygulanan bu sistem, madenin kapatıldığı tarihlere kadar uygulanmıştır. 1837
yılında Bozkır kazası köylerinden 1.571 kuruş cevher bedeli tahsil edilmiştir
(BOA, C.DRB 1712).
Madene bağlı
kazalar bazen mağaralardan Siristat’a nakledilecek cevheri nakletme işinde
yetersiz kalabilmekteydi. Bozkır ve çevresindeki kazalarda bulunan develer
cevher nakli için gerekli ihtiyacı karşılayamadığında Alanya sancağından da
deve kiralama yoluna başvurulurdu (BOA, C.DRB 2093). Cevher nakli konusunda
develerin ihtiyacı karşılamaması durumunda alınan bu önlemle birlikte madene
bağlı yerlerin cevher nakline muhalefet etmelerine de önlem alınmıştır. Bozkır
madenine bağlı kazalar cevher taşıma işine muhalefet ederlerse ya da karışıklık
çıkarırlarsa vermeyi taahhüt ettikleri nezr kendilerinden tahsil edilirdi (BOA,
MEDAD 9: 180-2).
Bozkır
madeninde cevher çıkarılan mağaraların güvenliklerinin sağlanması, üretim kadar
önemli bir süreçti. Osmanlı döneminde işletilen madenlerde çeşitli görevlilerin
madenlerin güvenliklerini sağladığı bilinmektedir. Karaton madeni ile madene
gelip gidenler ve cevher mahallinin korunması için 37 sekban tayin edilmiştir
(BOA, KK.d 5184: 32). Bozkır madeninde ise, tüfekçiler madenin
ücretle 1.200 batman cevher
naklederken aynı tarihte Bereketli madenine 1.200 batman cevher 450 kuruş
ücretle nakledilmiştir (BOA, MAD.d 7696: 6).
649 29
Haziran 1841 tarihinde, Bereketli madeni mağaralarından çıkan cevherlerden
1.500 batman itibarıyla her bir fırınlık cevheri; Çamardı, Yahyalı ve Anduğu
kazaları ahalileri 100 kuruş ücretle fırınlara taşımakla görevliydi. Cevher
naklinde fiyatları etkileyen en önemli unsurlar, yolların durumu ve mağaraların
fırınların olduğu yere uzaklığıydı. 13 Temmuz 1841’de Bereketli madenine bağlı
Bulgardağı madenindeki cevher mağaraları gümüş üretilen fırınlara yedi-sekiz
saat mesafede olduğundan ve cevher taşınacak yolların çetin ve tehlikeli
olmasından dolayı cevher taşınamamıştır. Bu nedenle üç saat mesafedeki yayla
yolu diye bilinen yol 30.000 kıyye kurşun satılarak yapılırsa iki kat cevher
nakledileceği bildirilmiştir (BOA, DRB.d 1031).
650 Seydişehir
ve Kırili kazalarından 14 Şubat 1790 tarihinde ikinci taksit olarak kömür
bedeliyesi ve cevher nakliyesi bedeli alınmıştır (BOA, MEDAD 9: 184-2).
güvenliğini sağlamıştır. Buna
rağmen madenin ve mağaraların bulunduğu yerlerin eşkıyaların tehdidinde
olduğuna dair örnekler vardır. 7-16 Aralık 1801’de Bozkır çevresinde ortaya
çıkan bir eşkıyalık hadisesinde, eşkıya yaylağının birkaç köye ve cevher
mağaralarına iki saat mesafede olduğundan yaz mevsimine kalınırsa, bunun fesadı
artıracağından ve cevher mağaralarına amele varamayacağından cezasının
verilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur (BOA, MKM.MHM.d 4: 31).
Madenlerde
üretilen cevherlerin taşınması için çeşitli yolların denendiği ve devlet için
en kârlı olan uygulamanın tercih edilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. 8
Ağustos 1845 tarihinde Bereketli madeni müdürü madenden çıkarılan cevherin
nakli için hayvan satın alınmasını istemiştir. Her fırın için gerekli 1.200
batman651 cevhere 450 kuruş nakliye
ücreti verildiği ve 350 kuruş masrafla 1.500 batman cevher nakli için 200
merkep satın alındığı takdirde yıllık 30.000 kuruş miktarında masrafın
azalacağı maden müdürü tarafından ifade edilmiştir. Fakat altı merkep için bir
sürücü lazım olduğundan ve 350 kuruş içerisinde bunun gibi masrafların olup
olmadığı ve merkeplerin üç dört ay çalışacağından geri kalan dönemde ahaliye
taksim edilmesi nedeniyle onlara eziyet edileceği şeklinde cevap verilmiştir.
Fakat maden müdürü
200 hayvanın
takımlarıyla birlikte 300 kuruştan 60.000 kuruş ve 10 ayda hayvanların yiyeceği
28.500 kuruş ile lazım olan sürücülerin taamiye ve bir senelik mahiyeleri
8.280 kuruş olmak
üzere toplam 96.780 kuruş masraf olacağını dile getirmiştir. Bunun yanında
hayvanların madende çalışmadıkları dönemde madene altı saat mesafede olan
Kamışlı isimli mahalde otlatılacağı ve böylelikle fukaraya zulüm edilmeyeceğini
de eklemiştir. Verilen bu malumat üzerine hayvanların satın alınması ve
sürücülerine ücretlerinin ödenmesi emri verilmiştir652
(BOA, MAD.d 7696: 6).
651 Bir
batman 1580 dirhem; bir dirhem ise 3,207 gram idi. (Hinz, 1990: 44). XIX.
yüzyıl Osmanlı ağırlık ölçüleri içerisinde bir batman 6 kıyyeye eşitti
(Günergun, 1998: 47). Halil İnalcık ise standart batmanı 7.200 dirhem ve 23.094
kg olarak ifade etmiştir (İnalcık, 2003: 248). Batman hakkında bkz. R. Rahmeti
Arat, Batman, İA, II, Eskişehir 1997, s.342-344. Cengiz Kallek, Batman, DİA,
V, 1992, s.199-200.
652 Bozkır
madeni mağaralarından çıkarılan 200 fırınlık cevher kış nedeniyle
taşınamamıştır. Bu cevher baharda taşınacaktı. Zira kış nedeniyle kömür
naklinde de sıkıntı yaşanmıştır. Bu sorunlar yanında Bozkır madenindeki
madencilerin de maden ilminden anlamadığı maden emini Halil tarafından 30 Nisan
1779 tarihinde dile getirilmiştir (BOA, C.DRB 1058).
2.2. Kurşunun Nakledilmesi
Bozkır
madeni mağaralarından çıkarılan cevher, fırınların olduğu Siristat’a getirilir,
kurşun ile gümüş burada ayrıştırıldıktan sonra kurşun kara yolu ile iskeleye
nakledilirdi. Bozkır madeninin açılışından itibaren karadan kurşun nakli
hususunda iki güzergah kullanılmıştır. Birincisi Bozkır madeninden Toros
Dağlarını aşarak Alanya İskelesi’ne nakli, ikincisi ise Bozkır madeninden
kurşunun İzmit İskelesi’ne götürülmesiydi. Maden açıldıktan kısa bir süre sonra
yapılan üretim sonucu ortaya çıkan kurşunun önce Alanya İskelesi’ne
nakledilmesi ve oradan gemilerle İstanbul’a gönderilmesi için emir talep
edilmiştir. Böyle bir emrin istenmesinin nedeni, nakliye ve nevl ücretlerinin
muhasebesi esnasında verilecek olan bu emrin kullanılacak olmasıydı (BOA, MEDAD
1: 755-2).
Devlet
kurşunun doğrudan karadan götürülmesiyle ilgili araştırmalar da yapmıştır.
Nitekim 23 Temmuz 1779 tarihinde, Bozkır madeninde ve Alanya İskelesi’nde
mevcut kurşunun İstanbul’a taşınması için gemi olmadığından bahseden maden
emini geminin merkezden bulunmasını istemiş ancak nevl ücretinden dolayı
karadan taşınması için hayvan bulunup bulunulamayacağı ve kantarının653
kaç kuruşa götürüleceği emine sorulmuştur654
(BOA, MEDAD 8: 628-1; BOA, C.DRB 2197; BOA, C.DRB 2199). Böyle bir araştırmaya
iten temel sebep, nevl ücretinin fazla tutmasıydı. Hayvanlarla kurşunun
taşınmasının araştırılması maden emini Halil’e emredilmesi (BOA, C.DRB 2199)
devletin daha uygun olması halinde doğrudan kurşunu karadan İstanbul’a
nakletmek istediğini göstermektedir. Ancak madenin açık olduğu dönemlerde
kurşun, bahsedilen iki iskeleye nakledilerek oradan gemiler ya da kayıklar
vasıtasıyla İstanbul’a taşınmıştır.
2.2.1. Kurşunun Alanya İskelesine
Nakli
Bozkır
madeninden çıkarılan kurşun genelde Alanya İskelesi’ne karadan nakledilirdi.
Madene bağlı kazalar ile kurşunu taşımakla görevli kazalar üzerlerine düşen
kurşun hissesini taşırlardı (BOA, MEDAD 8: 648-2). Kurşun taşıma işini fiilen
653 Anadolu’da 1
kantar, her biri 176 dirhem olan 100 lodraya eşitti ve ağırlığı 56,443 kiloydu
(Hinz, 1990: 33).
654 Aynı
tarihte karadan kurşunun taşınması için hayvan bulunup bulunamayacağı yanında
kurşunun kantarının üçer kuruşa taşınıp taşınamayacağı da sorulmuştur (BOA,
C.DRB 2197).
yapmayan kazalar ise nakliye
ücreti ile mübaşiriyye ücretini gönderilen mübaşire teslim etmek suretiyle bu
görevlerini yerine getirirlerdi (BOA, MEDAD 9: 217-3). Kaza ahalileri kurşun
taşıma görevini develeriyle (KŞS 64: 114-2) ya da diğer hayvanlarıyla yapardı.
Kurşun naklinde hayvanlarla birlikte arabaların da kullanıldığına dair örnekler
vardır. 24 Ocak 1777 tarihinde kurşun, Bozkır madenine yakın olan Alanya
İskelesi’ne arabalar ile nakledilmiştir (BOA, MEDAD 1: 751-1, 755-2; KŞS
100:219-2). Bu şekilde iskeleye nakledilen kurşunun hangi kaza tarafından ne
kadar taşındığını gösteren bir defter tutulurdu655.
İskeleye kurşunları nakletmekle görevli olup bu görevi yerine getirmeyen kaza
ahalileri bu defterden tespit edilirdi (BOA, D.DRB.THR 100/4).
Kurşunun
Bozkır’dan nakledildiği Bozkır naibi tarafından ilam edilir ve eminin eline
nakledildiğine dair bir kayıt verilirdi (BOA, MEDAD 9: 195-2). Kaza ahalisi
hisselerine düşen kurşunu Alanya İskelesi’ne ulaştırdığı anda ücretlerini
alırdı (BOA, MEDAD 9: 181-d). “Üretimin her aşamasında olduğu gibi” kurşun,
nakil işlemlerinin her aşamasında da tartılırdı. Kurşun, Bozkır’dan Alanya
İskelesi’ne ulaştığı zaman “ma‘rifet-i şer‘” ve maden emininin
adamı tarafından herkesin huzurunda “mîri kantâr” ile tartılırdı.
Kurşunun miktarı tespit edildiğinde, maden emininin adamına mühür temessük
verilirdi (BOA, C.DRB 2421).
Bozkır
madeni ile Alanya İskelesi arasındaki uzaklık üç merhale idi (BOA, C.DRB
2955). Bazı sözlüklerde bir günlük yol656
olarak (Şemsettin Sami 1317: 1322; Devellioğlu, 1999: 621) tarif edilen
merhalenin XIX. yüzyılın ilk yarısındaki
655 1781
yılına mahsuben 43.228 kıyye kurşun iskeleye Karaman eyaletine bağlı, Nefs-i
şehr-i Konya 705, Nefs-i Türbe-i Celaliye 1.500, Ereğli kasabası 2.094, Habân
derbendi 2.000, Sadrûd derbendi 2.300, Kaladirûn 154, Argıthanı 2.500,
Kadınhanı 4.000, Şücaeddin 190, Kayseri 1.687, Esbkeşan derbendi 800, Divle
kasabası 500, Nevşehir kazası 692, Aksaray kazası 800, Develi Karahisar
kasabası 190, Toğyân 711, Keskin kazası 800, Ladik kasabası derbendi 1.500,
İnsuyu derbendi 200, İncesu kasabası 611, Akşehir kazası 2.000, Niğde kazası
2.070, Kırşehir kazası 520, Suğur derbendi 2.500 kıyye olmak üzere toplam
31.024 kıyye kurşun iskeleye taşınmıştı. Yine aynı yıl maden emini Mustafa Ağa
tarafından; Kılbasan Türkmeni 2.010, Aladağ kazası 784, Pirluganda kazası 345,
Larende kazası 3.211, medine-i Beyşehir 953, Kırili ve Kaşaklı kazası 804,
Göçikebir kazası 251 ve ustabaşı Mihail tarafından 3.846 kıyye olmak üzere
toplam 12.204 kıyye iskeleye taşınmıştı. Bu tarihte madenden iskeleye toplam
43.228 kıyye kurşunun taşındığı defterde kayıtlıdır (BOA, C.DRB 2411). 19 Mart
1784 tarihinde Bozkır madeni mahzenine konan 79.676 kıyye kurşunun taşınmasında
görevli yerler için bkz. BOA, C.DRB 2508; BOA, MEDAD 8: 675-2. Bu tarihte İçil
sancağında kurşun taşımakla görevli olan kazalara ve tevzi edilen develeri
göndermeyen kaza ve cemaatler için bkz. BOA, MEDAD 8: 676-1.
656 Bir
yolcunun orta bir yürüyüşle bir günde gidebileceği mesafe yerine kullanılan bir
tabir olan merhale, ortalama olarak sekiz saat olarak kabul edilmektedir
(Pakalın, 1993: 481).
kaynaklarda tam ölçüsünü bulmak
için zira cinsinden değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hesaplamadan hareketle
bir merhale 60.000 zira olarak 4.548.000 cm uzunluğuna karşılık gelmektedir.
Buradan bir merhalenin 45,48 km olduğu düşünülürse üç merhale 136,44 km
olmaktadır. Bu hesaplamadan hareketle Bozkır madeni ile Alanya İskelesi’nin üç
günlük mesafede ve 136 km olduğunu söylemek mümkündür657.
Bir başka ifadeyle Bozkır ile Alanya arası orta bir yürüyüşle 24 saatti.
Bozkır
madeninden Alanya İskelesi’ne götürülen kurşun için ödenen ücret ile kurşunun
hangi güzergah üzerinden iskeleye götürüldüğü de önemli bir konudur. Yaklaşık
olarak 136 km olarak hesap edilen kurşunun götürüldüğü mesafede, 3 Temmuz 1812
tarihinde, Bozkır madenindeki kurşunun 100 kıyyesi 7,5 kuruş karşılığında
Alanya İskelesi’ne taşınmıştır658
(BOA, D.DRB.THR 100/4).
Bozkır
madeninde üretilen kurşunun Alanya İskelesi’ne nakli esnasında hangi
güzergahların izlendiğini tespit edebilmek için Alanya ile Bozkır’ı birbirine
bağlayan yolları zikretmek gerekmektedir. Bu anlamda Toros Dağları’nda
yaylalarda bulunan Yörüklerden elde edilen bilgiye göre çizilen yol
güzergâhının ilki şöyledir. Bozkır-Çat köyü-Söğüt Alanı-Çat Yaylası-Sarot
Yaylası-Değirmen Öreni659-Han
Yıkığı660-Böğrüdelik-Merdiven
Gediği-Alaybeyler-Karaboynuzlar-Kızıl Oluk-Kuruca-Pınar Başı Gündoğmuş-Hacı
Obası-Dere Ağzı ve Alanya (Yılmaz, 2005: 53). Sarot merkez olmak üzere diğer
yollar ise şöyleydi:
657 Buna
göre bir merhale iki berid, bir berid dört fersah, bir fersah üç mil ve bir mil
2.500 zira oranları verilmiştir. Bu tarihlerde zira ve arşın birçok kez eş
anlamlı olarak kullanılmakla birlikte her ikisinin de 75,8 cm uzunluğunda
olduğu kaydedilmiştir (Günergun, 1998: 46). Bir saat ve bir fersahı aynı kabul
eden İnalcık bir fersahı 5,685 km kabul etmiştir (İnalcık, 1991b: 44). Buradan
hareketle de 24x5,685= 136,44 km mesafesi çıkarılmaktadır ve çalışmada bu ölçü
kabul edilmiştir. Ancak Hinz ise bir beridi yaklaşık olarak 24 km olarak
hesaplamıştır (Hinz, 1990: 67). Bu hesaba göre ise bir merhale
48 km olduğuna
göre Bozkır ile iskele arası uzaklık 144 km olmaktadır.
658 Benzer
şekilde 10 Ekim 1811 tarihinde 8.310 kıyye kurşun Bozkır madeninden Alanya
İskelesi’ne
100 kıyye
kurşun 7,5 kuruşa taşınmıştır. Taşıma maliyeti ise 623 kuruş 30 akçe olarak
hesap edilmiştir (BOA, DRB.d 987).
659 Sarot
yaylasını 2 km geçtikten sonra Değirmen Yıkığı gelir. Burası Sarot yaylasında
toplanan suların çıktığı ana kaynaktır. Burada zamanında bir değirmen
olduğundan bu isimle anıldığı ve değirmene su götürmek için açılan kanal
izlerinden bahsedilmiştir (Yılmaz, 1990: 36).
660Değirmen
yıkığını bir km geçtikten sonra Han Yıkığı gelmektedir. Antik yol üzerinde
bulunan Han Yıkığı’ndan sonra Susam Beli’ne doğru yol devam etmektedir (Yılmaz,
1990: 36).
1. Sarot
Yaylası661-
Böğrüdelik- Çenger- Göktepe- Akseki- Alanya.
2.
Sarot Yaylası- Böğrüdelik- Merdiven
Gediği- Susam Beli- Kuruca-Gündoğmuş- Alanya662
(Harita 2).
3.
Sarot Yaylası- Dipsiz Göl- Dibektaşı663-
Alaca Beli664-
Kızılkuyu- Dongrul-Zomana- Akseki- Alanya (Yılmaz, 2005: 53-54).
Bozkır
madeni mahzenlerinde bulunan kurşun, Alanya İskelesi’ne nakli esnasında İmdâdî
tarikinde Seyâm Beli tabir olunan dağ “bel-i hasime-i kebire olup kış
olduğundan” bir ay sonra açılabileceğinden o zaman taşınabilecekti (BOA,
D.DRB.THR 8/41). 1795 yılında Seyam Beli olarak ifade edilen bel, Susam Beli
olmalıdır665. Zira belgede burada şiddetli
kış olduğundan bahsedilmekte ve kurşunun daha sonra taşınacağına
değinilmektedir. Susam Beli üstündeki Kervan Kıran Alanı’nda eylül ayında, açık
bir havada, bir kervan konaklamış fakat ani bir tipi hepsini öldürmüştür. Tarım
ve ot yönünden zayıf olan bu tip yerlere yılda üç-dört ay hayvan otlatmak için
gidilir. Zira bu bölgelerde kar yeri en az beş ay örter (Saraçoğlu, 1968: 312).
Sonbahar sonlarına doğru bölgede ilk kapanan yer Susam Beli, ondan sonra ise
Alaca Bel’dir (Saraçoğlu, 1968: 314). Antalya Ovası’nda yaz sonlarında susam
toplanırken buraya kar yağdığından bu isim verilmiş, burada belin tipisi çok
şiddetli olduğundan soğuktan ve tipiden ölen iki binden fazla kişinin mezarı
ile eski bir han vardı (Saraçoğlu, 1968: 325). Yine Sarot Yaylası ile
Böğrüdelik arasında Han Yıkığı bulunduğundan bahsedilmektedir ki maden
taşımacılığının, Sarot Yaylası- Böğrüdelik- Merdiven Gediği- Susam Beli-
Kuruca-Gündoğmuş- Alanya istikametinde yapıldığı bu örneklerden
anlaşılmaktadır.
661 Kuzu
Kulağı Dağı’nın güney-doğu arasında küçük küçük birçok alanlar varsa da
bunların en genişi, en alçağı ve en meşhuru Sarıot (Sarı Ot)’tur. Burası havza
şeklinde olup etrafı çayırlıktır (Saraçoğlu, 1968: 316).
662 Bu
yol Hasan Bahar tarafından da verilmiştir (Bahar, 1991: 48).
663 Yıldızlı
Dağ’ın doğu dibinde bulunan Dibektaşı, çok çöküntülü, arızalı bir yerde
birtakım mermer üzerine kabartmaları, kilise yıkıklarını, bina yıkıklarını,
eski Yunanca bir yazıyı ihtiva eden bir harabe görülür. Yılın yarısı buralar
karla örtülüdür (Saraçoğlu, 1968: 316).
664 Şerif
Dağı’nın bitiminde ve Yıldızlı Dağ ile arasında bulunan ve 1.850 rakımlarında
olan Alaca Bel, Akseki’yi Bozkır’a bağlar. Akseki’den çıkan yol, sırasıyla Emir
Hasan Beli ile Kayacık Beli’ni geçerek Doğrul’a ve oradan da Alaca Bel’e
çıkarak yüksek yaylaları geçerek Bozkır’a ulaşır (Saraçoğlu, 1968: 314).
Doğrul’un yakınlarında Emir Hasan Hanı ile Lodar Hanı ve Püreli Dağ ile Tınas
arasında Kabuklu Han adında eski hanlar vardır (Saraçoğlu, 1968: 314).
665 Sarot
yaylasından geçerek, Susam Beli geçidi üzerinden Pamfilya sahiline ulaşan yolun
İsaura ve Side limanı arasındaki en kısa yol olduğu dile getirilmiştir (Özsait,
1985: 92).
Gül Dağı ile
Çamlı Tepe arasında ve biraz güneyde, Merdiven Yaylası’nda uzun bir çukurluk
halinde Han Boğazı, Göktepe’nin güneyinde Bey Çukuru, Yenice Pazar’ın olduğu
yerlerde irili ufaklı birçok çukurluklar vardır. Han Boğazı’nın batısında bir
mescidi de ihtiva eden birçok koyaklı Cami Deresi, daha güneyde Karadağ’ın
batısında kenarları hadsiz hesapsız inleri ihtiva eden Mercek Alanı, batıda
Yenice Pazar, Söbüçimen Yaylası’nda buna benzer çukurlar vardır (Saraçoğlu,
1968: 317). Yabani gülü çok olduğundan bu ismi alan Gül Dağı, bunun
doğusunda Çamlı Tepe ve devamında Göl Beleni, yaylanın tam ortasında Karadağ,
kuzey-batıda Susam Beli’ne uzanan daha muntazam şekilli Çürük Dağ,
yükseklikleri 2.500 m. etrafından değişen dağlar ve tepelerdir (Saraçoğlu,
1968: 318).
Teke sancağı
ile Konya vilayetini birleştirmek suretiyle iki tarafa da faydasının olacağı
belirtilen Alanya-Bozkır yolunun genel yol kapsamına alınarak inşa edilmesi
yönündeki talep, 1 Nisan 1920’de reddedilmiştir. Alanya- Bozkır arasının,
yapılacak olan 7.000 km’lik genel yol yapım projesinin 120 km uzağında kaldığı
ve yaklaşık olarak 1.200.000 liraya mal olacağı hesap edilerek böyle bir cevap
verildiği anlaşılmaktadır (BOA, DH.UMVM 72/52; BOA, DH.UMVM 163/23). Bunun
yanında 7.000 km olan genel yol yapımında senede 700 km yol yapımı hesap
edilirken toplam 8.740.000 lira harcanacağı ifade edilmiştir (BOA, DH.UMVM
72/52). Yola harcanan masraflar karşılaştırılınca Bozkır Alanya arasında
yapılacak yolun 96 km olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında Alanya
tarafından 20 km’lik yolun tamamlanması da (BOA, DH.UMVM 72/52) eklenirse
Alanya Bozkır arası yol
116 km
olmaktadır. Bozkır tarafında yapılı yollar olduğu da tahmin edilirse yukarıda
yapılan hesaplamalara yakın bir uzaklık ortaya çıkmaktadır.
Bozkır
madeninde üretilen kurşunların iskeleye nakli konusunda çeşitli anlaşmazlıklar
ya da olumsuzluklar da ortaya çıkmıştır. 9 Ekim 1811’de, Alanya sancağındaki
kazalar 33.632 kıyye kurşunu götürecekken, kurşun taşımanın sadece Senerli
aşiretine yüklenmesi nedeniyle bu durumun aşirete zulüm olacağı hatırlatılarak
diğer kazalara da taşıma görevinin verilmesi emredilmiştir (BOA, C.DRB 2063).
Bozkır kadısı, 18 Temmuz 1810 tarihinde, kurşunun Alanya İskelesi’ne nakli için
emin “fiyat-ı mîrîsinin” iki katını verse de naklin mümkün
olmadığı belirterek bu konuda
bir emir verilmesini talep etmiştir (BOA, D.DRB.THR 65/54).
Bozkır
madeni mahzenlerinde bulunan kurşunun Alanya İskelesi’ne nakli esnasında İmdâdî
tarikinde Seyâm Beli tabir olunan dağ ve bel-i hasime-i kebire olup
şimdi kış666 olduğundan ve bundan bir ay
sonra açılabileceğinden o zaman deve tedârikiyle taşınabileceği, 21 Eylül 1795
tarihli belgeden anlaşılmaktadır (BOA, D.DRB.THR 8/41). 18-27 Nisan 1779
tarihine kadar şiddet-i şetâ nedeniyle “bi’z-zarûr meks
olunmuşdu havalar itidale meyl ve tariklerin küşadı melhuz olduğuna binaen
ferman gereği” denilerek mutemet adamların Konya ve Alanya taraflarına gönderilmesi
maden eminine emredilmiştir667
(BOA, C.DRB 3252). “kâsım duhûlünden sonra iskele ile ma‘den beynini
şiddet-i şetâ istilâ ve tarîkleri sedd-i er ve nakli bir vecihle mümkün
olmamağla” (BOA, C.DRB 3137) denilerek kurşun naklinin bir sonraki
seneye kalmasının nedeni açıklanmıştır. Bu bilgilerden hareketle Bozkır ve
Alanya İskelesi arasındaki nakliyatın nisan ve kasım ayları arasında altı aylık
bir zaman zarfında yapıldığı söylenebilir668.
Zira Bozkır madeninden iskeleye taşınan kurşun, kasım ayında şiddetli kış
olduğundan dolayı taşınamamıştır (BOA, C.DRB 3137; BOA, C.DRB 2239). Bu
eyyâm-ı şetâda bir vecihle kurşun nakli mümkün ve mansûr olmayub
rûz-ı hızıra değin tarîkde vâki‘ beller küşâd olmayacağını bi’l-cümle haber
virdiler (BOA, C.DRB 1058) denilerek kurşunun şiddetli kış nedeniyle
taşınamadığı ifade edilmiştir.
4
Haziran 1781 tarihinde, Bozkır
madeninde mevcut 150.000 kıyye kurşundan İçil ve Alanya sancakları kazaları
45.000’er ve Karaman eyaleti kazaları 60.000
666 Bozkır’da
karla örtülü gün sayısını gösteren bir grafikte birinci ayda 8.3, ikinci ayda
7.4, üçüncü ayda 2.5, dördüncü ayda 0.9, onbirinci ayda 1.8 ve onikinci ayda
4.9 oranları verilmiştir (Doğan, 1997: 148; Akkuş-Bozyiğit, 2000: 80).
Yağışların ekim, kasım, aralık, ocak, şubat ve mart aylarında yoğun olması ve
Bozkır’a düşen yağışın % 47 civarında bir miktarının kış mevsiminde düşmesi
(Doğan, 1997: 136) madenin nakledilmesindeki güçlükleri göz önüne sermektedir.
Bahsedilen araştırmanın sadece Suğla havzasını kapsayan Bozkır’a bağlı yerleri
kapsadığı da düşünülürse Toros dağlarının verilerinin bundan daha yüksek
olacağı da unutulmamalıdır.
667 Bozkır
madeni emininin kurşunu taşımakla görevli yerlerin vali ve mutasarrıflarına “bir
kıt‘a evâmir-i mü’ekide-i ‘aliyyenin bir kadem akdem ısdâr” edilmesi
takriri üzerine ilgililere bir ferman gönderilmiştir (BOA, C.DRB 3252).
668 Mayıs,
haziran, temmuz, ağustos, eylül ve ekim aylarında kurşun, Bozkır’dan Alanya
İskelesi’ne nakledilmiştir. Mayıs ayında cevher mağaralarının bulunduğu
yerlerin görünüm için bkz. Fotoğraf 11.
kıyye669
kurşunu iskeleye taşımakla görevliydi (BOA, MEDAD 8: 651-1). 12 Aralık 1781’de,
İçil sancağı hissesine düşen 45.000 kıyye kurşunun iskeleye taşınması için
ashab-ı şütürândan deve kiralanması için deve sahiplerine tevzi olununca
Mamuriye kazasına isabet iden 100 deve, ayanı Abdülhalim, Gülnar kazası
Yörüklerinden 78 re’s ve Zeyne kazası cemaatinden 15 re’s deve ile 16.462 kıyye
kurşun iskeleye nakledilmiştir (BOA, MEDAD 8: 654-1). Livada vaki Sarıkavak kazası
ayanı Abdülkadir’den 120, Mud kazası ayanı Ahmet Bey’den 20 ve Sendi kazası
ayanları Memiş ve Mehmet’ten 30 re’s deve istenmiş, ancak bu şahıslar
görevlerini yerine getirmeyerek develeri vermemişlerdir (BOA, MEDAD 8: 654-1).
Yine 22 Ocak 1783’de Bozkır madenindeki kurşunun 60.000’er kıyyesi Alanya ve
İçil sancağı kazalarına ve 40.000 kıyyesi Karaman eyaletine, 3.000 kıyyesi
Esbkeşan kazalarına ve 28.000 kıyyesi 10 derbent ahalisi hissesine düşmüştür
(BOA, MEDAD 8: 668-1). Madene bağlı olsun, olmasın her kaza üzerine düşen
kurşunu nakletmek için gerekli deve görevini yerine getirmeliydi (BOA, MEDAD 8:
648-2).
Bozkır
madeninden nakledilecek kurşun ile ilgili yapılan uygulama şu şekildeydi:
Sadrazam çukadarı kurşunun nakli ile ilgili emri Bozkır madenine götürüp okur
ve mübaşir, yerel yöneticilerle birlikte kurşunun nakli için tevziini yapardı.
1783 yılına ait bazı kazaların üzerine düşen deveyi eksik gönderdiğinden
hedeflenen kurşun taşınamamış bu nedenle 1784 yılı tevziine bu eksik hisseler
de eklenmiştir. Kurşunu taşıyan ile taşımayanı ayırt etmek için kurşunu
nakleden kişilere emin tarafından eda tezkeresi verilmiştir (BOA, MEDAD 8:
676-1). Bunun yanında kurşun taşıma görevini yerine getiren ahaliye fazladan
kurşun taşıma görevi de yüklenebilmekteydi. Larende kazası Kılbasan köyü670
derbendi, 26 Mart 1784’te, üzerine düşen 2.000 kıyye kurşunu nakletmişken, 1784
senesine mahsuben 500 kıyye
669Bu
miktarın 28.000 kıyyesi 10 derbent ve 32.000 kıyyesi ise hazeriyye siyakı üzere
eyaletin sancak ve kazalarına taksim olunmuştur (BOA, AE.SABH I 15510; BOA,
MEDAD 8: 654-1).
670 Konya
sancağı Larende kazasında Kılbasân köyü ahalileri memur oldukları derbent
hizmeti karşılığında imdad-ı hazeriyye ve seferiyyeden başka avarız-ı divaniyye
ve tekalif-i örfiyye ve şakkadan muaf ve müsellemler iken kaza ahalileri,
tahammüllerinden başka hilaf-ı emri ali her salyane tevziinde malumu’l-miktar
hisse tekalif ve 95 senesinde zahire baha namıyla bin kuruş tarh ve tevzi
eylediklerinden gayri iki senedir Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne kurşun
nakl eylediklerinden perakende ve teleflerine bais olmağla kaza-i mezburun zulm
ve teaddilerinin def edilmesi istenmiştir. Üzerlerine tevzi olunan kurşunu
taşımaları ve ücretinin maden emini tarafından verileceği hatırlatılmış yazılı
olan dışında tekalif ve kurşun nakli talep edilmemesi 3 Şubat 1783’te
emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 667-2).
kurşunun zam edilmesi nedeniyle
yapılan şikayetler üzerine bunun talep edilmemesi yönünde emir verilmiştir (KŞS
64: 23-2). Bazı sancak ve kazalar ise kurşunun iskeleye taşınmasından muaf
olduklarını iddia edince, bunlara itibar edilmemesi yönünde de emirler
verilmiştir. Zira “kurşunun nakli tekâlif makulesinden olmayub sabıkı
üzere ücreti mu‘tadesi ma‘den emini yedinden an nakd …” verilmiştir. Tabii
ki buna rağmen bu tür iddialarda bulunanların mahkemede hesap verecekleri
de hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8: 675-2). Yine kurşunu taşımakla görevli
ahalinin kurşunu taşıma konusuna muhalefet etmesi halinde tutuklanması ile ilgili
emirler de vardı (BOA, MEDAD 8: 688-2).
Bozkır
madeni kapatıldığı zaman madende 153.400 kıyye kurşun bulunmaktaydı. 1786-1787
yılında, nakliye ücreti eski maden emini tarafından verilmek üzere iskeleye
nakline memur kaza ahalileri tevzi defterine göre üzerine düşen hisseyi
götürecekti. Develeriyle kurşunu taşıyan kaza ahalileri halas kağıdı
alırdı (BOA, AE.SABH I 20507; KŞS 65: 138-2, 146-1). Bazı kaza ahalileri
kurşunu taşımış, bazıları da nakliye ücretlerini ödemiştir671
(BOA, AE.SABH I 18534; BOA, C.DRB 3041). Kapatılan Bozkır madenindeki 153.400
kıyye kurşunun iskeleye taşınması esnasında Karaman eyaletindeki kazalara
yapılan tevziye göre kazaların durumu şu şekildeydi: Saidili ve Ladik kazası
üzerine düşen kurşunu iskeleye götürürken, Argıthanı derbendi üzerine düşen
2.500 kıyye kurşun yerine ücret-i nakliyesini vermiştir. Benzer şekilde Akşehir
kazası 894,5 kıyye kurşunu taşımak yerine 89 kuruş 18 para, Seydişehir kazası672
904 kıyye kurşun taşıma görevi yerine
90
kuruş 16 para, İshaklı kazası 610,5
kıyye kurşunu götürmek yerine 61 kuruş ve Doğanhisar kazası ise 204 kıyye
kurşunu taşımak yerine 20 kuruş 16 para ücret-i nakliye ödemişlerdir. Kaşaklı
kazası da nakliye ücretini ödemiştir. Beyşehir 904 kıyye673,
Bozkır 650 kıyye 30 dirhem, Kırili 650 kıyye 30 dirhem ve Konya kazası
671Argıthanı
derbendi, Kadınhanı derbendi ahalileri, Seydişehir, İshaklı ve Doğanhisar’ı
kaza ahalileri bu ücreti ödemiş ve ödediklerine dair tezkere almışlardır (BOA,
C.DRB 1229; BOA, MEDAD 8: 697-d).
672 Seydişehir
kazası aynı zamanda 45 kuruş 80 akçe hizmet-i mübaşiriyye vermiştir (BOA, C.DRB
3041).
673 Bir
belgede ise Beyşehir 1.084,5 kıyye, Kırili 432 kıyye taşımayı taahhüt ederken,
Kadınhanı ahalisi ise 4.000 kıyye kurşunun nakliye ücretini eski maden emini
Ali’ye verdiğini söylemiştir (BOA, C.İKT 2133).
3.744 kıyye kurşun taşıyacaktı.
Aladağ, Göçükebir, Belviran ve Pirluganda ahalisi ise kurşunu taşıyacağını
taahhüt etmiştir (BOA, C.DRB 3041).
Bozkır
madeninden Alanya İskelesi’ne nakledilen kurşun orada mahzenlere konularak
güvenlik altına alınır ve bir gemi görevlendirilene kadar orada görevlilerce
muhafaza edilirdi. “…esnâ-yı râhde nakl olunmak üzere olan ve
iskele-i mezbûrda mevcûd ve müddehhir olan kurşunun…” korunması ve
mahzene konulması ve güvenliğinin sağlanması konusunda Alanya
kadısı, dizdarı ve mirmiranı sorumluydu (BOA, MEDAD 8: 648-d). Alanya
İskelesi’ne naklolunan kurşunun Alanya kalesi dizdarına ya da diğer görevlileri
teslimi ve mahzene konulduğuna dair Alanya kadısından ilam alınırdı (BOA, C.DRB
1058).
2.2.2. Kurşunun İzmit İskelesine
Nakli
Bozkır
madenindeki kurşunların Temmuz 1823 tarihinden itibaren Rum Vakası674
nedeniyle karadan İzmit İskelesine ve oradan da deniz yolu ile gemilerle
İstanbul’a nakledilmesiyle ilgili bir emir verilmiştir675.
Böyle bir karar verilmesinin nedeni kurşunun taşınacağı yolun güvenli
olmamasıydı676
(BOA, MEDAD 3: 280-2). 1833-1834 yılında ise kurşunu İzmit İskelesi’ne
taşımakla görevli Alanya ahalisinin677
isteği üzerine kurşunun yeniden Alanya İskelesi’ne taşınmasına karar
verilmiştir (BOA, DRB.d 976). Alanya ahalisi, İzmit İskelesi’nin uzak olması ve
hayvanlarının678
telef olması ile kira hususlarına tahammül edememelerinden dolayı böyle bir
istekte bulunmuştur (BOA, DRB.d 160; BOA, DRB.d 976).
674 Rum
İsyanı’nın başlaması ve Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması ile sonuçlanan
bu olaylarla ilgili geniş bilgi için bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi,
V, IV. Baskı, Ankara 1983, s.107-122; Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî
Tarihi (1789-1914), Ankara 1999, s.165-187; Virginia H. Aksan, Kuşatılmış
Bir İmparatorluk Osmanlı Harpleri 1700-1870, (Çev. Gül Çağalı Güven), İstanbul
2010, s.303-317.
675 18
Aralık 1821 tarihli belgede, kurşunun Alanya İskelesi’nden İstanbul’a gelirken
Hatîr Derya Mutâlaasına mebni kurşunun karadan İzmit İskelesi’ne götürüldüğü
anlatılmıştır (BOA, DRB.d 159). Yani denizdeki tehlikeden dolayı bu yola
başvurulmuştur.
676 “…Rum
vak‘ası hengâmında emniyye-i tarîk olmaması cihetiyle…”
denilmiştir (BOA, MEDAD 3:
280-2; Belge 1). Zira kurşun
karadan önce Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne ve oradan da gemilerle İstanbul’a
nakledilmiştir. Dolayısıyla güvenli olmadığı belirtilen yer Alanya’dan
İstanbul’a gönderilen gemilerin geçeceği deniz yoluydu. Bu nedenle Yunan İsyanı
nedeniyle kurşun, karadan İstanbul’a taşınmıştır.
677 1244/1828
yılında İzmit İskelesi’ne taşınan kurşun ise, İçil Yörüklerine ait develerle
taşınmıştır (BOA, DRB.d 157).
678 Hayvanların
yanında hayvanlar tarafından çekilen arabalar da kullanılmıştır. 19 Aralık
1851’de Ergani madenindeki bakır, arabalarla Tokat’a taşınmıştır (BOA, MAD.d
7945: 90-2).
İzmit
İskelesi’ne gönderilen kurşun ise deniz yoluyla İstanbul’a gönderilmiştir (BOA,
MEDAD 3: 280-2). Benzer şekilde 1839 yılında Bereketli madeni679
üretimi kurşun, İzmit İskelesi’ne ve oradan da kayıklarla İstanbul’a
gönderilmiştir (BOA, D.DRB.THR 679/30).
Bozkır
madeninden Üsküdar’a ulaştırılan kurşunun gönderildiği yolu tam tespit etmek
maksadıyla Anadolu’nun sağ kol güzergahına değinmek gerekmektedir. Bu kol,
Üsküdar’dan başlayarak, Gebze (Gekbuze)- Dil İskelesi veya İzmit üzerinden,
İznik- Yenişehir- Bozöyük- Eskişehir- Seyitgazi680-
Hüsrev Paşa Hanı- Akşehir-Ilgın- Konya- Karapınar- Ereğli- Adana ve Antakya’ya
ulaşırdı681 (Halaçoğlu, 1991: 127; Çetin,
2009: 65). Redif Askeri Tâlimatnamesi’ne göre ise Bozkır madeni ile Üsküdar
arası 121 saattir. Bozkır-Seydişehir arası 6, Seydişehir-Beyşehir arası 6 ve
Beyşehir Kırili arası 6 ve Kırili-Akşehir arası 12 saattir. Akşehir ile Üsküdar
arası ise 91 saattir682
(Redif Askeri Tâlimatnamesi Sûreti, 813/4). Bir saat ya da fersah-ı kadimi aynı
şekilde değerlendiren İnalcık, bir fersahı 5.685 metre olarak vermiştir
(İnalcık, 1991b: 44). Buradan bir fersahın 5,685 km olduğu kanaatine varılarak
Bozkır Üsküdar arasının 121 saat olan mesafesi yaklaşık olarak 688 km olarak
hesap edilebilir683.
Bozkır
madeninde üretilen kurşunlar Bozkır’dan başlayarak Seydişehir-Beyşehir- Kırili-
Akşehir- Hüsrev Paşa Hanı- Seyitgazi- Eskişehir- Bozöyük-Yenişehir- İznik-
Geyve üzerinden İzmit’e ulaştırılırdı. Anadolu’nun sağ kolu olarak ifade edilen
güzergahtan İznik üzerinden İzmit’e ve Akşehir üzerinden Beyşehir’e doğru tali
yollar kullanılarak kurşunlar taşınmıştır (Harita 3). Bozkır madeninden
679 1800
yılında Bereketli madeninden İzmit İskelesi’ne naklolunan kurşunun sefine ile
kantarı beş para nevl bedeliyle gönderilmiştir. Kantariyye ve hammâliyye
bedelleri ise iskelede verilmiştir (BOA, C.DRB 2786).
680 1414
yılında Çelebi Mehmet döneminde, Karamanlılar üzerine yapılan bir seferde
Seyyidgazi yolundan hareket edilerek Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Oklukhisarı
ve Saidili alınarak Konya Kalesi’nin kuşatılması (Hoca Sadettin, 1992: 83),
bahsedilen yolun kullanıldığını göstermektedir.
681Hüsrev
Paşa Hanı’ndan Çay- Akşehir- Argıthanı- Ilgın- Konya- İsmil- Karapınar- Ereğli-
Ulukışla-Adana- Ramazanoğlu Yaylağı ve Antakya’ya ulaşmaktaydı.
682 Halaçoğlu
ise bu güzergahı şu şekilde ifade etmiştir. Parantez içindeki birinci rakam ilk
menzile, ikincisi ise İstanbul’a olan uzaklığı ifade etmektedir.
Beyşehir-Kırili (6-109), Seydişehir (6-115), Bozkır maden (6-121), Hadim ile
Pirluganda (12-133), Nevahi-i İçil (12-145), Ermenek (8-153), Mut (8-161),
Anamur (13-174) (Halaçoğlu, 2002: 65).
683 Bir fersah üç
mil, bir mil 2.500 zira ve zira 75,8 cm uzunluğunda olduğuna göre (Günergun,
1998: 46) bir fersah 7.500x75,8= 5,685 km olmaktadır. Fersahı yaklaşık altı km
kabul edenler de vardır (Hinz, 1990: 76)
kurşun dışında yapılan nakiller
de bu güzergah üzerinden yapılmıştır. 24 Haziran-3 Temmuz 1800 tarihinde, eski
Bozkır madeni emini ve Bozkır Şeyhi Abdülhalim’in akrabalarından yakalanan
kişiler çavuşla birlikte ölen maden emininin borçlarını ödemek şartıyla
Bozkır’a götürülürken Han menzilhanesinden çıktıktan sonra Barçınlu kazasındaki
İnönü adlı mahalde firar etmişlerdir (BOA, KLB.d 29: 62-3). Han menzilhanesi
olarak bahsedilen yer Hüsrev Paşa Hanı menzilhanesi olmalıdır684.
Bozkır
madeninden karadan İzmit İskelesi’ne (Harita 3) nakledilen kurşunu taşıyan
kişilere kantar hesabı üzere ücret ödenmiştir. Bozkır madeninden İzmit
İskelesi’ne nakledilen kurşunun her kantar-ı halebi 180 kıyyesi
20 kuruş olarak hesap edilmiştir. 5 Ağustos 1828 tarihinde Bozkır madeninden
gönderilen 9.933 kıyye kurşundan 534 kıyye noksan ortaya çıkınca kalan 9.399
kıyye kurşunun nakliye ücreti 1.043,5 kuruş 48 akçe tutmuştur (BOA, DRB.d 973).
Bir başka ifadeyle dokuz kıyye kurşun bir kuruşa nakledilirken her kantar-ı
halebi 20 kuruş ücretle nakledilmiştir (BOA, DRB.d 1044) ki buradan kantar-ı Halebi’nin
180 kıyye olduğu da anlaşılmaktadır. Bir okka 1,2828 kg (Hinz, 1990: 30) ise
bir kantar-ı Halebi 230,904 kg olmaktadır685.
Bir diğer husus ise bir devenin ortalama taşıyabileceği yükün 180 kıyye
bir başka deyişle 230 kg olmasından dolayı da bu ağırlık ölçüsü kullanılmış
olmalıdır.
2.2.3. Kurşun Nakliyle İlgili Diğer
Konular
2.2.3.1. Kurşunun Taşınması
Esnasındaki Noksanlıklar
Bozkır
madeninden Alanya İskelesi’ne gelen kurşun “beglik kantâr” ile ölçülüp,
iskelede bulunan mahzene konurdu (BOA, D.DRB.THR 2/32). Bozkır madeni emini,
gümrük emini, kadı ve mutasarrıf gemilere kurşunu vezn-i kantar ederek
yükler ve kaptandan yüklenen kurşunun miktarını belirten bir senet alırlardı
(BOA, AE.SABH I: 5368). Benzer şekilde İzmit İskelesi’ne gönderilen kurşunlar
da hem miktarını öğrenmek hem de nakil ücretini ödemek için Halebi kantar ile
tartılırdı (BOA, DRB.d 1044).
684
Hüsrev Paşa Hanı menzilhanesinden sonra XVII. yüzyılda faaliyette olan fakat
daha sonra kapatılan Barçınlı kazasının Bayat köyü menzilhanesi gelmekteydi
(Çetin, 2009: 75).
685 Fakat Hinz,
Halep kintarını ortalama 228 kg olarak kabul etmiştir (Hinz, 1990: 32).
Bozkır
madeninden iskeleye gönderilen 41.000 kıyye kurşununun vezninde
743
kıyye kurşun noksan olduğundan
Alanya kadısı ile dizdardan eksik miktarı göndermeleri istenmiştir (BOA, MEDAD
8: 546-3). Kurşunun muhafazasıyla kale dizdarının görevli olduğunu ve bu
miktarın ondan alınması gerektiğini Alanya kadısının ilam etmesi üzerine hazine-i
amire defterlerine bakılmıştır. Buna göre, noksan kurşunun her kıyyesinin 73
akçeden toplam 452 kuruş değerinin dizdardan tahsil edilmesi ve bu konuda
dizdarın muhalefet etmesi durumunda ise dizdarlık görevinden uzaklaştırılması;
Alanya mutasarrıfı, Alanya kadısı ve Bozkır madeni eminine, 29 Nisan 1795’te
emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 546-4). Kurşun, gemiye yüklenerek kaptan ile
darphaneye gönderilmiş ve orada tartılınca 743 kıyye noksan çıkınca 452
kuruşluk bu meblağın dizdardan alınması istenmiştir. Ancak dizdar, kurşunu
taşıyan kaptan ve yanında bulunan çavuşdan aldığı mühür senedini gösterince
onlara tamamen teslim ettiği anlaşıldığından, bu kez kaptan ve çavuştan
şüphelenilmiştir. Ancak darphane nazırı iskeledeki taş kantarın miri kantara
mutabık olmadığını 12 Şubat 1796’da belirtmesi (BOA, MEDAD 8: 547-2) İstanbul
ile Alanya arasındaki farklığının nedenini ortaya koymuştur. Yine aynı nedenle
farklı miktarların ortaya çıktığına dair örnekler vardır. Alanya İskelesi’nden,
1 Mart 1786’da, 28.794 kıyye kurşunun gemi ile gönderildiği Alanya naibi
tarafından bildirilmiştir. Ancak gönderilen kurşun Yalıköşkü adlı mahzene miri
kantar ile vezn olunarak konulması esnasında yapılan tartma işlemi sonucunda
kurşunun 28.145 kıyye olduğu anlaşılmıştır (BOA, MEDAD 8: 691-3).
Devlet,
kurşunun eksik çıkması halinde eksik miktarın sorumlulardan alınacağı yönünde
uyarılar da yapmıştır. 25 Mart 1789’da iskelede bulunan kurşunun bir kıyyesi
dahi kaybolursa ödetileceği gümrük emini ve mutasarrıfa bildirilmiştir (BOA, MEDAD
9: 180-1). 11 Ağustos 1822’de Bozkır madeninden 4.590 kıyye kurşunun iskeleye
götürüldüğü belirtilmesine rağmen, Alanya’daki mahzenlerde 4.285 kıyye kurşun
olduğu ve 305 kıyye kurşunun noksan olduğu tespit edilince, iskelede kurşunun
korunması ve teslim alınmasından sorumlu kişilerden bu miktarın alınması
emredilmiştir686
(BOA, DRB.d 159).
686 Benzer
şekilde 8 Haziran 1794’de Bereketli madeninden Tarsus İskelesi’ne gelen ve zayi
olan kurşun Tarsus ahalisine ödettirilmiştir (BOA, C.DH 791).
İki
fırkateyne yüklenen kurşun miktarı, Alanya mahkemesi kayıtlarına göre 49.220
kıyye iken, bu gemiler darphaneye 47.678 kıyye kurşun teslim etmiştir. Noksan
olan 1.542 kıyye kurşunun gönderilmesi iskeledeki görevlilere, 26 Ekim 1792’de
emredilmiştir (BOA, C.DRB 880). İskelede bulunan kurşundan noksan çıkması
durumunda bu eksik, ilgililere ya da kaza ahalisine ödettirilmiştir687
(BOA, C.DRB 568). Zira kurşunlar hem teslim alınırken hem de gemiye yüklenirken
vezn ettirilmekteydi. Devlet bu şekilde kurşunun Bozkır madeninden çıkışından
İstanbul’daki Yalıköşkü adlı mahzenlere konulmasına kadar her el
değiştirmesinde kurşunu ölçtürerek bir denetim mekanizması oluşturmuştur. Bunun
yanında, 24 Şubat 1796 tarihinde Bozkır ve Bereketli madenlerine ait kurşunlar
taşınırken kaza sonucu bir külçe kurşun denize düşürülmüştür (BOA, MEDAD 9:
212-2). Bu şekilde başka bir örnek tespit edilememesine rağmen, kurşunun denize
düşürülmesi de kurşun miktarının eksik çıkmasının nedenlerindendi.
2.2.3.2. Deve Tedâriki
Bozkır
madeninde üretilen kurşunların Alanya İskelesi’ne taşınması için kullanılan
hayvanlar deve, at, eşek ve katırdı. Fakat taşımacılıkta öncelikle tercih
edilen hayvan deveydi. Deve, diğer hayvanlara göre uzun mesafeli yolculuklara
dayanıklı olması ve diğer hayvanlara göre daha fazla yük taşıyabilmesi gibi
nedenlerle daha çok tercih edilirdi (Şahin, 2006: 202). Bir devenin uzun
mesafede yük taşıma kapasitesi 300 kg civarında idi. Kısa mesafeli taşımalarda
bu yük daha fazla olabilirdi. Ayrıca deve uzun yola, soğuk ve sıcağa, açlık ve
susuzluğa oldukça dayanıklıydı (Şahin, 2006: 202). Deve kadar olmasa da diğer hayvanlar
da kullanılırdı. Fakat deve harici hayvanlarla kurşunu taşımanın belirleyicisi
devenin tedârik edilememesiydi688.
Develer de
cinslerine göre farklı yük taşıma kapasitesine sahipti. Asya devesi bir
hecinden689 daha fazla yük taşırken
Anadolu’da da değişik yük taşıma kapasitesi olan melez develer vardı. Fakat
genel olarak bir atın bir eşeğin iki misli, bir devenin
687 Kurşunun
telef olmaması, bu konuda fukaraya eziyet edilmemesi için muhafazası ve
eksiğinin aynen vilayet defterlerine yazılması gerektiği üzerinde durulmuştur
(BOA, C.DRB 568).
688 7
Mayıs 1782 tarihinde, İçil sancağı kazalarına hisselerine düşen kurşunu
develeri ile develeri yoksa at ve eşekleriyle taşımaları emredilmiştir (BOA,
C.DRB 3057).
689 Belgelerde
mehârî deve olarak geçmiştir (BOA, C.DRB 3057).
ise bir atın iki misli yük
taşıdığı kabul edilmiştir (İnalcık, 1991a: 16). Deve yükü ile katır yükünün
birbirine oranı 2/3 idi. Katır yükü 162 kg olarak belirlendiğine göre deve yükü
243 kg olarak hesaplanır. XIX. yüzyılda bir devenin ortalama 180 Türk okkası
yaklaşık olarak 230 kg taşıdığı görülmektedir. Bunlara rağmen bölgenin coğrafi
şartları ya da taşınan yük, bir himlin ölçüsünü değiştirmektedir. Yaklaşık
olarak bir himl 250 kg olarak ortaya çıkmaktadır (Hinz, 1990: 16). Yük
hayvanlarının çektiği ağırlıklar konusundaki ağırlıklara değinen İnalcık,
taşınan yükün çeşidine göre bir devenin taşıdığı yük ağırlığının 200-314 kg
arasında değiştiği görüşündedir (İnalcık, 1991a: 15). Her iki görüşte dikkate
alınarak ortalama olarak bir devenin taşıdığı yükün 250 kg olduğu kabul
edilmelidir. Ancak taşınan malzemenin cinsi, taşınacak güzergahın durumu ile
hayvanın cinsinin bu ortalamayı etkileyebileceği de unutulmamalıdır690.
Bozkır
madeninde üretilen kurşunlar, 15 Kasım 1778 tarihinde, Konya civarındaki
Türkmenler ile Alanya’daki Yörüklerin katırları (esterân) ve develeri (şütürân)
ile Alanya İskelesi’ne taşınacaktı (BOA, MEDAD 8: 622-1). Yine benzer şekilde
kira ile tutulan yük hayvanı olan mekkârî develerin Karaman eyaleti
kazalarına taksim olunması ve ücretlerinin maden emini tarafından verilmesi
yönünde emirler verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 652-d). 2 Haziran 1779 tarihinde ise
buradaki bulunan hayvanlar yeterli olmayacağından Karaman eyaleti valisi ve
İçil sancağı mutasarrıfına ücretleri sermaye akçesinden ödenmek şartıyla deve
kiralanacağı ile ilgili emir gönderilmiştir691
(BOA, MEDAD 8: 627-1).
Kurşunun
iskeleye nakli ile ilgili emir mübaşir tarafından götürülerek yerel
yöneticilerle kurşunun nakli için kazalara tevzi yapılırdı (BOA, MEDAD 8:
676-1). Deve tedâriki ile ilgili emir, kaza mahkemelerinde mübaşir tarafından
okunur ve taksim marifet-i şer ve cümle marifetiyle yapılırdı (BOA, MEDAD 8:
675-2). Karaman eyaleti hissesine düşen kurşun Konya mahkemesinde sancaklara
taksim
690 Bir atın
taşıdığı yük 153, 157 ve 164 kg; bir katırın taşıdığı yük 190 ve 157 kg; bir
eşeğin taşıdığı yük ise 76, 114 ve 135 kg olarak verilmiştir (İnalcık, 1991a:
15). Normal hayvan yükünün ağırlığının 162,144 kg olduğu da ifade edilmiştir
(Hinz, 1990: 44)
691
Bozkır madeni üretimi kurşunun
taşınması için Yörügân ve Türkmanân taifeleri
görevlendirilmiştir. Ancak Yörügân taifesinin elindeki esterân ve
şütürân kifayet etmediğinden Karaman eyaletinde bulunan yerlerdeki Yörügân
taifesi ile tüccarlardan şütürân isticarı emredilmiş, ve ücretlerinin sermaye
akçesinden tamamen ödenmesi istenmiştir. Bunun için Karaman valisine ve İçil
mutasarrıfına emir gönderilmiştir (BOA, MEDAD 8: 627-1).
edildikten sonra bir pusula
ortaya çıkardı (BOA, AE.SABH I 18534). Bu şekilde hisselerine düşen kurşunu
ilgili kaza ahalileri götürmekle yükümlüydü. Kurşunu götüren kişilerin eline
eda tezkeresi verilir ve bir anlaşmazlık olduğu zaman bu tezkere gösterilirdi
(BOA, MEDAD 8: 697-d). Eda eylediklerini gösteren belge halas kağıdı olarak
da geçmektedir (BOA, AE.SABH I 20507).
Madenin ilk
açılışında kurşun iskeleye Konya civarındaki Türkmenlerin hayvanlarıyla ve
Alanya taraflarındaki Yörüklerin hayvanlarıyla taşınmıştır (BOA, C.DRB 3249;
BOA, MEDAD 8: 622-1). 16 Mayıs 1779 tarihinde, Türkmenler ve Yörükler, deve ve
katırlarıyla 100 kıyye kurşunu 50 paraya nakletmiştir (BOA, C.DRB 3252). Fakat
zamanla buralardan tedârik edilen katır ve develerin kurşunu taşımaya yetmemesi
üzerine tüccardan ve Karaman eyaletindeki Yörüklerden de deve kiralanmış ve
ücretleri sermaye akçesinden ödenmiştir (BOA, MEDAD 8: 627-1). 1780 yılından
itibaren ise kurşunu Alanya İskelesi’ne taşımakla görevli yerler Karaman
eyaleti692, İçil ve Alanya sancaklarıydı
(BOA, MEDAD 8: 640-3). Kazalardan tedârik edilen develer ayanların bilgisi
dahilinde ve mübaşirle maden bölgesine gönderilirdi (BOA, MEDAD 8: 670-1). 28
Ağustos 1781 tarihinde 150.000 kıyye kurşunun taşınmasında 45.000’er kıyye
kurşunu Alanya ve İçil693
sancakları ahalisi694
ve kalan 60.000 kıyye kurşunu Karaman eyaleti ahalisi taşıyacaktı. Karaman
eyaletinde ise kurşunun 28.000 kıyyesi 10 derbente ve kalan 32.000 kıyye kurşun
ise kazaların hazeriyye hisselerine göre tevzi edilmiştir (BOA, C.DRB 3033). Bu
tevziye göre Karaman eyaleti üzerine düşen hisse % 40 iken Alanya sancağı
hissesine % 30 ve İçil sancağı hissesine % 30 hisse düşmüştür.
Bozkır
madeninde üretilen kurşunların taşınmasında görevli olan kazalar, deve tedârik
etme yerine ücret de ödeyebilmekteydi. 1779 yılında Seydişehir kazası hissesine
27 deve düşerken kaza ahalisi, her deve için 100 kuruş ve levazime-i saire
692 1797
yılında Karaman eyaleti; Konya, Niğde, Kayseri, Kırşehir, Beyşehir, Akşehir ve
Aksaray sancaklarından oluşuyordu (BOA, MAD.d 9586).
693 Sancakta
yapılan tevziye göre Mamuriye kazası 100, Gülnar kazası 78 ve Zine kazası 15
deve ile
16.462 kıyye kurşunu iskeleye
taşımıştır. Fakat Sarıkavak kazası 120, Sinanlu Cemaati 40, Mud kazası 20 ve
Selendi kazası 30 olmak üzere toplam 210 devenin gönderilmediği belirtilerek
göndermeyen kişilerin isimlerinin bildirilmesi istenmiştir (BOA, MEDAD 8:
654-d). Aynı zamanda bu develerin vali tarafından alınarak görevli mübaşire
teslimi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 661-1).
694 Alanya ve
İçil ahalisi toplam 92.000 kıyye kurşunu iskeleye taşımıştır (BOA, MEDAD 8:
653-2).
için 300 kuruş olmak üzere
toplam 3.000 kuruş ödemiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 59-3). 1789-1790 yılında ise
Konya sancağı hissesine düşen deve695
için 50’şer kuruştan mirilerinin alınması emredilmiştir (BOA, MAD.d 17913: 17).
Deve
tedârikinde en önemli sorun, kazalara tevzi edilen develerin karşılanmaması ve
madene gönderilmemesiydi. Fakat kurşun nakli önemli olduğundan deve tedârikine
muhalefet edenlerin tedibi emredilirdi696
(BOA, MEDAD 8: 640-2). Tevzi defterlerinde belirlendiği gibi bazı kaza
ahalilerinin kurşunu iskeleye taşımadığı yıllar da olurdu697.
Böyle durumlarda ertesi yıl taşınacak hisseye bu eksik kalan miktarlar da
eklenirdi. Bir diğer sorun ise kazaların hisselerine düşen kurşunu bir başka
kazaya taşıtmak istemeleriydi. İçil sancağının nakledeceği 45.000 kıyye
kurşunun 11 kazaya698
paylaştırılması üzerine Gülnar ve Mamuriye kazaları üzerine düşen kurşunu
taşımak için gittiklerinde şekavetle uğraşan Abdülkadir’in kendi hissesine
düşen kurşunu da bu kazalara yüklemeye çalıştığı şikayetleri üzerine, bu
kişinin önce uyarılması eğer aynı hareketlere devam ederse tedibi, 7 Mayıs 1782
tarihinde emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 662-1).
695 Ordu için de
deve talep edildiği zaman Beyşehir sancağı hissesine düşen miktardan Bozkır
madeni kazasına 22,5 hisse düşmüştür. 1809 yılında her biri 150’şer kuruştan
3.375 kuruşun maden emini tarafından tahsili emredilmiştir (BOA, D.DRB.THR
60/4).
696 Gülnar
ve Mamuriye kazalarının üçer bin develeri varken kurşunu taşıma görevlerini
yerine getirmedikleri ve bu durumun diğer kazalara da sıçradığı belirtilerek
göndermeyen kişilerin önce uyarılması ancak aynı hareketi tekrar ederlerse daha
ağır şekilde cezalandırılacaklarının kendilerine anlatılması yönünde bir emir
verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 640-2).
697 Karaman
eyaleti 80.000 kıyye götürmesi gerekirken 14.269 kıyye, Alanya sancağı 45.000
kıyyeden
35.520 kıyye ve İçil sancağı ise
iskeleye taşıyacağı 45.000 kıyye kurşundan 19.011 kıyye kurşunu iskeleye
götürmüştür (BOA, C.DRB 2820).
698 Gülnar
ve Mamuriye kazaları arzlarında; Ermenek, Nevahu, Sinanlu, Mud, Sarıkavak,
Karataş, Selevkeli, Zeyne, Gülnar, Mamuriye ve Selendî kazaları ahalisi
develeri ile develeri yoksa bargir ve merkepleriyle ile kurşunu taşımaya memur
İçil sancağı kazaları iken, Sarıkavak ve Mud kazaları ayanlarının kendi
hisseleri olan dörder bin kıyye kurşunu kendi üzerlerine yüklediğini ve nakliye
ücreti de alamadıklarını belirterek bir emir istemişlerdir. 7 Mayıs 1782
tarihinde kazaların bu arzı üzerine verilen emirde, Bozkır madeninde bulunan
45.000 kıyye kurşun bu 11 kazaya tevzi edilmiş ve her kaza hissesi olan 4.000
kıyye kurşunu develeriyle, develeri yoksa bargir ve merkepleri ile taşımaları ile
bu ayanların benzer şekilde davranmaları halinde cezalandırılacakları
belirtilmiştir (BOA, C.DRB 3057). Ermenek, Nevahu, Sinanlu, Mud (Mut),
Sarıkavak (Kürkçü), Karataş, Selevkeli (Silifke olmalı), Zeyne, Gülnar
(Anaypazarı), Mamuriye (Anamur) ve Selendî (Gazipaşa) bu kazalar için bkz.
Sezen, 2006.
Cumhuriyetin ilk yıllarında
İçel vilayetinin adı Mersin idi. 1933 yılında merkez Mersin olmak üzere adı
İçel oldu. Aynı tarihe kadar ayrı bir vilayet ve merkezi Silifke olan İçil de
lağvedilerek Silifke, Anamur, Gülnar ve Mut kazaları İçel iline bağlandı.
2005’te ilin adı yine Mersin oldu (Sezen, 2006: 245). İçil: Merkezi Ermenek ve
sonra Silifke olan bir sancak teşkilatıdır. Bugünkü İçel ile karıştırılmamalıdır
(Sezen, 2006: 350).
Bir başka
sorun ise kurşunun nakli meselesinin bazı konular için araç olarak
kullanılmasıydı. Şöyle ki, Mamuriye kazası ayanı Abdülmuin Bey699
hissesine düşen develeri madene göndermiş ve hissesine düşen kurşunu iskeleye
gönderdiğine dair maden emininden halas tezkeresi almıştır. Ancak Nevahi kazası
ayanı Ali, İçil mütesellimi olmak istediğinden diğer kazaların hissesine düşen
develerin ahalisine, “şu kadar para verirseniz ne güzel, vermezseniz
develeri vermedi diye İstanbul’a bildiririm” diyerek para
almıştır. Madene gönderilen develeri ise yollarda gasp ettirip emelini
gerçekleştirmiş ve mütesellim de kabahatini gizlemek için “Abdülmuin deve
virmedi” diye merkeze bildirmiştir. Ayanın bu bilgi üzerine Magosa’ya
kalebent olunduğu ile ilgili emir olduğu ancak yanlış bilgi verildiği
anlaşıldığından bu emirden vazgeçilerek mütesellim tembih edilmiştir (BOA,
MEDAD 8: 681-3; BOA, AE.SABH I 4289). Bu tür sorunların çözülmesi için kazalar
hisselerine düşen develeri göndermediği zaman her sancağa bir çukadar tayini ya
da İstanbul’dan bir mübaşir tayin edilmesi önerilmiştir (BOA, C.DRB 2820).
Kurşunun
taşınması için gerekli develerinin olmadığını ya da maden emanetine uzak
olduğunu belirtip kurşun taşıma işinden affedilme isteğinde bulunan yerlerin bu
istekleri devlet tarafından dikkate alınmamıştır. Madene 15 ve iskeleye üç
merhale uzaklıkta olan Kayseri kazasının çoğunluğu amele ve tüccar olan kaza
ahalisi, deve tedâriki için Arabistan’a gitmiş ancak ellerindeki develeri dahi
yağma edilmiş bu nedenle kurşun naklinden aflarını istemişler ancak develeri
göndermeleri 20 Aralık 1783 tarihinde kendilerine hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD
8: 673-1).
Kurşunu
taşımak için gerekli develer, maʻrifet-i şerʻle tahrîr olunan tevzîʻ
defteri gereği tedârik edilerek ayanlarının bilgisi dahilinde madene
gönderilirdi (KŞS
64:
134-2). 1785’e mahsuben Karaman
eyaleti 72.000 kıyye, İçil sancağı 54.000 kıyye ve Alanya sancağı 54.000 kıyye
kurşunu develeriyle iskeleye nakletmekle görevliydi (KŞS 64: 114-1). Kurşun
nakli, vergi çeşitlerinden biri olmadığından ve ücreti maden emini tarafından
peşin olarak verildiğinden muafiyet iddiasında olanlara itibar edilmemeliydi
(BOA, C.DRB 2508; BOA, C.DRB 2955). Bu tarihte
699 İçil
sancağı mütesellimi Ali arzında, Bozkır madeni kurşunlarının iskeleye nakli
için istenilen develerin Anamur kazası hissesini Mamuriye ayanı Abdülmuin
Bey’in verdirmediğini ve daha önce Magosa Kalesi’ne kalebent olunması ile
ilgili emrin bir daha böyle bir hareket olursa bu emrin uygulanacağı yönünde
olduğunu ve bu cezanın uygulanmasını talep edince, dizdara bu konuda bilgi
verilerek cezası onaylanmıştır (BOA, MEDAD 8: 679-d).
de Karaman eyaletine % 40,
Alanya ve İçil sancaklarına ise % 30’ar hisse düşmüştür. Burada bahsedilen
durum kurşunun Alanya İskelesi’ne taşındığı dönemler için geçerliydi. Bozkır
madeni üretimi kurşunun İzmit İskelesi’ne taşındığı dönemlerde kurşunu
taşımakla görevli yer Alanya sancağı idi (BOA, MEDAD 3: 280-2). Sadece Alanya
sancağının sorumlu olması taşınacak kurşun ile alakalı olmalıdır, zira bu
tarihlerde Bozkır madeninden her yıl 12.500 ile 20.000 kıyye arasında kurşun
İstanbul’a gönderilmekteydi (Bkz. Tablo 6). Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü
üzere daha önceki yıllarda Alanya sancağı hissesine düşen oran İzmit
İskelesi’ne nakledilen oranlardan daha fazlaydı. Bu nedenlerle sadece Alanya
sancağı sorumlu olmuştur. Ancak kurşunun götürüleceği mesafenin arttığı da
gözden kaçırılmamalıdır.
2.2.3.3. Taşıma Yükümlülüğüne İtiraz
Bozkır
madeninden Alanya İskelesi’ne kurşunun götürülmesi için yapılan paylaştırma
sonucu her kaza ve köy üzerine düşen miktar kurşunu iskeleye götürürdü. Fakat
bazen bu paylaştırmalara itiraz ederek muafiyet iddiasında olan yerler de
olurdu. Muafiyet iddiasında bulunan kaza ahalisi bir arzla durumu merkeze
bildirdikten sonra gerekli araştırmalar yapılır ve gerçekten bir muafiyeti
varsa kurşun taşıma görevinden muaf olduklarına dair bir emir gönderilirdi700
(BOA, MEDAD 8: 667-2). Muafiyet iddiaları reddedildiği gibi bazen de kabul
edilirdi. Bu iddiaların kabul edilmesi tamamıyla yapılan iş nedeniyle verilen
muafiyet belgesinin ortaya çıkması ile mümkün olmaktaydı. Karaman Ereğlisi
kazasına bağlı Çavuşlu derbendi ahalisi, mahalli eşkıya zümresinden muhafaza
karşılığında vergiden muaf olduklarını ancak kendilerinden kurşun nakliye
ücretinin talep edildiğini belirtince, muhafazada “kıyam üzere” yani
sürekli hazır bekledikleri gerekçesiyle bedel talep edilmemesi emredilmiştir
(BOA, MEDAD 8: 669-3). Yine Kırşehir sancağı Kokur kazası ahalisi, çaşnigir
köprü derbent muhafazı olarak bölgeyi yol kesicilere karşı koruma görevine
700 Derbent
hizmeti ile görevli olan bir köy ahalisinin kurşun taşıma görevinden muaf
olduğu iddiası örnek olarak verilebilir. Larende kazası Kılbasan köyü ahalisi
memur oldukları derbent hizmeti karşılığında imdad-ı hazeriyye ve seferiyyeden
başka avarız-ı divaniyye, tekalif-i örfiyye ve şakkadan muaf olduklarını ancak
iki senedir kurşun naklettiklerini bildirmelerine rağmen üzerlerine düşen
kurşunu ücreti karşılığı taşımaları, 3 Şubat 1783’de emredilmiştir (BOA, MEDAD
8: 667-2). Ancak yapılan tevzide Kılbasan köyü üzerine 2.000 kıyye kurşun
düşmüş ancak 1157 yılında muafiyetleri olduğunu ahali belirtince bu miktarın
başka kazalara tevzi edilmesi emredilmiştir (KŞS 65: 90-1).
karşılık muaf olduklarını ancak
üzerlerine kurşun naklinin tevzi edildiğini dile getirince 1782’de muaf
olduklarına dair emir olduğu hatırlatılmıştır (KŞS 64: 67-2).
Eskil de
denilen Eski İl kazası Sultaniye kasabası Suberde köyünde oturan
Bozulus Türkmeni Aşireti 40-50 kişiden ibaret olup her sene malı miriyyelerini
merhum Sultan Selim evkafına verdikleri odun ve diğer vergilerden başka
tekaliften muaf iken Bozkır madeninden 2.500 kıyye kurşun tevzi olunduğu
yönündeki şikayetler üzerine, bu aşiret ahalisi vakfa bağlı olduğundan 2 Temmuz
1797’de taşıyabilecekleri kadar tevzi yapılması bildirilmiş701
ancak vakfa bağlı olmalarına hürmeten affedilmişlerdir (KŞS 67: 182-1; BOA,
MEDAD 9: 214-d).
29 Ağustos
1797 tarihinde Aksaray sancağında Eyüb-ili ve yine aynı sancaktaki Bolad Dağı
ve Çukur Derbendi; Niğde702
ve Konya’da bazı derbentler ile Anduğu; İçil sancağında Karataş ve Ermenek;
Pirluganda, Aladağ, Eski İl, Turgut, Kiriş, Bayburd703
gibi kazalar muafiyet iddiasında bulunmuş, Kayseri kazası ise mübaşiriyye
verdiğini söylemiş ancak her kazanın üzerine düşen kurşunu taşıyacağı
belirtilerek af talepleri reddedilmiştir (BOA, MEDAD 9: 218-1; BOA, C.DRB 2429;
BOA, C.DRB 2466). Bu iddiaların dikkate alınmaması ve tevzi defterlerindeki
hisselerin taşınmasının üzerinde durulması, devletin kurşunun taşınmasına
verdiği önemi göstermektedir.
Bozkır
madeninden iskeleye kurşun nakli ile Karaman eyaleti, İçil sancağı ve Alanya
sancağı görevliydi. Bu yerlerdeki kaza ve aşiretlerin muafiyet iddiasına itibar
edilmemesi ve develerin mübaşirle madene gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD
9: 221-2, 217-2). Kurşunun taşınması vergi değildi zira ücreti maden emini
tarafından peşin olarak verilmekteydi. Bu yüzden muafiyet iddialarının dikkate
alınmaması ve kazaların üzerine düşen hisseyi taşımaları gerekirdi (BOA, C.DRB
2508). İskeleye nakledilecek kurşun için gerekli deve talebi karşısında
kazaların
701 Sadrazam
mukataası olan Larende Kılbasan Köyü, serbest olan Çavuş köyü, Hatice Sultan
Damat Osman’ın mâdeyesi olan Hotamışlı aşireti ile Sultan Selim evkafından olan
Karapınar kazası ahalileri muafiyet iddiasıyla aflarını talep etmişlerdir. 24
Şubat 1797 tarihinde, madendeki kurşunun üçte birinin satılmasıyla nakliye
ücreti karşılanacağından dolayı herkesin üzerine düşen kurşunu iskeleye
taşıması istenilmiştir (BOA, MEDAD 9: 214-2).
702
Arabsun nam-ı diğer Gülşehri,
Nevşehir ve Ürgüp, Anduğu, Bor gibi yerlerin af talebi reddedilmiştir (BOA,
C.DRB 2429).
703 Esbkeşan
mukataasına bağlı Eskiil, Bayburd, Turgut ve Kiriş kazaları 2 Ocak 1781
tarihinde kurşun taşıma görevi konusunda muafiyet iddiasında bulunmuş ancak bu
iddialara itibar edilmemesi gerektiği belirtilmiştir (BOA, MEDAD 8: 641-2).
madene bağlı olmalarından
dolayı muaf oldukları düşüncesine itibar edilmemeliydi (BOA, C.DRB 1115). Yani
madene bağlı kazalar dahi Karaman eyaleti hissesinden kendi üzerlerine düşen
kurşun miktarını taşımakla yükümlüydü.
Alanya
kazası, kurşun geldikçe nazıriyye, hammaliye, kantariyye ve mahzen icaresi ile
beylik kalyonu geldiği zaman ortaya çıkan 600-700 kuruş masrafı
karşıladıklarını belirterek deve tedârikinden aflarını istemişler ancak 20
Nisan 1797 tarihli hükümde, kurşunun lüzumundan dolayı affın mümkün olmadığı
belirtilmiştir (BOA, C.DRB 476; BOA, MEDAD 9: 216-1). Kurşun taşıma işlemine
muhalefet eden ya da kurşunu nakilden kaçınanların haklarından mahkemelerin
geleceği704 de ilgili görevlilere
hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8: 675-2). Fakat kurşun için taksim edilen deveyi
göndermeyen ayanlar olduğu zaman vali vasıtasıyla develer alınıp, kurşun
taşıtılmıştır (BOA, MEDAD 8: 654-d).
2.2.3.4. Mübaşirlere Ödenen Ücret:
Mübaşiriyye
Mübaşiriyye,
devlet tarafından bir işi yapmaya memur edilenlerin masraflarına karşılık
gittikleri yerlerdeki halktan tahsil edilen para hakkında kullanılan bir
tabirdi705 (Pakalın, 1993: 592). Bozkır
madeninde üretilen kurşun da bir mübaşir vasıtasıyla Alanya İskelesi’ne
götürülürdü. Kurşunun teslimi esnasında maden emininin bir adamı da kurşunun
vezninde bulunur ve bu görevliye yapılan işlem sonucu kurşunun miktarı yazılı
bir mühür temessükü verilirdi (BOA, MEDAD 8: 665-1). Kaza ahalileri hissesine
düşen kurşunu Alanya’ya götürüp teslim ettiği anda mübaşirden temessük alırdı
(BOA, MEDAD 8: 627-2). Mübaşirin görevinin en zor kısmı kaza ahalilerinin
hisselerine düşen kurşunu taşımak için kullanılacak hayvanları vermemeleriydi
(BOA, MEDAD 8: 641-1). Fakat mübaşir zor durumda kaldığı anda validen yardım
almış ya da bu tür olumsuzluk çıkaranları merkeze bildirmiştir (BOA, MEDAD 8:
654-d1). Mübaşirin kurşun naklindeki görevlerinden
704 1783-1784
yılında üzerine düşen kurşun hissesini taşımayan Kayseri ve Kırşehir ahalisinin
üzerine düşen kurşunu götürmeleri, bu konudaki beyanlarının kabul edilmemesi
aksi halde mahkemede bu işlerin görüleceği ifade edilerek ahali uyarılmıştır
(BOA, C.DRB 2508).
705Tanzimat’tan
önce mübaşir olarak görevlendirilen memurlara devlet tarafından yol parası ile
çeşitli masrafların karşılığı verilmez, mübaşirlerin bu masrafları gittikleri
yerlerin tevzi defterlerine eklenerek halktan tahsil edilirdi. Tanzimat’tan
sonra gönderilen memurlara harcırah ve yevmiye verilmeye başlandığından halktan
bu adla para alınması kaldırılmıştır (Pakalın, 1993: 592).
biri de kurşunun kazalara tevzi
edilmesini yerel yöneticiler ile birlikte yapmasıydı (BOA, MEDAD 8: 676-1).
İstanbul’dan
görevlendirilen706
(BOA, MEDAD 8: 677-1) mübaşir, kurşunun taşınmasına da nezaret etmekteydi.
Mübaşir kurşunun taşınması esnasında çıkan aksaklıkları merkeze bildirip,
sorunun çözümü için emir talep ederdi (BOA, MEDAD 8: 692-1). Mübaşir olarak
görevlendirilen kişilerin bir diğer görevi de kazalardan tedârik edilen
develerin madene ulaşmasını sağlamaktı (BOA, MEDAD
9:
215-2). Kurşunun nakliyle görevli
mübaşirin hastalık gibi nedenlerle görevini yapamaması kurşunun taşınmasını
geciktirmiştir (BOA, D.BŞM.DRB 15/52). Yukarıda sayılan görevleri yapması
karşılığında mübaşire ödenen mübaşiriyye ücreti, tevzi defterlerine masraf
olarak yazılarak ilgili kazalardan tahsil edilirdi. 22 Temmuz 1797’de, kurşunu
taşımakla görevli kazalardan üzerlerine düşen kurşunun her kıyyesine ikişer
para mübaşiriyye alınarak maden eminine teslim edilmiştir (BOA, MEDAD 9:
217-1).
Mübaşirlere
ödenen bu ücretlerin yanında madene sermaye götüren ya da madenden İstanbul’a
gümüş nakleden görevlilere de mübaşiriyye ücreti ödenmekteydi. 1820-1821
yılında Bozkır madeninden hizmet-i mübaşiriyye olarak 7.500 kuruş ödenirken
(BOA, D.BŞM.MHF.d 8824) 1838 yılı masrafları arasında hizmet-i mübaşiriyye de
vardı707 (BOA, DRB.d 1027).
2.2.3.5. Kurşunun Gemilerle
Nakledilmesi ve Nevl
2.2.3.5.1. Kurşunun Gemilerle
Nakledilmesi
Bozkır
madeninden Alanya İskelesi’ne gönderilen kurşunlar devlete ait kalyonlarla
İstanbul’a gönderilirdi (BOA, MEDAD 8: 638 d1). Bunun yanında Alanya
İskelesi’nde bulunan kurşun “sefine isticâr” edilerek yani gemi
kiralanarak
706 Bozkır
madeni emini Seyyid Ali Efendi, Karaman eyaleti kazalarının kurşun nakli için
deve göndermeleri gerekirken bir deve dahi gelmediğini ve kendisinin deve
kiralayarak kurşunun bir miktarını taşıdığını ancak kurşunun madende kaldığını,
kendi tarafından adam tayin edilmesine rağmen bir faydasının olmadığını,
kurşunun nakli konusunda sıkıntı yaşandığını belirterek bu iş için bir mübaşir
görevlendirilmesini istemiştir (BOA, C.DRB. 916). Örnekte görüldüğü üzere maden
eminleri taşıma işlemi için mübaşir görevlendirilmesinin bazı sıkıntıları
çözeceğini düşünmüştür. Devlet bu sorunun çözümü için, 23 Şubat 1801 tarihinde
Selim Ağa adlı kişiyi mübaşir olarak görevlendirmiş ve mevcut kurşunun iskeleye
gönderilmesini istemiştir (BOA, C.DRB 919).
707 Avaid-i
ketebe-i darbhane ve hizmet-i mübaşiriyye olarak 18.350 kuruş Bozkır madeninden
verilmiştir (BOA, DRB.d 1027).
da İstanbul’a taşınırdı (BOA,
D.DRB.THR 34/9). Kurşunun taşıma işlemi maden emininin ilamı ve darphane
nazırının tahriratı üzerine kaptanı deryadan durumun sorulması ve sefine
ayarlanması ile gerçekleşirdi708
(BOA, MEDAD 8: 688-1). Sefineyi ayarlayan diğer bir görevli ise gümrük eminiydi
(BOA, MEDAD 9: 183-2). Sefine geldiği anda kurşun tartılarak gemiye yüklenir
(BOA, MEDAD 8: 685-2). Kaç külçe ve kaç kıyye kurşunun hangi kaptanın gemisine
yüklendiği yazılarak merkez bilgilendirilirdi (BOA, C.DRB 1837). Alanya
mutasarrıfı, kadısı, gümrük emini, dizdar ve zabitanı kurşunun yüklenmesinden
ve miktarının bildirilmesinden sorumlu olan mübaşirden senet alarak mahalline
kayıt ettirirlerdi (BOA, MEDAD 8: 681-2). Bu işlem ileride ortaya çıkacak
anlaşmazlıkların önüne geçmek için kurşunun taşınmasının her aşamasında yapılan
genel bir uygulamaydı.
Alanya
İskelesi’ndeki kurşunlar, devlete ait gemilerle taşınırken devlete ait gemi
bulunamadığında başka milletlere ait gemilerle de götürülmüştür (BOA, C.DRB
2045). 21 Ocak 1790 tarihinde, Fransız gemisine kurşunun yüklenmesi ve mutemet
bir adamla birlikte İstanbul’a gönderilmesine dair bir emir verilmiştir (BOA,
MEDAD 9: 184-1). 24 Mayıs 1782’de kurşunun iskelede korunması görevini de yapan
dizdar ile diğer görevlilere kurşunun miri kantar ile tartılması, Dâmân
kaptanın kalyonuna yüklenerek kaptandan temessük alınması ve mahkeme tarafından
kaptana hüccet verilmesi emredilmiştir (BOA, C.AS 38432).
Bazen
ayarlanan gemilerin şiddetli kış nedeniyle iskeledeki kurşunu alamadan
döndükleri olurdu (BOA, D.DRB.THR 50/18). 1809 yılında, iskelede bulunan
mahzendeki 1.102 külçe 1.142 kantar-ı rumi kurşunun nakli için
gönderilen sefine iki defa iskeleye yaklaşmasına rağmen kışın şiddetli
olmasından dolayı geri dönmek zorunda kalmıştır (BOA, D.DRB.THR 50/18). Bu
nedenle iskelede bulunan kurşunun kıştan evvel mevsim-i deryâ mürûrundan
mukaddem der‘aliyyeye nakledilmesi gerekirdi (BOA, C.DRB 955).
708 Kaptan-ı
derya gemilerin başka yerlerde görevlendirildiğini ve kurşunu doğrudan
İstanbul’a götürecek bir geminin ayarlanmasının daha iyi olacağını ifade
etmiştir (BOA, AE.SABH I 5368). Kurşun taşıma işlemi esnasında başka görev alan
geminin taşıdığı yük kayıklarla İstanbul’a taşınmıştır (BOA, D.BŞM.d 5792: 2).
Alanyalı Mustafa’nın gemisine kurşunlar yüklenmiş ve Sakız Adası’na kurşunlar
bırakılmıştır. Mısır tarafına görevlendirilen geminin adaya bıraktığı
kurşunların İstanbul’a gönderileceği, 25 Ocak 1789’da bildirilmiştir (BOA,
MEDAD 9: 180-d). Toplam 3.184 külçe olan kurşundan 31 kayıkla 3.112 külçe olmak
üzere 88.287,5 kıyye teslim edilmiştir (BOA, D.BŞM.d 5792: 2).
Alanya
İskelesi’ne Bozkır madeninden 50.000 kıyye kurşun nakledildiğinden ve 20-30 gün
içerisinde 150.000 kıyye kurşun da iskeleye ulaşacağından geçen sene kurşunu
taşıyan ve bu sene de taşıması istenilen Rodos sancağı mutasarrıfına ve Alanya
gümrük eminine, 24 Haziran 1797’de bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 216-2). 27
Eylül 1797 tarihli hükümde ise aynı bilgiler tekrar edilmiştir (BOA, C.DRB
435). Her iki emir karşılaştırıldığında kurşunu nakletme işleminin kolaylıkla
yapılamadığı ve devlet tarafından öngörülen zaman içerisinde kurşunun iskeleye
taşınamadığı ortaya çıkmaktadır.
2.2.3.5.2. Gemilere Ödenen Ücret
(Nevl)
Bozkır
madeninden Alanya İskelesi’ne nakledilen kurşunlar, deniz yolu kullanılarak,
kiralanan gemilerle İstanbul’a gönderilirdi. Kurşunu taşıyacak olan gemilere, nevl
adı verilen gemi kirası ya da taşıma ücreti olarak adlandırılan bir ücret
ödenirdi. Nevl gemi kirası, yük nakli ücreti anlamlarına gelirken (Ahmet Vefik,
2000: 773); gemi kirası, gemi veya vapura eşya ve yolcular için verilen ücrete
Yunancada navlon denirdi. Arapçada aynı anlamıyla Yunancadan alınarak nevl şeklinde
kullanılmıştır (Şemsettin Sami, 1317: 1452-1453).
Kurşunu
nakletmek üzere kiralanacak gemi için geminin reisiyle pazarlık yapılması ve
ücretinin yazılarak reisine bir senet verilmesi gerekirdi709
(BOA, MEDAD 8: 547-1). 1 Temmuz 1798 tarihinde, Aynozlu Yani sefinesine konmak
üzere 1.000 kantar kurşunun önceki senelere mukayesesi sonucu “beher kantarı
otuz ikişer pâra hesâbıyla maktûan sekiz yüz kuruş nevl ile isticâr
ve kat‘-ı bazâr ve nısfı hîn-i ‘avdetinde virilmek üzere nısfı ahari nakden
dört yüz kuruşun itası” ifadesine göre taşıma için 400 kuruş
darphaneden peşin olarak verilirken kalan meblağ ise kurşunun darphaneye
tesliminde verilecekti (BOA, C.DRB 1724). Kurşunun kantarına 32 para710
gemi kirası ödenirken gemi kirası olarak ödenen meblağın üçte biri görevin
yerine getirilmesi şartıyla ve üçte ikisi peşin olarak verilmek üzere
709
Alanya kadısı ve Alanya gümrük eminine gönderilen 6 Mayıs 1795 tarihli hükümde,
nevli İstanbul’da ödenmek üzere kat‛- ı bazâr
olunarak yüklenen kurşunun ve geminin kat‘ olunan nevlinin miktarının
belirtilmesiyle reisine senet verilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 547-1).
710 18
Temmuz 1804 tarihinde ise Alanya İskelesi’nden yüklenecek 1.500 kantar kurşun
1.500 kuruşa Eşkinozlu Nikola tarafından taşınacaktı. Bu belgenin kenarında
kurşunun kantarının önceden 32 paraya taşındığı da yazılmıştır (BOA, C.SM
1017). Buradan anlaşılacağı üzere artık kurşunun kantarı bir kuruşa başka bir
deyişle 40 paraya taşınmaya başlamıştır.
mukavele ve “kat‘-ı bazâr”
edildiği ile ilgili örnekler de vardır. 24 Nisan 1800’de Sakızlı Mike reisin
gemisine kurşunun yüklenmesi ve 600 kuruşun 200 kuruşu kurşunun tesliminde ve
sülsanı olan 400 kuruş peşin olarak verilmiştir (BOA, DRB.d 969; BOA, C.DRB
1837). Ancak ücretin peşin ya da kurşunun tesliminde verilen miktarları her
zaman aynı değildi. Nevl bedelinin yarısı (BOA, C.DRB 1724) ya da de üçte biri711
(BOA, C.AS 6937) peşin olarak da ödenebilmiştir. 25 Ocak 1798’de, Fransız
kaptanlarından Verton Sülünü gemisine kurşunun kantarı 32’şer paradan
yüklenmesi konusunda yapılan mukaveleye göre, nevl bedelinin yarısı olan 1.250
kuruş peşin olarak ve kalanı ise İstanbul’a gelince verilecekti (BOA, MEDAD 9:
219-d2). İstanbul’a gelince verilmesinin temel nedeni gemide ne kadar kurşun
çıkarsa ücretin o şekilde verilmek istenmesiydi712.
Bir başka deyişle devletin kendini güvence altına almak istemesiydi. Bu
tarihten önce kurşunun taşınması için nevl verildiğine dair bir örnek olmadığından
bu tarihe kadar miri sefineyle taşınmış ancak miri sefineyle nakil mümkün
olmadığından bu yola başvurulmuştur (BOA, C.DRB 2045). Nitekim devlet gemi
kirası ödememek için kurşunun karadan taşınması yolunu da araştırmış713
fakat karadan taşıma daha masraflı olduğu için önce Alanya İskelesi’ne oradan
da gemilerle İstanbul’a taşınması konusunda karar kılmıştır.
2.2.3.6. Alanya ve İstanbul’daki
Mahzenler (Depolar)
Bozkır
madeninde kurşunların konulduğu bir mahzen varken714
(BOA, C.DRB 3252; BOA, MEDAD 9: 181-d) aynı şekilde kurşunun korunması amacıyla
Alanya’da da bir mahzen vardı (BOA, MEDAD 8: 648 d). Kurşun Bozkır madeninden
geldikten sonra tartılarak ve miktarı yazılarak kurşunun korunmasına
711 1800 yılında,
kantarı 32 para nevl üzere 80.000 kıyye 1.800 kantar kurşunun taşıma ücretinin
üçte biri olan 480 kuruş darphaneden kaptana peşin olarak, kalan üçte ikisi
olan 960 kuruş ise İstanbul’a ulaşınca verilecekti (BOA, C.AS 6937).
712 Alanya
İskelesi’nden gemilere yüklenen kurşun kadı ve gümrük emini tarafından
tartılarak gemiye yüklenmiş ve bu konuda merkeze bilgi verilmiştir (BOA, MEDAD
9: 219-2). Fransız kaptanın gemisine 3.180 kantar kurşun yüklenerek kantarı 32
paradan 2.545 kuruş tutan nevlin yarısı olan 1.250 kuruş peşin olarak
verilecekti (BOA, C.DRB 2045).
713 22
Ağustos 1779 tarihinde, Bozkır madeni üretimi kurşunlar Alanya İskelesi’nde
iken İstanbul’a taşınması için Alanya’da bir gemi olmadığı ve merkezden bir
geminin bulunması maden emini tarafından dile getirilince gemi kirası
ödeneceğinden dolayı kurşunun karadan taşınması için yapılacak masrafların
araştırılması istenmiştir (BOA, MEDAD 8, 628-1).
714
Bozkır madenindeki ustalardan
satın alınarak mahzenlere konan kurşun defterlere şöyle kaydedilmiştir: Bozkır
madeninde üretilen kurşun satın alınarak tamgalanmış olarak der mahzen olan
kurşun 478 külçe 12.601 kıyye idi (BOA, D.DRB.THR 6/29).
memur olan kişiye715
teslim edilirdi. Bundan sonra Alanya ahalisinin “cümle ittifakıyla”
kurşun der mahzen olunurdu (BOA, C.DRB 267).
Alanya İskelesi’nden İstanbul’a
gönderilen kurşunlar ise Yalıköşkü sahilinde
Sepetçiler Kasrı tahtında bulunan
mahzenlere716 konurdu (BOA, MEDAD 8: 782-2).
Bu mahzenlerde madenlerin yüklenmesi
gibi işlerde çalıştırılan görevliler de vardı.
29
Kasım 1804 tarihinde, bu mahzende
bulunan kurşun ve bakırın darphaneye nakli için 400 arka hamalı tutulmuş ve
bunlara günlük 15 çürük akçe ücret verilmiştir (BOA, C.DRB 2544). Alanya
İskelesi’nden gelen kurşunların Yalıköşkü’ndeki
mahzenlere
nakledilmesi için 9 kıta mâ‛ûne717
talebi, 14 Şubat 1790 tarihinde olumlu karşılanmıştır (BOA, C.ML 232).
2.2.3.7. Nakliye Ücreti
Kaza
ahalileri hisselerine isabet eden kurşunu develerine yükleyerek Alanya
İskelesi’ne götürdükleri zaman mübaşirden “halas kağıdı” alırdı. Fakat
bu görevleri yapmalarına rağmen ahaliden nakliye ücretinin de alındığı yönünde
şikayetler de olurdu. Yapılan araştırma sonucunda bu bilginin doğru olması
durumunda ilgililere alınan bu ücretin geri ödenmesi emredilirdi (BOA, MEDAD 8:
699-2). Kurşunu Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne Karaman eyaleti, İçil sancağı ve
Alanya sancağı kazaları ahalisi taşımakla görevliydi. Her kaza kendi hissesine
düşen kurşunu taşımak zorundaydı. Kurşunu taşıma görevi yerine bazı kazalar
nakliye bedeli ödemişlerdi. Fakat nakliye bedeli ödenmesine rağmen kurşunun
taşınması daha önemli olduğundan alınan bu ücretlerin geri ödenmesi ve ahaliden
üzerine düşen kurşunu iskeleye götürmelerinin istendiğine dair örnekler de
vardı (BOA, MEDAD 8: 696-d).
Kurşun
taşıma yerine bedel ödeyen kazalarda ise uygulama şöyleydi: Kurşunun nakli için
gerekli deve tedâriki emri gelince, bu emir görevli memur tarafından kaza mahkemelerinde
okunur. Bundan sonra deve tedârik eden ya da bedelini ödeyen kazaların kadıları
durumu ilamlarıyla tahrir ederdi (BOA, C.DRB 2416). Kazalardan alınan nakliye
ücreti ile maden emini tarafından çeşitli mahallerden hayvanlar tedârik
715 Haziran 1793
tarihinde bu görevi Tosun Yazıcı adlı bir zimmi yapmıştır (BOA, C.DRB 267).
716 İki
bab mahzen vardı (BOA, D.BŞM.DRB 17/9).
717 Mâ‛ûne, mavna
da denilen yük taşıyan kayık anlamında kullanılmıştır.
edilirdi (BOA, MEDAD 9: 214-2).
Bu anlamda alınan nakliye ücreti yine kurşun taşımada kullanılırdı.
25 Ocak
1783’de iskeleye götürülecek kurşundan Konya kazası hissesine 20.000 kıyye
kurşunun nakliye ücreti, Konya ayanı tarafından alınmıştır. Fakat ayanın bu
parayı eski Karaman valisine verdiğini söylemesi üzerine davanın mahallinde
görülmesi ve bu ücretin ayandan alınması emredilmiştir (BOA, MEDAD
8:
667-1). Nakliye bedeli ilgili
kazalardan mübaşir vasıtasıyla toplanarak Karaman valisine teslim edilir ve
hangi kazadan ne miktar alındığı deftere kaydedilirdi718
(KŞS
67:
5-1).
26 Ekim 1787
tarihli hükme göre, Bozkır madenindeki kurşunun üçte biri madenciler tarafından
mahallinde satılacak ve kurşunun kalan üçte ikisi darphaneye teslim edilecekti.
Kurşunun nakliye ücreti ise maden emini vasıtasıyla madenciler tarafından
verilerek nakledilecek, kazalardan bir akçe talep edilmeyecekti. Darphaneye
gönderilen kurşunun her kıyyesi nakliye ücreti ile birlikte 8,5 para olmakla
birlikte nakliye ücreti, satılacak kurşundan madenciler tarafından
karşılanacağından her kıyyesinde 1,5 para düşülmesiyle darphaneye yedişer
paraya verilecekti719
(BOA, MEDAD 9: 171-1; BOA, C.DRB 967). Bozkır madeninde üretilen kurşunun üçte
ikisini madenciler mahallinde satarak, kurşunun iskeleye nakli için gerekli
olan nakliye ücretinin karşılandığı ve bu nedenle halktan nakliye bedelinin
alınmaması 22 Şubat 1790 tarihinde emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 185-d1). Bozkır
madeni ilk açıldığında madende üretilen kurşunun üçte ikisi mahallinde
madenciler tarafından satılarak elde edilen parayla kalan kurşunu Alanya İskelesi’ne
nakletmek üzere nizam verilmiş ve 1789 ile 1793 yıllarında da bu emir
tekrarlanmıştır. Fakat 1796-1797 yılında kurşunun yarısının satılarak nakliye
718Aksaray
sancağı 131, Kırşehir sancağı 165, Akşehir sancağı 271, Kayseri sancağı 50,
Kadınhanı ve Ladik derbentleri 550, Argıthanı 2.500 kıyye kurşunu taşıma
karşılığı 125; Gaferiyat kazası 54,5 ve İnsuyu kazası 24 kuruş ücreti Karaman
valisine teslim etmiştir. Toplam 1.270,5 kuruştan 850 kuruş Beyşehir livası ve
Belviran kazasının hazeriyyeleri malından 850 kuruş göndermesi gerekirken
karşılığında gönderilen üç at geri Bozkır madeni eminine iade edilerek bu oran
düşülmüş ve 520,5 kuruş teslim alınmıştır (KŞS 67: 5-1).
719 Aynı
emir 7 Ekim 1789 tarihinde yeniden gönderilmiştir. Kurşunun üçte birinin madenciler
tarafından mahallinde satılmasına gerekçe olarak kurşunun Alanya İskelesi’ne
nakledilmesi için Karaman eyaleti kazalarına yılda 70-80 kese akçe tevzi
edilerek nakliye ücreti alındığı bu durumun halka zulüm olduğu ifade edilmiştir
(BOA, C.DRB 238).
ücretinin
verilmesi emri terk edildiğinden kazaların muafiyet iddialarına itibar
edilmemesi emredilmiştir (KŞS 67: 179-1).
25 Eylül
1789’da, Bozkır madeninden iskeleye götürülen kurşunun kıyyesine - iskeleye
nakledilen 86.166 kıyye kurşunun nakliye ücreti 4.308 kuruş tutmuş- iki para
nakliye ücreti verilmiştir. Nakliye ücreti devlet tarafından verileceği gibi
madende bulunan kurşunun satılmasıyla da nakliye ücretinin ödeneceğine dair
izin ve ruhsat maden eminine verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 183-1).
22 Mart
1780 yılında (BOA, MEDAD 8: 634-1, 634-2) ve 1782 yılında (BOA, C.DRB 3090;
BOA, C.DRB 3252) kurşunun iskeleye 100 kıyyesi 50 paraya nakledilmiştir. Yani
bir kıyye kurşun 0,5 paraya bir başka deyişle 1,5 akçeye Bozkır madeninden Alanya
İskelesi’ne taşınmıştır. 2 Ocak 1806 tarihinde ise iskeleye götürülen kurşunun
kıyyesi yedi akçeye720
taşınmıştır (BOA, DRB.d 987). 1811 yılında 100 kıyye kurşun altı kuruş ile
nakledilirken 1,5 kuruş zam ile 7,5 kuruşa götürülmüş ve her kıyyesi üçer paraya
gelmiştir (BOA, DRB.d 970; BOA, D.DRB.THR 100: 4 lef 3). 30 Aralık 1814
tarihinde, Bozkır madeninden Şam’a gönderilen 10.000 kıyye kurşunun Bozkır
madeninden Alanya İskelesi’ne 750 kuruş, Alanya İskelesi’nden Beyrut
İskelesi’ne 716,5 kuruş ve Beyrut İskelesi’nden karadan Şam’a 800 kuruş olmak
üzere toplam 2.266,5 kuruş tutan nakliye ücretinin Alanya gümrük emini
tarafından verileceği belirtilmiştir (BOA, C.AS 25803). Bu tarihte de
Bozkır’dan Alanya’ya kurşunun kıyyesi üç paraya götürülmüştür.
Madenin
kapatıldığı 1785 yılında madende mevcut kurşunun iskeleye taşınması ile görevli
olan kazalardan nakliye ücretini ödeyen kazalar, kurşunun kıyyesine 4 para
ödemiştir (BOA, C.DRB 3041; BOA, AE.SABH I 18534). 1796-1797 yılında ise
kurşunun kıyyesine beş para nakliye ve iki para mübaşiriyye ücreti alınmıştır721
(BOA, MEDAD 9: 217-1). Benzer şekilde, 15 Ocak 1797 tarihinde, Niğde ve Kayseri
gibi kazaların uzak olmasından dolayı kurşunu götürmelerindeki
720 Madenden
iskeleye taşınan 81.932 kıyye kurşun için 4.779 kuruş nakliye ücreti
verilmiştir (BOA, DRB.d 987).
721 Kadınhanı
derbendi hissesi olan 4.000 kıyye kurşun ile Ladik derbendi hissesi 499,5 kıyye
kurşunun nakliye ve mübaşiriyye ücretleri teslim alınmıştır. Akşehir, İshaklı
ve Doğanhisar kazalarının da bu ücretleri gönderdiği, Aksaray ve Koçhisar 229,5
kuruş, Argıthanı ile Doğanhisar’ın 218,5 kuruş verdiği ve Ereğli kasabası
ahalisi yarısını görevliye teslim ederken, diğer yarısı için maden eminine borç
senedi/temessük verdiği; Aladağ, Pirluganda, Belviran ve Kılbasan
derbentlerinin ise bu ücretleri ödediği görülmektedir (BOA, MEDAD 9: 217-1).
zorluk nedeniyle kurşunun her
kıyyesine beşer para nakliye ve ikişer para hizmet-i mübaşiriyye ücreti tahsil
olunması emredilmiştir (KŞS 67: 179-1). Kurşunun nakleden kaza ahalilerine 1814
yılında kıyyesine üç para ücret ödenirken, 1811 yılında kurşunu nakletmek
yerine ücretini ödeyen kazalardan aynı oranda kurşun için yedi para ücret
alınması, kurşun taşıma görevinin kazaların yükümlülüğü olduğunu
göstermektedir. Her ne kadar devlet tarafından kurşun taşıma görevi vergi
olarak değerlendirilmese de bugünkü anlamda bir angarya olduğunu söylemek
mümkündür. Zira devlet, kurşunu taşıyan kaza ahalilerine verilen ücretlere bakarak,
sadece taşıma masraflarını vermiştir.
Bozkır
madeninde üretilen kurşunun Alanya İskelesi yerine İzmit İskelesi’ne taşınmaya
başladığı dönemlerde ise, kurşunun nakli doğrudan karadan yapıldığından kıyye
yerine kantar üzerinden taşıma ücreti hesap edilmiştir. 1822-1823 yılında İzmit
İskelesi’ne nakli için kurşunun her kantarına 50 kuruş nakliye ücreti isteyen
Alanya ahalisinin isteği kabul edilmemiş ve kantarının 20 kuruşa taşınması ve
taşıma ücretinin maden emini tarafından peşin olarak ödenmesine karar
verilmiştir (BOA, DRB.d 159). 1827-1828 yılında da kurşunun kantarı İzmit
İskelesi’ne 20 kuruşa Alanya sancağı ahalisi tarafından taşınmıştır (BOA, DRB.d
1044). Bozkır madeninden İzmit İskelesi’ne nakil işlemiyle benzerlik olması
nedeniyle Bereketli madeniyle ilgili şu örnek verilirse durum
aydınlatılacaktır. Bereketli madeninde İzmit İskelesi’ne kurşun gönderilirken
kurşunu götüren devecilerin eline devecilerin isimleri ile develerine ne kadar
kurşun yüklendiğine dair bir mühür tezkere verilir, kurşun iskeleye vardığı
anda vezn edilerek teslim alınır ve devecilere yeniden mühür tezkere verilerek
teslim edilen kurşunun miktarı deftere yazılırdı. İskeleye getirilen kurşunlar
ise sefineye yüklenerek İstanbul’a nakledilirdi (BOA, MEDAD 9: 430-2). Bozkır
madeninde üretilen kurşunun taşınmasında yeni bir değişikliğe 12 Mayıs 1834
tarihinde gidilmiştir. Buna göre 1823 yılından itibaren Bozkır madeni üretimi
kurşunu İzmit İskelesi’ne Alanya sancağı ahalisi deve tedârik ederek taşırken
yine aynı sancak tarafından Alanya İskelesi’ne nakledilmesine karar verilmiştir
(BOA, MEDAD 3: 280-2).
2.3. Altın ve Gümüşün Nakli
Bozkır
madeninde üretilen gümüş ve mahlût sîm olarak adlandırılan altınla
karışık gümüşün bir kısmı vergi olarak ücretsiz, kalan kısmı ise devlet
tarafından satın alınarak darphaneye gönderilirdi. Bozkır madeninden gönderilen
bu madenlere “hazine” denilmekteydi (BOA, MEDAD 8: 674-2). Bozkır
madeninden gönderilen bu hazineler kara yolu ile darphaneye nakledilmekteydi.
Bu nakil işlemi hazinenin torbalara doldurularak tartılması ve hayvanlara
yüklenmesiyle belirli bir yol güzergahı takip edilerek darphaneye teslimi ile
gerçekleşirdi.
Altın ve
gümüşler torbalara doldurulur ve bu torbalar hazine-bend edilirdi722.
Yani ağızları bağlanırdı. Yaklaşık 40.385 kg ağırlığında olan bu torbalar
(Tızlak, 1997a: 164), işlenmiş madenler ya da işlenmemiş cevherler olarak
mühürlenir723,
maden emininin görevlendirdiği bir memur tarafından yola çıkarıldığında bu
madenleri taşıyan görevliye hazinenin miktarını belirten bir pusula verilirdi
(Özkaya, 2008: 312). Nitekim Bozkır madeni emini Halil, 11 Mayıs 1778 tarihinde
gönderilen gümüşlerin teslim edildiğine dair sened istemiştir. Bozkır madeninde
mevcut olan sim “bir himl724
hazinebend olunub” çukadarları Mustafa Ağa’ya terfikan emekdâr
ve mutemedimiz Abdullah Efendi ile Darbhâne-i ‘Âmireye ba‘s ve tesyîr olunub
kaide üzere mikdâr-ı derâhimi ve kıt‘âtı beyanıyla bir kıt‘a mühür icmâl
mevzû‘â irsâl olunduğu ma‘lûm‘ılm-i ‘âlilerî buyruldukda ba‘de’l-vezn teslimini
müş‘ar senedâtın tarafıma i‘tâsı (BOA, C.DRB 1058) denilerek ne miktar
gümüş gönderildiğinin mühürlü olarak gönderildiğini belirterek
tesliminde de kendisine miktarını gösteren bir belge verilmesini maden emini
talep etmiştir. Bozkır madeninde üretilen gümüşler ya da gümüşle karışık
haldeki altınlar üretildiği anda
722 Bozkır
madeninde imâl ve hazine-bend olan simin darphaneye teslim (BOA, DRB.THR 36/25)
edilmesi emrinde de aynı anlamda kullanılmıştır.
723 Gümüşhane
madeninde ise, altın ve gümüş cevherleri cesîm izabehanelerden çıktıktan sonra
ceviz sandıkları içine konularak maden emini ve ustabaşı tarafından temhîr
edildikten sonra hazine-i amireye gönderilirdi (Abdürrahim Şerif 1341: 402).
Yani ceviz sandıkları maden emini ve ustabaşı tarafından mühürlendikten sonra
cevherler gönderilirdi. Kimin elinde mühürsüz gümüş bulunursa alınacağı maden
kanunnamelerinde geçmektedir (Akgündüz, 1990a: 558; Anhegger-İnalcık: 2000: 8).
724 Halil
İnalcık bir himl maden cevherini 4 kabal=77 okka ve 140 dirhem bugünkü anlamda
99,576 kg (İnalcık, 1991a: 21; İnalcık, 2003; 254) olarak vermiştir. Bir hiçe,
üç himle eşitti (Spaho, 1913: 143). Osmanlı nizamnameleri kabalı bir hayvan
yükü cevher ve hiçeyi iki bargir çektügi cevher yükü olarak tayin
etmekteydi (İnalcık, 1991a: 16). Dolayısıyla bir himl dört kabal olduğuna göre
bir hiçe 12 kabal olmalıydı ki İnalcık küçük hiçenin 12 kabala eşit olduğunu
tespit etmiştir (İnalcık, 1991a: 21).
gönderilmez, biriktirilmek
suretiyle senede birkaç defa olmak üzere İstanbul’a gönderilirdi. 12 Mart 1782
tarihinde, dört defa ve bir de geçmiş seneden kalan sim hazinesi için 600 kuruş
harcırah verilmiştir (BOA, C.DRB 3090). Bu durum belgelerde şöyle ifade
edilmiştir; “… hâsıl olan zer ve simin bir dirhemin ketm olunmayarak
hazinebend ile peyderpey darbhâne-i âmireme irsâle …” (BOA, MEDAD 9:
223-1).
Bozkır
madeninden Üsküdar’a ulaştırılan gümüş, kurşunun İzmit İskelesi’ne gönderildiği
yoldan gönderilmiş olmalıdır. Bozkır madeni ile Üsküdar arasının 121 saat
olduğuna yukarıda değinilmiştir. Dolayısıyla Bozkır madeni üretimi olan mahlut
sim ve saf sim Bozkır madeninden başlayarak Seydişehir- Beyşehir- Kırili-
Akşehir-Hüsrev Paşa Hanı- Seyitgazi- Eskişehir- Bozöyük- Yenişehir- İznik-
Geyve üzerinden İzmit’e ya da Dil İskelesi’ne, Gebze’ye oradan da Üsküdar’a
ulaştırılmış olmalıdır (Harita 3; Redif Askeri Tâlimatnamesi Sûreti, 813/4).
Anadolu’da bulunan yollar içerisinde bulunan sağ kol güzergahı Üsküdar’dan
başlamak üzere Gebze- Dil İskelesi veya İzmit üzerinden devam etmekteydi
(Harita 3). Ancak altın ve gümüşler atlarla taşındığına göre karadan İzmit
üzerinden Gebze yoluyla Üsküdar’a ulaştırılmış olmalıdır725.
Bu sağ kolun ana yolundan ayrılarak Beyşehir ve Seydişehir üzerinden Bozkır
madeni emanetine ulaşan tali yolda da menziller vardı. 27 Eylül 1802 tarihinde,
Seydişehir ve Kırili kazaları menzilleri için vilayet tarafından bir kiracıbaşı
tayini, ulaklara zorluk çıkarılmaması ve menzillerde 12 at bulundurulması
Alanya mutasarrıfı, asker başbuğu ve Bozkır madeni emini olan Abdurrahman’a
emredilmiştir (BOA, C.NF 1604). 16 Mayıs 1836 tarihinde Bozkır kazasından
Siristat muhtarı sanisi olan Hacı Mehmet, menzilci olarak kayıtlıdır (BOA,
NFS.d 3316: 2).
Madenlerden
gelen sim hazinesi hakkında “… Üsküdar’a gelinceye dek yol üzerlerinde
her kangınızın taht-ı kazâsına dâhil olur ise mümen ve mahfûz-ı birle kondurub
ve müstevfî adamlar ta‘yîni ile gîcelerde ve gündüzlerde bekledüb ve esnâ-yı
râhda yanına mikdâr-ı kifâye tüfeng-endâz ve müsellem ve yarâr ve secî‘ adam
72518
Ağustos 1803 tarihinde, gönderildiği yer olarak maden canibinden diye
bahsedilen bir hazinenin naklinde bu yol kullanılmıştır. Maden tarafından
İstanbul’a gelen hazineye, İzmit menzilhanesinden çıktıktan sonra Gebze’ye giderken
Taşkiri ve İzmit arasında eşkıya saldırmış ve hazinenin çalındığı görevli tatar
tarafından bildirilmiştir. Askeriyle birlikte mahalle gelen İzmit mütesellimi
hazine konan torbaları bulmuştur (BOA, C.ZB 1326)
koşub gereği gibi mahalli hıfz
ve hırâset iderek emîn ve sâlim kazâdan kazâya ulaşdırub ve üzerlerine ta‘yîn
olunan adamlar hazîne-i mezkûre üzerinde müteferrik olmayub mashûben bi’l-yevm
vardıkları kazânın kadısından i‘lâm-ı şer‘iyye ahz ve ol-vecihle ‘avdet eylemek
üzere tenbih ve te’kîd olunmak fermânım olmağın şöyleki hazîne-i mezkûrenin
hıfz ve hırâseti husûsunda bir dolu tekâsül ve ta‘assubunuz sebebiyle…”
denilerek hangi kazanın hududunda hazineye bir zarar gelirse öne sürülecek
bahanelere itimat edilmeyip mallarından iki katı ile tazmin edileceği de
bildirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 569-2). Maden hazinesinin geçtiği yolun
güvenliği, yol üzerindeki vali, kadı ve naiblerin sorumluğundaydı. Bu
görevlilerin temel görevi hazine gelmeden gerekli tedbirleri almaktı. Bu
tedbirler hazinenin korunması için gerekli, yukarıda özellikleri belirtilen
adamları ayarlamak ve hazinenin konulacağı yerleri hazırlamak olmalıdır. Hazine
bu görevlilerin kazalarına girdiği zaman ise madenin korunması için adamlar
görevlendirilir ve kendisine hazineyi teslim eden bir önceki kaza ahalisine
teslim alan kazanın kadısı teslim ettiklerine dair bir ilam verirdi. Bunun
nedeni her kazanın bir sonraki kazaya teslim ettiği hazine miktarını tespit
etmek olmalıdır, herhalde ortaya çıkan bir anlaşmazlık neticesinde bu belge
kullanılmış olmalıdır zira bu belgelerin saklanması ilgili kazalardan
istenmiştir. Hazinenin başına bir iş gelmemesi için görevliler gece-gündüz ve
yollarda götürülürken bu hazineyi korurdu. Hazineyi korumakla görevli kişiler
hazineyi belgede ifade edildiği haliyle mashûben yani birlikte korurdu.
Hazinenin başına bir iş gelmesi halinde ilgili görevlilerden ve hangi kazada
bir sorun olmuşsa o kaza halkından iki katıyla hazinenin bedeli alınırdı726.
6 Ağustos 1790 yılları arasında Bozkır madeninde üretilen 33 kıyye altın ve
gümüş darphaneye gönderileceği zaman eşkıyalar tarafından Kırili kazasında
yağma edilmiştir. Maden emini ve yanındakilerden alınan para, sermaye akçesi ve
maden bedellerinin kaza ahalisinden ve bu olaya karışanların toplanması, 8 Ekim
1790 tarihinde emredilmiştir (BOA, C.DH 12225).
13 Ocak 1784
tarihinde, maden hazinesinin geçtiği yolun güvenliği, yol üzerindeki vali, kadı
ve naiblerin sorumluğundaydı. Burada hazine olarak bahsedilen madene gönderilen
sermayeydi. Ancak her iki hazinede aynı güzergah üzerinden
726 Bu konuda
bkz. BOA, MEDAD 8: 569-2; 623-2; 570-1.
gönderildiğinden aynı şartlar
geçerli olmalıdır. Bu nedenle sermaye ya da sim hazinesinin geçeceği bölgedeki
görevliler hazine kendi kazalarına ulaşmadan önce tedbir alırlar ve hazine
kendi bölgelerine girdiği zaman ise, madeni taşıyan kafilenin refakatine
müsellem, şeci‘, yarâr, bahâdır, tüfeng-endâz görevliler727
verir ve kafilenin konakladığı yerlerde gerekli güvenlik tedbirlerini
alırlardı. Bu hazine güvenli bir şekilde bir sonraki mahalle sevk edildiğinde
varılan kazanın kadı ya da naibinde ilam ve sermayenin naklinde sorumlu
mübaşirden mühürlü sened alınırdı. Hazinenin başına bir iş gelirse, ortaya
çıkan zarar iki katıyla görevlilerden tazmin ettirilirdi728(BOA,
MEDAD 8: 623-2). Madene gönderilen sermaye konusundaki bu emrin hemen altında
ma‘den-i merkûmeden gelecek zer ve sîm hazînesinin dahi Üsküdar’a
gelince muhafaza ve muhâresesiçün siyâk-ı meşrûh üzere başka emr-i şerif (BOA,
MEDAD 8: 623-2) bilgisinin bulunması aynı şartların geçerli
olduğunu göstermektedir729.
Madenden
çıkarılan altın ve gümüşler bir görevli ile gönderilirdi (BOA, DRB.THR 6/34).
Bu hazinelerle yola çıkarılan tatar ya da mübaşirlerin kazadan kazaya güvenli
bir şekilde ulaşması, gerekli menzil atlarının görevlilere verilmesi, bu
görevlilerin boş yere tutuklanmaması ve bunlardan çeşitli bahanelerle ücret
alınmaması gerekirdi (BOA, C.ML 219). 25 Kasım 1741 tarihinde, Keban ve Ergani
madenlerinden gönderilen sim hazinesi Turhal kasabasına geldiğinde, hazine
kasaba halkının belirlediği yere indirilmiş ve ahaliden yanına yeniçeriler
tayin olunmuştur. Fakat Turhal naibi tarafından bu hazinenin çalındığı
bildirilince, durumu yerinde araştırmak üzere bir mübaşir tayin edilmiştir.
Simin bulunamaması durumunda bu miktarın kasaba halkından tahsil edilmesi ve
her dirhemine 25 akçe olmak üzere 4.441,5 kuruş 20 akçe toplanması
emredilmiştir730
(BOA, C.DRB 1162).
727 Bu kişiler
doğru, cesur, faydalı, yiğit ve tüfek kullanabilen kişiler olmalıydı.
728 Gönderilen
her sermaye akçesinde bu emirler tekrar edilmiştir. Bu konuda bkz. BOA, MEDAD
8:
569-1; 623-2; 628-2; 631-2; 633-2;
651-2; 651-3.
729 Bozkır
madeninden gönderilen altın ve gümüşlerin Üsküdar’a gelene kadar korunmasına
dair verilen emirler için bkz. BOA, C.DRB 1092; BOA, MEDAD 8: 570-1.
730 Madenlere
gönderilen sermaye veya madenlerden darphaneye gönderilen altın ve gümüşün
naklinde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri güvenlik altına alınması
konusunda birçok emirler yayınlanan yollarda meydana gelen eşkıyalık
hareketleriydi. 23 Temmuz 1790 tarihinde, Keban ve Ergani madenleri tarafında
bulunan darphane nazırının çukadarı Deraliyye’ye menzil ile gelirken Tosya’ya
1,5 saat mesafedeki Çiftlik isimli mahalde önlerine beş kişi çıkıp mallarını
yağmalamıştır.
Maden
hazinesi yola çıktıktan sonra yolculuğun her aşamasında İstanbul
bilgilendirilir, darphaneye ulaştığında ise durum maden eminine bildirilirdi.
Semer ve menzil ücretleri, tatar ve çukadar harcırahları ve diğer nakliye
masrafları maden eminince karşılanır, bunlar maden emininin hesabına masraf
kaydedilirdi (Bölükbaşı, 2010: 75-76). Bu masrafların yanında harcırah “hazine
ağasına verilen, konakçıya verilen” semer, urgan ve torba masrafı (BOA, D.MMK.d
23125: 4; BOA, HH.d 18253: 2, BOA, HH.d 13823: 2 ) da vardı.
İstanbul’a
ulaştıktan sonra bu madenler, çeşnî işlemine tabi tutulurdu. Bu işlem
darphanenin kimyahane ve ayar tayin etme dairesi olan çeşnî dairesinde
gerçekleşirdi (Musa Kazım, 1329: 551). Bozkır madeninden gelen zer ve sim
defterdar (BOA, C.DRB 2343; BOA, AE.SABH I 13074, 13355) ve darphane nazırının
da (BOA, C.DRB 2406) hazır bulunduğu bir heyet huzurunda önce vezn edilir,
sonra çeşnî tutulurdu (BOA, D.BŞM.DRB 16/49). Burada Bozkır madeninden gelen
sim-i saf ile sim-i mahlut vezn olunarak, sim-i mahlutun çeşnîsi tutulurdu. Bu
işlemlerde gümüşün miktarı ve sim-i mahlut içinde ne kadar altın olduğu ortaya
çıkarılırdı (BOA, C.DRB 2406). Bu işlemden sonra bir senet hazırlanır, durum
padişaha iletildikten sonra belirtilen fiyat üzerinden hesabı yapılarak maden
eminine gelir kayıt olunurdu. Darphanedeki fiyat, madenlerdeki satın alma
fiyatından daha yüksekti. Bunda başlıca etken eminlerin nakliye gibi konularda
bu hazineler için yaptığı masrafların karşılanması düşüncesi vardı (Tızlak
1997a: 164). Sim vezn olunup çeşnî tutulduktan sonra ecnâs-ı nukûd-ı
kat‛ olunmak için ifrâzcıyâna teslim edilirdi731
(BOA, HAT 180/8191; BOA, C.DRB 2408). Burada vezn işlemi gelen cevherin
tartılarak miktarının belirlenmesini, çeşnî ise gelen cevherlerin kalitesi ile
altın ve gümüş oranlarının belirlenmesini ifade etmektedir.
Ancak yapılan araştırma sonucu
Hacı Hamza menzilcisinin de eşkıya ile birlikte hareket ettiği tespit
edilmiştir (BOA, C.ZB 775).
731 “…
Cümle müvâcehesinde vezn olunan sim yalnız dört bin iki yüz altmış beş
dirhem gelüb ol-mikdâr sîm-i sâfî darbhâne-i ‘âmirede ecnâs-ı nukûd-ı kat‘
olunmak üzere ifrâzciyâna teslim olunduğu …” belirtilerek başmuhasebeden
hesabının görülmesi darphane nazırı tarafından arz edilince verilen
emir gereği başmuhasebeden hesabı görülürdü. 7 Ocak 1786 tarihinde gönderilen
4.265 dirhem gümüşün dirhemi 21 akçeden toplam 89.565 akçe bir başka deyişle
746 kuruş 45 akçe tutan değeri başmuhasebeden hesap edilmiştir (BOA, C.DRB
1778).
2.4. Sermaye
Osmanlı
devletinde madenlerin üretim yapabilmesi ve yapılan üretimin devlet tarafından
satın alınabilmesi için madenlerde sermayeye ihtiyaç duyulmaktaydı. Bozkır
madeni eminlerine madenin açılışından732
itibaren madende üretilen kurşun, altın ve gümüşün satın alınmasında
kullanılmak üzere sermaye verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 611-2). Zira germiyyet
üzere yapılan üretim darphaneden gönderilen sermayeye muhtaç olduğundan (BOA,
DRB.THR 9/15) bu nedenle darphane mevcudundan sermaye gönderilirdi (BOA, C.DRB
3136). Sermaye yola çıktığı zaman durum maden eminine bildirilirdi (BOA, C.DRB
1092). Sermaye hatt-ı hümayunla Bozkır madeni eminine ba temessük/borç senedi
ile verilirdi733
(BOA, D.DRB.HAT 4/32). Maden eminine darphaneden verilen sermaye temessük
edilir ve bu temessük darphanede muhafaza edilirdi. Kâ‘ide-i ma‘den
üzere halef selef eminler hesaplaşırken yeni emine bu sermayenin de teslimi
gerektiğinden bu temessük kaydı da hatırlatılırdı. 1808 yılında maden emini
olan vezir İbrahim Paşa’ya madene sermaye olmak için 20.000 kuruş verilmişken
1809 senesinde atanan Ömer’e bu sermayenin teslim edilmesi emredilmiştir (BOA,
C.DRB 542).
Sermaye
akçesi734
olarak adlandırılan bu sermayeden Bozkır madeni emini olanlar
tarafından gönderilen altın ve gümüşün değeri düşülürdü (BOA, MEDAD 9: 188-1).
Maden eminlerinin gönderdiği altın ve gümüşün değeri kendisine verilen sermaye
bedelini geçince temessük kendisine iade olunurdu (Bölükbaşı, 2010: 72).
Gönderilen madenlerin değeri ve nakliye masrafının verilen sermayeden fazla
olması durumunda fazla olan miktarın bedeli emine gönderilirdi (BOA, D.DRB.HAT
8/23). Maden emini ise, kendisine teslim edilen sermayeyi, madenin üretim
yapabilmesi için madencilere dağıtırdı (BOA, MEDAD 9: 188-1; BOA, AE.SABH I
4193). Maden emini bu sermayeyi madende bulunan ustabaşı, usta ve piristatlara
verir ve onlar eliyle sermaye diğer madencilere dağıtılırdı (BOA, D.DRB.THR
9/20). Maden
732 Bozkır
madeninde ilk maden emini Genç Ali’ye 10 ve sonraki emin Süleyman Ağa’ya 50
kese sermaye akçesi gönderilmiştir (BOA, MEDAD 8: 611-2).
733 Bozkır
madeni emini de sermaye akçesini madencilere genellikle temessükle verirdi ve
bu durum bâ-temessük olarak ifade edilirdi. Ancak maden emininin bilâ-temessük
olarak temessük almadan da sermaye akçesini madencilere verdiği ile ilgili
örnekler de vardı. 30 Nisan 1779 tarihinde ambara konan zahire, madencilerin
borçları ve madendeki kurşunun tahminen 55 kese akçe olduğu dile getirilmiştir
(BOA, C.DRB 1058).
734 Sermaye
akçesi yanında gönderilen sermayeye hazine de denilirdi (BOA, MEDAD 8: 651-2).
eminleri sermaye kendilerine
hangi şartlarla verilmişse madencilere de o şartlarla verirdi. Zira maden
eminlerinin değişiminde, alacaklı oldukları madencilerin borçları devir
teslimde gündeme gelmekteydi.
Madenin
kapatıldığı 1785 yılında maden emininin hesabı görülünce 50.633 kuruş sermaye,
4.000 kuruş kömür bedeli olmak üzere 54.633 kuruş kayıtlıdır, iki senelik
emanetinde gönderdiği altın ve gümüşün 6.698 kuruşluk değeri düşülünce zimmeti
47.935 kuruş olmuştur. Ancak Mevlana Türbesi için 10.000 ve Hadim Kütüphanesi
için verilen 3.000 kıyye kurşunun bedelleri de eklenince bu zimmet 69.528,5
kuruşa çıkmıştır. Taraf-ı şeriden verilen defterde kayıtlı bu borç darphaneye735
ödenmediği sürece eminin hesabı kapanmayacaktı (BOA, C.DRB 810). Bu borç
içerisinde Bozkır naibi Seyyid Mehmet tarafından tutulan defterde, toplam
23.455 kuruş borcu olan 26 kişinin gerek cevher nakli gerekse maden işlerinde
kullandıkları paralardan dolayı olan borçları derûn-ı defterde mestûr
olan yâftelu ustaların birbirlerine kefîl oldukları kayd-ı şedd denilmiştir
(BOA, C.DRB 810, lef 4).
Madenlere
sermaye olarak verilen miktardan darphaneye gelen gümüş ve kurşunlar düşülür ve
sermaye aylık defterine masraf olarak kaydedilirdi (BOA, D.DRB.THR 8/54). Emin
değişimi esnasında hesaplar görülürken sermaye akçesine karşılık gelen gümüş736
ve kurşun737 hesap edilerek eski maden
emininin borcundan düşülürdü (BOA, MEDAD 8: 689-2, 782-1). Üretilen gümüş ve
altının sermayeyi karşılayamaması durumunda bu para eminin muhallefâtından
tahsil edilmeye çalışılırdı738
(BOA, C.ML 3525; BOA, C.DH 3592). Bu da yeterli olmazsa bu sermayenin varsa
kefil olanlardan tedârik edilmesi gündeme gelirdi (BOA, C.ML 3690).
735
1781 yılında gönderilen sermaye ile ilgili şu ifade kullanılmıştır: …
Darbhane-i ‘Âmire mevcûdundan hazine-bend olan merkûm ma‘den emini Mustafa’ya
teslim olunmak üzere… (BOA, MEDAD 8: 651-3).
736 Bozkır
madeni açılmadan diğer madenlerde bu sistem uygulanmıştır. 1741 yılında gümüş
satın almak üzere sermaye gönderilmiştir (BOA, DRB.d 968: 43-1).
737Kurşunun
maden eminlerine verilen sermaye karşılığında devlet tarafından alındığı şu
şekilde ifade edilmiştir: “…Darbhâne-i ‘âmireden ma‘den ümenâsına mühûren
temessük ile nakden virilen asl-i sermâye-i kadîm akçesinden olub
sermâye-i mezkûr mukâbili zer ve sîm gibi gelüb…” (BOA, MEDAD 8:
782-2).
738 Sermaye
akçesinden 36.539,5 kuruş Kadı Paşa’nın zimmetinde kalmıştır (BOA, C.DH 3592).
Darphaneden verilen
sermaye ile kazalardan alınan kömür bedeliyesi maden eminlerine zimmet olarak
kayıt edilirdi. Madende üretilen altın, gümüş ve kurşun bahaları ile kurşun
nakli için harcanan ücretler sermayeden düşülerek eminlerin hesabı ortaya
çıkarılırdı. Maden edevatı, fırın ve madencilerin masrafları da bu sermayeden
karşılanırdı (BOA, D.DRB.HAT 2/27). Bunlara ek olarak kazaların kanuna aykırı
iş yapmaları durumunda nezr adı altında ödemeyi taahhüt ettikleri paralar da
Bozkır madeni sermayesine kayıt olunurdu (BOA, MEDAD 9: 179-1). Bunlar dışında
maden eminlerinin hesaplaşmalarında ortaya çıkan zimmet (BOA, MEDAD 8: 616-1)
ile darphanenin madene bağlı kazalardan alacağı meblağ739
da madene gelir olarak kaydedilirdi (BOA, MEDAD 9: 172-1). 1827 yılında belirli
miktarda kurşun ve gümüş gönderme karşılığında emine verilen sermaye akçesine
bir sarraf kefil olmuştur. Yine gönderilecek kurşun ve gümüş miktarının verilen
sermayeden düşülmesi istenmiştir (BOA, DRB.d 1006). Maden eminine sermaye olmak
üzere 23 Aralık 1827 tarihinde 7.500 kuruş verilmiş ve bu miktarın madenden
gönderilecek gümüş ve kurşunun fiyat-ı mîrîlerine mahsup olacağı belirtilmiş ve
Bozkır madeni emini el-Hâc Ali Ağa’nın sarrafına mühürlü senet verilmiştir
(BOA, DRB.d 974: 3).
Bozkır
madenine gönderilen sermaye nakden ya da havaleten verilirdi740.
Buna göre 10 ay 27 günde 11 Mart 1783 tarihine kadar darphaneden üç seferde
nakden 10.500 kuruş verilmiştir. Eski emin Ali Ağa’nın ahali zimmetlerindeki
6.866 kuruş bakayası, madenci zimmetlerindeki 4.971 kuruş bakayası ve bu eminin
muhallefâtından 436,5 kuruş makbumuz denilerek sermayeye dahil edilmiştir.
Bununla birlikte Armudcuzade Hüseyin Ağa’nın Asarlık zeametinden 620 kuruş,
Bozkır kazası niyabetini aylığı seksener kuruştan 14 aylık 1.120 kuruş, Seydişehir
kazası kömür bedeli 5.333 kuruş 40 akçe gibi havaleten makbuz olarak ve Aladağ
ahalisinden 1.350 kuruş ba-temessük makbuz denilerek sermayeye kaydedilmiştir.
Bu tarihte toplam sermaye olarak görünen miktar 39.636,5 kuruş 40 akçeydi (BOA,
C.DRB 3090). 1818 yılında ise maden emini Ahmet Ağa’ya 37.921 kuruş sermaye
739 Gümüşhane
madenlerinde bakır satın almak için bazı kazaların vergilerinin toplanması
görevi de emine verilmiştir (BOA, C.DRB 1828).
740 Darphaneden
madenlere sermaye gönderilirken poliçe çekmek, nakden para göndermek veya o
bölgedeki gelir kaynaklarından bazılarını madene tahsis etmek şeklinde üç usul
kullanılmıştır (Bölükbaşı, 2010: 72).
ile
İbrahim Paşa zimmetinde kalan 17.185,5 kuruş da sermaye olarak kaydedilmiştir
(BOA, D.DRB.HAT 13/7).
11
Kasım 1785 tarihinde, yedi yıllık
hesapta maden eminlerinin zimmetinde 87.756,5 kuruş sermaye olduğu görülmüştür.
Bu miktarın 44.625 kuruşu maden emini Ali Ağa zimmetinde, 43.101,5 kuruş ise
Fazlı Ağa zimmetindeydi. Bu borçlara karşılık Alanya İskelesi’nde mevcut olan
kurşunun darphaneye teslimi ile borç
kapanacaktı. Geliri giderini
karşılayan madenin yıllık 17.500 kuruş faizi vardı741
(BOA, MEDAD 8: 681-1; BOA, MAD.d 7873: 109). Yıllık 39.628 kuruş hasılatı olan
madenin balta hesabınca kömür bedeliyesi olan 10.750 kuruş ve sermaye olarak
verilen 22.128 kuruş olmak üzere toplam 32.878 kuruş gelirinin hasılattan
düşülmesiyle yıllık madenin 6.750 kuruş geliri göründüğü, bu gelirin 17.500 ve
20.000 kuruş olabileceği ancak darphaneye gelirinin az olduğu belirtilen
madenden dolayı reayaya yapılan zulmün engellenemediğinden bahsedilmiştir (BOA,
MEDAD
8:
681-1; KŞS 64: 115-1).
Bozkır
madenine ait sermaye ile birlikte madene ait diğer eşyaların çalınması halinde,
hırsızlık olayı hangi kazada meydana gelirse o kaza halkından tahsil edilirdi.
4
Mayıs 1791’de, Bozkır madeni emini
Mehmet, madene ait kömür bedeliyesi ile bazı bakayayı tahsil etmek için Kırili
kazasına gittiğinde (BOA, MEDAD 9: 190-1) kazadan bazı kişilerin tahrikiyle
eşkıya, maden eminine saldırıp madene ait sermaye ile bazı emval ve eşyayı
yağma etmiştir (BOA, MEDAD 9: 189-3). Sonra bu paralar ilgili kişiler ile kaza
ahalisinden tahsil edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 192-1).
2.4.1. Sermayenin Nakli
Genelde yeni
bir eminin ataması ya da emin tarafından sermaye talebi üzerine gönderilen
sermaye yola çıkarıldığı zaman kazaların kadı ve naiblerine bu sermayenin
salimen ulaşması için gerekli tedbirleri almaları emredilirdi (BOA, MEDAD 8:
569-1, 623-1). Her görevli kendi kazası boyunca adamları vasıtasıyla bu
sermayeyi korurdu (BOA, MEDAD 8: 664-d). Madenlerdeki üretimin devam etmesi,
741 9
Haziran 1785 tarihinde de madenin geliri yaklaşık olarak altın ve gümüşün kârı
5.500, mübayaa kârı 1.500, kurşun kârı 1.500 ve kömür bedeliyesi 4.000 kuruştu.
Geçen seneye kıyasla geliri masrafını karşıladıktan sonra yıllık 17.500 kuruş
kârı ortaya çıkmıştır (BOA, D.BŞM.DRB 16/47).
madenin ve madencilerin çeşitli
ihtiyaçlarının karşılanması742
bu sermayeye bağlı olduğu için devlet, sık sık hazinenin geçeceği yerleşim
yerlerinin görevlilerini uyarmıştır. Bozkır madeni için gönderilen sermaye hangi
kaza sınırları içine girerse yarar ve bahadır adamlar tayini ve yeniçerilerle
kazadan çıkarılması ve konak yerine kadar muhafaza edilmesi Üsküdar’dan Bozkır
madenine varıncaya kadar yol üzerindeki naib, voyvoda, mütesellim, ayan, iş
erleri ve yeniçeri serdarlarına emredilirdi (BOA, C.DRB 3050). Bu görevlilerin
kazalarından hazinenin güvenli bir şekilde geçmesi üzerine mahallin kadısı ya
da naibinden i‘lâm ve sermayeyi götüren mübaşirden de mühür sened alması
gerekirdi (BOA, C.DRB 1029).
Maden
hazinesinin geçtiği yolun güvenliği, yol üzerindeki vali, kadı ve naiblerin
sorumluğundaydı. Bu görevliler hazine kendi bölgelerine ulaşmadan önce tedbir
alırlar ve hazine bölgelerine girdiği zaman ise, madeni taşıyan kafilenin
refakatine müsellem, şecîʻ, yarâr, bahâdır, tüfeng-endâz
görevliler743
verir ve kafilenin konakladığı yerlerde gerekli güvenlik tedbirlerini
alırlardı. Güvenli bir şekilde sevk edildiğinde varılan kazanın kadı ya da
naibinden ilam ve sermayenin naklinden sorumlu mübaşirden mühürlü sened alınırdı.
Hazinenin başına bir iş gelirse, ortaya çıkan zarar iki katıyla görevlilerden
tazmin ettirilirdi744
(BOA, MEDAD 8: 674-1).
Bozkır
madenine gönderilen sermaye ile ilgili bir belge tam olarak verilirse konu daha
iyi anlaşılacaktır. Zira bütün belgelerde sermayenin korunması ve bir sonraki
kazaya nakledilmesi konusunda aynı bilgiler tekrar edilmiştir. “İ‘mâline
irâde-i ‘aliyye-i mülûkânem ta‘alluk eyleyen Bozkır ve tevâbi‘ ma‘denlerinin
i‘mâl ve idâresiçün bu def‘a darbhâne-i ‘âmirem mevcûdundan sermâye
gönderilmesini muktezî olduğuna binâ’en iktizâsına göre darbhâne-i ‘âmirem
mevcûdundan hazine-
742 “…Mağara
hafrı ve cevher nakli ve furun harkı masrafları madenciler
tarafından verilmekle madencilerin hasıl edecekleri zer ve sim
bahalarına mahsuben her bir madencilere iktizasına göre ale’l-hesap birer
miktar akçe verilmek ve sair edevatı madeni görmek için maden eminleri yedinde
vâfir sermaye bulunmak ve bâze senelerde nemalı cevherler zuhurunda madencileri
tahris ile kesret üzere fırınlar harkı için iktizasına göre ziyade sermaye
bulunmakta menâfii azîme zuhuru bedîhîdir…” (Çağatay, 1942a: 64).
743 Bu
görevlilerde aranan özellikler sırasıyla doğru, cesur, faydalı, yiğit ve tüfek
kullanabilen kişiler olmalarıydı.
744 Bozkır’a
gönderilen sermayenin güvenli bir şekilde madene ulaşması konusunda yol
üzerinde bulunan ehl-i örf taifesine sürekli emirler gönderilmiştir. Bu konuda
bkz. BOA, MEDAD 8: 569-1; 623-2; 628-2; 631-2; 633-2; 651-2; 651-3; 674-1; BOA,
C.DRB 3136.
bend ve ma‘den-i merkûm emini
Halil dâme mecdühüye teslîm olunmak üzere (boş) zîde kahruhü yediyle ol-cânibe
irsâl olunmuş olmağla siz ki vülât ve hükkâm ve kuzât ve nüvvâb vesâ’irlerisiz
zikr olunan hazîne her kangınızın havza-i hükûmetine ve taht-ı kazâsına
dâhil olur ise müsellem ve yarâr ve secî‘ ve bahâdır ve tüfeng-endâz adamlar
ta‘yîn ve kazâlardan ihrâc ve konak yerine dek kemâl-i muhâfaza ve muhârese
îtdirderek emnen ve sâlimen mahalline tesyîr ve selâmet-i birle dâhil
olunduğunu müş‘ar vardıkları kazânın kuzât ve nüvvâbından i‘lâm-ı şer‘iyye ahz
ve hazîne nakline me’mûr mübâşirî yedinden dahî mühür sened ahz ve hıfz
eylemeniz fermânım olmağın hassaten işbu emr-i celîlü’l-kadrim ısdâr ve (boş)
ile irsâl olunmuşdur îmdî vusûlünde zikr olunan hazînenin emnen ve sâlimen
vüsûlü matlûb-ı pâdişâhânem olduğuna binâ’en her kangınızın taht-ı kazâsına
dâhil ve vâsıl olur ise müsellem ve yarâr ve secî‘ ve bahâdır ve harb ve darbe
kâdir tüfeng-endâzlar ta‘yîn ve hazîne-i merkûmu kemâl-i mertebe muhâfaza ve
muhârese îtdirderek konak yerine ulaşdırub emnen ve sâlimen vusûlünü müş‘ar
kuzât ve nüvvâbından i‘lâm ve mübâşirî yedinden dahî mühûr sened ahz ve
yedlerinizde hıfz itdirmeğe müsâra‘at ve eğer mu‘aned olunub hazîne-i merkûmeye
zarar ve gezend irişdirmek ihtimâl olur ise iki kâtı mallarınızdan tazmîn
olunduğundan gayrî müstehak-ı ‘atâb olacağınızı mukarrer bilüb ana göre ‘amel
ve hareket eylemeniz içün Üsküdar’dan Bozkır ma‘denine vârıncaya değin yol
üzerlerinde vâki‘vülât ve hükkâm ve kuzât ve nüvvâb ve mütesellim ve a‘yân-ı
vilâyet iş erlerine hitâben emr-i şerîf virildi.
Ma‘den-i
merkûmeden gelecek zer ve sîm hazînesinin dahî Üsküdar’a gelince muhâfaza ve
muhâresesiçün siyâk-ı meşrûh üzere başka emr-i şerîf. 9 Cemâziye’l-evvel 1193 (BOA,
MEDAD 8: 628-2; BOA, C.DRB 1092).
Madenlere
götürülen sermaye darphaneden görevlendirilen mübaşirler ile ya da maden
eminlerinin kendi adamları vasıtasıyla taşınırdı. Sermayenin naklinde görev
alan bu görevlilere ücret ödenirdi. 11 Ocak 1774’te, Gümüşhane ve Espiye
madenlerine sermaye götüren mübaşire 100 kuruş harcırah verilmiştir (BOA, C.DRB
1828). Sermaye götüren mübaşire maden eminleri tarafından bu şekilde harcırah
verilmesi nedeniyle maden eminleri daha çok kendi adamlarını kullanmayı tercih
etmişlerdir. Çünkü madenlere sermaye akçesi ve diğer işler için senede yüzü
aşkın
mübaşir madene geldiğinden
bunların harcırahları büyük meblağlar tutmaktaydı745
(Bölükbaşı, 2010: 72).
2.4.2. Maden Eminlerinin Muhallefâtı
İle Sermaye İlişkisi
Bozkır
madeni eminlerinin görev değişiminde hesaplaşmaları genel kuraldı. Bu anlamda
maden sermayesi, altın, gümüş, kurşun, maden edevatı ve zimmet gibi konularda
maden emininin devlete borcu olması durumunda eski maden emininin muhallefâtı,
yeni emine teslim edilirdi. Bu durum hazine-i amire defterlerine gelir kayıt
edilirdi (BOA, MEDAD 8: 646-1). Eğer eski emin borçlu çıkarsa o zaman eşyaları
darphaneye getirilir ve burada satışa çıkarılırdı. Satılan eşyalar746
maden emininin borcundan düşülür ve darphane tarafından deftere747
yazılarak baş muhasebeye kayıt olması için ferman talep edilirdi (BOA, MEDAD 8:
643-2). Borçlu olan eminin mallarının yanında alacaklı748
olduğu kişilerden de bu paraların darphane tarafından verilen sermaye
olduğundan ilgili kişilerden tahsili maden eminine bildirilirdi (BOA, C.DRB
2374). Bu parayı ödemeyenler kalebent olunur ve mallarından bu borçlar tahsil
edilirdi (BOA, MEDAD 8: 652-1).
745 Darphaneden
madenlere gönderilen sermayelerden vergi alınması yasaktı (Tızlak, 1997a: 170).
746 Keban
madeninde el konulan muhallefâtın görevli mübaşire teslim edildiği ve
hayvanların bölgede satılarak ücretinin gönderilmesi, 3 Aralık 1814’te
istenmiştir (BOA, MAD.d 9728: 167-1). 21 Mart 1810 tarihinde, Bozkır madeni
emini iken ölen Ömer Ağa’nın muhallefâtının ma‘rifet-i şer‘ ile
satılıp değerinin gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 1031). Bereketli
madeninde de borcu olan eminin mallarına el konulmuştur. Benzer şekilde bir
mübaşir görevlendirilerek tahsil edilmesi ve gönderilmesi temin edilmeye
çalışılmıştır (BOA, MAD.d 9755: 200-1). Dolayısıyla bütün madenlerde eski maden
eminlerinin borçlu olması durumunda eminin mallarına el koyma uygulanan bir
metottu.
747 Müsadere
sürecinde ilk düzenlenen defter, malları müsadere olunan kişinin evi, sarayı
vs. yerlerde, bizzat mübaşirin gözüyle görerek kaydettiği ve mahallin imkanları
çerçevesinde bulunan bilir kişi vasıtasıyla da tarif edilen unsurlardan oluşan
muhallefât defteridir. Bizzat mübaşirin malları tek tek görerek kaydettiği bu
ilk defter, ilgili muhallefât konusunda yapılacak bütün işlerde ana müracaat
kaynağı oluşturmaktadır. Bu defter merkeze gönderilip, orada incelendikten
sonra muhallefât konusunda yapılması gereken işlemler mübaşire bildirilir.
Mesela defterde bazı mallar üzerine kırmızı kalemle işaret konularak merkeze
gönderilmesi istenilirdi. Mahallinde satılacak olan mallar ile merkeze
gönderilecek olanları ayrı ayrı kaydetmesi için defter, yeniden mübaşire
gönderilirdi. Mahallinde satılan malların kayıtlı olduğu defter, satıştan elde
edilen meblağ ile İstanbul’a gönderilirdi (Telci, 2007: 162). Ma‛zûlat defteri
adı da verilen bu defterin arz edilmesi ile ilgili bkz. BOA, C.DRB 3123.
748 Ölen
maden emininin alacaklı olduğu kişilerin tespiti ve bu alacakların tahsili de
defterlere kaydedilmiştir. Kadı Abdurrahman Paşa’nın darphaneye maden
sermayesinden 36.539,5 kuruş borcu olduğundan, Karaman eyaletindeki muhallefât
ve zimematı ile Sille sakinlerinden Sakal Kazıtanoğlu Elya adlı zimmideki ortaklık
sermayesinden dolayı 50.000 kuruşluk alacağından tahsili için paşanın
muhallefâtından sorumlu nazır olarak görevlendirilen Şemsettin Bey’e 18 Mart
1810’de emir verilmiştir (BOA, C.DH 3592). Kadı Paşa’nın eşyalarını satın alan
kişilerin isimlerinin bildirilmesi de istenmiştir (BOA, A.AMD 51/8). Bu borcun
8.801 kuruşu Bozkır madencileri zimmetinde kalmıştır (BOA, DRB.d 987).
1777 yılı
Mart ayından itibaren bir yıllık dönemde darphaneden Bozkır madenine 26.755
kuruş sermaye verilmiştir. Ayrıca maden emini Genç Ali’ye 5.000 kuruş ile 1.367
kuruş baha-i zahire ve üstad-ı bakaya 6.367 kuruş olmak üzere toplam 33.122
kuruş sermaye verilmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 2). Dolayısıyla atanan bütün
maden eminlerine sermaye verilmekteydi. Maden eminlerinin ölümü ya da görevi
bırakması sonucunda görülen hesapta borçlu çıkmaları durumunda bu borç
alacaklarından karşılanırdı. Bozkır madeni emini iken ölen Halil’in mallarından
ve diğer alacaklarından darphaneye olan borcu tahsil edilmiş, buna rağmen 5.044
kuruş749 borcu kalmış. Bu borcu
ödeyecek bir eşyası da kalmamıştır. Bunun üzerine damadı olan Mehmet Fazlullah
bu borcu da ödemek şartıyla Bozkır madeni emini olarak, 19 Şubat 1782’de
atanmıştır (BOA, C.DRB 2421). Ölen maden emininin borcu750
mallarından karşılandığı gibi akrabalarından da talep edilebilirdi (BOA, KLB.d
29: 62-3; BOA, C.ML 17748). Bu konuya muhalefet eden kişiler sürgün cezasına
çarptırılır (BOA, KLB.d 29: 122-4) ya da varsa diğer gelirlerinden751
bu alacak karşılanırdı (BOA, C.DRB 1457). Bozkır madeni eminlerinin borçlarına
749 Dergah-ı
‛âli kapucubaşılarından müteveffâ Bozkır madeni emini Halil Ağa’nın Darbhane-i
‛Âmire ile olan ahz ve i‛tâsından bâkî zimmeti min Gurre-i Ramazan sene 1194
Kuruş |
Akçe |
|
|
|
|
|
Gerek nakden ve gerek mevâd-ı sâ’ireden bâ-temessükât |
80.290,5 |
|
|
|
||
Vefâtında mevcûd olan sim baha |
3493 |
|
35 |
|
||
Gerek âsitânede ve gerek madende mevcûd kurşun bahası |
41909 |
|
|
|
||
Ücret-i nakliye-i kurşun |
01603,5 |
|
|
|
||
Tahsîl olunacak zimemi |
12074 |
|
|
|
||
Hâlâ ma‛den emini Mustafa Ağa’nın kabûlü olan zimem |
06894 |
|
|
|
||
Der zimmet-i ma‛denciyân |
04971 |
|
|
|
||
Maden
emini mûmâ-ileyhin eşyâ bahâsından kabûlü |
00636,5 |
|
35 |
|
||
|
|
|
71571 |
|
|
|
Müteveffânın darbhânede bil-cümle fürûht olunan eşyâ
bahâsı |
03664,5 |
50 |
|
|||
|
|
75246 |
|
25 |
|
Kuruş Akçe
80290,5
75246 25
müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin mevcûdu
05044 35
bâkî zimmetî.
(BOA, MEDAD 8:
643-2). Darphaneye kalan borcu 5.044 kuruş olmasına
rağmen ödeyecek malı kalmamışt ır. Damadı
Mehmet Fazlullah bu borcu ödemek şartıyla Bozkır madeni emini olarak atanmıştır
(BOA, C.DRB 2421).
750 16
Haziran 1812 tarihinde, Bozkır madeni emini Mehmet Sait Ağa’nın eşi Nefise
Hanım arzında, kocasının mallarının sayılarak tespit edildikten sonra
satıldığını ve üç yetiminin olduğunu belirterek affedilmelerini talep etmiştir.
Fakat az bir kısmı affedilerek borç tahsil edilmiştir (BOA, C.ML 4670).
751 Bozkır
madeni emini olan Çelikpaşazade İbrahim Paşa’ya verilen sermaye üzerinde
kaldığından, üzerinde bulunan Suğla Mukataası’nın yıllık 1.135 kuruş gelirinden
(BOA, C.DRB 1457) kendisine ait olan 562,5 kuruş, darphaneye olan borcuna
karşılık alınmıştır (BOA, C.DRB 1330).
karşılık alacaklarının ya da
muhallefâtının satış bedelleri madene sermaye olarak kaydedilmiş ve bu
miktarlar havaleten makbuzat olarak adlandırılmıştır (BOA, C.DRB 3090).
Maden
eminlerinin muhallefâtına el konulması esnasında devletin önemle üzerinde
durduğu konulardan biri, devletin ve bazı kişilerin maden emininden alacaklı
olması durumunda, öncelikli olarak devletin alacağı tahsil edilirdi. Daha sonra
maden emini eli ile toplanıp avarız tahsildarına teslim edilmesi gerekli para
tahsildara ödendikten sonra diğer şahıslara olan borçlar ödenmiştir. Borçlar
ödendikten sonra kalan miktar ise hazine-i amireye gönderilirdi (BOA, MEDAD 8:
643-1). Muhallefât içerisinden bazı mallar, İstanbul’a gönderilerek752
orada açık artırma ile satılabilir. Bunlar da ayrıca deftere kaydedilirdi.
Muhallefât üzerindeki iddialar nedeniyle taliplerine bir belge (temessük) ile
verilenler için de defter düzenlenirdi (Telci, 2007: 162).
Muhallefâtın
defterlere kaydedilerek zapt edilmesi esnasında, zapt edilen bütün malların yer
aldığı muhallefât defteri ile mahallinde satılanların füruht defteri,
İstanbul’da biri biriyle kontrol edilmekteydi. Eğer zapt edilen mallardan
çeşitli sebeplerle başka yerlere teslim edilenler bulunuyorsa, teslim
edildikleri yerlerden alınan senetlerinin de İstanbul’a gönderilmesi
gerekmekteydi. Dolayısıyla füruht defteri753
ve muhtelif yerlere teslim edilen malların senetlerinin toplamı, mübaşirin
bizzat, malları teker teker görerek kaydettiği defter ile ayniyet
göstermeliydi. Bu
752 Bu konuda
bkz. BOA, MEDAD 8: 642-1.
753 Maden
eminlerinin satılan eşyalarının adı, fiyatı ve kim tarafından satın alındığı da
füruht defterine
yazılmıştır.
2 Şa‘bân 1248/25 Aralık 1832 tarihli deftere göre, Bozkır madeni eminlerinden
Abdullah Efendi’nin muhallefâtından satılan eşyaları;
Elmas küpe çift 1, 1000 kuruş Mir
Kâtibi Efendi;
Elmas iğne re’s üç bât, iki
karnkal=5, 2500 kuruş bu dehi;
Güherba imame res 5, 419 kuruş
Sinani gümüşçü Osman Ağa;
Kahve makremesi 2, fûta 1, boğça 2,
130 kuruş bu dehi;
Gözlü beyazlı Meriç şâl bâ-rahbe 3,
3.750 kuruş Miri Kâtibi Efendi; Sarılı gözlü meziç donluk şâl re’s 1 1000 kuruş
bu dehi; Güzçâr şâl re’s ,1 425 kuruş Kuyumcu Giturak;
Haleb Savâlisi tarb 6, 500 kuruş
Hacı Bekir Ağa Yörigani; Haleb Savâlisi tarb 4, 1 katnî=5, 701 kuruş Miri
Kâtibi Efendi; Mushaf-ı şerif cild 1, 700 kuruş Miri Kâtibi Efendi;
Heğbe ve çekmece re’s 2, 81 kuruş
Veli Ağa tabi nazır-ı ceride;
Hoca Tarihi cild 1, 210 kuruş
Selim Beg akdi maliye. Maden emininin toplam 8.416
kuruş değerinde muhallefâtı vardı (BOA, D.BŞM.MHF.d 13520: 4;
Belge 8). İsimleri yazılı kişiler bu eşyaları satın alanlardır.
senetler olmadığı takdirde
müsadere edilen muhallefâtta bir eksik ortaya çıkmaktaydı (Telci, 2007: 163).
Borçlu olan
maden eminlerinin muhallefâtının tahriri ve zabtı için bir mübaşir
görevlendirilirdi (BOA, C.ML 17748). Bununla beraber mahallin kadısı ve maden
eminine de durum bildirilerek mübaşir ile birlikte çalışması istenirdi (BOA,
MAD.d 9756: 10-1). Burada mübaşirin görevi, gizli herhangi bir unsur bırakmadan
ortaya çıkarmak “bütün malları ve alacakları tespit etmek” ile yine aynı
hassasiyetle bunların tahririni yapmaktı. Mübaşirin görevi tahrir işleminin
bitmesi ile sona ermezdi. Görev ilgili kişinin muhallefâtı ile ilgili bütün
süreç tamamlanıncaya kadar devam ederdi. Dolayısıyla, deftere kaydedilen
mallardan mahallinde satılacak olanların satılarak, bunların da defterlerinin
hazırlanması, bedelleri ile İstanbul’a gönderilmesi, hazineye gönderilecek
eşyalar ile İstanbul’da satılacak eşyaların bütün bu işlemlerine mübaşir
nezaret etmekteydi754.
Mübaşirin görevi, mesâlih-i mühimmenin itmâmı yani müsadere
konusunda aldığı görevi sonuna kadar, müsadere ile ilgili bütün
işlemler bitinceye kadar götürmekti (Telci, 2007: 152).
3. Bozkır
Madeni İşletmesindeki Sorunlar
3. 1. Genel
Sorunlar
XVI.
yüzyılda Osmanlı devleti Batılılarla755
aynı teknikleri kullanmasına rağmen, maden kuyuları 115-155 metre
derinliğindeydi. Bu, Orta Avrupa’daki maden ocaklarının ortalama derinliğinin
yarısı kadardı. Bununla beraber çarkla dönen kovalarla ve el pompalarıyla su
boşaltma metotları, drenaj için toprak sathında yer altı sularına paralel
olarak açılan hava deliklerine bağlı mekanik olarak çalışan çarklar ile
havalandırma sistemi gibi benzerlikler de vardı (Murphey, 1992: 14).
Madenlerdeki en önemli sorunlardan biri zaman içerisinde madenlerde meydana
754 Ölen
maden emininin eşyaları yanında emine verilen sermaye, üretilen altın, gümüş ve
kurşun, madendeki aletler ile borçların tamamının yazıldığı defter hazine-i
amire defterlerine kayıt olunması için gönderilirdi (BOA, MEDAD 8: 646-1).
Genellikle mahallinde satılması istenen eşyalar, değeri fazla olmayan ve
nakliye masraflarını artıran eşya ve hayvanlardı. Özellikle hayvanların
mahallinde satılması ile İstanbul’da satılması arasında çok büyük bir fiyat
farkı olmayacağından ve hayvanların İstanbul’a götürülürken yapılacak
masraflarından dolayı mahallinde satılması tercih edilirdi (BOA, MAD.d 9728:
167-1). Dolayısıyla bir malın İstanbul’a getirilmesini belirleyen unsur, malın
değerinin nakliye masrafı yapılmasına değecek kıymette olup olmamasıydı. Örnekte
de görüldüğü üzere Bozkır madeni emininin fazla nakliye tutmayan ama kıymetli
eşyaları İstanbul’a gönderilmiştir.
755 Avrupa’da
madencilik denince ilk akla gelenlerden olan Agricola ve De re Metallica
adlı eseri hakkında bilgi için bkz. Tez, 2000: 119-120.
gelen üretim düşüşleriydi.
Madenlerdeki üretimlerin düşüşünün temel sebebi ise mağaralar ilk açıldığında
cevhere kolaylıkla ulaşılırken zaman içerisinde cevherin daha derinlerde ortaya
çıkmaya başlamasıydı. Zira derinliğin artması cevherin çıkarılmasını
zorlaştırdığı gibi maliyeti de arttırmaktaydı (Murphey, 1992: 15).
Madenlerin
elde edildiği alanlar; ocaklar, yabancı paralar, kullanılmış eşyalar ve yerli
paralar idi. Madenin temizlenmesi ve kullanıma hazırlanmasında kal yöntemi ile
suya vurma yöntemi uygulanıyordu (Sahillioğlu, 1992: 22). Madenler devrin ileri
usulleriyle işletilmediği için eritilmede ve tasfiyede gümüşün yüzde 32’si ve
kurşunun yüzde 12’si kaybedilmekteydi756
(Karal, 1988: 249). İşletme usulünün kötü olması ve idaresinin düzgün olmayışı
nedeniyle istihsal edebileceklerinin ancak üçte birini verebilmekteydi
(Ubicini, 1998: 277). Anadolu cevher yönüyle çok zengin olmasına rağmen
bilgisizlikten dolayı madenler çok büyük masraflarla işletilmekteydi (Issawi,
1980: 284). Ocak 1837’de Osmanlı madenlerini gezen ve bu madenlerle ilgili
raporunu devlete sunan Polini adlı mühendis raporunda Osmanlı madenciliğinin
sorunlarını şu şekilde dile getirmiştir: 90 gram/9 loth gümüş ve 3.840 gram/12
pound bakır cevheri boşa atılmaktadır. Avusturya İmparatorluğu’nda 20 gram/2
loth gümüş ve 960 gram/3 pound bakır cevheri kârlı bir şekilde eritilmektedir.
Anadolu’daki madenler pratik cevher çıkarımı dikkate alınmadan işletilmektedir.
Avrupa’da yüzyıllardır kullanılan makineler bu problemleri çözmek için
kullanılmalıdır. Ne şaft ne de tüneller var, sadece çamurdan labirentler ki
bunların içinden bir insanın tam dolu tekerlekli bir arabayla çalışması
imkânsızdır. Cevher çıkarmaya yarayan araçların kullanılması da çok zordur.
Kazılan cevher küçük çuvallarda çocukların büyük gayretleriyle taşınmaktadır.
Madenlerdeki su klasik madencilik metotlarının uygulanmasını sınırlamakta, bu
sorunun çözümü bile düşünülmemektedir. Her ne kadar madencilik metotları zayıf
olsa da işletme metotları daha da kötüdür. Büyük çabayla çıkartılan ve işlenen
cevherde büyük kayıplar ortaya çıkmakta, Avrupa’daki eritme ocakları 20-30 feet
yüksekliğinde olmasına rağmen Anadolu’dakiler iki ayak yüksekliğindedir.
Ocakları üflemek için
756 XX. yüzyıl
başlarında Gümüşhacıköy madeninde, mağaralardan sevk olunan cevherlerin
işlendiği izabehanede dört fırın ile kalhanede biri simli kurşun tasfiyesine
diğeri kara kurşun üretimine ait iki ocak vardı. Fırınlara konulan cevherden
%11,5-28,5 oranında simli kurşun hasıl olup, bu simli kurşundan da % 0,21-0,31
oranında saf gümüş, %62,5-85 oranında mürdesenk elde edilirdi (Hamid Sa‛dî,
1340: 227).
körükler kullanılmakta hatta
ocağa tam bir şekilde parlatmaya gerekli olacak, değirmen şeklindeki bir su
tesisatı sayesinde körükler çalıştırılmaktaydı. Tam anlamıyla çalışan ocaklar
ve su gücünün cevher işlemede kullanımı burada bilinmiyor. Bir uzman işletme
şartlarını görse ve üretilen metalin miktarını duysa çok şaşırır. Tabii ki bu
büyük bir maliyetle elde edilmekte ve üretimde büyük kayıplar
gerçekleşmekteydi. Üçüncü olarak metal cevheri kullanıma uygun olmayan işletim
sebebiyle kaybolmaktadır. Şu kesindir ki acil reform gereklidir. Avusturya’daki
gibi işletilse masraflar düşecektir. Eğer ben Türk madenlerini yenilemek için
görevlendirilirsem, kendimi var olan madenler için sınırlandırır, toplam
üretimin en iyi metotlarla üretimini sağlayacak yeni metotlar getirirdim.
Ocaklarda
problem çok kolay değil, birçok yeni donanımın inşası gerekiyor, bunlardan
gelecek fayda kaçınılmaz olacak. Tabi bu yeni donanım az enerjiyle, az kayıpla
üretimi arttıracak. Bu amaca yönelik 12 gümüş, dokuz bakır ve üç kurşun ocağı
kurulması gerekiyor. Anadolu’da inşa materyalleri neredeyse hiçbir şey
tutmadığından bin kadar fakir insan düşük ücretle çalışınca bu yapılar
Avrupa’dakinden daha az maliyetle olacaktır. Belirli bir sermaye ile aynı
büyüklükteki üretimi elde etmek için demir içerikli işletim makineleri satın
alınmalıdır. Bu makineler Anadolu’da üretilmediği için ithal edilmelidir. Bütün
bu reformları yapınca gümüş üretimi %40 artacak, kurşun ve bakır üretimi ise
ikiye katlanacaktır.
Osmanlı
ülkesindeki yönetim şartları da madencilik önündeki önemli engellerden
birisidir. Eyaletlerin yöneticileri, madenden gelen gelirleri ülkenin diğer
harcamalarına aktarmaktadır. Böylece hazineye her yıl daha az metal
gönderilmekte, eyaletlerin yöneticileri, yönetim haklarını korkusuzca ellerinde
tutmakta, maden bölgesinin gelişimi için hiçbir hassasiyet göstermemekte,
merkezden gelen paranın çoğunu ve metal üretiminin büyük bir kısmını kendileri
için ayırmaktadır. Fırsat çok cezbedici olduğundan bu reform, birçok itiraza
sebep olacaktır. Fakat bu reformlar geleceğe dönük olacağından dolayı ben
görevlileri uyaracağım. Her reform, harcamaları ve diğer fedakarlıkları
gerektirir, bu yüzden benim önerilerimin hayata geçirilmesi için finansal kolaylıklar
sağlanmalıdır. Bu finansal kaynakları belirlemek benim işim değil, ancak benden
bir yol önermem rica edildi ki o yolla devlet hazinesi
çok fazla para sağlamak zorunda
kalmayacak. Maden bölgesinin gelirleri o bölge için harcanmalı, onlar başka
yerlerin durumunun düzeltilmesi için hazineye gönderilmemelidir. Bu yolla şu an
ki harcamalar karşılanabilir ve gelişmeler için finans sağlanabilir, aynı
zamanda valinin hazineden para istemesine de ihtiyaç duymaz.
Anadolu’daki
madenciliğin gelişmesine olumsuz etki yapan bir diğer durum ise, cevherin
ticari kullanım sistemidir. Buradaki madenler çoğunlukla özel bir kişinin mülkü
ve o kişi madenin bütün giderlerini karşılar sonra işleme ocaklarına gönderir,
işlenir. Çıkartılan gümüşün %29’u çalışanlara verilirken Avusturya’da ise
çalışanlara %10 verilmekteydi (Issawi, 1980: 284-286).
Yakıt
tedârikinde rastlanan güçlükten, amele ücretlerinin artmasından ve maden
mevzuatında görülen tedbirsizliklerden dolayı madencilikte gerileme olmuştur
(Karal, 1988: 249). XIX. yüzyılın başlarında üretim düzeyleri, sermaye birikimi
ve teknolojik değişme açısından Osmanlı ekonomisinin durumunu en iyi yansıtacak
kavram, durgunluktur (Pamuk, 2005: 11-12). Teknolojide geri gitmenin mümkün
olmadığı düşünülürse, yenilikleri takip edememe anlamında bir durgunluk
yaşandığını söylemek daha doğru olacaktır. Madencilik alanındaki teknolojik
gelişmelere bakıldığında XVI. yüzyılın sonuna kadar Osmanlılar ile Batı Avrupa
arasında önemli farklılıklar olmadığı söylenebilir. Ancak XVII. yüzyıldan
itibaren Avrupalıların teknoloji alanında gösterdiği ilerlemeye Osmanlılar ayak
uyduramadılar, yeni üretim tekniklerini giderek artan bir gecikmeyle izlemek
durumunda kaldılar. Osmanlılar ile Avrupa arasındaki mesafe, Sanayi
Devrimi’nden sonra, XIX. yüzyılda daha da büyüdü (Pamuk, 2007: 74). Kolay
üretilen damarların tükenmesindeki tabii sebepler bir yana daha derinlerdeki
madenin kazılmasında daha yüksek üretim maliyeti ile karşı karşıya kalınması,
işin sürdürülmesinin yararlı olup olmayacağını belirleyen bir faktördü. Osmanlı
madenciliğindeki üretim düşüşleri yanında suni olarak tatbik edilen ambargolar
ve merkantilist politikaların Osmanlı için gerekli madenlerin tedârikini
güçleştirdiği söylenebilir (Murphey, 1992: 15).
Maden
ocakları hâlâ ağaç kömürü ile işletilmekteydi. Kuvvetli hararet veren kömür de
meşe ağacından yakılmakta idi. Mevcut ormanlar tükendiğinden uzak yerden ağaç
getirilmesi, yol yokluğu, eşkıya olayları bunun teminini zorlaştırmıştır.
Hâlbuki Avrupa’da757
maden kömüründen758
istifade edilmeye başlanmıştır (Karal, 1988: 244). Nitekim Bozkır madeninde
kömür ve kütük beş altı saat uzaktaki yerlerden getirildiğinden fırın
masrafları artmıştır. Madenin açılmasından kısa bir süre sonra, 15 Ağustos 1781
tarihinde Bozkır madenindeki fırınların masraflı olduğundan bahsedilmiştir
(BOA, MEDAD 8: 653-1). Toplumun o ana kadar maden kömürünü günlük yaşantısında
kullanmaması ve yüksek enerji sağlayan bir maddeyi kullanabilecek düzeyde
sanayiye sahip olmaması veya Osmanlı Devleti’nde sanayiyi geliştiren ve makine
kuvvetine dayandıran türden faaliyetlerin yapılmaması gibi sebeplerle maden
kömüründen istifade edilmediği düşünülebilir (Tızlak, 1999a: 123).
Maden
eminlerinin maden için gerekli odun, kütük ve kömürü zamanında tedârik
etmemeleri yanında, madencilik faaliyetleriyle yeterince ilgilenmemeleri ya da
madencilerin yaptığı işleri yeterince denetlememeleri de üretimin düşüşünde
etkili olmuştur. Madenlerdeki üretimin düşüşünde, maden eminlerine merkezden
verilecek olan sermayenin zamanında verilmemesi de etkiliydi. Sermaye alamayan
maden emini madencilere sermaye veremediğinden dolayı madenciler perişan
olmuştur. Bunun sonucunda madenciler de üretime yeterince önem verememiştir
(Tızlak, 1997a: 142-143).
Maden
eminlerinin kusurları nedeniyle altın ve gümüş darlığı meydana gelmekteydi.
Maden eminleri madene bağlı ahaliden odun ve kömür bedellerini aldıktan sonra
kendi menfaatleri için uğraşmaya başlamışlar ve madende cevher kalmadı,
çıkarılan altın ve gümüş madenin masrafına yetmedi gibi bahaneler öne
sürmüşler. Birkaç fırın işleterek az miktarda altın ve gümüş göndermişlerdir.
Darphanede altın ve gümüş kıtlığından dolayı bir kısım ayar ve vezninde indirim
yapmıştır. Fakat fayda gibi görünen bu durum gerçekte zararlı olmuştur
(Tatarcık
757 1831
yılında İngiltere ahalisinden olan ve maharetinden bahsedilen Mâtyûş, İran
üzerinden gelirken Erzurum, Gümüşhane ve Trabzon taraflarına uğrayarak
darphaneye gelmiş, Gümüşhane’deki mağaraları gören bu şahıs, bunların
bereketini anlamış. Madenci olup olmadığının anlaşılması için birkaç parça taş
verilen bu kişi, kendisine verilen cevherleri bildiğinden maden hakkında
malumatı olduğuna karar verilmiş ve yanına tercüman ve darphaneden bir memur
verilerek masraflarının karşılanacağı belirtilmiştir (BOA, D.DRB.İ 1/47).
758 XVIII.
yüzyılda İngiltere’de odun kömüründen maden kömürüne geçiş evresi
tamamlanmıştır (Tez, 2000: 251). Osmanlı Devleti’nde maden kömürünün kullanımı
için bkz. Quataert, 2009; Ercüment Balcı, Türkiye Madenleri: Maden Mühendisi
Eduare Coulant’a Göre “Menâbi-i Ma’deniyemiz” TAD, S. 145, Ağustos 2003,
s.93-112. XIX. yüzyılın sonlarına doğru üretilen kömürün %80-90’ı ihraç
edilirken, iç endüstriyel aktivitelerde yakıt olarak kullanılmamıştır (Murphey,
1986: 982).
Abdullah Efendi, 1332a: 279).
Bu olumsuzluklara karşı çözüm önerileri de getiren Tatarcık Abdullah Efendi,
maden eminlerinin araştırılması sonucu hıyanet ve kötülük görülmedikçe azledilmemesi
gerektiği üzerinde durmuştur (Tatarcık Abdullah Efendi, 1332b: 345). Bunların
yanında maden üretimine önem verilerek altın, gümüş ve kurşun çıkarılmasına
yardımcı olmak ve emaneti ehline vermek gibi çözümler de öne sürmüştür. Yapılan
değerlendirmede, fukaraya zulüm edilmeden madenlerin idare edilmesine; Keban,
Ergani ve Gümüşhane madenleri emini olanların maden üretimine yardım etmeyip
paşalar ve voyvodalar gibi maden reayasından faydalanma yoluna gitmelerinin
sakıncalı olduğuna değinilmiştir. Birçok devletin arazisinde bulunmayan
madenlerin Osmanlı topraklarında bulunduğuna ancak devletin buna rağbet
etmediğine de değinen Tatarcık Abdullah Efendi, eğer devlet kendi toprağında
olan altın ve gümüşü çıkarırsa bütün devletlere galip gelinebileceği rivayetini
aktararak fukaraya zulüm oluyor diye Bereketli ve Bozkır madenleri niçin
kapansın, hem fukaraya zulüm olmasın hem de madenler işlesin, demiştir
(Tatarcık Abdullah Efendi 1332c: 79-80).
Madenlerdeki
sorunlardan759
biri de yabancı madencilerin de dikkati çektiği üzere madencilerin, madenleri
gerekli şekilde imâl edememeleriydi (BOA, D.DRB.İ 1/47). 1838 yılında “me‘âden-i
hümâyûnu şâhâne hakkında icrâsı lâzım gelen nizâmâta dair
bir lâyiha” (BOA, D.DRB.THR 679/1) yayınlanmıştır. 1838 yılında madenlerdeki
sorunları ve çözüm yollarını göstermesi açısından önemli olan bu layihada şu
tespitler yapılmıştır:
__ Maden
eminlerinin layıkıyla memuriyetlerine dikkat etmemeleri, maden amelelerinin
maden usulüne ve madene aşina olmamaları nedeniyle madenlerin bazılarının
hasılatlarının azaldığı, bazılarının hasılatının bittiği ifade edilerek
Avrupa’daki durumun incelenmesi gerektiği,
__ Bir maden
meclisi kurulması, nizamat-ı müstahsene tahtına idhal iderek idare
ve ruyet olunduğundan hasılatları artmakta olduğu ve bütün madenlerin maliye
hazine-i celilesi tarafından idare ve ruyet olunmakta ise de bundan böyle zîr-i
759 Osmanlı
madenciliğini etkileyen nedenler için ayrıca bkz. Skender Rızaj, Osmanlı
Tarihinde Rumeli Madenleri ve Darbhanelerine Dair Mutalaalar (XV-XVII YY). I.
Miletler Arası Türkoloji Kongresi (İstanbul, 15-20 X. 1973),
İstanbul 1979, s.244-253.
haktan zuhur iden mecmu eşyayı
mütenevvianın Avrupa usulüne tatbikan imâl, idare ve hasılat ve mesarifatları
ma‛aden-i şahane misüllü hazine-i celile-i mezkûreye rabt ve tahsis ile hüsn-i
nizama girildiği,
__ Bundan
önce Avusturya’dan maden ilminden anlayan bir maden mühendisi ile madenci
ustaları getirildiği ve bu kişilerin madenleri sırasıyla gezeceği, konuyla
ilgili tercümelerin yapıldığı ve madenle ilgili bir nizamın getirileceği,
__ Bütün
madenler Mart 1840 tarihinden itibaren maliye hazinesi tarafından idare
olunmakta ise de yeni bulunacak eşyanın da aynı hazine tarafından idare
edilmesi,
__
Darphanede maden meclisi namıyla bir meclis tertip edilerek madenlerle ilgili
bütün arz, inha ve istidalar ile atamaların nezaretten darphane nazırına ve
oradan da bu meclise havale edilmesi ve bütün kararların bu mecliste alınması,
__ Madencilikten anlamayanların bu
mecliste görev almamaları,
__ Madenle
ilgili görüşülen bir konuda meclis reisi yoksa karar verilmemesi, acil olması
halinde karar alınarak daha sonra reise bu konuda bilgi verilerek onayının
alınması,
__ Madenle
ilgili bir tartışma neticesinde karar verilemeyen konularda maliye ve darphane
nazırlarının toplantıya çağrılması,
__ Hangi
madenlerin senede ne kadar masrafı, varidatı var ise mecliste görüşülmesi,
__
Müdürlerin atama ve azillerinin mecliste görüşülerek müzakerenin bir suretinin
nezarete mazbatayla gönderilmesi,
__
Müdürlerden başarılı olanlara verilecek ikramiye gibi konuların mecliste
görüşülmesi ve bu konuda iltimas olunmaması. Bu layihanın madenlerde
uygulanması için padişahtan ferman talep edilmiştir760
(BOA, D.DRB.THR 679/1).
Bütün
madenler Polini adlı mühendis tarafından teftiş edilmiş761,
yeni nizamnamenin uygulanması ve darphaneden müdürlerine mühür verilmesi ve bu
760 Bu layiha
tarafımızdan çalışılacaktır.
sayede madenlerin iyi
işleyeceği ifade edilmiştir. Bozok sancağında bulunan Akdağ madeni uzun
zamandır Ankara ferikinin elindeyken, darphaneden atanan bir müdürle
yönetilmesine karar verilmiştir. Mart 1839’dan itibaren uygulanan usûl-i
cedîde ve nizâm-ı müstahsene adı verilen sistemde madene
bağlı kaza ve köylerin eski serbestiyetlerinin de icra olunması
emredilmiştir. Mart 1839’dan itibaren madenlerin masraf ve gelirlerinin
darphaneye ait olduğu hatırlatılarak tayin edilen maden müdürlerine mühürlü
talimatnamede şu hususlar dile getirilmiştir:
__ Bozok
sancağında bulunan Akdağ maden-i hümayunu uzun zamandır Ankara feriki olanlara
emaneten verilmişken cevherdar olan bu madenin müdür tayiniyle idare olunması,
__ Bu madene
bağlı kazaların madene bağlanma şartları ve serbestiyetlerinin icra olunması,
__ Akdağ
madeninde madenciler için temin edilen buğday, arpa ve erzak maden emini
tarafından satın alınırdı. Ancak maden eminleri satın aldığı bu ihtiyaç
maddelerini değerinden fazla fiyatla o zaman ki ifadeyle gâlî bahâ ile
maden ustalarının hesaplarına yazdığından madenciler zor durumda kalmakla
birlikte zarar etmişler ve ortaya çıkan açıkları kapamak için borçlanmışlardı.
Bu maddelerin satın alma fiyatı ile nakliye masrafının eklenmesiyle
madencilerin hesabına yazılması ve bunun dışında madencilerden bir akçe talep
edilmemesi,
__ Maden
eminleri arasındaki devir teslimde darphaneden bir kâtip gönderilerek bütün
hesapların ayrı ayrı görülmesi,
__ Fırın
masrafı için alınanlar ile maden emini bulunanlara verilen esb baha, hediye
baha ve başka adlarla verilenlerin hepsinin kaydedilmesi,
__ Bağlı
kazalardan müretteb olan iane-i cihadiye akçesinin miktarı ve tevziinin
yazılması,
__ Mukataat,
iltizamat, timarat ve cizyenin Mart 1839 tarihinden itibaren müdür tarafından
toplanarak hazineye gönderilmesi,
761 Polini
raporunda kurşun, gümüş ve kömür madenlerinin yanı sıra maden eritme ocaklarını
ziyaret etmiş ve bu gezi yedi aydan fazla sürmüştür. Osmanlı Devleti 1837
yılında dokuz gümüş, üç kurşun ve dört bakır işletme ocağına sahipti. Bu
tarihteki kurşun madenleri Fatsa, Bereketli ve Bozkır olarak zikredilmiştir
(Issawi, 1980: 283-284).
__ Madene
bağlı kazaların muhtar, tahsildar vs. nasb ve tebdillerinde hilat baha vs.
adıyla ve maden eminlerinin ilk atamalarında kudûmiyye ve ikramiye adlarıyla
fukaradan akçe toplandığının işitildiği ve bunların alınmaması,
__ Müdüre dolgun maaş tahsis
olunması,
__ Bu nizâm-ı
müstahseneye aykırı hareket edenlerin derhal te’diblerine bakılması ya
da merkeze bildirilmesi (BOA, D.DRB.THR 679/16: 1-2).
Polini ise
çözüm olarak Akdağ madeninde 700’er kuruştan maden kazıp cevher çıkaracak iki
maden ustası, cevher imali için ocak yapacak 700 kuruş ücretle bir mimar, aynı
ücretle bir kürek yapıcı ile cevheri kal itmek için 650 kuruş aylık ile
çalışacak iki kalcı talep etmiştir. Gümüşgan madeninde ise maden çıkaracak bir
madenci, ocak inşa edecek bir mimar ile iki kalcı ustasının aynı aylıklarla
alınmasını rapor etmiştir (BOA, DRB.d 165).
Bir başka
nokta ise darphaneye gelen kurşunun kıyyesi 60’ar paraya tophane, tersane ve
tüfenkhane vs. verilmesine rağmen madenin çıkarılması ve taşınması gibi bütün masrafların
darphaneden karşılandığından 1838 yılında kurşunun kıyyesi 90 para olmuştur
(BOA, DRB.d 165).
İİİ.
Selim döneminde madenlerin genel
durumu Şanizade tarafından şöyle anlatılmıştır: Madenlerin işletilmesinde
kurallara uyulsa bile odun, kömür ve madenin diğer malzemelerini tedârik edecek
olan halkın bunun zararlarından korunması gerekir. Halkın, çaresizliklerinden
dolayı memleketin tahrip olunacağı gibi kısa zamanda dedikodu ve şikayetlere
başlaması maden işlerini güçleştirecektir. Amerika’daki gibi her mahalde maden
çıksa bile, bunun faydalarını ülkede tutmak zordur. Zira bu zamanın ahalisi
üşengeç ve ihmalcidir. Ahali ticaret, ziraat ve sanat dallarını terk ederek
çerçilik yapmaya başlamışlardır. Birbirlerinden kazandıklarıyla
yabancı memleketlerden gelen
yiyecek ve eşyayı satın almaya başlamışlardır. Yabancılar ise istediği eşyayı
bulamadığından dolayı altın ve gümüş alarak762
sadece nevl-i sefineyi ödeyerek bu madenleri ülkelerine götürmüşlerdir
(Şânî-zâde, 2008: 909-910), bu nedenle madencilik zenginliğe sebep
olmayacaktır.
762 1588-1589
tarihli bir hükme göre kafirlere verilmesi yasak olan emtia şunlardı: Buğday,
barut, silah, at, pamuk, pamuk ipliği, kurşun, balmumu, sahtiyan, donyağı, gön,
meşin, koyun derisi, zift (Sahillioğlu, 1978: 24).
Gümüşün bol
ve ucuz olduğu dönemlerde, madenlerin çalışması ekonomik olmaktan çıkınca,
madenciler piyasadan guruş satın alıp eriterek, mükellef oldukları maden veya
kömür ile kütük taşıma külfeti karşılığı vermeyi daha elverişli buluyordu
(Sahillioğlu, 1978: 14). Bu nedenle birçok maden kapanmıştır.
Keçecizâde
İzzet Molla, II. Mahmut’a sunduğu Islâh-ı Nizâm-ı Devlete Dâir
Risâle adlı eserinde, devlet tarafından yapılan maden
işletmeciliğinin maliyetinin yüksek olması nedeniyle devletin maden
işletmeciliğini özel teşebbüse kumpanya suretiyle ihale edip, belirlediği bir
fiyata çıkarılan madenleri devletin satın almasının daha uygun olacağını dile
getirmiştir. Zira o, madenlere halkın yaptığı hizmetler, devletin yaptığı
masraflar ve maden eminlerinin masrafları hesap olunduğu anda gümüşün
dirheminin 60 parayı geçeceğini belirtmiştir. Ona göre, madeni işletmeye talip
olan kişi madene gerekli olan odun, kömür ve malzemeleri kendisi istediği
yerden temin etmeliydi (Naklen: Doğan, 2000: 44-45).
Defterdar
Mehmed Şerif Efendi III. Selim’e sunduğu lâyihasında maden işleriyle ilgili
sorunları ve çözüm yollarını şöyle ifade etmiştir: “ma‘âdinin i‘mâline ikdâm ve
ihtimâm olunub altın ve gümüş ve bakır ve kurşun ihrâcına sa‘y ve emânet ehline
tefvîz olunmak lâzimeden olub bunun dahi erbâbı aranub bulunub fukaraya zarar
olmamak şartıyla ma‘denlerin i‘mâli ne vechile müyesser olursa öylece amel
olunmaludur mesmû‘um olduğuna göre Ergani ve Keban ve Gümüşhane ma‘denleri
ümenâsı ma‘den hafrine sa‘y itmeyüb paşalar ve voyvodalar misüllü re‘ayâyı
ma‘âdinden intifâ‘ idüb idâre-i umûr iderler imiş bunun def‘i ve ma‘denlerin
i‘mâli ne şekil tedbîr ile olursa hemân himmet buyurulmaludur ve ba‘zıları
arâzi-i Devlet-i Aliyye’de olan ma‘âdin bir devletin arazisinde bulunmaz amma
Devlet-i Aliyye rağbet ü himmet itmiyor eğer Devlet-i Aliyye kendu toprağında
olan altun ve gümüşü çıkarub hazîne cem‘ etse cemî‘ devletlere gâlib olur
dirler hâl böyle olduğu takdirde ma‘âdine niçün himmet olunmasın ve fukâraya
zulm oluyor deyu Bereketlu ve Bozkır ma‘denleri niçün kapansın hem fukâraya zulm
olmasun hem ma‘denler işlesin; himmete bir şey hâ’il olamaz kolayı bulunmaz şey
olmaz dirim.” (Naklen: Çağman, 2010; 15; Kaynar, 1985: 13).
Madenin
kapanma sebepleri 1936 yılında şöyle sıralanmıştır. “…Bozkır madeni
diğer madenler gibi dahili iğtişaşlar, uzun süren harpler, fakru zaruret ve
nihayet madenlerin işletilmesi
için iktiza eden odun ve kömürün azalması yüzünden muattal bir hale gelmiştir.
Denize oldukça yakın bulunmaları ve o tarihlerdeki fennî vasıtaların azlığı
mütalaa olunur ise ehemmiyetleri anlaşılır. Her halde bu havalide ciddi bir
etüd yapılmak lüzumu meydandadır…” (BCA, 19138:
30.10./175.211.3). Bu tespitlere rağmen Bozkır madeninin açıldığı ile
ilgili bir kayıt tespit edilememiştir763.
Polini raporunda,
Konya’nın 12 saat güneyinde ve Toros yakınlarındaki Bozkır madeninde 100
zentners üretim yapıldığını belirtmiştir (Issawi, 1980: 284). Yani Bozkır
madeninde 5.000 kg kurşun üretimi yapılmıştır764.
Hamilton’a göre ise, Bozkır madeninde senelik 800-900 okkadan fazla üretim
yapılamıyor ve sadece kışın çalışılıyor. Mangal kömürü oldukça pahalıydı,
madenden fazla kâr elde edilemiyordu ve gösterilen örneklerde maden cevherinin
oldukça zayıf olduğu görülmekteydi. Buna rağmen madenden az miktarda gümüş de
elde edilmekteydi (Hamilton, 1842: 339).
Madencilikte
karşılaşılan sorunları ifade eden bir başka çalışmada ise tarih
belirtilmemiştir. Tanzimat ilanından sonra yazıldığına dair bilgiler olmakla
birlikte bir rapor olarak nitelenebilecek bu belgede, Gümüşhacıköy madeninde
iki sene kâtiplik yapan Ethem Bey’in madenle ilgili görüşleri şöyledir: Her
fırına 60 küfe kömür ile 30 küfe cevher giderken, bir seferde taşıyalım diye
mağaraların önlerinde cevherler biriktirilmiş ve bunlar telef olmuştur. Bunun
yanında küfesi sekiz kuruşa taşınan cevherlerin taşınmasındaki nakliye ücretine
de tecavüz edilmiştir. Kışın servet sahibi kişiler kütüklerin yükünü 30-40
paraya alırken vakti geldiğinde 60 paraya satmıştır. Madende bulunan çakılcı ve
külünkçü gibi 250 kişinin olduğu ve bunların içine Rum milletinden olan
kişilerin gelerek madenci kaydedildiği, maden sandığından zahirelerini de alan
bu kişilerin duvarcılık, ziraat ve kalaycılık gibi işlerle meşgul olduğu ve bu
kadar amelenin fazla olduğu belirtilerek yoklama yapılarak madencilerin
yakasına bir alamet konması gerektiği de ifade edilmiştir (BOA, HH.d 17512).
763 Bu konuda,
1940-1941 yılında Türkiye’de mevcut madenlerin yerleri ve rezervleri hakkında
bilgi veren şu esere bkz. İktisat Vekâleti Maadin Umum Müdürlüğü, Madenlerimiz
1940-1941, Ankara 1943.
764 Issawi,
bir zentner 100 kg olduğunu belirtirken, çalışmasında 50 kg olarak ele almıştır
(Issawi, 1980: 286).
Maden emini atamalarında
dile getirilmesine rağmen atanan maden eminlerinin kâr-güzâr yani
becerikli olmaması da madenlerdeki üretimi düşüren etkenlerdendi. Becerikli
olmayan maden eminleri tespit edildiği zaman görevden uzaklaştırılırdı. Ancak
şikayet ya da bir araştırma olmadığı dönemlerde bir maden emininin görevden
uzaklaştırılması için bir yıllık dönemin sonundaki üretimi göz önüne
alındığından o yıl maden için zayıf bir yıl olabilirdi. Bu nedenle maden emini
olarak maden ilminden anlayanların atanmasına ve madenden anlayan kişilerin
madenci olmasına özen gösterilmesine rağmen yine de sorunlar çıkmıştır. Yine
madencilerin de maden ilminden anlayan kişiler olması gerekliydi. Zira maden
ilminden anlamayan kişiler çok telef vermekteydi. Bozkır madeninde; şiddetli kış
dolayısıyla üretimin zaman zaman aksaması, maden taşınacak yolların elverişsiz
olması765, taşıt tedârikinde
karşılaşılan güçlükler, maden mağaralarının tahrip edilmesi, madenin çeşitli
aşamalarında çalışacak amelelerin bilgisizliği ve Bozkır maden ocaklarının
verimsizliği de üretimin azalmasına sebep olmuştur.
3.2. Madenciliğin Ortaya Çıkardığı
Sorunlar
3.2.1. Bozkır Yöresinde Ormanların
Yok Oluşu
XVII.
yüzyılda yaklaşık 30 ton odundan sekiz ton odun kömürü elde edilirken bu miktar
yılda yaklaşık beş hektarlık alanda kayın ormanı yetiştirilmesine karşılık
geliyordu (Tez, 1989: 27). Bu anlamda Bozkır madeninin ortaya çıkardığı en
önemli sorunlardan biri ormanlık alanların yok edilmesiydi. Zira madenin odun
ve kömür ihtiyacının karşılandığı yerlere bakıldığı zaman madene bağlı yerler
olduğu görülmektedir. Bu anlamda belgelerde maden için sağlanacak ormanların
uzaklaşmasından bahsedilmektedir ki (BOA, MEDAD 8: 653-1) bu madenin ormanlara
verdiği zararı göstermesi açısından önemlidir.
Bozkır’da
madenin açılmasıyla birlikte ortaya çıkan ve Bozkır madeni emaneti olarak
adlandırılan idari yapı, eski ve yeni idareciler arasındaki çatışmalara neden
765Teknolojinin
nakliye ve yükleme gibi alanlarda kullanılmasıyla XX. yüzyılda mineral arzında
ciddi bir yükselmeye yol açmıştır. Ereğli kömür madenlerinde demir yolu
bağlantısının ve limandaki gemilere hızlı bir şekilde yükleme için vinçlerin
kullanılması gibi faktörler Fransız firması “Societe Heraclee”nin 1896’da
kurulmasından birkaç yıl sonra üretimin arttırılmasında önemli rol oynarlar.
Maden sayısında ciddi bir artış olmamasına rağmen bu yüzyılın başındaki artışın
nedeni makineleşmedir (Murphey, 1986: 982-983).
olmuş ve bu durumdan en fazla
etkilenen madencilik sektörü ile kaza halkı olmuştur. Zira Bozkır madeninin ilk
kapatılması ile yeniden açılmasının nedenlerinin ahaliye yapılan zulümler
olduğu hatırlanırsa madenin halka etkileri daha iyi anlaşılabilir (BOA, MEDAD
1: 754-1). Bunların yanında madenin çeşitli ihtiyaçları madene bağlı kazaların
halkı tarafından karşılanmaktaydı. Maden, ihtiyaçlar karşılanırken halktan
fazla talepte bulunulması gibi olumsuzluklara da neden olmaktaydı. 1806 yılında
maden emininin Bozkır ahalisine “madene gerekli hizmetleri yapmalarına rağmen”
11
ayda 30.000 kuruş salyaneyi iki
defada tevzi edip aldığı, ramazâniyye adıyla 500 kıyye sade yağı ve süzme bal
ile 250’den fazla kuzu, tavuk ve yumurta tevzi ve tahsil ettiği yönünde
şikayetleriyle Bozkır madeni ahalisinin padişahtan yardım talep ettiği görülmektedir
(BOA, D.DRB.THR 37/34). Fakat bu sorun sadece madenlere has bir özellik
değildi. Madenin açık olmadığı dönemlerde de bu tür haksızlıklar yapılmıştır.
Maden emaneti dahilindeki ahalinin izinsiz olarak madeni terk edememesi gibi
durumlar da halkın madenlerin açılmamasını istemesine neden olmuştur (Bkz. I.
Bölüm). Tabiî ki madenin açılmaması yönündeki bu istekler de, Bozkır şeyhi
olarak anılan kişilerin, maden eminleri nedeniyle bölgedeki etkilerinin
azalacağından dolayı halkı kışkırtması da etkili olmuştur.
Artan odun
kömürü gereksinimi sonucu ormanlar hızla azalıyordu. Maden ocakları yakınındaki
çay, dere ve ırmaklara işletme artıklarının atılması sonucu sular
zehirleniyordu (Tez, 1989: 51). Bozkır madeni mağaralarında üretilen
cevherlerin işlenmek üzere Bozkır kazasına getirilerek kaza içerisinden geçen
Çarşamba Çayı yanında işlenmesi nedeniyle maden doğal dengeyi de bozmuş
olmalıdır. Şöyle ki cevherler işlendikten sonra kalan cürufların suya
karışmasıyla ya da diğer atıkların suya atılmasıyla sular kirletilmiştir.
Bozkır
madeninden çıkarılan kurşunların insan sağlığına etkisini de madenciliğin
ortaya çıkardığı tehlikeler arasında saymak mümkündür. Bütün bu olumsuzların
yanında madenlerde çalışan madencilerin çok cüzi paralara çalışmaları da bu
sorunlar arasında sayılabilir. Madenlerdeki bu duruma devletin tekelci
yaklaşımı, kâr marjını yüksek tutma isteği ve çıkarılan madenlerin askeri ve
ekonomik anlamda devlet için önemli olması gibi nedenler, madencilerin kendi
geçimlerini zor karşılayan şartlarda madenlerde çalışmalarına sebep olmuştur.
Madenciliğin
ortaya çıkardığı sorunlardan birisi de madenlerde meydana gelen kazalardı. Bu
kazalar madencinin yaralanmasına hatta ölmesine neden olabilirdi. Madenlerde
bulunan mağaralarda göçükleri engellemek için tahkimat yapılmasına rağmen yine
de göçüklerin olduğuna dair örnekler vardır (BOA, DRB.d 1040). Maden
mağaralarının bulunduğu yerler, dağlarda ya da dağlara yakın yerlerde
olmasından dolayı hem ulaşım anlamında hem de çalışma şartları anlamında bazı
zorlukları beraberinde getirmekteydi. Bulgardağı madenindeki gözlemlerini
aktaran Ahmet Şerif’in verdiği şu örnek, madenlerde çalışma şartlarının
zorluğunu göstermesi açısından önemlidir: “…düşen büyük bir çığ altında
kalıp, derhal ölen, üç madenciden birinin, bulunamayan cesedi, epeyce
bir süre sonra, ben orada iken, karların altından meydana çıktı ” (Ahmet
Şerif, 1999: 231).
3.3.2. Bozkır Madeninde Eşkıyalık
Hareketleri
Bozkır’da
madenciliğin ortaya çıkardığı sorunlardan biri de eşkıyalık hareketleriydi. Bu
tür hareketler altın ve gümüş gibi değerli madenlerin üretimi nedeniyle ortaya
çıktığı gibi madenlerin idari statüsündeki değişiklik de bu tür hareketleri
tetiklemekteydi. Ancak eşkıyalık hareketlerini sadece bu nedenlerle açıklamak
yeterli değildir. Zira Bozkır madeni açılmadan önce de Bozkır kazasında
eşkıyalık hareketleri olmuştur766.
29 Nisan 1773 tarihinde Alanya kazası mutasarrıfı, Bozkır kazasından Abdülmümin
oğlu Muhammed ve Abdülmuttalip oğlu diğer Muhammed adlı eşkıyaların yanlarına
60’dan fazla eşkıya toplayarak Alanya’ya zarar verdiğinden bu durumun ortadan
kaldırılması için izin istemiştir. Bahsi geçen kişiler 10-15 senedir eşkıyalık
yapıp, Bozkır kazasında pazar yeri olan Ahırlı köyünü, pazar esnasında basıp
tüccar ve ahalinin mallarını da gasp etmişlerdi. Birçok kişiyi öldüren bu
eşkıyalar, Bozkır naibinin de kaçmasına neden olmuştur (BOA, C.ZB 1505).
Madenin
açılışından itibaren Bozkır şeyhi olarak adlandırılan kişiler, bölgede çıkan
eşkıyalık hareketleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı idi. Bozkır
şeyhi olanlar, madenin açılmasına karşı olduklarından767
bu tür hareketlere
766 XVII.
yüzyılda Konya ve çevresindeki eşkıyalık hareketleri için bkz. Soyucak, 1997.
767 Bozkır
şeyhi olan Abdülhalim’in madenin açılmasına kendi zulmüne engel olacağından
dolayı karşı olduğu Bozkır halkı tarafından da dile getirilmiştir (BOA, MEDAD
9: 171-1). Bu şeyhin daha sonra maden emini olduğu da unutulmamalıdır (BOA,
MEDAD 9: 213-1).
başvurmuş olmalıdır. Gerek
maden eminlerinin sözleri gerekse merkezi yönetimin çeşitli konularda şeyhi
muhatap alması, Bozkır şeyhinin bölgede etkin bir güç olduğunu göstermektedir.
Bozkır madeninde üretime başlandığında, Bozkır şeyhi Seyyid Abdülkadir
Efendi’ydi. Bu kişi aynı zamanda 30-40 yıldır Bozkır kazası ayanıydı (BOA,
C.ADL 5051). Bozkır şeyhi768
olan kişi, çeşitli görevlerin yapılmasında da devlet tarafından
görevlendirilmiştir. Asker tedârik edilmesi konusunda da görev alan Bozkır
şeyhi, 20 Mayıs 1774 tarihinde 180 asker göndermiştir (BOA, C.AS 51300). Bunun
yanında şeyh askeri gücünü bazen hisleri doğrultusunda da kullanmıştır. 25 Ocak
1799’da, Bozkır şeyhi Abdülhalim Efendi’nin, Kırili ayanı İsmail’e
düşmanlığından dolayı 7.000 piyade ve 3-4.000 süvari ile 30 yük cephaneyle
Kırili kazasının üzerine yürümesi nedeniyle, kazadan
500
kişi Hamid sancağına kaçmıştır.
Şeyh, Kırili ayanı ve kadısının zincire vurdurarak Bozkır’a getirmiştir (BOA,
C.DH 1301). Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere Bozkır şeyhi maden açılmadan
önce ve sonra yörede sözü geçen bir kişiydi.
Bozkır
şeyhi, birçok olayda doğrudan ya da dolaylı olarak uygun olmayan hareketlerde
bulunmuştur. 1773 yılında Belviran kadısı olan Osman’ın davalar hakkında karar
vermesini engellediği gibi bir kese akçeden fazla alacak hakkını da
vermemiştir. Bu durumun araştırılması için merkezden bir kişi
görevlendirilmiştir769
(BOA, AHK.KR.d 14: 90-1). Bütün bunların yanında eşkıyalık hareketlerine
karışan Bozkır şeyhlerinin, eşkıya ile mücadele ettikleri de görülmektedir.
Eşkıyaların birbirleriyle mücadele ettikleri ve birbirlerini ortadan kaldırmaya
çalıştıklarında; Bozkır şeyhi, kanuna aykırı olan bu durumun ortadan
kaldırılması için emir talep etmiştir (BOA, AHK.KR.d 14: 105-1).
768 Bozkır
şeyhi olarak adlandırılan kişiler, Bozkır ve çevresindeki kurumlarda çeşitli
görevleri de yerine getirmişlerdir. Günlük üç akçe ile Siristat köyünde bulunan
musallada hatip olan Kadıoğlu Seyyid Abdullah vefat edince, yerine 1788 yılında
Şeyh Abdülkerim atanmıştır. Ekim 1789 tarihinde ise, Şeyh Abdülkerim’in ölümü
üzerine yerine oğlu Seyyid Şeyh Muhyiddin atanmıştır (VGMA, HD, 537: 58b).
Abdülkerim ve oğlu Muhyiddin aynı zamanda Hocaköy’de bulunan Hacı Mehmet Efendi
Camii’nin de imamıdır (VGMA, HD, 537: 58a). 1831 yılında yapılan nüfus
sayımında Sinandı köyünden a‘yân-ı kaza olarak 41 yaşındaki
Seyyid Abdülkerim veled-i Seyyid kaydedilmiştir (BOA, NFS.d 3310: 193).
769 Benzer
bir uygulama kapusuz levendat eşkıyasından olan Sabâma oğlu Mustafa adlı
maktulün avenelerinin başlarına topladığı kişilerle, Bozkır kazası köylerindeki
ahalinin bazısını öldürüp mallarını almaları üzerine yapılan şikayetler üzerine
durumun araştırılması için merkezden bir görevlinin gönderildiği, Haziran
1777’de belirtilmiştir (BOA, AHK.KR.d 14: 99-3).
Eşkıyalık
hareketleri, madenin çalışmasını aksatmış ya da tamamen terk edilmesine neden
olmuştur. Nitekim Bozkır şeyhi Şeyh Abdülkadir’in kethüdası Abdullah ile
bölükbaşılarının, maden işleriyle meşgul olan maden emini Genç Ali ile
madenciler üzerine hücum etmesi nedeniyle maden emini kaçmıştır. Bu olayda
madencilerin eşyaları yağma edilmiş ve maden beş altı ay çalışamamış,
diğerlerine ibret olması için bu kişilerin cezalandırılmaları talep edilmiştir.
Madenin kapanmasına sebep olacak bu tür hareketlerin affedilmesinin mümkün
olmadığı ancak şeyhin bir defaya mahsus uyarılması ve yine aynı hareketlere
devam ederse sürgün cezasının hatta daha ağır bir cezanın verilmesi maden emini
ile Karaman valisine 31 Aralık 1777’de bildirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 606-1,
606-3).
Bozkır
şeyhinin tahrikiyle madene ait olan bütün bina, levazımat, zahire ve eşyaların
yağma edildiği yapılan incelemede anlaşılmıştır770.
Bozkır şeyhi Abdülkadir ve kardeşi Abdülkerim madene ait binaları yeniden inşa
etmeyi ve yağma edilen eşyaları da geri ödemeyi taahhüt etmiştir. Şeyhten 550
kıyye demir ile eşyalara karşılık 1.000 kuruştan fazla para, zahire ve kilim
mahkeme tarafından teslim alınmıştır. Bu tahsilat dışında kalanlar ile maden
eminine gönderilen sermayenin de yine bu kişilerden tahsili emredilmiştir (BOA,
MEDAD 8: 607-1). Uzun süre şeyh ve ayan olarak, Bozkır kazasında istediği gibi
davranan Bozkır şeyhi Abdülkadir, Bozkır madeninin açılması üzerine gelen maden
emini ve mübaşir nedeniyle ahaliye aldığı malları geri vermiş ancak adaya
sürgün edilmesinden vazgeçilince aynı durum yeniden ortaya çıkmıştır (BOA,
C.ADL 5051). Aynı tarihte, Bozkır’da oturan şeyh, Bozkır’ın etrafında bulunan
yöneticilere de karışmıştır. Etrafına topladığı 200’den fazla kişi ile fukaraya
zulüm eden ve ilimle meşgul olması gereken şeyh, toplanacak 133 kuruşluk taksit
akçesini 1.500 kuruş olarak tevzi ederek tahsil etmeye çalışmıştır (BOA, MEDAD
8: 606-1). Ayrıca şeyh bunlarla da
770 Bu
yağma hadisesi şöyle ifade edilmiştir: “Selefin Genç Alinin binâ ve inşâ
eylediği iki ‘aded cevher fırunu ile bir ‘aded etmekci fırunları ve bir
bâb kebîr kömür ve bir bâb mürdesenk ve diğer üç bâb muhâzîn külliyen münhedim
ve ma‘denciyân tâ’ifesinin dahi hîn-i firârlarında onüç bâb otalar temhîr
olunmuşken ba‘zıları münhedim ve ba‘zılarının kapuları şikest ve edavât-ı maden
ve ma‘denciyânın eşyâları ve emîn-i sâbıkın yine Edase karyesinde ve Beş
karyesinde binâ eylediği otalar ve mahzenler ve derûnlarında olan levâzımât ve
mürdesenk ve zehâyir ve emvâl ve eşyâ bil-cümle yağmâ ve gâret olunduğu
ma‘rifet-i şer‘le muayene ve Bozkır şeyhinin tahrîkiyle olduğu zâhir oldukda…”
(BOA, MEDAD 8: 607-1).
yetinmeyerek halkı kışkırtmış
ve maden emini ile de mücadele etmiştir771.
Halka “madene bağlanmakla harap olursunuz” diyen şeyh, maden
eminine kimsenin uğramamasını tembih etmiştir. Maden emininin madenden
kaçmasına neden olan ve madencilerin eşyalarını yağma eden şeyhin başka bir
yere sürgün olunmadığı sürece bu kötülüklerin bitmeyeceği ve madenin
işletilemeyeceği maden emini tarafından bildirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 606-1).
Madenin kapanmasına neden olanların cezalandırılacağı ancak bu defa bu
kişilerin tembih edilmesi, eğer bu etkili olmazsa ve bu tür hareketlerden
vazgeçilmezse gerekli cezanın uygulanacağının şeyhe anlatılması emri
verilmiştir. Bu tür hareketlerin tekrar etmesi halinde sürgün cezası
verilmekteydi. Ancak aynı hareketler ortaya çıkması durumunda, bununla da
yetinilmeyip diğer cezaların da verilebileceği hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8:
606-1). Bu şekilde bir yola başvurulmasının nedeni ise, Bozkır şeyhi Abdülkadir
ve oğullarının Kıbrıs’a sürgün edilmesi ile ilgili emir verilmesine rağmen
madenin imâl ve idaresinin, şeyh ve oğullarının yardımına muhtaç olduğu maden
emini Halil Ağa tarafından bildirince, Eylül 1777’de verilen sürgün emri terk
edilmiştir (BOA, C.DRB 1298).
Bozkır şeyhi
Abdülkadir ve oğullarının Kıbrıs adasına sürgünü için emir verilmiş olmasına
rağmen bu kişiler kaçmıştır. Kaza ahalisi bu kişiler idam edilmezse meselenin
çözülmeyeceğini ve eğer şeyhi yakalarlarsa teslim edeceklerini ve maden eminine
yardım edeceklerini aksi halde 50.000 kuruş nezri, 10 Şubat 1778 tarihinde
taahhüt etmişlerdir (BOA, C.DH 2909). 19 Şubat 1778’de Bozkır kazasına bağlı
köylerin temsilcileri, Karaman valisinin huzurunda yapılan mecliste, maden
emini Süleyman’ın madenle ilgili işleri yaparken bir kusurunun olmadığını ve
kendilerinden bir akçe talep etmediğini fakat Bozkır şeyhi Abdülkadir ve
avenelerinin rahat durmadığını dile getirmişlerdir (BOA, MEDAD 8: 614-1,
615-1). Bozkır ahalisi, şeyhin merkeze ya da Karaman valisine maden eminini
şikayet ettiğini, bazen de adamlarıyla maden eminine saldırdığını
söylemişlerdir (BOA,
771 Bozkır
şeyhinin madene bakışı ise şöyleydi: “…ma‘dene merbûtiyet ile harâb olursuz
deyü emîn-i ma‘den tarafına kimesne uğramamak üzere tenbîh ve te’kîd ve
bundan ma‘adâ sâbık ma‘den emîni Genç Ali’nin edevât ve eşyâsını yağmâ ve talân
ve bunun emsâli nice şer ve fesâdı zâhir ve aşikâr olmakdan nâşi diyâr-ı ahara
nefy ve iclâ olunmadıkca infâz-ı fitne ve ma‘den-i mezbûr ta‘dîlinden hali
olmayacağı ihbâr olunmağla…” (BOA, MEDAD 8: 606-1).
C.DRB 2605). Fakat dikkati
çeken noktalardan biri, şeyhin ve adamlarının özellikle madene hizmet eden
kişilere saldırarak o kişileri korkutmaya çalışmasıdır (BOA, AE.SABH I 11519;
BOA, AE.SABH I 11527). Bozkır şeyhinin adamları bölükbaşılarından Sopranlı
Osman, İt Uyutmaz Ahmet, Vehhaboğlu Ahmet, Kanlı Ali, Eğri Veli ve Sarıoğlu
Mehmet, Küçük Baki, Mahmut ve Kaşıkçı adlı eşkıyalar, Siristat köyünden (BOA,
AHK.KR.d 15: 89-1; BOA, AE.SABH I 11527) ve Sopran köyünden (BOA, AE.SABH I
11519) bazı kişilerin para, buğday, arpa, koyun, ev eşyası, arı, öküz, at,
kılıç, tüfek gibi eşyalarını almışlardı. Bu eşyalar “sizler emr-i ali idüb
madene hizmet ettiniz” denilerek alınmıştır. Bu kişilerin bulundukları mahalden
alınarak ahkâk-ı hakk olunması emredilmiştir (BOA, AE.SABH I
11519; BOA, AE.SABH I 11527). Yine aynı kişiler madene hizmet etmesi nedeniyle
bir kişiyi de öldürmüştür (BOA, AHK.KR.d 15: 88-4). Bozkır madeni emini
Süleyman’dan reayanın hoşnut olmasına ve eminin kimseden haksız yere bir şey
almamasına rağmen şikayetler olduğu ancak bu şikayetlerin madenin tatilini
isteyen kişiler tarafından yapıldığı anlaşılmıştır (BOA, MEDAD 8: 615-1). 7
Şubat 1778’de, bu olaylar üzerine Karaman valisi askeriyle birlikte Bozkır’a
gelmiştir. Bununla birlikte Hadim müftüsü de halka bu hareketlerin fitne olduğu
konusunda nasihat etmek amacıyla Bozkır kazasındaydı. Ancak şeyhin oğlu ve
bölükbaşıları yine madene hizmet eden 11 kişiyi öldürmüş ve kaza köylerine
istedikleri kadar salyane tevzi eylemişlerdir. Hadim müftüsü nasihat ettikten
sonra, “dururlar mı durmazlar mı? İtimad olunmaz” diye
kazadaki durumu vezire bildirmiştir (BOA, C.DRB 2890).
Bozkır
madeninde görevli madenciler de çeşitli olaylara karışmışlardır. 19-28 Mart
1779’da Bozkır kazasından Ahmet, babası Seyyid Ali’nin maden hademelerinden
Ömer, Süleyman, Sinan ve Mahmut adlı kişiler tarafından öldürüldüğünü ve
eşyalarının alındığını ifade ederek, başka bir iş için kazada olan mübaşir ve
vali ile maden emini tarafından davanın mahallinde görülmesini, bu
gerçekleşmezse İstanbul’da davanın görülmesini talep etmiştir (BOA, AHK.KR.d
16: 136-3). Bu olayın şahitleri olmasına rağmen, bu kişilerin katiller
tutuklanıp İstanbul’a götürülürse şahitlik edeceklerini söylemeleri üzerine bu
yönde bir emir verilmiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 174-2).
Bozkır
kazasından bazı kişiler ile iki madenci, ticaret için Karaman’a giderken
Aladağ’da ayanlık iddiasında olan Abdülahad ve oğulları tarafından öldürülünce
ailelerinin şikayeti üzerine, 27 Ekim-5 Kasım 1793’de Bozkır madeni eminine772
sorumluları yakalayıp hapse atması ve davanın mahallinde görülmesi
emredilmiştir (BOA, AHK.KR.d 21: 79-3).
Eşkıyalarla
ilgili kaza ahalisi ile maden eminin durumu arz etmesi üzerine darphane
emininin takriri gereği sürgün konusunda karar verilirdi. Bozkır madenine bağlı
Seydişehir kazası Çalmanda ve Akça köyleri ahalisi, köylerini basıp, eşyalarını
yağma eden ve bir kişiyi öldüren kişileri şikayet edince, suçluların çavuş
nezaretinde Magosa’ya sürgün edilmeleri konusunda, 1789 yılında emir
verilmiştir (BOA, KLB.d 23: 22-2). 22-31 Temmuz 1801’de, Seydişehir’de ayanlık
iddiasında bulunan Çopur Kadı ve Hacı İsa, ahaliyi tahrik ettiğinden çavuş
mübaşeretiyle Magosa kalesine kalebent edilmesi emri Bozkır madeni eminine
emredilmiş (BOA, C.DRB 2423), affedilmeleri için kaza naibi şefaatçi olmuş
ancak İrad-ı Cedid defterdarının inhası olmadan affedilemeyeceği belirtilmiştir
(BOA, KLB.d 29: 164-2). Böyle bir inhanın istenmesinin nedeni, bu dönemde
kazanın Üsküdar Ocağı’na bağlı olmasıydı. Yine madene bağlı Seydişehir
kazasından Sarı Numan adlı kişinin ayanlık iddiasında olduğu ve kaza
ihtiyarlarından Seyyid Ahmed’in kızı Emine’yi katledip mallarını aldığı ve
kazadan talep edilen yeniçerilerin tanzimi ve techizine muhalefet ettiği
şikayeti üzerine, Magosa kalesine kalebent olunması için emir verilmiştir.
Fakat durumun göründüğü gibi olmadığı Bozkır madeni emini ve kaza ahalisi
tarafından arz edilmiştir. “Bozkır şeyhinin oğlu Abdülhalim zulmüne revaç
vermek için İstanbul’daki kapı kethüdası Mustafa Efendi, Şeyh Ahmed’i tahrik
ederek Numan’ın kalebent olunması için emir çıkartmış.” diyen maden emininin
kaimesi ve Seydişehir kadısının ilamı üzerine, 4 Ocak 1788’de Numan
affedilmiştir (BOA, C.DRB 1995).
772 Bozkır
dışındaki eşkıyaların yakalanması için de Bozkır madeni eminine emir
verilebilirdi. 25 Mayıs-3 Haziran 1790 tarihinde, İçil sancağı Sarıkavak
kazasında Koca Abdülkadir yanına topladığı adamlarla kazayı basıp eşyalarını
almış, 1766’dan beri böyle devam ettiği belirtilerek Konya mütesellimi, Bozkır
madeni emini ve Bozkır şeyhine hangi yolla olursa olsun bunların yakalanıp
cezalarının verilmesi emredilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 1: 6). Yine Alanya
sancağından gelen bazı kişiler mukırgah-ı maden olan Bozkır kazası mahkemesinde
oğlunun katilleriyle mürafaa olmak istemiştir (BOA, C.ADL 1152).
Madene bağlı
kazaların halkına yapılan zulümlerin önlenmesi amacı, madenin açılışında ve
kapanışında önemli rol oynamıştır. Fakat kaza ahalisi ile Bozkır şeyhi, madenin
açılması konusunda farklı düşünmüşlerdir. Buna göre, Bozkır madeninin tekrar
açılmasını isteyen ahali, zulmün daha fazla arttığını ve birçok kişinin kazayı
terk ettiğini belirtmiştir. Ancak Bozkır’da oturan Şeyh Abdülhalim’in, “daha
fazla mal kazanma sevdasıyla yaptığı zulümler sona ereceği için” madenin
yeniden açılmasını istemediği 23 Ekim 1787 tarihli belgeden anlaşılmaktadır
(BOA, C.DRB 967).
Bozkır
madeni eminine gönderilen hükümde, eşkıyalık yapan, insanları öldüren, zahire
ve eşyaları gasp eden Siristat köyünden sekban Abdülbaki, Sarı Ahmet773
ve Kadıoğlu Abdullah isimli eşkıyaların yanına topladığı 300 adamla eşkıyalık
yaptığı belirtilince, maden emini marifetiyle cezaları tertip ve ser
maktularının gönderilmesi emredilmiştir. Maden emininin yanına gelip gittikleri
emin tarafından bildirilen bu adamların yakalanması ve idam edilerek başlarının
gönderilmesi için Karaman valisine 400 adamıyla kendisi ya da kethüdası ile
tüfekçibaşılarından birinin bu işi yapması yönünde emir verilmiştir774
(BOA, MHM.d 178: 227; BOA, MHM.d 178: 228).
Bozkır
kazasında bulunan Şeyhin oğullarının775
Kıbrıs’ta bulunan Lefkoşe’ye sürgün edilmeleri ve kazaya bağlı Sinandı
mahallesinde bir karışıklık çıkması halinde ahalinin 20.000 kuruş ödemeyi
taahhüt etmesi ile ilgili karar 2 Haziran 1781’de çıkmıştır (BOA, MEDAD 8:
650-d). 1 Şubat 1784 tarihinde ise, Bozkır
773 Sarı Ahmet
adlı eşkıyanın avenesinden olan Kadıoğlu Abdullah, oğulları ve kethüdası ile
Larende kazası ayanı Abdülkadir’in yanına kaçmış ve iki bölükbaşısını Bozkır
kazasına göndererek muharebe etmek istemiş, bunun üzerine Karaman valisinin
yanına tüfekçibaşı tayin olunarak bunların üzerine gönderilmiş ve muharebede
Kadıoğlu ve aveneleri öldürülmüştür (BOA, AHK.KR.d 20: 4-2). Keban ve Ergani
madenlerinde firariyi koruyanların 73.000 kuruş vermesi gerekirdi. Bu kurala
uymayan görevliden bu para tahsil edilmiş ve 4 Ağustos 1783’te kalebent
cezasına çarptırılmıştır (BOA, C.ML 4027).
Bozkır kazası ayanı iken kötü halinden dolayı azledilen ve
vali tarafından cezası verilen Sarı Ahmet’in adamlarından Akkiseli Topal Mehmet
adlı eşkıya köyüne dönerse köy ahalisi bunu teslim edeceğini ve buna aykırı
hareket ederlerse 25.000 kuruş nezr ödemeyi taahhüt etmişlerdir. Ancak
gönderilen emirde bu tür bir hareket ortaya çıkarsa bu miktarın iki katının
tahsiliyle yetinilmeyip, kendilerine de gerekli cezaların verileceği konusunda
ahali, 3 Ocak 1786 ‘da uyarılmıştır (BOA, MEDAD 8: 690-1).
774İçil
ve Adana taraflarına kaçan bu eşkıyanın yakalanması için mutasarrıf ve valiye
verilen emir için bkz. BOA, MHM.d 178: 244.
775 Şeyhin
oğulları Kara Halim, Numan ve Necip, kardeşi Abdülkerim, damadı Deli Mehmet
(BOA, AE.SABH I 11527; BOA, C.ADL 5051) ve kethüdası Abdullah’tı (BOA, C.DRB
2605).
şeyhi Abdülkadir, oğulları ve
kardeşinin Kıbrıs adasına sürgün edilmesiyle ilgili verilen karar, köylerinde
kendi işleriyle uğraşmak şartıyla affedildikleri şeklinde bir şartlı tahliye
haline getirilmiştir. Ancak bu kişilerin maden için lazım olan kömür ve kütük
tedârikine engel oldukları776
Bozkır ve Belviran kazaları kadıları tarafından dile getirilmiştir (BOA, C.ADL
5051). Alınan bütün önlemlere rağmen şeyhin akrabaları madendeki görevlileri
hedef almaya devam etmiştir. Hoca köyünden derebey demekle meşhur Şeyh
Abdülhalim, madenden memur olarak Fart’a giden Molla İbrahim adlı kişiyi, 9-18
Eylül 1783’te öldürmüştür (BOA, AHK.KR.d 18: 17-2). Molla İbrahim’in oğlu
Abdülkerim davanın mahallinde görülmesini istemiş ancak Seyyid Abdülbaki,
Abdülkerim’in madende bulunan evini basarak bütün eşyası ve yiyecekleri ile
Apasaray ve diğer köylerde bulunan arpa ve buğdaylarına da el koymuştur (BOA,
AHK.KR.d 18: 18M-2).
Çat köyü
hatibi ile Siristat köyü nakibinin tahrikiyle maden emini ile ahali arasında
oluşan anlaşmazlık sonucu, maden emini madeni terk etmiştir. Bunun üzerine
gönderilen 22 Nisan 1778 tarihli emirde maden emininin madene dönerek işlerini
yapması ve madenin imâl ve idaresine karşı olanların te’kîd ve gûşmâllerinin
merkeze bildirilmesi maden emininden istenmiştir (BOA, MEDAD 8: 615-2). Bu
hatib ve nakib ahaliyi kışkıtmaya devam etmiş ve Bozkır madeni emini Süleyman’ı
şikayet etmişlerdi. Bu tür hareketleri olan hatip ve nakibin Bozkır kazasına
girmesi yasaklanmıştır (BOA, C.DRB 3211).
Bozkır
madenine bağlı Kırili kazasında ayanlık iddiasında olan Hacı İsmail adlı
eşkıyanın cezasının verilmesi için Ilgın, Doğanhisar şehir kethüdalarının
görevlendirildiği ve şakiyi kuşattıkları esnada bu kişi kaza naibi ile birlikte
beş kişiyi öldürüp kaçtığından Bozkır madeni eminine bu suçluların yakalanması
için, 1-9 Eylül 1790 tarihinde emir verilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 1: 25). Bozkır
madeni emini olan el-Hâc Hasan hakkında madene bağlı kazaların farklı arz ve
mahzarlarda bulunmaları üzerine maden bölgesine gönderilen görevli, bu durumu
herkesin huzurunda görüşmeye açmıştır. Madene bağlı Bozkır, Belviran ve Göçü
kazaları ahalisi maden eminin iyi halinden bahsederken ‘adem-i tecrîme ve
kanûn-ı kadîm
776 11
Mart 1742 tarihinde, Keban madeninde kömür nakli ve hafrında çalışanları
eşkıyaya karşı korumak için 150 piyade ve 50 levent gönderilmiş, bunların aylık
ve ihtiyaçları Palu kazasından tedârik edilmiştir (BOA, DRB.d 968: 64-1).
olan dem öşrü dahi almayub
cümle fukarâ râzı ve hoşnuddur demişlerdir. Fakat
Kırili kazasında ayanlık iddiasında olan Hacı İsmail777
adlı kişinin zulmüne ahali engel olamadığından başka İnce Mehmet adlı eşkıya ve
adamlarına kurşun ile adam öldürttüğünden dolayı eminin bu eşkıyayı talep
etmesine rağmen ayanlık iddiasında olanların buna engel olduğu ve bu kişilerin
bir mahalle sürgün edilmesi kaza ahalileri tarafından, 4 Şubat 1790’da dile
getirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 182-d).
4
Mayıs 1791’de Bozkır madeni emini
Mehmet, maden işleri778
için Kırili kazasına gittiğinde kazadan bazı kişilerin tahrik ettiği eşkıya,
baskın yaparak madene ait sermaye ile bazı emval ve eşyayı yağma etmiştir. Bu
olaylar nedeniyle Kırili
kazasının darphaneye 48 kese779
akçeyi iki taksitle ödemeyi taahhüt etmesi üzerine, ilk taksitin tahsili için
kazaya mübaşir gönderilmiştir (BOA, MEDAD 9: 189-3). Kaza ahalisi ilk taksiti
Mart 1791’de, ikinci taksiti ise bu tarihten beş ay sonra ödeyecekti (BOA,
MEDAD 9: 191-1). Bu baskın esnasında, 21 Eylül 1789’dan 6 Ağustos 1790’a kadar
üretilen 33 kıyye altın ve gümüş de darphaneye gönderileceği zaman bu kişilerce
yağma edilmişti. Bunlarla birlikte kazalardan tahsil olunan 26.000 kuruş ile
30.000 kuruştan fazla emval ve eşyası ile kâtip ve hizmetçilerinin 9.000 kuruşu
da yağma edilmiştir. 8 Ekim 1790 tarihinde, bunların da tahsili emredilmiştir
(BOA, C.DH 12225). Bu olaylara sebep olan kişiler ise 9.001 kuruş ödemeyi
taahhüt etmiştir (BOA, MEDAD 9: 192-1).
17-26
Ağustos 1795 tarihinde, eşkıyalık yaptığı için cezalandırılmaları gereken
göçebe taifesinden bazı kişiler Bozkır madeninde cevher çıkarılan Kızılgeriş,
Sarıot ve Küçük Tepe adlı mahallerde “hayme nişin” olmaları üzerine,
gerekirse Alanya’ya kurşun nakletmek beyanı üzerine affedilmişlerdir780
(BOA, MKM.MHM.d 2: 75). Bu kişilerin bu bölgelere ağaçları kesmek üzere
yerleştiği söylenebilir.
777 Kardeşiyle
bile ayanlık çekişmesine giren hatta muharebe eden İsmail’in kardeşi Halil ile
eşi bu muharebede ölmüştür (BOA, MEDAD 9: 187-d).
778 Maden
emini Mehmet, madene ait kömür bedeliyesi ile bazı bakayayı tahsil etmek için
Kırili kazasına gitmiştir. Maden emininin yanında 140 keseden fazla nakit
parası da vardı. Bu paranın bir kısmını Ilgın ve Doğanhisar kazaları ile Hacı
Kara Cemaati ödeyecekti (BOA, MEDAD 9: 190-1).
779 Kazanın
taahhüt ettiği 24.000 kuruşun tahsil edildiği 27 Mart 1794’te bildirilmiştir
(BOA, MEDAD 9: 192-d).
780 7-15
Ocak 1801 tarihli belgeye göre, çeşitli defalar affedilen bu kişiler eşkıyalığa
devam etmiş ve Alanya sancağına zarar vermiştir (BOA, MKM.MHM.d 3: 153). Mayıs
1812’de kendi halinde olmadığı için ortadan kaldırılması/izalesi emri verilen
Seydişehir kazası ayanı Hüseyin’in kanuna
Suçlu olan
bazı kişilerin cezaları belli olduktan sonra maden emininin talebi üzerine
affedilmesi de söz konusuydu. 18-27 Mayıs 1797’de Seydişehir kazasından
Gevreklioğlu Mustafa’nın cezasının uygulanması emri verilmişken maden emini
Abdülhalim781,
bu kişinin çocuklarının zor durumda kalacağını ve kimseye karışmaması şartıyla
affını isteyince, bu talep kabul edilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 3: 6; BOA,
MKM.MHM.d 2: 8).
Mağdurların
suçlularla mahkemede duruşma talebi sadrazam huzurunda yapılacaksa bütün
taraflar mübaşir tarafından götürülürdü (BOA, MKM.MHM.d 3: 5). Başka yerlere
firar eden suçluların kendi işleriyle uğraşmak şartıyla Bozkır’a dönmelerine
izin verilerek ceza emri terk edilirdi (BOA, MKM.MHM.d 4: 139).
Bu tür
suçlarda iddia edilenlerin her zaman doğru olmadığı da görülmektedir. Bazen
düşmanlık ile başka kişiler üzerine suç atıldığı ancak yapılan araştırmalar
sonucunda bunun doğru olmadığını ortaya koyan örnekler de vardır (BOA,
MKM.MHM.d 1: 140; BOA, MKM.MHM.d 1: 144).
8-17 Aralık
1800’de Bozkır madeni eminine gönderilen hükümde, Aladağ ayanı Mustafa’nın
fukaraya zulüm ettiği ve ahaliyi katlettiği ve emvallerini aldığından ser
maktuunun gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 3: 143).
24
Haziran-3 Temmuz 1800’de, ölen
Bozkır şeyhi Abdülhalim’in oğlu Abdullah ile yeğeni, damatları Ahmet ve Mehmet,
emir gereği mahpus mahallerine ulaştırılmak için divan-ı hümayun çavuşlarından
Mehmet Çavuş ile Han menzilhanesinden çıkıp giderlerken Barçınlu kazası
toprağında İnönü denilen mahalde müteveffanın hizmetçilerinden 40-50 kişi çıkıp
bu kişileri alıp kaçmışlardır. Müteveffânın varisleri 30.000 kuruş ödemeyi
kabul etmesine rağmen borçları 32.000 kuruştu. Ödemeleri için muharrem ayına
kadar süre verilmesine rağmen borcu affettirmeye çalışmışlardır. Bunların
Bozkır madenini ele geçirmek ve halkı kendilerine bağlamak gibi düşünceleri
olabileceği de dile getirilmiştir. Bir mübaşir vasıtasıyla muhallefâtın
alınarak satılması, darphaneye olan borcun alınarak kalanın
aykırı
hareketlerde bulunmayacağını söylemesi üzerine, bu kişilerin affedildiği Beyşehir
mutasarrıfı ve Bozkır madeni emini Ali’ye bildirilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 6:
26).
781 Bozkır
madeni emini olan Abdülhalim aynı zamanda Bozkır şeyhiydi (BOA, C.DH 10339;
BOA, AHK.KR.d 23: 55-2).
hazineye alınması ve bu
kişilerin Konya Kalesi’ne kalebent olunması Karaman valisine emredilmiştir
(BOA, C.DH 10339).
Eski maden
emini Abdülhalim’in damadı olan Muhyiddin’in ahaliyi tahrik ederek “ben
maden emini olacağım beni talep ediniz” sözleri üzerine, bu kişinin Rodos’a
sürgün edilmezse ahalinin ve madenin huzurunun olmayacağını maden emini Seyyid
Ali arzında dile getirince, 23 Şubat 1801’de bu yönde bir karar verilmiştir
(BOA, C.ZB 2274). Fakat Muhyiddin’in başına topladığı 100’den fazla adamla
eşkıyalık yaparak madenin nizamına aykırı hareketleri içerisinde olduğu, Magosa
Kalesi’ne kalebent olunması yönünde bir karar olduğu 3-11 Temmuz 1801 tarihinde
hatırlatılmıştır (BOA, MKM.MHM.d 3: 177). Muhyiddin’in kalebent olunması için
verilen emrin uygulanması mümkün olmamış ancak Bozkır ve Bereketli madenleri
emini Seyyid Ali tarafından bu kişinin cezası verilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 4:
12). Fakat öldürülen Muhyiddin’in kardeşi Altıparmak Halim adlı eşkıya,
müteveffâ Bozkır şeyhinin bölükbaşılardan Nakiboğlu Abdurrahman, Mehmet, diğer
Mehmet, Ali Alemdar ile birlikte 1.000 kişi ile madeni basıp maden emininin
konağını kuşatmıştır. Maden eminini, kardeşini, hizmetçilerini ve diğer
kişileri katlederek eşyalarını da yağmalamışlardır782.
Bu olaylar esnasında saray tabir olunan konağı da yakmışlardır. Bozkır’a yakın
olmasından dolayı sorumluların cezasının verilmesi görevi Alanya mutasarrıfı
ile Bozkır madeni emini ve Manavgat ayanına verilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 4: 12).
1-10 Ağustos 1801’de Alanya mutasarrıfının, Mısır tarafına giden orduya
katılması yönündeki emre, Bozkır’daki
782
Süleyman Fikri, maden emini Ali’nin ahali tarafından değil de yeniçeriler
tarafından öldürüldüğünü söylemiştir (Süleyman Fikri, 1338: 75). Bir belgede
ise, “k apıcıbaşı Ali Ağa’nın idamına mütecasir olan
Altıparmak ve avene ve tebası”olarak bahsedilmiştir (BOA, C.DRB 469). Karaman
valisinin öldürülen maden emini yerine bu işi yürütecek İsmail Ağa’ya verdiği
vekalet buyruldusunda olay şöyle anlatılmıştır:
Bozkır kazası şeyhi olub bundan
akdemçe maktulen fevt olan es-Seyyid Mehmed Muhyiddin Efendi nam müteveffanın
karındaşı olub bais-i arz-ı ubudiyyet es-Seyyid Abdülhalim nam kimesnenin
başına ahali-i kaza-i Bozk ır kazası müctemi olub infak ve ittihad-ı birle iş
bu mahı Rebii’levvelinin 6. gecesi günü maden emini olan dergahı ali
kapucubaşılarından Ali Ağa'yı ba-savb müma ileyh ve karındaşı kethüdası el-Hac
Osman Efendi ile birkaç nefer etbailerini katl-i nufus mütecaser olmuşlar
badehi tarafı bendeganemde olan nizamü'l-hallerinde der aliyyeden bir maden
emini zuhuruna kadar umuru maden-i hümayun ve umur-ı mehnete kaffe-i tadil
olunmak ref ve def-i erazil ve eşhaz kılınmak içün bazı memuriyetle maden -i
hümayunda olan darbhane nazırı efendinin çukadarlarından İsmail Ağa'ya vekalet
buyruldusu itası niyazın ı iltimas eylediklerine binaen ve binaen aliyyede
cümle fukaranın iltimasları lazimesince ve ancak zabt ve rabt ve memleket ve
def ve ref erazil ve namın İbadallah muktezasınca taraf ı bendelerinden
çukadarı merkum yedine bir kıta vekalet buyruldusu ibas ve ita olunmuş olduğunu
havi ilmuhaber. Bende-i Alaeddin Vali-i Karaman (BOA, C.DRB 393).
görevini hatırlatması üzerine
bu görevden affedilmesi (BOA, MKM.MHM.d 4: 14) maden bölgesindeki güvenliğin
sağlanmasına verilen önemi göstermesi açısından önemlidir.
Faruk Sümer
bu olayı şöyle değerlendirmiştir: Bozkır halkı, Bozkır madeni hümayun emini
Alanyalı Ali Efendi’ye karşı ayaklanarak kendisini öldürmüşler, emval ve
eşyasını yağmaladıktan başka bir cariyesine de tecavüzde bulunmuşlardır. Eminin
yeğeni Kayseri Naibi Abdurrahman, amcasının başına gelenleri duyunca öç almak
için devletten izin almış. 2.000 askerle Bozkır’a gelmiş ve çok adam öldürerek
amcasının intikamını almıştır (Sümer, 1995c: 14-15). Şüphesiz maden emini Ali
Efendi nice hareketlerde, nice haksızlıklar da bulundu ki Bozkırlılarda daha
fazla katlanamayıp böyle hareket etmek zorunda kalmışlardır (Sümer, 1995c: 17).
Faruk Sümer, bir hukuk adamının hukuki yollara başvurması gerektiğini ifade
etmiştir ki, herhalde bu yolun Kadı Abdurrahman’la birlikte Bozkır halkına da
söylenmesi daha anlamlı olurdu.
Bozkır ve
Bereketli madenleri emanetine Osmanzade Mir Abdurrahman783
hem bu katillerin yakalanması, hem de madenlerin işletilmesi için atanmıştır.
Bunların yanında Abdurrahman Paşa’nın diğer görevi ise Üsküdar Ocağı’na
bağlanan Seydişehir ve Kırili kazalarından asker tedârikiydi (BOA, MKM.MHM.d 4:
13). Bozkır madeni emini olarak atanan Abdurrahman, öldürülen maden emini
Seyyid Ali’nin biraderzadesiydi (BOA, MKM.MHM.d 4: 14). Yani Seyyid Ali,
Abdurrahman’ın amcasıydı. Fakat maden emini olarak atanmasının temel nedeni,
fesadı ortadan kaldırmaktı (BOA, DRB.d 969).
Altıparmak
adlı eşkıyayı yakalamakla görevli kişiler onu yakalayamamıştır. Bu kişinin eski
Karaman valisi Alaeddin Paşa’nın yanında olduğu işitilince, valiye onun
cezalandırılıp ser maktuunun gönderilmesi ve firar ettirmek gibi bir yola
başvurmaması hatırlatılmıştır (BOA, MKM.MHM.d 4: 17). Altıparmak adlı
783 Kadı
Abdurrahman Paşa hakkında bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Nizam-ı Cedid Ricalinden
Kadı Abdurrahman Paşa I, Belleten XXXV/138, Ankara 1971, s.245-302; İ.
Hakkı Uzunçarşılı, Nizam-ı Cedid Ricalinden Kadı Abdurrahman Paşa II, Belleten
XXXV/139, Ankara 1971, s.409-451; Muzaffer Erdoğan, Kadı Abdurrahman Paşa
Hayatı ve İcraatı, Konya Dergisi, S. 67-68, Konya 1944, s.27-32; İ.
Hakkı Konyalı, Alanya (Alâiyye), İstanbul 1946; Süleyman Can
Nalbantoğlu, Kadı Abdurrahman Paşa’nın Siyasi Hayatı,
AÜSBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2008. Konu tarafımızdan
çalışılmaktadır.
eşkıyanın yanında bulunan
kişilerin ise Hadim müftüsünün yanında olduğu784
iddia edilmiştir. Böyle bir durum varsa bu kişilerin maden tarafına
gönderilmesi istenmiştir (BOA, MKM.MHM.d 4: 18). Eski Karaman valisinin yanında
olduğu söylenen Altıparmak adlı eşkıyanın 500-600 kişi topladığı, Karaviran
köyünde Deli Hasan adlı kişinin de bu köyden topladığı adamlarla maden emini
Osmanzade Abdurrahman üzerine gideceği duyumları konusunda maden emini
uyarılmıştır (BOA, MKM.MHM.d 4: 18). Maden emini Abdurrahman, Beyşehir ve
Seydişehir kazalarından toplayacağı adamlarla eşkıya üzerine gitmeyi
düşünürken, eski Karaman valisinin 100 adamıyla eşkıyaya yardım etmek için
gönderdiği tüfekçibaşısı ile Bozkır ahalisinden 500-600 kişi ve Deli Hasan’ın
topladığı grup birleşmiştir. Maden emini Başkaraviran’da iken eşkıyanın
saldırısı üzerine 24 saat süren bir muharebe olmuş. Muharebe sonucunda başarılı
olamayan eşkıyadan 60’ı öldürülmüş, 100’ü ise esir edilmiştir. Ancak
Altıparmak, Konya tarafına diğerleri ise Hadim müftüsünün yanına kaçmıştır.
Kırili kazasından bazı kişiler ise ahaliyi tahrik ettiklerinden dolayı Bozcaada
ve Sinop kalelerine, Eylül 1801’de kalebent olunmuştur (BOA, MKM.MHM.d 4: 18).
7-16 Aralık 1801 tarihinde, bu isyanda Altıparmak’a yardım eden Senerlioğlu Ali
adlı eşkıyanın cezasının verilmesi için Alanya mutasarrıfı ile maden emini görevli
iken bu kişinin amcası alaybeyi Feyzullah bu eşkıyanın affedilmesi için
uğraşmış ve serbest kalması karşılığında para teklif etmiştir. Ancak bu eşkıya
Bozkır köylerinden adam topladığı gibi diğer köylere de adam toplamak için
mektup göndermiştir. Bu eşkıyanın yaylağının birkaç köye ve cevher mağaralarına
iki saat mesafede olduğundan yaz mevsimine kalınırsa, bunun fesadı
artıracağından ve cevher mağaralarına amele varamayacağından cezasının
verilmesi ve Feyzullah’ın da Magosa’ya sürgün edilmesi yönünde maden eminine
emir verilmiştir. 24 Mayıs-2 Haziran 1802’de eşkıyanın ölü ya da diri
yakalanması yönünde bir emir verilirken Bozkır kazası ve köyleri de 50.000
kuruş nezre bağlanmıştır (BOA, MKM.MHM.d 4: 31).
2
Mayıs 1802 tarihinde Bozkır madenini
basıp maden eminini öldüren Altıparmak’ın Mamuriye ve Tarsus tarafına kaçtığı
belirlenmiştir. Bu olay devlet tarafından bir isyan olarak değerlendirilmiştir
(BOA, MKM.MHM.d 4: 27). 400
784 İçil
mütesellimi, suçluların müftünün yanında olduğu yönündeki iddiaların doğru
olmadığını, bu eşkıyaların yakalanması halinde cezalarının verileceğini
bildirmiştir (BOA, HAT 81/3377.B).
sekban ile takip edilen
Altıparmak, Ali Alemdar, Çopur Ali, Molla Paşa ve diğerleri yakalanarak kesik
başları İstanbul’a gönderilmiştir (BOA, HAT 81/3377.A; BOA, HAT 81/3377.E; BOA,
C.DRB 469785). Bu kişilerin eşya ve
mallarının bunları yakalayanlara taksim edilmesi emredilmiştir (BOA, MKM.MHM.d
4: 21; BOA, HAT 81/3377.A).
18
Nisan 1804’de, Bozkır madeni emini
Abdurrahman Paşa Karaman Beylerbeyi olduğunda Konya ahalisi mukavemet
gösterince, paşanın Konya’ya girmesine kolaylık gösterilmesi için çelebi
efendiye ve müftüye emirler gönderilmiştir (BOA, HAT 39/1950). Fakat Konya
halkı Abdurrahman Paşa’ya iyi bir tavır takınmamıştır. Kadı paşa Kayseri
naibliğinden önce Konya naibi iken şehrin önde gelenlerinin düşmanlığını
kazanmıştır. Abdurrahman Paşa’nın Konya valiliği bu kişiler tarafından
işitilince Konya ve çevresinden valiyi Konya’ya sokmamak için birkaç bin kişi
toplanarak isyan başlatılmıştır. Paşanın şehre zorla girme gücü olmasına rağmen
kan dökülmemesi için Çayırbağı’na çadırlarını kurdurmuştur. Cesur adamlarından
200 kişiyi seçen paşa bir gece şehrin kale kapısından içeri girmiş ve yeniçerilerden
200 kişiyi idam ettirmiştir. Bunun yanında Konya dışında bir hükümet konağı
yaptırmıştır (Konyalı, 1946: 430). Karaman valisi olan Kadı Paşa’nın 13
yaşındaki oğlu Abdullah Bey’e786
de mirmiran rütbesi ile maden emaneti ile Alanya ve Beyşehir sancakları tevcih
olunmuştur (Süleyman Fikri, 1338: 75).
Bozkır
kazası firarilerinden Deli Yunus adlı eşkıya, Bozkır ve çevresinde maden
ahalisine zulüm eden ve yakalanacağı anda İçil’e firar eden bir kişiydi. Maden
emini Abdurrahman Paşa Rumeli tarafına görevli olarak gidince, Deli Yunus,
paşanın oğlu ve maden emini vekili Abdullah Bey’in üç adamını darp ederek helak
etmiştir. Ayrıca eski maden emininin öldürülmesi olayında bulunan Altıparmak’ın
kardeşi İbrahim’le anlaşarak 70-80 eşkıya ile Kazıkdere köyüne yerleşmişlerdir.
Üzerlerine varılınca İçil tarafına kaçan bu kişiler cezalandırılmadan maden
muattal kalacağından 22 Ağustos 1804’de yakalandıkları yerde idam edilmeleri
emredilmiştir (BOA, C.DRB 60; Konyalı, 1938b: 1088).
785 Bu belge için
bkz. Konyalı, 1938a: 979-981.
786 Abdullah’a
24 Ekim 1801 tarihinde dergah-ı mualla kapıcıbaşılığı verilmiştir (BOA, C.DRB
1240).
1805 yılında
Bozkır kazasında Seyyid Abdurrahman bin Numan adlı eşkıyanın kaza ahalisini
yanına çekmek için uğraştığı yönünde şikâyetler yapılmıştır. Kaza ahalisi,
üzerimize farz olan maden işlerine hizmet ederken bu eşkıyanın kömür, kütük ve
cevher naklinde “Bu işleri yapmayın!” diyerek madencilerin birkaçını dövdüğünü,
birkaç kişiyi öldürdüğünü ve mallarını aldığını hatta eminin menziline
saldırdığını söylemişlerdir. Fakat ayaklanan bu kişinin telef olmasıyla,
yanındakilerin dağıldığı haber verilmiştir (BOA, D.DRB.THR 34/45).
1813
yılında, Bozkır madeni Karaman valisi Ali Paşa’ya verilmiş fakat onun
azledilmesi üzerine Mehmet Efendi adlı kişi ayan olmak düşüncesiyle kazaya
gidip bazı kişileri öldürmüştür. Bunun üzerine bu kişiyi ahaliyle birlikte
kazadan çıkaran İbrahim Efendi, Bozkır madeni emini vekili tayin edilmiştir.
Ancak darphaneden bir maden emini tayini gerekli olduğundan İshak Ağa, maden
emini olarak atanmıştır. Maden emini Bozkır’a ulaşınca ahalinin istediği kişiyi
ayan olarak atayacaktı. Fakat herkes kendi adamının ayan olmasını istemekteydi (BOA,
C.DH 9743). 12 Şubat 1814 tarihinde Bozkır madeni kazasında ayan olan
Altıparmak’ın kardeşi olan İbrahim, ahaliyi dövüp zincire vurmuş ve bazılarını
öldürmüştür. Kaza ahalisine 150.000 kuruş tevzi ve tahsil eylediğinden ahalinin
istediği birinin ayan olmasına karar verilmiştir (BOA, MHM.d 235: 53; BOA, C.DH
9743). 21 Ağustos 1816’da Bozkır madeni emini olan Edirneli İshak Ağa’nın kaza
ahalisinden bazı kişilerle birlikte hareket ederek kendi kafasına göre salyane
tevzi ettiği, kaza hakiminin de bunların tarafında olduğu ve diledikleri gibi
arz ettiklerini söyleyen bazı maden ustaları ve kaza ahalisi, yeni bir maden
emini atanmasını istemiştir. Bu şikayetlerin yerinde incelenmesi için Karaman
valisine yazılacağı belirtilmiş ancak Şeyh İbrahim’in Kıbrıs’a ve Şeyh
Mehmet’in de Limni’ye sürgün edilme emirlerinin tekrar gönderildiğine de dikkat
çekilmiştir (BOA, C.DRB 1581). Bozkır kazasında Şeyh Seyyid İbrahim Efendi,
şeyh sülalesinden olup Ocak 1815 yılında Bozkır ayanı olup Kıbrıs adasına
sürgün edilmiş, 2,5 sene kalmış ihtiyar olduğundan kendi işiyle uğraşmak
şartıyla affedilmesini Bozkır naibi ilamında ve Bozkır madeni emini
arzında bildirince darphane
nazırının görüşünün787
alınması üzerine, 5 Ağustos 1817’de affedilmiştir (BOA, C.ZB 1640).
Bozkır
madenine bağlı Belviran kazasında Çavuşzade denilen Mustafa ile amcasının oğlu
Mustafa, Kadı Paşa zamanından beri kaza ayanı olan Aladağlı Mustafa Ağa’nın
oğlu Dede Ağa’nın çiftliklerini ve eşyalarını aldığını ve bunun yaptığı
zulümler bitmediğinden Karkın’a gittiklerini söylemişler. Bunlarla birlikte
Çavuşzade’nin annesinin Dede Ağa’nın karısı tarafından bıçakla öldürüldüğünü
iddia ederek Konya’da duruşma yapılmasını talep etmişlerdir. Maden bölgesinde
duruşmanın yapılmasına “Biz canımızı zor kurtardık.” emniyetimiz
yoktur diyerek davanın Konya’da yapılmasını ve mutlaka Dede Ağa’nın gelmesini,
19 Haziran 1816’da istemişlerdir (BOA, C.ZB 1897; C.ADL 2454). 2 Ağustos 1817
tarihinde bu dava ile ilgili görevlendirilen mübaşirin Dede Abdullah’ın
gönderdiği adamları hapsetmesi üzerine davacı olan Mustafa’nın da hapsedileceği
söylentisi ile mübaşirin taamiyesinin her iki taraftan alınacağı söylentisi
üzerine iddia sahipleri kaçmıştır. Bu arada Abdullah da 500 adamıyla mahkemeye
gelmiştir (BOA, C.ADL 4230).
18 Ocak
1823’te Bozkır kazası Çat köyünden para imaliyle meşgul olan Molla oğlu Hasan
hapse atılmış ve iki parça sikke demirleri mühürlenerek darphaneye
gönderilmiştir. Para basan bu kişinin İstanbul’a gönderileceği zaman kaçtığı
maden emini tarafından arz edilmiştir (BOA, DRB.d 159).
2
Ekim 1828 tarihinde, Bozkır kazasına
bağlı Ahırlı köyü muhtarlarından788
Kara Memiş, Kara Mustafa, Kalyoncu, Deli Osman, Dere muhtarı Hacı Salih, Boztam
köyü muhtarı Ali Alemdar ihtilal-i memleket hareketlerinden dolayı kale-i
Sultaniye’ye sürgünleri için divan-ı hümayun çavuşlarından Mahmut, Bozkır
mahkemesine ulaşmış. Dere ve Boztam muhtarları kaçmış olmasına rağmen diğerleri
mübaşire teslim edilmiştir. Mübaşir bu kişilerle birlikte Kırili sınırında
Kalebeli denen dağa gelince hastalanmış ve bu sebeple ölmüş, tutuklular ise
kaçmıştır (BOA, C.DH 4414). 7 Ekim 1828 tarihinde Kara Mustafa’nın yakalandığı
ve Kale-i
787 Başka
yerlere sürgün edilen Bozkır kazası ahalisinin tekrar kazaya dönmeleri, Bozkır
madeni emininin durumu arz etmesi, darphane nazırının bunu onaylaması üzerine
emir verilmesi ile olmuştur (BOA, HAT 503/24722). Sürgün edilenlerin darphane
nazırının onayı olmadan affedilmeleri de söz konusu değildi (BOA, C.ZB 121).
788 Ancak
İstanbul dışında muhtarlık teşkilatının kurulmasının 1833-1836 yılları arasına
rastladığı ifade edilmiştir (Çadırcı, 1997: 38).
Sultaniye’ye gönderilerek orada
ikamet ettirileceği ve fermansız affedilmesinden uzak durulması ifade
edilmiştir (Kavaklı, 2005: 237).
Eşkıyalık
hareketleri, maden için yöreden toplanan sermaye akçesinin de zamanında
toplanmasına engel olmuştur (BOA, A.DVN.MHM 54/9). Bu tür eşkıyalık
hareketlerini ortadan kaldıracağını iddia eden kişiler eyaletlere vali olarak
atanabilmiştir (BOA, A.DVN.MHM 54/4). 4 Ağustos 1826’da Bozkır madenine bağlı
Bozkır ve Belviran kazalarının “eşkıyadan temizlenmesi için” kendisine
verilmesini isteyen Karaman valisi Ali Paşa’nın bu isteği kabul edilmiştir
(BOA, HAT 295/17552).
3.3.3. Eşkıyalığa Karşı Alınan
Önlemler ve Nezr
Eşkıyalık
hareketlerine karşı alınan önlemleri iki başlık halinde toplamak mümkündür.
Birincisi olaylara karışanlara verilen nefy, kalebent ve idam gibi cezalardır. İkincisi
ise olayların meydana geldiği yerlerde yaşayan halka karşı yapılan
yaptırımlardır. Sürgün etme anlamına gelen nefy cezası, genelde devlet düzenine
karşı işlenen suçlara verilmiştir. Bu suçlar arasında, fesatlık, ihtilale sebep
olmak, rüşvet, halkı tahrik etmek gibi sebepler sayılabilir. Konu açısından
bakıldığı zaman özellikle madencilik çalışmalarının aksamasına neden olan
eşkıyalık hareketlerine sürgün cezasının verildiği görülmektedir. Nefy
cezalarının affedilme sebeplerine bakıldığı zaman en ilginç olanı, yukarıda
değinildiği üzere, şeyh ve oğullarının sürgün cezalarının madenin onların
yardımına muhtaç olduğunun maden emini tarafından bildirilmesi üzerine sürgün
emrinin terk edilmesidir (BOA, C.DRB 1298). Burada şartlı tahliye şeklinde
tanımlanabilecek bu olayla ilgili bir diğer örnek ise köylerinde kendi
işleriyle uğraşmak şartıyla cezanın affedilmesidir. Kendi işiyle uğraşmak
şartıyla affedilen bazı kişilerin cezasının affedilmesinde ihtiyar olmaları da
etkili olmuştur (BOA, C.ZB 1640).
Kal‘a-bendlik
cezasına çarptırılan suçlular, cezalarını gönderildikleri kalelerde çekerlerdi.
Yukarıdaki örneklerden anlaşılacağı üzere kalebentlik cezası; ayanlık
iddiasında bulunarak ahaliyi tahrik edenlere, devlet düzenine karşı gelenlere,
eşkıyalık yaparak madenin nizamına aykırı davrananlara, madenin çalışmasını
engelleyenlere verilmiştir
(BOA, C.DRB 2423; BOA, C.DH 10339; BOA, MKM.MHM.d 3: 177).
Eşkıyalık
yapanların halkı öldürmesi, mallarını alması ve devletin gönderdiği kuvvetle
savaşması durumunda ise idam cezası verilmiştir (BOA, MHM.d 178: 227). Maden
eminini öldüren ve madenin çalışmasını engelleyen kişiler de aynı cezaya
çarptırılmıştır (BOA, C.DRB 60). Bu üç ceza değerlendirildiği zaman suçlulara,
işlenen suçun niteliğine ve etkisine göre cezalar verildiği söylenebilir. Zira
eşkıyalık olaylarına her üç cezanın da verildiği görülmektedir ki bu, olayın
büyüklüğü ve etkisi ile alakalıdır. Madencilik açısından cezalara bakıldığında
ise maden eminini öldüren kişiler ağır cezalara çarptırılmıştır (BOA, HAT
81/3377.A).
Bozkır
madeni emanetinde meydana gelen eşkıyalık hareketlerine karışan ya da çeşitli
karışıklılar çıkaran kişilere idam ve sürgün cezalarının verildiği yukarıdaki
örneklerde görülmektedir. Kazada meydana gelen karışıkları bu şekilde önlemeye
çalışan devlet, bununla birlikte kaza ahalisini de bu tür hareketlere karşı
sorumlu tutarak çeşitli önlemler de almaktaydı. Eşkıyalık hareketlerine karşı
alınan önlemlerden biri de kelime anlamı adak olan nezrdi. Fakat
kelimenin buradaki anlamı herhangi bir kaza ya da köy ahalisinin kanuna aykırı
harekette bulunmayacaklarını, böyle hareketler içerisinde olurlarsa kendi
mallarından karşılamak üzere belirli bir miktar parayı hazineye vermeyi taahhüt
etmelerini ifade etmektedir. Nitekim eşkıyalık yapan kişileri yakalandığı anda
maden eminine teslim etmeyi, madene bağlı kaza ve köylerde böyle bir durum
ortaya çıkarsa karışıklık çıkan yerlerin ahalisi, miktarı daha önceden
belirtilen parayı vermeyi taahhüt etmekteydi (BOA, MEDAD 9: 179-1). Böyle bir
karışıklık çıkması nedeniyle taahhüt edilen para toplandığında madene sermaye
kayıt olunurdu (BOA, MEDAD 9: 179-2). Madene bağlı kaza ve köylerde bu tür
eşkıyalık hareketlerinin yanında, madene yapılması gereken hizmetlerin
yapılmaması da ahali tarafından taahhüt edilen nezrin tahsiline sebep
olmaktaydı (BOA, MEDAD 9: 180-2). 27 Ekim 1788 tarihinde, Seydişehir kazasında
Yavrı Hasan oğulları Mehmet ve Abdurrahman ile Akçalar köyü imamı Hüseyin,
belde muhtarı Numan Ağa’yı öldürüp eşyalarını almışlar.
Seydişehir kazası ve Çalmanda
köyü ahalisi ‘katiller789
ele geçirilirse maden eminine, eşyalarını da sahiplerine iade
edeceğiz’, ‘böyle hareketlerin bundan sonra olması durumunda Bozkır
madeni sermayesine 7.500 kuruş nezr vermeyi taahhüt ederiz’ demişlerdir
(BOA, MEDAD 9: 179-1). Aynı olayla ilgili olarak Seydişehir kazasına
bağlı 17 köy ahalisi de 15.000 kuruş nezri taahhüt ederken (BOA, MEDAD
9:
179-3), Akçalar köyü ise 5.000 kuruş
nezr ödemeyi taahhüt etmiştir (BOA, MEDAD 9: 179-2).
1
Şubat 1778’de madenin açılışında
şeyhin başını çektiği bir grupla maden emini arasında anlaşmazlıklar olmuştur.
Bu kişiler bazen maden eminini valiye veya merkeze şikayet etmiş, bazen de
doğrudan maden emini üzerine saldırmıştır. Bozkır kazası ahalisi madene karşı
bundan sonra bu tür hareketlerinin olmayacağını, olursa hazineye 50.000 kuruş nezr-i
diyet vermeyi taahhüt etmişlerdir. Ahalinin bu tür hareketler yapması
halinde belirtilen bu paranın toplanması emredilmiştir (BOA, C.DRB 2605; BOA,
C.DRB 2890; BOA, C.DH 2909). Bu durum belgelerde şu
şekilde ifade edilmiştir: “…ma‘dende
i‘mâl ve nizâmı sağlarken nizâm-ı ma‘deni ibtâle ictisâr
idenler tertîb-i cezâ’ olacaklarını ifhâm ve ifâde olunmak…” (BOA, C.DRB
2605).
789 Katil
bulunamazsa, köy ahalisi sorumlu tutulur ve kişi hangi köyün toprağında
öldürülürse diyet o köy ahalisinden alınırdı (BOA, AHK.KR.d 14: 118-1).
Hiç yorum yok: