Bozkır Madenindeki Görevliler

 


BOZKIR MADENİNDEKİ GÖREVLİLER

 

1. İdarî Görevliler328.

 

1.1. Maden Emini

 

1.1.1. Atama

 

Bozkır madenine, açıldığı 1776 yılından itibaren atanmaya başlanan maden emini, maden emaneti adı verilen idari yapıyı yöneten görevlidir. Kendisine iş emanet edilen güvenilir kimse anlamına gelen emin kelimesi, Osmanlılarda belli bir görevi yerine getirmesi istenen, bu görev karşılığında ücret alan329 ancak üstlendiği görevden dolayı herhangi bir risk altına girmeyen görevli için kullanılmıştır (Sahillioğlu, 1995: 111).

 

Bozkır madeni emanetine bir emin330 atanacağı zaman, darphane nazırının durumu bir takrirle vezir-i azama bildirmesi üzerine vezir-i azam da bir telhisle durumu padişaha aktarırdı. Padişah atamayı uygun görürse bu konuda hattı hümayun sadır olduğunu belirten bir fermanla eminin ataması gerçekleştirilirdi331. Maden eminleri332; yeni mağaralar açmak, madenci ve maden ahalisini zulümden korumak, işlerine hariçten kimseyi karıştırmamak, madeni peyderpey İstanbul’a gönderip teslim etmek (BOA, C.DRB 252), eşkıyayı333 def etmek ve külliyetli cevher çıkarmak (BOA, HAT 295/17552) gibi şartlarla atanmışlardı. Ayrıca fesadı ortadan

 

328  Bozkır madenindeki görevliler idari, teknik, güvenlik ve madenciler olmak üzere dört başlık halinde incelenmiştir. Madendeki görevliler için bkz. Tablo 5.

 

329  Madende çalışan amele ve ustalar yevmiye ve ücretle çalıştırılması durumunda fazla üretim yapılmasına gayret etmemişlerdir. Selanik sancağına bağlı Sidrekapsi madeni diğer madenler gibi imâl edilmediğinden madene bağlı reaya ücret-i yevmiyeleri ile istihdam olunduğundan zararı kendilerine ait olmadığından ve zarar devlete ait olduğundan hasılının harcına yetmediğinden bahsedilmiştir (Çağatay, 1942a: 29). Bozkır madeninde, maden eminine verilen sermaye madencilere verilir, yapılan üretim sonucu ortaya çıkan ürünün devlete ait kısmı alındıktan sonra kalan kısmı belirlenen fiyat üzerinden devlet tarafından satın alınırdı bkz. V. Bölüm.

 

33010 Kasım 1823 tarihli bir belgede, Bozkır madeni müdürü olarak geçmektedir (BOA, D.DRB.HAT 18/47). Fakat bu şekilde müdür ifadesinin kullanıldığı başka bir belge tespit edilememiştir.

331 Bu konuda bkz. BOA, C.DRB 2047; BOA, C.DRB 1915:lef 1; BOA, AE.SABH I 4193; BOA, HAT 1414/57740; BOA, MEDAD 9: 195-1.

332 Çeşitli dairelerde görev yapan ve farklı görevleri olan eminler için bkz. Karamursal, 1989: 132.

 

333 Bozkır ma‘deninin tathîr-i eşkıyâ emr-i ehmine medâr olmak ve ma‘den-i mezkûr vech-i lâyıkıyla i‘mâl olunmak üzere Karaman valisi Ali Paşa’ya, 23 Ocak 1812’de, Bozkır madeni emaneti de verilmiştir (BOA, C.DRB 1457).


150

 

kaldırmak için atanan maden eminleri de vardı (BOA, DRB.d 969). Sayılan görevlerin yanında bol miktarda altın, gümüş ve kurşun istihsali ile odun, kütük, kömür ve diğer malzemelerin vaktiyle karşılanması; madencilerin serbestiyet şartlarına, himayelerine, madenin germiyyet üzere imaline dikkat edilmesi gibi üretimi devam ettirmek için gerekli hizmetleri yerine getirecek becerikli birinin emin olması gerekirdi (BOA, C.DRB 2482). Maden emini olacak kişinin becerikli olması kadar önemli bir konu da sadakatli bir kişi olmasıydı (BOA, MEDAD 9: 195-1).

 

Bozkır madenine emin ataması yapıldığı zaman, madene bağlı kazaların kadı ve naiblerine yapılan atama bildirilirken, kazaların madene hizmet etmeleri ve serbestiyetleri de atamalarda hatırlatılırdı (BOA, MEDAD 8: 680-2). Bu anlamda emine söylenen ilk emirlerden birisi de maden işlerine kimseyi karıştırmaması ve karışacak olanları def etmesiydi (BOA, C.DRB 493). Bozkır madeni emini olarak görev yapan bazı maden eminleri ertesi yıl yeniden atanabilmiştir. Maden idaresinde liyakat sahibi olan, fukarayı koruyan, tecrübeli (BOA, C.DRB 252), darphaneye faydalı hizmetleri olan (BOA, MEDAD 9: 221-1), madeni güzel idare eden maden eminleri bu özelliklerinden dolayı yeniden atanmışlardır (Tablo 3). Buna ek olarak sağlam bir eminin atanması halinde fakirlerin maaş alacağı ve devletin çok fayda sağlayacağı düşüncesi (BOA, C.DRB 2948) de atamalarda dikkat edilen hususlardandı.

 

Bozkır madeni eminliğine atanan kişiler devletin çeşitli kademelerinde görev yapan kişiler arasından seçilmişlerdi. Dergâh-ı âlî kapıcıbaşılarından334, dergâh-ı muallam kapıcıbaşılarından335 dergâh-ı muallam gediklilerinden (BOA, C.DRB

 

334 BOA, C.DRB 2636. Bozkır madeni emini olanların daha etkin olarak çalışabilmesi için gerekli olan bu unvan, eminlik görevine atanan kişilerin nüfuz ve iktidarları için bir rütbe verilmesi gereğince dergah-ı ali kapucubaşılığı talep edilmiştir (BOA, C.DRB 1872).

335 BOA, C.DRB 3123. Karaman müşiri olan Ali Paşa aynı zamanda Bozkır madeni eminiydi ancak madeni vekili aracılığıyla idare etmiştir. Bozkır madeni köylerinden Boğazsaray köyü de bu müşirin Mart 1837’den itibaren olmak üzere 2.400 kuruş bedel-i iltizamat karşılığında zeametiydi. Daha önce 2.000 kuruş ödemiştir (BOA, MEDAD 3: 158-2). Bozkır madeni kapatıldığı zaman masrafları arasında tertib-i hazine-i ceyb-i hümayun me‘a harciyâb adıyla 44.000 kuruş vardır ki, buradan anlaşıldığı üzere müşirlik maaşı da madenin masrafları arasına yazılmıştır (BOA, DRB.d 1027). Bunun yanında 11.200 kuruş memur maaşları ile 18.150 kuruş avaid-i ketebe-i darbhane ve hizmet-i mübaşiriyye olarak yazılmıştır (BOA, DRB.d 1027). 1253 yılına ait olup maaş vesaireye mahsus olan 73.350 kuruş masraf dışında, madenin vermesi gereken 40 kıyye gümüş ile 20.000 kıyye kurşunun satın alma bedeli 100.500 kuruş ile takvim? ve kal‘ bahası 960 kuruş yazılmıştır. Konya müşirine olan masrafı ise, 36.288 kuruş ilbâs olunan hal‘ baha, 84.258,5 kuruş maden emini vekili memuriyetiyle maaşlarıyla ve mesarif-i saire, 10.500 kuruş murur ve ubur iden memurin mesarifi ile 25.679 kuruş


151

 

2421), silahşöran-ı hassadan (BOA, C.DH 9743), vezirlerden (BOA, DH 2669; BOA, C.DRB 2482) maden emini atandığı gibi, yerli ahali ya da Bozkır şeyhi olarak tanımlanan kişiler de (BOA, C.DRB 1915) Bozkır madeni emini olarak atanmıştır336. Bozkır madenine Karaman valileri de atanmıştır. Vezir rütbeli bu tür kişilerin atanmasının temel nedeni eşkıya ile mücadele etmekti (BOA, C.DRB 1710). Fakat vezir rütbeli kişiler başka işlerle de uğraştığından dolayı madenle gereği gibi ilgilenemediğinden ve yerine gönderdiği eminler de madene önem vermediklerinden dolayı maden gereği gibi işletilememiştir (BOA, C.DRB 2482). Ayrıca maden-i hümayun örneğinde görüldüğü gibi, vezir rütbeli kişilerin sermaye akçesini kendi işlerinde kullandığı ve zamanında ustalara vermediği de görülmektedir (BOA, HAT 566/2774).

 

Maden eminliğine kabiliyeti olduğu devlet tarafından kabul edilen ve emin olarak atanmaları düşünülen bazı kişileri, madene bağlı kaza ahalisinin maden emini olarak istememeleri üzerine başka birinin emin olarak atanması (BOA, D.DRB.THR 60/44), halkın görüşlerinin de dikkate alındığını göstermesi açısından önemlidir337. Atamalarda dikkat çeken noktalardan bir diğeri ise, vefat eden eminin borcunun ödenmesi şartıyla damadının maden emini olarak atanmasıdır338 (BOA, AE.SABH I 4193). Devletin alacağını tahsil etmek için bu doğrultuda bir atama yapıldığı gözden kaçırılmamalıdır. Ancak böyle bir atama yapılacaksa bile, atanacak kişinin maden işlerinden anlaması temel şartlardan biriydi (BOA, C.DRB 2421).

  

güzeşte-i sarraf olmak üzere toplam 156.725,5 kuruştur. Bütün masaraflar toplandığında 356.535,5 kuruş masraf ortaya çıkmaktadır. 354.000 kuru ş maden kapatıldıktan sonra Bozkır ve Belviran kazalarından talep edilmiştir (BOA, DRB.d 1027).

 

336 Daha önce atanan eminler sadakat ve liyakatle darphaneye hizmet edemediklerinden dolayı Bozkır ahalisinden kudreti meşhur ve mütevatir olan Bozkır şeyhi Abdülhalim, maden emini olarak atanmıştır (BOA, C.DRB 1915). Madene bağlı kaza ahalisine, diğer eminlerde olduğu gibi, maden emini olan şeyhe de yardım etmesi gerektiği bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 213-2).

 

337 Fakat halk arasında farklı düşüncelerin olduğu zamanlarda olmuştur. 28 Temmuz 1799 tarihinde Bereketli madeni emini olan Fazlı Ağa’dan memnun olan ahali onun yeniden atanması için başvururken bazı kişiler ise İstanbul’a giderek onu istemediğini bildirmiştir. Bunun üzerine şikayetçi olanların Konya Kalesi’ne sürülmesi ile meselenin halledileceği yönündeki görüş kabul edilmiştir (BOA, C.DRB 1862).

 

338  Maden emini Halil’in damadı Mehmet Fazlullah, Halil’in borçlarını ödemek şartıyla Mart 1782’den itibaren maden emini olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 8: 657-2).



Tablo 3: Bozkır Madeninde Görev Yapan Maden Eminleri (1776-1839)

339 Tablo oluşturulurken maden eminlerinin rumi takvime göre mart ayında atanması esas alınmıştır. Ancak mart ayından önce ya da sonra yapılan atamalar da vardır. Bozkır madeni emanetinde görev alan ilk emin olan Genç Ali 2 Haziran 1776 yılında göreve başlarken, onun yerine göreve gelen Süleyman ise 30 Aralık 1776 tarihinde göreve başlamıştır. Mehmet Fazlullah’ın yerine atanan Ali Ağa ise 5 Ekim 1784’te atanmıştır. Ali Ağa’nın yerine atanan Hasan Ağa ise 26 Ekim 1787 tarihinde görevdedir.

 

340 2 Aralık 1820 tarihinde Ahmet Ağa’nın yerine atanmıştır (BOA, DRB.d 1044).

341 Kadı Abdurrahman Paşa olarak meşhur olup, Osmanzade olarak da bilinir (BOA, C.İKT 1072; BOA,DRB.d 969). Rumeli’ye görevlendirildiğinde madeni vekili olarak oğlu Abdullah yönetmiştir. 1807 yılında ise el-Hac Mehmet Emin adlı kişi vekili olarak görev yapmıştır.

 

342 El-Hâc Ali Paşa yerine bu görevi yapmıştır (BOA, DRB.d 1027).


153

 

Maden emini olarak atanan kişilerin maden işlerini bilen kişiler olmasına özellikle dikkat edilmiştir. Nitekim 18 Ekim 1779’da Bozkır madeni emini olan Halil’e, Bereketli madeninde bulunan cevherin incelenmesi görevi, yakın olması nedeniyle Bereketli madeni de tefviz edilmiştir (BOA, C.DRB 3058). Kısa bir süre sonra başka birinin emin olduğu bilinse de bu eminin madencilik bilgisinden istifade edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu anlamda, eski Bereketli madeni emini el-Hâc Ali (BOA, DRB.d 970), eski Gümüşhane emini Süleyman Ağa (BOA, C.DRB 2605) ve eski Karaton madeni emini Mehmet (BOA, MEDAD 9: 187-1) gibi kişilerin Bozkır madeni emini olması, tecrübenin atamalarda önemini ortaya koymaktadır. Yine Bozkır madeni emini olan kişiler de benzer şekilde başka madenlere atanmışlardır. 20 Eylül 1789 tarihinde, eski Bozkır maden emini Hasan Ağa Rumeli’de Hasköy Drama civarında bulunan madene atanmıştır (BOA, HAT 190/9188). Eminlik görevi sona erenler, başka madenlerde görev aldığı gibi, Karaman valisinin kethüdalığını yapmak gibi (BOA, D.DRB.THR 2/45, 2/46) alanlarda da istihdam edilmişlerdir.

 

1.1.2. Maden Emininin Görevleri

 

1.1.2.1. Madencilikle İlgili Görevleri

 

Madenlerdeki üretimin devamlılığını sağlamak maden eminlerinin temel göreviydi. Bunun için kuyuların atıl durumda bırakılmaması için maden emini, kadı ve maden katibinden oluşan bir heyet her perşembe günü343 kontrol işlemi yapardı (Spaho, 1913: 152). Madenlerde üretilen cevherin miri hissesi dışında kalanı devlet adına kadı huzurunda alınması görevlerinden olan maden emini (BOA, C.DRB 3152), satın alma işleminin cumartesi günü yapılmasını da sağlardı (Anhegger, 1943:

 

34).

 

Maden emininin madencilerin organizasyonunu sağlamak, eksik olan madencileri tespit ederek merkeze bildirmek ve bu eksikliğin giderilmesi için gerekli önlemleri almak gibi görevleri de vardı. Bozkır madeni emanetinde yeni mağaralar bulunması için maden emini cevher olduğu düşünülen yerlere madenciler


 

 

343 Kontrol işleminin salı ve cuma günleri yapıldığını belirten araştırmacılar da vardır (Anhegger, 1943: 34).


154

 

görevlendirirdi (BOA, MEDAD 9: 173-1). Bozkır madeni emininin, maden için gerekli olan ustaların gönderilmesini İstanbul’a arz ederek belli sayıda ustanın Gümüşhane tarafından gönderilmesi için emir yazılmasını istemesi de madencilikle ilgili görevleri arasındaydı (BOA, C.DRB 3083). Yani emin, madeni ilgilendiren çeşitli konularda merkezle doğrudan yazışma yapmakta idi.

 

Maden eminliği sona eren kişinin sorumlulukları sona ermezdi. Zira yeni atanan emin geldiği zaman kâ‘ide-i mer‘iyyeden olan halef-selef eminlerin hesaplaşması gerekirdi. “Kâ‘ide-i maden” üzere (BOA, C.DRB 2421), eski emin tarafından gelir ve giderleri bütün ayrıntılarıyla halefine devredilir ve bu hesabın bir örneği de darphaneye gönderilirdi. Böylece eminin alacaklı ya da borçlu olup olmadığı belirlenirdi (BOA, D.DRB.HAT 2/27). “Kavânîn-i mer‛iyye-i maden”/ yürürlükteki maden kanunları üzere (BOA, C.DRB 2421) devir ve teslim cümle marifetiyle görülür ve madende olan sermaye ile reaya ve madencilerin zimmetleri yazılırdı (BOA, C.DRB 2956). Maden emini atamalarının mart ayında yapıldığı hatırlanırsa, halef-selef eminler arasındaki hesaplaşmaların da genelde bu ayda yapıldığı ifade edilebilir. Bazı durumlarda azledilen ya da görevini tamamlayamayan eminlerin hesapları ise görevin sonlandığı aylarda görülürdü (BOA, MEDAD 8: 618-1; 680-1). İki emin arasındaki hesaplaşmalar Bozkır’da yapılırken bazen Bozkır dışında da bu devir teslim işlemi yapılabilirdi (BOA, MEDAD 8: 616-1). Bozkır dışında yapılan hesaplaşmaların nedeni eski maden emininin Bozkır dışında ikamet etmesiydi344. Eminler arasındaki hesaplaşmada eski emin ürettiği gümüş ya da kurşunu yeni emine teslim ederdi. Böyle durumlarda eski emine bu işleme dair tahvîl verilirdi (BOA, D.DRB.THR 6/29).

 

Bozkır madeni emininin en önemli görevlerinde biri de kurşunun mağaralardan Bozkır’a ve Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne taşınması işine nezaret etmekti. Kurşun nakledileceği zaman maden emini durumu merkeze bildirerek bir mübaşir tayin edilmesini talep eder, gönderilen mübaşir marifetiyle kurşun iskeleye götürülürdü (BOA, C.DRB 2416). Maden emini, kurşunun Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne taşınmasına nezaret etmekle birlikte kurşunun nakliye ücretini taşıma görevini yerine


 

344 6 Haziran 1778’de, eski maden emini Süleyman, Akşehir’de oturduğu için yeni emin Halil’e Akşehir’e gidip hesaplaşmanın yapılması, bu hesaplaşmada sermaye, altın, gümüş ve kurşunun devrinin yapılması ve ilgili defterin darphaneye gönderilmesi emredilmiştir (BOA, C.DRB 475).


155

 

getiren kişilere öderdi (BOA, C.DRB 3137). Bunun yanında taşıma işinden muaf olduğunu iddia eden kaza ahalileri ortaya çıkarsa, emin durumu merkeze arz eder. Merkezden verilen cevaba göre hareket eden maden emini, bu iddiaların dikkate alınmaması ve tevzi defterlerindeki yazılı hisselerin uygulanması (BOA, C.DRB 2429) ya da bu ahalinin muaf olduğu şeklindeki emirleri uygulardı (KŞS 64: 67-2).

 

Bozkır madeni emininin bir diğer görevi ise, madenin iskeleye nakli için gerekli olan hayvanların tedârik edilmesini sağlamaktı (BOA, C.AS 25803). Kurşun taşımak için kaza hisselerine tevzi edilen develer madene getirildiği zaman, kaza ahalisine maden emini tarafından eda tezkeresi verilirdi (BOA, C.DRB 2820). Maden emini kurşunun Alanya İskelesi’ne götürülmesini, görevlilere teslim edilmesini ve kurşun mahzenlere konulmasını kaimesi ile merkeze bildirirdi (BOA, MEDAD 9: 197-3).

 

Eminin görevlerinden birisi de maden için gönderilen sermaye akçesini teslim almaktı345 (BOA, C.DRB 3136). Teslim alınan bu sermaye akçesiyle, Bozkır madeninde bulunan görevlilerin maaşları (BOA, C.DRB 2782) ile maden amelesinin yevmiyeleri maden emini tarafından ödenirdi (BOA, C.DRB 2948). Bunların yanında Bozkır madenindeki üretimin devam edebilmesi için gerekli temel maddelerden biri olan kömürün bedeli de ilgililere maden emini tarafından ödenirdi (BOA, MEDAD 1: 750-3).

 

Madene bağlı kazaların kömür, kütük ve çakılcıyan bedeliyesi ve imdad-ı menzil olarak verdikleri para ile sancak mutasarrıflarına verilen imdad-ı hazeriyye ve seferiyye madene gelir olarak kaydedilmiştir (BOA, C.DRB 2148). Dolayısıyla bu gelirler de emin tarafından toplanmıştır. Maden emini bu paraların toplanması için bizzat madene bağlı kazalara gidebilirdi (BOA, MEDAD 9: 190-1). Yine maden emini, maden levazımatını tedârik etmek için madene bağlı kazalara giderdi (BOA, MEDAD 9: 190-2). Madencilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması işi de maden emini tarafından yapılırdı. Madencilerin yiyecek gibi temel ihtiyaçları ile madende

 

345 Bozkır madeni emaneti Mart 1782 başlangıcından itibaren kendisine verilen Mehmed Fazlullah’a sermaye akçesi teslim edildiğinden “eminin hazine ile her kimin kazasına dâhil olursa müsellem ve yarar ve şecî‘ ve bahâdır adamlar ta‘yîn ve yeniçerilerde kazadan ihrâc ve konak yerine dek kemâl-i muhâfaza itmeleri Üsküdar’dan Bozkır madenine varıncaya dek yol üzerinde vaki” nüvvab, voyvoda, mütesellim, iş erleri ve yeniçeri serdarlarına emredilmiştir (BOA, C.DRB 3050). Kemâl-i muhâfaza tabiri sermayenin en üst derecede korunmasının istenildiğine işaret etmektedir.


156

 

üretim yapılabilmesi için gerekli malzemeler maden emini tarafından tedârik edilirdi. İhtiyaçların bu şekilde karşılanmasının temel nedeni, madencilik işlerinin aksamamasıydı. Yani madenciler maden dışında herhangi bir meseleyle meşgul olmuyor ve bu şekilde madende üretimin sürekliliği sağlanmış oluyordu. Maden emini madencilerin çeşitli ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, bu malzemelerin ücretlerini ilgili madencinin hesabına yazarak, madencilere bir nevi avans vermiş olmaktadır.

 

Eminden kaynaklı sorunlar olduğu zaman çözüm yeri olarak Bozkır mahkemesinin önceliği vardı. Eski maden eminlerinden Ahmet Ağa’nın haksız olarak Abdullah adlı kişiyi idam ettirdiği ve 10.000 kuruşluk nakit ve eşyasını aldığı yönündeki şikâyetler üzerine, Bozkır mahkemesinde duruşma olunması istenilmişse de eski eminin İstanbul’da olmasından dolayı bu mümkün olmadığından, 5 Kasım 1822’de arz odasında duruşma olunması talep edilmiştir (BOA, HAT 626/30943).

 

Maden emini maden hasılatından mîrî hissesini ve diğer resimleri ve emrine verilen sermaye ile de madenciler hissesini devlet adına satın alırdı346. Madenin yıllık varidat347 ve masraf hesaplarının bilançosunu, yani yılda ne kadar amele, usta çalıştırılmış ve ücretleri ne tutmuş, ne kadar kömür, odun, kütük, demir, çelik, tulum, mum, çıra sarfedilmiş, kaç ocak cevher çıkarılmış ve bundan ne kadar halis cevher elde edilmiş, miri hissesine ne kadar isabet etmiş, sair mîri rüsum ne kadar tutmuş, rençberan hissesinden satın alınan cevherin miktarı, fiyatı, ocakların diğer masrafı vesair hususlar yazılarak oluşturulan defter mahallin kadısına tasdik ettirilerek bir sureti mahallinde saklanır, bir suretini merkeze gönderirdi. Bundan başka madenlerde kullanılan ölçü ve tartıların doğru olup olmadığını, darphaneden gönderilen tartılarla kontrol ederdi (Çağatay, 1942a: 44). Bütün bunların yanında Bozkır madeninde yapılan üretimin ilk aşamasından itibaren madenlerin İstanbul’a teslimine kadar çeşitli görevleri olan maden emininin madencilikle ilgili diğer görevleri yeri geldikçe değerlendirilecektir348.

 

 

 

346 Madenden çıkan kurşunun beşte biri devlete ait (BOA, C.DRB 3123) olup, geri kalan kurşunun madencilerden alınması işini maden emini yapardı (BOA, C.DRB 3152).

 

347 Bkz. Belge 9.

348 Keban Ergani madenleri eminlerinin madencilikle ilgili görevleri için bkz. Tızlak, 1997a: 71-75.


157

 

1.1.2.2. İdarî Görevleri

 

Maden eminlerinin atamasında darphane etkili olduğu için Bozkır madeni emini, darphane nazırına karşı sorumluydu. Bu anlamda çevresinde bulunan beylerbeyi, sancakbeyi gibi ehl-i örf taifesi ile alt üst ilişkisinden ziyade madeni ilgilendiren yazışmaların349 yapılması ön plana çıkmıştır. 2 Mayıs 1785’de Bozkır ağnam vergisini toplamaya memur olan kişi, bu vergiyi toplayamadığını bildirerek Karaman valisine başvurmuştur. Karaman valisinin “ben maden tarafına karışmam” demesi üzerine durum sadrazama bildirilince, madene gönderilen mübaşir vasıtasıyla ve maden emini marifetiyle bu verginin toplanması emredilmiştir (BOA, C.ML 23783). Bu bilgiye bakılarak maden emininin Bozkır madeni emaneti olarak adlandırılan idari yapıda tam yetkili olduğu ve diğer görevlilerin bu idari yapıya karışmadıklarını söylemek mümkündür. Bozkır madeni emini bazen emanet sınırları dışındaki olaylarda da görev almıştır. Bozkır’a gönderilen 5 Temmuz 1781 tarihli hükümde, Ulukışla menzilinin idaresi ve derbentlerin muhafazası için şekavetleri anlaşılan Kaplanoğlu Hasan ve refikinin yerlerine becerikli kimseleri menzilci tayin etmesi, Bozkır madeni eminine emredilmiştir. Maden emininin görevi bu menzilin korunması, menzilcilerin hizmetini yapmasıydı. Maden emini tarafından iyi idare edilmesi için madene bağlanan menzile mutemet adamların tayin edilmesi de emine emredilmiştir (BOA, C.NF 2240).

 

Bozkır kazasında ayanlık iddiasında olan kişilerin yaptığı zulümlerden dolayı vekil emin yerine darphaneden “muhtasar daire ile mütedeyyin bir emin nasb ve irsal” edilmesi isteği üzerine, 12 Şubat 1814’de, İshak Ağa emin olarak atanmıştır. Emin, Bozkır’a ulaşınca ahaliyi toplaması, durumu öğrenmeye çalışması ve emin tarafından bir kişinin ayan olarak atanması emredilmiştir (BOA, C.DH 9743). Bozkır madeni emininin ahalinin isteklerini de dikkate alarak madene bağlı kazalara ayan350

 

 

349 Konya valisinin delilbaşı olan görevlinin diğer kazalar gibi Belviran kazasından da yedi-sekiz bin kuruş topladığı emin tarafından bildirilince, 8 Şubat 1815’da, tekidi içeren bir emir gönderilmiştir (BOA, DRB.d 970).

 

350 8 Temmuz 1790 tarihinde, madene bağlı olan kazalarda çıkan sorunlar nedeniyle maden emininin bu kazalara bir kaymakam ataması yönünde maden emininin talepte bulunması üzerine, darphane nazırı kaza ahalisinin istediği birinin emin tarafından atanması şeklinde bir düzenleme yapılabileceğini ancak kaza ahalilerinin bu duruma razı olup olmadıklarının merkeze yazılması emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 187-d). Keban ve Ergani madenleri emini olanların vali ve


158

 

atamasında söz sahibi olması, idari anlamda maden emanetinin tek yetkilisi olduğunu göstermektedir. Bozkır madeni emaneti adı verilen idari statüden çıkarılan kazaların bazı işleri de zaman zaman maden emini tarafından yapılmıştır. Seydişehir kazası madenden çıkarılarak Üsküdar Ocağı’na bağlanınca Çopur Kadı ve Hacı İsa adlı kişilerin ayanlık düşüncesiyle ahaliyi tahrik etmeleri üzerine maden eminine bunların çavuş mübaşeretiyle Magosa’ya nefy edilmesi için ferman verilmiştir. Maden emini sürgün edilecek kişileri çavuşa teslim etmiş ve bu kişiler sürgün yerlerine ulaştırıldığı zaman İstanbul’a bildirilmiştir (BOA, C.DRB 2423).

 

Maden emanetinde meydana gelen eşkıyalık hareketlerinin önlenmesi konusunda maden eminlerinin yanında görevli tüfekçiler olduğu gibi, maden eminleri eşkıyalık yapan ya da maden işlerini engelleyen kişiler ile ilgili de doğrudan merkezle yazışmıştır. Bozkır madeni emini olan el-Hâc Süleyman arzında, Bozkır şeyhi ve oğullarının memuriyetine müdahale etmek maksadıyla fesat çıkardıklarını ve Kıbrıs’a nefy olunmaları talebinde bulunmuştur (BOA, C.DRB 2890). Yine Aladağ kazası ayanı Mustafa yanına topladığı adamlarla madene bağlı Belviran kazasından maden ahalisini zorla Aladağ’da bulunan çiftliğe götürüp yerleştirerek zulümler yapmıştır. Madenin nizamına halel gelmemesi için Mustafa ve avanelerinin kazadan uzaklaştırılması maden emini Seyyid Süleyman’a, 28 Eylül-6 Ekim 1793 tarihinde, emredilmiştir (BOA, KLB.d 26: 106-3). Maden emini idari anlamda emanet içinde bağımsız hareket etmiş ve diğer yöneticiler maden eminine karışmamıştır. 27 Mayıs 1834’te, Beyşehir sancağı hissesine düşen vergiden madene bağlı Bozkır kazası hissesine düşen kısmının tevzi ve tahsili maden emini tarafından yapılmış ve sancak mütesellimine teslim edilmiştir351 (BOA, MEDAD 3: 282-1).

 

 

 

 

 

 

mutasarrıfların yaptığı voyvoda atamasını yapması da (Tızlak, 1999b: 930) idari anlamda maden eminlerinin durumunu göstermektedir.

 

351 Maden-i Hümâyûn eminlerinin; 1831 yılından itibaren uygulanmaya başlanan nüfus sayımı ve her kazada yaşayan islâm ve zimmî reayanın nüfusunun ve özellikle erkek nüfusunun oturduğu yerler ile zimmî reayaya ait kiliselerin yerlerini belirtir birer defterin her yıl İstanbul’a gönderilmesinden ibaret olan yoklama usulü, maden eminlerinin kendi sorumluluk bölgelerinde bu hususların en üst düzeyde uygulayıcısı oldukları bir araştırmacı tarafından tespit edilmiştir (Tızlak, 1997a: 69-70). Bozkır madeninde ise yapılan nüfus sayımları sonucu oluşturulan defterler Bozkır kadıları tarafından mühürlenerek İstanbul’a gönderilmiştir (BOA, NFS.d 3316: 222; BOA, NFS.d 3317: 337).


159

 

1.1.2.3. Hukukî Görevleri352

 

Eminin hukuki olarak en önemli görevi, sorunların mahkemede çözülmesine nezaret etmek ve davanın sonucunu uygulamaktı (BOA, C.DH 16283). Bozkır madeni kazalarından Bozkır, Belviran ve Seydişehir kazaları ahalisinin “zuhûr iden da‛va ve niza‛ları ve ahz ü habs ve te‛dîb ve gûşmâlleri vesâir bi-cüz’i ve küllî umûr ve hususları ber vech-i istiklâl” maden emini tarafından görülürdü (BOA, C.DRB 2636). Bozkır madenine bağlı kaza ahalileri arasındaki davaların görülmesi (BOA, AHK.KR.d 17: 74-3) maden emininin görevleri arasındaydı. Bozkır madeni emini ile madenciler arasındaki hesaplar da kadı tarafından mahkemede maʻrifet-i şerʻle görülmüştür (BOA, D.DRB.THR 9/20). Bozkır madeninde meydana gelen anlaşmazlıkların mahallinde çözümü genel prensipti, ortaya çıkan toprak anlaşmazlığı (BOA, AHK.KR.d 32: 224-1), at ve bağ anlaşmazlığı (BOA, AHK.KR.d 32: 233-1), alacak davaları (BOA, AHK.KR.d 29: 40-2) gibi konuların mahallinde çözülmesi maden eminine bildirilmiştir. Bozkır madeni kapatıldıktan sonra ise bu sorunların çözümü için Beyşehir muhassılı ile Bozkır naibine, 21-30 Haziran 1841’de, emir gönderilmiştir (BOA, AHK.KR.d 35: 160-2, 165-2, 166-2). Daha sonra gönderilen emirler ise Bozkır kazası müdürü ile Bozkır naibine gönderilmiştir (BOA, AHK.KR.d 36: 42-2, 51-1, 52-1). Emirlerin gönderildiği makamlar bölgede idari anlamda hangi görevlinin yetkili olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan madenin açık olduğu dönemlerde maden emini, idari anlamda emanetteki tek yetkili olmakla beraber hukuki konularda kadı ile birlikte hareket eden bir görevliydi.

 

Bozkır madenine bağlı kaza ve köy ahalileri arasındaki anlaşmazlıkları bildiren arzlar yazıp meselenin çözümünü sağlamak eminin görevleri arasındaydı. Madene bağlı Kuruçay ve Yalıhüyük köyleri yaylak anlaşmazlığına düştüğü zaman durum emin tarafından İstanbul’a bildirilmiştir. 23 Ocak 1825 tarihinde gönderilen emirde, her iki köyün de yaylaktan ortak istifade etmeleri yönünde bir karar verilerek mesele çözülmüştür (BOA, C.DH 8182).

 

Madene bağlı kazalarda meydana gelen adli olaylarda suçu sabit olan kişiler kaza ahalisi tarafından maden eminine teslim edilirdi353. Maden emini de suçlu olan


 

352 Maden emanetinin serbestiyetine daha sonra değinileceğinden fazla ayrıntıya girilmemiştir.


160

 

kişileri hapse atardı (BOA, AHK.KR.d 19: 174-1; BOA, AHK.KR.d 34: 137-1). Madene bağlı kaza ahalileri arasındaki alacak davalarında da maden emini etkin bir rol oynamaktaydı. Bu anlamda borçlu olan kişinin ölümü üzerine borç, maden emini tarafından varislerden alınıp alacaklılara verilmekteydi (BOA, AHK.KR.d 27: 65-2). Bazı anlaşmazlıkların çözümü için ise Bozkır’a gönderilen mübaşirin ücreti mazlum olan kişilerden değil de karşı taraftan -özellikle de adam öldürenlerden- alınmıştır (BOA, AHK.KR.d 27: 130-1, 103-3; BOA, AHK.KR.d 28: 20-3).

 

1.1.2.4. İktisadî Görevleri

 

Bozkır madenine bağlı Beyşehir, Seydişehir, Kırili, Göçü ve Kaşaklı kaza ahalileri mahkemeye gelip, maden levazımatı ile ilgili hizmetleri yaptıklarını ancak kazalarında ortaya çıkan hastalık yüzünden perişan olduklarını belirterek, piyade neferleri bedeliyesi olarak sancak ahalisinden istenen 40.000 kuruşun affedilmesini,

8   Temmuz 1800 tarihinde, Bozkır kadısının ilamı ile bildirmişlerdir. Fakat bu isteğe,

 

25. 000 kuruşun peşin ve kalanın maden emini tarafından toplanıp teslim olunacağı şeklinde cevap verilmiştir (BOA, C.AS 42326). Bu anlamda Bozkır madeni emaneti adı verilen idari statüye bağlı kazalardan toplanacak olan vergi ve bedellerin toplanması görevi de bizzat maden emini tarafından yapılmıştır. Bu durum madene bağlı kazaların idari olarak diğer kazalardan farklı bir statüye sahip oldukları gibi ekonomik yükümlülüklerin uygulanması noktasında da diğer kazalardan ayrıldıklarını göstermektedir. Karaman valisine ait imdad-ı seferiyye ve hazeriyyenin toplanarak emine teslimi ile maden emini bu meblağı vali tarafına gönderirdi (BOA, C.DRB 2148). Bu vergilerin toplanması noktasında aykırı davranan yöneticiler de uyarılırdı (BOA, MEDAD 9: 177-1). Madene bağlı kazalardan toplanacak vergilerin

 

 

 

 

 

353 Seydişehir kazasında ikamet eden ve eskiden beri fitne, fesat ve ihtilal-i belde olan Yavrı Hasan oğulları Muhammet ve Abdurrahman, Gök Hacı Mahmut, Gök Boğa oğlu İbrahim, Abdülkadir ile Akçalar imamı Hüseyin toplanıp muhtar-ı belde es-Seyyit Numan Ağa’yı haksızca öldürüp mallarını gasp etmişlerdi. Seydişehir köylerinden Çalmanda sakinleri, biz de o esnada cemiyette bulunup ahalimizden bazıları katiller ele geçerse tutup maden eminine teslim edip eşyayı ashabına teslim eyleyeceğiz eğer bundan sonra hilaf zuhur ederse Bozkır madeni sermayesine 7.500 kuruş nezr-i hasen rızamızdır demişlerdir (BOA, MEDAD 9: 179-1). Bu köy sakinlerinin bu şekilde davranmasının nedeni olay esnasında orada bulunmalarıydı. Zira muhtarı öldüren kişiler ahalinin de mallarını yağmaladığından halk suçluların cezalandırılmasını isteyince bu köy halkı da kendilerinin suçsuz olduğunu ortaya koymak için böyle bir yola başvurmuştur.


161

 

toplanması işini de Bozkır madeni emini olan kişi yapardı354. Beyşehir sancağından istenilen ref-i menzil bedeliyesi olan 325,5 kuruşun ödenmesi esnasında madene bağlı olmak iddiasıyla bunun ödenmediği mütesellim tarafından ifade edilince, “ber vech-i istiklal”in sınırları belirtilerek bunu ödemeleri Bozkır naibi ve maden eminine, 17 Mayıs 1827’de emredilmiştir (BOA, C.AS 23891). Satılan tiftik, mazu ve kök boyanın gümrük vs. vergileri355 konusunda ise bunların tahsil edildiğine dair emin tezkeresi olması gerekmekteydi. Zira bu tezkeresi olmayanların sefineye alınmaması gerektiği, tezkeresiz başka mahallerden götürenlerden ise iki kat resm alınacağı belirtilmiştir (BOA, C.ML 3397). Maden emini bazı vergileri bizzat toplarken, emanet sınırları içerisinde iltizam ederek çeşitli görevleri üzerine alan mültezimlere de idari yetkisini kullanarak yardım etmiştir. Bozkır kazasına bağlı Meyre ve Balıklavı köylerinin aşar ve rusumatlarını kanun gereği alan mültezim Abdülmümin kazadan bazı kişilerin tahriklerini bildirince emine bu kişileri tenbih etmesi emredilmiştir (BOA, AHK.KR.d 17: 95-3). Bu örnek, iktisadi meselelerde de maden emininin bölgede yetkili olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

 

Bozkır kazasının Osmanlı ordusunun ihtiyaçlarının karşılanmasında da çeşitli yükümlülükleri vardı. Bu yükümlülükler de maden emini tarafından yerine getirilirdi. Çumra menzilinden Şam’a giden ordunun zahire bahasının Bozkır madeni emini tarafından görevli memura teslim edildiği ve yedinden senedât-ı şer‘iyye alındığı, 23 Haziran 1799 tarihinde bildirilmiştir (BOA, C.AS 21864). Bozkır madeni emini Abdülhalim, 30 Mayıs 1799’da maden kazalarına 30 saat mesafede olan İsmil, Karkın ve Çumra menzillerine gönderilecek zahirenin nakli hususunda develerin iki katı ücret ile tedârik olunduğunu bu nedenle zahirenin yarısının affedilmesini

 

 

354 Karaman eyaleti avarız tahsildarı, madene bağlı Bozkır ve Belviran kazalarının vergisinin maden eminleri vasıtasıyla tahsil oluna geldiğini ve bu sene zam olunan 1.200 kuruşun da maden emini Halil tarafından tahsil olunduğunu ancak kısa bir süre sonra maden emininin vefat ettiğini ifade ederek bu vergi miktarını talep etmiştir. Ancak Halil Ağa’nın önce darphaneye olan 76.000 kuruşun malından alınacağı, kalan muhallefâtından ise avarız miktarının tahsildara eda olunması ile diğer borçlarının da ödenmesi ve fazlasının hazine-i amireye gönderilmesi, 10 Şubat 1781’de, emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 643-1). Tahsildar, devlete ait vergileri, gelirleri veya birinin gelirini toplayan memura denirdi (Abdurrahman Vefik, 1328: 256). Bahsedilen örnekte madene bağlı kazaların avarızı Musa adlı tahsildar üzerindedir (BOA, MEDAD 8: 642-1). Bozkır madeni emininin maden emanetine başka bir görevliyi karıştırmaması ve bu verginin kendisi tarafından toplanıp tahsildara eda edileceğini ifade etmesi maden emanetinin idari statüsünü göstermesi açısından da önemlidir.

 

355  Tiftiğin her kıyyesinden üçer para, mazunun her kıyyesinden birer para ve kökboyanın her kıyyesinden ikişer akçe resm-i miri alınacaktı (BOA, C.ML 3397).


162

 

istemiştir. Zira bu dönem fırınların imali için lazım olan kömür, kütük ve diğer levazımatın temini mevsimiydi (BOA, C.AS 16336). Beyşehir ve Yenişar kazaları Çumra menziline; Bozkır ve Seydişehir kazaları Karkın menziline; Göçü, Belviran ve Kırili kazaları (ayrıca Eyübili, Aksaray ve Pirluganda) İsmil menziline bağlıydı. Her menzile 6.500 kile arpa, 750 kile fiğ, 800 adet koyun, 2.000 kantar saman ve 450 araba odun gönderilmesi emredilmiştir. Bozkır kazası hissesine 2.750 kile arpa, 275 kile fiğ, 300 koyun, 800 kantar saman ve 180 araba odun düşmüştür (BOA, C.AS 15701; BOA, C.AS 16336).

 

Madene bağlı kaza ahalileri arasındaki alacak davalarında da maden emini görevliydi356. Bu anlamda borçlu olan kişinin ölümü üzerine borcun maden emini tarafından vereselerden alınıp alacaklılara verildiği görülmektedir (BOA, AHK.KR.d

27:    65-2). Madene gelir olarak kaydedilen mukataatın tahsilinin emin tarafından yapılması, buna ek olarak madene gelir kaydedilen kazaların avarız ve nüzul bedellerinin toplanması da eminin görevleri arasındaydı (BOA, C.ML 22569). Benzer bir durumda, Bozkır madeni emini Çelikpaşazade İbrahim Paşa’nın Bozkır madeni sermayesinden darphaneye borcu olduğundan dolayı Suğla mukataasının 5/8’i darphaneye ve 3/8’i paşaya aitti. Borca karşılık mukataa darphaneden idare olunacağından hâsılat, rusûmât ve avâidâtı, 24 Nisan 1811’de, Bozkır madeni emini el-Hâc Ali’ye verilmiştir (KŞS 102: 154-1).

 

Maden emaneti bölgesinde kuralların uygulanmasından sorumlu olan maden emini, bölgede devletin çıkarlarının korunması için de önlemler almaktaydı. Konya’da bulunan güherçile tabh iden karhanecilerin Bozkır tarafına 15, 20 kantar güherçile sattığı, Bozkır’da dinkler kurularak barut imâl edildiği ve tüccara satıldığının duyulduğu belirtilerek Karaman valisine ve Bozkır madeni eminine bu dinklerin ortadan kaldırılması, 11 Haziran 1825 tarihinde emredilmiştir (BOA, C.AS 22358).

 

 

 

 

356 Bozkır madeni emini ve kadısına 27 Ocak-4 Şubat 1810’da gönderilen emirde, İbrahim adlı kişi, Bozkır kazası Hocaköy’den Küçük Halim Efendizade Mehmet zimmetinde 1806 senesinden beri olan

25. 000 kuruş alacağını talep ettiğini ancak vermediğini belirtmiştir. Bunun üzerine maden eminine, mübaşir marifetiyle ve maden emini marifetiyle davanın görülmesi yönünde emir verilmiştir (BOA, SKT.d 205: 105).


163

 

1.1.2.5. Timarla İlgili Görevleri

 

Maden eminlerinin timarla ilgili görevleri daha çok ortaya çıkan anlaşmazlıkların çözümü ile ilgiliydi. Maden bölgesinde timarla ilgili anlaşmazlıklar olduğu zaman, bu durumun çözülmesi için emine davanın görülmesi emri verilirdi. 17-25 Ocak 1811’de, timar sahibi ve alaybeyi arasındaki anlaşmazlık üzerine mahsül ve rusumatı alan alaybeyinden bunların alınarak timar sahibine verilmesi maden eminine emredilmiştir (BOA, AHK.KR.d 26: 43-3, 93-2). 24 Temmuz 1783’te, Morsun köyündeki timarların mutasarrıfları ile Dard Zaviyesi zaviyedarları arasında buraların kullanımı konusunda bir anlaşmazlık ortaya çıkmıştır. Zaviyedarların buranın vakfa ait olduğunu söylemesi üzerine, kuyuda bakılınca bu yerin vakıf değil timar olduğu anlaşılmış. Bunun üzerine, Bozkır madeni emini ile Bozkır kadısına gönderilen emirde zaviyedarların karışmaması ve davanın mahallinde görülmesi emredilmiştir (BOA, C.TZ 4853).

 

Bölgenin idari amiri olan maden emini, emanet sınırları içerisindeki sorunları çözmeye çalıştığı gibi maden bölgesi dışındaki sorunları da gönderilen emirler doğrultusunda ortadan kaldırmaya gayret etmiştir. 6 Nisan 1800 tarihinde, Ilgın mukataasına malikane mutasarrıf olan Mustafa Bey, mukataaya yakın olan Konya, Kadınhanı, Argıthanı, Akşehir, Doğanhisar ve Bozkır madeni kazalarına mukataa reayalarının geldiğini ve 10 sene geçmemiş ise geri yerlerine döndürülmesini isteyince; Karaman valisi, Akşehir mütesellimi, Bozkır madeni emini ve bu yerleşim yerlerinin kadılarına bu konuda emir verilmiştir (BOA, MAD.d 8577).

 

1.1.2.6. Askerî Görevleri

 

Bozkır madeni emini olan kişiler çeşitli askeri yükümlülükleri de yerine getirmekteydi. Bozkır madeni emini Abdülhalim Efendi’den 1.000 askeriyle Kıbrıs muhafazasına gitmesi istenince, emin maden idaresindeki ahalinin yorgun olduğundan bahisle affını istemiş. Bozkır şeyhi affedilmiş ancak askerin gönderilmesi, 17 Ağustos 1798’de emredilmiştir (BOA, C.AS 8012). Bozkır madenine bağlı kazalarından tedârik edilecek 1.000 askerden dolayı madenin


164

 

ta‛dilinin söz konusu olduğu357 ve Alanya kalesinde asker olmadığı ve buranın korunmasının önemi emin tarafından vurgulanmıştır. Bunun üzerine 100 nefer üzerine bir başbuğ tayini ve 200 nefer ile Alanya havalisinin korunması şartıyla maden emini Abdülhalim affedilmiştir (BOA, C.AS 1517). Görüldüğü üzere maden emini emanet dâhilindeki yerlerden istenilen miktarda askeri toplayarak, belirtilen yerde orduya katılmakla görevlendiriliyordu. Maden emini istenilen asker sayısını düşürdüğü gibi, yerine bir başbuğ tayin ederek sefere gitme görevinden de muaf tutulmuştur.

 

Bozkır madeni emini emanet içerisinde ya da civarında ortaya çıkan eşkıyalık hareketlerine karşı çeşitli önlemler almıştır. Beyşehir sancağında ortaya çıkan eşkıyalık hareketlerine karşı asker toplanması konusunda maden emini, madene bağlı kazalara adamlarını göndererek bu emri yerine getirmeye çalışmıştır (BOA, C.AS 33129). Yine Bozkır madeni civarında ortaya çıkan eşkıyalık hareketlerine karşı maden emini önemli bir rol oynamıştır. 8 Haziran 1794 tarihinde, Tarsus’ta başlayan eşkıyalık ve yağma hareketleri üzerine Adana, Tarsus mütesellimleri ile Bozkır madeni emini eşkıyanın kökünün kurutulması ile görevlendirilmiştir (BOA, C.DH 791).

 

Bozkır madeni emini çeşitli sebeplerle bölgeden asker temin etme konusunda da görevlendirilmiştir. Devlet için tedârik edilecek asker hususunda sancak mutasarrıfı ve maden emininin anlaşmazlığa düşmesine rağmen istenen sayıda askerin gönderilmesi ilgililere, 19-27 Mayıs 1778’de, bildirilmiştir (BOA, MHM.d 174:277). Aladağ kazası voyvodası, Konya mütesellimi ve Bozkır madeni emini Seyyid Mehmet’e gönderilen emirde, Aladağ kazası şehir kethüdası Mustafa’nın kaza süvarisiyle sefere katılması için emir verilmesine rağmen henüz hareket etmediği belirtilerek hoşça bir ifadeyle memuriyetine gitmesi konusunda uyarılması (BOA, MHM.d 192: 173) Haziran 1790’da, göreve gitmezse tedip olunacağı bildirilmiştir (BOA, MHM.d 192: 265). 7 Nisan 1791 tarihinde mütesellim değişikliği esnasında Beyşehir eski mütesellimi Ali Ağa adlı kişi yanına topladığı

 

357Bozkır muhtarı Şeyh Mehmet, 9 Temmuz 1811 tarihli tahriratında, Bozkır’da 10 nefer bile istenilse maden eminleri “maden umuruna sekte geldi” diyerek şikayet ettiklerinden ve bunu merkeze yazdıklarından, memur olduğu görevi yapamadığından bahisle istenilen askerin affını istemiştir (BOA, C.AS 9229).


165

 

Yörük eşkıyası ile yeni mütesellim Hüseyin Ağa’nın üzerine saldırınca, bir köye sığındığı belirtilerek asker toplanması emredilmiştir. Bu emir üzerine maden emini, Beyşehir ve Seydişehir kazalarına adamlarını gönderdiğini söylemiştir (BOA, C.AS 33129).

 

İİİ.   Selim döneminde kurulan yeni ordu için ihtiyaç duyulan askerleri seçme noktasında maden eminleri etkin bir görev almıştır. Levent Çiftliği için bazı kazalardan tertip olunup ocağa gönderilmeleri gereken askerlerin, kaza ayan ve zabitleri tarafından dikkat edilmeden yapıldığı ve gelenlerin çoğunun serseri olduğu belirtilerek; maden eminine, bağlı kazalardan harbi bilen kişilerin gönderilmesi istenmiş ve Seydişehir kazasının asker maddesinden dolayı Üsküdar ocağına bağlandığı bildirilmiştir. Maden bölgesinden gönderilecek askerlerin avarız-ı divaniyye ve imdad-ı hazeriyye hariç bütün vergilerden muaf olduğu ve maden dolayısıyla bunlara zulüm yapılmaması, 23 Haziran-2 Temmuz 1801’de emredilmiştir (BOA, DRB.d 156: 123-2). 17 Mayıs 1827’de, Beyşehir livası hissesine düşen Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’den 16 nefer ve bir rub‛ askerin tahsilinde madene bağlı olduklarını bildirerek itiraz eden kaza ahalisinden tahsili, ber vech-i istiklalin sınırları hatırlatılarak maden emininden istenilmiştir (BOA, C.AS 23891).

 

1.1.2.7. Sosyal Görevleri

 

Bozkır madeni eminleri, sosyal hayatın birer parçası olan cami, kütüphane, türbe ve kilise gibi binaların tamirinde de çeşitli görevler üstlenmişlerdi. Maden eminleri bu tür binaların yapımı ile bu binaların tamiri için gerekli yapı malzemelerini tedârik ederdi. Pirluganda kazasına bağlı kazası Hadim köyünde Şehdî Osman Efendi’nin bina eylediği kütüphanenin çatısı harabe olduğundan ve bu nedenle kitaplar zarar gördüğünden çatısının üzerinin kurşunla kaplanmasına karar verilmiştir. Kütüphane için gerekli kurşunun Bozkır madeninden karşılanması ve maden emini marifetiyle tamirinin yapılması maden emini Mehmet Fazlullah’a 6 Mayıs 1782’de emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 663-1). Kütüphane için gerekli kurşunun maden mevcudundan karşılanarak kütüphanenin tamir edilmesi ve bu


166

 

durumun mahalline kaydedilip İstanbul’a defterinin gönderilmesi istenmiştir358 (BOA, C.MF 5724). Bozkır madeni üretiminden kütüphaneye 3.000 kıyye kurşun verilmiştir (BOA, C.DRB 810). 4 Şubat 1787 tarihinde, Bozkır şeyhi Abdülhalim Efendi’nin ceddî Şeyh Mehmet Camii’nin çatısı harap olduğundan Bozkır madeninden 15.000 kıyye kurşun istenmiştir (BOA, C.DRB 2948). Yine Bozkır madeninden Hz. Mevlana Türbesi’ne 10.000 kıyye kurşun gönderilmiştir (BOA, C.DRB 810; BOA, MEDAD 8: 691-2).

 

Maden eminleri gayrimüslim reaya ve madencilerin çeşitli işlerini de yapardı. Bereketli madenine bağlı Çamardı kazasında Arvan köyünde Rum reayaya ait Âyâestîfânûs/Ayastefanos kilisesinin duvarlarının bazı yerleri harap olduğundan ayin yapılamadığı maden eminine arz edilince, maden emini de bu durumu bir görevli ile tespit ederek tamiri için ruhsat verilmesini, 10 Mart 1832’de arz etmiştir (BOA, C.ADL 2180). Maden eminleri, dini yapıların tamirinde görev aldığı gibi gayri Müslim madencilerin dini hayatını sürdürebilmesi için gerekli önlemleri almakla da görevliydi. 28 Ocak 1791’de Keban, Ergani, Gümüşhane ve Bozkır madencilerinin ayinleri, nikahları Gümüşhane metropoliti veya atadığı vekili tarafından yürütüldüğünden maden bölgesindeki metropolitlerin karışmaması emredilmiştir (BOA, AE.SSLM III 22665).

 

Vakıf görevlileri de çeşitli konularda maden eminine başvurarak ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışmıştır. 1783’te Seydişehir’de bulunan Rüstem Bey Vakfı ile Gevrekli köyü arasındaki arazi anlaşmazlığının çözümünde kanun üzere hareket edilmesi Seydişehir kadısı ve maden eminine bildirilmiştir (BOA, AHK.KR.d 18: 18M-3). Aynı yıl Bozkır’daki Şeyh Musa Zaviyesi’nin gallesinin359 kalanını vakfiye gereği vakıf evladı kişiler ile hariçten birkaç kişinin talep etmesi üzerine maden emini tarafından mahallinde davanın görülmesi emredilmiştir (BOA, AHK.KR.d 18: 30-3). Karacaardıç köyünde Müteveffa Hacı İbrahim adlı hayır sahibinin yaptırdığı camiinin imam ve hatibi Seyyid Mehmet, Karabayır köyünde bulunan ambarda ekin mahsulü olduğunu ve Bozkır madeni hademelerinden Alanyalı Geyrek Fakih’in bunu aldığını belirtince, zabiti olan maden emini marifetiyle davanın görülüp talebi


 

358 Kütüphaneye yapılacak masraf 500-600 kuruşu geçmemek şartıyla, maden emini tarafından Bozkır madeni mevcudundan karşılanacaktı (BOA, MEDAD 8: 683-2).

 

359 Galle; zahire, mahsul, ekin, irat ve gelir anlamına gelmektedir (Devellioğlu, 1999: 275).


167

 

üzerine mahsulün maden emini tarafından alıverilmesi konusunda, 12-21 Ekim 1779’da emir verilmiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 115-4).

 

Görev olarak telakki edilmese de Bozkır madeni eminleri sosyal hayatın birer parçası olan cami ve çeşme gibi yapıların yapılmasına da öncülük etmişlerdi. Bozkır kazası Siristat köyünde, maden emini Mehmet ve karındaşı Zeynelabidin adlı hayır sahipleri, bir cami yaptırmıştır (BOA, C.EV 6174). Yine “ma‘den-i hümâyûn”un merkezi konumundaki Siristat köyünde Mehmet Fazlullah Efendi Çeşmesi bulunmaktadır. Çeşme hâlâ mevcut olup, Bozkır ilçesinde Orta Mahalle Camii’nin doğusundadır. Çeşme, Bozkır madeni emini Mehmet Fazlullah Efendi tarafından 1781 yılında yaptırılmıştır (Kitabe, 1196)360. Mehmet Fazlullah Efendi tarafından yaptırılan çeşmelerin Siristat köyü içinde dört adet olduğu belgelerde belirtilmesine rağmen şu an sadece bahsedilen çeşme ayaktadır. Çeşmeyi de yaptıran el-Hâc Ahmet Ağa oğlu Mehmet Fazlullah Efendi’nin bıraktığı paralar ile mütevellinin ücreti ödenmiştir. Bu dönemde mütevelli günlük iki akçe ücret almıştır. Bu parayla aynı zamanda eski maden eminlerinden Halil Efendi’nin kabrinin de tamiri yapılmıştır (VGMA, HD, 1078: 36a; VGMA, HD, 537: 58b).

 

Mehmet Fazlullah Efendi 29 Mayıs 1795 tarihli vakfiyesinde, kendi malından biriktirdiği ve arttırdığı 159 kuruş ile Siristat köyünde bulunan aşağı değirmende üç kıyye tabir olunan hissesini şöyle şart eylemiştir. Vâkıf, bu paraların istirbaha (%15 kâr ile paranın borç olarak verilmesi) verilerek, elde edilen gelirlerle kendi yaptırdığı dört çeşmenin ve Bozkır’da yaptırdığı diğer binaların tamirlerine ve görevlilerine maaş olarak verilmesini istemiştir361. Çeşmenin362 kitabesinde ise şu yazılar yer almaktadır.

 

Sahib-i hayrat hâlâ emin-i maden-i hümayun Mehmet Fazlullah Efendi.

 

Fazlıyâ yolun düşerse tarihin oku hemân

 

Geçme suyun iç çeşme-i aşûbdan ab-ı revân.

 

 

 

360 Mehmet Fazlullah Efendi Çeşmesi Kitabesi; bkz. Fotoğraf 3. Hurufat defterlerinde çeşme ile ilgili ilk kayıt, Ağustos 1784 tarihine ait olup mütevelli olarak Kadızade Seyyid Abdullah’ın atandığı kaydedilmiştir (VGMA, HD, 1078: 36a). 1204/1789 yılında ise Kadızade Seyyid Abdullah’ın ölümü üzerine Seyyid Mehmet mütevellilik görevini yürütmeye başlamıştır (VGMA, HD, 537: 58b).

 

361 VGMA, No. 579, s. 21, sıra 14. 1795 Tarihli Vakfiye Sûreti; Belge 3.

362 Çeşmenin mimari özellikleri için bkz. Sabri Doğan, “ Bozkır’da Türk-İslam Devri Yapıları”, Bozkır’ın Dünü ve Bugünü Sempozyumu 2006, Konya 2007, s.376.


168

 

Sene 1196

 

1.1.3. Azil

 

Bir maden emini atandıktan bir yıl sonra görevi sona ererdi. Ancak maden emini, başarılı bulunursa yeniden atanır ya da çeşitli sebeplerden dolayı bir yılı doldurmadan azledilirdi. Bu anlamda maden emininin azli ve yerine başka birinin atanması gerektiği “… kâ‘ide-i darbhane ve me‘âden ancak mart duhûlunda olagelüb eğeri bî-hengâm ‘azl ve aharî nasb olunsa darbhâne-i ‘amireye ve ma‘dene hasâret-i küllisi olacağı ma‘den emâneti ihale olunacak adam mücerrebi’l-etvâr ve kaviyyi’l-iktidâr ve ma‘den i‘mâlinden aşinâ olması lâ-büdd idüğü ve tîz elden bu makûle adam tedâriki müte‘assir olmağla…” darphane nazırı tarafından belirtilmiştir (BOA, C.DRB 238). Darphane nazırı, atamaların mart ayında yapılmasının faydası ve atanacak kişide bulunması gereken özellikler üzerinde durmuştur. Mart ayı ifadesini, atanan maden emininin göreve başlama ayı olarak algılamak gerekir. Zira, madene bağlı kaza ahalilerinin himaye edilmesi, kömür ve kütük temini gibi konuların vaktiyle tedârik edilmesi gibi nedenlerle maden emanetlerine yapılacak atamaların mart ayından birkaç ay önce yapılması “usul-i maslahatdan” idi (BOA, D.DRB.HAT 16/52).

 

Bozkır madeni emini olarak atanan görevli ilgili yılın mart ayından şubat ayına kadar bir yıl görev yapardı ve şubat ayı sonunda eminin görevi sona ererdi. Fakat farklı nedenlerle bu görev sürelerinin tamamlanamadığı durumlar da olmuştur. Eminin eceliyle ölümü üzerine, geçici olarak eminin kethüda ya da katibi, eminin görevlerini yapmaya devam etmiştir. Ancak bu kişiler, sadece ilgili yılı, başka bir ifadeyle ölen maden emininin bir yıldan eksik kalan zamanını tamamlamışlardır (BOA, C.DRB 3123). Zira daha sonraki yıla maden emini atanmıştır. Yeni bir maden emini atanınca kendi eşyası hariç, maden için verilen sermaye, altın, gümüş ve kurşun madenleri ile eski eminin alacakları kısaca madene ait ne varsa tayin olunan mübaşir vasıtasıyla yeni emine devredilerek hazine-i amire defterlerine gelir kaydedilmek üzere “ma‘zûlân defteri” arz olunurdu (BOA, C.DRB 3123).

 

Bozkır madeni emininin görevinin sona ermesinin bir diğer nedeni de eminin istifa etmesiydi. 1781 yılına mahsuben emin olarak atanan Mustafa, huyunu ve madenin idaresindeki eksikliğini öne sürerek istifasını sununca, yerine


169

 

mücerrebeti’l-etvâr” birisi olan Mehmet Fazlullah maden işlerinde bulunduğundan dolayı maden emini olarak atanmıştır (BOA, C.DRB 2421). Maden eminlerinin azledilmesinin nedenlerinden birisi de maden idaresindeki gevşeklikti. Yine 1781 yılına mahsuben Bozkır madeni emini olan Aydınlı Mehmet, “idâre-i ma‘den kemâl-i fütûr ve rehâvetine mebnî merkûmun azli” denilerek gevşekliğinden dolayı azl edilmiştir (BOA, C.DRB 252).

 

Bozkır madeni eminlerinin azillerinin bir diğer nedeni ise ahaliyi zulümden kurtarma düşüncesiydi (BOA, DRB.d 969). Bozkır madeni emini Genç Ali’nin ahaliye yaptığı zulüm Bozkır ve Belviran kadılarının ilamları ve ahalinin arzlarında bildirilince, darphane nazırı, bu durumun kendisine sorulması üzerine eminin azli ve tecrübeli birinin atanmasını takrir363 etmiştir. Takrir gereği verilen telhis üzerine, kendisine güvenilen ve becerikli birinin atanması konusunda emr-i hümayun sudur olduğu ve gereğince el-Hâc Sülayman’ın atandığı, 25 Aralık 1776’da, bildirilmiştir (BOA, C.DRB 2047; BOA, MEDAD 1: 754-1). Maden eminlerinin azledilmesi darphane nazırının takriri üzerine yapılırdı (BOA, DRB.d 1044). Maden eminleri darphane nazırının vereceği olumsuz bir raporu içeren takrir gereği padişahın emriyle görevden uzaklaştırılırdı. Bu örnekten de anlaşıldığı üzere maden eminlerinin görevden uzaklaştırılması konusunda bir diğer uygulama ise Bozkır madeni emaneti sınırları içerisinde yaşayan halkın herhangi bir sebepten dolayı maden emininin değiştirilmesi yönünde İstanbul’a vereceği arzuhallerdi. Bozkır madeni emini İshak Ağa, maden ustaları ve kaza ahalileri tarafından gaddar ve fukaraya zulm eden birisi olarak anlatılmış, emin ve yanındaki kaza ahalilerinin kafalarına göre salyane talep ettikleri, mütedeyyin ve dindar bir kişinin emin olarak tayini ahali tarafından arz edilince, 21 Ağustos 1816 tarihinde, her iki tarafında dinlenmesi ve bu konuda Karaman valisine yazılması yönünde bir cevap verilmiştir (BOA, C.DRB 1581). 1817 yılında İshak Ağa’nın atanmaması ahalinin isteklerinin dikkate alındığını göstermektedir (Tablo 3). Bazı kaza ahalileri ise düşmanlık ve kendilerini düşünmelerinden dolayı eminin azlini istemekteydi. Fakat olay incelendiği zaman ayanlık iddiasında olanların halka, maden eminini zorla şikayet ettirdikleri ortaya çıkmıştır (BOA, C.DRB 238). 20 Ağustos 1818 tarihinde, Sunullah adlı kişi, Meyre


 

363 Rahmen li’l-fukarâ azli mûceb ve yerine müstekim ve muharreri’l-etvâr maden emini nasb ve ta‘yîn olunmak muktezâ idüğünü şeklinde takrir sunulmuştur (BOA, C.DRB 2047).


170

 

köyü ahalisini tahrik ederek Bozkır madeni emini Ahmet Ağa’yı “fazla vergi alıyor” diyerek şikayet etmiştir. Buna rağmen 24 kişi merkeze eminin iyi halini haber vermiştir (BOA, AHK.KR.d 29: 1-3).

 

Maden eminlerinin azledilme sebepleri arasında rüşvet almak, yeterince üretim yapamamak ve uzun süre görevde kalmanın gevşeklik ortaya çıkarması gibi nedenler de vardı. Bozkır madeni emini el-Hâc Ali’nin rüşvet aldığı anlaşıldığından azledilerek yerine Hacı Hüseyin Ağa atanmıştır. Azledilen eminin bir yere sürgün edilmesi için istenen emir, 18 Ekim 1829 tarihinde verilmiştir (BOA, C.DRB 950). Azillerin bir diğer nedeni ise madenin imâl edilmemesi, darphaneye yeterince gümüş ve kurşun gönderilememesiydi364 (BOA, DRB.d 970). Bozkır madeninde dört senedir emin olan Abdülhalim’in azli icap ettiğinden, Mart 1800’de, azledilerek yerine Osmanzade Seyyid Ali atanmıştır (BOA, C.DRB 475). Abdülhalim’in azil sebeplerinden biri de eminin gevşekliğinden dolayı madenin düzeninin bozulmasıydı (BOA, C.DRB 560).

 

Aralık 1808’de, Bozkır madeni tevcih olunan İbrahim Paşa (BOA, MHM.d

 

227:   265), 1808 senesinin kalan aylarını tamamlamak ve 1809 yılına mahsup olmak üzere atanmıştır (BOA, DRB.d 970). Fakat İbrahim Paşa başka mahalde olduğundan yerine, 10 Haziran 1809 tarihinde, Ömer Ağa emin olarak atanmıştır (BOA, DRB.d 970). Burada görüldüğü üzere maden eminleri başka mahallerde de oturmaktadır. Fakat eminlerin maden-i hümayun olan kazada oturması ve maden işlerini yapması kaideydi. Bereketli madeni emini ile ahalisi arasında anlaşmazlıklar olduğundan eminin madende değil de taşrada oturduğunu maden ustalarının bildirmesi üzerine madenin boş bırakılmaması gerektiği, maden bölgesinin etrafındaki kötülükler hatırlatılarak dile getirilmiştir (BOA, HAT 351/19834.B).

 

1.1.4. Ücret

 

Bozkır madenine atanan maden eminlerinin ne kadar ücret aldığı ile ilgili net bir bilgi tespit edilememiştir. Ancak, 7 Mayıs 1816’da, Keban madeni emini 7.500 kuruş, Ergani madeni emini 7.500 kuruş ve Gümüşhane madeni emini ise 12.500


 

364  Bozkır madeni emini Ahmet, yeterince gümüş ve kurşun üretememesi nedeniyle madenin kapanmasına neden olacağından dolayı, bu kadar uzun süre görev alan bir kişinin başarılı olamaması ile ahalinin de maden eminini şikayeti üzerine, 2 Aralık 1820’de azledilmiştir (BOA, DRB.d 1044).


171

 

kuruş maaş almıştır (BOA, DRB.d 993). Keban ve Ergani madenleri eminlerine 1736-1741 yıllarında da aynı ücret verilmiştir (Çağatay, 1942a: 44). Bozkır madeninde görevli katibin Keban madeninde görevli katibin üçte biri oranında bir maaş almasına bakılarak Bozkır madeni emininin yıllık 2.500 kuruş ücret aldığı tahmin edilebilir. Bozkır madeni eminleri aldıkları bu maaş yanında İstanbul’dan madene gelirken ve madenden İstanbul’a giderken 500’er kuruş harcırah da almıştır (BOA, D.BŞM.d 4702: 3). Maden eminleri ise maden emaneti kendilerine tevcih olunduğunda darphane nazırına caize verirlerdi365 (Bölükbaşı, 2010:71).

 

1.2. Vekil

 

Bozkır madeni eminleri, farklı görevlerle uğraşması ya da iki madenin birlikte idaresi gibi durumlarda eminlik görevi için yerlerine birisini vekil olarak atamışlardır. Eminin ölümü üzerine işlerin aksamaması için yeni emin atanana kadar bu görevi yapan kâtip ya da kethüdanın (BOA, MAD.d, 5610: 111) vekil olarak değil geçici görevli olarak değerlendirilmesi daha doğru olacaktır. Bozkır’da bulunan emin eşkıya tarafından öldürülünce 1801 yılında olayın araştırılması için gönderilen memur, eşkıyanın bölgeden uzaklaştırılması için vekâlet buyruldusu istemiş ve yeni emin atanana kadar bu görevliye vekâlet buyruldusu verilmiştir (BOA, C.DRB 393). Maden emini madenden başka bir yere gittiği zamanlarda da yerine bir görevliyi vekil olarak bırakırdı. Bozkır madeni emini Halil’e gönderilen emirde, 12 Şubat 1780’de, madende üretilecek altın ve gümüşün beşte biri devlet için ayrıldıktan sonra kalan kısmının diğer madenlerle kıyas edilerek belirli bir fiyatla satın alınacağı ve bütün gelir ve giderlerinin hazine-i amire defterlerine kayıt olunması için yerine kethüdasını vekil bırakarak İstanbul’a gelmesi gerektiği belirtilmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-3). Fakat eminin vekilinden kastedilen görevliler bunlar değildir. Özellikle Bozkır madeni ile Bereketli madenlerinin birleştirilmesi ve madenlerin bir kişiye tefviz edilmesi üzerine madenlere vekil eminler atanmıştır. 21 Temmuz 1794’te Bozkır madeni emini olarak Seyyid Süleyman atanmıştır. Ancak Bozkır madeni Mehmet Memiş adlı vekil tarafından idare olunmuştur. Vekil olmasına

 

3652.500 kuruş gayraz ketebe ve 7.500 kuruş bo‘ça baha adlarıyla toplam 10.000 kuruş caize-i maden-i Bozkır adıyla ödenmiştir. Bununla birlikte 7.500 kuruş da hizmet-i mübaşiriyye olarak darphaneye teslim edilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 8824). 1820-1821 yılında, aynı ödemeler Keban, Gümüşhane, Gümüşhacıköy, Bereketli, Balya ve Sidrekapsi madenlerinden de yapılmıştır. Maden-i hümâyûn yekünü 155.050 kuruştu (BOA, D.BŞM.MHF.d 8824).


172

 

rağmen eminin bütün yetkilerine sahip olan bu görevli, eşkıya takibi ve bunların yargılanması gibi konularda yetkilerini kullanmıştır (BOA, MEDAD 9: 192-1).

 

Bozkır madeni emini olan Ali Ağa, 1800 yılında kardeşi Ahmet’i vekaleten Bereketli madenine emin tayin etmiştir (BOA, D.DRB.THR 30/39). Yani emin olarak atanan kişi Bozkır madeninde, vekili ise Bereketli madeninde görev yapmıştır. Unutulmaması gereken bir nokta da vekilin emin tarafından görevlendirilmesidir. Fakat Bereketli madeni müstakil olursa daha iyi çalışacağı ve maden emininin maden mahallinde oturmasının daha faydalı olacağı da dile getirilmiştir (BOA, MHM.d 209: 1). Karaman valisi ve Bozkır madeni emini olan Kadı Abdurrahman Paşa, Rumeli’ye gittiği zaman oğlu Abdullah’ı Bozkır madeninde vekil olarak bırakmıştır (Konyalı, 1938b: 1088). 4 Temmuz 1807 tarihinde ise Bozkır madeni Hacı Mehmet Ağa’ya deruhte edilmesine rağmen, 21 Şubat 1808’de maden tekrar Abdurrahman Paşa’ya verilmiştir (BOA, DRB.d 987).

 

Bozkır madeninde vekil eminin görev yapmasının bir diğer nedeni ise, Bozkır madenine vezir rütbeli kişilerin atanmasıdır (BOA, HAT 473/23144; BOA, DRB.d 970). Bozkır madeni emini olan Karaman valisi Ali Paşa, yerine İbrahim’i vekil olarak tayin etmiştir (KŞS 102: 102-2; BOA, DRB.d 970). Fakat Ali Paşa başka bir işle meşgul olduğundan madenle yeterince ilgilenememiş, vekil olarak tayin ettiği emin de maden hususuna önem vermediğinden madende üretim azalmıştır (BOA, DRB.d 970; BOA, C.DRB 2482). 28 Aralık 1813’te gönderilen emirle, birkaç senedir maden emini vekili olan İbrahim ile Bozkır kazası ahalisi arasında anlaşmazlıklar ve vekilin yaptığı haksızlıklar nedeniyle bu kişi azledilerek yerine darphane tarafından İshak maden emini olarak atanmıştır (KŞS 102: 102-2; BOA, DRB.d 970). Yapılan bu atama üzerine eski ve yeni eminlerin hesaplaşması gerekmekteydi. Bu nedenle yapılan işlemler yeni atanan emin ile vekil arasında olmuştur (BOA, C.DRB 2482). Buna göre vekil, eminin bütün yetkilerine sahip olmakla birlikte emin tarafından atanan bir görevliydi.

 

6   Nisan 1837’de Bozkır madeni Karaman müşiri Ali Paşa’ya ihale olunmuştur (BOA, HAT 1321/51571). Müşir de gönderdiği tahriratında Bozkır madeni eminliğine Ömer Bey’i atadığını bildirmiştir (BOA, HAT 682/33214). Yani vekâleten idare söz konusudur. Madenin kapatıldığı yıllarda yine aynı müşirin


173

 

idaresinde bulunan maden, vekil vasıtasıyla idare edilmiştir (BOA, DRB.d 1027; Tablo 3). Fakat müşirin idaresindeki Bozkır madeninden yeterince üretim yapılamamış hatta taahhüt edilen miktar bile karşılanamamış ve yine müşirin idaresinde iken maden kapatılmıştır (Bkz. V. Bölüm).

 

1.3. Kâtip

 

Osmanlı madenlerinde görevli olan kâtip, maden ocaklarının dağınık ve toplu, işletmenin büyük ve küçük olmasına göre bir ya da daha fazla olabilirdi (Çağatay, 1942a: 45). Bozkır madeninde bir tek kâtip kadrosu vardı ve beratla tayin olunurdu366 (BOA, MEDAD 8: 862-2). 2 Haziran 1776 tarihinde, darphane tarafından Hafız Mehmet, Bozkır madeni kâtibi olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 1: 750-2). Bozkır madenine atanan ilk kâtip olan Hafız Mehmet, madenin kapanıp tekrar açılması üzerine kâtipliği yeniden talep etmiştir. Kayıtlar incelenmiş ve berat367 kaydı olduğundan 30 Kasım 1787’de tekrar atanmıştır (BOA, MEDAD 8: 862-2). Uzun süre aynı kişinin kâtiplik görevini yapabildiğini göstermesi açısından bu örnek önemlidir. Bununla birlikte çocuklarının da aynı görevi devam ettirilebileceği belgelerde çocuksuz öldüğünün belirtilmesinden anlaşılmaktadır. Hafız Mehmet’in çocuksuz ölümü üzerine kâtiplik görevi, 5 Ağustos 1788 tarihinde, Ahmet Şakir ve Osman adlı kişilere ortak olarak verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 862-3). 5 Temmuz 1817’de Osman kendi rızasıyla yarım hisse kitabet görevini oğlu Mehmet Salih’e bırakmıştır (BOA, DRB.d, 159). 9 Haziran 1825’te ise Mehmet Salih Efendi, bu görevi Mehmet Sait bin el-Hâc Mehmet’e bırakmıştır (BOA, DRB.d, 159).

 

Kâtiplerin görevleri, madenin kâffe-i vâridât, hasılât, mesârifât, mübâya‛ât, zabt ve tahrîr; i‛dâd-ı fırın368, hasılât-ı kurşunu tahrîr ve defter eylemekti (BOA, MEDAD 1: 750-2; BOA, C.DRB 2782). Daha açık bir ifadeyle, maden için gerekli

 

366 Belgelerde kâtip ya da sim kâtibi olarak geçmiştir. Bu görevler aynı olmalıdır. Zira Keban ve Ergani madenleri kâtibi olan Mehmet için her iki kelimede farklı belgelerde kullanılmıştır (Yüksel, 1997: 18, 115). Ancak Keban madeninde sim kâtibi yanında kömür kâtibi adıyla bir başka görevli kâtibin de olduğunu unutmamak gerekir (BOA, DRB.d, 993; BOA, D.MMK.d 23125: 2). Bozkır madeninde ise kal kâtibi olarak bir kişi tespit edilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2).

 

367 Kâtiplerin atamasının maden emini marifetiyle yapılması, maaşlarını maden eminlerinden almaları ve bu maaş için ellerine bir berat kaydının verilmesi gerektiğinden darphane nazırının ilamı gereği Bozkır madeni kâtibi Hafız Mehmet’e berat kaydı 26 Aralık 1779 tarihinde verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 870-3).

368 Fırınlara giren cevherlerin yazılması olmalıdır. Zira görevleri arasında ortaya çıkarılan kurşunun yazılması da vardır.


174

 

olan zahire, kütük ve kömürlerin defterlerini tutmak, madene sermaye olarak tahsis edilen gelirlerin tahsili ile yine madenden elde edilen çeşitli ürünlerin defterlerini tutmak, kâtiplerin temel görevlerindendi. Ayrıca bunlarla ilgili yazışmaları sağlamak da görevleri arasındaydı (Tızlak,1997a: 89). Bazen kurşunun İstanbul’da mahzenlere konulması esnasında darphane kâtipleri ile birlikte Bozkır madeni kâtibi ve ustaları da kurşunun vezni işlemine katılmışlardı (BOA, D.BŞM.DRB 17/9). Kâtibin en önemli görevlerinden birisi de satın alınacak kurşunu fırın itibarıyla fert fert deftere yazmak (BOA, MEDAD 1: 751-1; KŞS 100: 219-2) ve maden hasılatını kaydetmekti (BOA, MEDAD 1: 752-1). Kâtibin görevi, maden emininin emriyle madene ait tüm hesapları deftere geçirmektir, diye özetlenebilir.

 

Ölen maden eminin muhallefâtının tespit edilmesi konusunda görevlilere yardım etmek (BOA, MEDAD 8: 642-1) ve maden emininin ölümü üzerine vekâleten maden eminliğini bir süreliğine idare etmek (BOA, MAD.d, 5610: 111) gibi görevler de kâtipler tarafından yapılmıştır. Fakat kâtiplerin madeni yönetmeleri kısa bir süre için söz konusudur. Zira emin atamaları mart ayında yapıldığından kâtip sadece kalan süreyi tamamlamak için görevlendirilmiştir. Bunun yanında kâtipler, kömür bedeli ile kaza ahalisi üzerinde kalan bakayaların toplanması için maden eminiyle birlikte madene bağlı kazalara giderek bunların tahsilinde de görev almışlardır (BOA, MEDAD 9: 190-1). Kâtip, tahsil edilen meblağların kimlerden tahsil edildiğinin deftere kaydedilmesi için madene bağlı kazalara gitmiş olmalıdır.

 

Kâtipler madenlerin büyüklüğüne göre farklı maaşlar almışlardır. Bereketli madeni kâtibi 750 kuruş (BOA, C.DRB 1618), 7 Mayıs 1816’da Ergani ve Gümüşhane madenleri kâtipleri 1.500’er kuruş ve Keban madeni kâtibi 1.800 kuruş maaş almıştır (BOA, DRB.d, 993). 1790-1794 yıllarında ise Keban ve Ergani’de kâtiplere yıllık 1.500’er kuruş maaş verilirken kömür kâtibine 120 kuruş ücret verilmiştir (BOA, HH.d 18253: 2).

 

Bozkır madeni kâtiplerine “Gümüşhane emsali” yıllık bir maaş tayin edilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 870-3). Bu emir üzerine Bozkır madeni kâtiplerine


175

 

yıllık369 bir maaş belirlenmiştir. Bozkır madeni katibinin maaşı belirlenirken Nif madeni ile karşılaştırılmış (BOA, C.DRB 2782) ve kâtibe 500 kuruş maaş verilmiştir. Bu meblağ, maden emininin bilgisi dahilinde, madencilerin hasıl olan nemalarından alınacaktı (BOA, DRB.d 970; BOA, DRB.d, 159). Madenden iki kâtibin ortak olarak görev aldığı dönemlerde ise kâtiplere 250’şer kuruş ücret verilmiştir (BOA, DRB.d, 970). Madende görev alan kâtibe verilen ücret yanında maişet adı altında bir miktar para daha verilmiştir. Bozkır madeni kâtibi, geçinme yardımı adıyla verilen bu miktarla birlikte yıllık 620 kuruş ücret almıştır (BOA, C.DRB 3090).

 

Yukarıda değinildiği üzere kâtip, sim kâtibi ve kömür kâtibi gibi görevliler çeşitli kaynaklarda görülebilirken kal kâtibi adı verilen bir görevli, sadece bir belgede tespit edilebilmiştir. 15 Şubat 1813 tarihinde, maden emini Mehmet Emin Ağa’nın mallarının sayımı yapılırken borçlu olduğu kimseler arasında kal katibi Abdullah Efendi’ye 50 kuruş borcu olduğu zikredilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2). Kal kâtibi adı verilen bu görevlinin madenlerin kal edilmesi sırasında cevherin kal olmadan önceki ağırlığından ne kadar noksan olduğunu bir başka ifadeyle kesr-i kâlin miktarını deftere kaydeden görevli olmalıdır.

 

1.4. Kadı

 

Kazaların adli işlerinden370 ve beledi işlerinden sorumlu olan kadılar, kazadan vergi toplanmasına da nezaret etmekteydi371. Kazalar ile ilgili fermanlar doğrudan doğruya kadıya gelirdi372. Beylerbeyi ve sancakbeyleri, kazalarda en büyük amir olarak kadıya buyruldu yazarlardı. Kadıların elinde bir kuvvet yoktu. Yalnız kuru bir idari yetkileri vardı. Bu yüzden kadılar ehl-i örf taifesi karşısında zor durumda kalmışlardı. Bazen onların doğru-yanlış isteklerini yerine getirmişler bazen de onlar

 

369 Keban madeninde maaşlar aylık olarak (BOA, D.DRB.THR 682/2), Sidrekapsi madeninde ise günlük olarak tayin edilmiştir (Çağatay, 1944: 272). Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere Keban ve diğer madenlerde maaşlar yıllık olarak da verilmiştir.

370 Kaza merkezi olan yerleşim yerlerinde mahkeme adı verilen bir daire vardı. Bu çoğu zaman ‘kadı’nın oturduğu ev ile yan yana, bazen de büyük caminin içinde yahut yanında idi (Akdağ, 1995: 69).

371  Bu çalışmada kadı’nın madencilikle ilgili görevlerine değinilmiştir. Osmanlı taşra teşkilatı içerisinde yer alan kazanın adlî işlerine bakan kadı, görev yaptığı yerin idarî, beledî, malî ve askerî işleriyle de ilgilenmiştir. Osmanlı kadısı hakkında bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin

İlmiye Teşkilatı, Ankara 1984; İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, Ankara 1994; Ebül’ulâ Mardin, Kadı, İA, VI, Eskişehir 1997, s.42-46.

 

372 Merkezi hükümet ile halk arasındaki ilişkiyi sağlamak merkezin isteği doğrultusundaki emirleri ve uyulması icab eden yasakları halka duyurmak, halkın da istek ve şikayetlerini merkeze bildirmek kadıların idari görevleri arasındadır (Ürekli, 2000: 712).


176

 

tarafından azlettirilmişlerdir. Kadıların en önemli görevi çeşitli konularda merkezden gelen emirleri ilgili kişilere bildirmek ve bu emirlerin birer örneğini şer‘iye sicili adı verilen mahkeme defterlerine kaydetmekti (Özkaya, 1994: 33).

 

Kadılar, madenlerde kuyuların açılması, cevherlerin çıkarılması ve hisselerin madenciler arasında paylaşılmasında da fiili olarak vazife yapmışlardır. Maden çıkan bir kuyunun, su çıkması gibi bahanelerle terk edilmesi üzerine başka bir madenci buranın suyunu kurutup işletilecek duruma getirirse, bu kuyunun işletme hakkı kendisine verilirdi. İşletmeye kâdir olduğu yerlere, kimsenin müdahale etmemesi için maden emininden tezkere alındığı gibi, kadıdan da hüccet alınması gerekiyordu. Ayrıca kuyudan çıkarılan cevher, maden ahalisi, emin ve ‘kadı’nın bir araya gelmesiyle şahısların hisselerine göre cevher miktarları belirlenirdi. Bu, maden kâtibinin defterine kaydedildikten sonra madencilere mühürlü tezkereler verilirdi (Aslan, 1989: 65). Kadıların görevleri arasında sene içerisinde ya da sonunda düzenlenen madenin varidat ve masraf hesapları ve amelenin yoklama defterlerini tetkik ve tasdik etmek de vardı (Çağatay, 1942a: 45).

 

Kadılar ve naibler, madenlere gerekli işçinin temini, işlerin serbestiyet üzere yürütülmesi ve eminlerin azli vaktinin ne zaman olduğu hususunda madenlerin şartlarını hükümete bildirirken; diğer taraftan, madenci ve maden ahalisinin korunması için, onların isteklerini İstanbul’a bildirmekte idiler. Davaların görülmesinde karar mercii kadılardı. Ayrıca yeniden açılan maden kuyularının işletme hakkının belirlenmesinde eminin tezkeresi yanında kadılardan hüccet alınmasını icap etmesi ve hisselerin madenciler arasında belirlendiği esnada, ‘kadı’nın bizzat bulunması, maden eminlerinin serbestiyet sisteminde verilen geniş salahiyetlerle keyfi bir tutum içerisine girişini önleyecek mahiyetteydi (Aslan, 1989: 65).

 

Bozkır madenine yapılan emin atamaları madene bağlı kazaların kadılarına bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 171-1). Olası bir karışıklığın önüne geçmek adına böyle bir bildirimin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kadılara bu bilginin verilmesiyle maden emanetini idare edecek kişinin bağlı kaza ahalisine duyurulması da kadılar tarafından yerine getirilmiş olurdu. Maden eminlerinin madene bağlı kazalar ahalisine karşı bir zulmü olursa bu durum da kadılar tarafından merkeze


177

 

bildirilirdi (BOA, MEDAD 1: 754-1). Kadılar maden eminleri arasındaki devir teslim işlerinde de görev almışlardır373. Buradaki görevi hakem olmak ve ilgili tutanakları tutmak olmalıdır. Bu işlem esnasında devlete borçlu olduğu ortaya çıkan maden emininin muhallefâtının tespitinde de kadılar görev almıştır (BOA, MEDAD 8: 646-1).

 

Kadı, madene reaya veya amele kaydedildiğinde, tahrirlerin kurallara uygun, tarafsız ve hakkaniyet içerisinde yapılıp yapılmadığını denetlerdi (Çağatay, 1942a: 45). Madencilik ile ilgili görevleri arasında maden için madene bağlı kazaların halkı tarafından verilecek olan kömür ve diğer malzemelerin kaza ahalisine tevzisinde görev alan kadı (BOA, MEDAD 8: 619-1), maden için gerekli bu ihtiyaçların ahaliden temin edilmesi konusunda da maden eminine yardım ederdi (BOA, MEDAD 1: 750-3). Burada kadıların yardım etmesinin temel nedeni, kazaları bir yıllığına atanan eminlerden daha iyi bilmeleri ile maden emininin madene bağlı bütün kazalardan bu ihtiyaçları tek başına toplamasının zorluğu olmalıdır. Bütün bunların yanında ‘kadı’nın en önemli görevlerinden biri de madenciler arasında ortaya çıkan davaların Bozkır mahkemesi ya da madene bağlı ilgili kaza mahkemesi tarafından görülmesiydi. Bu davaları maden emininin bilgisi dahilinde gören kadı (BOA, MEDAD 1: 754-2), bu sayede maden işlerinin aksatılmadan yürütülmesini de sağlamış olurdu. Bütün bunların yanında ‘kadı’nın halledemeyeceği bir sorun ortaya çıkarsa, merkezi hükümete müracaat olunarak yardım istenirdi (BOA, MEDAD 8: 648-1).

 

1.5. Kethüda

 

Büyük devlet adamlarıyla zenginlerin işlerini gören ve halk arasında kahya denilen görevliye kethüda374 denirdi (Pakalın, 1993: 251). Bozkır madeni eminlerinin maiyyetinde de kethüda adlı görevliler vardı. Bozkır madeni emini istediği kişiyi

 

373 Sene içerisinde ve bitiminde kayıt edilmiş olan madenin varidat ve masraf hesapları ile amelelerin yoklama defterlerini tasdik ederdi (Çağatay, 1942a: 45).

 

374 Kethüdanın yaptığı görevlerden birisi yanında bulunduğu kişinin arzlarını merkeze iletmekti. Eski maden emini Aydınlı Mehmet’in eşyaları Kırili kazasında soyulmuştur. Bu olay üzerine kazanın ödemeyi taahhüt ettiği 24.000 kuruşun darphaneye ödendiği, borç senedi ile taahhütün ref olunması ve ellerine bir örneğinin verilmesini eski maden emini Arabzade Süleyman Ağa’nın kapı kethüdası olan Süleyman’ın arzuhaliyle bildirmesi üzerine, 16 Mart 1795‘te, bu yönde bir emir verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 192-d). Kethüda hakkında bkz. Redhouse, 1880: 720; Ayverdi, 2006: 1685; Cl. Huart, Kâhya, İA, VI, Eskişehir 1997, s.101.


178

 

kendisine kethüda olarak atamakta ya da kethüdayı görevden alabilmekteydi375 (BOA, DRB.d 157). Bu nedenle bazı maden eminleri kardeşlerini kendisine kethüda olarak da atamıştır (BOA, C.DRB 393).

 

Bozkır madeni eminlerinin yanında bulunan kethüdanın görevleri ile ilgili şu tespitler yapılabilir. Maden emininin ölümü üzerine, eminin yanındaki görevlilerden kâtip ve kethüda geçici bir süre maden emininin görevlerini yürütmüşlerdir (BOA, C.DRB 3123). Bununla birlikte Bozkır madeni emini İstanbul’a gittiği zamanlarda onun yerine vekaleten376 maden eminlerinin kethüdaları madeni yönetmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-3). Maden eminlerinin ölümü üzerine eminlerin mal varlığı ile ilgili kethüdanın bilgisine de başvurulmuştur (BOA, MEDAD 8: 642-1). Yine eminin ölümü üzerine kethüda zimmetinde bulunan paranın tahsili emredilmiştir (BOA, AHK. KR.d 24: 105-1). Bu örneklerden maden emininin yakın adamlarından birisi olduğu anlaşılan kethüdanın başka yöneticilerin yanında da bulunduğu unutulmamalıdır377.

 

1.6. Hazinedar

 

Bir hazineyi korumak ve yönetmekle görevli kimse (Ayverdi, 2006: 1251) anlamına gelen hazinedar, Keban ve Ergani madenlerinde madenin işletilmesi için tahsis ve tahsil edilen gelirler ile elde edilen ürünlerin muhafaza edildiği hazinelerin başındaki kişiye denilmiştir378 (Tızlak, 1997a: 88). Bu görevli madenlerin gelir gider defterlerini de tutmaktaydı (BOA, C.ML 7520). Kâtiple aynı görevi yapıyor gözükmekle birlikte, muhtemelen eminin özel görevlisiydi. 5 Ocak 1781 tarihinde, ölen maden emini Halil’in hazinedarı Abdullah adlı kişinin hesabı görülünce

 

 

375 1 Şubat 1832’de, Bozkır madeni emini olan Hacı Hüseyin Ağa, Hüseyin Efendi’yi kendisine kethüda olarak atamış ancak bir süre sonra kethüdayı ahaliye yaptığı düşmanlıktan dolayı görevinden almıştır (BOA, DRB.d 157).

376 12 Şubat 1780 tarihinde, Bozkır madeninde üretilen altın ve gümüşün humsu alındıktan sonra kalanını satın almak için bir fiyat belirleneceğinden Bozkır madeni emininin İstanbul’a gelmesi ve yerine kethüdasını vekil bırakması emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-3).

377 Bozkır şeyhi olan kişilerin yanında da kethüda isimli görevliler vardı (BOA, MEDAD 8: 606-3). Karaman valisi olan kişilerin yanında bulunan kethüda ise, Bozkır madeninden iskeleye nakledilecek kurşunu nakletme yerine bedel veren kazalardan bu bedeli tahsil etmiştir (BOA, MEDAD 8: 697-d). Ayanların yanında da kethüda adlı görevliler vardı. Eski Bozkır ayanlarından Abdülhalim, İstanbul’da ikamet eden Alanyalı Mustafa’yı kendisine kethüda tayin ederek sahte arzlar ile zulmüne revaç vermek için uğraştığı kaza ahalisi tarafından ifade edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 698-3).

378 Hazinedar, kıymetli eşya ve malların konulduğu yeri idare ve muhafazaya memur olanlar hakkında kullanılan bir tabirdi (Pakalın, 1993: 785).


179

 

zimmetinde kalan 282,5 kuruş, “huzûr-ı şer‘ ”de madene sermaye olmak üzere teslim alınmıştır (BOA, MEDAD 8: 642-1).

 

1.7. Vekilharç

 

Vekilharç, büyük daire ve konaklarda masraflara bakan görevli olup, iaşe memuru da denilirdi (Pakalın, 1993: 586). Bir başka ifadeyle bir evin giderlerini tutan ve karşılığında ücret alan görevli (Redhouse, 1880: 856) vekilharç idi. Maden eminlerinin maiyyetinde de vekilharç379 adıyla anılan bir görevli bulunmaktaydı. Bozkır madeninde görevli olan vekilharç ile ilgili fazla bilgi elde edilememesine rağmen maden emininin mutfak380 harcamalarını yapmak (BOA, MEDAD 8: 642-1) gibi bir görevi tespit edilmiştir.

 

1.8. Postacılar

 

Hususi olarak posta işini görenlere sâ‘î denirdi (Pakalın, 1993: 420; Redhouse,

 

1880: 591). Bu anlamda Bozkır madeninde de bu isimle anılan haberciler vardı.

 

Maden açıldığında Bozkır kazasından tedârik edilecek iki sâ‘înin maden hizmetinde

 

istihdam olunması üzerine bir düzenleme yapılmıştır (BOA, MEDAD 8: 607-2). Bu

 

görevliler maden işlerinde (BOA, MEDAD 8: 619-1) kullanılacak habercilerdi.

 

Postacı olarak nitelenen bu görevlilere giyecek adıyla para verilmiş381 ve bu meblağ

 

kaza defterine yazılmıştır.

 

1.9. Hizmetçiler

 

Bozkır madeni emininin yanında etba‛ı olarak adlandırılan hizmetçileri vardı (BOA, C.DH 12225). Bozkır madeni emininin yanında bu isimle 30 görevlinin olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. 1777-1778 yıllarında bu görevlilerin her birine ayda beş kuruş verilmek üzere 16 ayda toplam382 2.400 kuruş verilmiştir (BOA,

 

379 Maden emininin tebşîr buyruldusunu ilgililere iletmiştir (Tızlak, 1997a: 87).

380  Bozkır madeni emini Halil vefat ettiğinde onun vekilharcı olan Hacı Halil 7,5 aylık mutfak masrafından başka 81 kuruş talep etmiştir (BOA, MEDAD 8: 642-1). 15 Şubat 1813 tarihinde, maden emini iken ölen Mehmet Emin Ağa’nın mallarının sayımı yapılırken borçlu olduğu kimseler arasında vekilharcına 431 kuruş borcu olduğu zikredilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2). Vekilharcın anlamı için bkz. Ayverdi, 2006: 3312.

 

381 Berât-ı harcirâh-ı mübâşirîn ve ücret-i sâ‘iyân ve gayruhü hil‘at defter 1.298 kuruş şeklinde kaydedilmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 4). Hilat baha, hilat giyecek kadar önemi olmayan kişilere elbise yaptırmak üzere verilen paradır (Devellioğlu,1999: 370).

382 15 ayda etba‘ı ve hüddâm ve tüfekciyân aylığı olarak 1.900 kuruş verilmişti (BOA, C.DRB 3090). Maden emininin 1.367 kuruş ile birlikte selefi Genç Ali hizmetçilerinin gerekli malzemelerinin


180

 

D.BŞM.d 4702: 3). Aynı  tarihte, bu 30 görevliye, hilat defter adıyla her birine 25

 

kuruş olmak üzere 750 kuruş daha ödenmiştir383 (BOA, D.BŞM.d 4702: 3).

 

1831 yılında yapılan nüfus sayımında maden eminine tabi olarak Mehmet veled-i Arslantaşlı Abdülcelil adlı 45 yaşındaki bir kişi kayıtlıdır (BOA, NFS.d 3310: 173). Bu kişinin maden eminin maiyyetinde olması, hizmetçisi olduğunu ve bu görevlilerin yerel halktan temin edildiğini göstermektedir. Aynı sayımda 36 yaşındaki Memiş veled-i Abdülbaki (BOA, NFS.d 3310: 174), 41 yaşındaki Ahmet veled-i çukadar oğlu Mehmet (BOA, NFS.d 3310: 176) ve Ahırlı köyünden 35 yaşındaki Ali veled-i Halil (BOA, NFS.d 3310: 258) de maden eminine tabi olarak kaydedilmiştir.

 

Bunların yanında madende çeşitli işleri gören görevliler de vardı. Bozkır madeninde tabbâhîn denilen aşçılar vardı ki bunlara 16 ayda 240 kuruş ücret ödenmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 3). Maden emini ile madencilerin yemeklerini yaptıkları anlaşılan bu görevliler, 16 ayda (toplam 472 günde) mutfak masrafı olarak 9.522,5 kuruş 12 akçe harcamıştır (BOA, D.BŞM.d 4702: 3). Bu hesap üzere bir günlük mutfak masrafı 20 kuruş 20 akçe tutarındaydı.

 

2. Güvenlik Görevlileri

 

2.1. Tüfekçibaşı ve Tüfekçiler

 

Tüfekçibaşı, madenin güvenliğinden sorumlu olan tüfekçi adı verilen görevlilerin başındaki kişidir. Bozkır madenini korumakla görevli tüfekçilerin sayısındaki artış nedeniyle bunların başına bir tüfekçibaşı atanmış olmalıdır. Bozkır madeninde, çok uzun zamandan beri Bozkır madeni tüfekçibaşılığı yapan el-Hâc Ebu Bekir’in ölümü üzerine, 15-25 Ocak 1792 tarihinde mallarının darphaneye gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MHM.d 198: 44). Tüfekçibaşının temel görevi, madeni muhafaza etmek ile birlikte eşkıya takibi, onları yakalamak ve teslim olmazlarsa eşkıya ile savaşmak idi (BOA, AHK.KR.d 20: 4-2). Bu görevlerinin yanında tüfekçibaşı, maden emini ile birlikte madene bağlı kazalara tevzi edilen

 

masrafı olan 1.677,5 kuruşun kendisine gelir olarak kaydedilmesi talebi, 30 Haziran 1777’de, kabul edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 609-2).

 

383 15 Şubat 1813 tarihinde, maden emini Mehmet Emin Ağa’nın mallarının sayımı yapılırken borçlu olduğu kimseler arasında hizmetçilerinden Hamza’ya 100 kuruş borcu olduğu zikredilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2).


181

 

baltalardan alınacak bedelin tahsili için maden eminiyle birlikte bu kazalara gitmiştir (BOA, MEDAD 8: 677-2). Fakat burada sadece ahalinin tevzi edilen miktarı kabul etmesini kolaylaştırıcı bir etken olduğundan dolayı eminin yanında yer aldığını384 daha da önemlisi maden emininin korunmasını sağladığını söylemek mümkündür.

 

Bozkır madeninin güvenliğini sağlayan görevlilere tüfekçi adı verilmekteydi. Bozkır madenin açıldığı ilk yıllarda tüfekçiler Konya’dan tedârik edilmiştir (BOA, D.DRB. THR 2/19). Ancak Bozkır madenindeki tüfekçiler yeterli olmadığı zaman talep edilmesi halinde Karaman valisi de maden bölgesine askeri yardımda bulunmaktaydı. 6 Kasım 1782 tarihinde, 300 kişilik eşkıyanın maden bölgesinde bulunması üzerine bunların emin tarafından etkisiz hale getirilmesi gerekirken eminin yardıma muhtaç olduğunu bildirmesi üzerine Karaman valisinin 400 kişiyle birlikte kethüda ya da tüfekçibaşı görevlendirmesi ve eşkıyaların yakalanması emredilmiştir385 (BOA, MHM.d 178: 227; BOA, C.ZB 4251).

 

Bozkır madencilerinin çoğu tüfekçi kayıt olup maden hizmetinde çalışmadıklarından, madende çalışmaları için 20 Temmuz 1782 tarihli emir, emin tarafından madencilere hatırlatılmıştır (BOA, D.DRB. THR 2/19). Muhtemelen bu tarihten sonra, artan tüfekçi386 kayıtlarından dolayı, bu görevliler üzerine bir tüfekçibaşı atanmış olmalıdır. 1831 yılında yapılan nüfus sayımında Çat köyünden

 

33   yaşında Demirci Hasan veled-i tüfenkçi Abdurrahman (BOA, NFS.d 3310: 188) kaydı bu görevi hâlâ yerel ahalinin yaptığını göstermektedir.

 

Bozkır madeninin muhafazası ile görevli 10 tüfekçiye, 16 ayda (her nefere ayda 2,5 kuruş olmak üzere) 400 kuruş ödenmiştir387 (BOA, D.BŞM.d 4702: 3). 11 Mart 1782 tarihinde ise 15 ayda etba‘ı, hüddâm ve tüfekçiyân aylığı olarak 1.900

 

 

384 Seydişehir kazası ahalileri divan-ı hümayuna gönderdikleri arzlarında şunları aktarmıştır. 80 aded balta hesabıyla madene bağlanan kaza, önceki maden emini vaktinde her balta 36’şar kuruş kömür akçesi verirdi. Maden emini olan Mehmed Fazlullah, tüfekçibaşısı ile ittifaken her baltaya 117’şer kuruş tevzi ederek bundan başka çakıl, kürek, cevher nakli ve menzil akçesi ve mübaşiriyye adlarıyla ahaliye çeşitli zulümler yapmıştır. Bu şikayetler üzerine, görevlendirilen mübaşire bu durumu araştırması ve durum hakkında bilgi vermesi, ‘kadı’nın da ona yardım etmesi, 21 Haziran 1784’te emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 677-2).

 

385 Bu eşkıyaların yakalanması ile ilgili İçil sancağı ve Adana valisine gönderilen emirler için bkz. BOA, MHM.d 178: 227-228.

 

386 11 Mart 1782’de, 15 ayda hizmetçi ve tüfekçilerin aylığı için 1.900 kuruş verilmiştir (BOA, C.DRB 3090).

387 9 Şubat 1777-27 Mayıs 1778 tarihlerinde.


182

 

kuruş ücret verilmiştir (BOA, C.DRB 3090). Fakat bu hesaplamada tüfekçi sayısının arttığı düşünülürse, maden emininin yanındaki hizmetçilerin sayısının azalmış olması gerekir. Zira yukarıda da değinildiği üzere, maden emininin 30 yardımcısının olduğu ve her birine aylık beş kuruş ücret verildiği düşünülürse bu meblağın sadece yardımcılara yetmediği görülecektir.

 

2.2. Delilbaşı

 

Delilbaşı, Tanzimat’tan önce vezir dairelerinin muhafız ve muharip olarak kullanılan iki kısmından388 bir kısmını teşkil eden süvarilerin başlarına denirdi (Pakalın, 1993: 422). Delilbaşı adlı görevli, Tanzimat’tan önce vezir ve mirmiran dairelerinde bulunmaktaydı. Her bir bayrakta, 15 nefer taşınması kural iken bölükbaşılar bu neferi idare edemediğinden bu sayı 12 nefere düşürülmüştür. Bayrak başına bunlara altmışar kuruş ulufe verilmekteydi. Delilbaşı devr namıyla taşraya çıkmayacak, bir memuriyet verilirse uyacak ve uğradığı kazalardan bir akçe talep etmeyecekti389. 4-14 Mart 1803 tarihinde Rumeli Beylerbeyi, Alanya mutasarrıfı ve Bozkır madeni emini olan Abdurrahman Paşa maiyyetine delilbaşılardan Zobu Mehmet 15 bayrak delil ile istihdam edilmiştir ((BOA, MHM.d 220: 57). Son örnekte de görüldüğü üzere vezir rütbeli maden eminlerinin yanında bulunmalarından dolayı ve bazen de maden emininin Karaman valisinden eşkıyaya karşı yardım istemesi nedeniyle390 delilbaşına391 değinilmiştir.

 

3. Teknik Personel

 

3.1. Ustabaşı (Piristatbaşı)

 

Bozkır madeninde eminden sonra gelen en üst rütbeli görevli olan ustabaşı, belgelerde piristatbaşı olarak da geçmektedir (BOA, MEDAD 8: 870-1). Gümüşhane, Keban, Ergani madenleri ile diğer madenlerde istihdam olunan piristat

 

 

388 Vezir dairelerinin ikinci kısmını teşkil eden piyadelerin başı ise tüfekçibaşı idi (Pakalın, 1993: 422).

389 8 Şubat 1815 tarihinde, Karaman valisinin delilbaşı olan kişinin Belviran kazasından 7-8 bin kuruş toplaması madene bağlı kazanın serbestiyetine aykırı olduğundan delilbaşına serbestiyeti hatırlatan bir emir gönderilmiştir (BOA, DRB.d, 970).

390 Bkz. BOA, C.DRB 2890; V. Bölüm.

 

391 Maden emini ile delilbaşılar görevleri nedeniyle çeşitli sebeplerle karşılaşmıştır. Bozkır madeni emini Halil’in Karaman valisinin delilbaşı zimmetinde 250 kuruş alacağı olması (BOA, MEDAD 8: 652-1) iki görevlinin ilişkisini göstermesi açısından örnek olarak verilebilir.


183

 

amelelerinin tedârik edilmesi ile onların düzeninin sağlanması piristatbaşıların temel göreviydi (BOA, MEDAD 8: 870-2). Kurşunun tartılması hususunda da görevli olan piristatbaşı, bu işlem sonucu kurşundan eksik ortaya çıkması durumunda bu eksikliğin bedelini de ödemek zorundaydı. Bunlara ek olarak piristatbaşı, fırınlarda ve gerekli maden hizmetlerinde tembellik etmemek şartıyla atanırdı (BOA, MEDAD

8:   862-1). Bozkır madenindeki uygulama ise şu şekildeydi: Kurşun, Bozkır madeni ustabaşıları tarafından tartılarak, develere yüklendikten sonra görevli mübaşire teslim edilmek suretiyle Alanya İskelesi’ne gönderilirdi (BOA, DRB.d 970).

 

Ustabaşı, maden eminin arzı ile Darbhane-i Amire nazırının takriri ve bunun üzerine yazılan ferman ile atanırdı (BOA, MEDAD 8: 862-1;BOA, MEDAD 9: 575-2). Ustabaşı olabilmenin şartı, çok cevher ihraç ve imâl eden becerikli bir kişi olmaktı (BOA, C.DRB 571). Piristatbaşı olanlar maaşını maden emininden392 alırlardı (BOA, MEDAD 8: 862-1). Ustabaşı kadrosunun boş olduğu zamanlarda kimsenin iş yapmadığından bahsedilmektedir ki (BOA, MEDAD 8: 630-d2) buradan piristatbaşının bütün işçileri denetleyen ve yönlendiren kişi olduğunu söylemek mümkündür. Maden eminleri, madencilerin madendeki organizasyonunu ustabaşı vasıtasıyla yaptırırken madencileri yine onun vasıtasıyla denetlemiştir.

 

Maden eminlerinden sermaye alan ustabaşı, aldığı sermayeyi ustalara dağıtarak393 bütün ücretlilere maaşlarını verdiği gibi madenlerin odun, kütük vb. ihtiyaçlarını da karşılamaktadır (Tızlak, 1997a: 111; Yüksel, 1997: XXXIII). 4 Mart

 

392 Bozkır madeni ustabaşı olan Nikola, 1808 yılı maden hesabından Kadı Abdurrahman Paşa zimmetinde olan 2.195 kuruş alacağının verilmesini talep etmiştir. Fakat ustabaşının alacağının sebebinin ne olduğunun araştırılması ve davanın mahallinde görülmesi emri verilmiştir (BOA, MAD.d 9756: 13-5, 126-1). Ustabaşının bu alacağı, maaşı dolayısıyla mı yoksa başka bir nedenle mi olduğu tam olarak anlaşılamamıştır. Ustabaşı olan kişiler imdad-ı hazeriyye ve imdad-ı seferiyye d ışında bir vergi ödememişlerdir (BOA, MEDAD 8: 630-d2). Gümüşhane’de piristatbaşı olanlar bir iki fırını işletmeleri şartıyla yıllık 480 kuruş maaş almışlardır (BOA, MEDAD 8: 870-d2).

 

393 Nitekim maden emini atandığı zaman uygulanan eski ve yeni eminin hesaplaşmasında ustabaşı ve ustaların zimmetleri de bu hesaplaşmada görüşülmüştür (BOA, D.DRB.THR 9/20). Madencilerin borçları mahkemede maden emininin de olduğu bir duruşmada görülmüş ve durum kadı tarafından merkeze bildirilmiştir. Buna göre eski maden eminleri Hasan, Mehmet ve Süleyman dönemlerine ait madencilerin borçları şu şekildeydi. Mutu Beşe 1.242, İbrahim Ağa 1.074, Kadıoğlu 1.805, Yahya Beşe 1.862, Ali Beşe 2.440, Estefer 2.410, Uzun Sava 650, Usta Murad 1.746, Kurd Dimitri 2.039, Kostantini 2.428, kardeşi Sava 1.927, ustabaşı 21.087, Esber 1.081, pâristâd Musa 253, pâristâd Hıristiyanni 126, pâristâd Budro 141, pâristâd Süleyman 49, pâristâd İsmail 92, pâristâd Maçkalı 196, pâristâd Küçük Yuri 116 ve pâristâd Hüseyin Ağa İbrahim Beşe 1.327 kuruş borçluydu. Bu borçaların 24.197 kuruşu Hacı Hasan Ağa, 8.749 kuruşu Mehmet Ağa ve 10.085 kuruşu Süleyman Ağa döneminde kalmadır ve toplam 43.031 kuruştur (BOA, D.DRB.THR. 9/20). 11 Mart 1796’daki bu borç madencilerden satın alınan altın, gümüş ve kurşun bedeli düşüldükten sonra kalan miktardır.


184

 

1801 tarihinde Ustabaşı Penayut’a mağaralardan cevher ihracı söylenmişken ustabaşı kömür, kütük, cevher nakli ve çakılcı maddelerini kendi üzerine almış394, cevher mağaralarını da maden ilminden anlamayan esnaflara395 vermiş, aslen madenci olanları bu görevlere getirmediğinden yeterince cevher çıkarılamamıştır396. Bütün bu olumsuzluklara rağmen ustabaşı kardeşi Yani’yi İstanbul’a göndererek eminden de şikâyetçi olmuştur. Olay araştırılınca Yani ve avanelerinin397 küreğe konulmasına ve ustabaşının görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiştir (BOA, C.DRB 560). Fakat cevher ihracı için kalcı ve maden amelesine ihtiyacı olduğunu belirten maden emini, bunların affedilerek madene gönderilmesini talep etmiştir. Mağaradan cevher ihraç ve imalinden başka eminin işlerine karışmayacaklarına dair darphane ifrazcıbaşı Simon ustanın taahhüdü ve kefaleti üzerine “af olunur hareketten olmayan” bu davranışlar affedilmiştir (BOA, C.DRB 782). Fakat aynı hareketleri yaptığı belirlenen ustabaşının, Mayıs 1803’te, Bozkır madeninden kovulması yönünde bir emir gönderilmiştir398 (BOA, AHK.KR.d 24: 85-2). Bu olaylar üzerine, emin tarafından maden ilmini bilen madencilere mağaraların tahsis edilmesi ve kömür, kütük, cevher nakli ve çakılcı maddelerinin emin tarafından yapılması ve madencilerin sadece mağaradan cevher çıkarması emredilmiştir (BOA, C.DRB 571; BOA, DRB.d 969).

 

Ustabaşının görevi maden ocağındaki cevherin çıkarılması, fırınlara taşınması ve işlenmesi gibi işlere nezaret etmekti (BOA, DRB.d 1048). Bununla birlikte, madende kalan kurşunun taşınması işini bazen ustabaşı yapmıştır (BOA, C.DRB 2411). Nitekim madenin kapanması esnasında maden ustabaşı olan Minhail’in tâkımıyla nukûd ve nakl-i cevher olmak üzere 2.308 kuruş 28 para borcu vardı (BOA, C.DRB 810, lef 4).

 

394 Madene bağlı kazalardan bedel alan ustabaşının bu hareketi hıyanet etmekti (BOA,C.DRB 782).

395 Bakkal, mumcu ve meyhaneci gibi esnaflar ile papazlara cevher mağaraları verilmiştir (BOA, C.DRB 571).

 

396  Benzer bir örnekte ise Keban madeni ustabaşı ile Ergani madeni ustabaşı kendi aralarında anlaşarak madencileri başka yerlere göndermişler ve istedikleri gibi davranmaya başlamışlardı. Hatta Mısır’da bulunan Fransızlarla bile haberleştikleri anlaşılan bu ustabaşılara gerekli cezanın verilmesi maden eminine, 4-13 Haziran 1800’de emredilmiştir (BOA, MHM.d 211: 49).

 

397 Şikayet edenler Yani, kalcı Yuseb, kalcı Yani ve madenci Harlâm adlı görevlilerdi (BOA, C.DRB 782).

 

398 Ustabaşılar madende karışıklık çıkardığı zaman kalebentlik cezasına çarptırılmıştır (BOA, KLB.d 29: 23-2). Bu olaylardan sonra Nikola adlı zimmi Bozkır madeninde ustabaşı olarak görev yapmıştır (BOA, D.DRB.THR 34/45).


185

 

Bozkır madeninde bir ustabaşı kadrosu vardı. Bu göreve genellikle zimmîler atanmıştır399. Madenin açılışından itibaren Bozkır madeninde bu kadroda bir ustabaşı görev almıştır400. Ustabaşı olan kişiler, madendeki ustalar arasından seçildiğinden ve ustalar da genellikle Gümüşhane’den geldiğinden dolayı ustabaşı olanlar genellikle Gümüşhaneli’ydi (BOA, MEDAD 8: 630-d2). Bozkır madeni ustabaşısı olan Minhail’in ölümü üzerine, 17 Nisan 1794’te, kardeşi Penayut Bozkır madenine ustabaşı olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 9: 575-2). Bu durum madencilikle ilgili mesleklerin intikalinde akrabalığın önceliğini göstermektedir. Ancak akrabalara ustabaşılık görevi verilirken ustabaşı olacak kişinin de madencilikten anlaması aranan kriterlerdendi.

 

Ustabaşının görevi, maden emini ile ustalar arasındaki bağlantıyı sağlayarak üretecekleri cevhere karşılık madencilere verilen avans niteliğindeki parayı ulaştırmaktı. Zira ustalara sermayeden verilen paralar “bâ-tahvîl” ve “bâ-temessükât” olarak yani borç senedi ile verilmiş ve deftere kaydedilmiştir401 (BOA, MEDAD 9: 210-1). Bozkır madeni 1785 yılında kapatıldığı zaman Bozkır madeni ustalarının zimmetinde 23.503,5 kuruş kalmıştır. Maden ustaları bu paranın kendilerine nakden verilmediğini her hafta maden emini tarafından ustabaşı olanlara demir, don yağı,

 

 

 

 

399 Ustabaşı olduğuna dair beratı olan Minhail, madenin yeninden açılması üzerine 4 Kasım 1787’de yine ustabaşı olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 8: 862-1). Fakat diğer madenlerde Müslüman kişilerden ustabaşı olanlar da vardır. Bereketli madeninde Mustafa Mûti Bey (BOA, KLB.d 29: 23-2), Hacı Mehmet (BOA, AHK.KR.d 30: 2-1) ve Hüseyin (BOA, DRB.d 1048) gibi ustabaşılar vardır. Ustabaşılık mesleğinin babadan oğla geçebildiği Hacı Mehmet’in yerine oğlu Hüseyin’in geçmesinden anlaşılmaktadır. Bununla birlikte 1815’de ustabaşı olan Hacı Mehmet, 31 Ocak 1845 tarihine kadar bu görevi yürütmüştür (BOA, DRB.d 1048). Keban madeninde ustabaşı ölünce bir torununun olduğundan bahsedilerek çocuğun yerine bir başkası vekaleten ustabaşılık görevini yapmaya başlamıştır (BOA, MEDAD 8: 871-1). Yine Gümüşhane ve Espiye madenleri piristatbaşısının ölümü üzerine oğulları Penayut ve Yani babalarının yarım hisselik ustabaşılık görevine ortak olarak atanmışlardı (BOA, MEDAD 8: 870-d1). Bu kişilerden Penayut daha sonra Bozkır madeni piristatbaşılığı görevini de yapmıştır (BOA, C.DRB 560). Aynı kişilerin uzun süre ustabaşılık yapması, madenlerde istikrarın yakalanmasına verilen önemi göstermektedir.

 

400 Bozkır madeninde ilk ustabaşı 1779 yılında tespit edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 630-d2).

401Nitekim Bozkır ve Bereketli madenleri ustalarından olan Nalbantoğlu Seyyid el-Hac Ali Ağa’ya üç tahvil ile 1.902, Bayrakdaroğlu es-Seyyid Mustafa’ya iki tahville 1.026, Bekir Beşe’ye iki tahville 251, Uzun Ali’ye iki tahville 598, Mandaloğlu Penayut’a iki tahville 506,5, Kara Kefere’ye bir tahville 100 ve Muradoğlu Penayut’a iki tahville 401 kuruş verilmiştir. Bu ustalara verilen toplam miktar 4.785 kuruştur (BOA, MEDAD 9: 210-1). 20 Nisan 1797’de, Bozkır ve Bereketli madenleri emini Arabzade Süleyman’ın maden sermayesinden darphaneye borcu olduğundan dolayı Bereketli madeni ustalarından olan bu yedi kişiden bu paraların tahsil edilerek, bu borçtan düşülmesi yönünde emir verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 210-d).


186

 

zahire, cevher nakliyesi ve bir miktar harçlık verilerek, bunlara karşılık cevher çıkarılmasında kullanıldığını söylemişlerdir (BOA, MEDAD 8: 693-1).

 

Bozkır madeninde tespit edilen ilk ustabaşı 15 Ekim 1779 tarihinde, Gümüşhane’nin Holûsâne köyünden Gavmiye adlı zimmi iken (BOA, MEDAD 8: 630-d2) maden kapatılmadan önce de ustabaşı olan Minhail (BOA, MEDAD 8: 693-

 

1)    1794 yılına kadar göreve devam etmiştir402. Minhail’in ölümü üzerine, kardeşi Penayut Bozkır madenine ustabaşı olarak atanmıştır (BOA, MEDAD 9: 575-2). 1803 yılında madende çeşitli olaylara karışması nedeniyle azledilen Penayut’un yerine Nikola adlı zimmi Bozkır madeninde ustabaşı olarak görev almıştır (BOA, D.DRB.THR 34/45). 12 Ekim 1831 tarihinde ise Minhail veled-i Nikola madenci ustabaşı iken (BOA, NFS.d 3278: 30) 16 Mayıs 1836 tarihinde ise 42 yaşındaki

 

Yorgi veled-i Emnet Bozkır madeni ustabaşı idi403 ve defterde ser-usta taife-i madenci (BOA, NFS.d. 3316: 11) şeklinde kaydedilmiştir.

 

Tablo 4: Bozkır Madeninde Tespit Edilen Ustabaşılar

 

Görev Yaptığı Yıllar

Piristatbaşının Adı

1779-

Gavmiye

 

 

1785-1794

Minhail

 

 

1794-1803

Penayut

 

 

1803-

Nikola

 

 

1831-

Minhail veled-i Nikola

 

 

1836-1839

Yorgi veled-i Emnet

 

 

 

3.2. Piristat404

 

Piristat, fırınlardaki cevherin işlenmesine nezaret eden görevliye denirdi (BOA, MEDAD 9: 201-3). Keban, Ergani ve Bozkır madenleri için gerekli piristat ve diğer ameleler Gümüşhane tarafından gönderilmekteydi (BOA, C.DRB 233). “Piristat ta‘bîr olunub cüz’i a‘zamı olan ustaları” (BOA, C.DRB 238) olarak tarif edilen

 

402 Bozkır madeninde görev yaptığı tespit edilen ustabaşılar için bkz. Tablo 4.

403 1838 yılı kayıtlarında 42 yaşında olan Yorgi v. Bekenet isimli kişi ustabaşı olarak kaydedilmiştir

(BOA, NFS.d 3318: 2-3). 1840 yılına ait bir başka kayıtta ise 44 yaşındaki ameleci Yorgi veled-i

Emnat isimli kişi ustabaşı olarak görülmektedir (BOA, NFS.d. 3319: 281). Bu üç ismin aynı kişiler olduğu ve kâtiplerin yanlış kaydetmesinden dolayı farklı isimlerin ortaya çıktığı oğlunun isminin de ilgili defterlerde benzer şekilde kaydedilmesinden anlaşılmaktad ır. 1843 yılında ise, 47 yaşında Yorgi v. Emnet adlı bir kişi esnaf olarak kaydedilmiştir (Şafakcı, 2011: 401).

 

404 Piristad, purustat, prustad, pirüstad, pirüstad, purustad, pâristâd vb. okunuşları olmasına rağmen bu çalışmada piristat kelimesi esas alınmıştır.


187

 

piristatlar Gümüşhane’nin405 Konas kazası köylerinden tedârik edilmekteydi406. Meslekleri piristatlık olan bu köyler ahalisinin başka işlerle uğraşmaya başlamasıyla birlikte piristat ihtiyacının karşılanmasında sorun yaşanabilmekteydi. Bu sorun nedeniyle, sadece Keban-Ergani madenleri için 200 piristat gerekli olduğundan, diğer madenlerin ihtiyaçları da düşünüldüğünde gerekli piristat ihtiyacı karşılanamamaktaydı. Bunun yanında görevli bazı ustaların piristatlığı bilmemesi407 de önemli bir sorundu. Bunun önüne geçilebilmek için piristatların sürekli talim yapması gerekirdi (BOA, C.DRB 83). Piristatlıkta mâhir olmadıklarına mebnî bir fırunda zuhûru meczûm olan sîmden katî noksân hâsıl olduğunu ve bu takrîb ile germiyyet i‘mâl-i ma‘dene fütûr-ı îrâs ideceğini belirtilerek bu mesleğin önemi vurgulanmıştır (BOA, C.DRB 83). Burada piristatlığı bilmeyenlerin gümüşü eksik çıkarması nedeniyle madende gevşekliğe ve bıkkınlığa yol açabileceği üzerinde durulmuştur.


Ustaların Gümüşhane’den istenmesinin nedenleri ise şunlardı:

 

— Bozkır’daki madenciler gerçek madenci değildi.

 

— Bozkır’daki madenciler eşkıyalık işlerine karıştığından dolayı, bunu âdet

 

 

405 Gümüşhane’den diğer madenlere gönderilen teknik elemanlar için bkz. Altunbay, 2007: 285-293. Gümüşhane’den Sidrekapsi madenine gönderilen cevherin izabe ve terbiyesinde ihtisas sahibi olan lüpçü adı verilen ustalar yerli lüpçülerden daha iyi cevher çıkarmışlar ve daha az fire vermişlerdi. Yerli lüpçüler bir ruş tabir edilen altı bin okka ham cevherden 800 dirhem ham cevher elde ettikleri halde, Gümüşhane’den gelenler 1.748 dirhem gümüş elde etmişlerdi. Yani Gümüşhane’den gelenler yerli ustalardan her ruşta 948 dirhem fazla gümüş elde etmiştir (Çağatay, 1942a: 25-26).

406 Bu köyler Tândurluk, Dölek, Bağçecik, Suviran, Şeyhdede ve Kabakilise’dir (BOA, C.DRB 83).

407  Piristatlığı bilmediklerine kanıt olarak, bir fırında tahmin edilenden fazla gümüşten noksan verilmesi gösterilmiştir (BOA, C.DRB 83).


188

 

haline getirerek ahaliye eziyet etmekteydi.

 

— Eskisi gibi olmak isteyen madenciler fesattan geri durmuyorlardı.

 

— Madenci, işi sadece madencilik olan ahaliye denirdi.

 

— Bozkır’daki madenciler, madencilik bilgisinden yoksun olduğu için fırınları telef etmekteydi.

— Madene bağlı kazalar kömür harkından/yakma habersizdi (BOA, C.DRB 1058).

— Bozkır’daki kaza ahalilerinin çoğunluğu rençperdi (BOA, MEDAD 8: 642-2). Yani gündelikçi olarak çalışan, bu işin ilmini tam olarak bilmeyen kişilerdi.

Bozkır madeninin ilk açılışında üç piristat ile 47 madenci diğer madenlerden Bozkır’a gelmiştir. Bu madencilerden başka üç piristat da madende vardı (BOA, C.DRB 2375). Bozkır madenine, 24 Aralık 1782’de, “mu‛tâd üzere” Gümüşhane’den408 piristat ve madenci gönderilmiş ancak gelenler maden ilminden anlamamakla birlikte hastalık nedeniyle kaçmışlardır. Bunların kaçması nedeniyle madenin boş kaldığı maden emini tarafından bildirilince, Gümüşhane’den 12 piristat gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 666-1; BOA, C.DRB 3083; BOA, C.DRB 2691). Madendeki piristat sayıları zaman içinde farklılık göstermekteydi (Grafik 6). Bunun nedeni işletilen fırın sayısındaki artış ya da azalmaydı. Çünkü her

 

fırına iki piristat ustası409 düşmekteydi (BOA, DRB.d 1037). Bozkır madeni ilk açıldığında Gümüşhane’den beş piristat istenmiş (BOA, MEDAD 1: 755-3; 756-3) fakat bunlar gelmediği için Niğde sancağı Aladağ isimli yerde bulunan kurşun madeninden Duhancı Todori ve Küçük Yani isimli piristatların Bozkır’a gönderilmesi istenerek (BOA, MEDAD 8: 609-3) sorun çözülmeye çalışılmıştır. 26 Ocak 1779 yılından itibaren 10 (BOA, C.DRB 1058; BOA, MEDAD 8: 638-3), 24 Aralık 1782 tarihinden itibaren 12 (BOA, MEDAD 8: 666-1, 669-1) ve bundan

 

 

 

408 Genelde piristatlar Gümüşhane’den gelmekle birlikte zaman zaman farklı  yerlerden de gelmiştir.

30   Haziran 1777’de Gümüşhane tarafından istenen beş piristat yeterli olmadığından ve hâlâ madene gelmediklerinden Niğde sancağı Aladağ isimli yerdeki kurşun madeninden isimleri belirtilen görevlilerin gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 609-3). 5 Mart 1789’da Bozkır madeninde hastalık ortaya çıktığından dolayı fırınlarda tabh (pişirilen) ve imâl olunan altın, gümüş ve kurşun külçelerini kal itmek için piristat ve kalcı olmadığından Bereketli madeninden üç piristat ve bir kalcının Bozkır madenine gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 201-3).

409 Balya madenine ait 1842 yılı masraf defterinde fırın başına iki piristat düşmüştür (BOA, DRB.d 1037).


189

 

sonraki tarihlerde ise 30410 piristatın Bozkır madenine gönderilmesi istenmiştir. Yani zamanla fırın sayısındaki artış nedeniyle piristat sayısı da aynı oranda artmıştır.

 

Piristatların temel görevi fırınlardaki cevherlerin işlenmesidir. Başka bir ifadeyle altın, gümüş ve kurşunun fırınlarda pişirilmesidir (BOA, MEDAD 9: 201-3). Bu işi bilmeyen piristatlar, gümüşten fazla noksan verilmesine neden olmuştur (BOA, C.DRB 83). Yani cevherlerin iyi işlenmesi ve en üst derecede verim alınması piristatlara bağlıdır. Bozkır madeni fırınlarında pişirilen ve imâl olunan altın, gümüş ve kurşun külçelerini kal itmek için piristat ve kalcıya ihtiyaç duyulmaktaydı (BOA, MEDAD 9: 201-3).

 

Piristat olarak görev yapan kişiler, genelde zimmi olmasına rağmen az da olsa Müslümanlar da bu görevi yapmıştır411 (BOA, C.DRB 2375; BOA, C.DH 3592). Her sene emin ataması ile birlikte çeşitli ustaların gönderilmesi ile ilgili taleplerin olması Bozkır madeninde istihdam edilen bu ustaların bir dönem için gönderildiğini başka bir ifadeyle bu ustaların geçici statüde çalıştıklarını göstermektedir. Fakat madenin açılışından kapatıldığı tarihe kadar geçen süreçte Bozkır kazasına yerleşmiş olan piristatlar da vardı (BOA, KK.d 6421). 1831 yılında, Siristat köyünde kayıtlı 46 yaşındaki Mehmet veled-i Demircioğlu Mustafa ve Mehmet veled-i İsmail piristad-ı maden olarak kaydedilmiştir (BOA, NFS.d 3310: 173).

 

Gümüşhane madeninde piristatlar, 7 Mayıs 1816’da 960 kuruş maaş alırken (BOA, DRB.d 993) 1842 yılında Balya madeninde 80 piristata 1.255,5 kuruş ücret ödenmiştir ki bir piristat günlük yaklaşık 15,7 kuruş civarında bir ücret almıştır (BOA, DRB.d 1037). Gümüşhane’den diğer madenlere gönderilen piristatlara

 

 

410Bozkır madenine 30 piristat istenmesi ile ilgili, BOA, MEDAD 9: 206-3, 211-3, 213-3, 219-3, 221-3, 223-4; BOA, C.DRB 1218; BOA, C.DRB 1686; BOA, C.DRB 1710; BOA, C.DRB 1454; BOA, C.DRB 1915; BOA, C.DRB 2482; BOA, D.DRB.HAT 21/20; BOA, DRB.d 976 numaralı belge ve defterlere bkz. 1788 yılında ise, Bozkır madeninde işletilen fırınlar için beş piristat istenmiştir (BOA, MEDAD 9: 104-1). 18 Ocak 1822 tarihinde 20 kıyye gümüş ve 12.500 kıyye kurşunu senesi içinde noksansız olarak aynen nakletmek üzere taahhüt üzere işletilmeye başlanan Bozkır madenine 30 piristat istenmiştir (BOA, DRB.d 1044). Madenin kapatılmasına kadar bu sayıda piristat istenmiş olmalıdır. Çünkü gümüş ve kurşun miktarı belirtilen oranların altına düşmemekle birlikte bu miktar zaman içinde arttırılmıştır.

411 Bozkır kazasında, 24 Haziran 1838 tarihli, doğan ve ölen kişilerin kayıtlarının tutulduğu defterde, Kara Bıyıklı Bâristâd Mehmed’in tevellüd iden oğlu Mehmed (BOA, KK.d 6421) diye bir kayıt bunu teyit etmektedir. Ayrıca 1838 yılı nüfus verilerine göre piristat olarak zikredilen ve Siristat köyü hanesine yazılan 50 yaşındaki Abdülbaki v. Mustafa, 55 yaşındaki Mehmet v. Mehmet, 50 yaşındaki Hasan v. Mustafa ve 43 yaşındaki Mehmet v. Ali piristatlık yapmıştır (BOA, NFS.d 3317: 11-12).


190

 

harcırah da verilmiştir (BOA, C.DRB 2630). Günlük ya da aylık bir ücret alan piristatlara 1703-1704 yılında ise bir ocak cevher için 1.200 akçe verilmesi (Çağatay, 1942a: 49) miktarı belirli bir iş karşılığında ücret verildiğini de göstermektedir.

 

3.3. Kalcı

 

Kalcı, piristatla birlikte cevherin fırınlarda pişirilmesi işini yapan yani çıkarılan madeni kal eden görevlidir. Cevher kal olduktan sonra kal olmadan önceki vezniyle mukayese edilerek ne kadar noksanlaştığı tespit edilir ve bu miktar “kesr-i kâl” olarak ilk ağırlığından çıkarılırdı (Çağatay, 1942a: 48). Darphaneye teslim edilen mahlût adı verilen altın ve gümüşün karışık olduğu cevherden kesr-i kâl adıyla bir miktar daha düşülürdü. Altın ile gümüşün ayrıştırılması işleminde cevherin durumuna göre kesr-i kâl oranı yüz dirhem cevherde %10 (BOA, DRB.d 996: 93, 98) ile % 2 arasında değişmekteydi (BOA, DRB.d 1030). Kal, maden külçelerinin eritilip tasfiye olunması412 (Şemsettin Sami, 1317: 1032) yani saflaştırılmasıdır ki bu işi yapan kişiye de kalcı413 demek gerekir. Kalcılar alaşım halindeki madenleri izabe etmek suretiyle ayıran esnaftı (Sahillioğlu, 1965: 121). Çok sık olmamakla birlikte kal ağası adlı bir görevli daha tespit edilmiştir ki kalcı ile aynı kişi olmalıdır414.

 

Diğer ustalar da olduğu gibi Gümüşhane’den415 tedârik edilen kalcılarla ilgili en önemli sorun bu görevi yapanların bazılarının bu ilmi bilmemesiydi (BOA, MEDAD 8: 666-1). Ortaya çıkan sorunlardan bir diğeri ise, çeşitli sebeplerle kal ustalarının kal işlemini gerçekleştirememesiydi. Bozkır madeninde 6 Kasım 1792’de, madencilerin çoğu sıtma hastalığına yakalandığından ve kalcıbaşının da sahib-

 

412 Kal, maden tasfiyesi için izabe ve pişirmek anlamında kullanılmaktadır. İstisfa, altını gümüşü halîta, mağşuşundan ve curuftan ayırmak (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 203); bir maden külçelerinin eritilip tasfiye olunması; altını bakırı kal itmek; kal ameliyatı (Şemsettin Sâmi, 1317: 1032) gibi anlamlarda kullanılmıştır. Bu tanımlamalara göre kal, madenin saflaştırılması için pişirilmesi ve bunun sonucu eriyen madenlerin birbirinden ayrılması ya da kısaca çıkarılan cevherin ayrıştırılması anlamına gelmektedir. Bu anlamda kalcı için arıtımcı denilebilir. İzabe ise, eritmek manasında kullanılmıştır (Şemsettin Sami, 1317: 85). Kal, eritmek ve rafine etmek anlamlarına geldiğine göre (Redhouse, 1880; 688) kalcıya eritici, iyileştirici ya da madenlerdeki cevheri ayrıştıran, arıtan ve temizleyen görevli denilebilir.

 

413 Kalcılar, cevherin ocaklardan çıkarıldıktan sonra taş ve topraktan ayrılması işlemine nezaret eden ustalardı (Altunbay, 2007, 286).

414 15 Şubat 1813 tarihinde, maden emini Mehmet Emin’in borçlu olduğu kişiler arasında Kal Ağası Mustafa Ağa ismiyle bahsedilen kişiye 200 kuruş borcu olduğu zikredilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 13209: 2).

 

415 Bereketli madeninden 30 Temmuz 1777’de iki kalcı (BOA, MEDAD 8: 609-3) ve 1788-1789 yılında Bozkır madenindeki hastalık nedeniyle bir kalcı (BOA, MEDAD 9: 201-3) gönderilmesi istenmiştir.


191

 

fırâş/hasta olduğundan fırınlarda imâl için hazır olan altın, gümüş külçesinden 10 adet kâlin geriye kaldığı ve hasta olmadan evvel kâl olan altın gümüş sekiz kıta olup madenciler iyileşirse cevherin, kış içinde fırınlarda imâl edileceği emin tarafından belirtilmiştir (BOA, D.DRB.THR 6/29).

 

Bozkır madeninde görevli kalcılara verilen ücret konusunda bir kayıt tespit edilememesine rağmen diğer madenlerde kalcılara verilen ücretler şöyle tespit edilmiştir: 1707-1708 yılında, Kratova madeninde kalcıya yevmiye 60 akçe ücret verilmiştir (Çağatay, 1942a: 48). Keban-Ergani madenlerinde kal ağası da denilen bu görevli aylık 40 kuruş (BOA, D.MMK.d 23125: 4), 7 Mayıs 1816’da Gümüşhane madenindeki kalcı ise 240 kuruş maaş almıştır (BOA, DRB.d 993). Osmanlı madenleri için bir rapor hazırlayan Polini adlı mühendis ise Akdağ madeni için hazırladığı raporda kalcıya 650 kuruş mahiye verilmesini önermiştir (BOA, DRB.d 165). 1258/1842’de Balya madeninde “kâl ustadiyesi” olarak 531 kuruş verilmiştir (BOA,DRB.d 1037).

 

Madendeki kalcı sayıları zaman içinde farklılık arz etmiştir. Bunun nedeni işletilen fırın sayısındaki artış ya da azalmaydı. Çünkü her fırına bir kalcı ustası düşmekteydi. Bozkır madeni için 1793-1831 yılları arasında dört kalcı416 istenirken (BOA, DRB.d 1044) 1780-1783 arasında ise genelde417 üç kalcı talep edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 638-1, 666-1; BOA, C.DRB 3083). Bozkır madeni açıldıktan sonra farklı sayılarda madende istihdam edilen kalcılara, madenin kapatılması nedeniyle boşta kalmalarından dolayı Gümüşgan ve Bereketli madenlerinden istediklerine gitmelerine izin verilmiştir (BOA, DRB.d 980).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

416 BOA, MEDAD 9: 206-3, 211-3, 213-3, 219-3, 221-3, 223-4; BOA, C.DRB 1218; BOA, C.AS 23579; BOA, C.DRB 1686; BOA, C.DRB 1710; BOA, C.DRB 1454; BOA, C.DRB 1915; BOA, C.DRB 2482; BOA, D.DRB.HAT 21/20; BOA, DRB.d 976. 18 Ocak 1822 tarihinde 20 kıyye gümüş ve 12.500 kıyye kurşunu senesi içinde noksansız olarak aynen nakletmek üzere taahhüt üzere işletilmeye başlanan Bozkır madenine dört kalcı istenmiştir (BOA, DRB.d 1044). Bu tarihten sonra da aynı miktarda kalcı istenilmiş olmalıdır.

 

417 1777 yılında iki (BOA, MEDAD 8: 609-3), 1783’te bir (BOA, C.DRB 2691) ve 1779 yılında beş kalcı (BOA, C.DRB 1058) istenmiştir.


192

 

3.4. Feteci

 

Fete, kırmak, açmak ve yardım anlamlarına gelmektedir418 (Tızlak, 1997a: 156). Darphaneye teslim edilen gümüşten fırın başına her fırından elde edilen üründen “fete-i sim” adıyla bir kesinti yapılmaktaydı. Bozkır madeninde üretilen gümüş darphaneye teslim edildikten sonra hesabı görülürken teslim edilen gümüş kıtalarının419 her birinden 3 dirhem “fete-i mu‘tade” düşülürdü (BOA, DRB.d 996: 89). Darphaneye teslim edilen gümüşler için kullanılan kıta ifadesi fırınlarda cevherin kaç defada kal olunduğunu belirtmektedir (BOA, D.DRB.THR 6/29). Kıta olarak darphaneye teslim edilen gümüş vezn olununca gümüşün miktarı ortaya çıkmaktaydı. Miktarı belirlenen gümüşten, kıtasından üç dirhem fete-i mu‘tadesi düşülünce dirhemi 16 paradan işlem görmüş olup, ortaya çıkan meblağ ise maden eminine verilen sermayeye karşılık yazılmıştır (BOA, DRB.d 1030).

 

Bozkır madeni için Gümüşhane’den istenen feteci adı verilen görevli ilk olarak 28 Mayıs 1780 tarihinde (BOA, MEDAD 8: 638-3) ve son olarak 25 Mart 1783 (BOA, MEDAD 8: 669-1) tarihinde istenilmiştir420. Bozkır madeni için bu süreçte bir adet feteci ustası talep edilirken bu tarihten sonra bu isimle bir görevli talep edilmemiştir. Gümüşhane’den gönderilen ve cevherin izabe ve terbiyesinde ihtisas sahibi olan ve madenlerde gümüş elde etmekle görevli lüpçü adı verilen ustalar (Çağatay, 1942a: 25-26) ile feteci adı verilen görevlilerin aynı görevi yaptığı söylenebilir. Zira gümüşten resm-i fete adıyla fırınlarda cevherin kaç defada kal olunduğuna gösteren bir kesinti yapılmaktaydı.

 

3.5. Kürek Bağlayıcı

 

Ateşten kor ve kül çıkarmaya mahsus sapıyla beraber yekpare küçük demir alet (Şemsettin Sami, 1317: 1194) anlamına gelen “kürek”421 kelimesi ile “bağlayıcı” kelimesinin bir araya gelmesinden oluşan bu terim, Bozkır madenlerindeki bir

 

 

418 Fette şeklinde de okunabilen kelime, bir kırık parça ya da ufalanmış kitle analamına geldiğine göre (Redhouse, 1890; 1365) bu işi yapan görevliye feteci denilebilir.

419  Belgelerde kıta‘ât şeklinde ifade edilmiştir (BOA, DRB.d 1023: 38; BOA, DRB.d 996: 89). Örneğin 10 kıtaat/parça teslim edilen gümüş, 10 ile 3’ün çarpımı sonucunda 30 dirhem gümüş resm-i fete olarak düşülmüştür (BOA, DRB.d 996: 89).

420 Feteci talebi ile ilgili ayrıca bkz. BOA, MEDAD 8: 666-1; BOA, C.DRB 2691; BOA, C.DRB 3083.

421 Kürek; toprak, kum ve külü toplayıp atmak için de kullanılır.


193

 

görevliyi ifade etmekteydi. Bozkır madeninin ilk açılışında yazılan masraf defterinde “bahâ-i kâv sâle ve tîmûr ve elvâh ve ücret-i kürekciyân rây-ı i‘mâl-gerde kürek bâdeme-i ma‘den-i mezbûr hil‘at defter-kadı 551,5 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 3) kaydı görülmektedir. Bu kayda göre kürek imali konusunda görüşü alınan kürekçilere ücret ödenmiştir.

 

Madenin ikinci defa açılmasından sonra piristat, kalcı ve kürek bağlayıcı ustaları istenmiştir. Bozkır madeninin bu konudaki ihtiyacı da Gümüşhane’den karşılanmıştır. Gümüşhane madeni emini olanlara, piristatbaşılar marifetiyle bu ustaların tedârik edilerek Bozkır tarafına gönderilmesi gerektiğine dair emirler gönderilmiştir (BOA, MEDAD 9: 206-3; 211-3). Bozkır madeni için, 1788-1831 yılları arasında, her yıl emin atamasından sonra bir kürek bağlayıcı istenmiştir422. Bozkır madeninde görevli kürek bağlayıcının ne kadar ücret aldığı tespit edilememesine rağmen Akdağ madeninde bir kürek bağlayıcıya aylık 700 kuruş ücret verilmiştir (BOA, DRB.d 165).

 

3.6. Baltacı

 

Madenin kömür ihtiyacını karşılayan baltacıya, kömürcü de denilmektedir (BOA, MEDAD 8: 638-2). 26 Ocak 1779’da Bozkır madenine bağlı kaza ahalilerinin çoğu rençper olduğundan ve kömür yakma işini bilmediklerinden Gümüşhane’den 20 baltacı istenmiştir (BOA, C.DRB 1058; BOA, MEDAD 8: 624-2). Baltacılar tarafından yakılan kömür, diğer madenler misali ücreti nakit olarak verilmek şartıyla, emin tarafından satın alınırdı (BOA, MEDAD 8: 638-3). Madenin açıldığı ilk yıllarda köylüler tarafından kömür tedâriki iyi bilinmediğinden dolayı, Gümüşhane’den kömürcü amelesi istenirken (BOA, MEDAD 8: 638-3) bu ustalarla birlikte madene bağlı kaza ahalilerine de kömür tevzi edilmiştir (Grafik 7). Buna göre, Bozkır kazası 150 balta ve Belviran kazası 65 balta olarak hesap edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 619-1, 620-2). Madene bağlı kazaların köylerine tevzi edilen balta hesabı üzere her balta, haftada 100 kıyye kömür tedârik ederek fırınların olduğu

 

 

422 Kürek bağlayıcı ile ilgili belgeler için bkz. BOA, MEDAD 9: 206-3, 211-3, 213-3, 219-3, 221-3,

223-4; BOA, C.DRB 1218; BOA, C.AS 23579; BOA, C.DRB 1686; BOA, C.DRB 1710; BOA, C.DRB 1454; BOA, C.DRB 1915; BOA, C.DRB 2482; BOA, D.DRB.HAT 21/20; BOA, DRB.d 976, 1044.


194

 

mahalle nakletmek şartıyla her 100 kıyye kömüre 60’ar akçe423 ücret tespit edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 658-2). Bu ücretler karşılığında madencilere teslim edilen kömürlerin teslimi esnasında madenciler ile kömürcüler anlaşmazlığa düşebilmekteydi. Bu anlaşmazlığın temel sebebi madencilerin, Bozkır ve Belviran kazaları ahalisinden kanuna aykırı taleplerde bulunmalarıydı (BOA, MEDAD 8: 685-1).

 

Grafik oluşturulurken madene bağlı kazaların verdiği kömürcüler dikkate alınmıştır. Dolayısıyla baltacı sayısındaki artış ya da eksilme madene bağlı kazaların madene bağlanması ya da maden emanetinden çıkarılması ile ilgilidir. Ancak baltacı sayısını doğrudan etkileyen unsur, madende üretimin artması bir başka ifadeyle madende işletilen fırın sayısının artmasıyla orantılıdır. Grafikteki kömür miktarındaki artış ve eksilme madendeki fırın sayısı ile ilgilidir.



 

3.7. Usta

 

Usta, ustabaşının gözetiminde çalışan, mağara açılmasından cevherin saflaştırılmasına kadar geçen süreçteki işleri, yanındaki madenciler ile birlikte yapan maden görevlileridir (Tızlak 1997a: 111). Maden eminlerinden sermaye alan ustabaşı, aldığı sermayeyi ustalara dağıtır ve bu şekilde maden işletilirdi. Bu durum


 

 

 

423 1787 yılında, Keban madeninde her ay kömür harkı için, ücreti maden emini tarafından verilmek şartıyla, her baltacıya sekiz kuruş ücret verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 26-1).


195

 

emin değişimi esnasında görülen hesaplaşmalarda ustaların zimmetlerinde kalan paralardan da anlaşılmaktadır (BOA, MEDAD 8: 689-1; BOA, C.DRB 810).

 

Bozkır madenine bağlı kaza ahalilerinin çoğu rençper olduğundan ve kömür yakma işini bilmediğinden ve mevcut madenciler dahi mağaradan cevher kazmayı bilmediğinden Gümüşhane tarafından maden amelesinden ve Rum taifesinden olmak şartıyla 10 piristat, beş kalcı, 20 baltacı ve yeterince maden ustasının Bozkır’a gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 1058). Bu örneğe bakılarak, Bozkır madeninde sadece gayri Müslimlerin çalıştığı söylenemez. Nitekim madende Müslüman ustalar da görev almıştır (BOA, D.DRB.THR 9/20). Gümüşhane madeninden usta talep edildiğinde “madende alakası olmayan, olmamak şartıyla” denilmesi (BOA, C.DRB 2691) usta talebinde dikkat edilen hususları göstermesi açısından önemlidir. Bu ustaların temini için Bozkır madeninden bazı ustalar Gümüşhane tarafına gitmişlerdir (BOA, MEDAD 8: 669-1). Bu durum Bozkır madeninde devamlı olarak çalışan ustaların olduğunu göstermektedir. Madenin kapalı olduğu, 17 Mart 1786 tarihinde, Bozkır madeninde 400 usta bulunuyordu (BOA, MEDAD 8: 693-1). Ustalar genelde Gümüşhane’den temin edilmiştir. Gümüşhane’den Bozkır madenine çeşitli zamanlarda gelen ustaları piristat, kalcı, feteci, kürek bağlayıcı ve baltacı olarak sıralamak mümkündür. Bunlardan başka bir de madenci ustası diye tarif edilen bir grup vardı (BOA, MEDAD 8: 609-3; 610-1). Bunlar da ilk zamanlar Gümüşhane tarafından karşılanmıştır (BOA, C.DRB 1058). Madene bağlı kaza ahalilerinin maden ilminden anlamamaları bu durumda etkili olmuştur. Ancak sonraki yıllarda madende devamlı çalışan ustalar vardı. Nitekim madenin kapalı olduğu dönemde, ustaların cevher çıkarmamak şartıyla, fırınların yanındaki mevcut cevherlerin imâl olunmasıyla borçlarını ödeme talebi merkez tarafından kabul edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 693-1). Bu görevlilerden biri belgelerde Usta Murat şeklinde geçmektedir (BOA, D.DRB.THR 9/20). Bu ustaların mağaralarda görev alan usta grubu olduğunu söylemek mümkündür424. Çünkü yukarıda sayılan ustaların çoğu fırınlarda görev almaktadır.

 

 

424 Neşet Çağatay’ın hutman olarak bahsettiği görevliler Bozkır madenindeki bu ustalar olmalıdır. Hutman, cevher damarlarına bakmak, mağaralarda ortaya çıkacak suyun tahliyesini sağlamak, ameleye cevherlerin kazılmasını öğretmek ve cevher damarını bulmak gibi alanlarda görev almıştır (Çağatay, 1942a: 50-51).


196

 

Bozkır madeninde bulunan ustalar, işleri madencilik olmasına rağmen eşkıya ile anlaşmak gibi yanlış yollara da sapabilmiştir. Temmuz 1805’te Bozkır madeni ustalarından yedisinin eşkıya ile iş birliği yaparak diğer 13 maden ustasına eziyet etmesi üzerine, bu 13 usta maden işlerini yapmada zorlanacağından, yedi madencinin ustalıktan çıkarılmasını darphane nazırına sormuş, o da çıkarılmalarını uygun bulmuştur (BOA, AHK.KR.d 24: 332-2). Bu olayda dikkat çeken bir nokta ise, ustaların darphane nazırının onayı ile iş akitlerinin iptal edilmesidir. Maden emini madencilik alanında yaptığı bütün işlerde darphane nazırına karşı sorumlu olduğundan ustalıktan çıkarma işlemini de nazırın onayını ile yapmıştır.

 

4.   Madenciler

 

4.1.   Çakılcı

 

Mağaralardaki cevheri kütlesinden koparan görevli olan çakılcı425 Çağatay’ın taşçılar olarak isimlendirdiği görevli olmalıdır. Zira külünkzen de denilen taşçılar, kuyularda maden kazma işinde çalışırlardı (Çağatay, 1942a: 58). Bozkır madeni mağaralarından cevher çıkarmak için görevlendirilen çakılcı amelesi genelde Bozkır kazasından karşılanmıştır. Fakat 19 Aralık 1800 tarihinde, Bozkır’daki hastalık nedeniyle çakılcıların çoğu telef olup i‘mâl-i ma‘den ve ihrâc-ı cevher sekteye uğradığından Beyşehir kazasından 40 çakılcı alınması yönündeki talep kabul edilmiştir. Bozkır’dan alınan çakılcıyan misali maaş verilen bu görevlilerin daha önce madende çalışmadıkları da vurgulanmıştır (BOA, DRB.d 969).

 

Temel görevi mağara kazıp, cevher çıkarmak olan bir çakılcı amelesi günde yalnız 100 kg cevher ihraç edebilirdi (Ahmed Hamdi, 1922: 130). Madene bağlı Bozkır kazasından çakılcı namıyla amele gerektiği zaman alınmış ve bu amelelerin426 her birine günlük 20 akçe ücret verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 607-2; BOA, C.DRB 2421). Bu görevi yerine getirmeyen madene bağlı kaza ahalilerinden ise çakılcıyan bedeliyesi alınmıştır (BOA, C.DRB 1497). Madene bağlanan Kırili kazası her sene altı çakılcı hesabı üzerinden altı aylık çakılcı ücreti olarak 250 kuruş ödemiştir (BOA, MEDAD 9: 176-1). 1837 yılında çakılcı aylığı için Bozkır kazası köylerinden


 

425 Madene bağlı kazalardan tedârik edilen çakılcı görevi yerine bir bedel alındığı zaman çakılcıyân bedeliyesi denilmiştir (BOA, MEDAD 9: 180-2).

 

426 Madene bağlı kazalara ne kadar amele yazılırsa merkeze bildirilirdi (BOA, MEDAD 8: 629-2).


197

 

3.525 kuruş toplanırken madenin kapatılması üzerine bu para affedilmiştir (BOA, C.DRB 1712). Çakılcılar, madenin açılışından kapatıldığı tarihe kadar Bozkır madeni mağaralarındaki cevherlerin kazılması görevini yapmaları karşılığında günlük ücret almış ve genelde Bozkır kazası ahalisinden tedârik edilmiştir. Bozkır madeni emanetinden özellikle cevher ihracında maharetleri bilinen Bozkır’a bağlı Kazıkdere köyünden amele alınmaktaydı (BOA, C.DRB 560).

 

4.2. Arayıcılar

 

Arayıcılar, maden olma ihtimali olan yerleri araştırırlardı. 24 Ekim 1787’de madenin tekrar açılması üzerine “…Bozkır ve tevâbi‘ ma‘denlerinin beher hâl etrâf eknâfında olan mahallerde cevher ihrâcımız ol-vecihle i‘mâl ve idâre olunmak irâde-

 

i   ‘aliyye-i mülûkânem ta‘alluk itmekden nâşî ma‘den-i merkûmenin etrâf eknâfında vâki‘ ma‘den cevheri mazanna olan mahallere varılub yegân yegân mu‘ayene ve mağaralar hafr ve bu vecihle külliyetlü cevherin zâhire ihrâc ve i‘mâline mübâşeret olunmak fermanım olmağın…” denilerek maden emininin iş bilen birkaç adamını ve yeterince madenciyi yeni mağaralar bulmak amacıyla cevher olduğu düşünülen yerleri bulmaları ve buralardan bulunan cevherlerden darphaneye numune göndermeleri belirtilirken, cevher aranacak yerlerin kadı ve naiblerine de bu kişilere engel olmayıp yardım etmeleri tembih edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 173-1).

 

Arayıcılar, cevher bulunduğu belirtilen ya da cevher bulunması muhtemel olan yerleri kazan kimselerdi. 7 Mart 1789 tarihinde, Seydişehir kazası civarındaki Kürebeli ve Kızıldere diye bilinen mahallerde külliyetli cevher olduğu haber verilince, bu dağlarda cevher ihtimali olan yerlerin kazılması ve cevher çıkarılmasına kimsenin karışmaması gerektiği belirtilmiştir (BOA, MEDAD 9: 181-1). Yine Bozkır madeni emanetine sınır olan Aladağ, Alanya ve Seydişehir dağlarında cevher olduğu düşünülen yerlere tayin edilen madencilere kimsenin karışmaması ve madencilerin serbestiyeti hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8: 618-2).

 

4.3. Lağımcılar

 

Maden kuyularının lağımlarını temizleyen, sularını aktaran lağımcılara427, abkeşân da denilmekteydi (Çağatay, 1942a: 58). Balya madeninin 1842 yılı


 

427 Bkz. V. Bölüm.


198

 

hesaplarına göre, 9.000 çakılcı amelesi ve cevherkeşan ile 1.700 âbkeşân amelesinin her birine günlük dört kuruş ücret verilmiştir. Bu amelelere bahşiş, senede bir defa bulgurluk ücreti ve her ameleye 1,5 kıyye olmak üzere ekmek verilmiş; madenciler için arpa, çavdar ve darı da alınmıştır (BOA, DRB.d 1037). Bozkır madeninde lağımcı adıyla bir görevli tespit edilmemiştir.

 

4.4. Tekneciler

 

Kuyulardan çıkan taşı, toprağı ve cevheri taşıyan ameleye denilmektedir. Genel olarak hâkkeşan da denilirdi (Çağatay, 1942a: 58). Gümüşhacıköy madeninde 1837 yılında taş ve toprak parça keşan ücreti olarak 1.490 kuruş masraf yazılmıştır (BOA, HH.d 13823: 2). Bozkır madeninde ne kadar tekneci çalıştırıldığı bilinmemektedir.

 

4.5. Dolapçılar

 

Maden kuyularından su, taş, toprak ve cevher çıkarmak için at ve eşek ile çekilen kova yerine sığır derisi tulumu bağlanmış olan dolapları idare eden kimselere denilirdi (Çağatay, 1942a: 58). Dolap beygircileri, yüzeyde kurulan arıtma tesislerindeki çarhlara ait dolapların çalıştırılması için kiralanan beygirleri kontrol edip yönlendiren teknik sınıfa dahil gruptu. 1706 yılında Sidrekapsi madeninde günlük 15’er akçe ücretle çalıştıran dolapçılar, yılın belli bir bölümünde istihdam edilirdi (Altunbay, 2010: 49). Bozkır madeninde dolapçı adlı görevliye ait bir kayıt tespit edilememiştir.

 

4.6. Körükçüler

 

Maden ocaklarında ateş körüklerini428 çekenlere verilen isimdi (Çağatay, 1942a: 58). Balya madeninin 1842 yılı masraf hesaplarına göre, fırın körüklerinde 40 fırında 2.583 amele ve her kâl körüğünde dört kişi olmak üzere 39 kal körüğünde 156 kişi görev almış ve bu amelenin her birine günlük 170 para ücret verilmiştir429 (BOA, DRB.d 1037).

 

 

 

 

428 Açılıp kapandıkça içindeki havayı üflemek suretiyle ateşi canlandırmaya yarayan, deri, meşin ve tahtadan alete körük (Ayverdi, 2006: 1790), körüğü kullanan kişiye de körükçü denilmiştir.

429 Gümüşhacıköy madeni körüklerinde, madencilerin zahire taşımakla meşgul olmasından dolayı, hapiste olan kişilerin çalıştırıldığına bugünkü anlamda şikayet mektubu denilebilecek bir belgede değinilmiştir (BOA, HH.d 17512).


199

 

4.7. Kantarcı

 

Kantarcı, kuyulardan elde edilen ham cevher ile fırınlara konacak cevheri tartan görevliydi (Çağatay, 1942a: 48). Fırınlara konulacak cevherin miktarı belli olduğundan (BOA, C.DRB 3058) bu miktarın ayarlanması onun sorumluğundaydı. Bozkır madenindeki fırınların her birinden 10 akçe kantariyye adıyla ücret alınırdı (BOA, MEDAD 8: 639-2).

 

4.8. Vezzân

 

Saf hale getirilen altın ve gümüşü tartan görevliydi (Çağatay, 1942a: 48). Fırın başına vezzaniye adıyla 30 akçe alınmaktaydı. Bu bakımdan fırınlardan çıkarılan kurşun ve gümüşü tarttıkları söylenebilir. Zira Bozkır’dan ne miktar kurşunun iskeleye ve ne miktar gümüşün İstanbul’a gönderildiği bellidir. Gümüşhane madenindeki fırınların her birinden 30 akçe vezzaniye alınması emsal alınarak Bozkır madeninde de uygulanmıştır (BOA, MEDAD 8: 639-2). Bozkır madeninde kurşunun humsu ile birlikte kitâbet, nezâret, vezzaniye ‘avâidleri devlet için çıkarıldıktan sonra kalan kurşun belirlenen fiyat üzerinden satın alınırdı (BOA, MEDAD 8: 640-1). Ergani madeninde, 1790-1794 yıllarında, vezzaniye ücreti olarak yıllık 200 kuruş masraf yazılmıştır (BOA, HH.d 18253: 2).

 

4.9. Ameleler

 

Rençperler430, bunlara ırgat da denilmektedir. Maden işlerinde hizmete gelmeyen kişilerden alınan bedel akçesiyle, yerlerine tutulan ve muvakkaten çalışan kimselerdi (Çağatay, 1942a: 58). Madenin ilk açılışında, rençper olarak adlandırılan Bozkır kazası ahalisinden bazı kişilerin Bozkır madeninin kömür tedâriki işinde görevli oldukları, ancak bunların kömür tedârikinde çok becerikli olmadıkları dile getirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 624-2).

 

Bozkır madeninin germiyyet usulü431 ile işletilmesi birçok ameleye ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. Bozkır madeni açıldığı tarihten itibaren madenin amele ihtiyacı Bozkır kazasından karşılanmaya çalışılmıştır (BOA, MEDAD 1: 750-1).

 

430Ağır ve yorucu işlerde çalışan kimseleri ifade eden kelime çiftçi anlamına da gelmektedir (Hüseyin Kazım Kadri, 1928: 917).

431 Germiyyetin sözlük anlamı sıcaklık, hararet; ateşli çalışmadır (Devellioğlu, 1999: 287). Fakat burada kasdedilen fırınlarda yapılan çalışma olmalıdır.


200

 

Maden için ne kadar amele gerekli ise Bozkır kazasından tedârik edilmiş ve bunlara günlük 20 akçe ücret ödenmiştir432 (BOA, MEDAD 8: 607-2). Madencilere elbise yaptırmak için 1777 yılında, 500 kuruş ödenmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 3). Yine Bozkır madeninde madenciler ile ahaliye hilat baha olarak 550 kuruş verilmiştir (BOA, C.DRB 3090). Maden emanetine bağlı kazaların bazısı amele göndermek yerine amele ücreti ödeyerek bu görevi yerine getirmiştir. Bozkır madenine bağlanan Kırili kazası kütük, kül ve amele ücreti olarak 250 kuruş ödemiştir (BOA, MEDAD 9: 176-1).

 

Madenin açıldığı 1776 yılında, 3 piristat ile 47 madenci Bozkır’a gelmiştir. Bu madenciler içinde Müslüman ve gayrimüslim piristat ve ustalar vardı433 (BOA, C.DRB 2375). 24 Aralık 1782’de Bozkır madeninin ihtiyacı olan maden amelesi de Gümüşhane’den karşılanmıştır (BOA, C.DRB 3083). Gümüşhane madeninden böyle bir talepte bulunulması, Bozkır’da yaşayan halkın madenciliği tam bilmediğinden gönderilen madenciler tarafından madenciliğin inceliklerinin kaza halkına öğretilmesinin hedeflendiği izlenimini vermektedir. 4 Mayıs 1801 tarihinde de Gümüşhane’den 15 madenci gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 378). Tabii ki bütün madenciler Gümüşhane’den karşılanmamıştır. 1801 yılında, Bozkır’a bağlı Kazıkdere köyü ahalisi434 maden imali fenninde mahir olduklarından, serbestiyet üzere, mağara açıp cevher çıkarmakla görevlendirilmiştir (BOA, DRB.d 969).

 

Bozkır madeninde görevli madencilerin sayısı hakkında kesin veri olmamasına rağmen madende çalışan bir hayli madenci olduğu tahmin edilmektedir. Keban ve Gümüşhane madenlerinden gelen zimmi ve Müslüman 400 madenci, Bozkır madenine yerleştirilmiştir (BOA, C.DRB 2975). Daha önceden madene yerleştirildiği anlaşılan bu madenciler, sermayeleri yetmediği için 23.000 kuruş maden sermayesinden ve 12.000 kuruş tüccardan borç aldıklarını ve madencilikten başka

 

432 1837 yılında Gümüşhacıköy madeni fırınlarında çalışan ameleye dört kuruş ücret hesap edilmiştir. Bu masraf kazalardan toplanmak suretiyle bu meblağın günlük iki kuruşu ameleye ücret olarak verilirken kalan miktar madene gelir olarak kaydedilmiştir (BOA, HH.d 13823: 1). Balya madeninde ise, madencilere bahşiş verildiği gibi yılda bir defa bulgurluk verilmiştir (BOA, DRB.d 1037). 1783 yılında külünk-zen ve su dökücülere verilen ücretler için bkz Çağatay, 1942b: 280-283.

 

433 Piristat olarak Hasan Beşe, Köstendil ve Yani gibi kişiler vardı. Bunlardan başka aynı tarihli bir arzın altında 34 gayri Müslim kişinin ismi vardı. Bu zamana kadar Bozkır’da hiç gayrimüslim olmadığına göre bu kişiler madene gelen ustalar olmalıdır. Dolayısıyla madene gelen 50 kişinin 36’sı gayrimüslim diğerleri ise Müslüman idi (BOA, C.DRB 2375).

 

434 Küre bakır madeninde esirler de çalıştırılmıştır (Yaman, 1938: 162; Yaman 1941: 270).


201

 

gelirleri olmadığını belirterek madenin tekrar açılmasını talep etmişlerdir. 26 Haziran 1787’de evlatlarının dağ başlarında, kendilerinin ise han köşelerinde sefil olduğunu belirten madenciler, Bozkır madeninin yeniden açılmasını istemiştir (BOA, C.DRB 2975). Burada belirtilen rakamın madenin kapalı olduğu dönemlere ait olduğu ve Bozkır madeni emaneti dâhilindeki kaza ahalilerinin de burada görevlendirildiği düşünüldüğü zaman madende birçok kişinin çalıştığını söylemek mümkün olmaktadır.

 

Bozkır madeninde çalışan madencilerin 1782 yılındaki durumu ise şöyleydi. Madencilerin tek kârı, dağa varıp bir fırınlık cevher tedârik etmekti. Ancak madenciler geçimlerini sağlamak için başka işler yapmaya başladığından maden işleri aksamaktaydı (BOA, D.DRB.THR 2/19). Madenciler gelirlerinin masraflarını karşılamadığını, maden işlerinden dolayı borçlu olduklarını ve bu nedenle başka madenlere gidip borçlarını ödeyeceklerini ifade etmişlerdir435 (BOA, C.DRB 47). Bütün bu olumsuzluklara rağmen madenin kapatılmasına kadar, Bozkır’da maden amelesi görev yapmıştır. Bozkır madeni kapatıldıktan sonra, 21 Şubat 1841 tarihinde, madende bulunan maden amelesi Gümüşgan ve Bereketli madenlerinden istediklerine gidebilecekti (BOA, DRB.d 980).

 

4.10. Diğer Görevliler

 

Berat-ı bahâ-i kereste ve mesâmîr ve ücret-i neccârân ve duvarciyân ve rençberân ve gayruhü rây-ı? inşaâ-i konak bâdeme-i emin-i ma‘den-i mezbûr hil‘at defter kazâ-i m. 4502,5 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 4) ifadesi, rençperlerin Bozkır madeninde görev aldığını göstermektedir. Bu kayda göre Bozkır madeninde marangoz olarak tanımlanan neccar ile duvarcı da görev yapmıştır. Bu görevliler maden eminine ait konağın inşasında çalışmışlardır. Bunların yanında kuyu, lağım ve baca inşaatları ile yüzeyde kurulan çarh ve fırın gibi tesislerde gereken demirin döşenmesi ve ayrıca inşa işlerinde ve cevher çıkarmada kullandıkları demir aletlerin

 

 

435Mağaradan cevher ihrâcında gayri bir şey’e ma‘denciyân tâ’ifesi müdâhale itmemek ve ittirilmemek ve gerek ümenâ-yı ma‘den ve gerek ma‘denciyân kömür ve kütük ve cevher nakliçün bedel almayub cümlesinin aynî alınmak ve müceddeden ma ğara küşâdına taleb olan ma‘denciyâna lâyıkıyla i‘ânet olunub sâ’irlerden mümtâz olmak ve ümenâ dahi ma‘denciyânın ihrâc itdiğ i cevheri der‘akîb fırun mahalline nakl idüb kâffe-i levâzımını tedârik ve a‘dâd-ı birle bilâ imhâl i‘mâl itmek… (BOA, C.DRB 571) şeklinde madencilerin yapacağı görevler tarif edilmiştir.


202

 

imalinden sorumlu olan demirciler436 de madenlerde görev almıştır (Altunbay, 2010: 50). Balya madeninin 1842 yılı hesaplarına göre, her fırında bir çarkçı görevlendirilmiş ve günlük 10 kuruş ücret verilmiştir. Yine her fırında günlük 10 kuruş ücret alan fırın mütevellisi vardı (BOA, DRB.d 1037). 1837 yılında Gümüşhacıköy madeninde demirci, dülger, duvarcı, mesmer ve kelbed gibi görevliler vardı (BOA, HH.d 13823: 2). Maden-i hümayunda ise bir veznedara aylık 5 kuruş ücret verilmiştir (BOA; D.MMK.d 23125: 4). Burada isimleri zikredilen görevliler dışında madenciler de vardı437.

 

İfrazcılar ise, özellikle altın ve gümüş elde edilen madenlerde görev almışlardı. İfrazcılar madenleri birbirinden ayırmak için güherçileden elde edilen ve tizap denilen, halk arasında kezzap denilen nitrik asit kullanmaktaydı. İfrazcılar ücret olmak üzere fırın başına veya toptan ücret-i ifrâziye adıyla ücret alırlardı. Fırın başına alınan ücret üç akçeydi (Çağatay, 1942a: 49). Bedel-i ifrazın yıllık üretimin % 1’i (Tızlak, 1997a: 156) olduğu belirtilirken bir başka araştırmacı bu oranın %10 olduğunu ifade etmiştir (Bölükbaşı, 2010: 74). 18 Mayıs 1780-31 Ekim 1787 yıllarında gümüşün her çekisinden 55’er akçe resm-i miri ifrâzciyân ve mahlut sim içerisindeki altın çıkarıldıktan sonra kalan gümüşün ise 10 dirhemde bir dirhemi bedel-i ifrâz olarak alınırdı438 (BOA, MEDAD 8: 639-2, 645-3; BOA, MEDAD 9: 174-1). Buradan hareketle altın ile gümüşün karışık olduğu ve mahlut sim olarak adlandırılan madenden onda bir ya da %10 oranında bedel-i ifraz alındığı görülmektedir. Fakat sim olarak adlandırılan gümüşten ise 100 dirheminde 55 akçe alındığına göre ve 100 dirhem gümüş 1.680 akçe olduğuna göre oranlama yapıldığı zaman %3,2 oranında bir kesinti yapıldığı görülecektir. Bu veriler dikkate alındığında yapılan kesintinin oranını belirleyen unsurun madenin cinsi olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

436 1831 yılında yapılan nüfus sayımında Bozkır kazası içinde Siristat’ta ikamet eden 26 yaşındaki Demirci Mehmet Veled-i Demirci Mehmet (BOA, NFS.d 3310: 174) gibi demirciler vardı.

 

437   Osmanlı döneminde madenlerde görevli olduğu daha önce madencilik alanında yapılan çalışmalarda tespit edilen ancak Bozkır madeninde tespit edilmediği için bu bölümde zikredilmeyen görevliler için bkz. Çağatay, 1942a; Tızlak, 1997a; Altunbay 2010; Anhegger, 1943.

438 18 Mayıs 1780-31 Ekim 1787’de, gümüşün her çekisinden 55’er akçe resm-i miri ifrâzciyân devlet için alındıktan sonra, mahlut simde ortaya çıkan altının dörtte biri miri için alınır, kalan altının her miskali 480’er akçeye ve mahlutun altını çıkarılarak baki siminde 10 dirhemde bir dirhemi bedel-i ifraz ve beher ocakda üçer dirhem resm-i fetesi çıkarıldıktan sonra çeki tabir olunur her 100 dirhemi 1680’er akçeye hesap edilmesi şeklinde Gümüşhane madenindeki uygulama Bozkır madeninde de yürürlüğe girmiştir (BOA, MEDAD 8: 639-2, 645-3; BOA, MEDAD 9: 174-1).


203

 

Bozkır madeninde ifrazcı adı verilen bir görevli tespit edilememiştir. Ancak Bozkır madeni için 6 Mayıs 1780’de ifrazcı ile aynı görevi yaptığı439 düşünülen tizâbcı440 adı verilen bir görevli Gümüşhane’den talep edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 638-3). Bu tarihten sonra böyle bir görevlinin talep edilmemesi ve Bozkır madeninde görev almaması, madene nizam verilirken altın ile gümüşün Bozkır’da ayrıştırılmasının araştırılması için böyle bir görevli talep edildiği izlenimini vermektedir. Ancak bu durumun geçekleşmemesi üzerine Bozkır madeninde üretilen mahlût sîm olarak adlandırılan gümüş ile karışık altının darphaneye nakledilerek burada ayrıştırılmasına karar verilmiş olmalıdır.

 

Balkanlarda işletilen Sidrekapsi madeninde çalışan teknik personele bakıldığı zaman hutman, urbarar, şafar, vatrok, palkançaron, vedarcı gibi madende çalışan teknik elemanlar ile iştolna, roşt ve pavun441 gibi madencilik terimleri kullanılmıştır (Altunbay, 2010: 13-15). Bozkır madeni üzerinde yapılan incelemede, genel olarak, bu isimli görevliler ile madencilik terimlerine rastlanmamıştır. Bu bakımdan madenlerdeki Alman etkisinin Balkanlar’da etkili olduğunu, Anadolu’da ise bu etkinin söz konusu olmadığını söylemek mümkündür. Bozkır madeni 1776 yılında açıldığında Bozkır halkı madencilik alanında fazla bilgi sahibi olmadığından özellikle Gümüşhane’den ustalar getirilmiştir. Getirilen bu ustalar sayesinde XVIII. yüzyılda Anadolu madenlerindeki madencilik terminolojisi ve teknolojisi Bozkır’da uygulanmaya başlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

439 Tizzâb, altın ve gümüşün birbirinden ayrılması için kullanılan bir maddeydi (BOA, C.DRB 1830).

440 Keskin anlamına gelen tîz ile su anlamına gelen âb kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan tîzâb, mermeri ve litoğrafya taşlarını hakk eden yani kazıyan, maruf yakıcı sarımtırak suya denirdi ve halk arasında kezzap olarak kullanılırdı (Şemseddin Sami, 1317: 457).

441 Maden kuyularını işleten eminler, çoğu kez madenci ustaları ve kadı gibi yetkililerle birlikte kuyularda pavun adı verilen bir ölçüm yaparak, tahmini olarak işlenebilir cevherin miktarını/rezervini tespit ederlerdi (Altunbay, 2010: 33). Bozkır madeninde bu isimle bir işlem tespit edilememesine rağmen mağaralarda “doksan fırınlık cevher vardır” gibi ifadelerden Bozkır madeninde de bu şekilde ölçümler yapıldığı anlaşılmaktadır (BOA, C.DRB 2375; BOA, MEDAD 8: 693-2).


204

 

Tablo 5: Bozkır Madeni Hümayun Emanetindeki Görevliler


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

*   Delilbaşı, bazen madenin güvenliği ile görevlendirildiği için burada yer verilmiştir.


205

 

V.  BÖLÜM

 

ÜRETİM VE NAKİL

 

1. Üretim

 

1.1. Cevher Üretimi

 

Bozkır madeninde bulunan cevherlerin işletilebilmesi için merkezi yönetimden izin alınması gereklidir442. Bunun için bölgede maden cevheri olduğunu bilen kişilerin, ilgililere bu konuda bilgi vermesi ve bir miktar cevher numunesini incelenmek üzere darphaneye göndermesiyle süreç başlatılmıştır443. Darphanede, Bozkır madeninden gönderilen numuneler incelenerek bu maden ocağından devlet için fayda sağlanacağına kanaat getirilirse, darphane nazırının bu durumu sadrazama, sadrazamın da padişaha bildirmesi üzerine madenin açılmasıyla ilgili bir emir yayınlanmış, maden işleriyle ilgilenmesi ve madendeki organizasyonu yapması için bir memur görevlendirilmiştir444 (Bkz. I. Bölüm).

 

1.1.1. Cevherin Çıkarılması

 

Bozkır madenindeki mağaralardan cevher üretiminin yapılması ile ilgili bilgi elde edilememiştir. Arşivdeki belgelerden elde edilen bilgiler genelde üretim sonucu ortaya çıkan maden miktarları, kurşununun Alanya İskelesi’ne ve oradan darphaneye nakli ile ilgilidir. Bu bilgi eksikliğini gidermek adına madencilikle ilgili kanunnameler ile kanunlara müracaat edilmiştir. Madenlerde “kanun-ı kadim” olarak bahsedilen uygulamalar geçerli olduğuna göre, Bozkır madeninde de mağaralardan cevherin çıkarılmasından fırınların olduğu yere nakline kadar geçen süreçte aynı uygulama geçerli olmalıdır.

 

 

 

442 Bozkır madenindeki üretimin çeşitli aşamaları için bkz. Tablo 11.

443 Novoberdo madeni kanunnamesine göre, 1494 yılında, bir kimse bulduğu cevheri urbarara götürür ve birkaç mutemet bu cevherdir diye şahitlik ederse, o kuyuya ölçü çekilirdi. Ancak mutemetlerin kuyuyu görüp içinden cevher almaları gerekirdi (Akgündüz, 1990b: 545).

444 Darphanede yapılan incelemede cevherin yetersiz olduğu düşünülürse, madenin bir yıl işletilip üretimi ve masrafı görüldükten sonra karar verildiği ile ilgili örnekler de vardır. 2 Ağustos 1838 tarihinde, Çıldır eyaleti Mirho kazasında bir gümüş madeni bulunarak numunesi darphaneye gönderilmiştir. Ancak darphanede izabe olunan cevherde pek nema görülmemiştir. Buna rağmen madenin bir yıl işletilip masraf ve kâr oranının görülmesinden sonra eski nizama göre karar verilmesi yönünde bir uygulamaya gidilmiştir (BOA, D.DRB.THR 675/3).


206

 

Bozkır madeninde mağara, diğer madenlerde kuyu olarak adlandırılan cevher çıkarılan yerlerde önce toprak atılarak mağaralar açılmıştır. Cevher olduğu düşünülen yerdeki toprak atılarak yer altına doğru kazılarak445 mağara açılırdı446. Açılan mağaraların derinlikleri ise kanunnamelere ve gözlemlere göre şöyleydi. 1536 tarihli maden kanununda 100-150 kulaç447 arasında bir derinlikten bahsedilirken (Spaho, 1913: 142) bir başka araştırmada ise, 1586-1589 yıllarında, Sidrekapsi madeninde bulunan ve gözlemlerini dile getiren Mehmet Aşık’a atıfta bulunularak 112,5-150 metre arasında bir derinlikten söz edilmiştir (Murphey, 1986: 982).

 

Madenciler, maden mağaralarına girerek külüng adı verilen çekiçleriyle cevherleri koparırlardı (BOA, D.DRB.THR 2/19). 1910 yılında Bulgardağı madenindeki durum şu şekildeydi: Madenciler kazma ve kürekleriyle mağaralara girerler, içeride don yağı yakarlardı. Sarı bir toprak halinde olan cevheri çuvallara koyarak, katırlarla kasabaya naklederler, cevher orada izabe fırınına girerdi (Ahmet Şerif, 1999: 230). Bozkır madeni mağaralarında ise kazılan cevher, mağaralardan çuvallara doldurularak ameleler vasıtasıyla mağara önlerine çıkarılarak biriktirilmiş ve oradan hayvanlara yüklenerek cevher işleme merkezi olan Siristat’a getirilmiştir. Maden kuyularından çıkarılan cevherlerin miktarı defterlere yazılırdı ki, cevherlerin yazıldığı bu defterler kuyu defteri448 olarak adlandırılırdı (Anhegger, 1943: 35).

 

Her işçinin çalıştığı  yani cevher449  ürettiği yere işlek denirdi (Spaho, 1913:

 

142). Bu işleklerde ortaya çıkan taş ve toprakların da maden cevheri gibi buradan

 

 

 

445 1588-1589 tarihli maden kanununa göre, madende cevher çıkarmak için hutman denilen kişinin tahmin ettiği yer kazılır ve buradan cevher çıkmazsa bu görevlinin hakkından gelinirdi (BOA, MAD.d 22148: 5).

446 Ortaçağ İslam dünyasında ise, dikey şaft ve yatay tünel kazma teknikleri kullanılırdı. Birincisi şaftları dik olarak toprağın altına daldırmak ve damarlara ulaşıldığında yatay olarak ilerlemekti. Ancak daha sık uygulanan dağın yamaçlarına maden galerileri açılır, şaftları batırmak yerine damarları takip ederlerdi. Ayrıca ikincisi daha az masraflı olduğundan daha çok tercih edilirdi (Al-Hassan- Hill, 1986: 968).

 

447 Bir kulaç 1,137 m’dir (Akgündüz, 1990b: 444). Buna göre kuyudaki derinlik 113,7-170,5 m arasında değişmektedir. Fakat kulaçla ilgili farklı miktarlar da kabul edilmektedir. Halil İnalcık’a göre, bir kulaç 1,71 m (İnalcık, 1991a: 18) Hinz’e göre ise kulaç 4 şer’i arşın (Zirau’ş-şer’iyye) yani 199,5 cm ya da yaklaşık iki metredir (Hinz, 1990: 67). Kulaçla ilgili bkz. Pakalın, 1993:314; Cengiz Kallek, Kulaç, DİA, XXVI, 2002: s.353-354.

 

448Cevherin çıkarılmasından nakline kadar geçen süreçlerde çeşitli defterler tutulmuştur. Bu bürokrasi sayesinde madencilik sektöründe bir otokontrol sistemi oluşturulmuştur. Madencilikle ilgili tutulan çeşitli defterler hakkında bkz. Anhegger, 1943: 35.

449 Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân adlı eserinin nüshalarında küçük farklılıklar olmasına rağmen cevherleri şu şekilde ayırmıştır: “Cevher birkaç dürlü olur azlığı


207

 

çıkarılması gerekirdi. Cevherin yanında taş ve toprakların yeryüzüne çıkarılmasında eşeklerle döndürülen dolaplardan faydalanılırdı450 (Tızlak, 1997a: 102; Hezârfen Hüseyin Efendi, 1998: 256) İssawi bu konuda, kazılan cevherin küçük çuvallarda çocukların büyük gayretiyle taşındığını belirtmiştir451 (Issawi, 1980: 284). Hamid Sa‛dî de Gümüşhacıköy madeni mağaralarında çıkarılan cevherlerin küçük çocuklar vasıtasıyla çıkarıldığını ve katırlarla izabehaneye sevk olunduğunu iddia etmiştir (Hamid Sa‛dî, 1340:227). Bozkır madeninde çıkarılan cevherin yeryüzüne çocuklar vasıtasıyla taşındığına dair bir kayıt tespit edilememiştir. Ancak 1780 yılında, Keban Ergani madenleri mağaralarında üretilen cevherler maden küfeleri ile yeryüzüne taşınmıştır (Yüksel, 1997: XXXVIII; Tızlak, 1997a: 102). 14 Temmuz 1536’da, kuyularda kazılan cevher, jak452 adı verilen bir tulumla kuyu ağzına çıkarılırdı453. Kuyuda görevli kişilerin reisine hutman454 denilirdi ki kuyunun cevherini kiralanan hayvanlara yüklettirip çarha gönderirdi. Yani yer altından çıkarılan cevherler

 

 

çokluğu damarlarına göredir kimi ince kimi yoğun olur. Bazı damar olur ki jola gider kimi yukarı ve bazı arkırı gider. Yüksek yerde bulunub jola alçakda bulunub dağa gitmek ekseriya eylik alametidir. Kâh ol tarafa kâh bu tarafa gitmek ekseriya yaramazl ık ‘alametidir ve damarda kâh büyük pareler bulunur ana vante derler ve damar olmayub hali kadar dahi vasi‘ yerin cümlesinde cevher olur. Ana gank derler. Bunlar eylik alâmetidir. Kâh bir yer bir miktar bulunur. Ana plaviçe derler. Ekser ol asl paydar olmaz. Asl eyü cevher oldurki kalın damar ola iki taraf yumuşak taş ki ana licek derler arasında buluna. Ekser bu makule paydar olur ve licenk solunda bulunana ligunat ve sağında bulunana hagunat derler, hagunat eyüdür. Kâh cevhersiz damar bulunur.” (Hezârfen Hüseyin Efendi, 1998: 256-257; Anhegger, 1944: 347-348; Tızlak, 1997a: 214). Cevherlerle ilgili bilgi için ayrıca bkz. Akgündüz, 1990a: 159.

 

450 1837 yılında Osmanlı madenleri hakkında bir rapor hazırlayan maden mühendisi Polini şu bilgileri vermiştir: Madenler pratik cevher çıkarımı dikkate alınmadan işletilmektedir. Avrupa’da yüzyıllardır kullanılan makinelerin kullanılması buradaki sorunların çözümü için zaruridir. Ne şaft ne de tüneller var, sadece çamurdan labirentler ki bunların içinden bir insanın tam dolu tekerlekli bir arabayla çalışması imkânsızdır. Cevher çıkarmaya yarayan araçların da kullanımı çok zordur (Issawi, 1980: 284). Bir şiirinde madenler hakkında bilgi veren Zaifi ise, madendeki kuyuların karanlık ve dar olduğuna değinmiştir (Naklen: Anhegger, 1944: 353).

 

451 12 Ekim 1831 tarihli nüfus verilerine göre, Kırşehir sancağındaki Gümüşgan madeninde çalışan ve defterde madenci olarak kaydedilen 25 madencinin yaş dağılımı şöyleydi. 10 yaşında bir, 15 yaşında bir, 20 yaşında bir, 23 yaşında bir, 25 yaşında iki, 30 yaşında üç, 35 yaşında beş, 38 yaşında bir, 40 yaşında üç, 45 yaşında bir, 46 yaşında bir, 50 yaşında iki ve 60 yaşında üç madenci kaydedilmiştir (BOA, NFS.d 3278: 24-26). 10 yaşındaki Sava veled-i Yedus üzerine edna cizye kaydedilmişken (BOA, NFS.d 3278: 24), 15 yaşındaki Yani veled-i Abraham da edna olarak kaydedilmiştir (BOA, NFS.d 3278: 24).

 

452 Cevher taştan koparıldıktan sonra, bir at torbası kadar cevher alan kab ve çuval olarak tarif edilen jaka (Akgündüz, 1990a:519) konularak çıkarılırdı.

 

453 Maden ağzına çatılan ağaçlara urgan bağlanıp, kuyudan aşağıya kadar sarkıtılarak urgana bağlı tulumla cevher, taş ve toprak çıkarılırdı (Akgündüz, 1990a: 160). “Âdet-i şurf budur ki, kuyu ziyâde derin olub horna ile yani kuyu üzerinde olan el dolabıyla toprağın taşra çıkarurlar” (Akgündüz, 1990b: 480).

 

454 Hutman, her hafta kuyuda çalışan kişilerin hisselerini de dağıtan görevliydi (Spaho, 1913: 143).


208

 

mağaraların ağzında bekleyen ve bu iş için kiralanan atlarla cevher işleme merkezine getirilirdi (Spaho, 1913: 142).

 

Kratova madeni haricinde Vulçıtrın sancağında Trebce’de bulunan Merhum İbrahim Paşa’nın işlettirdiği kuyuyu işletmek için 20 ırgat tutulmuştur. Açılan kuyu, toprak ise toprağın düşmemesi için etrafı ağaç payesiyle kulacına üçer yüz akçe ve her nefere ayda elli kıyye kendüm/buğday ve haftada ikişer kıyye hamir/hamur verilmiştir. Eğer taş ise, ağaç ile yapmak gerekmediğinden buğday ve hamur verilirdi. Bu 20 ırgat gece gündüz nöbet usulüyle çalışarak ancak 20 gün işleyebilirdi. 1710 yılında 20 ırgata haftada ırgat başına birer kuruş ücret ve yevmiyye ikişer para yemeklik akçesi verilmiştir455 (Ahmet Refik, 1931: 51). Kuyularda çalışan ustaların ücretleri yanında, 1706 yılı Sidrekapsi madeni örneğinde de görüldüğü üzere, bir kuyunun mum, demir, çelik, lesen, laka ağaçları, ıhlamur kapları, öküz derileri, tekne bahaları ile cevher naklinde kullanılan hayvanlar için satın alınan saman ücretlerini de madenlerin masrafları arasında saymak mümkündür (Altunbay, 2010: 43). 1837 yılında Bozkır madeni mağara masrafı olarak, Bozkır kazasından 20.000 kuruş ile Bozkır kazası köylerinden cevher bedeli olarak 1.571 kuruş ve çakılcı aylığı olarak da 3.525 kuruş maden masrafı olmak üzere Rûz-ı Hızır (6 Mayıs) ile Rûz-ı Kasım (7 Kasım) tarihlerinde iki taksitte toplanmıştır (BOA, C.DRB 1712).

 

Maden mağaralarının sınırı, maden kulacı ile etrafından sekizer kulaç yerdi456. Bu sınır cevherin kimlere ait olduğunun tespiti açısından da önemliydi. Kuyu ya da mağara olarak tarif edilen cevher bulunan yerler konusunda taraflar arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde bu sınırlar göz önüne alınmaktaydı (Anhegger, 1944: 346-348; Hezârfen Hüseyin Efendi, 1998: 256; Tızlak, 1997a: 213). 1488 yılı maden kanunnamesine göre, kuyular arasındaki mesafe nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlıklar urbarar adı verilen kuyu mühendisleri tarafından kuyuların sınırları

 

 

455 29 Ağustos 1702 tarihinde Sidrekapsi madeninde inşa edilecek bir kuyuda gün içerisinde sekizer saatlik nöbetle, 18 cevher arayıcı, dokuz lağımcı, altı ırgat, dört neccar, altı maden mühendisi olarak tanımlanan şafaran ve bir mutemedin istihdam edileceği planlanmıştır. Adı geçen görevliler için 30’ar akçe ücret tayin edilmiştir. Ancak cevher arayıcılarının ücreti cevher bulunmasından sonra kesilecekti. Yine inşa edilecek çarhların her birinde dört hizmetkar, bir cistileci/cevher parçalayıcı ve bir mutemet görevlendirilecek ve bunlara da günlük 30’ar akçe ücret verilecekti (Altunbay, 2010: 36).

456 Bir kulaç 1,137 m. kabul edildiğinde, mağaraların sınırı 9,096 m olmaktadır.


209

 

ölçülerek çözülürdü (Akgündüz, 1990b: 445). Urbarar457  iki kuyu sahibini de

 

dinleyerek “kanun-ı kadim” üzere davaları görmüştür (Spaho, 1913: 156).

 

Bozkır madeni mağaraları da dahil olmak üzere Osmanlı madenciliğinde cevherin çıkarılması alanında çeşitli sorunlarla karşılaşıldığı ve bu sorunlara bazı çözüm yollarının bulunmaya çalışıldığı görülmektedir. Ortaya çıkan sorunlara karşı uygulanan çözüm yollarından birkaçı şöyleydi. Cevher çıkarılan mağaralar üç gün üst üste sebepsiz yere boş bırakılamazdı. Bu şekilde davrananlardan ocak alınırdı (Hezârfen Hüseyin Efendi, 1998: 256). Yine bir işçi kasıtlı olarak cevher üretimini engeller ya da bir işçinin aletini çalarsa 300 akçe cezaya çarptırılırdı (Spaho, 1913: 158). Bir maden ocağında bulunan kuyunun üzerindeki dolap ve binası kuyuya ait olup, kuyuyu işleten kişi bunları alıp götüremezdi (Beldiceanu, 1964: 320). Mağaralarda cevher çıkarılması esnasında alınan tedbirler ise şunlardı:

 

1.1.1.1. Aydınlatma

 

Madencilerin mağaralarda rahat çalışabilmesi, daha açık bir ifadeyle cevher kazabilmeleri için aydınlatma sorununun halledilmesi gerekliydi. Bozkır madeninde mağaraların aydınlatılması ile ilgili bir bilgi tespit edilemese de aşağıda çeşitli madenlerle ilgili farklı zamanlara ait verilen örnekler, mağaralardaki aydınlatmanın458 mum ile yapıldığını göstermektedir ki bu durum Bozkır madeninde de geçerli olmalıdır. Bu anlamda çeşitli zamanlarda mağaralar ya da kuyuların nasıl aydınlatıldığı hakkında bilgi veren çeşitli örnekler vardır. 1536 yılına ait kanunnameye göre, kuyulardaki aydınlatma mumla yapılmaktaydı (Spaho, 1913: 161). Zaifi’ye göre, Kratova madeninde her işçinin elinde bulundurduğu meşaleler ile aydınlatma sağlanmıştır (Anhegger, 1944: 353). 16 Haziran 1703 tarihinde, Karaton madeni mağaralarında da kıyyesi 20 akçe olan mum kullanılmıştır (BOA,

 

 

457   Urbarar, hutmanlar arasında kuyu sınırı nedeniyle ortaya çıkacak anlaşmazlıkları çözerdi (Beldiceanu, 1964: 317).

 

458 İslam dünyasında madenciler damarları takip ederek madene ulaşana kadar sürekli kazarlardı. Madenciler lambaları yandığı sürece kazmaya devam ederdi. Eğer lambaları söner ve tekrar yakmayı başaramazlarsa ilerlemeyi durdururlardı. Çünkü bu pozisyona ulaşan kişi hemen ölebilirdi (Al-Hassan-Hill, 1986: 968). Örnekten de görüldüğü üzere aydınlatma, aynı zamanda madencilerin hayatta kalmasını sağlayan bir araç olarak da kullanılırdı. Osmanlı öncesi dönemde Ortadoğu’da yapılan madencilik çalışmalarında maden kuyularının kazılması meşalenin yanması ile alakalıydı. Kuyularda meşalenin yanmadığı bir yere varılınca kazı işleri hemen durdurulurdu. Aksini yapanlar ise hemen orada ölürdü (Bakır, 2005: 404).


210

 

KK.d 5184: 8). Yine 1705-1706 ile 1719 yıllarında Sidrekapsi459 madeninde, maden

 

ocakları ve lağımlar da mum ile aydınlatılmıştır (Çağatay, 1944: 269).

 

Gümüşhane kasabasında bulunan mum karhanesi, kasaba camiinin mum ihtiyacını karşılamakla birlikte Gümüşhane ve diğer madenlerde cevher çıkarmak için gerekli olan ve “mağara yağı” olarak da tarif edilen mumu da temin ederdi (BOA, MEDAD 8: 871-2). 1837 yılında Gümüşhacıköy madeninde cevher mağaralarında kullanılmak üzere don yağı kullanılmıştır. Kıyyesi 30’ar paradan olmak üzere ücreti, maden emini tarafından verilmiş olmasına rağmen bu meblağ madencilerin “kâide-i miriyyelerinden” olduğundan maden emini tarafından onlardan tahsil edilmiştir (BOA, HH.d 13823: 1). Bununla birlikte revgân-i don ya da mağara yağı olarak ifade edilen yağ yetmediğinden madene bağlı kazalara bir tevzi daha yapılmıştır (BOA, HH.d 13823: 2). Kısaca söylemek gerekirse mum, aydınlatma için kullanılırdı. Mum, kazılacak istikameti sıraya koymak için oldukça faydalı olmakla birlikte mağara içinde yeterli temiz hava olup olmadığının da iyi bir göstergesiydi. Bu veriler dikkate alındığında madenci için mum, hem anı hem de geleceği kurtaran bir araçtı.

 

1.1.1.2. Havalandırma

 

Madende çalışan işçilerin çalışmaya devam edebilmeleri için mağaraların içerisinde temiz havanın olması gerekliydi. Bu havalandırma işleminin iki türlü yapılabileceği öne sürülmüştür. Bu fikre göre, dışarıdan çalıştırılan körükler sayesinde galerilere hava basılması ile ya da yer altından yanlamasına ve yukarıya doğru havalandırma deliklerinin açılmasıyla havalandırma sağlanabilirdi460 (Tızlak, 1997a: 100). Bozkır madeni Geriş mağaralarında, yukarıya doğru açılan havalandırma olması muhtemel bir delik tespit edilmiştir. Agricola, kuyu içerisinde maden cevheri nedeniyle pis kokulu ve zehirleyici olan gazın temiz hava ile

 

459 Sidrekapsi madeninin aydınlatılması için gerekli olan ve şem-i revgân olarak tabir edilen mum, Sidrekapsi kasabası ile yakın mahallerde kurulan pazarlarda maden adına satın alınmaktaydı. Ocaklarda gece gündüz çalışmaların sürdürülebilmesi için mum ışığına daha fazla ihtiyaç olduğundan dolayı, çevrede bulunan bazı kadılara emirler gönderilerek bu kazalarda kurulan pazarlardan mumun satın alınması ve bölge dışından gelen tüccarlara satılmasının önlenmesi için, 10 Temmuz 1703’te, gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir (Altunbay, 2010: 39).

 

460  Sidrekapsi madeni Bulana mevkisinde kuyu için galerileri bir taraftan inşa edilen bacalar aracılığıyla yeryüzüyle irtibatlı iken diğer yandan lağımlar arasında açılan kısa dehlizlerle hepsi birbiriyle rabıtalı olmuştur. Böylece kuyularda temiz havanın kolayca dolaşımı sağlanmıştır (Altunbay, 2010: 32).


211

 

dağıtılmazsa öldürücü etkisinin olacağını dile getirmiştir. Ayrıca aydınlatma için kullanılan mumların gaz nedeniyle sönmesi461, kuyuda biriken gazın tehlike sınırını aştığının göstergesi olduğunu da belirten Agricola, girişimcileri “önce sağlığı, sonra kârı düşünmek gerekir!” diye uyarmıştır (Naklen: Tez, 2005: 135). 1536 tarihli maden kanununda bir kuyunun komşu kuyuya yellik verebileceğinden bahsedilirken (Spaho, 1913: 147), Sas madeni kanunnamesinde ise bu durum, “tenef deyü kuyuların ziyade umkundan müte‘affin hava olur ki, adamı helak eyler, anı def‘ edüb havaya menfez kılmak içün her kangı kuyudan mümkün ise delüb yel alur, kimesne red eyleyemez” (Akgündüz, 1990b: 480) şeklinde ifade edilmiştir. Maden mağaralarının havalandırmasının önemi yapılan harcama kalemlerinden de anlaşılmaktadır. 1705 yılında Sidrekapsi madeninde lağım ve bacalardan hava gitmediğinden teneffüs için kuburluk ve yelkenlik bez ile lağım ve bacaları yapmak için les ağacı alınmıştır (Çağatay, 1944: 269-270).

 

1.1.1.3. Mağaralardaki Suyun Tahliyesi

 

Maden mağaralarında çalışma şartlarını zorlaştıran sebeplerden biri de mağaraların su ile dolmasıydı. Mağarada rahat çalışılıp, cevher kazılması ve mağara ağzına çıkarılabilmesi için öncelikli olarak bu suların boşaltılması gerekmekteydi. Bozkır madeni mağaraları ile ilgili bu konuda bir bilgi tespit edilememiş olsa da bu sorunun oralarda da olması muhtemeldir. Torosların yanı başında bulunan mağaraların kış ve bahar aylarında suların etkisi altına girmesi ihtimal dâhilindedir.

 

Bir cevher kuyusunda su ortaya çıkarsa, kuyunun uygun bir yerinde çukur kazılarak su orada toplanırdı462. Kuyulardaki su tulum ile madenin lağımı463 olursa

 

461  Ortaçağ İslam dünyasında ışıklandırma için yağ lambaları kullanılırdı. Maden kuyularında lambalar sönerse madenci kazmayı bırakırdı. Dolayısıyla lambalar kuyuda yeterli temiz hava olup olmadığının da iyi bir göstergesiydi (Al-Hassan-Hill, 1986: 969).

462 Ortaçağ İslam dünyasında madencilikte karşılaşılan problemlerden biri madenlerin direnajıydı. Pandihir’de küçük gümüş madencileri bu problemi çözememişlerdi. Diğer yandan Mağrip’te yer alan devletin gümüş madenlerinde drenaj sistemi çözülmüştür. al-Kazwini şöyle aktarır: “İşte gümüş madenleri isteyen herkes bunların işlemesini üstlenebilir. Buralarda birçok insanın sürekli çalıştığı yeraltı madenleri var. 20 zira aşağıya inildiğinde suyla karşılaşılmaktadır. Sultan suların yukarı taşınması için su dolapları kurdurmuş bu sayede sular çamur ortaya çıkana kadar yukarı taşınmaktadır. İşçiler bu çamurları yeryüzüne çıkarıp yıkamaktadır. O bunu beşinciyi almak için yapmaktadır. Su 20 zira aşağıda olduğu için yeryüzüne üç aşamada çıkarılmaktadır. İlk önce suyun olduğu yere bir dolap kurulmakta su yukarı taşınmakta ve bir tankta depolanmaktadır. Diğer bir dolap ise bu tanka yerleştirilmekte bu da suyu kaldırır ve başka bir tanka döker bu tankta ise üçüncü bir dolap bulunmakta bu da suyu yukarı çıkarıp suyun tarımda ve bahçe sulamakta kullanılmasını


212

 

lağıma olmazsa yeryüzüne çıkarılıp dökülürdü. Su çok olursa bir çah, ona tayin edilerek dolap kurularak bargirler ile suyu alınırdı. Kuyudaki lağım cevher kazılan mahalden derin ise suyu çeker, böyle durumda su elle çekilirdi. Cevher lağımdan derin olursa dolap kurularak suyu lağıma dökerlerdi. Lağım açmak ise kendi kuyusunda ya da kullanılmayan bir kuyuda olmak üzere iki türlü yapılırdı (Akgündüz, 1990a: 160). Madende biriken suyun çekilmesi için iştolna adı verilen bir lağım açılırdı (Akgündüz, 1990b: 445). 1705 yılında, Sidrekapsi madeninde, lağım ve kuyulardan toprak, su ve cevher çıkarmak için adedi 203 akçeden sığır derisi satın alınmıştır (Çağatay, 1944: 269). Suyun bu şekilde tahliye edilmesi yanında, mağaraların hava alması ve biriken suların boşaltılması cevheri kuşatan tabakanın çatlakları vasıtasıyla tabi suretle olmaktadır, diyen araştırmacılar da vardır (Ahmed Hamdi, 1922: 130).

 

Maden kuyularına dolan suların dışarı atılması için tulumbalar ve su yollarından istifade edilmiştir464. 1 Ekim 1736’da Ergani madenindeki sulu mağaranın temizlenmesi için maden sermayesinden karşılanmak üzere büyük ağaç ve kazıklık meşe alınacağı ve bu iş için merkezden yedi lağımcı ustasının gönderileceği belirtilmiştir (BOA, DRB.d 968: 123-4). 5 Nisan 1763’te Ergani madeninde Kalbaşı denilen dağdaki cevher mağaralarının olduğu yerde bir miktar su olduğu ve mağaraların 4-5 ziraa465 müntehi olduğu belirtilerek lağım açılması ve dağın

 

sağlamaktad ır. Bu operasyon binlerce ürün çıkaran bir kişi haricinde üstlenilemezdi (Al-Hassan-Hill, 1986: 969) . XV. ve XVI. yüzyılda Avrupa’da, maden kuyularındaki su, tulumbalar ya da su dolaplarına bağlı kovalar ya da iki üç sığır derisinin dikilmesiyle yapılan kırba adı verilen büyük kovalarla boşaltılırdı. Bunlar kuyuya indirilerek suyla doldurulur, sonra çıkrıklarla çekilirdi. Çıkrıkları su çarklar ı ya da kas gücü çalıştırırdı (Tez, 2005: 135) . Agricola’ya göre Avrupa’da su çekmek için kullanılan makineler için bkz. Agricola, 1912: 160-168.

463 Kuyulara lağım vurulması ile ilgili ayrıca bkz. Beldiceanu, 1964: 371.

 

464   1819-20 yılında Ergani madeninde maden ocaklarındaki suların boşaltılması için tulumba kullanılmış, 1820-21 yılında ise suyun tahliyesi için su yolu açılmıştır (Tızlak, 1997a: 101). Benzer şekilde 1796 yılında, Gümüşhane madeninde biriken su tulumbacılar tarafından boşaltılacaktı (Altunbay, 2002: 280). Yine 1704 yılında Sidrekapsi madeninde kuyulardaki suların tulumbalarla tahliye edilmesi gündeme gelmiştir (Altunbay, 2010: 33). 1842 yılında Balya madeninde de tulumba kullanılmıştır (BOA, DRB.d 1037). 26 Haziran 1714’te, Blasnice kazası İrjane köyü yakınlarındaki kuyuda, çıkan sular ıstavna idüb, suyun akıntısı 10 kulaca baliğ olub kuyuya girip biraz cevher çıkarıldığı zaman yine suyun ortaya çıktığı ve bu suyun tulumlar ile tükenmeyeceği ve tekrar iştavna açıp suyu akıtmak gerektiği ifade edilmiştir. 150 kulaç kuyudan yakın bir mahalden delik delinip iştavna yapılınca su akar ve cevher çıkarılır diye belirtilmiştir (Ahmet Refik, 1931: 52). Bu örnekler gösteriyor ki Osmanlı maden kuyularında biriken suların tahliye edilmesinde tulumlar, tulumbalar ve su yolları gibi araçlar, kuyulardaki suların miktarına ve coğrafi şartlara göre kullanılmıştır.

 

465 Zira: Zirau’l İstanbuliyye İstanbul kumaş arşınıdır yaklaşık olarak 67,3 cm’dir. XIX. yüzyılda 68,579 cm idi (Hinz, 1990: 72). Bugün Türkiye’de bir zira 65 cm’dir (Hinz, 1990: 79). Zira ve arşın eş


213

 

yarılması tedbirlerinin araştırılması istenmiştir. Yapılan araştırmada dağın dört tarafının ova olduğu ve dağın yarılması halinde iki üç bin arşın yarılacağı, lağım açılması halinde ise 4-5 arşın lağım olacağı sonucuna varılmıştır (BOA, C.DRB 205). Yine Ergani madenine 1 Mart 1765’te sulu mağaraların temizlenmesi için giden bir keşif heyeti, 200 amele ile birlikte 25 günde 30 senedir mevcut olan suların temizlenmesi için yapılacak masrafları hesaplamıştır. Bu madendeki suların temizlenmesi için; kazma, taşçı kazması, kereste, ağaç kürek, deri, torba, büyük-küçük-orta ağaç, kazıklı ağaç, ufak ağaç, küfe ağacı, urgan, küçük urgan, demir, çelik, barut, tahta, mağara yağı, kömür gibi alet ve malzemeler ile yine bu iş için çakılcı, madenci amelesi, mutemet, aşçı, kâtip, bağcı mağara gibi miktarı belirtilen görevliler için toplam 31.097 kuruş 40 akçe talep edilince daha önce böyle bir meblağın verilmediği belirtilmiştir (BOA, C.DRB 125).

 

Maden kuyularındaki suyun temizlenmesi ile görevli olanların aldığı ücretler konusunda ise şu örnekler verilebilir. 5 Haziran 1704 tarihinde Karaton madeninde Çenal madeni kuyusundaki her gün cevher çıkarmak ve su çekmek için 40’ar kişiye, iki aylık 240 kuruş verilmiştir. Bu madendeki lağım işçilerine ise aylık yaklaşık dörder kuruş ücret ile yine maden ve lağımda kullanılmak için demir verilmiştir (BOA, KK.d 5184: 8). 1842 yılında Balya madeninde, sulu mağaranın suyunun çıkarılması ve çamurlu mağaranın temizlenmesi için 9.000 çakılcı ile cevherkeşana ve 1.700 abkeşana günlük dört kuruş ücretle bu 10.700 amelenin her birine 1,5 kıyye ekmek verilmiştir (BOA, DRB.d 1037).

 

1.1.1.4. Tahkimat İşleri

 

Maden mağaralarında göçüklerin meydana gelmesini engellemek için mağaralar ağaçlarla tahkim edilirdi (Fotoğraf 10). Fakat Bozkır madeni Kızılgeriş Mağarası’nda ise böyle bir tahkimat yoktu. Bu mağaranın tahkim edilmemesinin temel nedeni, mağaranın üzerinin ve yanlarının doğal taş bloklarla çevrili olması yani

 

anlamlı kullanılmakla birlikte her ikisi de genelde 75,8 cm olarak kullanılmıştır (Günergun, 1998: 46). 1836 yılında bir zira=0,7579586 metre idi (1 m=1,3193331 zira). Aynı yıl İbrahim Ethem Paşa’ya göre, bir dirhem=3,2204359 gram; bir okka=1288,172 gram idi (Günergun, 1998: 35). İshak Efendi’ye göre ise 1 m=1,3193331 zira idi (Günergun, 1998: 34). Daha sonraki yıllarda zira ve okka’nın eşdeğerleri için bkz. Günergun, 1998: 45. Zirâ, dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsüdür. Bu uzunluk ölçüsüne arşın da denir. Birbirinden farklı uzunlukları olmakla birlikte genel olarak 54,04 cm olarak kabul edilir (Tashih Heyeti 1997: 575).


214

 

doğal bir tahkimatının olmasıdır466 (Fotoğraf 4). 16 Haziran 1703’te, Karaton madeninde tavân ve kuyu için gerekli 400 tahta üçer akçeden 10 kuruş masraf gösterilirken, kuyunun ortası için de kerestenin gerekli olduğu belirtilmiştir467 (BOA, KK.d 5184: 8). 1708’de, ocaklarda kuyu, lağım ve baca inşaatlarında kullanılan “les ağacı” adıyla anılan bir tür kereste, Sidreakpsi madenlerinde inşa edilen kuyu, baca ve lağımlarda tavan ile duvarların çökmemesi için destek amaçlı kullanılmıştır (Altunbay, 2010: 56).

 

1.1.1.5. Mağaralardaki Organizasyon

 

Osmanlı devleti, madenlerde birbirini denetleyen ve tamamlayan bir organizasyon kurmaya çalışmıştır. Bozkır madenine ve diğer madenlere atanan eminlere verilen sermaye, ustabaşılar vasıtasıyla ustalara ve onlar vasıtasıyla ise madencilere dağıtılmıştır. Madencilere verilen bu para avans niteliğinde olup, madencilerin çıkardığı cevherler verilen bu avansa karşılık devlet tarafından satın alınırdı (BOA, MEDAD 9: 210-1). Buradan hareketle devletin madenlerde birbirini tamamlayan bir teşkilat yapısı oluşturduğu söylenebilir. Maden emini, kadı ve maden katibinin birbirini kontrolü yanında cevherin mağaralardan çıkarılıp biriktirilmesinde madencilerin hisselerinin, fırınlara konan cevherin, fırınlardan çıkan cevher ile iskeleye ve darphaneye nakledilen cevher miktarlarının her defasında kayıt altına alınması denetlemenin sıkı tutulduğunu kanıtlamaktadır.

 

Bozkır madeni emini olan kişinin yapması gereken görevlerden biri cevher olduğu düşünülen yerlere madencileri sevk etmesiydi (BOA, MEDAD 9: 181-1). Külünkzen adı verilen cevher kazan grubun işlerini yapması, mağara önlerinde biriktirilen cevherlerin fırınların olduğu Siristat köyüne getirilmesi, mağaralar için gerekli amelenin tedârik edilmesi ya da amele yerine ücret ödeyen kazalardan bu ücretlerin tahsil edilmesi ve en önemlisi madenin çalışması için gerekli olan sermayenin ustalar vasıtasıyla madencilere ulaştırılması ancak iyi bir organizasyonla yapılabilirdi.

 

 

 

466 Benzer bir örnek için bkz. Ahmet Refik, 1931: 50.

467 1842 yılında, Balya madeninde fırın masrafları arasında gösterilen kütüğün her biri 40 paradan hesap edilirken bu ücretin dört parası kanun gereği madenciler tarafından karşılanmıştır (BOA, DRB.d 1037).


215

 

Cumartesi günü kadı, emin, maden katibi ve roşt katibi ile şafarlar468 ve ehl-i maden olanlar izbor469 ederlerdi. İzbordan kastedilen bütün kuyuların yoklanıp kaç kulaçta olduğunun tespit edilmesidir. Bu aynı zamanda şafarlar ile hutmanların görevlerini yapıp yapmadığının tespiti anlamına da gelmektedir. Bu yüzden her hafta yapılan bu tespit hafta başı olan cumartesi günü yapılırdı (Spaho, 1913: 152-153). Madenlerde alınan bu önlemlere rağmen bir sorun ortaya çıkarsa, suçu işleyen kişiye çeşitli cezalar verilirdi. Bir kişi madencilerin aletlerinden birini çalarsa 25 ferfere (Spaho, 1913: 158) yani 300 akçe cezaya çarptırılırdı. Yine maden mağaralarında görevli bir kişi borcundan dolayı hapis olunsa pazar günü öğleye kadar tutulur ve bir kefil bulunarak madendeki işine gönderilirdi (Spaho, 1913: 158). Maden işlerinin aksamaması ve devamlılığı için böyle bir yola başvurulmuştur.

 

1.1.2. Cevherin İşlenmesi

 

Bozkır madeninde çıkarılan cevherlerin kayıtları, maden kanunlarındaki gibi tutulmuş olmalıdır. Kanunnamelere göre, mağara ağızlarında ya da cevher işleme merkezlerinde her hafta sonu üretimi yapanlara göre kadı ve maden eminlerinin nezaretinde kayıtlar tutulurdu (Spaho, 1913: 143). Bu şekilde toplama merkezinde biriktirilen cevher birinci defa yıkama470 işlemine tabi tutulurdu (Anhegger, 1944:353). Bu işlem civardaki bir akarsuyun arklarla işleme merkezine getirilmesi ile yapılırdı. Maden ve kuyular için arkı getiren kişi haftada her plakaniçeden dört akçe alırdı (Spaho, 1913: 162). 1837 yılında Gümüşhacıköy madeni kâl ocaklarına su yolu masrafı olarak 155 kuruş kayıt edilmiştir (BOA, HH.d 13823: 2). Bozkır madeninde ise bu işlem Çarşamba Suyu’nda yapılmıştır, zira hem aşağıda belirtilen şartlara en uygun yerin Çarşamba Suyu olması hem de suyun fırınların yanında yer alması bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.

 

Zaifi’ye göre, birinci defa yıkanan ve suya yakın bir yere yığılan cevher, dövülerek toz haline getirilir ve yine toplanarak nemlendirilirdi. Suyuyla yıkanarak

 

 

 

468 Her 10 kuyuya şafar tayin edilmiş ve haftada 30 akçe ücret almıştır (Beldiceanu, 1964: 328).

469 İzbor, cumartesi günü madenlerde çalışanların yaptığı hususi toplantıya denirdi (Anhegger-İnalcık, 2000: 7).

 

470 1488’de, cevherin yıkanmasından, ayrıştırılmasına kadar geçen süreçte yapılan harcamalar için bkz. Akgündüz, 1990b: 566.


216

 

temizlenir, kök kök olan cevher toplanarak roşt olmak için hazırlanırdı471 (Anhegger, 1944: 354). Bundan sonra cevher ikinci defa yıkama işlemine tabi tutulurdu. Yıkanacak cevher tahtadan bir yere konulup su ile yıkanırdı ve o tahtaya plakaniç472, bu cevheri karıştıran alete karaçana denirdi. Bu tahtanın altında bir havuz bulunurdu ve temizlenen cevher yakınlardaki bir binaya konularak korunurdu473. Havuzda kalan cevher yeniden temizlenirdi ki ondan aşağıda da bir havuz vardı. Buradaki cevher de yıkanarak ayrıştırılırdı. Bunların yanında derenin içinde bir cevher daha vardı (Spaho, 1913: 142-143). Vatruk adı verilen görevli cevherin yıkanmasını takip ederdi, cevher tam temizlenmemiş ise tekrar yıkatılır ve ondan sonra çarha götürülürdü. Ancak çarha götürüldükten sonra sahiplerine geri verilemezdi474 (Spaho, 1913: 161).

 

İİİ.     Murad döneminde hazırlandığı belirtilen bir layihada ise şu bilgiler verilmiştir. Madenlerde üç-dört kişi anlaşarak bir kuyuyu işletebilir. Dört nöbet475 usulüyle çalışan bu kişiler maden katibi tarafından kaydedilir, kuyudan çıkan cevherler biriktirilirdi. Üç zira miktarı eni ve uzunu olan tahtaya su konulur ve kreçira adı verilen aletleriyle cevheri çalkalayıp, taşı topraktan ayırarak temizlerlerdi. Cevher yıkandıktan sonra taşlı toprakla bir miktar cevher de giderdi. Onu toplayıp bir

 

471 1704 yılı başlarında Sidrekapsi madeninde 144.000 kıyye cevher kuyulardan çıkarıldıktan sonra “roşt işlemi” ile arıtılarak, sekiz kez yapılan roşt işleminden 48.000 kıyye saf cevherin teşkil edildiği ve bunların fırınlarda tekrar gümüş, altın ve kurşun olarak ayrıştırılacağı haberi verilmiştir (Altunbay, 2010: 42). Roşt, bir fırınlık yani altı bin okkalık topraktan çıkarılmış ham cevhere denirdi (Çağatay,

 

1944: 266).

 

472 Karışık halde bulunan bu cevherlerin yıkanıp, çalkalanıp taş ve toprağının ayrıştırıldığı yer ve alet kanunnamelerde blakaniç olarak geçmekteydi (Akgündüz, 1990a: 161; Akgündüz, 1990b: 444). Bir başka kanunnamede ise, plakaniç olarak geçmektedir (Spaho, 1913: 140).

473 Bozkır madeninde cevherlerin ve işlenmiş kurşunların konulduğu binalara mahzen denilmekteydi (BOA, D.DRB.THR 6/37).

474 İslam dünyasında cevherler metalurjik merkezlere gönderilmeden önce çarpma, eleme ve yıkama gibi yöntemlerle çeşitli operasyonlardan geçirilerek ezilir ve küçültülürdü. Altın cevherler ise daha iyi derecede ezilir ya da dövülürdü. Ezilme işi kayalıklardan elde edilen cevherlerde sıklıkla kullanılırdı. Bu iş için genellikle el değirmenleri ya da su kullanılmaktaydı (Al-Hassan- Hill, 1986: 969). Gümüşü ayırma işlemlerinden ilki kurşunla karıştırma usulüdür. Bu usule göre kurşunla karıştırılan gümüş basit bir fırında eritilerek, gümüş-kurşun karışımı elde edilirdi. Bartolomes de Madina tarafından 1557 yılında gümüşün civa içerisinde erimesi esasına dayanarak geliştirdiği amalgam usulü de vardır ve birkaç yüzyıl kullanılmıştır. Bu usule göre, dönen taş tekerleklerin arasında gümüş madeni su ile ezilerek çamur haline getirilir ve sonra taş zemin üzerinde tuz ve civayla karıştırılır ve birkaç gün bu taş tekerlekler arasında ezilirdi. Bu usulde, gümüş bileşikleri metal gümüşe indirgenir, civayla beraber meydana gelmiş olan amalgam toplanır ve yıkanır. Elde edilen civa dağıtıldıktan sonra yeniden kullanılmak için toplanır ve gümüş çökelekleri de temizlenmek için tasfiyehanelere gönderilirdi (Türk Ansiklopedisi, 1970: 160).

 

475 1536 yılında “…nevbetlerine gelmeyüb hidmetlerin eda itmeyen kuyucuların âdet-i kadim üzere emin te’dib idüb…” denilerek geri hizmetlerine gönderilmesi istenmiştir (Spaho, 1913: 141).


217

 

yere yığarlar, güneş tesirinde bırakıldığından taş cevherden ayrıldığında tekrar plakaniçde yıkayarak cevheri tefrik ederlerdi. Ondan sonra dahi kalan taş ve toprağı bir yere yığarlardı. Onu dahi bir zaman sonra yıkayıp cevherini alırlardı. Kuyu başlarında kalan bu taş ve toprak yağmur suyuyla ya da bir yerden su getirilmesiyle kalan cevher de alınırdı. Cevher yıkandıktan sonra maden ahalisi ile kadı, emin ve maden katibi gelerek cevheri ölçer ve deftere kaydederdi476 (Akgündüz, 1990a: 161-162).

 

Cevherin yıkanmasından sonra yükler halinde izabe edilecek cevher fırınların yanına getirilirdi ve bu işleme “roşt” adı verilirdi (Spaho, 1913: 143; Anhegger, 1944: 353). Madenciler cevheri hayvanlara yükleyerek çarha götürürlerdi. Madenci, emin ve maden katibinden alınan tezkere roşt katibine gösterilir ve tezkerede yazan cevher miktarı ile yapılan ölçüm tutarsa o da madencilere bir tezkere verip cevheri roşt ederdi. Roşt etmenin kaidesi, bir yere odun ve kömür getirerek bir daire yere bir miktar kömür, sonra odun ve bir miktar cevher ile tekrar odun-kömür-cevher bu üslup üzere bir kömür, bir cevher bir odun cevher bitene kadar buğday yığını gibi yığılıp ateşin nüfuz etmemesi için üzeri çamurla sıvanırdı. Bu yığının orta yerine ateş koymak için bir delik korlardı. Yakılan ateş sönünce cevher eriyip kurşunu çıkardı477 (Akgündüz, 1990a: 162). Kat kat döşenip buğday çeci şeklini aldığında balçıkla sıvanan cevher478, odun ve kömür üç dört hafta yanardı (Anhegger, 1944: 354). Bozkır madeninde ise bir fırın, beş gün beş gecede 10 nöbet ile yakılmıştır479 (BOA, MEDAD 8: 653-1).

 

 

476 Karatova madeni hakkında bilgi veren şair Zaifi, cevherin çıkarılması ile ilgili şu bilgileri vermiştir. İki üç yüz kulaç urganla kuyulara giren işçiler, meşalelerle aydınlatılan kuyularda cevher kazardı. Cevherler biriktirildikten sonra kadı, emin ile ehl-i maden hisseleri dağıtır, humsu padişaha verilirdi (Naklen: Anhegger, 1944: 353).

 

477 Roşt işlemi için ayrıca bkz. Beldiceanu, 1964: 370. Roşt işlemi esnasında taşları ayıran ırgada ve cevheri suda yıkayan ustalara ücret verildiği gibi; kömür, odun ücreti ile roşthaneden cevheri çarha götürmek için kira verilir ve cevheri kurşunla eriten ustalara da ücret verilirdi (Beldiceanu, 1964: 344-345).

 

478 İlk önce bir kemer cevher, bir kemer odun ve onun üzerine de bir kemer kömür olmak üzere bitinceye kadar üst üste yığılır. Oluşturulan yığının etrafı balçıkla sıvanırdı (Spaho, 1913: 143; Anhegger, 1944: 354).

479 Maden cevherlerinin tasfiyesi için yapılan ameliye olan roşt, roştuna göre üç dört mak‘ad yanardı (Akgündüz, 1990b: 444). Yığının en altında hava deliği ve üstünde de dumanın çıkacağı bir deliğin bırakılmasına dikkat edilirdi. Daha sonra ise ateşlenen fırınlar yedi sekiz gün boyunca sürekli yanardı. (Spaho, 1913: 143). 1842 yılında bir fırında eski usulle yedi gün altı gecede karışık cevherler imâl edilmiştir (BOA, DRB.d 980)


218

 

Döşenen cevher, kömür ve odun yandıktan sonra kadı, emin ve kâtip üzerine vararak kanun üzere üçer himl ayırarak, her üç himl480 kanun gereği hîce denilerek bu miktarın içine 12 kantar481 mürdesenk karıştırılırdı. Uzunluğu ve genişliği ikişer zira birer körük, bir fırın bina olunmuştur. Fırın yakıldıktan sonra cevher üstten boşluğa akacak şekilde bir havuz yapılırdı. Fırından çıkan karışık haldeki cevher fırın yakınlarındaki bir ocak yerinde çam ağacından dört tomruk ile kül oluşturulunca ocak kurutulup üzerine odun ve onun üzerine kurşunlar yüklenip ve çam tomruklar da kurşunların üzerine konulup (Spaho, 1913: 143) yakılırdı. Körükler vasıtasıyla dolap döndürülür ve ateş gerekli sıcaklığa ulaşınca kurşun eriyerek ocağa akardı482. Ateş altında kaynadıkça kaymak gibi mürdesenk ortaya çıkardı483. Kanun gereği o ocakta görevli olan çestlaç bunu alırdı. Mürdesenkle birleşik olan bu cevher gümüş kalıncaya kadar devam ederdi. Bu durumda kadı, maden emini ve kâtibe haber verilerek ne kadar ürün elde edildiğini öğrenmek için mahkemede tartılıp defterlere kaydedilirdi. Her hafta tekrarlanan bu işlem sonucunda kalhaneye gönderilen gümüşün484; kadı, maden emini, maden katibi ve roşt katibinin de bulunduğu kalhanede kanun üzere, 100 dirhemine beş dirhem bakır katılarak485 ocağa konurdu. Kalcı adı verilen usta demir maşasıyla; bakır, kurşunu yiyip kendi dahi kaybolana ve sadece gümüş kalana kadar karıştırırdı. Burada ortaya çıkan gümüşler sahib-i ayara teslim edilir ve deftere kaydedilirdi486 (Spaho, 1913: 144). Bu aşamadan sonra ise elde edilen gümüşler para yapımında kullanılırdı487.

 

480 Bir himl, dört kabal kabul edilen mahalli ölçüye eşit olup 99.576 kg’a eşittir (İnalcık, 1991a:13).

481 Bir kantar 44 kıyye idi (BOA, C.SM 63/3196).

482 1588-1589 tarihli maden kanununda çok kısa bir bilgi de olsa cevherin işlenmesi ile ilgili “Ma‛den çıkan gümüş kokulu olub kefçeye girüb kâl olunmakta aslâd ‛asîr ve gümüş zâyi‛ olmak görine ‛alâca hemân ateşin çeküb soğuya yine ateş idüb kaynamağa başladıkda bir kıyye fer ve mesel bir adam tersîn halt ile halis gümüş ola gaslde olunmaya” (BOA, MAD.d 22148: 6) denilmiştir.

 

483 Bozkır madeninde 27 Ekim 1793 tarihinde, 10.000 kıyye kurşun kal olacak mürdesenk külçe hazır olduğu piristat ve kalcıbaşı iyileştiği zaman kal olunup der-mahzen olunacağı maden emini tarafından bildirilmiştir (BOA, D.DRB.THR 6/29).

484 Gümüşler cistiladan çıktığında bir deri keseye konulup kâtip ve şafar mühür ile emin de vezn idüb mahkemeye gönderilip onlar dahi vezn idüb ne miktar olduğu deftere kayd edilip mühürlenir ve kal işlemi için hazır hale getirilirdi (Spaho, 1913: 146).

485 Gümüşü sertleştirmek için de bakır kullanılmıştır (Halil Edhem, 1307: 73).

486 Bu işlemin anlatılışı için bkz. Anhegger, 1944: 354-355.

487 Cümle mübaşirin, kadı, emin, kâtibler ve ustalar gelüb ondan sahib-i ayar nekra sahiblerinin nekraların vezn idüb nekraların sahib-i ayara teslim ederler ve kadı, emin ve kâtibler ale’l-infirâd defterlerine kayd idüb ve sehmine üçer akçe dahi kayd iderler kıymeti bağlarlar ve ol nekra hanesinde ol aldıkları nekraları sahib-i ayar kepçeye koyub kaç nevbet olursa eridüb subke iderler 13.000 dirhem olucak bir nöbet hasıl olur vezn idüb ustalara teslim iderler ve deftere kayd iderler ve ol vakt 65


219

 

Fırının üslubu, taştan bir duvar yapılarak duvarın dibine bir delik konulması şeklindeydi. Körüklerin lüleleri oraya konurdu ve duvara yamaşık fırın ederlerdi. Önünden iki deliği olurdu. Birbirinden bir karış yüksek, üstünde olan delikten cevherin dördü ki akıp altında olan delikten kurşun akıp işler, roşt olan cevher tamam çekildikten sonra kaç kıta kurşun olursa vatruk gelip maden emininden cistile edilmesi için icazet tezkeresini alırdı (Akgündüz, 1990a: 163). Evliya Çelebi, Samakov madeninde eritme işlemi için devamlı yakılan körüğü on adamın çekemeyeceğini ve körüğün maden ocağının yakınına konulan bir su değirmeninin çarklarınca döndürüldüğünü yazmıştır488 (Sevinç, 1980: 110). Aşık Çelebi, genellikle galen ve diğer sülfür çeşitlerinin tasfiyesi için, maden ocaklarında kullanılan fırınların körüklerini çalıştıran su çarklarının –ziraatta kullanılan eski İran su çarklarından ayırt etmek için- Frenk çarkı olduklarını belirtmiştir (Murphey, 1992: 14). Çarh, bir su çarhı diğeri bargir ile çekilen kuru dolap olmak üzere iki türlüydü. Suların çoğalması üzerine kuru dolapla amele gelirdi. Çarhın birçok hizmetkarı vardı fakat bunlardan başka kimse cevher çekmeye kadir değildi. Çarhın cevheri yandıktan sonra tekneyle489 cevherini alırlardı (Akgündüz, 1990a: 162-163).

 

Cistila, bir mahalde tekne resminde kül ve kum ile teşt ederler ki vüsatde kurşuna göre ondan sonra ateş ile kuruduktan sonra kurşunu üzerine koyup, eritip,

 

dirhemi kefçede tahrik olunub kesr gelür kanun budur ziyade olucak onu sahib-i ayara tazmin olunur ve ustalar dahi kendüye teslim olunan nekra- i alub kârhâneye gelüb kasâcçı tâb zânına tartı virüb ol dahi tavlayub kasâcçuya virir oldahi tamam tâsî-i evâzedüb ve götürüb ustalara teslim ider ondan ustalar kelpedenci ocağına kelpedenciye virir oldahi temam temâmı çekdikten sonra götürüb ustalara teslim ider ondan ustalar pergelleyüb tuğracıya virir oldahi tuğralayub girü ustalara teslim ider ondan ustalar karmaya çâşni kuyucuya virir oldahi kehle idüb girü ustalara teslim ider oldahi vezn idüb ağardıcıya virir ve ağardıcı ağardub ve götürüb yine ustalara teslim idüb ustalar sikkezene virir sikkezen sikkeleyüb ve getürüb ustalara teslim idüb ustalar kadıya, emine, sahib-i ayara ve kâtibe haber idüb nekra hanesinde cem‘ olub ve nekra defterlerin ihzar idüb nekra sahiblerine üleştireler ustalar dahi kendüye teslim olunan 13.000 dirhemin 120 dirhemin kanun-i padişahî mûcebince ustalara virilüb ve 880 dirhemi ki hurdalıkdır taleb olundukda bir mikdarı işlenüb meskûk olunur ve meskûkdan mâada ne kalursa hurda olub taleb olunub ahz olunur ve defterde meskûk ‘aynî ile kayd olunub ve ondan sonra sâfî kalan nöbet 12.000 dirhemdir her 100 dirhemi 420 üzerine 50.424 akçe olur ki bu zikr olunan akçeden nekra sahibleri ma‘rifetiyle 100 dirhem çeşnî alunub add olunur temam

 

420   geldikde tâblanub temam ve sahih bulduktan sonra ol- çeşnî-i bir pâre beze bağlanub hazane-i amireye mahsus darbhaneye irsal oldukda kaç nöbet işlediyse olkadar merbut çeşnî aynî ile irsal olunur ve bir nevbetten 3.800 akçesi mühri içün ahz olunur ve bâki 36.055 akçesi nekra sahiblerine tevzi‘ olunur ve bu tevzi‘ olunan akçeden maden emini ‘öşrin alıb hıfz ider… (Spaho, 1913: 144-145) ifadesi kanunnamede zikredilmiştir.

488 XV. ve XVI. yüzyılda Almanya’da su çarkları, maden kuyularındaki suyun boşaltılmasını ve maden eritme ocaklarında kullanılan körüklerin çalıştırılmasını sağlıyordu (Tez, 2005: 132).

 

489 Maden kuyularındaki toprağın tekne ile çıkarıldığını gösteren örnekler de vardır (Beldiceanu, 1964: 357).


220

 

kaynamağa başlar. Cistilar, kurşunu gümüşten tefrik eden görevlidir. Kurşun üzerine köpük resminde kömür ile mahlut bir nesne çıkar ki, asıl gümüşü onda olur. Üzerinden sıyrılıp yunarak tekrar cistilaya konularak tekrar yıkanıp cistilada kaynatılır. Tamam, kurşunu halt olunca, ondan sonra muhkem kaynayarak mürdeseng olub ocaktan taş akmaya başlar. Mürdeseng aktıktan sonra gümüş orta yerde kalır. Su vurup ocaktan çıkaran şafar mühürleyip kalhaneye getirir. Kalhanede kal olup halis olduktan sonra darphaneye iletilirdi (Akgündüz, 1990a: 163).

 

Kanunnamelerde geçen bu bilgiler yanında seyyahların cevherlerin işlenmesi ile ilgili gözlemleri ise şu şekildedir. Kâtip Çelebi, Gümüşhane madenlerinde cevherin ayrıştırılması ile ilgili şu kayıtları tutmuştur. Cevher ilk fırınlaması esnasında yakılmasında az olan toprağı kabuk gibi ayrılarak zenberekte kalır. Eriyerek ayrılan aşağı ocağa iner. O eriyip terk edeni/mutarik-i zabı kal ateşine koyduklarında kendisine bir yol bularak kırmızı bir mum gibi eriyip pişirilen cevherin yüzüne çıkar, mürdesenk denilen kurşun olur. Pişirilen saf maden aşağıda kalır. Madenin sıcaklığının ölçüsü tam olmadığından bu cevherin çoğu gümüş, az bir miktarı ise altındır. Ondan sonra tîzabda gümüşü çözerken altın çöker. Bu şekilde bir maden cevherinden üç türlü maden ortaya çıkarılır (Ahmed Vâsıf Efendi, 1978: 296). Ocaklardan elde edilen simli kurşun ergitilerek kurşunu ayrılırdı. Geri kalan gümüşte altın varsa Rumeli’de “tizab” denilen nitrik asitle muamele edilerek meydana çıkarılırdı. Mâ-i faruk/ayırıcı su adı verilen nitrik asit imali için güherçile gerekirdi (Sahillioğlu, 1989: 534-535).

 

1910 yılında Bulgardağı madenine giden Ahmet Şerif fırının durumunu, cevherlere yapılan işlemleri şu şekilde gözlemlemiştir. Pek âdî ve basit olan fırın, arkasında iki işçi tarafından hareket ettirilen bir körükle işletilirdi “Fırını odunla yakıyorlar, cevheri ocağa döküyorlar, körük devamlı çekiliyor. Sıcaklık istenilen dereceye gelince, cevher erimiş ateş hâlini alıyor ve ocaktaki oluk açılarak, aşağıdaki uzun kalıba dökülüyor, orada, az bir süre kaldıktan sonra, sertleşiyor, üzerinde beyâz bir renk bulunan simli kurşun oluyor ve bir ocakta bu işlem, cevherin saflığına göre üç-dört def‘a tekrâr ediliyor. Ocakta ise, kül hâlinde cürûf kalıyor, bu atılıyor.” Bundan sonra, maden külçelerinin eritilip arındırılması işlemi olan kâl işlemi başlar. İzâbe fırınından alınan kurşun parçaları, kâl fırınına götürülür “bu fırın


221

 

az bir farkla, diğerinin aynıdır”. Fırının arka tarafında bir oluk vardır. Bunun üzerine iki sıra odun konur. Kurşun kitlesi arada kalır. Körük çekilir, gerektiği kadar sıcaklık elde edilince, kurşun erir ve taş halinde, kurşun oksit kalarak, altınla karışık gümüş, oluğun içine çökelir. Buradan gümüş parçaları akarak saklanır. Kurşun oksit de, ambara konulur. Bütünüyle dolmuş olan ambarlarda, beş yüz bin okka kurşun oksit bulunduğunu, memurlar, tahminen söylüyorlar. Altınla karışık olan gümüşü, maden idaresi, nezarete gönderiyor ve orada tahlil edilip, altını ayrılarak, müzayede ile satılıyor. Fiyatı buraya bildiriliyor, galiba masrafları çıktıktan sonra, altının dirhemi

12   kuruş 32 para, gümüşün dirhemi ise 18 para ve kurşun 12 para tutuyor (Ahmet Şerif, 1999: 230). Fırınların önünde, dere içinde, yığın yığın cürûf, izabe işleminde cevherden kalan posa vardır. Bunlara hiç önem verilmediğinden dere alıp götürmektedir. Hâlbuki geçenlerde gelen maden mühendisleri bu cürûfta % 47 oranında cevher kaldığını söylemişlerdi. Demek ki bu hiç kullanılmadan mahvoluyor ve su ile gidiyor. Diğer işlemle, bu cüruftan faydalanmak mümkün olduğu gibi, kurşun oksitin de tekrar kurşun haline getirilmesi pek mümkündür (Ahmet Şerif, 1999: 230).

 

Bozkır madenindeki cevherlerin işlendiği fırınlar ile ilgili olarak ilkokulun490 yanında bir höyük gibi yığılı duran cüruflar madenin işlenişine delil olabilir (Oral, 1957: 31). Ocaktan çıkan madenler kasabada, çay kıyısındaki ilk mektebin bulunduğu yerdeki tesislere getirilmekte ve bu tesislerde yapılan işlemler sonucunda kurşun, gümüş ve az miktarda altın elde edilmektedir. Bunların cürufları son zamanlara kadar mektebin güney çevresinde görülmekte idi (Sümer, 1995c: 14). Cevherler Çarşamba Çayı’nın kenarında, pazar yerinin batısında bulunan fırınlarda işlenmiştir. Bu düşünceye kanıt olarak, fırınların yakılması için gerekli olan körüklerin çalıştırılması için suyun gerekli olması gösterilebilir. Faruk Sümer, altın ve gümüşün de Bozkır’da ayrıştırıldığını söylemesine rağmen Bozkır madeninde sadece gümüş ile kurşun ayrıştırılmıştır. İçerisinde altın olan gümüş, “mahlût sim” olarak adlandırılmış ve darphaneye gönderilerek orada ayrıştırılmıştır (BOA, C.DRB 355).


 

 

490 Bozkır’da yapılan incelemeler neticesinde fırınların cuma pazarının batısında yer aldığı tespit edilmiştir.


222

 

Cevherlerin ayrıştırılması esnasında kullanılan fırınlara yapılan masraflar, çeşitli nedenlerden dolayı Osmanlı madenlerinde farklıydı. 24 Şa‘bân 1195/15 Ağustos 1781’de Bozkır madeni fırınlarının masrafı 118,5 kuruş491 olmuştur. Fakat bir fırının masrafının 94,5 kuruş 15 para olması gerektiğinin söylenmesi üzerine darphane nazırı, maden fırınlarına naklolunan kömür ve kütüğün beşer altışar saat mesafedeki mahallerden geldiğinden her fırının masrafının 50-70 kuruş arasında olduğunu, cevher kazılması, cevher nakli, çakılcı masrafı ve diğer masrafları ile birlikte beş gün beş gecede 10 nöbet tabir olunup bazı fırında 20.000 ve bazısında 15.000 cevher noksan olduğuna değinerek her fırının birbiriyle mukayese imkanının olmadığını dile getirmiştir. Zira bazı fırına 10.000 kıyye bazısına ise cevherin çabuk erimesi nedeniyle 6.000 kıyye kömür gitmekteydi. Kal kütüğü de bu şekildeydi. Bununla birlikte cevherin iyi, orta ve kötü olup olmadığı da bilinmemekteydi (BOA, MEDAD 8: 653-1). Dolayısıyla bu etkenler fırınlara yapılan masrafları da artırmaktaydı. Fırınlarda yapılan üretim sonucu ortaya çıkarılan ürünler mahzenlere konurdu. Bozkır madeninde bir fırın mahzeni vardı (BOA, MEDAD 8: 633-1). Üretilen kurşunların konduğu bu mahzen (BOA, MEDAD 8: 670-1) kurşunların korunması için kullanılmış, mahzendeki kurşunların başına bir hadise gelmesi durumunda ise görevlilerden iki katıyla tazmin edileceği ifade edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 691-2).

 

Madenlerde cevherlerin işlenmesi kış şartlarıyla yakından ilgiliydi. Kış aylarında cevher kazmak mümkün değilse de genelde fırınlar cevherleri ayırmak için yakılırdı. Keban ve Ergani madenlerinde mart, nisan ve mayıs ayları çok soğuk geçtiğinden dolayı fırınların haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarında çalışabileceği, bu yıl üç defa gönderilen gümüşün son defa gönderilenin bu yüzden az olduğu, 4 Mart 1840’ta, merkeze bildirilmiştir (BOA, C.DRB 1634). Bozkır madeninde ise Siristat’a naklolunan cevherler kışın da işlenebilmiştir (BOA, D.DRB.THR 6/29). Kış ayları, Bozkır madeni mağaralarının Bozkır ve Alanya arasında olmasından dolayı mağaralardan cevher çıkarılmasını ve bunun Siristat’a naklini engellemiştir. 11 Ekim 1788 tarihinde, Bozkır madeninde üretilen kurşunun


 

491 Bereketli madeninde 18 Ekim 1779’da 7.200 kıyye cevher alan bir fırının masrafı 75 kuruştu (BOA, C.DRB 3058). Balya madeninde ise bir fırına 6.000 kıyye cevher konulmuştur (Su, 1939: 24, 64).


223

 

Alanya İskelesi’ne taşınması gerekirken kasım ayı geldiğinden ve şiddetli kıştan dolayı maden ile iskele arasındaki yollar kapalı olduğundan kurşunun nakli mümkün olmamıştır (BOA, C.DRB 3137).

 

Bozkır madeni fırınlarında istihdam edilen görevlilerle ilgili bir bilgi tespit edilememesine rağmen diğer madenlerdeki uygulamaların geçerli olduğu düşünüldüğünden diğer madenlerde çalışan amelelerle ilgili şu bilgiler tespit edilmiştir. 1842 yılında Balya madeninde 40 fırın körüğünde 369 nöbette 2.583 amele ile 39 kal körüğünde her kâlde dört kişi bulunmak üzere 156 kişinin görevlendirildiği, bu amelelerin 200 para olarak görünen ücretinin “nizam gereği” 30 parasının madenciler tarafından verildiği; 39 fırında 39 çarkçının görevlendirildiği ve yevmiye olarak 10 kuruş verildiği görülmektedir. Buradan her kal körüğünde dört ve her fırında bir çarkçının görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Balya madeninde 1842 yılında 40 fırında 80 piristat görevlendirilmiş ve bu görevlilere 1.255,5 kuruş ücret verilmiştir. Her fırına iki piristatın düştüğü madende, her fırına günlük 10 kuruş ücret verilen bir fırın mütevellisi görevlendirilmiştir. Yine Balya madeninde kal üstadiyesi adıyla 531 kuruş ödenmiştir (BOA, DRB.d 1037).

 

Fırınların bulunduğu yerlere cevher nakletmek de madendeki önemli işlerden biriydi. 1837 yılında Gümüşhacıköy madeninde cevher nakliyesinde görev alan cevherkeşan, 20’şer para eksik ücret verilmesine rağmen yine hizmete devam etmiştir. Bir fırına 30 küfe cevherin kullanıldığı madende, her küfe cevherin nakliye ücreti 5,5 kuruş olmuştur. Yine aynı madendeki fırınlar 10 nöbet itibarıyla çalışmış, fırınlardaki amele için kazalardan dörder kuruş tahsil edilip ikişer kuruşu ameleye verilirken kalanı maden eminine gelir olarak kaydedilmiştir. Bir fırına 30 küfe cevher ile 60 küfe kömür kullanılmıştır (BOA, HH.d 13823: 1). Balya madeninde de cevher ve cüruflar küfe hesabıyla taşınmıştır. Cürufun her küfesi 160, cevherin her küfesi ise 200 paradan hesap edilmiştir. Aynı madende odun, kum, kül ve taş nakliyesi için de ücret ödenmiştir (BOA, DRB.d 1037). Gümüşhacıköy ve Balya madenleri arasında cevherin küfesinde 20 paralık bir farklılık bulunmaktadır. Cevher nakledilen yerin uzaklığı bu iki maden arasısındaki farklılığının ortaya çıkmasına sebep olmuş olmalıdır.


224

 

Maden eminlerinin nevruza yakın muhasebeleri görülürdü (Spaho, 1913: 140). Bu işlem esnasında maden için yapılan bütün harcamalar kaydedilirdi (IV. Bölüm). Madenlerde üretilen altın, gümüş, kurşun gibi madenlerin çıkarılması ve işlenmesi aşamaları ile naklinde harcanan bütün masrafları çıktıktan sonra kalan miktar madenin yıllık kârını ortaya koymaktaydı ki buna “fayiz-i maden” denilirdi (BOA, MEDAD 8: 548-1; 681-1).

 

1.1.3. Madenlerde Çalışma Şartları

 

Madenlerde cevherlerin çıkarılmasından işlenmesine ve nakline kadar her alanda ağır çalışma koşulları vardı492. Bu zorluğu madenciler için biraz da olsa hafifletmek için madenlerde nöbet usulü çalışma sistemi benimsenmiştir. Bozkır madeninde fırınların yakılması esnasında beş gün beş gece 10 nöbet usulü ile çalışılmıştır (BOA, MEDAD 8: 653-1). Çalışma şartlarının493 ağırlığı nedeniyle işçiler dönüşümlü olarak çalışmış ve bu hesaba göre haftada iki gün dinlenmişlerdir.

 

Madencilik, iş kazalarının çok olduğu alanlardan biridir. Yukarıda değinildiği üzere mağaralarda tahkimat yapılarak çeşitli önlemler alınmaya çalışılmıştır. Buna ek olarak çalışılan yer zehirli gazlar barındırdığından gerekli havalandırma tedbirleri alınmıştır. Bununla birlikte sulu mağaralar madencilerin çalışmasını zorlaştırdığından öncelikle suların temizlenmesi gibi önlemler alınmıştır. 1910 yılında Bulgardağı madenine giden Ahmet Şerif, bir madencinin günlük ücretinin beş kuruşu geçmediğini ifade ederek madencilerle ilgili gözlemlerini şu şekilde aktarmıştır: “Hâlbuki o, mağaralarda çalışacak, geçilmez yerlerde yürüyecek ve bütün gün ateş karşısında körük çekecektir. Mağaralara inip çıkarken, düşmek ve çığ düşmesine uğramak gibi tehlikeler ise, devamlı olmaktadır. Hatta geçenlerde, düşen büyük bir çığ altında kalıp, derhal ölen, üç madenciden birinin, bulunamayan cesedi, epeyce bir süre sonra, ben orada iken, karların altından meydana çıktı. ” (Ahmet Şerif, 1999: 231).

 

 

 

 

492 Bu konu hakkında bkz. M. Bülent Varlık, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenlerde Çalışma Koşulları Üzerine Bir Derleme/Deneme, Ekonomik Yaklaşım II, S. 1, Ankara 1981, s.191-210. Aynı makale için bkz. M. Bülent Varlık, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenlerde Çalışma Koşulları, TCTA IV, İstanbul 1985, s.917-922.

 

493 Ortaçağ’da Avrupalı madencilerin çalışma şartları için bkz. Gimpel, 1996: 91-94.


225

 

Madenciler, mağaralardan sonra fırınların yanına getirilen cevherin işlenmesinde de çok ağır koşullarda çalışmıştır. Fırınların karşısında körükleri çeken görevlilerin akşama kadar sıcağın karşısında çalışması zorlu koşullarla verilebilecek örneklerden birisidir. Bütün bu ağır şartlara rağmen madenciler ürettikleri madenlerin masraflarını karşılamaması gibi sorunlarla da karşı karşıya kalabilmekteydi494. Madenlerde çalışma şartlarının daha iyi anlaşılması için madencilerin izinleri, ücretleri ve günlük ihtiyaçları gibi konuların da bilinmesi gerektiğinden aşağıda bu konulara da değinilmiştir.

 

Hata en bile olsa bir kimseyi öldürmenin müeyyidesinin diyet olduğu dikkate alınırsa, İslam Hukuku’nda insan hayatına ne ölçüde kıymet verildiği anlaşılır. Ancak işveren, kazalara karşı her türlü tedbiri almış, buna rağmen kaza olmuşsa, işverene karşı dikkatsizlik ve tedbirsizlik gibi bir suçlama yapılamayacağından Hz. Peygamber bu durumda madende ölen kimselerin varislerine karşı ocak sahiplerinin malî mükellefiyetinin bulunmadığını bildirmiştir. Tabii ki bu durum, işçilerin sosyal güvenliği için bir takım sigorta şirketlerinin kurulmasına engel değildir (Aktan, 1986: 84). Nitekim 13 Nisan 1849 tarihinde Gümüşhane madenlerinde lağımcı ustası olarak çalışırken üzerine lağımın yıkılması üzerine sağ ayağı kırılan Yorgi adlı kişiye yaşadığı müddetçe maden emini temettuatından verilmek üzere aylık 60 kuruş maaş bağlanmıştır (BOA, DRB.d 1040). Madende çalışmadan dolayı meydana gelen zararın tazmin edilmesi madencilerin sigortalandığı şeklinde yorumlanabilir.

 

1.1.3.1. Madenci İzinleri

 

Bozkır madeninde üretim faaliyetleri mevsimlikti. Çünkü kış aylarında maden çalışmamaktaydı. Fakat burada mağaralardan cevher kazılması kastedilmektedir. Zira madenlerin işlendiği fırınların kışın da çalıştığı ile ilgili hem belge (BOA, D.DRB.THR 6/29) hem de gözlemler (Hamilton, 1842: 339) bulunmaktadır. Ancak üretilen kurşunların Alanya İskelesi’ne naklinin kış nedeniyle kasım ayında gerçekleşmemesi nakil güzergahında bulunan mağaraların da çalışmadığını

 

 

494 “…mağaralardan ihrac fetay-ı şehrde leknis tabir olunan havuzlarda birkaç defa tathir ve süzüb kiriç gibi kurutmağla imâl olduğundan hâsıl olan zer ü simin aidat-ı miriyyeleri ihraç olduktan sonra fiyatı miri üzere ita buyrulan mübayaa bahaları fırunlarımız bahalarına vefa etmeyüb…” (Altunbay, 2002: 284). Cevherin su ile ayrıştırılması sonucu imâl edilen altın ve gümüşün bahaları fırınların masraflarına yetmemiştir.


226

 

göstermektedir. Zira Bozkır madeni mağaraları ileride değinileceği üzere Bozkır ve Alanya arasındadır.

 

Madencilik sektöründe iş mevsimi olarak Nevrûz-i Rûz-i Kasım (Mart-Kasım) (Yüksel, 1997: XXXV) veya Rûz-i Hızır-ı Kasım (6 Mayıs-Kasım) (Altınay, 1931: 40 ) tarihleri verilmiştir495. Bozkır madeninde ise altı aylık bir çalışma yapıldığına dair izlenimler elde edebiliyoruz. Zira kazalar madene bağlanırken Kırili kazasından altı aylık çakılcı ücreti talep edilmiştir496 (BOA, MEDAD 9: 176-1). Bozkır madeni mağaralarındaki çalışmalar, kış şartlarından dolayı kasım ayında bittiğine göre, Bozkır madeninde madenin faal olduğu aylar mayıs, haziran, temmuz, ağustos, eylül ve ekim ayları olmalıdır. Kış aylarında, yerleşim yerlerine uzak ve dağlara yakın bir yerde olan cevher mağaralarına ulaşımın zorluğu, buradaki kış şartlarının madencileri olumsuz etkilemesi ve mağaralarda cevher kazmak ile çıkarılan cevherleri fırınların olduğu Siristat kasabasına nakletmenin zorluğu gibi nedenler madencilik faaliyetlerinin mevsimsel olmasına neden olmuştur.

 

Osmanlı madenlerinde çalışan amelelerin isimleri defterlere kaydedilirdi. Amelenin isimlerini içeren defterlerin birer örneği de İstanbul’a gönderilirdi497 (Ahmet Refik, 1931: 16). Deftere kayıtlı bir maden amelesinin maden emininden izin almadan madeni terk etmesi mümkün değildi. Madeni terk edip evine gidecek olan madenci fırınları işletmek şartıyla yerine güvenilir bir madenciyi vekil olarak bırakmalıydı498 (Ahmet Refik, 1931: 26). Zira babadan oğla geçen bir meslek olan madencilik499 işlerinde çalışmak zor olduğundan madenlerden kaçanlar da oluyordu

 

495 Bir başka araştırmacı  ise madencilik faaliyetlerinin, mevsimsel olarak 21 Mart-7 Kasım arasında

7,5 ay yapıldığını ifade etmiştir (Murphey, 1986: 976).

496 Kırili kazasının madene vereceği 150.000 kıyye kömür için kazaya 62,5 balta tayin edilmiştir. Her baltanın haftada 100 kıyye kömür teslimi öngörüldüğüne göre kaza haftada 6.250 kıyye, ayda 25.000 kıyye kömür teslim etmelidir. Bu hesaplama kazanın vermesi gereken 150.000 kıyye kömürü altı ayda tamamladığını göstermektedir. Benzer durum diğer kazalar için de geçerlidir.

 

497 Madenlere bağlı köyler ahalisi de defterlere kaydedilirdi ve eğer köylerini terk ederlerse geri getirilirlerdi (Anhegger-İnalacık, 2000: 12).

 

498 Gümüşhane kadısına ve Gümüşhane, Keban ve Ergani madeni eminlerine gönderilen hükümde: “Gümüşhane ve tevabii mukataası mirînin külliyetlü mukataası olub her madende olan ustalar iktiza hasebile hanelerine gitmek lazım geldikde varub gelince furunların işletmek şartile yerine mu‘temed vekil nasb ve emin olanların yedinden izin kağıdı alub ve derakab gelüb hidmete kıyam eylemesi… (Ahmet Refik, 1931: 26) ifadesiyle yerine vekil bırakmanın gerekliliği üzerinde durulmuştur.

 

499 Madenciliğin babadan oğla geçmesi bir taraftan madencilik faaliyetlerinin sürekliliğini sağlarken diğer taraftan, kabiliyet esası gözetilmediğinden dolayı, madencilikten anlamayan insanların da madenlerde istihdamına sebep olmuş olmalıdır. Nitekim Osmanlı’nın madencilik alanındaki teknolojik meselelerde geri kalmasının az da olsa bir nedeni de bu olabilir.


227

 

(Tızlak, 1997a: 192). Hem madenlerde çalışmanın zorluğu hem de madenlerde çalışacak maden işinden anlayan fazla kişi olmaması nedeniyle, kaçan kişi yakalanıp maden bölgesine getirilirdi. Usta, işçi, amele ve diğer madenciler belirli bir zaman için dahi olsa yerlerine vekil bırakmadan işi bırakıp ayrılamazlardı (Çağatay, 1942a: 19). Bütün madenciler, vaziyete göre tayin edilmiş belirli bir zaman varsa, o müddet bitmeden ya da maden ocakları kapanmadan izinsiz olarak hiçbir sebeple ayrılamazlardı. Zaruri bir sebeple ayrılması gereken madenci, maden emininden izin kağıdı almak zorundaydı (Çağatay, 1942a: 42).

 

Genel olarak madenlerde beş gün çalışma ve kalan iki gün tatil olarak belirlenmiştir500 (Anhegger- İnalcık, 2000: 7,12,14,15). Avare gün ya da tatil olarak belirlenen günlerin, çalışanların Müslim ve gayri Müslim olduğundan hareketle cuma ve pazar günleri olabileceği Altunbay tarafından iddia edilmiştir (Altunbay, 1998: 45). Cuma gününün tatil olduğu konusunda bir tereddüt yoktur. Zira madencilikle ilgili kanunnamelerde hafta başı olarak cumartesi günü zikredilmiştir501 (Spaho, 1913: 153). Ancak pazar gününün tatil olmasına şüpheli bakmak gerekir. Zira fırınların devamlı yakılacağı ve hafta başının da cumartesi olduğu düşünülürse diğer tatil gününün perşembe günü olması muhtemeldir. Bu durumda gayrimüslim madencilere yerlerine bir vekil bırakma hakkı verilerek pazar günü ayinlere katılmalarına izin verilmiş olmalıdır. Mağaralarda çalışanlar için, fırınların aralıksız yanması gerektiği düşünülürse, haftanın ikinci gününün tatil olması pek mantıklı gelmemektedir. Sas madeni kanununda “ve kuyu ki, şurfı battal ola, rehin konulmazdan evvel sahibine hüccet koyalar; tâ şenbe gününden çahârşenbe günü akşamına dek yıldı görünce urbarara varub bir gümüş nesne koya; zamkoş için kıymeti ola.” (Akgündüz, 1993: 669) şeklindeki açıklamadan hafta başının

 

 

 

500 1475 tarihli Kratova madeni yasaknamesinde de iki gün avare olduğu ile ilgili hüküm vardır (Akgündüz, 1990a: 549). 1455 yılında hazırlandığı tahmin edilen Novoberdo madeni yasaknamesindeki iki gün tatil olması ile ilgili bkz. Akgündüz, 1990a: 556. Haftada iki gün avare olma ile ilgili ayrıca bkz. Beldiceanu, 1964: 323.

501 Şenbe/Cumartesi günü çeşitli görevlilerin maden üzerine varıp izbor etmelerinden bahsedilmiştir (Spaho, 1913: 152). Sırpça zbor kelimesinden gelen cumartesi günü madenlerde çalışanların hususi bir toplantısına izbor denirdi (Anhegger-İnalcık, 2000: 7). Kadı, emin, maden kâtibi, roşt kâtibi, şafarlar ve ehli maden olanlar cumartesi günü kuyulara bakarak, kuyuların kaç kulaçta olduğunu, cevher durumunu tespit ederek kadı defterine kaydedilmesi ile her hafta cumartesi günü gerçekleşen (Spaho, 1913: 152) bir teftişti, denilebilir.


228

 

cumartesiden başladığı ve çarşamba gününe kadar çalışmanın tamamlandığı anlaşılmaktadır.

 

1.1.3.2. Madenci Ücretleri

 

Mağaralarda ya da fırınlarda bu çalışma şartları altında çalışan madencilerin aldıkları ücretler konusunda şu bilgileri vermek mümkündür. 1796-1797 yıllarında maden amelesinin günlük 15-20 paraya çalıştığı ve bunun önceki yıllara göre iki katı bir ücret olduğu tespit edilirken 1842’lerde ise, Ergani madeninde üretilen bir batman bakır için maden amelesine beş kuruş 30 paralık bir ödeme yapılmıştır502 (Tızlak, 1997a: 191). 19 Şubat 1782 tarihinde, Bozkır madenine bağlı kazalardan temin edilen baltacılar haftada yüz kıyye kömürü temin ederek fırınların olduğu mahalle nakletmek karşılığında 60 akçe ücret almıştır. Yine madene bağlı kazalardan temin edilen çakılcı amelesine ise yevmiye 20’şer akçe ücret verilmiştir (BOA, C.DRB 2421). Benzer şekilde Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne 100 kıyye kurşun 50 para nakliye ücretiyle görevli kaza ahalileri tarafından taşınmıştır (BOA, C.DRB 3252). Bu örneklere bakılırsa maden işçileri yaptığı işe göre günlük ya da üretim üzerinden ücret almıştır503. 22 Mayıs 1849’da madenciler yevmiye ile çalışmak istememiş ancak bu durum, Tanzimat’ın bir gereği olduğundan yeni usul benimsenmiştir (BOA, DRB.d 1040). Madencilerin aldığı ücretleri mukayese etmek için o günkü şartların ne olduğunu da tam olarak bilmek gerekmektedir. Bu anlamda 1836 yılında ekmeğin okkasının 0,4 kuruş olması504 (Varlık, 1985: 921) madencilerin ücretlerinin düşük seviyede olduğunu da göstermektedir.

 

Verilen ücretlerin azlığı madencilerin yakınmalarını da beraberinde getirdiğinden devlet, bu sorunu çözmek için madencilere ücret dışında çeşitli adlarla ödemeler yaparak sorunu gidermeye çalışmıştır. Nitekim Bozkır madenindeki madencilerin aldığı ücretler, masraflarını karşılamadığından dolayı madenciler başka madenlere giderek borçlarını ödemek istemişlerdir (BOA, C.DRB 47). Madenlerde

 

502 1836 yılında, Keban madeninde kurşun üretiminde çalışan işçilere günlük 1,25 kuruş ücret verilmiş tir. Bununla birlikte bu işçiler gerçek değeri 0,4 kuruş olan ekmeği 0,1 kuruşa satın almışlardır (Varlık, 1985: 921). 1251/1835 yılında Bereketli madenine bağlı köylerden 50’şer kuruş ırgadiye akçesi toplanmıştır (BOA, DRB.d 1020).

 

5031820 yılında, Bozkır madeninden “caize-i maden-i Bozkır” adıyla 2.500 kuruş gayraz ketebe, 7.500 kuruş bo‛ça baha ve 7.500 kuruş hizmet-i mübaşiriyye teslim edilmiştir (BOA, D.BŞM.MHF.d 8824).

 

504 Konya’da 1792 yılında 45 dirhem pide ve somun bir akçe iken (KŞS 66: 152-1) 1793 yılında 33 dirhem pide ve somun bir akçeydi (KŞS 66: 152-2).


229

 

çalışanlara ödenen ücret dışında “iane-i madenciyân” kaleminden de bazı yardımlar yapılmıştır (Tızlak 1997a: 191; D.MMK.d 23125). Bu ödemeler onların üretim esnasında sermaye konusundaki sıkıntılarını gidermek için yapılan “takviyet akçesi” ödemelerinden farklı idi (Tızlak, 1997a: 192). Madencilere ayrıca in’âmat adıyla bir miktar para505 (Çağatay, 1942a: 35) ile Gümüşhane’den gönderilen madencilere harcırahları da verilmiştir. Nitekim 1772-1773 yılında Gümüşhane madeni eminine gönderilen emirde Sidrekapsi madenine gönderilecek madencilerin harcırahlarının ödenip, madene gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 2630).

 

1.1.3.3. Madencilerin Günlük İhtiyaçları

 

Bozkır madeni mağaraları ya da fırınlarında çalışan madenciler ile madendeki diğer görevlilerin günlük ihtiyaçları Bozkır madeni emini olan kişi tarafından karşılanmıştır. Bu anlamda, 20 Temmuz 1782’de, Bozkır madenindeki madencilerin ihtiyaçları için 3.000 kuruşluk zahire mübayaa ve der anbar olunması lazımdır denilerek sermaye talep edilmiştir506 (BOA, D.DRB.THR 2/20). Bu konuya bir başka örnek ise, Bozkır madeni ilk kez kapatıldığında, madencilerin zimmetinde kalan 23.503,5 kuruşun alınması emredilince, ustalar bu meblağın nakden verilmediğini, her hafta maden emini tarafından ustabaşı olanlara demir, don yağı, zahire, cevher nakliyesi ve bir miktar harçlık olarak verildiğini söylemişlerdir (BOA, MEDAD 8: 693-1). Dışarıdan gelen madencilerin ve hayvanlarının bütün ihtiyaçları maden emini tarafından temin edilmekteydi. Çünkü bu iş için zaman harcayacak olan madenciler madene gereken önemi veremeyeceğinden, devlet onların rahat çalışabileceği bir ortam yaratmaya çalışmıştır. Zira madencilerin yiyecekleri yanında getirmesi de söz konusu değildi. Madencilerin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışması madendeki çalışmaları da aksatacağından bu ihtiyaçlar maden emini tarafından karşılanmıştır. Başka bir ifadeyle Bozkır madeninde çalışan madencilere bahara kadar harçlıkları ve

 

505 Benzer şekilde Bozkır madeninde görevli kâtibe yıllık 500 kuruş maaş verilirken (BOA, DRB.d 970; BOA, DRB.d 159), verilen ücret yanında maişet adı altında bir miktar yardım daha alan kâtip, bu miktarla birlikte yıllık 620 kuruş ücret almıştır (BOA, C.DRB 3090).

506 Keban madeninde ise, madencilerin günlük ihtiyaçları için yani “akvât-ı yevmiyeleri” için gerekli ihtiyaç maddeleri Harput ovasında bulunan köylerden miri fiyat ile sağlanırdı (Tızlak 1997a: 187). Yine benzer şekilde, 17 Eylül 1800’de, Gümüşhane madenindeki madencilerin zaruri ihtiyaçlarını karşılamak üzere Bayburt kazası köylerinden Belâhur köyü hem zahire mahalli ve hem de Gümüşhane’ye yakın olduğundan dolayı zahireci olarak tayin edilmiştir (BOA, C.DRB 1775). Bozkır madeninde bu şekilde zahireci olarak tayin edilen bir köy tespit edilememiştir. Ancak ihtiyaç olan malzeme Bozkır kazası köylerinden satın olma yoluyla temin edilmeye çalışılmıştır.


230

 

zahirelerinin verilmesi madencilerin firar etmemeleri için de gerekliydi (BOA, C.DRB 1058).

 

Bozkır madenindeki madencilerin ihtiyaçları maden emini tarafından karşılanmakla birlikte madenin açılmasıyla birlikte Bozkır’da altı dükkan yapılmıştır (BOA, MEDAD 8: 633-1). 31 Aralık 1777’de ise bir adet ekmek fırını açılmıştır (BOA, MEDAD 8: 607-1). Ayrıca yine bu tarihte madencilerin kalacağı 13 oda ile Edase ve Beş köylerinde oda ve mahzenler yapılmıştır. Bu odalar ve mahzenlere levazımat, mürdesenk, emval ve zahire konulmuştur (BOA, MEDAD 8: 607-1). Yani madencilerin temel ihtiyacı olan zahire, madencilerin çalıştığı alanlara götürülerek madencilerin ihtiyaçları karşılanmaya çalışılmıştır.

 

Madenciler için gerekli zahirenin nereden ve nasıl temin edildiği de önemlidir. Osmanlı provizyonizm prensibine göre iktisadî bakımdan kendi kendine yeterli olması beklenen temel bölgesel birim kaza idi. Merkezinde nüfusu 3-20 bin arasında değişen bir yerleşme yeri ile 20-30’dan 100-150’ye kadar değişebilen köylerden oluşan bölge, üretim ve tüketimin birbiriyle dengelenmesi beklenen temel birimdi. Bölge içinde üretilen mallar, kazanın ihtiyacı karşılandıktan sonra bölge dışına gönderilebilirdi (Genç, 2005a: 88). Bozkır madeninde çalışanların yiyecek ihtiyaçlarının karşılandığı yer Bozkır kazasıdır. Zahire temin etmek için bir miktar sermaye verilen bazı kişiler görevlendirilerek Bozkır köylerine gönderilmiş, madencilerin ihtiyacını karşılayacak buğday ve arpanın ücreti karşılığında köylülerden temini yoluna gidilmiştir (BOA, MEDAD 8: 672-1). Devlet ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri üreticilerden bir tür aynî gelir vergisi tarzında, piyasa fiyatının altında, ekseriya maliyetinin de altında kalan fiyattan satın alma imkanı veren “miri mübayaa” rejimini uygulamıştır507 (Genç, 2005a: 89). Yani, tespit edilen ihtiyaç maddeleri ücreti karşılığında Bozkır kazasından temin edilmiştir.

 

XVI. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nda kazalara yalnız kendi sınırları içerisinde hububat ticaretine izin verilirken hükümetin izni olmadan hububat ihraç edilemezdi. Böylece her kazada üretilen hububat o kazada yaşayan halkına tahsis


 

 

507 Ancak bazen zahire konusunda farklı uygulamalar az da olsa uygulanmaktaydı. Bozkır madeni emininin bazı ahalinin zahiresine el koyması üzerine şikayetler olmuş ve bu şikayetler neticesinde bu zahirelerin ücretleri sahiplerine ödenmiştir (BOA, AHK.KR.d 17: 57-3; BOA, MEDAD 8: 632-1).


231

 

edilmiş oluyordu (Güçer, 1951: 81-82). XIX. yüzyılda da bu uygulama devam etmiştir. Bozkır kazasının önce kendi ihtiyacını karşılaması gerektiğine yönelik örnekler vardır. Alanya sancağı mutasarrıfı Mehmet Fevzi Paşa, ziraatları yetmediğinden Bozkır ve Beyşehir’e zahire satın almak508 için bir adam gönderdiğini ancak adamının buradan çıkarıldığını ifade ederek bu konuda emin ve mütesellime emir gönderilmesini istemiştir. Bu istek üzerine 1803-1804 yılından beri uygulanan sisteme göre zahire alacak yerin önce merkeze yazması gerektiği, 30 Ekim 1818’de, paşaya bildirilirken (BOA, HAT 616/30306) Bozkır ve Beyşehir’in verimli yerler olmasına rağmen bu sene ziraatın vasat olduğu da belirtilmiştir (BOA, HAT, 617/30409). Zahire satışının kazanın ihtiyaçları karşılandıktan sonra devam ettiğine yönelik örnekler de vardır. Nitekim 25 Ocak 1826’da, Alanya sancağı Aras köyü ahalileri Koçhisar’dan yüklediği tuzu Bozkır kazasına götürüp arpa ile değişmiştir (BOA, DRB.d 159).

 

Bozkır kazasından diğer kazalara zahire satışının önündeki engellerden biri yukarıda açıklandığı üzere kıtlıktı. İkincisi ise zahirenin öncelikle kazanın daha doğru ifadeyle madencilerin ihtiyacını karşılamasıydı. Zira timar ve iltizamın aşarı başka mahalle götürüldüğünden dolayı kalan zahire maden amelesi ve hademelerinin ihtiyacına yetmediğinden, önce madencilere yetecek zahirenin, değeri nakit olarak verilmek suretiyle, satın alınırdı (BOA, DRB.d 970). Bozkır madeninde çalışan madencilerin ihtiyaçları karşılanırken, kazada bulunan maden eminin yaşadığı konağın çeşitli ihtiyaçları da benzer şekilde satın alınarak temin edilmeye çalışılmıştır. Konakta, Bozkır madeni emini ile yanında bulunan hizmetçi ve yardımcılarının barınma ve yiyecek ihtiyaçları karşılanırdı. Bozkır madeninde yapılan 15 aylık 2.250 kuruş harcama içinde, mutfak masrafı da bulunmaktaydı (BOA, C.DRB 3090).

 

Madenlerde tecrübeli madenci sayısı az olduğundan kiralık işçilerle açık kapatılmaya çalışılırdı. Bu işçiler madende çalışmaya başladıkları zaman yiyecek ve barınma yardımı alırlardı. 1714’te madende çalışmak için kiralanan işçilere bir kuruş haftalıklarının üzerine, her gün yiyecek karşılığı olan iki para nakit olarak verilirdi. Bazen yiyecek oranı işçi başına aylık 63,96 kg un ve haftalık 2,49 kg mayalı ekmek


 

508 1.000 kile buğday ile 1.000 kile arpa mübayaa talep edilmiştir (BOA, HAT 670/32730).


232

 

olarak ödenirdi (Murphey, 1986: 976). Osmanlı madenlerinde çalışan madenciler için arpa, çavdar (BOA, DRB.d 1037) ve buğday, madende bulunan hayvanlar için ise saman ve arpa gerekliydi (BOA, D.MMK.d 23125: 5). Mart 1839 tarihinde Akdağ madeninde madenciler için temin edilen buğday, arpa ve erzak maden emini tarafından satın alınmıştır. Bu maddelerin satın alma fiyatına nakliye masrafının eklenmesiyle ortaya çıkan miktar, madencilerin hesabına yazılması gerekliydi. Ancak maden eminleri satın aldığı bu ihtiyaç maddelerini değerinden fazla fiyatla o zaman ki ifadeyle gâlî bahâ ile maden ustalarının hesaplarına yazdığından madenciler zor durumda kalmakla birlikte zarar etmiş ve ortaya çıkan açıkları kapamak için borçlanmıştır (BOA, D.DRB.THR 679/16).

 

1.2. Bozkır Madeninde Üretim Durumu ve Vergilendirme

 

1.2.1. Bozkır Madeninde Üretim Durumu

 

Bozkır madeninde elde edilen ürünler kurşun, altın ve gümüştü. Bu ürünler karışık halde mağaralardan çıkarılır, fırınlarda kurşun ve saf gümüş ile karışık haldeki altın ve gümüşten oluşan mahlût sim elde edilirdi. Kurşun ve gümüş Bozkır’da ayrıştırılırken, altın ve gümüşün karışık olarak bulunduğu mahlût sim darphanede ayrıştırılırdı.

 

1.2.1.1. Kurşun Üretimi

 

Kurşun üretimi, mürdesenk üretimi ve kurşun üretimi olmak üzere iki alt başlık halinde incelenmekle birlikte bu madenler birbiriyle ilişkilidir. Zira mürdesenk gümüşle kurşunun ayrıştırılması esnasında ortaya çıkan bir maden olmakla birlikte kurşun elde etmede de kullanılmıştır.

 

1.2.1.1.1. Mürdesenk Üretimi

 

Mürdesenk, tabii kurşun oksidi olup sarı toz halinde veya kırmızı sarı pulcuklar şeklinde bulunur ve gümüşlü kurşunun kal edilmesiyle elde edilirdi (Devellioğlu, 1999: 732). Bozkır madeninde çıkarılan karışık haldeki cevherin içinden mahlût sîm/gümüş ile altın ayrıştırıldıktan sonra kalan ve mürdesenk adı verilen cevherin arıtılması ile kurşun elde edilmekteydi. 1 Ocak 1777’de, Bozkır madeninde imâl


233

 

edilen fırınlarda hasıl olan mürdesengin509 kal edilip saf kurşun olması gerektiği ve ortaya çıkan kurşunun sermaye akçesiyle satın alınacağı ancak kıyyesinin satın alma fiyatının ne olacağı sorulmuştur (BOA, MEDAD 1: 755-2). 2 Ağustos 1779’da Kayseri kazası köylerinden Araplar köyünde bulunan el-Hac Süleyman Camii’nin harap olduğu ve tamiri için 30.000 kıyye kurşunun Bozkır madeninden gönderilmesi, bu kadar kurşun yoksa mevcut mürdesenkten imâl edilerek ilgili yere gönderilmesi istenmiştir (BOA, MEDAD 8: 627-2).

 

Mürdesenkten kurşun elde edilirken izabe esnasında mürdesengin üçte biri yok olmaktaydı (BOA, DRB.d 968: 42-2). 12 Mart 1741’de, Keban madeninden Bağdat cebehanesine510 gönderilen 900 kantar mürdesengin kantarı, dörder kuruşa satın alınırken bu miktar mürdesenkten 600 kantar kurşun elde edilmiştir. Mürdesenk 3.600 kuruşa satın alınmışken kurşun oluncaya dek her kantar için birer kuruş kömür, amele ve fırın masrafı da yapılmıştır. Bütün bu masrafların yanında, Keban’dan Diyarbakır’a develerle kantarı 150 akçeden 750 kuruş nakliye ücreti ile götürülen mürdesengin toplam masrafı 4.950 kuruşa mal olurken, bu ücretler maden emini tarafından sermaye akçesinden ödenmiştir (BOA, DRB.d 968: 42-1).

 

Bozkır madeninde üretilen mürdesengin muhafaza altına alındığı bir adet mürdesenk mahzeni vardı (BOA, MEDAD 8: 607-1). 10 Ekim 1776’da, Bozkır madeni açıldığı zaman üretilen ve mahzene konulan mürdesengin kıymetinin ne olacağının sorulması üzerine (BOA, C.DRB 2375) mürdesengin fiyatı ile ilgili bir düzenlemenin yapılacağı belirtilmiştir511. Bozkır madeninde tespit edilememesine

 

509 Kelimenin anlamı için ayrıca bkz. Şemsettin Sami, 1317: 1324; Çağatay, 1942a: 34; Murphey, 1986: 982; Tızlak, 1997a: 124. Halil Edhem gümüşün beyaz, altının sarı ve kurşunun esmer renkte olduğunu belirtmiştir (Halil Edhem, 1307: 33).

510 Harp mühimmatının konulduğu yer olan cebehane tabiri belgelerdeki gibi kullanılmıştır.

 

511  Gümüşhane madenlerinin mürdesenk ihtiyacı Keban madeninden karşılanmıştır. 9 Temmuz 1737’de, Gümüşhane madenlerinden Espiye madeninin mürdesenk ihtiyacından dolayı Keban madeninden 60.000 batman mürdesengin yakın yerlerin develeriyle sekiz kuruş ücretle taşınacağı belirtilirken (BOA, DRB.d 968: 56-2), yine 9 Mayıs 1760 tarihinde Gümüşhane madeni için Keban madeninden 4.000 batman mürdesenk gönderilmiştir (BOA, C.DRB 118). Konuyla ilgili ayrıca bkz. Tızlak, 1997a: 125. Mürdesenk konusunda maden eminlerinden kaynaklanan olumsuzluklar dikkati çekerken, ülkenin çeşitli yerlerinde mürdesenk fiyatlarının farklı olduğu görülmektedir. 1784 yılında Gümüşhane madenine verilmek üzere 100.000 batman mürdesengin 52.000 batmanı sevk edilmiş, kalan 48.000 batmanının ise maden emini tarafından Halep’te kantarı 55 ve Tokat’ta 45 kuruşa satıldığı madenciler tarafından dile getirilmiştir. Madencilerden dört kuruşa alınırken maden emini zorla ikişer kuruşa almıştır. Çaresiz kaldıklarını dile getiren madenciler, mevcut mürdesenkleri kurşun ettiğinde eminin bunları kantarı dokuzar kuruştan alıp, madende kantarını 32, Halep’te 70 ve Tokat’ta


234

 

rağmen 1790-1794 yılları arasında Ergani madeninde her fırına iane-i mürdesenk adıyla 10 kuruş verilmiştir (BOA, HH.d 18253: 2).

 

1.2.1.1.2. Kurşun Üretimi

 

Kolay işlenen, korozyona dayanıklı ve bu özellikleri nedeniyle eski çağlardan beri yapılarda geniş bir kullanım alanı olan yumuşak, ağır, mavimsi-esmer renkli maden olarak tanımlanan kurşun512; 16. ve 17. yüzyıl kaynaklarında sürb-i ham, sürb-i cedid veya ayrıştırma sırasında kalan kimi madenlerin rengini etkilemesine göre sürb-i siyah, sürb-i ak deyimleriyle kaydedilmiştir (Sönmez, 1997: 63-64). Bozkır madeninin açıldığı 18. yüzyılın son çeyreğinden Tanzimat’ın ilanına kadar, “incelenen döneme ait belgelerde” sürb kökenli sözcüklerle karşılaşılmamış bunun yerine kurşun ve mürdesenk gibi terimlerin kullanıldığı görülmüştür.

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunun tamamı miri sermaye akçesiyle mübayaa olunurdu513. Devlet tarafından satın alınan kurşun, arabalarla Alanya İskelesi’ne ve oradan darphaneye gönderilirdi514 (BOA, MEDAD 1: 755-2). 31 Mayıs 1776 tarihinde Bozkır madeninde 100 kıyye cevherden 40 kıyye halis kurşun elde edilmiştir (BOA, D.BŞM.DRB 14/88). Kasım 1784-Kasım 1785 yılları arasındaki bir yıllık dönemde 137,5 kıyye gümüş ve 120.000 kıyye kurşun dokuz ayda teslim olunmuştur (BOA, D.BŞM.DRB 16/17). Bozkır madeninden ya da diğer madenlerden teslim edilen kurşunlar Yalıköşkü sahilinde Sepetçiler Kasrı aşağısındaki mahzenlere515 konulurdu (BOA, MEDAD 8: 782-2).

 

 

60 kuruşa sattığı rivayetini anlatmışlardı. Gönderilen emirde, 30 Temmuz 1786’da, yeni atanan emin ve mübaşir ile hesaplaşmaları istenmiştir (BOA, AE.SABH I 3980).

 

512 Kurşun; gri renkli, metalik parlaklığa sahip, korozyona karşı dayanıklı, kolayca şekillendirilebilen (http://ekutup.dpt.gov.tr/ 2001: 1, 5) bir maden olarak tarif edilmiştir. Kurşun çoğunlukla saç veya tel ve varak halinde bulunurdu (Halil Edhem, 1307: 71).

 

513 Ma‘den emini Süleyman Ağa’nın imâl ve mübaya‘a eylediği 1.143 külçe adediyle 27.314 kıyye kurşun tarafımızdan teslîm ve makbûzları müş‘ar darbhâne-i ‘âmireye bir kıt‘a mühür tahvîl irsâl olunmuş olub (BOA, C.DRB 1058) diyen maden emini Halil’in sözlerinden de üretilen kurşunun satın alındığı anlaşılmaktadır.

 

514 1827 yılında, Bozkır madenindeki üretilen kurşunun her kantarı 20 kuruş ücreti nakliyesi ile İzmit İskelesi’ne nakli için Alanya sancağı ahalisi görevliydi (BOA, DRB.d 1044). Nakil bölümünde değinileceği üzere bir dönem Bozkır’da üretilen kurşunlar İzmit İskelesi’ne taşınmıştır.

515 Darbhâne-i ‘Âmire’den ma‘den ümenâsına mühüren temessük ile nakden virilen asl sermâye-i kadîm akçesinden olub sermâye-i mezkûr mukâbili zer ve sîm gibi gelüb vaz olunan kurşundan …”

 

İstanbul’daki mahzenlerde mevcut kurşunlar devrolunurken cümle huzurunda ölçülerek darphane defterlerine kaydedildiği darphane nazırı tarafından ilam edilince baş muhasebeye kaydedilirdi. Bu işlem sonucunda darphaneye sakk yani bir vesika verilirdi (BOA, MEDAD 8: 782-2).


235

 

Bozkır madeninde yapılan üretimde karşılaşılan olumsuzluklar da vardı. Madenciler kendileri için hangi maden üretiminin yapılması kârlıysa ona yöneldiğinden dolayı merkezden uyarılarak istenilen üretimin yapılması sağlanmaya çalışılırdı. “… kurşun i‘mâli ma‘denciyâna enfe‘ olmak mülâbesesiyle kendi cer nef‘aları zımnında i‘mâl eyledikleri fırunları kurşuna hasr itmeyüb sarıot ta‘bîr olunur altun cevheri vesâ’ir zer ve sîm cevherleri taharrî ve tecessüs mağaralar hafr ve ekser fırunlarda i‘mâl olunmak ve ma‘denciler nef‘aları mülâhazasıyla zer ve sîm cevheri tecessüsüne rağbet itmeyüb ekser fırunlarını kurşun i‘mâline hasr iderler ise te’dîb olunmak…” (BOA, C.DRB 967) denilerek madenciler, kendi kârlarını düşünerek daha çok kurşun üretimi yapmalarından dolayı altın ve gümüş üretimine ağırlık vermeleri yönünde ikaz edilmiştir. Cevher işlenirken fırınların üçte ikisinin sarıot ve üçte birinin kurşunlu cevhere ayrılmasının nedeni de, madencilerin kendileri için daha kârlı olduğunu düşündüğü kurşun üretimine ağırlık vermesi ve altın üretimini terk etmesiydi (BOA, MEDAD 9: 175-2).

 

Mart 1822 tarihine kadar madende üretilen kurşun konusunda herhangi bir şart yokken “başka bir ifadeyle madende üretilen kurşun darphaneye gönderilirken” bu tarihten sonra her yıl gönderilecek kurşun miktarı belirlenmiştir. Emin atamalarında gönderecekleri kurşun miktarı yazılarak buna uymaları konusunda her atamada uyarılar yapılmıştır. Bahsi geçen tarihten itibaren Bozkır madeninden yıllık 12.500 kıyye kurşun taahhütü üzere eminler atanmıştır (BOA, DRB.d 996: 91). 1825 yılı mart ayından itibaren bu kurşun miktarına zam yapılması sonucu miktar 15.500 kıyye olmuştur (BOA, DRB.d 1005; BOA, DRB.d 996: 97). Mart 1833 yılında yeniden yapılan zamla bu miktar 20.000 kıyye kurşuna çıkarılmıştır. Madenin kapatıldığı tarih olan Mart 1839’a kadar bu taahhüt geçerli olmuştur (BOA, DRB.d

 

977:      45; BOA, DRB.d 165; BOA, DRB.d 1013). Yılda yukarıda belirtilen miktarlarda gönderilmesi gereken kurşun eksik geldiği zaman sonraki senelerde gönderilen kurşun eksik yıla kaydedilirken, 1838 yılında ise eksik gönderilen kurşunun bedeli maden emininden tahsil edilmiştir (BOA, DRB.d 1043).

 

Taahhüt üzere verilen veriler rumi takvime göre bir yılın mart ayından diğer yıl başlangıcı olan mart ayına kadar geçen üretimi göstermektedir (Tablo 6). Taahhüt öncesi döneme ait veriler değerlendirilirken maden eminlerinin mart ayında


236

 

atanmaları nedeniyle tarihler verilirken rumi takvim esas alınmıştır. Zira kurşun ve gümüşün darphaneye tesliminde kullanılan 1208 senesine mahsuben (BOA, C.DRB 1946) ifadesi bunu teyit etmektedir. Zira bu bir maden emininin atandığı dönemi kastetmekte ve belirtilen bu yılın hemen ardından maden emininin adı zikredilmektedir. Eğer böyle bir tarih madenlerin teslimi ile ilgili belirtilmemişse, üretilen madenlerin teslimat tarihinden ziyade üretildikleri tarih olarak bir yıl öncesi alınmıştır.

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunun taahhüte bağlandığı dönemlerde belirtilen miktarlar teslim edilmek zorundaydı. Eğer bir yılda taahhüt edilen fazla miktarda kurşun darphaneye teslim edilirse bir sonraki yılın hesabına bu fazlalık eklenirdi. 1822 yılına mahsup olarak gelen 716,5 kıyye kurşun, o yıl gönderilecek 12.500 kıyye tamamlandığından 1823 yılı hesabına aktarılmıştır (BOA, DRB.d 996: 92). Bir sonraki yıl hesabı için gönderilen kurşunların bir önceki yılın hesabına dahil edildiği ile ilgili örnekler de vardır. 1833’te gönderilen 15.250 kıyye kurşunun 2.585 kıyyesi 1832 senesine dahil edilmiştir (BOA, DRB.d 1013).



Grafik 8: Bozkır Madenindeki Kurşun Üretimi (1776-1839)



Tablo 6: Bozkır Madeninden Darphaneye Teslim Edilen Kurşun Miktarı516


 

 

 

 

 

 

Üretim Yılı

Kıyye

Kg 517

Üretim Yılı

Kıyye

Kg

1777

27.314

35.038,4

1798

90.380

11.5939,5

 

 

 

 

 

 

1780

107.318

137.667,5

1799

70.000

89.796

 

 

 

 

 

 

1781

55.196518

70.805,4

1800

33.000519

42.332,4

1782

3.000

3.848,4

1801

80.000

102.624

 

 

 

 

 

 

1783

152.855

196.082,4

1803

30.034

38.527,6

 

 

 

 

 

 

1784

69.562

89.234,1

1805

52.267

67.048,1

 

 

 

 

 

 

1785

93.000

119.300,4

1806

19.029

24.410,4

 

 

 

 

 

 

1786520

28.145

36.104,4

1221

59.680

76.557,5

1789

90.330521

115.875,3

1808

46.847522

60.095,3

1790

95.325

122.282,9

1809

12.977

16.646,9

 

 

 

 

 

 

1791

12.500

16.035

1810

46.187

59.248,7

 

 

 

 

 

 

1792

27.499

35.275,7

1811

31.060

39.843,8

 

 

 

 

 

 

1793

47.678

61.161,3

1812

8.443

10.830,7

 

 

 

 

 

 

1794

40.257

51.641,7

1813

10.000

12.828

 

 

 

 

 

 

1796

1.473

1.889,6

1815

19.034

24.416,8

 

 

 

 

 

 



 

516 Bu tablodaki bilgiler şu belge ve defterlerden çıkarılmıştır: BOA, MEDAD 8, 9; BOA, DRB.d 47, 973, 969, 970, 986,987, 992, 996, 1002, 1003, 1005, 1012, 1013, 1021, 1030, 1044, ; BOA, D.BŞM.d 4702; BOA, C.MF 5724, BOA, C.DRB 568, BOA, C.DRB 810, BOA, C.DRB 880, BOA, C.DRB 907, BOA, C.DRB 1035, BOA, C.DRB 1865; BOA, C.AS 38432, BOA, C.AS 6937, BOA, C.AS 10086, BOA, C.AS 25803, BOA, C.AS 34303, BOA, D.DRB.THR 34/9, 36/34, 100/4

 

517 Çalışmada bir dirhem 3,207 gr (İnalcık, 1991a: 16; Zambaur, 1997a: 595; Hinz, 1990: 44) kabul edilmiş, bir okka 400 dirheme eşit olduğundan bir okka 1,2828 kg olarak alınmıştır (Hinz, 1990: 30).

XIX. yüzyılda bir okka 1288,172 gram idi (Günergun, 1998: 35).

518   19 Eylül 1782 tarihinde, Bozkır madeni üretiminden darphanede 176.133 kıyye, Alanya İskelesi’nde 115.047 kıyye ve Bozkır madeninde ise 61.088 kıyye kurşun vardı (BOA, C.AS 38432).

 

519 750 kantar kurşunun Sakızlı Mike adlı reisin gemisine yüklenmesi emredilmiştir (BOA, DRB.d 969). Araştırmada bir kantar 44 kıyye olarak alınmıştır. Zira 24 Nisan 1800 tarihinde, bir kantar 44 kıyye olarak belirtilmiştir (BOA, C.SM 63/3196). 1578 yılında da bir kantar 44 okka olarak 56,444 kg hesap edilmiştir (Kırzıoğlu 1991:74).

 

520 Bozkır madeninin kapatıldığı bu tarihte madende 153.400 kıyye kurşun vardı (KŞS 64: 114-2).

521 Kıyye olarak miktarı verilmemiş olan kurşun miktarı 3.184 külçe olarak verilmiştir. Bahsedilen 3.184 külçenin 3.112 külçesi 88.287,5 kıyyedir (BOA, D.BŞM.d 5792: 2). Buradan hareketle üretim miktarı 90.330 kıyye olarak hesaplanmıştır. Fakat Bozkır madeninde üretilen kurşunların külçe miktarları farklıdır ve yaklaşık olarak bir külçe 27 kıyye gelmektedir. Örneğin, 1.800 külçe 49.220 kıyye olarak belirtilirken yaklaşık bir külçe 27,34 kıyyeye karşılık gelmiştir (BOA, MEDAD 9: 197-

 

1). Yine 1.576 külçe 41.075 kıyye olarak zikredilirken (bir külçe 26,06 kıyye) (BOA, MEDAD 9: 197-3), 5.818 külçe olmak üzere 149.864 kıyye kurşun (BOA, MEDAD 8: 668-d2) 5.408 külçe olmak üzere 153.400 kıyye (BOA, MEDAD 8: 691-2) gibi örnekler vardır. Fakat külçenin kıyye karşısında daha fazla çıktığı örnekler de vardır. Bu örnekler için bkz. BOA, MEDAD 9: 212-2; 213-1.

522 15 kantarı yani 660 kıyyesi Payas Kalesi’ne verilmiştir (BOA, C.AS 34303).


238

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Üretim Yılı

Kıyye

Kg523

Üretim Yılı

Kıyye

Kg

1816

7.256

9.308

1829

3.531

4.529,6

 

 

 

 

 

 

1817

22.442,5

28.789,2

1830

15.500

19.883,4

 

 

 

 

 

 

1818

4.550

5.836,7

1831

15.535

19.928,3

 

 

 

 

 

 

1820

9.007

11.554,1

1832

15.500

19.883,4

 

 

 

 

 

 

1821

7.116,5524

9.129

1833

20.002

25.658,6

1822

12.500

16.035

1834

20.000

25.656

 

 

 

 

 

 

1823

10.518,5

13.493,1

1835

20.000

25.656

 

 

 

 

 

 

1824

8.371525

10.738,3

1836

2.647

3.395,6

1825

15.500

19.883,4

1837

5.170

6.632

 

 

 

 

 

 

1826

15.500

19.883,4

1838

5.177

6.641

 

 

 

 

 

 

1827

13.669

17.534,6

1839

0

0

 

 

 

 

 

 

1828

14.577

18.699,4

Toplam

1.669.263,5

2.212.136

 

 

 

 

 

 

 

 

1822 yılına kadar tabloda verilen bilgiler darphaneye teslim edildiği ya da başka kurumlara verildiği kesin olarak tespit edilen rakamlardır (Tablo 6). Ancak belirtilen tarihe kadar olan rakamların Bozkır madeninin kurşun üretimini tam olarak yansıttığı söylenemez526. Zira üretilen kurşunun devlete ait olan beşte biri hesap edildiği zaman bu oran biraz daha yükselecektir. Bunun yanında Bozkır madeninde üretilen kurşunun Alanya İskelesi’ne taşınması için kurşunların mahallinde satıldığı (BOA, MEDAD 9: 183-1) ya da madencilerin kendilerine ait hisselerini yasak olmasına rağmen tüccarlara satabileceği de buna kanıt olarak ileri sürülebilir527. Bozkır madeninde yapılan üretimin bir miktara yani taahhüde bağlandığı dönemlerle ilgili veriler ise kesindir. Bazı yıllarda ise tablodan anlaşılacağı üzere madenden

 

 

523 Kg’ların virgülden sonraki kısımları yuvarlanmıştır.

524 35 kantarı yani 1.540 kıyyesi Narince Kalesi’ne verilmiştir (BOA, C.AS 10086).

525 Bu yılda teslim edilen kurşun miktarı  12.500 kıyye olmalı, zira eksik çıktığı  ile ilgili bir kayda

rastlanılmamıştır.

 

526 15 Aralık 1796 tarihinde, Bozkır madeninde üretilen kurşundan Alanya İskelesi’nde bulunan 4.000 kıyye kurşunun gönderilmesi için bir gemi gerekli olduğu belirtilmiştir. Bozkır madeni emininin kapı kethüdası Kitani Süleyman şimdiye kadar 50.000 kıyye kurşun gönderildiğini ve bir aya kadar 150.000 kıyye kurşunun da iskeleye gönderileceğini bildirmesi üzerine bunun doğru olup olmayacağı ile ilgili soruya söylenenlerin doğru olduğu cevabı verilmiştir (BOA, C.BH 1591).

 

527 26 Eylül 1806’da 2.000 kıyye kurşun Hasan Bey’e satılmıştır (BOA, DRB.d 987).


239

 

kurşun gönderilmediği görülmektedir. Ancak az da olsa her yıl darphaneye Bozkır madeninden kurşun gönderildiğini söylemek mümkündür. Zira yapılan organizasyon bunu gerektirmektedir.

 

Taahhüt üzere üretim yapıldığı dönemlerde, Bozkır madeninden gönderilecek kurşunun eksik çıkması halinde eksik miktarın ücreti maden emininden ya da sarrafından tahsil edilirdi. 1827 yılında 13.669 kıyye kurşun teslim edilirken (BOA, DRB.d 1015) teslim edilmesi gereken 15.500 kıyye kurşundan 1.831 kıyye kurşun eksik teslim edilmiştir. Eksik gönderilen kurşunun kıyyesi 10 paradan hesap edilerek bu miktarın üzerine nakliye ücreti de eklenerek bu borç darphane defterlerine kaydedilerek bir sureti emine verilmiştir (BOA, DRB.d 973). 1828 yılında ise eksik teslim edilen 923 kıyye kurşunun bedeli 923 kuruş olarak alınmıştır (BOA, DRB.d

996:    104). 1829 yılında Bozkır madeninden teslim edilmesi gereken 15.500 kıyye kurşundan 11.969 kıyye eksik teslim edilince, kurşunun her kıyyesi 40 paradan 11.969 kuruş olmak üzere bedeli alınmıştır (BOA, DRB.d 996: 105). 1827, 1828 ve 1829 yıllarında eksik gelen kurşunun her kıyyesi için yine 40 para ücret hesap edilmiştir (BOA, DRB.d 1005). 1836 yılı hesabı için gönderilmesi gereken 20.000 kıyye kurşundan eksik olan 17.353 kıyye kurşunun her kıyyesi 90 paradan ücreti ödenmiştir528 (BOA, DRB.d 1013). Burada dikkati çeken nokta, eksik gelen kurşunun kıyyesine 50 para zam yapılmasıydı. 1837 yılında ise, 5.170 kıyye kurşun teslim olunup eksik olan 14.830 kıyyenin ücreti olan 33.367,5 kuruşun alındığı ile ilgili kayıt vardır (BOA, DRB.d 1012). Madenin üretimi ile ilgili son kayıtların tespit edildiği 1838 yılında da eksik kurşun teslimi söz konusu olmasına rağmen bu yıl eksik miktarın tahsil edildiği ile ilgili bir kayıt tespit edilememiştir.

 

Bozkır madeninin açıldığı 1776 yılından kapatıldığı 1839 yılına kadar toplam kurşun üretimi 2.212.136,647 kg olmuştur (Tablo 6). Fakat madendeki üretimin devlete verilen, başka yerlere satılan ve tespit edilemeyen miktarlar da hesaba katıldığında tespit edilen rakamdan daha yüksek çıkacağı da unutulmamalıdır. Bozkır madeninde bir yılda en fazla 137.667,5 kg kurşun üretilmiştir. Madendeki kurşun üretiminin on yıllık dönemler halinde üretimine bakıldığında ise en fazla üretim 1780


 

 

 

528 Bu eksiklik için ödenen miktar, 39.044 kuruş 30 akçeydi (BOA, DRB.d 1013).


240

 

yılından itibaren artarak 1790 yılında en fazla artış olmuştur (Grafik 8). Bu artışın temel nedeni cevherlerin verimliliği ile madenin ikinci kez açılması idi529.

 

1.2.1.1.2.1. Kurşunun Fiyatı

 

Bozkır madeninde üretilen kurşun, devlet tarafından bir birim üzerinden fiyat düzenlemesi yapılarak satın alınırdı. Bununla birlikte Bozkır ve Bereketli madenlerin üretilen kurşunların maden eminlerine verilen sermaye akçesi bedeli olduğu da dile getirilmiştir (BOA, C.DRB 2973). Maden eminlerine avans niteliğinde verilen sermaye karşılığında teslim edilen kurşunların tayin edilen fiyat üzerinden hesaplanmasıyla, verilen sermaye akçesinden kurşun ücretinin düşülmesiyle maden eminlerinin muhasebesi görülmüştür. Kurşunla ilgili fiyat düzenlemesi yapılırken birim olarak önceleri kantar daha sonra ise kıyye (yaklaşık 1.282 gr) temel alınmıştır.

 

30   Haziran 1777 tarihinde, Bozkır madeni fırınlarından çıkarılan kurşunların humsu (beşte biri) devlete ait olup, madencilerin elinde kalan kurşunun ahara satılmayıp sekiz kuruş olan kantarına bir kuruş zamla dokuz kuruşa satın alınması üzerine nizam verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 610-2; 621-1). Devlet kendine ait hisseyi aldıktan sonra madencilerin elinde kalan kurşunlar maden emini tarafından satın alınırdı. 19 Şubat 1782 tarihinde Bozkır madeninde her kantarı 8,5 kuruş 12 paraya mübayaa olunan kurşunun fiyatı, Sidrekapsi ve Karaton madenlerinde uygulanan her kantarı sekizer kuruşa satın alınması nizamına göre yeniden düzenlendi (BOA, C.DRB 2421; BOA, C.DRB 47). Sidrekapsi ve Karaton madenlerinde kurşunun her Rumi kantarı sekiz kuruşa satın alındığından, bunun Bozkır madeninde de uygulanmasına karar verilmiştir (BOA, C.DRB 3015).

 

4   Şubat 1787’de ise kurşunun fiyatı kıyye üzerinden hesap edildi. Bu tarihte, Bozkır madeninde üretilen kurşunun kıyyesi nakliye ücreti ile birlikte 8,5 paraydı. Kurşunun nakliye ücreti madenciler tarafından, satılacak kurşundan karşılanacağından kurşun darphaneye yedi paraya gelecekti (BOA, C.DRB 2948). 5 Ekim 1789 tarihinde, maden yeniden açıldığı zaman kurşunun üçte birinin satılması suretiyle kalan kurşunların nakliye ücretleri madenciler tarafından karşılandığından 8,5 paradan 1,5 para düşülmesi üzerine kurşun yedişer paraya darphaneye verilmiştir


 

529 Bozkır madeni 1785 yılından Ekim 1787 yılına kadar kapalı idi.


241

 

(BOA, C.DRB 238; BOA, C.DRB 967). Karaman eyaleti kazalarından yıllık 70-80 kese akçe nakliye ücreti tahsil olunması fukaraya zulüm olduğundan madendeki kurşunun üçte birinin mahallinde madencilere satılarak, geri kalan üçte ikisinin nakliye ücretinin madenciler tarafından karşılanmasıyla bu zulmün önlenmesi için böyle bir yol tercih edilmiştir (BOA, C.DRB 238). Bozkır madeni eminine gönderilen 25 Eylül 1789 tarihli hükümde, iskeleye gönderilen 86.166 kıyye kurşunun her kıyyesi iki paradan 4.308 kuruş nakliye ücretinin talep edilmesi üzerine madendeki 9.159 kıyye kurşunun satılması için müsaade isteğine, nakliye ücretinin ödenmesi için izin verilmiştir (BOA, C.DRB 1865; BOA, MEDAD 9: 183-1). 20 Nisan 1797 tarihinde Bozkır madeninde üretilen kurşunun, mahallinde ya da darphanede miriden fazla lîfi ile harice satılması yasak olup ancak aynen dersaadete nakli mütemenna‛ suretini kesb ittiğinde mahallinde satılması için izin verilmesi talep edilmiştir. Yani kurşunun İstanbul’a taşınması esnasında yapılacak masrafların karşılanması için kurşunun Bozkır’da satılması için izin istenilmiştir (BOA, C.DRB 476). Bu isteğe verilen cevapta ise, Bozkır madeninde üretilen kurşunun mahallinde satılması yasak değil530 ise dahi kurşunun lüzumundan dolayı satılmaması ve iskeleye gönderilmesi emredilmiştir (BOA, C.DRB 3152).

 

Bozkır madeni üretimi kurşunun kıyyesi; 1805 yılına kadar darphane tarafından 8 paradan hesap edilirken (BOA, DRB.d 986), Mart 1805’ten itibaren bir kıyye kurşunun 10 paradan işlem göreceği belirtilmiş (BOA, DRB.d 969) ve bu şekilde kıyyesi 10 paradan işlem görmüştür (BOA, D.DRB.THR 36/34). 1838 yılına mahsuben gönderilen 2.530 kıyye kurşunun 30 Mayıs 1839 tarihinde de darphanede kıyyesi 10 paradan hesap edilmiştir (BOA, DRB.d 1030). Belirlenen bu fiyat 1805 yılından 1839 yılına kadar uzun bir zaman diliminde uygulanmıştır.

 

Bozkır madeninden ya da diğer madenlerden darphaneye gönderilen kurşuna ise, çeşitli kurumlara ya da müteşebbislere verilmesi esnasında bu fiyatlardan farklı fiyatlar uygulanmıştır. Madenlerden satın alınan kurşunun fiyatının farklı531 olmasının temel nedeni, madenin çıkarılması aşamasından darphaneye teslimine

 

530 Bu durum, “…hâsıl olan kurşun mahallinde füruhtu memnû‘ değil ise dahi Deraliyye’de eşedd-i lüzûmu…” (BOA, C.DRB 3152) şeklinde ifade edilmiştir.

 

531 Yukarıda değinildiği üzere Bozkır madeninden gönderilen kurşunun kıyyesinin 10 para olduğu 13 Haziran 1809 tarihinde, kurşunun kıyyesi darphanede 23 paradan hesap edilmiştir (BOA, D.DRB.THR 50/33).


242

 

kadar geçen süreçteki bütün masrafların darphaneden karşılanmasıydı. Darphane mahzenlerinde bulunan kurşunlardan, bazergana kıyyesi 30 paradan olmak üzere 40.000 kıyye kurşun 30.000 kuruşa satılmış olmasına rağmen diğer belgelerde bu fiyatın 60 para olduğu görülmektedir (BOA, DRB.d 163). 1838 yılından itibaren ise darphaneden verilecek olan kurşunun fiyatının 90 para olacağı; bununla birlikte tophane, tersane, tüfenkhane vs. verilen kurşunun üç kuruş gibi bir fiyatının olduğu ancak bütün masrafların darphane tarafından karşılanması nedeniyle belirtilen fiyatın geçerli olacağı ifade edilmiştir (BOA, DRB.d 165).

 

Madenlerden gelen kurşunların madenlerdeki fiyatı ile darphanedeki fiyatının farklı olmasına rağmen darphanenin de kurşunu başka kurumlara vermesi nedeniyle açık verdiği şeklinde değerlendirmeler de mevcuttur. Darphanede, 25 Mart 1784’te bir kıyye kurşun 13 paraya mübayaa edilirken; Sidrekapsi madeninde kurşunun bir kıyyesi, 21,5 akçeye mübayaa edilmiştir (BOA, C.DRB 2973). Haziran 1786 tarihinde Yalıköşkü’ndeki mahzenlerde bulunan kurşunlar, bu madenin vezniyle görevli Mehmet Emin ile bir kâtip ve darphane katibi tarafından tartılınca 9.241 kantar 35 kıyye kurşun olduğu tespit edilerek aynı mahzenlere konulmuştur (BOA, MEDAD 8: 782-d). Özi ve Anapa kaleleri ile tophaneye gerekli 179,5 kantar ile cebehane için gerekli 4.324 kantar kurşunun darphanenin bu mevcudundan karşılanması istenmiştir. Daha önce bu mahzenlerden Bosna’ya verilen 500 kantar kurşunun kıyyesi 13 paraya verildiğinden aynı hesap üzere ilgili yerlere verilmesi ve gerekli bahasının darphanenin zuhurat-ı iradatından karşılanması ve irad-ı hümayun defterlerine kaydedilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 783-1). Fakat bu durumda da darphanenin sürekli açık vereceği şeklinde görüş üzerine kıyyesinin 13 paradan hesap edilerek darphane tarafından bu meblağın ödenmesi ve yapılan bu ödemeye karşılık bazı ölen kişilerin malları ile Mora halkının taahhütü olan paranın darphane hesabına kayıt olunması (BOA, MEDAD 8: 783-2) şeklinde bir önlem alınmıştır.

 

1.2.1.1.2.2. Kurşun Madeninin Vergilendirilmesi

 

Bozkır madeninde üretilen kurşun üzerinden alınan vergilerle ilgili ilk bilgi, 23 Ekim 1776 tarihine ait olup, yeni açılan madende, kurşunun rub‛ı mirisinin alınarak kalan kurşunların mübayaa olunması şeklindeydi (BOA, C.DRB 2375). Bu şekilde


243

 

ifade edilmesine rağmen madenle ilgili bir düzenleme yapılacağından da bahsedilmekteydi. Nitekim üretilen kurşunun dörtte birinin devlete ait olması ile ilgili düzenlemenin uygulandığına dair bir belge tespit edilememiştir. 30 Haziran 1777 tarihinde, “madende üretilen 2.370 kıyye kurşunun kantarının sekiz kuruşa madencilerden satın alındığı ancak madencilerin masraflarından dolayı bu miktarın 10 kuruş olmasını talep eden” maden emini bunu dile getirince, madende üretilen kurşunun başka yerlere satılmaması ve üretilen kurşunun beşte birinin devlete ait olması532 şartlarıyla kurşunun kantarının 9 kuruşa mübayaa olunması üzerine nizam verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 610-2). Bu örneklere rağmen 12 Mayıs 1780 tarihine kadar kurşun üzerinden hums-ı miri alınmadığı söylenebilir. Zira, yeni açılan madenlerden, faaliyete başladıklarından itibaren bir müddet madenin nizamına gireceği ve tesisat masraflarını kurtardıktan sonra kâr getirmeye başlayacağı zamana kadar miri hisse alınmamaktaydı (Çağatay, 1942a: 13). Bu düzenlemenin 1780 yılından itibaren uygulandığını gösteren bir başka delil ise madencilerin bu nizamın uygulanmaması için yaptığı başvurudur. 20 Temmuz 1782’de Bozkır madeninde çalışan madenciler, sadece taşçı kazmalarının olduğunu, mağaraların olduğu dağa varıp bir fırınlık cevher tedârik etmeye çalışan kimseler olduklarını, hums talep olunması halinde diğer madenlere gideceklerini zira çok kârlarının olmadığını söylemişlerdir (BOA, D.DRB.THR 2/19).

 

Bozkır ve tevabi madenlerinde üretilen kurşun, madencileri çekmek ve isteklendirmek için kurşunun “hums-ı miri”sinden bahs olunmayıp her rumî kantarı 8,5 kuruş 12’şer paraya satın alınmıştır. Ancak kaide-i maden üzere üretilen kurşundan hums-ı miri verilmesi mu‛tad olduğundan Sidrekapsi ve Karaton madenlerinde hasıl olan kurşunun her Rumi kantarı sekizer kuruşa satın alındığından bundan böyle üretilen kurşundan 1/5 oranında vergi alınacağı ve kalan miktarın satın alınacağı, 12 Mayıs 1780 tarihli hükümde belirtilmiştir (BOA, C.DRB 2969). Bu hükümde Gümüşhane, Keban ve Ergani madenlerinde çıkan bakırın 1/5’inin devlete ait olduğu hatırlatılırken satın alınacak kurşuna Sidrekapsi ve Karaton madenleri örnek verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 656-2; 657-1). Yani Bozkır madeninde üretilen


 

 

532 25 Kasım 1777’de Bozkır madeninde üretilen kurşunun humsu mirisi Beylerbeyi’nde yeniden inşa olunacak caminin örtüsü için kullanılacaktı (BOA, MEDAD 8: 611-2).


244

 

kurşunun satın alma fiyatı Sidrekapsi ve Karaton madenleri, devlete ödenecek vergiler için ise Gümüşhane ve Ergani madenleri nühas ocakları örnek alınmıştır.

 

Üretilen kurşunun 1/5’inin bedelsiz olarak devlete verilmesi anlamına gelen hums-ı miri, kurşundan alınan vergidir. Bozkır madeninde üretilen kurşunun Gümüşhane ve Ergani madenleri nühas ocaklarında uygulanan kaide üzere beşte biri ile birlikte tefâvüt, nezâret, vezzâniye ve kitâbet ‘avâ’idâtı devlet için alındıktan sonra kalan kurşun madencilerden satın alınacaktı. Bu düzenlemeye vezzaniye ve kitabet avaidlerinden ocakların mesarif-i mu‘tâdeleri ümenanın hesablarına mahsûb ettirilmek kaide-i meriyye-i miriyyeden olduğuna binaen diye de eklenmiştir (BOA, C.DRB 2421). Gümüşhane ve Ergani madenlerinde üretilen bakırın beşte biri devlete ait olup geri kalanı satın alınırdı. 3 Nisan 1780’de, Bozkır madeninde üretilen kurşuna da nühas ocaklarındaki uygulamanın tatbik olunacağı ile ilgili emirler gönderilmiştir (BOA, C.DRB 3123; BOA, C.DRB 3144).

 

Yapılan düzenlemeyle ilgili geçen terimler avaid yani gelir olarak adlandırıldığı için ücret olarak değerlendirilmiş olup şu anlamlara gelmektedir: Tefâvüt, iki şey arasındaki fark533 anlamına gelmektedir (Şemsettin Sami, 1317: 420; Devellioğlu, 1999: 1056). Nezâret, kelimesinin anlamları içerisinde nazırlık, idare, denetim ve kontrol gibi anlamları vardı (Şemsettin Sami, 1317: 1462; Devellioğlu, 1999: 832). Bozkır madeni eminlerinin maden işlerinin kontrolü karşılığında aldığı ücret olmalıdır. Vezzâniye, vezzân kelimesi kantarcı anlamına geldiğine göre muhtemelen tartan ücreti ya da kantarcı ücreti olarak adlandırılmalıdır. Üretilen madenleri tartan görevliler için ayrılan tartıcı ücretidir. Kitâbet, kâtip vazife ve memuriyeti, kâtiplik gibi anlamları vardır (Şemsettin Sami, 1317: 1144). Madenlerde üretilen kurşun, altın ve gümüşleri yazan kâtipler için ayrılan yazıcı ücretidir.

 

31 Ekim 1787 tarihli hükümde ise yeniden açılan Bozkır madeninde üretilen kurşunla ilgili vergiler hususunda şu kayıtlar vardır. “…Gümüşhane ve tevâbi‘ ve Ergani ma‘denlerinde i‘mâl olunan nühâs ocaklarından hâsıl olan nühâs-ı hâmın hums ve tefâvüt ve nezâret ve vezzâniye ve kitâbet ‛avâidâtı mîrîçün ifrâz olundukdan sonra bâkî kalan nühâs-ı hâmı emin olanlar ma‘denciyân yedlerinden mübâya‘a


 

533 Tefâvüt-i hasene ise, hicri ve mali takvim arasındaki 11 günlük farka dayalı devlet geliri olarak tanımlanmıştır (Pakalın, 1993: 434; Sakaoğlu, 1985: 127).


245

 

idegelüb nühâs ocaklarından mâru’z-zikr vezzâniye ve kitâbet avâidlerin ocakların mesârif-i mu‘tâdeleri ümenânın hesâblarına mahsûb ittirilmek kâ‘ide-’i mer‘iyye-i mîrîyyeden olduğuna binâ’en Bozkır madeninde olan kurşun dehi zikr olunan nühâs ocaklarına tatbîk ile tanzim olunmuş olduğu…” denilerek yeni bir nizam verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 174-2). 1780 yılında uygulanmasına karar verilen düzenleme, madenin tekrar açılması ile yeniden yürürlüğe girmiştir.

 

5     Ekim 1789 tarihinde Bozkır madeninde üretilen kurşunun üçte birinin satılması suretiyle kalan kurşunların nakliye ücretleri madenciler tarafından karşılandığından 8,5 paradan 1,5 para düşülmesi üzerine yedişer paraya darphaneye verilmiştir (BOA, C.DRB 238; BOA, C.DRB 967). Neşet Çağatay, bu olayı Bozkır madeninde üretilen kurşundan üçte iki oranında vergi alınması olarak değerlendirmiştir (Çağatay, 1942a: 33). Hâlbuki bütün masrafları devlet tarafından karşılanan kurşunun, Alanya İskelesi’ne taşınması için gerekli nakliye ücretinin bu şekilde karşılanması için yapılmış bir uygulamadır. Yine 31 Ekim 1787’de madenciler, Bozkır madeninde mevcut kurşunun üçte birini mahallinde satarak üçte ikisini darphaneye teslim edeceklerdi ve bunun nakliye ücreti emin tarafından madencilerden toplanarak iskeleye nakledilecek ve köylerden bu bedel alınmayacaktı (BOA, MEDAD 8: 174-2; BOA, MHM.d 184: 255-1). 25 Eylül 1789 tarihinde Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne 86.166 kıyye kurşun kıyyesi ikişer paradan 4.308 kuruş nakliye ücreti ile taşınmıştır. Fakat taşımadan dolayı eminden alacaklı olan kişilerin emini tazyiki üzerine, madende bulunan 9.159 kıyye kurşunun satılarak nakil ücretinin ödenmesi Bozkır madeni emini Hasan’a emredilmiştir (BOA, C.DRB 1865).

 

Bozkır madeninde imâl olunan kurşunun Gümüşhane ve Ergani madenlerinde üretilen nühas gibi humsı, tefâvüt, nezâret, vezzâniye ve kitâbet ‘avâ’idâtı devlet için ayrıldıktan sonra kalan kurşunun madencilerden satın alınması ve Alanya İskelesi’ne nakledilmesi ile ilgili bir düzenleme yapılmıştır (BOA, MEDAD 8: 639-1). Yukarıda bahsedilen tarihler dışında Bozkır madeninde üretilen kurşundan ne kadar vergi alındığı ile ilgili bir kayıt tespit edilememiştir. Ancak Bozkır madeninde üretilen kurşundan alınan vergi konusunda emsal olarak alınan Keban ve Ergani madenlerinde, 1829-1830 yılından itibaren hums-ı miri kaldırılarak yerine bedel


246

 

sistemi getirilmiştir. Madencilerin şevk ve gayretlerinin azalmasına sebebiyet veren bu durumun ortadan kaldırılmasıyla madendeki üretimin artacağı düşünülmüştür (Tızlak, 1997a: 157). Bozkır madeninde üretilen kurşundan vergi alınmadığına dair şu örneği de vermek mümkündür. 1822 Mart ayından geçerli olmak üzere, bu tarihe kadar Bozkır madeninde üretilen kurşun darphaneye gönderilirken, bu tarihten sonra yıllık 12.500 kıyye kurşun gönderilmesi ile ilgili bir düzenleme yapılmıştır (BOA, DRB.d 996: 91). Dolayısıyla Bozkır madeninde darphaneye teslim edilecek olan bu miktarın fiyatı tespit edilirken herhangi bir vergi düşülmemiş ve gönderilen kurşun belirlenen fiyat üzerinden hesap edilerek maden emininin hesabına yazılmıştır.

 

1.2.1.2. Gümüş Üretimi

 

Gümüş çoğunlukla saç ve tel gibi bazen dal gibi şekillerde veya kalın bir şekilde “damar halinde” taşların içinde ortaya çıkar. Gümüşün rengi beyazdır. Lakin üzeri sarımtırak veya siyahımtırak renkte olur. Daima beraberinde az miktarda altın ve bakır bulunur (Halil Edhem, 1307: 72). Gümüş için belgelerde sim tabiri kullanılmakla beraber bazı eserlerde fıdda534 ya da nukre535 tabiri de kullanılmıştır. Fakat konu açısından değinildiği üzere Bozkır madeninden gönderilen saf sim ve mahlut sim olmak üzere iki türlü gümüşten bahsedilmiştir. Birincisi adından da anlaşılacağı üzere saf iken ikincisi ise altın ile gümüşün karışık olduğu mahlut sim olup, ayrıştırılan bu madenlerden altın miktarı düşüldükten sonra kalan gümüş hesap edilerek maden emininin hesabına yazılmıştır.

 

Bozkır madeninin açılmasından hemen sonra, 31 Ekim 1776’da yapılan ilk teslimatta 500 dirhem sim ve ikincisinde 427 dirhem gümüş darphaneye teslim edilmiştir (BOA, MEDAD 1: 752-1). 1777 yılında ise, 100 kıyye cevherden 45 kıyye

 

 

 

534 İhvān al-şafā adlı eserden çıkarılan malumata göre, fıdda yani gümüş terkipçe altına en yakın maden olup eğer arzın içinde teşekkülü esnasında soğuğun tesirine uğramamış olsaydı o da altın olacaktı; kuruluğu ile soğukluğu müsavi nispettedir. Bakır, kurşun veya kalay ile halite teşkil eder; fakat kolaylıkla da ayrılır. Uzun müddet ateş tesirine maruz kalırsa, yanar ve toprak altında da zamanla bozulur. Civa buharı tesirine maruz olan cam gibi, kırılgan olur ve çekiç altında parçalanıp dağılır. Kükürt buharı gümüşü karartır ve erimiş gümüş üzerine gümüş atılırsa, gümüş yanar, kararır ve cam gibi kırılır. Fakat üzerine biraz boraks dökülürse, eski halini alır yalnız kütlesi biraz küçülür (Ruska, 1997a: 601).

 

535  Külçe halindeki gümüş için kullanılan bir tabirdir (Devellioğlu, 1999: 844). Arapça erimiş, eritilmiş gümüş parçası anlamına gelen nukre, Osmanlılar İstanbul’un fethinden sonra altın para bastıkları için gümüş olan ilk paraları hakkında bu tabir meydana gelmiştir (Pakalın, 1993: 706).


247

 

kurşun ve kurşunun her kıyyesinden 4-5 kırat536 sim çıkmıştır (BOA, MEDAD 8: 611-2). 5 Ekim 1789 tarihinde Bozkır madeninden gelen cevher numuneleri incelenerek yapılan değerlendirmeye göre, ortaya çıkan altın ve gümüş madenlerinin yıllık 30.000 kuruşluk faizi olacaktı (BOA, C.DRB 238; BOA HAT 183/8405). 29 Mart 1796’da ise 157,5 kıyye gümüşün İstanbul’a gönderildiği ifade edilmiştir (BOA, D.DRB.THR 9/20). Bir kıyyenin 400 dirhem olduğu düşünülürse (BOA, DRB.d 1006; BOA, DRB.d 976) bu tarihte Bozkır madeninden 63.000 dirhem gümüş teslim edildiği ortaya çıkmaktadır537.

 

Bozkır madeninde üretimde karşılaşılan çeşitli sorunlar olmakla birlikte bu sorunlara değinildiği için burada tekrar edilmeyecektir. Fakat madendeki altın ve gümüş üretiminin düşmesinin temel sebebine değinmek gerekmektedir. Şöyle ki Bozkır madeninde çalışan madenciler, kendileri için daha kârlı olduğunu düşündüğü kurşun üretimine önem vermekteydi. Bu sorunun çözümü için devlet, madencileri uyararak fırınlarda altın ve gümüş üretiminin de yapılmasını ve bu emre aykırı davrananların cezalandırılacağını belirtmiştir. Üretilen altın ve gümüşlerin belirlenen fiyatla darphaneye verileceği, başka bir yere satılmaması ve bu madenlerin telef edilmemesi yönünde de madenciler, 26 Ekim 1787 tarihinde uyarılmıştır (BOA, MEDAD 9: 171-1; BOA, C.DRB 238).

 

Mart 1822 tarihine kadar madende üretilen gümüş konusunda herhangi bir şart yokken, başka bir ifadeyle madende üretilen gümüş darphaneye gönderilirken, bu tarihten sonra her yıl gönderilecek gümüş miktarı belirlenmiştir538. Maden eminlerine

 

536 XIX. yüzyıl Osmanlı ağırlık ölçüleri şöyleydi: bir batman=6 kıyye, bir çeki=4 kantar, 1 kantar= 44 kıyye, bir kıyye= 2 3/11 lodra, bir lodra= 176 dirhem (bir kıyye=400 dirhem), bir miskal= 1 ½ dirhem, bir dirhem =4 denk, bir denk=4 kırat, bir kırat=4 buğday, bir buğday=4 fitil, bir fitil=2 nakir, bir nakir=2 kıtmir, bir kıtmir=2 zerre (Günergun, 1998: 47).

 

537Tabloya yazılan veriler başka belgelerden de teyit edildiği için yazılmış olmasına rağmen bu miktar sadece bir belgede belirtilen miktarın teslim edildiği şeklinde geçtiği için tabloya alınmamıştır. Kastedilen miktarın daha önce gönderilenlerle mi yoksa bir seferde gönderilen gümüş mü olduğu net olarak anlaşılmadığı için böyle bir uygulama yapılmıştır. 12 Temmuz 1791 tarihinde, Bozkır madeni emini Mehmet, Kırili kazasında madene ait çeşitli işleri yaparken darphaneye gönderilmek üzere yanında bulunan 33 kıyye zer ve sim hazinesi yağma edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 190-1). Aynı hesaplama ile 13.200 dirhem mahlut sime karşılık gelmektedir. Bu üretimin karşılığı olan meblağ sorumlulardan ve kaza ahalisinden tahsil edilmiştir. Ancak darphaneye teslimi gerçekleşmediğinden aşağıdaki tabloda yer almamıştır.

 

538 17 Kasım 1824’te, Bereketli madeni emaneti 80.000 dirhem/200 kıyye saf sim ve 175.000 kıyye kurşun taahhütü üzere eski Bozkır madeni emini Ahmet Ağa’ya sarraf kefaletiyle verilmiştir. Bu şekilde taahhüt üzere işletilen madenler yanında aynı tarihte Balya ve Ünye madenleri ise hasılat üzere işletilmiştir (BOA, D.DRB.HAT 21/20).


248

 

gönderecekleri kurşun ve gümüş miktarının ne kadar olacağı belirtilirken buna uymaları konusunda her atamada uyarılar yapılmıştır. Bahsi geçen tarihten itibaren Bozkır madeninden yıllık 8.000 dirhem yani 20 kıyye gümüş taahhütü üzere eminler atanmıştır (BOA, DRB.d 996: 91). 1825 yılında bu gümüş miktarına zam yapılması sonucu miktar 11.200 dirhem yani 28 kıyye olmuştur (BOA, DRB.d 1005; BOA, DRB.d 996: 97). 1833 yılında yeniden yapılan zamla bu miktarda 16.000 dirheme bir başka deyişle 40 kıyye gümüşe çıkarılmıştır. Madenin kapatıldığı tarih olan Mart 1839’a kadar bu taahhüt geçerli olmuştur (BOA, DRB.d 977: 45; BOA, DRB.d 165; BOA, DRB.d 1005). Yılda yukarıda belirtilen miktarlarda gönderilmesi gereken gümüş eksik geldiği zaman sonraki senelerde gönderilen sim eksik yıla kaydedilmiştir. Nitekim 1822 yılında 186 dirhem sim eksik olduğundan 1823 yılı hasılatından 1822 senesine bu miktar aktarılmıştır (BOA, DRB.d 996: 91). Bozkır madeninden 1826 yılına ait toplam 11.200 dirhem teslim edilmiştir (BOA, DRB.d 996:97,98). Bu meblağ 2.149, 6.040 ve 3.011 dirhem olarak teslim edilmiş ancak bu hesaplama resm-i feteleri düşülmeden yapılmıştır (BOA, DRB.d 996: 99). Zira fete miktarları düşülürse teslim edilmesi gereken gümüşten daha az bir teslimat yapılmış olacaktı. Ancak yapılan hesaplamalarda Bozkır madeninden gönderilen miktar toplanarak taahhüt edilen miktar ile karşılaştırılmıştır. Diğer yıllarda da aynı uygulama yapılmıştır. Buradan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür. Devlet, Bozkır madenini taahhüt üzere verdiği zaman madenden teslim edilecek gümüş miktarını belirlemiş ve bu taahhüdün belirlenen miktarı teslim alınmış ve ondan sonra resm-i fetesi düşülerek hesap edilmiştir.

 

31 Ağustos 1780 tarihinde, Bozkır madeni emini Halil’in ölümü üzerine yapılan hesapta, vefatında mevcut 3.493 kuruş sim bahası maden emininin borcundan düşülmüştür (BOA, MEDAD 8: 643-2). Bir dirhem gümüşün 21 akçe olduğu düşünülürse bu tarihte 19.960 dirhem gümüş üretilmiş olmalıdır. Ancak aşağıda verilen tabloda böyle bir teslimat tespit edilememiştir. Bu da Bozkır madenindeki üretimin burada belirtilen rakamlardan daha fazla olduğu izlenimini vermektedir. 1778-1780 ile 1801-1804 tarihleri arasında gümüş teslimatının olmaması da dikkat çekicidir. Bu yıllar dışında da gümüş teslimatının yapılmadığı yıllar vardır (Tablo 7). 1801 yılından itibaren mahlut sim teslimatının yapılmadığı da


249

 

tablodan anlaşılmaktadır. Bozkır madeninde bu tarihten itibaren altın üretimi, son dönemlerde az da olsa mahlut sim teslim edilmesine rağmen elde edilen altınla ilgili bir kaydın olmaması nedeniyle, sona ermiştir, denilebilir.

 

Bozkır madeninde 1.935.283,392 gram, bir başka ifadeyle yaklaşık 1.935,3 kg gümüş üretimi yapılmıştır. Fakat gümüş üretiminin daha fazla olduğu tahmin edilmektedir539. En yüksek gümüş üretimi 1782 yılında yapılmış ve yaklaşık olarak

150   kilo gümüş üretilmiştir (Tablo 7; Grafik 9). Tabloda görüldüğü üzere taahhüt üzere madenin işletildiği dönemlere ait gümüş üretimi hasılat üzere işletilen dönemlere göre daha azdır. Ancak devlet için, taahhüt üzere üretim tarzı belirlenen oranların her zaman teslim alınması ya da eksik teslim edilen gümüş bedelinin tahsil edilmesi yönleriyle ne üretilirse o miktarın gönderildiği hasıl tarzı üretimden daha faydalı olmuştur. Zira taahhütün olmadığı yıllarda gümüş tesliminin yapılmadığı yıllar olmakla birlikte çok az gümüşün teslim edildiği yıllar da bir hayli vardır. Mahlut sim ise toplam 187.988 gram “yaklaşık olarak 188 kg” üretilmiştir. Altınla gümüşün karışık olduğu cevherde en fazla üretim yapılan yıl ise yaklaşık 39 kiloluk üretimle 1797 yılı olmuştur (Grafik 10).

 Grafik 9: Bozkır Madeninde Gümüş Üretimi (1776-1839)540



539 20 Haziran 1806’da 30 dirhem sim teslim edildiği ifade edilmiş (D.DRB.THR 36/25) rakamlarda yanlışlık olduğu düşünüldüğünden ve bu bilgi başka belgelerden de teyit edilemediğinden tabloya alınmamıştır.

 

540 Grafik, on yıllık üretim toplamına göre hazırlanmıştır. Her yıl yapılan üretim için bkz. Tablo 6.


250

 

Tablo 7: Bozkır Madeninden Darphaneye Teslim Edilen Gümüş Miktarı (Dirhem Olarak)541

Üretim Yılı

Saf Sim

Gram

Mahlut Sim

Gram

 

 

 

 

 

1776

927

2.972,889

 

 

 

 

 

 

 

1777

22.177

71.121,639

 

 

 

 

 

 

 

1781

32.515

104.275,605

4.652542

14.919

1782

46.690

149.734,83

3.315

10.631

 

 

 

 

 

1783

7.970

25.559,79

3.660

11.738

 

 

 

 

 

1784

54.580

175.038,06

4.555

14.608

 

 

 

 

 

1785

25.630

82.195,41

 

 

 

 

 

 

 

1786

4.265

13.677,855

 

 

 

 

 

 

 

1788

8.160

26.169,12

1.915

6.141

 

 

 

 

 

1791

2.470

7.921,29

950

3.047

 

 

 

 

 

1792

4.650

14.912,55

9.800

31.429

 

 

 

 

 

1793

2.085

6.686,595

5.655

18.136

 

 

 

 

 

1794

4.840

15.521,88

10.753

34.485

 

 

 

 

 

1797

5.380

17.253,66

12.225

39.206

 

 

 

 

 

1798

6.000

19.242

 

 

 

 

 

 

 

1799

18.060

57.918,42

693

2.222

 

 

 

 

 

1800

4.600

14.752,2

445

1.427

 

 

 

 

 

1805

10.885

34.908,195

 

 

 

 

 

 

 

1806

10.885

34.908,195

 

 

 

 

 

 

 

1807

12.155

38.981,085

 

 

 

 

 

 

 

1808

18.140543

58.174,98

 

 

1809

10.411

33.388,077

 

 

 

 

 

 

 

1810

18.180

58.303,26

 

 

 

 

 

 

 

 

541 Bu tablodaki veriler şu defter, dosya ve belgelerden çıkarılmıştır. BOA, MEDAD 1, 8; BOA, DRB.d 47, 163, 973, 987, 989, 996, 998, 999, 1000, 1001, 1005, 1009, 1012, 1013, 1017, 1023, 1030, 1051; BOA, D.BŞM.d 4702; BOA, C.DRB 4, 89, 267, 295, 312, 355, 810, 898, 964, 1778, 1946, 2406, 2408, 2506, 2507, 2343, 2375, 2668, 2866, 3026, 3039, 3051, 3090; BOA, HH.d 17503; BOA, AE.SABH I 12047; BOA, HAT 197/9967; BOA, D.BŞM.DRB 16/49; BOA, D.DRB.THR 6/29.

 

542 Bu tarihte teslim edilen 1.712 dirhem mahlut simden altın miktarı ile kesr-i kal ve bedel-i berat düşüldükten sonra kalan 1.633 dirhem gümüş, dirhemi 22 akçeden hesap edilmiş ve 299 kuruş 46 akçe tutmuştur (BOA, AE.SABH I 12047). Kesr-i kal, mahlût sim içindeki altın ayrıştırılıp altın miktarının düşülmesinden sonra her çekide 3 dirhem düşülmesine denirdi. Bedel-i berat ise, mahlût sim içindeki altının ayrıştırılmasından sonra altın miktarından her binde bir dirhem düşülmesine denirdi (BOA, C.DRB 2668).

 

543 Bu gümüş miktarı içerisinde darphaneye teslim edilen 12.880 dirhem gümüşten defterin birinde sadece kesr-i ayar düşülerek 12.880 dirhemden 644 dirhem düşülünce kalan 12.236 dirhem gümüş sekiz paradan 2.447 kuruş tutmuştur (BOA, HH.d 17503: 7). Bir başka defterde ise 12.236 dirhem gümüşten resm-i fete olarak 122 dirhem aha düşülmüş ve kalan gümüş 12.104 dirhem 2.420,5 kuruş 36  akçe tutmuştur (BOA, DRB.d 987).

251

 

Üretim Yılı

Saf Sim

Gram

Mahlut Sim

Gram

 

 

 

 

 

1811

4.080

13.084,56

 

 

 

 

 

 

 

1812

5.575

17.879,025

 

 

 

 

 

 

 

1813

24.525

78.651,675

 

 

 

 

 

 

 

1814

5.645

18.103,515

 

 

 

 

 

 

 

1815

3.685

11.817,795

 

 

 

 

 

 

 

1816

8.505

27.275,535

 

 

 

 

 

 

 

1817

2.213

7.097,091

 

 

 

 

 

 

 

1818

3.018

9.678,726

 

 

 

 

 

 

 

1821544

5.113545

16.397,391

 

 

1822

8.000

25.656

 

 

 

 

 

 

 

1823

8.000

25.656

 

 

 

 

 

 

 

1824

8.000

25.656

 

 

 

 

 

 

 

1825

11.200

35.918,4

 

 

 

 

 

 

 

1826

11.200

35.918,4

 

 

 

 

 

 

 

1827

12.880

41.306,16

 

 

 

 

 

 

 

1828

11.755

37.698,285

 

 

 

 

 

 

 

1829

8.038

25.777,866

 

 

 

 

 

 

 

1830

11.259

36.107,613

 

 

 

 

 

 

 

1831

11.200

35.918,4

 

 

 

 

 

 

 

1832

11.527

36.967,089

 

 

 

 

 

 

 

1833

16.095

51.616,665

 

 

 

 

 

 

 

1834

16.128

51.722,496

 

 

 

 

 

 

 

1835

16.108

51.658,356

 

 

 

 

 

 

 

1836

16.000

51.312

 

 

 

 

 

 

 

1837

16.000

51.312

 

 

 

 

 

 

 

1838

16.052546

51.478,764

 

 

Toplam

603.456

1.935.283,39

58.618

187.989

 

 

 

 

 

 

 

544 Bu yıla ait 1.768, 2.530 ve 815 dirhem olmak üzere üç seferde toplam 5.113 dirhem gümüş gönderilmiştir. Bu gümüşün fetesi düşülünce ise toplam 5.044 dirhem gümüş kalmıştır. Darphane hesaplamalarında fete düşüldükten sonra kalan gümüş ile dirhem fiyatının çarpılması sonucu gümüşün değeri bulunurdu (BOA, DRB.d 996: 89). Fakat tabloda resm-i fete düşülmeden teslim edilen oranlar verilmiştir. Bunda temel neden bazı belgelerde fete hesabı verilmediğinden (BOA, HH.d 17503: 7) karışıklığa neden olmamak için ve daha da önemlisi Bozkır madeninde yapılan üretimi tam olarak yansıtmak için teslim edilen gümüşler aynen yazılmıştır. 1829 yılına ait 8.038 dirhem gümüş teslim edilirken eksik gelen gümüşün bedeli alınacakken yapılan hesaplamada ise bu miktarın fetesi düşüldükten sonra kalanı olan 7.992 dirhem taahhüt edilen 11.200 dirhemden düşüldükten sonra kalan 3.228 dirhemin bedeli olan 3.228 kuruş talep edilmiştir (BOA, DRB.d 996: 105).

 

545 Bozkır madeninden bu tarihte 12 kıyye gümüş gönderilmiştir (BOA, DRB.d 1044).

546 Bu miktarın 8.260 dirhemi mahlut olup 248 dirhem kesr-i kal düşülmüş haliyle 8.012 dirhem eklenmiştir (BOA, DRB.d 1010; BOA, DRB.d 163).


252

 

Bozkır madeninin taahhüt üzere işletildiği dönemlerde belirlenen miktarda gümüşün darphaneye teslim edilmesi gerekirdi. Bu dönemde eksik teslim edilen gümüşün her dirhemi için görevlilerden bir kuruş ücret alınmıştır. 1829 yılı hesabında eksik teslim edilen 3.228 dirhem gümüş için 3.228 kuruş talep edilmiştir (BOA, DRB.d 996: 105). Bozkır madeninde taahhüt üzere üretim yapıldığı dönemlerde mahlut sim ve saf sim ayrımı ismi dışında uygulamadan kalkmıştır. Taahhüt edilen gümüş miktarın da her ikisi de aynı şekilde değerlendirilmekle birlikte dirhem fiyatları da 16 para ya da 48 akçe olarak belirlenmiştir. Ayrıca taahhüt üzere yapılan üretimden önceki dönemlerde mahlut simden ortaya çıkan altın miktarı belirtilip ücreti hesap edilirken bahsedilen dönemde böyle bir hesaplama yapılmamıştır. 1824 yılına ait 3.004 dirhem (BOA, DRB.d 996: 93), 1826 hasılatından 2.338 dirhem (BOA, DRB.d 996: 99), 1830 yılına mahsuben gönderilen 1.595 dirhem (BOA, DRB.d 973; BOA, DRB.d 1010), 1834 yılına mahsuben gönderilen 3.885, 9.920 ve 3.170 dirhem (BOA, DRB.d 1017) 1836 yılına ait olmak üzere gönderilen 10.340 dirhem (BOA, DRB.d 1023: 38) mahlut simin fiyatı 16 para olarak hesap edilmiştir. Ancak Bozkır madeninde teslim edilen mahlut simden altın elde edilmesi 1781-1800 yılları arasındadır. Bu tarihler arasında madenden darphaneye 12 defa mahlut sim teslim edilirken 1797 yılında yapılan mahlut sim teslimatı en yüksek seviyeye ulaşmıştır (Grafik 10; Tablo 7).

 

 

Grafik 10: Bozkır Madeninde Üretilen Mahlut Sim Miktarı (1781-1800)547

 

 


547 Grafikle birlikte bkz. Tablo 6.


253

 

Darphanenin gelirleri arasında Bozkır madeninden teslim edilen gümüşle ilgili kayıtlar da vardır. 1798 yılında gönderilen gümüşün bahasının dört kese, faizinin bir kese548 (BOA, D.DRB.HAT 3/29) ve aynı yıl gönderilen gümüşün üç kese bahası ve bir kese faizi (BOA, D.DRB.HAT 3/32), 1799 yılında gönderilen gümüşün 4,5 kese bahası ve 1,5 kese faizi (BOA, D.DRB.HAT 3/70) ve aynı yıl gönderilen bir diğer gümüşün ise üç kese bahası ve 0,5 kese faizi (BOA, D.DRB.HAT 4/12) olmuştur549. Verilen bu rakamlarda ne kadar gümüş teslim edildiğine dair bir bilgi yoktur. Ancak Bozkır madeninden gönderilen gümüşlerin değerlerinin ve bunlardan elde edilen kârların gösterilmesi nedeniyle bu bilgiler önem arz etmektedir. Bozkır madeninden gönderilen gümüş örneklerinin ortalama dört kesesinin (2.000 kuruş) bir kese (500 kuruş) kârı vardı. Bu oran, yaklaşık olarak madende üretilen gümüşün bütün masrafları çıktıktan sonra devlete dörtte birinin kâr olarak kaldığı şeklinde de yorumlanabilir.

 

1.2.1.2.1. Gümüşün Birim Fiyatı

 

Bozkır madeninde üretilen gümüş, devlet tarafından bir birim üzerinden yapılan fiyat düzenlemesine göre satın alınırdı. 31 Aralık 1776 tarihinde maden emini Bozkır madeninde üretilen gümüşün fiyatının Gümüşhane’de uygulanan fiyat üzere satın alınmasını talep ederek bu konuda bir emir verilmesini istemiştir. Ancak madenin üretimi tam olarak bilinemediğinden böyle bir uygulama olamayacağından madenin hasılatı tam olarak bilindiği zaman bir düzenleme yapılabilecekti (BOA, MEDAD 1: 755: 1). 9 Şubat 1777-27 Mayıs 1778 tarihleri arasında Bozkır madeninden 12.890 dirhem saf sim ve 387 dirhem mahluttan hasıl olan sim olmak üzere 13.277 dirhem gümüş darphaneye teslim edilmiştir. Darphanede Bozkır madeninden teslim edilen gümüşün dirhem fiyatı 22 akçeden hesaplanmış ve 2.434 kuruş 14 akçe tutan meblağ hasılat olarak kaydedilmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 2).

 

Bozkır madeninde üretilen gümüşün satın alma fiyatı ile ilgili ilk düzenleme 18 Mayıs 1780 tarihinde yapılmıştır. Buna göre, Bozkır madeninde üretilen mahlut

 

548 Belgelerde faiz olarak geçtiğinden aynen alınmıştır. Gümüşün bahası derken değerinden, faizi derken elde edilen kârından bahsedilmiştir.

549 Darphane gelirleri arasında gösterilen Bozkır madeninden gönderilen gümüşlerin sadece kuruş olarak değerinin yazıldığı örnekler de vardır. 1810 yılında Bozkır madeninden 3.096 ve 929 kuruşluk gümüş gönderilirken (BOA, D.DRB.HAT 10/35; 10/28), bir önceki yıl ise 494 kuruş değerinde gümüş gönderilmiştir (BOA, D.DRB.HAT 10/3).


254

 

simin fiyatı Gümüşhane madeninde uygulanan fiyat olacak ve mahlût sîm içerisinden ortaya çıkarılan altın çıkarıldıktan sonra kalan gümüşün 10 dirhemde bir dirhemi bedel-i ifraz ve her ocakta üçer dirhem resm-i fetesi düşüldükten sonra çeki tabir olunur her 100 dirhemi 1680’er akçeye ve madenden gelen simi saf dahi resmi fetesi çıkarıldıktan sonra aynı fiyat ile satın alınacaktı (BOA, MEDAD 8: 639-2; 645-3). 31 Ekim 1787 tarihinde de Bozkır madeninde üretilen gümüşle ilgili bu emir tekrar gönderilmiştir (BOA, MEDAD 9: 174-1). Fakat 10 Ağustos 1781 tarihinde, Bozkır madeninden gönderilen mahlut sim içindeki altın düşüldükten sonra kalan gümüşün dirhemi 22 akçeden, saf simin dirhemi ise 21 akçeden işlem görmüştür (BOA, AE.SABH I 12047). 11 Nisan 1783 tarihinde saf sim ile mahlut sim arasındaki ayrım devam etmiştir (BOA, C.DRB 295). 1794 yılından itibaren ise Bozkır madeninde üretilen saf ya da mahlut simin fiyatı 22 akçeden hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 1946). Bozkır madeninden gönderildiği tespit edilen son gümüş örneklerinde 1838550 yılına ait 8.260 dirhem mahlut sim ile 8.040 dirhem saf simin dirheminin 16 paradan hesap edilmesine (BOA, DRB.d 163) bakılarak aynı fiyat uygulamasının, madenin kapatılmasına kadar devam ettiğini söylemek mümkündür. Zira bir dirhem gümüş, 48 akçeden işlem görmekteydi.

 

Darphanede yapılan bu hesaplama ile gümüşün madencilerden satın alınma fiyatı arasında farklılık vardı. Devlet tarafından satın alınan altın ve gümüşler piyasa fiyatının çok altında bir fiyata satın alınmaktaydı. 1786 yılında, Bozkır madeni kapatıldığında, madende bulunan 4.257 dirhem gümüş, 5,5 paradan hesap edilerek gönderilen mübaşire551 teslim edilmiştir (BOA, D.DRB.THR 2/43). Yani madencilerin elindeki gümüşler 5,5 paradan satın alınmıştır. Yukarıdaki örnekteki 100 dirhemi 1.680 akçe olan gümüşün dirhemi 5,6 paraya tekabül etmektedir (BOA,

 

550 1834 yılına mahsuben gönderilen 3.885, 9.920 ve 3.170 dirhem mahlut simin fiyatı da 16 para idi (BOA, DRB.d 1017). 1836 yılına ait olmak üzere gönderilen 10.340 dirhem mahlut sim de aynı fiyat üzerinden işlem görmüştür (BOA, DRB.d 1023: 38). Benzer şekilde 1830 yılına mahsuben gönderilen 1.595 dirhem mahlut sim de 16 paradan hesap edilmiştir (BOA, DRB.d 973; BOA, DRB.d 1010).

 

551 Bozkır madenindeki hasılatı teslim alacak olan mübaşir İbrahim Ağa tarafından 12 Ocak 1786 tarihinde 4.265 dirhem saf sim teslim edildiği kayıtlıdır. Başmuhasebeden yapılan hesaplamada 746 kuruş 45 akçe bedel yazılan bu gümüş miktarı (BOA, C.DRB 1778) 24 Aralık 1785 tarihli bir belgede ise aynı görevli tarafından 4.257 dirhem gümüşün 585 kuruşa alındığını göstermektedir (BOA, C.DRB 810). Bozkır madeninde ve darphanede ölçümleri farklı olan bu gümüşlerin aynı madenler olduğu tahmin edilmiştir. İkinci örnek madencilerin elindeki gümüşün satın alınması, birinci örnek ise darphaneye tesliminde yapılan hesaplamadır. Bir dirhemi madencilerden yaklaşık olarak 5,5 paraya satın alınırken, darphanede bu hesaplama yedi para üzerinden yapılmıştır.


255

 

C.DRB 3090). Fakat darphanedeki hesaplamalarda ise 21 akçe yani yedi para olarak hesap edilmiştir. Aynı durum diğer madenler için de geçerlidir. 1780 yılında Keban madeninde gümüşün yüz dirhemine 1.560 akçe ücret verilirken, aynı tarihte Ergani’de 1.620 akçeydi. 1772 yılında Espiye madeninde ise gümüşün yüz dirhemi 2.080 akçe ve Gümüşhane’de ise 2.040 akçe idi (Bölükbaşı, 2010: 74).

 

Bozkır madeninde üretilen gümüşler maden eminlerine verilen sermaye akçesi bedeli karşılığı idi552. 21 Ağustos 1786 tarihinde bu durum “… Darbhâne-i ‘Âmire’den ma‘den ümenâsına mühüren temessük ile nakden virilen asl sermâye-i kadîm akçesinden olub sermâye-i mezkûr mukâbili zer ve sîm gibi gelüb vaz olunan kurşundan …” (BOA, MEDAD 8: 782-2) şeklinde ifade edilmiştir.

 

Gümüşle ilgili fiyat düzenlemesi yapılırken birim olarak dirhem temel alınmıştır. Madenin açılışından 1805 yılına kadar gümüş yedi paradan başka bir ifadeyle 21 akçeden hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 2408). 1805 yılı Mart ayından itibaren ise gümüşün dirhemi sekiz para553 olmuştur (BOA, DRB.d 969). 6 Aralık 1820 tarihli fermana göre bütün madenlerde üretilen gümüşün dirhemi 16 para olarak kabul edilmiştir554. Bozkır madeninde üretilen gümüşün dirhem fiyatı da sekiz paradan 16 paraya çıkmıştır (BOA, D.DRB.HAT 14/46). Bozkır madeninden gönderildiği tespit edilen son gümüşün dirhem fiyatı da 16 paraydı (BOA, DRB.d 1010). Bozkır madeninde taahhüt üzere üretim yapıldığı dönemlerde madenden teslim edilen gümüş 16 paradan hesap edilirken, teslim edileceği taahhüt edilen ancak çeşitli nedenlerle teslim edilemeyen bir başka ifadeyle eksik teslim edilen gümüşün her dirhemine karşılık görevlilerden ise bir kuruş tahsil edilmiştir (BOA, DRB.d 996: 105).

 

552 11 Haziran 1781 tarihinde Bozkır madeninde üretilen zer ve simin mübayaa olunması için istenen 5.000 kuruş sermaye nakden gönderilmiştir (BOA, MEDAD 8: 651-2).

553 8 Temmuz 1812 tarihinde; Bozkır, Bereketli ve Sidrekapsi madenleri gümüşlerinin dirhemi 8 para iken, Balya 10, Karaton 7 ve Gümüşhane madeni gümüşü 11 para olarak belirlenmiştir (BOA, HH.d 17503: 1, 15, 17). Bu tarihte Keban madeninde ise gümüşün dirhemine bir para zam yapılarak 12 paraya çıkarılmıştır. Bunun gerekçesi ise, Keban madeninde üretilen gümüşün dirhemi maden emini tarafından madencilerden 11 paraya satın alınırken bir fırın 550 kuruş masrafla işletilmiştir. Ancak bu tarihte bir fırının masrafı 750 kuruş olmuştur (BOA, HH.d 17503: 1).

 

554  Bu tarihten önce madenlerde üretilen gümüşlerin bir dirheminin fiyatları şöyleydi: Bereketli, Bozkır ve Sidrekapsi gümüşleri 8, Gümüşhacıköy ve Balya gümüşleri 10, Gümüşhane gümüşleri 11 ve Keban gümüşleri 14 paradan işlem görürken, bu tarihte tamamının dirhemi 16 para olmuştur (BOA, D.DRB.HAT14/46). Diğer madenlerde ise gümüşün dirhemi, Gümüş madeninde 10 (Gümüşhacıköy olmalı), Karaton 7, Ünye 8, Akdağ 16 paradan işlem görmüştür (BOA, DRB.d 47).


256

 

1.2.1.2.2. Gümüşte Vergi Oranı

 

Gümüşhane madeni fırınlarının her birinden 30 akçe kitâbet, 30 akçe vezzâniye ve 10 akçe kantariyye olmak üzere 70’er akçe ‘avâ’idât ile gümüşün her çekisinden 55’er akçe resm-i miri ifrazciyan devlet için alındıktan sonra mahlut sim içerisindeki altının dörtte biri devlet için bedelsiz olarak ve kalan altının her miskali555 480 akçeye satın alınırdı. Mahlut sim içerisindeki altın miktarı çıkarıldıktan sonra kalan gümüşün 10 dirhemde bir dirhemi bedel-i ifraz556 ve her ocaktan üçer dirhem resm-i fetesi düşüldükten sonra madencilerden 100 dirhemi 1.680 akçeye satın alınırdı. Saf simin resm-i fetesi düşüldükten sonra aynı fiyat ile satın alındığına dair 18 Mayıs 1780 tarihinde557 bir düzenleme yapılmış ve bu nizamın Bozkır madeninde de uygulanmasına karar verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 639-2; 645-3). 31 Ekim 1787 tarihinde madenin yeniden açılmasıyla aynı uygulama hatırlatılmış ve bu nizam uygulanmaya devam edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 174-1). 21 Mart 1807 tarihinde

 

 

555 Altın ve gümüş için kullanılan ölçülerin oranları şu şekildedir: Anadolu’da bir kırat 1/24 miskal ya da 1/16 dirhemdir. Ağırlığı 0,2004 gram idi (Hinz, 1990: 34). Anadolu’da bir miskal: 4,81 gram idi. Bir Osmanlı ağırlık dirheminin ağırlığı ise miskalin üçte ikisi kadardı yani 3,086 gramdı. Bir kırat ise 0,195 gramdı (Hinz, 1990: 6). Kıymetli maddelerin ölçüsünde bir kırat 0,189 gram, bir miskal 4,548 gram olarak verilmiştir (Zambaur, 1997b: 735). Dört buğday tanesi, bir kırat veya bir keçiboynuzu çekirdeğidir. Dört kırat veya 16 buğday bir dank’tır. Dört dank veya 16 kırat yahut 64 buğday tanesi bir dirhemdir. 1,5 dirhem veya altı dank veya 24 kırat veyahut 96 buğday tanesi bir miskaldir. Şeri ağırlık ölçüsü siteminden farklı olan bu sistemde miskal 4,811 grama tekabül ediyordu (Sahillioğlu, 1958: 1). Örfi miskal buğday tanesine istinad etmektedir, halbuki şeri miskal arpa tanesine dayanır. Şeri miskal 72 arpadır ve 20 kırattır. Şeri dirhemin ağırlığı da 16 kırat değil, 14 kırattır (Sahillioğlu, 1958: 5). Dirhem eskiden beri üç çeşit olup biri dirhem-i şer‘i (14 kırat) ki orta büyüklükte 70 arpa tanesinin ağırlığı demektir. Zekat, mehr ve diyette muteber olan ölçüdür. Diğeri dirhem-i örfi veya dirhem-i miri olup 16 kırattan (elmas ve cevahir gibi değerli şeylerin tartısında kullanılan ağırlık ölçüsü) ibaret gümüş hakkında kullanılır. Üçüncüsü de dirhem-i hesabidir. Miskal: bir buçuk dirhem, dank: miskalin dörtte biri, buğday: dörde ayrılan kıratın bir parçası. Fitil: dörde ayrılan buğdayın bir parçası. Nakir: ikiye ayrılan fitilin bir parçası. Kıtmir: ikiye ayrılan nakirin bir parçası. Zerre: ikiye ayrılan kıtmirin bir parçasıdır. (Süleyman Sûdi, 1982: 9, 19). Karat olarak da kullanılan ağırlık ölçüsü bu çalışmada kırat olarak kabul edilmişir.

 

556 Fahrettin Tızlak, bedel-i ücret-i ifrazın üretimin %1’i oranında olduğunu (Tızlak, 1997a: 156) Ömerül Faruk Bölükbaşı ise, ifraz bedeli denilen bu kesintinin %10 oranında olduğunu ifade etmiştir (Bölükbaşı, 2010: 74). Bozkır madeninde üretilen gümüşün 10 dirhemde bir dirhemi bu bedel için alındığına göre bu oranın %10 olduğunu söylemek mümkündür. 1733 yılında, altının her miskali 573 akçe hesaplanıp, kalan simin her çekisinden birer kuruş ücret-i ifrazciyan aşağı varılmıştır (HH.d 14910: 2). Yani ayırma ücreti düşülmüştür.

 

557 Gümüşhane madenindeki aynı tarihli uyguluma şu örneklerle açıklanmıştır. Mahlut sim ve saf simden alınan vergileri belgelerdeki örneklerle açıklamak gerekirse, bir fırında 173 dirhem sim-i mahlut üretildiği düşünülürse bu orandan 20 dirhem bedel-i ifraz ile üç dirhem resm-i miri fete düşüldükten sonra kalan 150 dirhem 1,5 çeki olduğundan çekisi 1.680 akçeden hesap edilmiştir. Yine bir fırından elde edilen saf sim 103 dirhem örneği verilerek bu orandan üç dirhem resm-i miri fete düşülünce kalan 100 dirhem bir çeki kabul edilerek 1.680 akçeden hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 2969).


257

 

Bozkır madeni üretimi olan 12.155 dirhem saf sim teslim edilmişken, 39 kıta‘ât olan gümüşün her kıtasından 3 dirhemden resm-i fete558 olarak 117 dirhemi düşüldükten sonra kalan 12.038 dirhemin her dirhemi 8 paradan hesap edilen gümüşün değeri 2.407,5 kuruş 12 akçe tutmuş ve 20 Haziran 1807’de aylık defterine masraf kaydedilen bu tutar maden emininin sarrafı Agob’a teslim edilmiştir (BOA, DRB.d 987).

 

Mahlut sim ve saf sim arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekmektedir. Zira darphanede yapılan hesaplamalarda saf simin her kıtasından üçer dirhem resm-i fetesi düşüldükten sonra hesabı görülmüştür (BOA, C.DRB 3051). Mahlut simde ise altın miktarı düşüldükten sonra, yıllara göre gönderilen mahlut simden bir miktar kesr-i kâl çıkarılmıştır559. Mahlut sim içindeki altın oranı ile kesr-i kal düşüldükten sonra kalan gümüşten her bin dirhemde bir dirhem bedel-i berât da düşüldükten sonra kalan miktar gümüşün dirhem fiyatıyla çarpılarak değeri bulunmuştur560 (BOA, C.DRB 295; BOA, C.DRB 89; BOA, C.DRB 355).

 

Gümüşhane madenlerinde her fırının 100 kuruş masrafı olduğu, fırınlara konulacak cevherin bir haftada çıkarıldığı belirtilerek çıkarılan gümüşün füruht edilerek (satılarak) madencilerin ve fırınların masraflarının karşılanması için izin talep edilmiştir. Bu olmazsa devletin bu ihtiyaçları karşılamak için sermaye göndermesi istenmiştir. Devlet, 19-28 Haziran 1719’da gümüşün satılmasına izin vermiştir (Ahmet Refik, 1931: 23). Madende üretilen gümüşün satılmasını vergi olarak değerlendirmemek gerekir. Zira, bu durum devletin karşılayacağı sermaye yerine yapılan bir uygulamadır. Bu olayda, devlet kendisi için satın alacağı gümüşten vazgeçerken sermaye vermekten de kurtulmuş oluyordu. Bozkır madeninde kurşun

 

558 Saf gümüşün her kıtasından “kıyye-i muʻtâd sim” olmak üzere üçer dirhem düşülmüştür. Buna fete-i muʻtâde de denilmekteydi (BOA, DRB.d 996: 89, 91).

 

559 1781 (BOA, AE.SABH I 12047) ve 1793 yıllarında çekide üç dirhem (BOA, C.DRB 898), 1808 yılında çekide beş dirhem kesr-i ayar düşülmüştür (BOA, DRB.d 987). 1825, 1826 yıllarında 100 dirhemde 10 dirhem (BOA, DRB.d 996: 91, 93), 1830 yılında 3,5 dirhem (BOA, DRB.d 973), 1249 yılında 100 dirhemde beş dirhem (BOA, DRB.d 1010; 1013), 1835’te 100 dirhemde üç ve 1836’da

 

100   dirhemde 2 dirhem kesr-i kal düşülmüştür (BOA, DRB.d 1010). 1838 yılında ise çekide üç dirhem (BOA, DRB.d 1030; 1010) kesr-i kal düşülmüştür.

 

560Nisan 1794’te Bozkır madeninden gönderilen 1.915 dirhem mahlut simden elde edilen 32,5 dirhem altın miktarı düşülünce kalan 1.882,5 dirhemin her çekisinden de üç dirhem kesr-i kâl olmak üzere 56 dirhem düşülmüştür. Bu oran düşüldükten sonra kalan 1.826,5 dirhemin her bin dirheminde bir dirhem bedel-i berât da düşülünce 1.825 dirhem kalmıştır. Dirhemi 22 akçeden hesap edilen 1.825 dirhem gümüş ise 40.150 akçe tutarındaydı (BOA, C.DRB 3051).


258

 

için rastlanan bu durumun gümüş için uygulandığına dair bir örnek tespit edilememiştir.

 

Tablo 8: Bozkır Madeni Üretimlerinden Yapılan Kesintiler

 

 

Kurşun

Saf Sim

Mahlut Sim

Altın

 

 

 

 

 

Hums

X

 

 

 

 

 

 

 

 

Rub‘

 

 

 

X

 

 

 

 

 

Fete

 

X

X

 

 

 

 

 

 

İfraz

 

X

X

 

 

 

 

 

 

Tefâvüt561

X

 

 

 

 

 

 

 

 

Nezâret

X

 

 

 

 

 

 

 

 

Vezzâniye

X

X

X562

 

Kitâbet

X

X

X

 

 

 

 

 

 

Kantariyye

 

X

X

 

 

 

 

 

 

Bedel-i berat

 

 

X

 

 

 

 

 

 

Bedel-i melâ‘ık

 

 

 

X

 

 

 

 

 

 

Osmanlı Devleti, işlettiği bütün madenlerden aynı vergiyi almadığı gibi aynı fiyata da satın almamıştır. Keban ve Ergani madenleri üretimlerinden fete ve ücret-i ifraz; Espiye madeni üretiminden fete, ücret-i ifraz ve rub-ı miri; Gümüşhane madeni üretiminden ise ücret-i ifraz ve rub-ı miri gibi gümüş imalatından kesintiler yapılmıştır. Çakırgölü ve Kafirdağı madenlerinde ise fete ve nezaret kesintisi gümüş üretimine uygulanmıştır. Madenlerde üretilen altın ve gümüşün belirtilen oranları ücretsiz, geri kalan kısmı ise belirlenen fiyatlar üzerinden satın alınırdı (Bölükbaşı, 2010: 73-74). Bu satın alma işleminde altın ve gümüşün fiyatlarının madenlere göre değişiklik göstermesi madende üretim yapabilmek için gerekli odun ve kömürün teminine yapılan masraflara, yapılan üretimin durumuna ve madenlerden alınan vergilerin miktarına göre değişebilirdi. Keban madenindeki gümüş üretiminden sadece ücret-i ifraz ve fete alındığından bu madendeki fiyat düşükken; ücret-i ifraz,

 

561 Kurşun madeninin vergilendirilmesi başlığında değinildiği için bu terimler tekrar açıklanmamıştır. Ancak değinilmeyen kantariyye isimli kesinti, kantarcı resmini ifade ederken; kantar vezin aleti, 44 okkalık vezin anlamına gelmektedir (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 687). Kantariyye, tartı yapılan yerlerde kantarlarla tartılan eşyadan alınan vergi, kantar resmi anlamına gelmektedir (Ayverdi, 2006: 1574).

 

562 Kitabet, vezzaniye ve kantariyye adı verilen kesintiler gümüş ve altın üreten fırınların her birinden yapılan kesintilerdir. Yani fırın başına yapılan kesintiyi gösterdiğinden dolayı her iki madene de işaretlenmiştir.


259

 

fete ve %25 vergi alınan Espiye ile ücret-i ifraz ve %25 vergi alınan Gümüşhane’de fiyatlar daha yüksekti. Keban madeninde gümüşün yüz dirhemi 1.560, Ergani’de 1.620, Espiye’de 2.080 ve Gümüşhane’de 2.040 akçeydi (Bölükbaşı, 2010: 74). Bozkır madeninde563 ise üretilen gümüşten fete, ücret-i ifraz ile fırınlardan alınan çeşitli kesintiler vardı. Bu kesintiler düşüldükten sonra gümüşün yüz dirhemi 1.680 akçe idi (BOA, MEDAD 8: 639-2). Belirtilen bu fiyatın madencilerden satın alma fiyatı olduğunu unutmamak gerekir. Bozkır madenindeki fiyatın Espiye ve Gümüşhane madenlerindeki fiyattan düşük olmasının nedeni üretimden rubʻ-ı miri adı verilen dörtte bir (% 25) kesintinin Bozkır madeninde yapılmamasıdır. Keban madeninde gümüşün yüz dirhemi 1.560 akçe iken Bozkır madeninde aynı oranda gümüşün 1.680 akçe olması ise Bozkır madeninde yapılan kesintilerin daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır (Tablo 8).

 

Bozkır madeninden gönderilen kurşun, gümüş ve altından yapılan kesintilerin anlamlarına değinmek gerekmektedir. Bu anlamda gümüşten alınan resm-i fete, ocak başına üç dirhem olarak alınmıştır. Bozkır madeninde üretilen gümüşten fete-i muʻtâde, mahlut simden ise kesr-i kâli düşüldükten sonra fete-i muʻtâde alınmıştır. Bozkır madenin açıldığı tarihten kapatıldığı tarihe kadar her ocaktan üç dirhem gümüş fete olarak düşülmüştür (BOA, DRB.d 987; BOA, DRB.d 1012). Ücret-i ifrâz ise ifraz bedeli olarak yapılan kesintiyi göstermekteydi. Ücret-i ifraz madendeki üretimin %10’u olarak belirlenmiştir. Gümüşün her çekisinden 55’er akçe resm-i miri ifrâzciyân devlet için alındığı gibi mahlut sim içerisindeki altın miktarı çıkarıldıktan sonra kalan gümüşün 10 dirhemde bir dirhemi de bedel-i ifraz (BOA, MEDAD 8: 639-2; 645-3) olarak alınmıştır. Rubʻ-ı miri, devlet için üretilen altının dörtte birinin (% 25) bedelsiz olarak alınmasını ifade etmekteydi (BOA, MEDAD 8: 639-2; 645-3). Hums-ı miri ise, üretilen kurşunun %20’sinin (beşte biri) bedelsiz

 

563 Bozkır madeninden önceki yıllara ait uygulamalara ise şu örnek verilebilir. 1588-1589 tarihli maden kanununa göre, boş bir maden kuyusu eminler ya da gayr-i maden reayası tarafından kazılırsa ve cevher çıkarsa, masrafları devlet tarafından karşılanır. 1.000 dirhem gümüşten 76 dirhemi öşr-i miri olup vs. harç (vergi, masraf) tutulup miri öşrüyle 395 dirhem (250 dirhem rub‛ darphane, öşr-i miri 67 dirhem, bir dirhem öşr-i hibe ve 76 dirhemi ücret-i ihracat ve 1 dirhem hisse-i sarraf) ve kalan 605 dirhem rençberan hissesidir. Bu hesap üzere 10 dirhemde 4 dirhem öşür alınmış, lakin kendi malıyla kuyu kazdıran ve rençberan ücretlerini kendi malından veren kişiden bunun alınması o kişiye zarar vereceği de belirtilmiştir (BOA, MAD.d 22148: 5). Pravişta madenlerinde çıkan 100 dirhem gümüşten iki akçe sarrafiye alınıp rençberan hissesi verildikten sonra kalan miktar devletindir, denilmiştir (BOA, MAD.d 22148: 6).


260

 

olarak devlete verilmesini ifade eden bir kesintiydi564 (BOA, MEDAD 8: 610-2; 621-1).

 

1.2.1.3. Altın Üretimi

 

Altın; sarı, parlak renkte, kolayca işlenebilecek yumuşaklıkta bir madendir565. Yeryüzünde değerini büyük ölçüde düşürecek şekilde bol miktarda mevcut değildir. Su ve havadan etkilenip paslanmayışı aranır madde olmasının bir başka sebebidir. Para olarak kullanılışı servet, itibar ve iktidarla özdeşleşmesini sağlamıştır. Bu husus, Kur'an'da zikredildiği âyetlerin mazmununda da vardır. Eşya, külçe veya para olarak aynı değeri taşır566. Altın iktisadî kalkınmada, medeniyetlerin yükselmesi veya yıkılmasında bazı tarihçiler tarafından başlıca âmil olarak açıklanmıştır (Sahillioğlu, 1989: 532). Altın yerine zeheb kelimesi kullanıldığı gibi belgelerde daha çok zer ifadesi kullanılmıştır. Zeheb (altın madeni) yıldızlar arasında güneşe benzetilmiştir. Kükürdün en halisi ile civanın en safının mükemmel bir şekilde birleşmesinden doğmuştur. Bundan dolayı ateşte erirse de yanmaz ve ne kadar toprakta kalsa da paslanmaz. Altın yumuşak ve parlak olup, kırmızıya çalar sarı bir rengi vardır. Tadı ve kokusu hoştur. Oldukça da ağırdır. Altın, civanın mıknatısı olup, onda batar ve rengini kaybeder. Altın erir, dövülebilir çok ince yaprak şekline, tel ve toz haline getirilebilir; ayrıca altın tozu yazı için kullanılabilir. Altın, sikke ve süs eşyası yapmak için kullanılırken, bakır ve gümüş ile karıştırılır (Ruska, 1997b: 491). Bozkır

 

 

 

 

564 Müslümanlar ın ellerinde bulunan altın ve gümü şten vermesi gerekli zekat ise şu şekildedir. Gümüşten zekât alınacağı hususu Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir. Altın ve gümüşü, zekâtını vermeyerek biriktirip yığ anların azaba çarptırılacağı âyet ve hadislerde belirtilmiştir. Diğer madenlerden ancak ticaret malı oldukları zaman zekât alındığı halde altınla gümüş bu maksatla kullanılmasalar da zekâta tâbidir. Altınla gümüşün nisablarını tayin için kıymetlerine değil ağırlıklar ına bak ılır. Gümüşten zekât verilmesi için onun nisab miktarı olan 200 dirhem ağırlığa ulaşması şarttır. Ağ ırlık birimi olarak bir dirhemin metrik sistemde kaç grama tekabül ettiği konusunda uzmanlar arasında tam bir görüş birliğ i bulunmamakla birlikte, bir dirhemin meselâ 3,207 gram oldu ğundan hareket edilirse yaklaşık 640 gram gümü ş zekât nisabı sayılır ve bunun 1/40 nisbetinde zekâtının verilmesi gerekir. Kadınların süs eşyası olarak kullandıkları gümüş ve altına zekât gerekip gerekmeyeceği hususu tartışmalıdır. Hanefîler'e, Sevri ve Evzâî'ye göre takılardan zekât vermek gerekir. Mâliki. Şafiî ve Hanbelîler'e göre ise gerekmez (Eskicioğlu, 1996: 272).

 

565 Tabiatta dağ altını ve kum altını olarak bulunur. Dağ altını varak halinde veya saçılmış olarak kayalar içinde bulunur. Altının beraberinde ne kadar gümüş varsa rengi o kadar soluk ve açık sarı olur (Halil Edhem, 1307: 74).

 

566 Altın alaşımlarındaki altın miktarı ya kırat ile ya da binde olarak ifade edilir. Saf altın 24 kırat, 1.000/1.000 iken, 18 kıratlık alaşımında 750/1.000 altın ve 12 kıratlık da 500/1.000 altın bulunur (Türk Ansiklopedisi, 1966: 209).


261

 

madeninde zer ve altın tabirleri kullanılmakla birlikte “sarıot” tabiri de altın yerine kullanılan terimler arasındadır.

 

Bozkır madeninde üretilen mahlût gümüş içinde altın da çıkmaktadır. Bozkır madeninden gönderilen gümüş; birincisi sîm-i sâf, ikincisi ise sîm-i mahlût olmak üzere iki türlüydü. Bahsi geçen altın, sim-i mahlut içerisinde çıkan bir madendi ki Bozkır madeninden gönderilen gümüş darphanede çeşnî567 işlemine tabi tutulunca (BOA, C.DRB 355;BOA, C.DRB 89) altın ve gümüş ortaya çıkardı. Bozkır madeninden darphaneye karışık halde gönderilen gümüş hesabı görülürken çekisinde/100 dirhemde, bir dirhem noksan-ı kesr568(ayrıştırılması esnasındaki eksiklik) düşülür. Bu miktar düşüldükten sonra kalan gümüş içinde dirhem, kırat ve buğday gibi altın ölçüleri kullanılarak ne kadar altın ortaya çıktığı yazılır. Ortaya çıkan altının her 10 dirheminde 1,5 kırat altın bedel-i melâ‘ık adıyla düşülerek kalan altının miskali569 573 akçeden işlem görürdü570 (BOA, C.DRB 355; BOA, C.DRB 89; BOA, C.DRB 295).

 

Gümüşhane fiyatı üzere hesap olunmak üzere, Bozkır madeninde 1781 yılında gümüşün her çekisinde 1,5 dirhem beş kırat (BOA, AE.SABH I 12047), 1790’da ise her çekide 2,5 dirhem, üç kırat ve üç buğday altın zuhur etmiştir571 (BOA, HAT 197/9907). 23 Ekim 1786 tarihinde ise, Bozkır madeninden dört gümüş numunesi gönderilmiş ve bunların çeşnî tutulmuştur. Buna göre gümüş numunelerinden 181

 

 

567 Çeşnî: Kimyahane ve ayar tayin edici şube demektir (Musa Kazım, 1329: 551). Darphanede bulunan tizab atölyesinde gümüşün içinde bulunan az miktardaki altın ayrıştırılır, kalhane denilen izabe atölyesinde ise alaşımdaki bakır ayrıştırılırdı (Sahillioğlu, 1993: 504). Darphaneye gönderilen altın ve kurşunun ifraz ve kali için lazım olan çam kömürü Kocaili sancağına bağlı Yuvacık ve Bahçecik köylerinden temin edilmiştir (BOA, MEDAD 1: 3-1).

 

568  Bir başka ifadeyle mahlût sim içindeki altın ayrıştırılırken her çekide bir dirhem noksan düşülmesine noksân-ı kesr denilirdi (BOA, C.DRB 2668).

569 Misgâl: Altın fiyatının belirlenmesinde kullanılan bu ağırlık ölçüsü, 1,5 dirhemin bir misgâl kabul edildiği ölçüydü (BOA, C.DRB 2668).

570 Ocak 1795 tarihinde Bozkır madeninden darphaneye gelen ve hesabı görülen 2.855 dirhem sim-i mahlutun her çekisinde bir dirhem noksan-ı kesr olmak üzere 28,5 dirhemi düşülünce kalan 2.826,5 dirheminin her çekisinde 37 kırat üç buğday olmak üzere toplam 66,5 dirhem 3 kırat altın ortaya çıkmıştır. Bu altın miktarından bedel-i melâ‘ık adıyla yarım dirhem 1,5 kırat altın düşülünce 66 dirhem 1,5 kırat kalan altın 44 miskalden, miskali 573 akçeden 25.247 akçe, kuruş olarak ise 210 kuruş 47 akçe olarak hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 2406).

571 1775 yılında Keban madeninde mahlut simin her çekisinde üç dirhem dört kırat altın (BOA, AE.SABH I 19531), 1796-1797 yılında Gümüşhane madeninden gönderilen 12.225 dirhem sim-i mahlutun her çekisinde bir dirhem dört kırat altın ortaya çıkmıştır (BOA, C.DRB 2668). 1779 yılında Bereketli madeninde ise, 261 dirhem gümüşte 2,5 kırat, 224 dirhemde yine 2.5 kırat altın zuhur etmiştir (BOA, C.DRB 3058).


262

 

dirhemde 12,5 dirhem; 176 dirhemde 10 dirhem; 222 dirhemde 10 dirhem ve 300 dirhemde 10 dirhem altın ortaya çıkmıştır. Bu altın oranı Gümüşhane ile Keban ve Ergani madenlerinden dahi çıkmamıştır (BOA, HAT 2/55.A). 12,5 dirhem altın Sarıot572 isimli yerden elde edilmiştir. Burada gümüş ve kurşun az olduğundan madenciler masraflarına yetmediğini ifade ederek gümüş ve altın fiyatına zam yapılmasını istemişler. Bu gerçekleşmezse yarısı “sarıot” tabir olunan cevherden ve yarısı kurşunlu cevherden imâl etmeyi talep etmişlerdir. Maden emininin arzı üzerine verilen cevaba göre, zam yapılması diğer madenleri de etkileyeceğinden bunun uygun olmadığı belirtilmiş ancak sarıot ve kurşunlu cevherlerin yarı yarıya imali şeklinde bir düzenleme yapılmıştır (BOA, HAT 2/55.A). 4 Mart 1801 tarihinde, Bozkır madeni ustabaşı olan Penayut; kömür, kütük, cevher nakli ve çakılcı amelesi gibi konuları kendi üzerine alarak mağaraları maden fenninden anlamayanlara verdiğinden Sarıot Mağarası da gereği gibi işletilememiştir (BOA, C.DRB 560).

 

27   Mayıs 1781 tarihinde 2.940 dirhem gümüşün çekisinden üç dirhem üç kırat

 

altın ortaya çıkarken 27 kırat müfrez573 altın da ortaya çıkmıştır (BOA, C.DRB 2343). 12 Mart 1782’de 2.940 dirhem simi mahluttan 32 dirhem altın elde edilmiş ve değeri 64 kuruş olarak hesap edilmiştir. Yine 375 dirhem mahlut simde beş dirhem altın elde edilmiş ve 10 kuruş olarak hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 3090). Yani altının dirhemi iki kuruştan işlem görmüştür. Nisan 1783 yılında 3.660 dirhem mahlut simin çeşnîsinde çekide 1,5 dirhem dört kırat altın zuhur etmiştir. 63 dirhem olan altından 10 dirheminde 1,5 kırat düşülünce 62 dirhem 7 kırat kalmıştır (BOA, C.DRB 295). 31 Mayıs 1784’de, hesabı görülen 2.855 dirhem mahlut simden noksanı kesr olarak her çekide bir dirhem düşülünce kalan 2.826,5 dirhemde, 66,5 dirhem 3 kırat altın ortaya çıkmıştır. Mahlut simin her çekisinde 37 kırat 3 buğday altın ortaya çıkmıştır (BOA, C.DRB 2406). 27 Aralık 1783 tarihinde 1.700 dirhem simi mahlutun her çekisinde 30 kırat olmak üzere, toplam 32 dirhem altın çıkmıştır (BOA, C.DRB 2507). 23 Temmuz 1788’de ise 1.915 dirhemin her çekisinde 27,5 kırat altın ortaya çıkmıştır (BOA, C.DRB 3051).

 

572  Sarıot cevheri diye kastedilen altındır. 150 fırınlık cevher çıkarılmıştır (BOA, HAT 2/55.A). Bozkır’da hâlâ bu isimle anılan bir yer vardır. Altın cevheri için sarı lûra tabiri de kullanılmıştır (BOA, C.DRB 238).

573 Müfrez, toptan ayrılıp bir tarafa konan (Şemsettin Sami, 1317: 1348), ifraz edilmiş, ayrılmış (Naci, 1995: 814) anlamına gelmektedir.


263

 

5 Ekim 1789’da Bozkır madeninden gelen numunelerden birinde 100 dirhemde sekiz dirhem beş kırat üç buğday, diğerinde 13,5 dirhem beş kırat bir buğday altın çıktığı darphanede yapılan çeşnî işleminde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde 350 dirhem altının faizinin 10.000 kuruş olduğu “bunun çeşnî me‘âden-i sâ’irede zuhûr itmediğinden iʻtibâra şâyân bir ma‘den olduğu” da belirtilmiştir (BOA, C.DRB 238574). 1792 yılına mahsuben 30 Kasım 1792 tarihinde teslim edilen gümüşün başmuhasebede görülen hesabında, 2.520 dirhem simi mahlutun çekisinde 6,5 dirhem 6,5 kırat altın çıkmıştır. 2.520 dirhemin her çekide bir dirhemi noksan olduğundan 2.495 dirhem sim kalmıştır. Toplam 172,5 dirhem altının çıktığı ve bedel-i melâ‘ık575 olarak her 10 dirhemde 1,5 kırat düşülmesi hesabı gereği 1,5 dirhemi eksiltilince 171 dirhem altın kalmıştır (BOA, C.DRB 898).

 

1793 yılında 5.655 dirhem simi mahlutun her çekisinde beş dirhem dört kırat bir buğday altın ortaya çıkarken (BOA, C.DRB 3026) 21 Temmuz 1794 taihinde Bozkır madeninden gönderilen 5.330 dirhem simi mahlutun her çekisinde 2,5 dirhem

6    kırat altın ortaya çıkmış ve toplam altın üretimi 151,5 dirhem olmuştur (BOA, C.DRB 1946). 1794 yılında darphaneye gönderilen 12 kıyye 42 dirhem simden 183 dirhem zer numunesi alınmıştır (BOA, DRBTHR 6/29). 1796 yılında ise beş kıyye altın asitaneye gitmiştir (BOA, D.DRB.THR 9/20). 3 Ocak 1800’de 693 dirhem simi mahlutun her çekisinde iki dirhem üç buğday altın zuhur etmiş. 13,5 dirhem sekiz kırat olan altının 10 dirheminde 1,5 kıratı bedel-i melâ‘ık olarak düşülünce 13,5 dirhem altı kırat kalmış ve değeri 5.252 akçe olarak hesaplanmıştır (BOA, C.DRB 355). 1800 yılına mahsuben gönderilen 445 dirhem simi mahlutun çekisinde iki dirhem üç kırat altın çıkarken, bu miktarın her çekisinden bir dirhem noksan-ı kesr düşülünce 441 dirhem simi mahlut kalmış. Karışık haldeki madenden ortaya çıkan 9,5 dirhem üç kırat altından 1,5 kırat bedel-i melâ‘ık düşülünce kalan 9,5 dirhem 1,5 kırat altının değeri 3.666 akçe tutmuştur (BOA, C.DRB 89). Bu mahlut gümüşten, elde edilen altın oranı olan 9,5 dirhem ile kesr-i kal ve bedel-i berat da düşülünce kalan sim 22 akçeden işlem görmüştür.

 

574 Bu belge içinde bulunan bir arzın okunuşu için bkz. Konyalı, 1938d: 1179-1181.

575 Bedel-i melâ‘ık, altın ayrıştırıldıktan sonra her 10 dirhem altından 1,5 kırat altının düşülmesine

denirdi (BOA, C.DRB 2668). O halde 32,07 gram altından bedel-i melâ‘ık ad ıyla 0,3 gram altın düşülmüştür. Ancak eczacılıkta daha çok macun gibi şeylerde kullanılan bir ölçü olan mil’akanın iki miskal kadar olduğu ve 9,62 grama karşılık geldiği de belirtilmiştir (Ünal, 2011: 475).


264

 

28    Eylül 1787 madenciler, fırınların çoğunda altın ve gümüş imâl etmesi gerekirken kurşun imâl ettiği ve böyle olursa tedib olunacakları konusunda uyarılmıştır. Ayrıca altın ve gümüşün eski fiyatı üzere darphaneye verilmesi, bir dirheminin dışarıya satılmaması ve telef edilmemesi gibi konulara dikkat edilmesi aksi halde gerekli cezaların uygulanacağı da madencilere hatırlatılmış (BOA, C.DRB 2748), ertesi yıl da aynı emir tekrar edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 171-1). 1 Kasım 1787’de madencilerin kurşunlu cevher imalini altına tercih etmeleri ve altını fazla imâl etmemeleri yeniden gündeme gelmiştir. “Sarıot cevheri kemâl-i hilelerine mebni i‘mâle sâlih değildir diyerek ma‘den-i mezbûrun hîn-i vaktden mukaddem adem-i i‘tibâr ile terk eyledikleri mütevâtir olmaktan nâşî” (BOA, C.DRB 2739) denilerek madencilerin altın cevherini işlememe gerekçeleri dile getirilmiştir. Bunun üzerine üçte ikisi sarıot ve üçte biri kurşunlu cevher ile mahlut imâl olunmak üzere bir düzenleme yapılmış ve bu şekilde imâl etmeyene fırın verilmemesi emredilmiştir576 (BOA, MEDAD 9: 175-2; BOA, C.DRB 2739).

 

Bozkır madeninde üretilen altın ve gümüş devlet için önem arz etmekteydi. Bozkır madeni üretimi olan gümüş ve altının, 1786-1787’de yaklaşık olarak yıllık 5.500 kuruş faizi olmuştur (BOA, D.BŞM.DRB 17/9). Yine Bozkır madeninde üretilen cevherlerin 1787-1793 yılları arasında yaklaşık olarak 30 keseden ziyade faizinin olacağı ifade edilmiştir (BOA, HAT 204/10649). Madenin açılışından ilk kapanışına kadar geçen süreçte 30.000 kuruşluk altın ve gümüş üretilmiştir577 (BOA, HAT 183/8405). Masraflar çıktıktan sonra altın ve gümüş üretiminden dolayı madenin yaptığı kârı ifade eden bu örnekler, Bozkır madeninin altın ve gümüş üretimiyle hazineye yaptığı katkıyı da göstermektedir. 4 Kasım 1789 tarihinde darphane nazırı, Bozkır madeninden gelen numunelere göre madendeki altın, gümüş

 

 

 

576 Aynı emir 11 Şubat 1789 tarihinde de gönderilmiştir (BOA, D.DRB.THR 3/17).

577 1794 yılında gönderilen gümüş bahası iki kese iken, gümüş ve altın bahası yedi kese faizi ise 2 kese (BOA, D.DRB.HAT 1/42), 1795 yılında Bozkır madeninden gönderilen zer ve sim bahası dört kese faizi ise bir kese (BOA, D.DRB.HAT 1/25), 1796 yılında bahası 10,5 kese ve faizi üç kese (BOA, D.DRB.HAT 1/38) ve aynı yıl gönderilen altın ve gümüş bahası 6,5 kese faizi iki kese (BOA, D.DRB.HAT 2/44), 1797 yılındaki zer sim bahası 3,5 kese ve faizi bir kese (BOA, D.DRB.HAT 2/49), 1799 yılında teslim edilen altın ve gümüşün bahası dört kese, faizi ise bir kese (BOA, D.DRB.HAT 3/49) olmuştur. Bir kesenin 500 kuruş olduğu düşünüldüğü zaman ve darphanede kaydedilen altının fiyatı düşünüldüğünde Bozkır madeninin üretimi ve kârı hakkında bu verilerden de bilgi sahibi olmak mümkündür.


265

 

ve kurşun üretiminin yıllık 30-35.000 kuruş faizinin olacağı şeklinde bir değerlendirme yapmıştır (BOA, C.DRB 238).

 

Bozkır madeninden gönderilen madenlerin hesaplanması ile ilgili yapılan kayıtlar, darphaneye teslim edilen maden miktarı, madenlerden yapılan kesintiyi ve maden eminleri hesabına yazılan değerleri göstermesi açısından önemlidir. 5 Ağustos 1792’de, 18 külçe olmak üzere 7.280 dirhem simi mahlutun her çekisinde yedi dirhem iki buğday altın zuhur etmiştir. Bu üretim içerisinden toplam 506,5 dirhem altın ortaya çıkmış ve her 10 dirhemde bedel-i melâ‘ık olarak 1,5 kırat altın düşülmüştür (BOA, C.DRB 312). 7.280 dirhemin her çekide noksan-ı kesri bir dirhem olduğundan 72 dirhemi çıkarılınca 7.208 dirhem kalmış. Bu oranda da 506,5 dirhem beş kırat altın ortaya çıkmıştır. Bu miktar altından 4,5 dirhem dört kırat bedeli melâ‘ık adıyla her 10 dirhemde 1,5 kırat altın düşülünce 502 dirhem bir kırat altın kalmış. 502 dirhem bir kırat altının miskali 573 akçeden 334,5 miskal olarak 191.767 akçe/1.598 kuruş yedi akçe olarak hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 312). Baştaki miktar olan 7.280 dirhem mahlut simden 506,5 dirhem altın düşülünce 6.773,5 dirhem kalmış. Bunun her çekisinden de üç dirhem kesr-i kal düşülünce kalan 6.570,5 dirhem simden de her bin dirhemde bir dirhem bedel-i berat olarak 6,5 dirhem düşülünce 6.564 dirhem gümüşün dirhemi, 22 akçeden 144.408 akçe olarak hesabı görülmüştür (BOA, C.DRB 312).

 

Bozkır madeni üretimi mahlut simin 100 dirheminden elde edilen altın oranları darphane kayıtlarında verilmiştir. Fakat madenlerin zenginliğini cevherin yüzde miktarından ziyade, rezervinin ne kadar olduğu belirlemektedir. Gönderilen cevher içerisinde altın oranı yüksek olsa bile aynı miktarda altın gönderecek rezervinin olup olmaması madenin zenginliğini göstermektedir. Bu anlamda Bozkır madeninden gönderilen altın miktarlarına bakıldığı zaman, standart bir şekilde 100 dirhemde şu kadar altın çıkar denilmektedir. Fakat Bozkır madeninde altın üretiminin çok uzun süreli olmadığı ve gönderilen altın miktarının da fazla olmadığı aşağıdaki tablodan da anlaşılmaktadır (Tablo 9). Bozkır madeni üretimi mahlut sim içerisinden yaklaşık olarak 6,44 kilogram altın elde edilmiştir. Bu veriler dikkate alındığı zaman bölgede yapılan madencilik çalışmalarında birinci sırada kurşun, ikinci sırada gümüş üretimi yapıldığı anlaşılmaktadır. Bozkır madenini, üretimde kurşun ve gümüşün ağırlığı ile


266

 

her iki madenin ayrıştırıldıktan sonra elde edilmesi nedenleriyle simli kurşun madeni olarak adlandırmak gerekmektedir.

 

Tablo 9: Bozkır Madeninde Üretilen Altın Miktarı 578

 

Üretim Yılı

Üretim Miktarı

Altın Gram

 

 

 

1777

25 dirhem

80,175

 

 

 

1779

120 dirhem 37 kırat579

392,2548

1780

37 dirhem

118,659

 

 

 

1781

63 dirhem

202,041

 

 

 

1782

98,5 dirhem 3 kırat

316,4907

 

 

 

1786

42,5 dirhem

136,2975

 

 

 

1788

32,5 dirhem 1,5 kırat

104,5281

 

 

 

1791

25 dirhem

80,175

 

 

 

1792

679 dirhem 5 kırat

2178,555

 

 

 

1793

294,5 dirhem 10 kırat

946,4655

 

 

 

1794

401 dirhem 6 kırat

1287,2094

 

 

 

1797

151 dirhem 6 kırat

485,4594

 

 

 

1798

9,5 dirhem 3 kırat

31,0677

 

 

 

1799

14 dirhem

44,898

 

 

 

1800

9,5 dirhem 3 kırat

31,0677

 

 

 

Toplam

2006 dirhem 10,5 kırat

6435,34

 

 

 

 

Derviş Mehmed Emin Paşa, Usûl-ı Kimya adlı eserinde altın ile ilgili şu bilgileri vermiştir. Darphaneye gelen altın, madenlerden saf olarak elde edilmediğinden içinde bir miktar gümüş, bakır ve demir gibi madenler bulunurdu. Bu sebeple saflaştırılması gereken altın, potada kurşunla karıştırılarak eritilir sonra bu erimiş alaşımın üzerinden hava akımı geçirilirdi. Altının okside olmamasına karşılık kurşun oksijenle çok kolay birleşen bir maden olduğundan potadaki alaşıma hava

 

578 Bu tablo şu belgelerden çıkarılmıştır: BOA, AE.SABH I 12047, BOA, C.DRB 89, 295, 312, 355, 898, 1946, 2343, 2406, 2506, 2507, 2668, 3051, 3026, 3090, BOA, HAT 2/55.A, 197/9907; BOA, D.BŞM.d 4702:5; BOA, D.DRB.THR 6/29. Bozkır madeninin açık olduğu dönemlerde dünyadaki altın üretimi için bkz. Türk Ansiklopedisi, 1966: 210.

 

579 Bu oran içerisinde gönderilen 1.712 dirhem mahlut simin her çekisinden bir dirhem noksanı kesr olmak üzere 171 dirhem düşülünce kalan 1.541 dirhemin her çekisinden elde edilen 1,5 dirhem 5 kırat altın, toplamda 27,5 dirhem 6 kırat olmuştur. Bu miktar altının her 10 dirheminde 1,5 kırat bedel-i melâ‘ık düşülünce kalan 27,5 dirhem 2 kırat altın, 18 miskal bir kırata karşılık gelmiş ve toplam 86,5 kuruş üç akçe tutmuştur (BOA, AE.SABH I 12047).


267

 

verilince, kurşun derhal okside olur, altının içinde bulunan diğer madenler de okside olan kurşunun oksitleriyle birleşerek cüruf teşkil ederdi. Köpük gibi yüzeye çıkan cüruf devamlı olarak alınır, sonunda potanın dibinde saf altını kalırdı. Eğer alaşımın içinde bir miktar gümüş bulunursa potanın dibinde altın ve gümüş kalırdı. Bu alaşımı ayırmak için ise tuz ve kükürt kullanılırdı. Gümüşün saflaştırılmasında da aynı usûl kullanılmaktaydı (Naklen: Taşkömür, 1990: 97-98).

 

1.2.1.3.1. Altının Birim Fiyatı

 

Bozkır madeni açıldığı tarihten itibaren darphaneye altın580 teslim edilmesine rağmen üretimin tam olarak bilinememesinden dolayı, başlangıçta altının fiyatı ile ilgili bir düzenleme yapılmamış olmalıdır. Böyle bir düzenleme olmamasına rağmen

9    Şubat 1777-27 Mayıs 1778 tarihleri arasında Bozkır madeni üretimi 25 dirhem altın darphaneye teslim edilirken altının 9.550 akçe bir başka ifadeyle 79,5 kuruş 10 akçe tutan meblağı hasılat olarak defterlere kaydedilmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 2). Bu verilerden hareketle altının dirheminin 382 akçeden hesap edildiği ortaya çıkmaktadır. Bu fiyat miskal olarak hesap edilirse darphanede bu miktar altının 573 akçeden hesap edildiği görülecektir581.

 

Bozkır madeninde üretilen altının satın alma fiyatı ile ilgili ilk düzenleme 18 Mayıs 1780 tarihinde yapılmıştır. Buna göre, Bozkır madeninde üretilen mahlut simin fiyatı Gümüşhane madeninde uygulanan fiyat olacak ve mahlût sîm içerisinden ortaya çıkarılan altının dörtte biri devlet için ayrıldıktan sonra kalan altının her miskâli dört yüz seksener akçeye satın alınacaktı (BOA, MEDAD 8: 639-2). Bozkır madeninde yürürlüğe giren bu düzenleme daha sonraki yıllarda da uygulanmıştır. 31 Ekim 1787 tarihinde de Bozkır madeni ürünü altının miskali 480 akçeydi (BOA, MEDAD 9: 174-1). Fakat 10 Ağustos 1781 tarihinde Bozkır madeninden gönderilen 27,5 dirhem 6 kırat altının bedeli düşüldükten sonra kalan 27,5 dirhem 2 kırat altın, 18 miskal bir dirheme tekabül etmiş ve miskali 573 akçeden 86,5 kuruş 3 akçe

 

 

 

 

 

580 Bozkır madeni üretimi mahlut simden elde edilen altın miktarının yıllara göre dağılımı için bkz. Grafik 11; Tablo 9.

 

581Bir miskalin 1,5 dirhem olduğu düşünülürse, 25 dirhem altın yaklaşık olarak 16,67 miskale tekabül etmektedir. Bu oranda 573 akçe ile çarpılırsa bahsedilen değeri bulunacaktır.


268

 

tutmuştur582 (BOA, AE.SABH I 12047). Darphanede yapılan bu hesaplama ile altının madencilerden alındığı fiyat arasında farklılığı göstermesi açısından 480 ve 573 akçe ayrımına dikkat etmek gerekir. Fakat darphanede bütün madenlerden gönderilen altın ile ilgili yapılan hesaplamalarda altının miskali 573 akçe olarak kabul edilmiştir. 29 Temmuz 1775 tarihinde Keban madeninden teslim edilen altının miskali darphanede

 

573   akçe olarak hesap edilmiştir (BOA, AE.SABH I 19531). Halbuki 1780 yılında Keban madeninde maden emini altının bir miskaline 345 akçe ücret verirken, aynı tarihte Ergani’de 470 akçe ücret belirlenmiştir. Ancak Keban madeninde rub-ı miri %25 alınmamışken bu vergi Ergani’de alınmıştır. 1772 yılında Espiye madeninde altının bir miskaline maden emini 480 akçe ve Gümüşhane’de ise 375 akçe verilirken her iki madenden de rub-ı miri alınmıştır (Bölükbaşı, 2010: 75). Tüm maden ocaklarında yapılan rub-ı miri adı verilen bu kesinti Keban madeninde yapılmadığından, Keban madeninde altına verilen fiyatın daha düşük olduğunu söylemek mümkünse de altının fiyatını belirleyen tek faktörün bu kesinti olduğu söylenemez. Nitekim Gümüşhane madeninde altın üretiminden rub-ı miri alınmasına rağmen verilen fiyat Keban madenindeki fiyata yakındı. O halde altın üretimi için yapılan masrafların da bu fiyatlarda etkili olduğu söylenebilir.

 

Grafik 11: Bozkır Madeninde Altın Üretimi

 

 

 

 

 



 

582Bozkır madenindeki altın üretimi ile ilgili darphanede yapılan hesaplamalarda altının bir miskalinin fiyatı 573 akçe olarak hesap edilmiştir.


269

 

Bozkır madeninden gönderilen karışık haldeki gümüşün içerisinden darphanede ayrıştırılarak ortaya çıkarılan altının miskali bir başka ifadeyle 1,5 dirhemi 573 akçeden hesap edilmiştir. Bu hesaba göre altının bir gramı yaklaşık olarak 119,12 akçeye karşılık gelmekteydi.

 

1.2.1.3.2. Altında Vergi Oranı

 

Osmanlı döneminde, altın üretiminden rubʻ-ı mîrî adı verilen % 25’lik bir başka deyişle üretimin dörtte biri miktarında bir kesinti yapılmaktaydı. 18 Mayıs 1780 tarihinde verilen emirde bu durum şu şekilde ifade edilmiştir. “… i‘mâl ve idâresine irâde-i ‘aliyye-i mülûkânem ta‘alluk eyleyen Bozkır ve tevâbi‘i ma‘denlerinin zabt ve rabt ve i‘mâl ve idâresi işbu binyüz doksan dört senesi ol martında uhdene kayd ve fiyât-ı kat‘ ve tanzîm olunmak muktezî olmakdan nâşî Gümüşhane ma‘denlerinde hâsıl olan zer ve sîm fırûnlarının beher ‘adedinden kitâbet ve vezzâniye ve kantâriyye ‘avâ’idâtı ve resm-i mîr-i ifrâzciyân mîriçün ahz olundukdan sonra mahlût sîm derûnunda zuhûr iden altunun rub‘ı mîriçün ahz ve bâkî sîmden dehi bedel-i ifrâz ve resm-i fete ahz olunageldiği ve Gümüşhane ma‘denleri tevâbi‘inden müttefiki’l-fiyât olan ma‘denlerden gelen sîm-i sâfın dehi kezâlik resm-i fetesi aşağı varıldıkdan sonra küsûr kalan beher çekisinin fiyât-ı maktû‘a olduğuna binâ’en Bozkır ma‘denleri hâsılâtının dahi mahlût sîmi Gümüşhane’ye ve sâf-i sîm-i müttefiki’l-fiyât olan me‘âden-i mezkûreye tatbîk olunub hîn-i hesâbda hesâbın bu vechile rûyet olunmak içün emr-i şerîf i‘tâsını nâzır-ı mümâ ileyh tahrîr ve istid‘â itmeğin hazîne-i ‘âmiremde mahfûz başmuhâsebe defterleri tetebbu‘ ittirildikde ber-vech-i muharrer Gümüşhane ma‘denlerinde hâsıl olan zer ve sîm fırûnlarının beher ‘adedinden otuzar akçe kitâbet ve otuzar akçe vezzâniye ve onar akçe kantâriye ki cem‘an yetmişer akçe ‘avâ’idât ve sîmin beher çekisinden elli beşer akçe resm-i mîri-i ifrâzciyân cânib-i mîriçün ahz olundukdan sonra mahlût sîm derûnunda zuhûr iden altunun dehi rub‘ı mîriçün ahz ve bâkî kalan altunun beher miskâli dört yüz seksener akçeye ve mahlût-ı mezkûrun altunu ba‘del ihrâç bâkî sîmden on dirhemde bir dirhem bedel-i ifrâz ve beher ocakdan üçer dirhem resm-i fetesi aşağı varıldıkdan sonra çeki ta‘bîr olunur beher yüz dirhemi bin altı yüz seksener akçeye ve ma‘den-i mezbûr tevâbi‘inden müttefiki’l-fiyât olan ma‘denlerden gelen sîm-i sâfın dehi kezâlik resm-i fetesi aşağı varıldıkdan sonra küsûrî fiyât-ı mezkûr üzere maktû‛a idüğü ba‘del-ihrâç mûcebince emr-i şerîf tahrîr olunmak fermânım olmağın hassaten işbu emr-i celili’l- kadrim ısdâr …” (BOA, MEDAD 8: 639-2). 31 Ekim 1787 tarihinde, madenin yeniden açılması üzerine, aynı düzenlemenin geçerli olduğuna dair bir emir daha gönderilmiştir (BOA, MEDAD 9: 174-1). Bu tarihten sonra böyle bir emir tespit


270

 

edilemediğinden bu emrin geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte, Bozkır madeni üretimi mahlut sim içerisinden çıkarılan altın miktarlarını gösteren tablo incelendiği zaman, belirli bir tarihten sonra altın gönderildiği ile ilgili kayıt yoktur583 (Tablo 9).

 

Bozkır madeninde yapılan altın üretiminden alınan rubiyenin yanında, Gümüşhane fırınlarında üretilen altın ve gümüş fırınlarının her birinden 30 akçe kitâbet584, 30 akçe vezzâniye585 ve 10 akçe kantariyye586 olmak üzere toplam her fırından 70 akçe avâidat devlet için alınırdı (BOA, C.DRB 2969; BOA, C.DRB 3015; BOA, MEDAD 8: 639-2). 18 Mayıs 1780 tarihinde bu oranlar, Bozkır madeninde de uygulanmaya başlayacaktı (BOA, MEDAD 8: 639-2). Bozkır madeninden gönderilen mahlut sim içerisindeki miktarı belirlenen altın, mahlut simden çıkarılarak sim hesabı görülürdü. Mahlut sim içinde ortaya çıkan altının rub‛ı/dörtte biri devlet için alınır, geri kalan kısmın her miskali 480 akçeye satın alınırdı587 (BOA, C.DRB 2969; BOA, C.DRB 3015). Bütün madenlerde geçerli bir uygulama olmadığı görülen bu fiyatı belirleyen unsurlardan birisi madenlerden alınan vergilerdi588.

 

3 Ocak 1800 tarihinde 693 dirhem simi mahlutun her çekisinde, bir dirhemden 6,5 dirhem noksan-ı kesr düşüldükten sonra kalan 686,5 dirhemin her çekisinde iki dirhem üç buğday altın zuhur etmiştir. Toplam 13,5 dirhem sekiz kırat olan altının her 10 dirheminden 1,5 kıratı bedel-i melâ‘ık olarak düşülünce 13,5 dirhem altı kırat kalmış ve 9 miskal 4 kırat hesabıyla miskali 573 akçeden işlem görmüş ve 5.252 akçe bahası olmuştur (BOA, C.DRB 355). Her 10 dirhem altından 1,5 kırat olarak düşülen bedel-i melâ‘ık589 adı verilen kesinti darphanede yapılan bütün

 

583 Bozkır madenin taahhüt üzere üretim yaptığı dönemde gönderilen mahlut sim, saf sim içerisinde değerlendirilmiş ve altından bahsedilmemiştir (BOA, DRB.d 1023: 38). Fakat gönderilen gümüşlerde mahlut ve saf sim ayrımı yapıldığına göre içerisinde altın olmalıdır.

584 Kâtip, yazıcı ücreti.

585 Tartıcı ücreti.

586 Tartma ücreti.

 

587 100 dirhem altının dörtte biri olan 25 dirhem devlet için ayrılır, kalan 75 dirhem ise 50 miskâl olmak üzere 480 akçeden işlem görürdü (BOA, C.DRB 2969).

 

588 Keban madeninde altının miskali, altından devlet için alınan rubıyyenin alınmamasından dolayı, diğer madenlere göre daha düşüktü (Bölükbaşı, 2010: 74).

 

589  Mil‘aka kelimesinin çoğuludur (Naci, 1995: 830). Mil‘aka ise hattatların kullandıkları küçük kaşığın adıdır. Laal yahut sürh (kırmız boya) gibi sulu maddelerle ‘rıh’ın hokka ve kâğıda aktarılmasında kullanılırdı. Kaşık diyenler de vardır (Pakalın, 1993: 534). Mil‘aka kelimesinin


271

 

hesaplamalarda düşüldükten sonra altının bahası hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 2406). Dolayısıyla Bozkır madeninde üretilen altının rub‘ı bedelsiz olarak devlet için ayrıldığına göre Bozkır madenindeki altın üretimi tabloda belirtilen miktarın dörtte biri oranında artacaktır. Mahlut sim içerisindeki altının ayrıştırılması esnasında her

100   dirhemde bir dirhem noksân-ı kesr düşülmekle birlikte ortaya çıkan altının 10 dirhemde 1,5 kıratı bedel-i melâ‘ık adıyla düşülmüştür. Bununla birlikte altın ve gümüş fırınlarından alınan kesintiler de bu miktarlara eklendiği zaman, Bozkır

 

madeni üretimi altından yapılan bütün kesintiler590 tam anlamıyla ortaya çıkmaktadır (Tablo 8).

 

1.2.1.4. Diğer Madenler

 

1.2.1.4.1. Bileği Taşı

 

Bozkır madeninde kurşun, gümüş ve altın madenleri dışında bileği taşı, güherçile ve barut üretimi de yapılmıştır. Kesici aletleri bilemek için kullanılan bir taş olan bileği taşı, tabiatta bulunan kum taşı ve zımpara taşı gibi sert taşlardan yapılabilirdi (Türk Ansiklopedisi, 1968: 381). Bozkır madeni köylerinden Avdan’ın dağ591 ve meralarında bileği taşı çıkarılmış ancak bileği taşı nedeniyle köyler anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Madene bağlı Pınarcık köyü ahalisi, fuzuli bileği taşı ihracıyla Avdan köyünün mera ve emlağına zarar verdiği iddiasıyla, olayı Bozkır mahkemesine taşımıştır. Olayla Pınarcık köyünün ilgisinin olmadığını (BOA, C.DRB

 

 

anlamını kaşık olarak veren (Naci, 1995: 832; Şemsettin Sami, 1317: 1402) araştırmacılar yanında, tahta kaşık ve hattatların kullandığı küçük kaşık olarak adlandıranlar da vardır (Devellioğlu, 1999: 648).

590  Bozkır madeninden önce madenlerde uygulanan kesintilerle ilgili olarak şu bilgiler verilebilir.

XIV. asırda Rumeli’de halk tarafından işletilen madenler vardı. Devlet payına düşen ve madenin verimine göre yüzdesi değişen kısmı, iltizam konusu olurdu. Genellikle bu madenin öşrü, cevherin de öşrüydü. Ama maden verimli ise, bu nispet sekizde birine, yedide birine hatta yarısına kadar çıkıyordu. Verim azalıp, masraflar arttıkça yüzde düşürülüyordu. Burada madenin istihsal seviyesi hakkında kesin rakamlar vermek zordur. Zira maden iltizama verildiğinde madencilikle ilgisi olmayan müteaddit mukataalarla birlikte muamele görürdü. Bunların her birinin değeri de ayrı ayrı belirtilmiş olmayabilirdi. Belirtilmiş olduğu zamanlarda ise, bu, üretilen maden değil, sadece üç yıllığına teklif edilen ve akçe ile ifade olunan bir meblağdan ibaret oluyordu. Gümüşün dirhemine kaç akçe hesap edildiği bilindiği için, bundan mültezimin üretilecek maden miktarı tahmini bulunur ve yüzdesi bilindiği takdirde yaklaşık olarak maden ocağının yıllık üretimi anlaşılabilirdi. Bazen maden ocaklarının iltizam bedelleri, hem para olarak bir meblağ hem de belli ağırlıkta maden olarak kararlaştırılıyordu. Üreticiler devlet payı ayrıldıktan sonra, ellerinde kalan kendi paylarını devlete satmak yahut para darbettirmek üzere darphaneye götürmek zorunda idiler (Sahillioğlu, 1997: 491).

591 Yüzeyi eğik şekilde olan Avdan Dağı, Akkise köyünden başlar, Belkuyu çiftliğinde son bulur (Dr. Nazmi, 1922: 116).


272

 

1853) maden emini Ömer Ağa’nın arz etmesi üzerine verilen emir gereği Pınarcık köyü ahalisinin müdahale etmemesi emredilmiştir (BOA, C.DRB 1303).

 

1.2.1.4.2. Güherçile ve Barut İmali

 

Güherçile, barut imaline yarayan bir maddedir, bazı mıntıkalarda yağmurdan sonra ve rutubetli yerlerde toprakların yüzünde meydana gelen kalyum nitratdan ibarettir592 (Önen, 1963: 22). Bozkırlıların ham güherçile ocaklarından güherçile toplamakta mahir olduklarını dile getiren İ. Hakkı Koman, Bozkır’da ham güherçile az ise de bu işte ehil olan köylüleri Konya vilayetinin haricinde bile güherçile ocakları açmak için davet ettiklerini, Bozkırlıların yılda 40-50 bin kilo ham güherçile toplayarak Konya’daki güherçile fabrikasına sattıklarını ve bu şekilde geçimlerini sağladıklarını dile getirmiştir (Koman, 1940: 1613).

 

Bozkır kazasına bağlı Siristat köyünde bulunan güherçileci taifesinin birkaç senedir baruthane oluşturup barut imâl ettiği593 ve ürettiği barutu Avrupalılara ve kaçakçılık yapan kişilere sattıkları tespit edilmiş ve bu nedenle güherçileciler vermeleri gereken güherçileyi de vermemişlerdir. Mübayaacının kazaya gelerek kaç dink ve kârhane varsa onları ortadan kaldırarak bu işleri yapanları cezalandırması istenirken Bozkır madeni emini ve kaza kadısının mübayaacıya engel olmaması ve ona yardım etmeleri, 7 Temmuz 1779 tarihinde emredilmiştir594 (BOA, MAD.d 3282: 38-1).

 

Konya’da bulunan güherçile tabh ve imâl eden kârhaneciler Bozkır tarafına 15-

 

20   kantar güherçile satmışlar ve Bozkır’da bir dink595 yaptırmışlar. Barut imali için kurulan bu dinkin ortadan kaldırılması için Karaman valisi ve maden eminine emirler gönderilmiş. Buna ek olarak güherçilenin devlete satılması gerektiği de, 11 Haziran

 

592 Güherçile tanımı için ayrıca bkz. Türk Ansiklopedisi, 1970: 133.

593 Ateşli silahlarda mermiyi fırlatmak için kullanılan yanıcı ve itici bir madde olan barut; güherçile, kükürt ve odun kömürünün belirli oranlarda karıştırılmasıyla elde edilirdi (Türk Ansiklopedisi, 1967: 301). Bu konuda bkz. Birol Çetin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Barut Sanayi 1700-1900, Ankara 2001; Zafer Gölen, Osmanlı Devleti’nde Baruthâne-i Âmire (XVIII. Yüzyıl), Ankara 2006; İnce, 2005.

 

594 Belgede şöyle denilmiştir “…Siristat nâm karyede sâkin güherçileci tâ’ifesi birkaç seneden berü hilâf-ı emr-i ‘âlişânım baruthaneler ihdâs ve külliyetli barut i‘mâliyle efrenci vesâ’ir muhtekir tâ’ifesine füruht eylediklerinden Konya havâlisinde olan kârhâne eshâbı dahi tam‘hâm tab‘ıyyet ve hâsıl eyledikleri güherçilelerini mahal-i mezkûre gönderüb füruht eylemeğe i‘tibâr eyledikleri…” (BOA, MAD.d 3282: 38-1).

 

595 Güherçile, kükürt ve odun kömürü dinkhanelerde su ile çeşitli tokmaklarla dövülerek barut haline getirilirdi (Önen, 1963: 22). O halde güherçilenin işlenerek barut haline getirilmesi için diğer maddelerle karıştırıldığı araca dink denirdi.


273

 

1825’de hatırlatılmıştır (BOA, C.AS 22358). 16 Mayıs 1836 tarihinde596 Siristat köyünden 60 yaşındaki Mehmet bin Abdullah’ın güherçile esnafı olarak kayıt edilmesi (BOA, NFS.d 3316: 6) Bozkır kazasında güherçile işleriyle uğraşan kişilerin olduğunu göstermektedir. Güherçile, madenlerden gönderilen altın ve gümüşün birbirinde ayrılması için kullanılan maddelerden biridir ki bu durum belgelerde şöyle ifade edilmiştir: “…darbhâne-i âmirede ma‘denlerden gelen zer ile mahlût sîmin ifrâzıçün tizzâbın cüz’i a‘zamı olan güherçile…” (BOA, C.DRB 1830).

 

1.2.2. Madenlerin Kullanımı

 

Osmanlı tarihinde ihracı yasak olan maddeler memnû‘ metâ olarak adlandırılmıştır. “… madenden hâsıl olan gümüş ve altın Darbhane-i Amireye mahsus olub gayrı mahale satılmadığı ve kimse anınla ticaret edemediği gibi bakır ve temur ve kurşun madenleri dahi Cebehane, Tophane ve Tersane’ye mahsus olub lüzumundan ziyadesi Devlet-i ‘Aliyye dilediği gibi tasarruf eylemesi…” (Naklen: İnce, 2005: 82-83) şeklinde devlete ait olduğu ifade edilen altın, gümüş ve kurşun madenlerinin alım satımı ile ilgili yasaklar belirtilmiştir597. 20 Nisan 1797 tarihinde ise, madende üretilen kurşunun mahallinde ya da darphanede miriden fazla lîfi ile harice satılması yasak olup ancak aynen dersaadete nakli mütemenna‛ suretini kesb ittiğinde mahallinde satılması için izin verilmesi talep edilmiştir (BOA, C.DRB 476). 30 Haziran 1777 tarihinde, Bozkır madeninde madencilerin elinde bulunan 2.370 kıyye kurşunun her kantarı 8’er kuruş iken madenciler bunun 10 kuruş olmasını istemişlerdir. Bu istek incelenmiş ve fırınlardan çıkarılan kurşunun beşte birinin devlete ait olduğu belirtildikten sonra madencilerin elinde kalan kurşunun dışarıya satılmaması ve bir kuruş zam ile her kantarının 9 kuruş fiyat ile satın alınması nizâm-

 

ı    derece-i der-i‘tidâlet olduğu belirtilmiştir. Ayrıca maden eminine madencilerin elindeki kurşunun tamamını satın alması emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 610-2). Altın ve gümüşün harice satılmasının yasak olmasının temel nedeni ülke içerisindeki

 

596 Bozkır kazası Siristat köyünde 4 Ekim 1838 yılında da güherçileci olarak zikredilen kişiler vardır (BOA, KK.d 6421).

597 Bu madenlerle ilgili yasaklar için bkz. Anhegger-İnalcık, 2000: 3-16. 11 Haziran 1793 tarihinde Ergani madeni ve diğer madenlerden elde edilen nühasın madencilere ait kısmı devlet tarafından satın alına gelirken, madencilerin bunu tüccarlara satmaları nedeniyle uyarılmaları üzerine madenciler, tüccarlardan üç beş senelik bakır parasını peşin aldıklarından onlara sattıklarını belirtmişlerdir (BOA, MAD.d 23093: 8-1).


274

 

altın ve gümüş miktarının azalmasını engellemekti. Zira imâl edilen paralarda kullanılan altın ve gümüş ülke ekonomisini de yakından ilgilendiriyordu. Kurşun ise savaş malzemelerinin en önemlilerinden olduğundan, devlet hem kendi ihtiyacını karşılamak hem de düşmanın eline geçmesini engellemek amacıyla yasaklamış olmalıdır.

 

1.2.2.1. Kurşunun Kullanıldığı Yerler

 

Askeri, ekonomik ve toplumsal alanlarda kullanılan madenler, tarihin her döneminde önemini korumuştur. Bozkır madeninde de bu amaçlarla kullanılmak üzere kurşun, gümüş ve altın üretimi yapılmıştır. Üretilen kurşun, askeri amaçlar için kullanıldığı gibi, sosyal hayatın birer parçası olan cami, imaret ve saray gibi yapılarda; altın ve gümüş598 ise para basımı ile süslemede kullanılmıştır.

 

1.2.2.1.1. Askeri Amaçlı Tedârik

 

Kurşun askeri açıdan büyük bir öneme sahipti. “Mehamm-ı seferiyyenin ehemmî vâridât-ı harbiyyenin akdem ve elzemi olan kurşun” (BOA, C.DRB 2063) ifadesi savaşlarda, ilk olması gereken ve harbin en lüzumlu malzemesinin kurşun599 olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte darphane ve cebehanenin kurşun ihtiyacı “vücûd-ı elzem levâzım-ı devlet-i aliyyeden iken” şeklinde dile getirilmiştir (BOA, C.DRB 2416).

 

Osmanlılar savaş alanına epeyce kurşun götürürlerdi. Bu maden tüfek ve tabanca kurşunu olarak kullanılırdı (Parry, 1973: 40). 26 Nisan 1833 tarihinde Bozkır madeninden orduya, dörder-beşer dirhemlik fişek imali için 1.669 kıyye kurşun gönderilmiştir (BOA, C.AS 14535).

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunlar genelde darphaneye gönderilir ve oradan gerekli yerlere dağıtımı yapılırdı. Ancak acil durumlarda kurşunun ihtiyacı olan kuruma da doğrudan gönderilmesi emredilebilirdi. Cebehanenin kurşuna ihtiyacı olduğundan iskelede bulunan kurşunların hemen gönderilmesi 1789-1790 yılında emredilmiş (BOA, MEDAD 9: 183-2) ve normal şartlarda darphaneye gönderilen

 

598 Gümüşün fıkıh açısından değerlendirilmesi için bkz. Eskicioğlu, 1996: 271-272.

599 1579 yılında Canca madeni eminine gönderilen hükümde, doğu seferine görevlendirilen orduya yarısı dört ve yarısı beş dirhem olan 300.000 tüfek mermisi gönderilmesi istenmiştir (Kırzıoğlu, 1991: 74).


275

 

kurşunlar cebehane mahalline kayıt edilmiştir (BOA, C.DRB 1035). 1782 yılında da cebehanenin kurşun ihtiyacından dolayı Alanya İskelesi’ndeki kurşunların doğrudan cebehaneye gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 907; BOA, MEDAD 8: 665-2).

22      Eylül 1787’de darphaneden cebehaneye kurşunun kıyyesi 13’er paradan verilmiştir. Kurşunların parayla verilmesinin nedeni, darphanenin sürekli açık vermesinin önüne geçmekti (BOA, MEDAD 8: 783-1; 783-2). Cebehane dışında tersanenin ihtiyaçları da darphaneden karşılanmıştır. 28 Ocak 1784’te tersane için darphaneden 3.000 kıyye kurşunun kurşuncubaşı tarafından verilmesi emredilmiştir (BOA, AE.SABH I 23497).

 

Bunlardan başka kale tamiri esnasında bazı kalelerin örtülerinin tamiri için de kurşun kullanılmıştır (BOA, MEDAD 8: 650-1). Yine kalelerin muhafazası için de kurşun önemli bir malzemeydi. Payas kalesinin korunması600 ile görevli Ahmet Bey, Bozkır madeninden 15 kantar kurşun talebi için maden eminine emir yazılmasını istemiş, bunun üzerine maden eminine bu doğrultuda 5 Kasım 1807’de emir yazılmıştır601 (BOA, C.AS 34303). 22 Eylül 1787 tarihinde seferi hümayun takımı için cebehanede olması gereken 3.681 kantar kurşunun darphaneden verilmesi emrinde, bahasının darphane zuhuratı iradatından alınarak irad-ı hümayuna kaydolunması istenmiştir. Fakat bu durumda darphanenin sürekli açık vermesine neden olacağından tam maliyetinin hesaplanması istenince kurşunun kıyyesi 13 paradan olmak üzere toplam 52.038 kuruş 12 para olarak hesaplanmıştır. Buna karşılık bazı ölen kişilerin malları ile Mora halkının taahhüt ettiği para darphaneye kayıt olunacaktı (BOA, MEDAD 8: 783-2).

 

Savaşlarda ya da kalelerin savunmasında kullanılan kurşun askeri binaların inşasında da kullanılmaktaydı. Rami Çiftliği civarında inşa olunmakta olan süvari kışlasının odaları, pencereleri, son taşları ve diğer yerler için 6.000 kıyye kurşun gerekliydi (BOA, HH.d 23504: 1). Yine tophanede inşa olunan sebil, Üsküdar’da ve Davutpaşa’da inşa olunan kışla için de kurşun gerekliydi (BOA, HH.d 23504: 7). 1826-1827 yılında gerekli kurşunlar Bozkır, Bereketli ve Balya madenlerinde tedârik

 

600 İstanköy Ceziresinde bulunan Narince Kalesi’nin istediğ i 35 kantar kurşunun iskelede teslim alındığı ve bahasının darphaneden verileceği 21 Nisan 1822’de bildirilmiştir (BOA, C.AS 10086).

 

601  Kalelere kurşun sevkiyatı sonraki yıllarda da devam etmiştir (BOA, MHM.d 265: 222-223). Madenlerden kalelere gönderilen kurşunun kalelerin savunulması ya da savaşlara hazırlık yapılması açısından önemli bir malzeme olduğu unutulmamalıdır.


276

 

edilirken, Bozkır madeninden gönderilen 4.398 kıyye ve 1.291 kıyye kurşun bu binalar için kullanılmıştır602 (BOA, HH.d 23504: 7).

 

1.2.2.1.2. Topluma Yönelik Tedârik

 

Ortaçağ’da603 İslam ülkelerinde kurşun, yapılardaki taşları tutturmakta, camilerin kubbelerini örtmekte, boru ve oluk yapmakta kullanılmıştır (Bakır,1997: 537; Tez, 1991: 182). Ayrıca aynı dönemde kurşun soy metalleri soy olmayanlardan ayırmada katkı maddesi olarak da kullanılmıştır604 (Tez, 2000: 27). Osmanlı dönemindeki inşaatlarda tonoz ve kubbelerin örtü kaplaması olarak levha halinde; dökme olarak kenet, zıvana ve kirişbaşı yuvalarında, şebeke çubuklarının sövelere girdiği yerlerde, pencere kanatları veya dolap kapaklarının oturtulacağı zemine açılan oyuklardaki ahen-i ökçelerin etrafında; revzenlerde; beyaz boya yapımında veya boru şeklinde (yağmur borularında, sıhhi tesisat elemanı olarak) kullanılmıştır (Sönmez, 1997: 63). Günümüzde ise kurşunun ana kullanım alanı akü imalatı olup, yer altı haberleşme kablolarının kurşunla izolasyonu, diğer önemli tüketim alanıdır. Korozyonu önleyen kurşun oksit boyalar, kabloların kaplanmasında, kurşun tetraetil ve tetrametil formlarında benzin içinde oktan ayarlayıcı bileşikler olarak, radyasyonu az geçiren metal olması nedeniyle x-ışınlarından korunmada, renkli televizyon tüplerinin yapımında ve mühimmat imalinde önemli kullanım alanları bulmuştur605. Borular, tel ve conta imali gibi işlerde de kullanılmaktadır (Türk Ansiklopedisi, 1975: 371).

 

Osmanlı döneminde kurşunun kullanıldığı yerlerden birisi mabetlerdi. 2 Ağustos 1779’de, Kayseri kazası köylerinden Araplar köyünde bulunan el-Hac Süleyman Camii harap olduğundan dolayı tamiri için 30.000 kıyye kurşunun Bozkır madeninden gönderilmesi, bu kadar kurşun yoksa mevcut mürdesenkten imâl edilerek ilgili yere gönderilmesi, madenin bölgeye yakın olması nedeniyle talep

 

602 Bozkır madeninden gönderilen kurşunlar cebehane, tersane, baruthane, kağıthane gibi kurumlara da verilmiştir (BOA, DRB.d 986).

 

603 Ortaçağ İslam dünyasında madenler hakkında bilgi veren eserlerin tanıtımı  için bkz. Tez, 1991:

 

132-135.

604  İlkçağ’da soy olmayan metallerden altın kupelasyon yoluyla ayrılıyordu. Saf olmayan altın, kurşunla birlikte gözenekli bir toprak kap içinde hava akımı eşliğinde eritiliyordu. Kurşun oksit ve öteki metal oksitlerden ibaret cüruf, kısmen hava akımı ile kabarcıklar halinde ayrılıyor, kısmen de kabın gözenekli çeperinde soğuruluyordu. Geriye saf altın, ya da gümüş içerikli cevher kullanılmışsa geriye bir altın-gümüş alaşımı kalıyordu (Tez, 1989: 25).

 

605 http://ekutup.dpt.gov.tr/ 2001: 1.


277

 

edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 627-2). Yine Kayseri civarındaki Arabsun köyündeki caminin kubbesine örtülecek kurşun606 yetmeyeceğinden Bereketli madeninden gönderilmesi isteği üzerine, 1780 yılında 20.000 kıyye kurşun verilmiştir (BOA, C.NF 2573). Köy isimleri farklı olarak telaffuz edilmiş olsa da ismi geçen köyler aynı yerleşim yeri olmalıdır.

 

Konya sancağında Pirluganda kazası Hadim köyünde bulunan Şehdi Osman Efendi’nin bina eylediği kütüphanenin ahşap olan sakfı/damı harabe olduğundan kitaplar telef olmuştur. Bu nedenle kütüphanenin tavanının kurşun örtüsüyle tamir ettirilmesi için kaza kadısının ilamı ve Hadim müftüsünün mektubu üzerine 12 Mayıs 1782 tarihinde Bozkır madeni eminine kütüphanenin tamiri için emir verilmiştir (BOA, C.MF 5724; BOA, MEDAD 8: 683-2). 26 Ocak 1785’de, kütüphanenin tamiri için bir kurşuncu ustasının tedâriki, harcırahı, odun, kömür ve kurşunun zenberli ocağında eritilmesi ve ücret-i ferşiyyesi (döşemecilikte kullanılan malzeme) ile mahaldeki masrafları için 450 kuruşa kurşuncubaşı ile mukavele olunmuştur. Yani sayılan masraflar için kurşuncuya 450 kuruş verilecekti (BOA, C.MF 6969). Mevlana Türbesi’ne gönderilen kurşuncu ustasına 40 kuruş harcırah verildiğinden kütüphaneye gelecek kurşuncu için bu ücret emsal gösterilmiştir (BOA, C.MF 6969). Yine Larende’de medfûn Mevlana’nın Türbesi zamanla harap olup tamire ihtiyacı olduğundan fiyat-ı miri üzere 3.000 kıyye kurşunun değeri bina emini tarafından ödenmek üzere Bozkır madeninden tedâriki 25 Mayıs 1782 tarihinde emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 649-d607).

 

Madenin kapatıldığı 1786 yılında görülen hesapta, Mevlana Türbesi’ne 10.000 kıyye ve Hadim Kütüphanesi’ne 3.000 kıyye kurşun verildiği kayıtlıdır (BOA, C.DRB 810; BOA, MEDAD 8: 691-2). Bu 10.000608 kıyye kurşun Mevlana Türbesi,

 

606 Kurşun-i tahta; kubbe, tonoz gibi yapı elemanlarının örtülmesinde kullanılan, kaplama levhası halindeki kurşundur. Bu madenin levha haline getirilmesi için içine 10-15 gram kalay katılarak eritilmiş olan kurşun tekne biçiminde büyük bir masa olan ve üzerine (yapışmaması için) kurşun toprağı serpilen tezgaha dökülür. Kalınlığının homojenleşmesi amacıyla silgi denilen bir tahtayla mastarlanır ve düzgün bir plaka haline getirilir. Soğuduktan sonra kancalara takılıp tezgahtan kaldırılır, zemine konur. Plakayı tartı için kantara götürmek üzere rulo biçiminde sarılırdı. Erimiş kurşunun içine kalay katılması kararmasını önlemek içindi (Sönmez, 1997: 64).

 

607 Burada kullanılan d harfi atıfta bulunulan belgenin derkenarda olduğunu, yanında yazılmış olan rakam ise kaçıncı derkenar olduğunu göstermektedir. İlgili sayfanın derkenarında bir belge varsa herhangi bir rakam kullanılmamıştır.

608 Bu konuda şu belgelere de bkz. BOA, C.EV 1140; BOA, C.EV 1142; BOA, C.EV 10899.


278

 

mescit, sema‛hane ve Sultan Selim Camii tamiri için kullanılmıştır. Bu kurşunlar yetmediği için 12.500609 kıyye kurşun daha talep edilmiş. Fakat Bozkır madenindeki kurşunların tamamı iskeleye gönderildiğinden ve sadece madencilerin elindeki kurşun kaldığından maden eminine gönderilen 8 Temmuz 1790 tarihli emirde, kıyyesi sekizer paradan madencilerin elindeki kurşunun satın alınarak türbeye gönderilmesi istenmiştir (KŞS 101: 161-2; BOA, MEDAD 9: 184-1; BOA, C.EV 25829).

 

17 Temmuz 1797’de, Mevlana Türbesi kubbe örtüsünün tamiri için 5.000 kıyye kurşuna ihtiyaç olduğundan Bozkır madeninden kurşunun bina eminine teslimi talep edilince “durumun darphane nazırından sorulması üzerine” maden emini vasıtasıyla kurşunun bina eminine teslim edilmesi, bu miktar kurşunun maden emininin hesabı üzerinde bırakılması ve eminin kurşunun tesliminde senet alması yönünde bir emir verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 222-1). 6 Aralık 1835 tarihinde ise, 9.726 kıyye kurşun Bereketli madeninden Mevlana Türbesi, hanigah ve Sultan Selim Camii tamiri için gönderilmiştir (BOA, HAT 556/27471). 6 Kasım 1847 tarihinde yine yakın olmasından dolayı cami için gerekli kurşun Bereketli madeninden istenmiştir (BOA, C.EV 7936; BOA, C.EV 29770). 1835 tarihli emir, Bozkır madeninin açık olduğu dönemde kurşunun Bereketli madeninden istenmesi nedeniyle Bozkır madeninin önemini kaybetmeye başladığına işaret etmektedir.

 

Bozkır ve çevresindeki ibadethaneler dışında da Bozkır madeni üretimi kurşunun kullanıldığı yerler vardı. 1826-1827 yılında Ebu’l-feth Mehmed Han Camii şerifi ve bu caminin minaresi için verilen kurşunlar da Bozkır, Balya ve Bereketli madenlerinden gelmiştir (BOA, HH.d 23504: 7). Bozkır madeninden darphaneye gönderilen kurşunlar da çeşitli tamiratlar da kullanılmıştır. 25 Haziran 1810 tarihinde, yeni sarayda yapılacak tamirat için Bozkır madeni hasılatından darphanede bulunan kurşundan kıyyesi 23 paradan 3.795 kuruş değerinde 150 kantar yani 6.600 kıyye kurşun verilmesi istenmiştir (BOA, C.SM 63/3196). Yine Bozkır madeninden Hicaz maslahatı için, 24 Mayıs 1815 tarihinde, Alanya İskelesinden Beyrut İskelesine ve oradan kara yoluyla Şam’a 10.000 kıyye kurşun gönderilmiştir (BOA,


 

 

609 Gönderilen bu miktar kurşunun nakliye masrafı 300 kuruş tutmuş, tamiratın toplam masrafı ise 5.500 kuruş olmuştur (BOA, C.EV 16185).


279

 

C.AS 25803). Bozkır madeninden “maslahat-ı Hicaziye” yani Mekke ve Medine’de kullanılmak üzere 10.000 kıyye kurşun verilmiştir (BOA, C.DRB 2482).

 

1.2.2.2. Altın ve Gümüşün Kullanıldığı Yerler

 

Bozkır madeninde üretilen saf gümüş ile karışık haldeki gümüş madenleri darphaneye gönderilirdi. İstanbul’da bulunan darphanede ayrıştırılan mahlût sîm içinden bir miktar altın610 da çıkardı611. Elde edilen altın ve gümüş devletin nakit ihtiyacını karşılamak için kullanılmaktaydı. Yani bu madenler “…ecnâs-ı nukûd-ı kat‛ için ifrâzciyâna…” teslim edilirdi612 (BOA, D.BŞM.DRB 16/49; BOA, D.BŞM.DRB 15/72). Zira madenlerden gelen altın ve gümüşün mübayaa faizinden para ita olunması muʻtâd idi (BOA, C.DRB 11; BOA, C.DRB 99). Madenlerden teslim edilen altın ve gümüşün fiyatları baş muhasebeden hesap olunur (BOA, C.DRB 355; BOA, C.DRB 89; BOA, C.DRB 295) ve verilen sermaye akçesinden bu miktar düşülürdü613 (BOA, D.DRB.THR 3/19).

 

Maden ocaklarından gelen altın ve gümüşle para darp etmek, darphane614 için piyasadan temin edilen kıymetli madene göre çok daha kârlıydı. Nitekim maden ocaklarından elde edilen altın ve gümüşün fiyatının sabit tutulabilmesi, para basımı esnasında darphaneye önemli bir kâr sağlardı. Darphane, para sürümünü büyük oranda piyasadan temin ettiği eski ve yabancı paralara borçlu olmasına rağmen, darp

 

 

610  XVIII. yüzyılda canlanan Anadolu madenciliği döneminde sadece simli kurşundan çıkarılan (Bozkır’daki gibi) gümüşten 61 miskal (281 gr.) altın elde edilmiştir. Gümüşhane'nin yanı sıra zamanla açılan ve tek emin tarafından idare edilen maden ocaklarından bazılarında gümüşle karışık olarak altın da çıkarılmıştır. 1748'de Gümüşhane, Espiye, Karaerik, Karı, Kızılkaya, Lahanas ve İsrail madenlerinde toplam 10.163 dirhem (yaklaşık 22.5 kg.) altın elde edilmiştir (Sahillioğlu, 1989: 535).

 

611 Darphanede bulunan atölyelerden tizâb atölyesinde gümüşün içinde bulunan az miktardaki altın ayrıştırılır, kalhâne denilen izâbe atölyesinde ise alaşımdaki bakır ayrıştırılırdı (Sahillioğlu, 1993: 504).

612 Para kesilmesi için gelen altın ve gümüşlerin ifrazcılara teslim edildiğine dair birçok belge vardır. Bu belgeler için bkz. BOA, C.DRB 4, 89, 295, 1946, 3026, 312, 355, 898, 3051, 1778, 2408, 964, 2406, 2506, 2507, 3090, 2343; BOA, HAT 197/9907, BOA, HAT 2/55.A; BOA, AE.SABH I 12047.

 

613 Madenlerden gönderilen mahlut cevherin içindeki bakır miktarına göre içine bir miktar yumuşak kurşun katılarak odun ve kömür ateşi ile geniş ve derinliği az bir kal ocağında bu cevheri temizledikten sonra saf olmayan maddeleri kuvvetli bir körüğün rüzgarı ile oksijenle değiştirip yaktıktan sonra analiz edilir. Bu sırada kurşunun yakılması sonucu mürdesenk olmasıyla kal ocağının bir kenarından açılan yoldan akar veya kal ocağı sünger gibi delikli olduğundan dolayı kurşunu emer. Kal işlemi bittikten sonra ocakta saf altın veya gümüş ya da her ikisi karışık halde kalırdı (Süleyman Sûdi, 1982: 198-199 ). Bu işlemden sonra ise tasfiye işlemine geçilirdi.

 

614Bazı madenlerde darphane var ise para kesilme işlemi de madende yapılırdı. 8 Eylül 1553 tarihinde Balya madeninde üretilen gümüşler kadı tarafından bildirilince, akçenin Balıkesir’de darphanede kestirilmesi emri verilmiştir (BOA, MAD.d 233: 10).


280

 

faizinin önemli bir kısmı madenlerden gelen altın ve gümüş sayesinde elde edilirdi. Nitekim piyasadan temin edilen altın ve gümüşle para darp edilmesinde kâr oranı %5’ler seviyesine kadar düşerken, maden ocaklarından elde edilen altın ve gümüşle para basılması durumunda kâr %50’lere yaklaşabiliyordu (Bölükbaşı, 2010: 77).

 

Osmanlılar altını, para basma dışında kuyumculuk, yaldızlama işleri, sırmakeşlik, bakır veya gümüş teli altın suyuna batırma işi ve bu tellerle yapılan dokumacılık615 alanlarında da kullanmıştır (Sahillioğlu, 1989: 533). Bazı ferman ve beratların kenarlarının tezhibi için de altının kullanıldığı bilinmektedir616. Mehmed Emin Edib Efendi Edib Tarihi adlı eserinde, 1789 yılında insanların devlet için önemli olan altın ve gümüşü kuyumculara617 götürmesi ve bu madenlerin kap kacak üzerinde süslemede kullanmasıyla çeşitli şeyler icat edildiğini fakat halkın israf ettiğini, zira kuyumcu ustalarının yaptığı sanatsal/süslü nesneler nedeniyle bir dirhem gümüşün kıymetinin 10 paradan 80 paraya çıktığını söylemiş. Bu durumun alım satım işlerinin ihtilaline ve yokluğa neden olduğundan kuyumcu taifesinin altın ve gümüşten kap kacak yapmaması ve ellerinde bulunanları darphaneye teslim etmeleri gerektiğini belirtmiştir (Naklen: Çınar, 1999: 93).

 

İstanbul, Bursa ve Selanik dışındaki simkeşhaneler de kapatılmasına rağmen zaman zaman simkeşhanelerin faaliyete geçmelerine göz yumuluyor idiyse de çoğunlukla faaliyetleri kısıtlanıyordu. XVIII. yüzyılda sayıları sınırlı tutulduğu gibi,

 

615 Bu konuda ayrıca bkz. Himmet Taşkömür, Osmanlı İmparatorluğunda Simkeşlik ve Tel Çekme (XV-XIX y.y.), İÜSBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990. Altın, para, külçe veya eşya halinde de olsa değeri pek fark etmediği için, para piyasasından maden piyasasına veya maden piyasasından para piyasasına kolayca aktarılabilirdi. Darphaneler altın para bastıkları vakit gerekli altın satın alınır ve para basımı sürdürülürdü. Esnaf da ihtiyaç duyduğu zaman tedavüldeki altın parayı “sızırıp” (ergitip) kendi işlerinde kullanırdı. Maden sıkıntısı veya para ayarlama durumunda bu işler daha sık olurdu. Devlet idarecileri madeni, para olarak tutma politikasını güttüklerinden, darphaneye rakip olan bu faaliyet dallarını denetlemeye çalışırlardı. Bunu bazen yasaklar, bazen de sınırlamalar koyarak ya meslekte çalışacak esnaf sayısını azaltır ya da işleyecekleri maden miktarını bizzat tespit ederdi. Nitekim Fatih, Venedik'le savaş halinde bulunduğu sırada (1463-1478) İstanbul, Edirne ve Üsküp darphanelerinde Venedik ve Ceneviz altınlarıyla Memlûk eşrefî altınlarını darp ettirdiğinde bu çeşit kısıtlayıcı bir politika takip etmişti. Kanunî de 1552'de Halep, Antep ve Birecik'te altınlı kumaş dokunmasını yasaklamıştı. Yasak sonrası “abâ-yi zerbâft” kumaş on beş altına satılmaya başladı. Ardından Şam ve İstanbul'da altın işlemeli ağır serâser, şahbenek ve hurdabenek altın işlemeli kumaşların dokunması yasaklandı. Sayıları 268'i bulan İstanbul serâser imalâthanelerinin sayısı 100'e indirildi (Sahillioğlu, 1989: 533).

 

616 Altın, kendi başına kullanılmasının yanı sıra ahşapta, mermerde kaplama ‘altın yaprak’, madende ‘tombak’, kağıtta ‘süsleme’ olarak kullanılmıştır (Kuşoğlu, 2006: 23).

617 Devlet tarafından kuyumculara verilen gümüş miktarı ve uygulanan sistem için bkz. Akdağ, 1995:

247.             


281

 

simkeş esnafının Gümüşhane ve Espiye madenlerinden günde bir okkadan gümüş tahsisatları iki yüz altmış altı gün hesabıyla darphanece sağlanıyordu. Simkeş ustaları, senenin geri kalan günlerinde gümüş istihkaklarını kendileri temin etmeye çalışıyorlardı. Buna göre simkeşhane yılda 366 okka (yaklaşık yarım ton) gümüş tel çekiyor ayrıca bunlar altın suyuna batırılıyordu (Sahillioğlu, 1989: 533).

 

Gelibolulu Âli’ye göre yaldız (tılâ) işinde bir Mısır hazinesi kadar altın harcanıyordu. Eğer bir mübalağa yoksa buradaki ifadeden anlaşıldığına göre kap kaçak, kapı, tava, koşum ve benzeri şeylerin yaldızında tüketilen altın bir buçuk tonu geçiyordu. XVII. yüzyılda da iktisadî bozukluk sebebiyle zaman zaman altının eşya, sırma ve simlemede kullanılmasına karşı çıkılmıştır. Nitekim bir telhis mecmuasındaki kayıtta, “Benim vezirim! Bana sırma ve kılabdan ve altun varak ve yaldızlı lüle lâzım değildir, cümlemize israf haramdır, yirmi gün sonra yoklanıp bunların yapıldığını görürsem vallahi seni katlederim” deniyordu (Sahillioğlu, 1989: 533).

 

Fakihler, Hz. Peygamber'in altın ve gümüş kaptan yiyip içmeyi, ipek giymeyi ve ipek sergi üzerinde oturmayı yasaklayan hadisinden ve aynı paraleldeki diğer hadislerden hareketle gümüş kaplardan yeme içmenin, diğer bir ifadeyle gümüşten yapılmış tabak, kaşık, bıçak gibi ev eşyasının kullanımının kadın erkek ayırımı yapılmaksızın haram olduğu görüşündedir. Yine fakihlerin çoğunluğu kap kaçak, bardak gibi gümüş eşyanın evde bulundurulmasını da caiz görmezken bazı âlimler, diğer gümüş süs eşyası gibi bunları da bulundurmakta mahzur görmemişlerdir. Ayrıca mushaf, kılıç, bıçak vb. eşyanın gümüşle süslenmesi caiz görülmüş, gümüş kakma veya gümüş suyuna batırılmış kapların kullanılmasının caiz olup olmadığı konusunda ise farklı görüşler ileri sürülmüştür. Genel olarak Hanefiler bunu caiz sayarken diğerleri gümüşün az miktarda veya ihtiyaç sebebiyle kullanılması halinde caiz olacağı yönünde görüş belirtmişlerdir. Öyle anlaşılıyor ki altın gibi gümüşün de kullanımına bazı sınırlamalar getirilmesi iktisadî hayata kaynak ve canlılık sağlamak, insanları lüks ve ihtişamdan uzak tutmak, sosyal sınıflar arasındaki dengeyi ve huzuru korumak gibi çeşitli mülâhazaların ürünüdür (Eskicioğlu, 1996: 272).


282

 

 

1.3. Maden Mekanları ve Kullanılan Üretim Araç-Gereçleri

 

1.3.1. Mağara, Mahzen ve Fırınlar

 

1.3.1.1. Bozkır Madenindeki Mağaralar

 

Bozkır madeninde üretilen cevherlerin çıkarıldığı yerler mağara olarak adlandırılmış. Bu mağaralardan çıkarılan cevherler, fırınların olduğu Siristat köyüne madene bağlı kaza ahalisi tarafından nakledilmiştir (BOA, MEDAD 8: 607-2). Bu anlamda madenin açılışından itibaren çeşitli mağaralardan cevher çıkarılmıştır. 9 Ekim 1776 tarihinde Bozkır ve Belviran kazalarında 11 mağara işletilmekteyken Belviran kazası Gederet köyünde üç, Şeyh köyünde üç ve Bağlariçi adlı mahalde bir olmak üzere yedi cevher mağarası daha bulunmuştur. Dolayısıyla bu tarihte, Bozkır madeninde 18 adet gümüş mağarası açılmıştır. Bu mağaralarda bulunan 90 fırınlık cevher ile fırınların olduğu mahalle yani Siristat’a nakledilen 20 fırınlık cevher olmak üzere madende toplam 110 fırınlık cevher vardı (BOA, C.DRB 2375; BOA MEDAD 1: 752-1).

 

Bozkır madeninde, 11 Mart 1787 tarihinde ise, Kızılgeriş, Kurşuntaşı, Küçüksu, Gökdere ile yeniden açılan Deveboynu ve gümüş ile altının karışık olarak bulunduğu Sarıot618 isimli yerlerde mağaralar vardı (BOA, C.DRB 2831; BOA, MEDAD 8: 697-1,698-3; Belge 5; Harita 2). Bozkır madeninin kapalı olduğu bu dönemde, ismi geçen maden mağaralarının teftiş edilerek madenin açılmasına izin verilmesi madenciler tarafından talep edilmiş ancak bu istek kabul edilmemiştir (BOA, MEDAD 8: 698-3). Bazı belgelerde ismi geçen yerler belirtildikten sonra mağara terimi kullanılmayıp doğrudan maden kelimesiyle ifade edilen Küçüksu madeni ya da Sarıot madeni gibi de kullanılmıştır619 (BOA, MEDAD 8: 697-1, 698-2, 698-3). 1787 yılına ait bir başka belgede ise Zengibar620, Kızılgeriş, Kurşuntaşı,

 

618 Altından dolayı Sarıot Mağarası, diğer mağaralara göre enfa‘ ve a‘la idi (BOA, C.DRB 571).

619 1800 yılında cevher çıkarılan yerlerin isimleri sayıldıktan sonra yedi aded me‘âden-i kesîri’n-nemânın denildikten sonra ismi geçen cevher mağaraları ifadesi kullanılmıştır (BOA, C.DRB 571). Bu örnekte gösteriyor ki maden olarak bahsedilen yerler mağaraların bulunduğu mahallerdir. Fakat karışıklığa neden olmamak için bu araştırmada, Bozkır’da çıkarılan bütün mağaraları da içine alacak şekilde Bozkır madeni ifadesi kullanılırken, cevherlerin çıkarıldığı yerler için ise mağara teriminin kullanılması tercih edilmiştir.

 

620 Zengibar ma‘deni dimekle meşhur ve bin fırın ile imâl olunur ma‘den olduğundan cevherleri bî-nihaye… olarak madenciler tarafından tarif edilmiştir (BOA, C.DRB 2975; BOA, MEDAD 8: 698-2).


283

 

Küçüksu ve Sarıot madenlerinden bahsedilmiştir (BOA, C.DRB 2975). 1789 yılında ise, Seydişehir kazası civarında Kürebeli ve Kızıldere isimli mahallerde cevher olduğu iddia edildiğinden, maden eminine maden olduğu düşünülen yerlere gidip inceleme yapması emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 181-1).

 

Ağustos 1795 tarihinde, eşkıyalık yapan bazı kişilerin cevher çıkarılan Kızılgeriş, Sarıot ve Küçük Tepe adlı mahallere yerleşmelerinden ve bunun tehlikesinden bahsedilirken birkaç mağaranın ismi zikredilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 2: 75).

 

29 Ekim 1800 tarihinde ise, Çamurluk, Katranburnu, Küçüksu, Tepearası, Kızılgeriş, Kazıktutmaz ve Sarıot adlı yedi adet cevher mağarası işletilmiştir (BOA, C.DRB 571). 12 Şubat 1810 yılında Bozkır kazasında imâl olunan mağaralardan başka iki mağara daha ortaya çıktığından dolayı621 bazı kazalar madene bağlanmıştır (BOA, C.DRB 37). Bu anlamda mağara ve cevher miktarındaki artış madene bağlı kaza sayısını etkileyen en önemli nedenlerden biriydi. 9 Mart 1827 tarihinde, Bozkır madenindeki mağaraların eski olması nedeniyle çıkan cevher nemasız ve kuvvetsiz olduğundan maden ve havalisinde cevher ihtimali bulunan yerlerin araştırılması ve bu araştırmaya yöre halkının karışmaması emredilmiştir. Maden haricine tecavüz olunmaması ve şahısların tarla, bağ ve bahçesine karışılmaması şartıyla cevher arama izni verilmiştir (BOA, DRB.d 1044).

 

Bozkır madeni etrafında zaman zaman maden emini tarafından görevlendirilen kişiler tarafından yeni mağaralar aranmıştır622 (BOA, MEDAD 9: 173-1). Bunun temel nedenlerinden biri mevcut mağaralardaki cevherlerin nemasız olmasıydı (BOA, DRB.d 1044). 18 Şubat 1820 yılında Beyşehir kazası Çâmlar köyü ile İbradı kazası Delâyamân köyü yakınlarında maden mağaraları olduğu haber verilince Bozkır madeni emini buralara madenciler tayin ederek, numunelerinin gönderilmesini istemiştir (BOA, DRB.d 1044).

 

621 Kazıkdere’de ve Elmaağacı yaylasında iki mağaradan, 13 Temmuz 1809 tarihinde, gönderilen iki kıta simi mahlutunda 290 dirhem gümüş çıkmıştır (BOA, DRB.d 987).

622  4 Kasım 1787 tarihinde, Bozkır madeni emini olan Hasan’a maden civarında maden olduğu düşünülen yerlere varılarak buraların muayene edilmesi ve mağaralar kazılması ile birlikte maden eminine işe yarayan birkaç adamını mağara kazmak için görevlendirmesi ve bunların yanına yeterli miktarda madenci vererek maden olduğu düşünülen yerlere göndermesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 173-1).


284

 

Kızılgeriş, yerden 2.000 m yükseklikteki bir işletme sahası olup yüzlerce eski galerilerle kuşatılmıştır. Bir kireçtaşı çöküntüsünde, taştan yapılan ve üç bloktan oluşan bir yapı yükselir. Buradan alınan tahta bir kirişin yaşlandırılması yapılmış ve 1745 yılına ait olduğu belirlenmiştir. Buradan alınan galen örneğinin analizinde Pb:38.586, Sn:0.004 değerli elementler ise belirlenemeyecek kadar az (örneğin Au<0.002) olarak tespit edilmiştir. Zn örneği ise %25-30 Zn %0.1 Pb, % 0.1-0.3 Cd içerir. 200.000 ton görünür ve muhtemel rezerv yer almaktadır (Koçak, 2007: 536-538; Tablo 12, 13). Osmanlı döneminde işletilen bu maden bölgesi bir çalışmada, Kızılkiriş mevkii olarak isimlendirilerek Hadim kazasına bağlı Dedemli köyünün garbi cenubisinde vaki Kızılkiriş dağındadır, denilmiştir (Genelkurmay Başkanlığı, 1937: 77). Bir başka çalışmada ise Kızılkiriş dağında yüzde beş gümüşlü kurşun madeni olduğu belirtilmiştir (Altan, 1940: 91). Merkez kazaya sekiz saat mesafede bulunan Kızılkiriş Dağı’nda simli kurşun madeni olup %5 oranında gümüş mevcuttur623 (Dr. Nazmî, 1922: 118). 1837 yılında Bozkır’a gelen Hamilton, 10 saat güney yönündeki dağlardan elde edilen kurşundan bahsetmektedir ki (Hamilton, 1842: 339) bu bilgi aynı mağaraların işletildiği izlenimini vermektedir. Bu mağara, Hamilton’un verdiği malumata göre de maden kapatılana kadar işletilmiş olmalıdır.

 

Küçüksu yatağı ise 1980’lere kadar özel sektör (Çin-Kur) tarafından işletilmiştir. Yataktan alınan örneklerde gerçekleştirilen kimyasal analizlerde %25-30 Zn, %3 Pb, %0.1-0.3 Cd belirlenmiştir. 48.000 ton muhtemel rezervin belirlendiği cevherleşme kırık hatlarıyla ilişkili olup karstik/erime boşluklarda ve kuzey-batı yönlü kırık hatlarında damar şeklindedir. Yelmez Pb yatağında gümüşlü galende (simli kurşun) ibaret olup ayrıca Ag %1 içermektedir (Koçak, 2007: 538-539; Tablo 12).

 

Sarıot ismi altın cevheri yerine de kullanılmakla birlikte (BOA, MEDAD 9: 171-1) altın ve gümüş cevherinin çıkarıldığı maden ocaklarından birinin adı da Sarıot idi (BOA, MEDAD 8: 697-1). Bozkır’da yapılan araştırmalar esnasında bu ismin hâlâ kullanıldığı ve Sarot Yaylası olarak zikredildiği görülmüştür. Kuzu Kulağı

 

623 Kızılkiriş Timurlu Dağları, Hocaköy Yaylası’ndan başlayarak Dedemli köyünde son bulur (Dr. Nazmi, 1922: 117). Dr. Nazmi’nin eserinin Bozkır’la ilgili kısmı için bkz. Ahmet Atalay, Dr. Nazmi’ye Göre Bozkır İlçesi’nin Sıhhî ve İctimaî Coğrafyası, Bozkır’ın Dünü ve Bugünü Sempozyumu 2006, Konya 2007, s.183-204.


285

 

Dağı’nın güney-doğu arasında küçük küçük birçok alanlar varsa da bunların en genişi, en alçağı ve en meşhuru Sarıot (Sarı Ot)’tur. Burası havza şeklinde olup etrafı çayırlıktır (Saraçoğlu, 1968: 316). Sarıot yaylası, Çarşamba Çayı’nın kaynağını oluşturan suların toplandığı büyük bir düzlük, yazları da verimli bir ovadır. Çeşitli kaynaklardan çıkan sular, bu yaylanın düz olan kısımlarında toplanır. Düdenler vasıtasıyla kaybolan sular, yaylanın hemen yakınından Aygır Gediği denen yerden çıkar ve çayın ana kaynağını oluşturur (Yılmaz, 1990: 34-35). Sarıot Mağarası’nın cevheri kutlu, altını bereketli idi (BOA, DRB.d 969).

 

Zengibar madeni olarak adlandırılan yer muhtemelen Zengibar Kalesi olarak bahsedilen yerdedir. Zengibar kalesi Ulupınar köyü yakınlarındadır624. Tepearası’nın Tepearası köyü civarında olmasından dolayı bu şekilde isimlendirilmesi muhtemeldir. Gederet köyünde üç mağara olduğundan bahsedilmektedir. Ancak bu mağaraların isimleri verilmediğinden dolayı tam olarak tespit edilmesi mümkün olmamıştır. Gederet köyünün bugünkü adı Dereiçi’dir. Üç mağaranın olduğu Şeyh köyü 1522 yılı verilerine göre Belviran’a bağlı gösterilen (DAGM, 1996: 141) yer olmalıdır. Bugün Karaman’a bağlı bir köydür. Yapılan bir çalışmaya göre; Bozkır’ın Söğüt ve Gederet köyleri çevresiyle, Ermenek’in Dumlugöze, Koçaşlı, Göktepe ve Civler köyleri çevresinde kurşun yatakları vardı625 (Yurt Ansiklopedisi, 1983: 5106). Kurşuntaşı, Çamurluk, Katranburnu, Kazıktutmaz, Gökdere, Bağlariçi ve Deveboynu626 gibi mevkiler tam olarak tespit edilememiştir.

 

Kazaların madenin germiyyet üzere imali nedeniyle madene bağlanmayı talep etmesi üzerine maden emini, germiyyet üzere imalin çok amele gerektirdiğinden uygulanamayacağını dile getirmiştir (BOA, C.DRB 37). Germiyyet; hararet, sıcaklık, ateşli çalışma (Devellioğlu, 1999: 287) anlamlarına gelmektedir. Burada kastedilen mağaralardan çıkarılan cevherin Siristat’a naklinden sonra buradaki fırınlarda belirli bir miktar sıcaklıkta kurşunun ayrıştırılması esnasında her mağaradan çıkan cevherin

 

 

624  Zengibar Dağı, Ulupınar köyünden başlayarak Mürüvvetli köyü civarında son bulan huni biçiminde bir dağdır (Dr. Nazmi, 1922: 116).

 

625  Aynı çalışmaya göre çevredeki diğer madenler ve yerleri şunlardı: Bozkır-Ağras, Kayaağzı, Kızılkaya köyleriyle Karaman Habiller köyü çevresinde barit yatakları; Konya’nın Sızma ve Ladik yörelerinde civa yatakları; Hadim’in Hocalar, Fakılar, Holuslar, Gerez ve Gezlevi yörelerinde demir yatakları vardı (Yurt Ansiklopedisi, 1983: 5106).

 

626 Söbüçimen’de Deve Korusu adı verilen bir yer vardır (Saraçoğlu, 1968: 319).


286

 

madene bağlı bir kaza ahalisinin sorumlu olması olmalıdır. Nitekim yeni mağaralar bulunduğundan bahsedildikten Bozkır kazasının bir fırından fazla işletemeyeceğini belirterek germiyyet üzere imale değinilerek madene yeni kazaların bağlanması talep edilmiştir (BOA, C.DRB 37). Tabii ki bu kazalar madene bağlanırsa bir fırının ihtiyacı olan cevher, kömür, kütük ve ameleyi de karşılayacaktı.

 

Bozkır madeninde cevher çıkarılan mağaraların cevher kazma, çıkarma ve kazaya nakletme ve mağaralarda çalışan madencilerin ücretleri gibi çeşitli masrafları da olmuştur. Bu masraflar maden kapatılmadan kaza ahalisinden tahsil edilmiştir. Nitekim 1837 yılında senede bir defa mağara masrafı olarak 20.000 kuruş Bozkır kazasından ve 1.571 kuruş cevher bedeli Bozkır kazasına bağlı köylerden alınmıştır (BOA, C.DRB 1712).

 

1.3.1.2. Mahzenler

 

Bozkır madeninde cevherlerin ve işlenmiş kurşunların konulduğu binalara mahzen denilmekteydi (BOA, D.DRB.THR 6/37). Bozkır madeninde kurşunların konulduğu bir mahzen vardı627 (BOA, C.DRB 3252; BOA, MEDAD 9: 181-d). Fırın mahzeni adı da verilen (BOA, MEDAD 8: 633-1) bu mahzene üretilen kurşunlar konurdu (BOA, MEDAD 8: 670-1). Kurşunlar mahzenlere konulduktan sonra onu korumakla görevli kişiler de vardı. Nitekim mahzende korumaya alınan kurşunların başına bir hadise gelirse ilgililerden iki katıyla tazmin edilirdi (BOA, MEDAD 8: 691-2). Madenlerden çıkarılan cevherler emin marifetiyle mahzenlere konulur ve kapıları mühürlenirdi. Cevher çıkan mağaraların kapıları da kimse çalmasın diye kapatılarak korumaya alınır, mahzenlerin kapısı bir işaretle belirtilir ve ne kadar gümüş çıktığı deftere kaydedilirdi628.

 

 

 

 

627  6 Kasım 1792’de, Bozkır madeninde imâl edilen kurşundan satın alınarak ve damgalanarak mahzenlere konulan kurşun 478 külçe 12.601 kıyye iken, piristatlar ile kalcıbaşı rahatsız olduğundan 10.000 kıyye miktarı kurşun kal olacak mürdesengin ise “ustaların iyileşmesi halinde” kal olunarak mahzene konulacağı belirtilmiştir (BOA, D.DRB.THR 6/29).

628 Bu durum belgelerde şu şekilde geçmiştir: “… Gümüşhane ma‘denlerinde kadîmü’l-eyyâmdan mağaralardan ihrâc olunan cevher müfettiş ve emin ma‘rifetleri ile birkaç yerde mahzenlere konulub kapuların müfettiş ve emin mührleyüb ve cevher çıkan mağarayı dahi kapuları kimesne sirka itmesin diye muhkem sedd olunub tamam-ı mahzenler mimlû oldukdan sonra müfettiş ve emin üzerlerine varub çaşni tutub her sepetden kaç dirhem gümüş hâsıl olduğı sicill olunub badehu mahzenlerde olan cevher kaçar kese kaç sepede düşerse defter ve hüccet olub…” (Pamuk, 2006: 177).


287

 

Bozkır madeni açıldığı tarihten itibaren ortaya çıkan mürdesenk de mahzenlere konulmuştur (BOA, MEDAD 1: 752-1). Bozkır madeninde bir mürdesenk mahzeni ile birlikte büyük bir kömür mahzeni ve bunların dışında üç mahzen daha vardı (BOA, MEDAD 8: 607-1). 31 Aralık 1777’de, Edase ve Beş köylerinde de oda ve mahzenler yapılmıştır. Bu odalar ve mahzenlerin içinde levazımat, mürdesenk, emvâl ve zâhire vardı (BOA, MEDAD 8: 607-1). Üretilen ürünleri korumak amacıyla kullanılan mahzenler, aynı zamanda üretim için gerekli malzemelerin de muhafaza edildiği binalardı. Bozkır madeninin açılışı ile birlikte yapıldığı tespit edilen mahzenler, çok kısa bir süre sonra tamirat geçirmiştir. Nitekim 21 Ocak 1780 tarihinde fırın ve kömür mahzenlerinin tamiri için 2.837 kuruş masraf edileceği tahmin edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 633-1). Bozkır ve çevresinde günümüze ulaşan herhangi bir mahzen tespit edilememiştir.

 

Bozkır madeninde üretilerek mahzenlere konulan kurşunlar Karaman eyaleti kazaları ile Alanya ve İçil sancağı kazası ahalileri tarafından Alanya İskelesi’ne taşınırdı (BOA, MEDAD 8: 670-1). 20 Ocak 1786 tarihinde madenin kapatılması nedeniyle madende mevcut 153.400 kıyye kurşunun gönderilmesi mümkün olmadığından bir emir gönderilerek kurşunların mahzenlere konularak korunması ve bu kurşunların iyi muhafaza edilememesi halinde sorumlulardan iki katının tahsil edilmesi (BOA, MEDAD 8: 691-2) görevlilere hatırlatılmıştır.

 

Bozkır’dan Alanya’ya gönderilen kurşunların korunması amacıyla Alanya’da da bir mahzen vardı (BOA, MEDAD 8: 648 d). Kurşun, Bozkır madeninden geldikten sonra vezn olunarak miktarı belirlenerek kurşunun hıfzına memur olan kişiye629 teslim edilirdi. Bundan sonra Alanya ahalisi “cümle ittifakıyla” kurşunu mahzene koyardı (BOA, C.DRB 267). Alanya İskelesi’ne kurşunların taşınması için bir gemi gönderildiği zaman kurşunlar yine vezn olunarak gemilere yüklenirdi (BOA, MEDAD 9: 197-1). “… iskeleye gelen kurşunun vezn ve miktarına, ahz, kabz ve der mahzen idüb badehi sefine isticar ve Deraliyye’me sevk ve isalinde noksan zuhur itmemesine…” özen gösterilmesi ve dikkat edilmesi için dizdarın görevli olduğuna dair emir, 16 Mayıs 1798’de, gönderilmiştir. Alanya mutasarrıfı ise dizdara nezaret etmek ve yardım etmekle görevlendirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 222-1).


 

629 Haziran 1793 tarihinde bu görevi Tosun Yazıcı adlı bir zimmi yapmıştır (BOA, C.DRB 267).


288

 

Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne ve oradan da İstanbul’a gönderilen kurşunlar ise Yalıköşkü sahilinde Sepetçiler Kasrı tahtında bulunan mahzenlere630 konulurdu (BOA, MEDAD 8: 782-2). 29 Kasım 1804 tarihinde, bu mahzende bulunan kurşun ve bakırın darphaneye nakli için 400 arka hamalı tutulmuş ve günlük 15 çürük akçe ücret verilmiştir (BOA, C.DRB 2544). Alanya İskelesi’nden gelen kurşunların Yalıköşkü’ndeki mahzenlere nakledilmesi için gerekli olan dokuz kıta mâ‛ûne631 talebi, 14 Şubat 1790’da olumlu karşılanmıştır (BOA, C.ML 232).

 

1.3.1.3. Fırınlar

 

Bozkır madeni mağaralarından çıkarılan cevherlerin belirli bir miktarda konulduğu ve beş gün beş gece yakılarak (BOA, MEDAD 8: 653-1) kurşunla gümüşün ayrıştırıldığı yapılara fırın denirdi632. Satın alınacak kurşunun fırın itibarıyla madencilerden satın alınması ve bu durumun kâtip tarafından deftere kaydedilmesi gerektiğinden fırın sayısının bilinmesi önemliydi (BOA, MEDAD 1: 752-1, 755-2). Bunun yanında fırın başına alınacak çeşitli ücretler ya da kesintiler de vardı. Gümüşhane madenindeki fırınların her birinden 30’ar akçe kitâbet, 30’ar akçe vezzâniye ve 10’ar akçe kantariyye olmak üzere 70’er akçe avâidât alınırken, her ocakta üçer dirhem resm-i fete adı verilen gümüş vergisi de fırın sayılarına göre ayarlanmıştır (BOA, MEDAD 9: 174-1). Bu anlamda madenlerde ne kadar fırın işletildiğinin bilinmesi önemliydi. Bununla birlikte madenlerde çalışacak usta ya da madenci sayısını etkileyen en önemli nedenlerden birisi de fırın sayısıydı. Madendeki fırın sayısındaki artış ya da azalma piristat sayılarını etkilemekteydi. Çünkü her fırına iki piristat ustası633 düşmekteydi (BOA, DRB.d 1037).

 

Bozkır madeni açıldığı zaman Genç Ali’ye bir fırın634 imâl etmesi ve malzemelerin tedârik edilmesi emri gönderilmiş ve maden emini de iki fırın bina

 

630 İki bab mahzen vardı (BOA, D.BŞM.DRB 17/9).

631 Mâ‛ûne, yük taşıyan büyük kayık anlamındadır (Devellioğlu, 1999: 587). Mavna olarak da telaffuz edilmektedir.

632 Bozkır’da fırınlar Çarşamba Çayı’nın kenarında, günümüzde cuma pazarı olarak kullanılan yerin batısındaydı. Fırınlarla ilgili bilgi için cevherin işlenmesi başlığına bkz.

633 Balya madenine ait 1842 yılı masraf defterinde fırın başına iki piristat düşmüştür (BOA, DRB.d 1037). Yine Korum madeninde gece ve gündüz imâl olunmak üzere olan 12 fırın için 24 adet piristat gerekliydi (BOA, C.DRB 83).

634 Bozkır madeni ez kadim Zengibar madeni olarak bilinirdi (BOA, C.DRB 2831; BOA, C.DRB 2975). Bu bilgi Bozkır madeni açıldığı zaman ilk işletilen mağaralardan birinin Zengibar Mağarası olduğunu da ortaya koymaktadır.


289

 

etmiştir (BOA, MEDAD 1: 750-1). Dolayısıyla 1777 yılından itibaren iki fırın imâl edilmeye başlanmıştır (BOA, MEDAD 8: 611-2). 15 Kasım 1778 tarihinde bu iki fırına beş fırın daha eklenerek sayı yediye çıkarılmış ancak iki fırının kömür ihtiyacını karşılayan Bozkır ve Belviran kazaları bu yedi fırının kömür ihtiyacını karşılayamayacağından Seydişehir kazası da madene bağlanmıştır (BOA, MEDAD

8:     621-2; BOA, D.BŞM.DRB 15/19). 15 Ağustos 1781’de ise dört fırın imâl edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 653-1). 1 Kasım 1787’de ise Bozkır madeninde 15 fırın işletileceği, madenciler ve kaza ahalilerinin üç fırından fazla fırın işletilmemesi sevdasında olduğu ancak 15 fırının işletileceği madenciler ve ahaliye bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 175-3; BOA, C.DRB 2084; Konyalı, 1938c: 1173). Fırın sayısının bir diğer önemi de üretim yapılan fırın sayısındaki artış maden emanetine bağlanan kaza sayısını da artırmıştır (III. Bölüm).

 

Bozkır madeninde, 1806 yılında, 16 fırında 80.000 kıyye cevher imâl olunmuş ve 1.600 küfe kömür kullanılmıştır (BOA, D.DRB.THR 37/34). Bereketli madeninde, 18 Ekim 1779’da, bir fırına konulan cevher 7.200 kıyye, zuhur iden gümüş 261 dirhem, kurşun 1.400 kıyye ve zuhur iden altın çeki denilen her 100 dirhemde 2,5 kırat olup masrafı 75 kuruştu. Yine bir başka fırında 7.200 kıyye cevherden 1.400 kıyye kurşun, 224 dirhem gümüş ve çeki tabir olunan her 100 dirhem gümüşten 2,5 kırat altın çıkmış ve masrafı yine 75 kuruş olmuştur635 (BOA, C.DRB 3058). Bozkır madeninde ise bir fırının 118,5 kuruş olan masrafı, 15 Ağustos 1781 tarihinde, devlet tarafından fazla bulunmuş ve bu masrafın 94,5 kuruş 15 para olması gerektiği belirtilmiştir636 (BOA, MEDAD 8: 653-1).

 

Bozkır madeni kapatıldığında madencilerin sermaye akçesinden 23.503,5 kuruş borcu olduğundan bahsedilerek, bu borcu ödemek için paraları olmadığına değinilerek bir miktar cevherleri olduğu ve bunun imâl edilmesi halinde 30 kese miktarı bir hasılatı ortaya çıkacağından cevherin imâl edilmesine izin verilmesi

 

635 1845 yılında Bereketli madeninde çıkarılan cevher, fırına 1.200 batman olmak üzere 450 kuruş ücretle nakledilmiştir. Ancak 350 kuruş masrafla 1.500 batman cevher nakli için 200 eşek satın alınırsa daha faydalı olacağı dile getirilmiştir. Bu fırının 1.500 batman cevhere ihtiyacı vardı (BOA, MAD.d 7696: 6).

 

636 1796-1797 yılında Keban madeninde bir fırının masrafı; 75 kuruş kömür bedeli, 40 kuruş kalhane kütüğü bedeli, 30 kuruş ırgad-ı fırın, 15 kuruş ırgad-ı kal, 12 kuruş piristat-ı fırın, 115 kuruş cevher bedeli, 26 kuruş cevher ufaltma(öğütme) ve nakliye bedeli ve 20 kuruş sair masraflar olmak üzere toplam 333 kuruş idi (Tızlak, 1997a: 106-107).


290

 

madenciler tarafından talep edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 693-1). Bir mübaşir gönderilerek bu durum araştırılmış ve şu bilgiler verilmiştir. 18 Haziran 1786 tarihinde Bozkır madeninde 60 fırınlık cevher olduğu, her fırından 500 kıyye kurşun ve 150 dirhem gümüş ortaya çıkacağı, her fırının 40 kuruş masrafla dört ayda ortaya çıkacağı ifade edildikten sonra diğer masraflarının ise 5.000 kuruş olacağı belirtilmiştir. Ancak kömür ve kütük tedâriki nedeniyle ahaliye eziyet edileceğinden Bozkır, Belviran ve Seydişehir kazaları ahalisinin bu cevherin imâl olunmaması karşılığında 5.000’er kuruşu iki senede iki taksitle ödemeyi taahhüt etmeleri üzerine, bu talep kabul edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 693-2). Halkın madene bağlanmakla çeşitli ayrıcalıklar elde etmesine ve geçimlerini sağlayacak bir iş alanına sahip olmalarına rağmen halkın madenin yeniden açılmasına karşı çıkması, maden için gerekli kömür ve kütük gibi bazı ihtiyaçlar karşılanırken halka yapılan eziyetler nedeniyle olmalıdır.

 

Bozkır madenindeki fırınlar, beş gece ve beş gündüz olmak üzere 10 nöbet itibarıyla işletilmiştir. Fırınlar yakıldıktan sonra ortaya çıkan masraflar aynı madende bile farklı olabilmekteydi. Zira fırınlara konan cevherlerin erime durumuna göre bazen 10.000 kıyye bazen de 6.000 kıyye kömür harcanmıştır. Benzer şekilde kal kütüğünde de durum bu şekilde olduğundan masraflar farklı olabilmekteydi (BOA, MEDAD 8: 653-1). 1842 yılında eski ve yeni usullerin karşılaştırıldığı bir denemede bir fırında eski usulle yedi gün altı gecede imâl olunan cevher-i mahlut 4.620 kıyye ve harcanan kömür 8.220 kıyye idi (BOA, DRB.d 980). Ortalama bir fırında kullanılan kömürün cevherin iki katı olduğunu söylemek mümkün ise de bu genel bir kural değildir637.

 

1.3.2. Madenlerde Kullanılan Aletler

 

Bozkır madeninin ilk emini olan Genç Ali iki adet cevher fırını, bir ekmekçi fırını, bir kömür mahzeni, bir mürdesenk mahzeni ve diğer üç mahzen ile 13 madenci odası inşa ettirmiştir. Yine Edase köyü ile Beş köyünde odalar ve mahzenler bina ettirmiştir638. Madencilerin kaldıkları ya da üretilen cevher veya madenlerin


 

637 Bkz. III. Bölüm.

638 9 Mayıs 1777 tarihinde, tamamıyla harap olan bu binalar ile madencilerin firarları nedeniyle kapıları mühürlenen odaların kapıları kırılmıştır. Bozkır şeyhi Abdülkadir’in tahrikiyle yapılan yağma


291

 

konulduğu bu binalar aynı zamanda maden aletleri ile madencilerin eşyalarının bulunduğu binalar idi. Bunların yanında çeşitli ihtiyaç maddeleri ile zahire de buralarda muhafaza edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 607-1).

 

15   Kasım 1778 tarihinde eminlere mahsus konak bina edilmiş, yedi adet fırın, kömür mahzenleri, madenci odaları, ekmekçi fırını ve dükkanlar bina olunmuştur (BOA, D.BŞM.DRB 15/76). Bu binaların yapımı için emine 7.500 kuruş verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 692-2). 21 Ocak 1780 tarihinde, fırın ve kömür mahzenleri tamiri için 2.837 kuruş ve maden yakınlarındaki 18 madenci odasına 400 kuruş ve yine madencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için açılan altı dükkana 550 kuruş masraf edilmiştir. Eminin konağıyla birlikte bu binalara toplam 8.290 kuruş harcanmıştır (BOA, MEDAD 8: 633-1). 1786 yılında madenin kapatılması üzerine emine ait olan ev ile fırın ve madenci odaları müzayede edilmiş ancak kimse talip olmamıştır (BOA, MEDAD 8: 690-3, 693-2).

 

Bütün bu belirtilen binaların yanında madende üretim için gerekli çeşitli araç-gereçler de vardı. Bozkır madeninin ilk açılışında tutulan madene ait masraf defterinde “bahâ-i kâv sâle ve tîmûr ve elvâh ve ücret-i kürekciyân rây-ı i‘mâl-gerde kürek bâdeme-i ma‘den-i mezbûr hil‘at defter-kadı 551,5 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 3) kaydı görülmektedir. Bu kayda göre kürek imali konusunda görüşünün alındığı belirtilen kürekçilere ücret ödenmiştir. Bozkır madenin 1777 yılı masrafları arasında gösterilen çekiç gibi araç gereçlere yapılan masraflar için harcanan meblağlar yine aynı deftere yazılmıştır639. Bozkır madeninde bahsedilen bu araç gereçler dışında bir şey tespit edilememiştir. Bu nedenle diğer madenlerde kullanıldığı tespit edilen araç-gereçlerin Bozkır madeninde de kullanıldığı fikrinden hareket edilerek madenlerde kullanılan araç gereçlerle ilgili olarak şu aletler sayılabilir (Tablo 10).

 

 

hareketleri neticesinde ortaya çıkan bu durum, sorumlular tarafından tazmin edilecekti (BOA, MEDAD 8: 607-1).

 

639 Berât-ı bahâ-i vâryûs ve çekiç ve gayruhü bâdeme-i ma‘den hil‘at defter kadı-i müma ileyh 100 kuruş (BOA, D.BŞM.d 4702: 3) şeklinde kaydedilen çekiç, bir tarafı kakmağa mahsus tokmak ve diğer tarafı çivi çekmeye mahsus olarak çatal alet olup; dülger çekici, yorgancı çekici, taşçı çekici ve cenk çekici gibi örnekleri vardı (Şemsettin Sami, 1317: 514). Vâryûs kelimesi vârtûr şeklinde de okunmasına karşılık kuyucu anlamına geldiğinden bu kelimenin varyos ile benzerliğinden dolayı bu şekilde okunmuştur. Varyos, ağır taşçı tokmağı, 30-40 okkalık büyük demir çekiç (Şemsettin Sami, 1317: 1483) anlamlarına gelmektedir.


292

 

Tablo 10: Karaton Madeni Kuyularında640 Kullanılan Aletler641

 

Aletler

Kuyular

Hüdavirdi

Çenal

Sabari

Allahvirdi

Toğancı

Bekubba

Molavirdi

Maline-iAtikada

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kuz

 

48

40

10

10

6

30

10

50

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eşlek

 

14

10

3

1

2

7

2

10

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kazma

 

2

1

 

 

 

1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Balta

 

3

1

 

1

 

3

1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çapa

 

10

1

1

2

1

 

3

4

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Keser

 

1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çakân

 

1

 

 

 

 

 

 

1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Köhne urgan

 

3

1

1

1

 

 

 

1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Köhne tulum

 

10

5

1

1

 

 

2

1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Cevher dökecek

1

6

 

 

 

 

 

 

 

çekiç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gelva-Gülvâ

 

2

2

1

 

1

 

 

1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

640 Sadece Hüdavirdi de “kuyu” kelimesi kullanılmış diğerlerinde ise Çenal “madeni” gibi maden ifadesi kullanılmış olmasına rağmen karışıklık olmaması için diğerleri de kuyu olarak zikredilmiştir.

641 Bu tablo, BOA, KK.d 5184: 18’den çıkarılmıştır. 1708 yılında Sidrekapsi madeninde yeni nazıra devredilen malzeme listesinde ise; çarh, dolap, kangel, koğoz, çapa, külünk, alpayen, cetsele baltası, kasaç, çekiç, dülger baltası, çengâl, küski ve tokmak vardı (Altunbay, 2010: 45-46). 15 Şa‘bân 1116/13 Aralık 1704 tarihinde Karaton madeni çarhı ve kuyularında bulunan malzemeler ise şunlardı; dört duvar üzerine sakfı sâc tahtında olmak üzere bir katlı çarh mea ocak; ve derununda bir cevze gûn olmak üzere körük; ve iki aded oluğlu bir adet çam olmak üzere ve eleme tabir olunur elek mea dolab; demir çapa 3, demir balta 4, keser 2, demir külünk 4, demir sağir çekiç 5, demir gelberi 2, demir olmak üzere kepçe 1, demir meşâ kebir 1 sağir 1, demir küskü, sağir olmak üzere demir şiş 2, demir çatal 3, kebir olmak üzere demir çekiç 1, beş kıyye demirden körük ayağı için kayûr 1, tulumlu üzerine barmak altına konur demir 2 tahta 5, küçük ağaç tekne, mûtbâb torba 20, bargir 3, merkeb mea semer 10, dermahzen büyük kendir urganı 5, ıhlamur halil urgan 1, 115 kıyye çeker büyük kantar 1; hâlâ Hüdavirdi tabir olunur güher kuyusunda mevcut bulunan eşya; müte‘mel büyük kendir urgan 1, çapa 3, kazma 1, kebir çekiç 2, ğuz 14, tulum cild kâv 2 köhne 3, balta 1, keser 1; hâlâ Eşle‘ve tabir olunur güher kuyusunda ve lağmında mevcut eşyalardır çapa 1, kazma 1, kebir külünk 1, balta 1, keser 1, büyük çekiç 2, ğuz tabir olunur küçük çekiç 16, tulum cild-i kâvberay-ı lazime-i tathir kuyuha-i güher köhne 2 defa mevcud celid deri nısf, İstanbul kağıdı deste 1 vazife kağıdı deste 3, kalem 6, bir kıyye olmak üzere kamkama ile hezd mürekkeb (BOA, KK.d 5184: 7). Karaton madeninde nazır değişikliği esnasında madende bulunan eşyalar ve üretilen cevherler tespit edilerek yeni nazıra teslim edilmiş ve bu işlemi Karaton Kadısı yapmıştır. Madene yapılan bütün masraf kalemleri yazılarak her masrafa ne kadar ödendiği belirtildikten sonra toplam masraf verilmiş ve şehrin kadısı onaylamıştır (BOA, KK.d 5184: 8).


293

 

Tabloda bahsedilen aletlerin bazılarının tam karşılığı belirlenememesine rağmen bu araç-gereçlerle ilgili şu bilgileri vermek mümkündür. Kuz diye bahsedilen alet hakkında aynı defterde, ğuz tabir olunur küçük çekiç (BOA, KK.d 5184: 7) şeklinde bir tarif yapılmıştır ki kuz, küçük çekiç anlamına gelmektedir. Kazma, toprağı kazmaya mahsus aletlerin en sadesi ve en eskisi olup sap geçecek deliği olan düz, keskin ve demirden ibarettir. Ancak diğer taraftan külünk gibi sivri, çapa gibi çatal veya balta gibi başka istikamette yassı olduğuna göre birçok çeşide taksim olunur (Şemsettin Sami, 1317: 1026). Külüng ise, sivri ve uzun demirli taşçı kazması olarak zikredilirken (Şemsettin Sami, 1317: 1213) halk arasında külünge kazma da denmekteydi (Pakalın, 1993: 340). Buradan hareketle külüngün kazmanın bir çeşidi olduğunu söylemek mümkündür. Bozkır madeninde de madencilerin kullandığı tespit edilen aletlerdendi (BOA, D.DRB.THR 2/19). Bir başka tanımlamaya göre ise külüng; binaları yıkmak, kayaları parçalamak, sert taşları kırmak, yumuşak taşları sayalamak ve lağım deliği açmak için kullanılan uzun, kalın ve ucu sivrice çelik çubuk; küskü anlamının yanında bir kabzaya takılıp taşçı kazması olarak da kullanılabilir (Sönmez, 1997: 65).

 

Balta; ağaç kesmek, yarmak ve yontmak için kullanılan madenî aletin adıdır (Pakalın, 1993: 152). Bozkır madeninde doğrudan balta kullanımı ile ilgili bir belge olmamasına rağmen, madene bağlanan kazalar ahalisine madenin kömür ihtiyacı için, daha önce değinildiği üzere, balta tayin edildiğine göre bu alet de kullanılmıştır (BOA, MEDAD 8: 607-2). Burada balta tayin edilirken sadece ağaç kesmek kastedilmemiştir. Her balta(cı), kestiği ağaçları yakarak 100 kıyye kömür imâl ederek bu miktarı 60 akçeye fırınların olduğu yere de taşımakla da görevliydi (BOA, MEDAD 8: 619-1). Keser, dülger ve marangoz aleti ki kısa bir sapa geçirilmiş bir tarafı keskin ve diğer tarafı çekiç gibi bir çelikten ibaretti (Şemsettin Sami, 1317: 1165). Çapa ise, kazma ile bel arası aletti (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 87). Bir ucu yassı ve küreyecek alet olan küreğin ateş küreği, ağaç, demir, rençper küreği, ekmekçi küreği (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 260) gibi çeşitleri vardı.

 

Çakan kelimesi çeken anlamında kullanılmıştır (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 84). Urgân; kalın ip, ince halat anlamına gelmektedir (Şemsettin Sami, 1317: 197). Madenlerde kömürlerin naklinde, kömürler hayvanlara yüklenirken kullanılmıştır


294

 

(BOA, D.MMK.d 23125: 4). Tulum, hayvanın bütün çıkarılmış derisinden ibaret kap ki; pekmez, bal, yağ, sirke veya su gibi mây‘ât yahut peynir vs. koyulmasına mahsus olurdu (Şemsettin Sami, 1317: 909). Madenlerde kullanılan tulum ise cevheri taşımak için kullanılmıştır (Akgündüz, 1990a: 160). Aynı zamanda kuyulara dolan sular da bu tulumlar vasıtasıyla çıkarılmıştır (Spaho, 1913: 142). Tulumba, suyu bir taraftan çekip diğer taraftan vermeye mahsus ve tahliye-i hava kaidesiyle işleyen makine olmakla birlikte tulumbanın kuyu, yangın tulumbası ve su çıkarmağa mahsus madeni tulumba anlamına gelen Frenk tulumbası (Şemsettin Sami, 1317: 909) gibi çeşitleri vardı. Maden ocaklarına dolan suların boşaltılmasında kullanılmıştır. Kuyulara ait malzemeler arasında zikredilen kağıt ise (KK.d 5184: 7) kuyulardan çıkan cevherin kaydedilmesinde kullanılmıştır.

 

Aslı tobra olan torba, kıldan olmayan küçük çuval, büyük kise, arpa, şeker, un torbası (Şemsettin Sami, 1317: 895) anlamlarına gelmektedir. Torba, maden mağaralarında kazılan cevherlerin taşınması için kullanılırdı. Bu araç gereçler değerlendirildiğinde, “çekiç ve benzeri araçlarla kütlesinden koparılan cevherler, torba ya da tulumlar vasıtasıyla mağara ağızlarına çıkarılmış, burada biriktirilen cevher hayvanlara yüklenerek fırınların olduğu mahalle gönderilmiştir” denilebilir.

 

Balya ve Ünye madenlerinde cevher çıkarılması esnasında yapılan masraflar ise şunlardı: Kazma, demir, çelik, revgan-i zeyt, tulumba, demirli araba, ücret-i nakliye-i demir, yevmiye, ekmek, çakılcı amelesi, revgan-i zeyt, kürek, kalbur, kepçe, gerdel642, cera. Aynı madende fırınlar için çam kömürü, meşe kömürü, kütük, hatab ve kurşun kal etmek için kürek gerekliydi (BOA, DRB.d 1037).

 

Haziran 1703 tarihinde, Karaton madenindeki çarh-ı cedidde bulunan aletler ile diğer malzemeler ise şunlardı: Bir demir küski, bir demir çatal, üç demir gelberi, üç demir şiş, iki çakan, üç kurşun kepçesi, dokuz cevher dökecek çekiç, bir kazma, bir ifraz baltası, iki ifraz şişi, iki eşlek, bir çapa, bir balta, bir keser, iki tulum lûlesi, iki büyük ağaç tekne, üç küçük ağaç tekne, semeriyle dokuz merkep, 13 cevher torbası. Çarh-ı atikteki aletler ise: Bir demir küski, bir demir çatal, iki gelberi, bir kurşun kepçesi, bir çakan, bir ifraz şişi, bir ifraz baltası, bir çapa, bir demir cevher küreği, bir


 

 

642 Gerdel: Kovanın bol, boysuz çeşidi (Ahmet Vefik Paşa, 2000: 156) idi.


295

 

kûz, bir keser, bir demir maşa, cevher hal idecek iki demir gelberi, 48 yeni urgan, bir büyük kantar (BOA, KK.d 5184: 18) idi.

 

Fırınlarda kullanılan malzemelerin açıklaması ise şöyleydi: Küski, taş kırmağa

 

ve duvar delmeğe ve bu gibi işlere yarayan bir ucu sivri ağır demir sopa, taşçı,

 

demirci küskisi gibi anlamları yanında ocakta odunları dayamağa mahsus kısa ayaklı

 

demir çubuklara denirdi (Şemsettin Sami, 1317: 1204). Köpük almaya ve yemek

 

karıştırmaya mahsus bakır veya tahtadan delikli veya deliksiz büyük ve uzun saplı

 

kaşığı ifade eden kepçe, dökmecilerin erimiş madeni kazandan alıp kalıba dökmeye

 

mahsus büyük demir kaşıklarına denirdi (Şemsettin Sami, 1317: 1143-1145). Şiş,

 

dönen bir şeyin merkezinden geçip iki ucundan çıkan kazık iken (Şemsettin Sami,

 

1317: 793) maşa, ateş tutmaya veya ateşten bir şey çıkarmaya mahsus demir veya

 

pirinçten çatal aletti (Şemsettin Sami, 1317: 1257). Kürek, yerde bulunan toprak,

 

kum ve gübre, kül gibi şeyleri kürümeye yani kazıyarak sürmeye mahsus demirden

 

veya tahtadan yassı  ve uzun saplı  bir alet ki sapıyla ileriye itilerek kullanılırdı.

 

Ateşten kor ve kül çıkarmaya mahsus sapıyla beraber yekpare küçük demir alet olan

 

küreğin maşa kürek ve ateş küreği gibi çeşitleri vardı (Şemsettin Sami, 1317: 1194).

 

Tekne, yekpare ağaçtan veya tahtadan muhtelif şekildeki kaptı  (Şemsettin Sami,

 

1317: 431). Fırın gelberisi, lağım gelberisi gibi örnekleri olan (Ahmet Vefik Paşa,

 

2000: 154) gelberi, bir şeyi çekmeğe mahsus muhtelif şekildeki aletti (Şemsettin

 

Sami, 1317: 1175). Keski ise, dal kesmeğe mahsus ufak balta; saç ve demir kesmeye mahsus düz ve yassı kalem anlamlarına gelmekteydi643 (Şemsettin Sami, 1317: 1166).

 

Kuyular dışında yüzeyde bulunan maden tesislerinde, çıkarılan cevher önce çevredeki derelerde temin edilen tatlı su yardımıyla taş, toprak gibi maddelerden temizlenerek eritilmek için çarhlara getirilirdi. Bu çarhlar, su gücüyle çalışan körüklerin ocağı faaliyete geçirmesiyle çalışırlardı. Tarımda kullanılan çarhlardan ayırt edilmesi için onlara Frenk Çarhı denmekteydi (Altunbay, 2010: 33). Ateş, soba körüğü, demirci körüğü gibi çeşitleri olan körûk, ateşi havalandırmaya mahsus tulumba usulünde deri, meşin ve tahtadan alete denirdi (Şemsettin Sami, 1317:


 

 

643  1837 yılında Gümüşhacıköy madeninde senid, gözer, kalbur, demir, urgan ücretleri ile fırın tamiratı masrafları yazılmıştır (BOA, HH.d 13823: 2).


296

 

1198). Samakov madenindeki körük hakkında bilgi veren Evliya Çelebi, ateşi Nemrud yakan körüğü on adamın çekmeyeceğini ve su değirmeninin körüğü çekerek ateşi yaktığını belirtmiştir (Ahmet Refik, 1931: IX). Bozkır madeni açıldıktan sonra,

31   Mayıs 1776 tarihinde, maden için gerekli fırınlar için lazım olan körük ve diğer malzemeler İstanbul’dan talep edilmiştir (BOA, D.BŞM.DRB 14/88). Odun kömürü ve körük, metalurji tekniğini olanaklı kılan ve XVIII. yüzyılın sonuna kadar değişmeden kalan araçlardı (Tez, 1989: 15). Ocağa ne kadar hava basılırsa sıcaklık da o denli yükseliyordu. Batı’da düşey yönde çalışan körükler kullanılırken, Çinlilerin körük sistemi yataydı. Su çarkı ya da hayvan gücüyle çalışan bu sistemle ocağa daha büyük hacimlerde hava basılabiliyordu. Sistem çift etkiliydi, hem basarken hem de emerken ocağa hava basıyordu (Tez, 1989: 23; Tez, 2000: 26). 1850 yılında Trabzon eyaletindeki fırınlara konulacak körüklerin su kuvveti ile çalıştırılması için Polini gibi madencilik ilminden anlayan kişilerin mühendis olarak getirilmesinin önemi üzerinde durulmuştur (Saydam, 1991: 269).

 

Çarhın tasfiye yeri diye açıklandığını ancak çah yani ölçülü kuyu olabileceğini belirten Akgündüz (Akgündüz, 1990a: 556) aynı çalışmanın bir başka yerinde çarhın (çah), ölçülü ve nizamlı maden kuyularını ifade ettiğini (Akgündüz, 1990a: 501) yine aynı çalışmada çarhı, gümüşün işlenerek akçe haline getirildiği imalathane (Akgündüz, 1990a: 520) olarak kullanmıştır. Oysa çarh imalathane, çah ise kuyu yerine kullanılan bir tabirdi. 1619 yılında, İnegöl’de bulunan gümüş madeninde dört adet çarh ve dolapları, hamamesinin sakfı ile eskiden gümüş konulan ve maden erbabının oturduğu kâlenin tamire ihtiyacı olduğundan bunun keşfi için bir heyet gönderilmiş ve buranın tamiri için gerekli 80.000 akçenin Bursa Mukataası Kalemi’nden verilmesi emredilmiştir (BOA, MAD.d 9826: 2; BOA, İE.MDN 45). Balya ve Ünye madeni fırın körüklerinde 40 fırında 2.583 nefer amele, kal körüğünde ise 156 amele görev alırken her kal körüğünde dört amele görevliydi (BOA, DRB.d 1037). Ayrıca her fırında bir çarkçı görevlendirilmiştir.

 

Çarh, biri su çarhı diğeri bargirle çekilen kuru dolaptı. Kuru dolap amelesi geldikten sonra cevher çekilirdi. Cevher yandıktan sonra teknelere doldurulurdu. Fırının uslubu ise, taştan bir duvar olup duvarın dibinde bir delik korlardı ki körüklerin lüleleri oraya konurdu ve duvara yamaşık fırın ederlerdi. Önünden


297

 

birbirinden iki karış yüksek iki deliği olur, üstten cevher akarken alttaki delikten kurşun akardı (Akgündüz, 1990a: 163). Dolap kuyulardaki toprağın dışarı çıkarılmasında kullanılmıştır (Akgündüz, 1990b: 480).

 

Ocaklarda kuyu, lağım ve baca inşasında kullanılmak için gerekli malzemelerden biri de demirdi. Demir aynı zamanda yine ocaklarda çalışan işçiler tarafından kullanılan aletlerin imali için de gerekliydi (Altunbay, 2010, 54; BOA, HH.d 13823: 2). Kuyularda kullanılan eşya ve aletlerin tamiri için demir (Akgündüz, 1990b: 361) ile yine aletleri tamir için çelik (Çağatay, 1944: 269) kullanılmıştır.

 

Belgelerde torbalık olarak geçen sığır veya kâv/öküz derisi genellikle kuyu, lağım ve baca inşalarında kazılan toprak, taş ve çamurun dışarıya çıkarılması esnasında kullanılıyordu. Ayrıca inşa sonrasında yine toprak ve taşla karışık cevherin içerisine doldurulup yüzeye çıkartılmasına da yarıyordu (Altunbay, 2010: 57). Sığır derisi, lağım ve kuyulardan toprak ve cevher çıkarmak için kullanıldığı gibi su çıkarmak için de kullanılırdı (Çağatay, 1944: 269). Mağaralardaki taş, toprak, çamur ve cevherin taşınmasında kullanılan malzemelerden biri de teknelerdi644. Urgan, mağaralardaki cevherlerin ya da malzemelerin mağara içine ya da dışına çıkarma işinde de kullanılabilirdi. Urganları katranlamak için de katran kullanılmıştır (Çağatay, 1944: 269-270, 281-282). Bunların yanında cevherlerin taşınması için kullanılan hayvanların devlete ait olması durumunda beslenmesi için saman ve arpa ile nal ücretleri gerekli iken (BOA, D.MMK.d 23125: 5) şahıslara ait olması durumunda ise kira bedeli ödenmekteydi (BOA, MEDAD 8: 606-2)..

 

Madencilere ait olan bütün araç-gereçler maden emini tarafından temin edilirdi (BOA, D.DRB.HAT 2/27). Bütün bu sayılan aletlerin ya da binaların korunmasından maden emininden başlamak üzere bütün madenciler sorumluydu. 1536 tarihli maden kanununa göre, madencilerin demir aletlerini ya da başka eşyalarını çalan kişiye 25 ferfere alınması ya da siyaset olunması cezaları verilmiştir (Spaho, 1913: 158). Bu tarihte bir ferfere 12 akçe olduğundan verilen para cezası 300 akçedir. Madencilerin aletlerinin korunması ve üretimin devam etmesi için böyle bir ceza uygulanmıştır.


 

 

 

 

644 Bu konuda bkz. Çağatay, 1944: 269, 281; Akgündüz, 1990b: 484; Altunbay, 2010: 57.


298

 

 

2. Nakil

 

2.1. Cevherlerin Mağaralardan Bozkır’a Nakli

 

Bozkır madenindeki mağaralar değinildiği üzere Bozkır kazasının çevresinde bulunmaktaydı (Harita 2). Bu mağaralardan çıkarılan cevher mağara önlerinde biriktirilerek madene bağlı kaza ahalisinin hayvanları ile madenin yönetildiği ve aynı zamanda fırınların bulunduğu yer olan Siristat’a getirilirdi. Dolayısıyla mağaralardan Siristat’a getirilen cevher buradaki fırınlarda ayrıştırılırdı. Mağaralardaki cevherlerin hangi güzergahtan Siristat’a getirildiğini bir örnekle açıklamak gerekirse, Bozkır madeni mağaralarından Kızılgeriş’te çıkarılan cevher hayvanlara yüklenerek Dedemli köyü üzerinden Üçpınar’a (Hocaköy) ve oradan da Siristat’a ulaştırılırdı645 (Harita 1; 4; 5).

 

Mağaralardan çıkarılan cevherlerin “mukırgâh-ı ma‘dene” nakledilmesi madene bağlı kazaların görevlerindendi (BOA, D.DRB.THR 37/34). Maden ilk açıldığında cevher, madene bağlı646 Bozkır ve Belviran kazaları ahalisinin zor durumda olmasından dolayı bazen Türkmen taifelerinden yüksek fiyatla kiralanan hayvanlar ile bazen de madencilerin647 kendi hizmetçileri ve hayvanları ile taşınmıştır (BOA, C.DRB 2375). Bozkır madeni mağaralarından çıkan cevherler, develerle Bozkır’a getirilir ve ilgililere cevher nakil ücreti648 ödenirdi (BOA, MEDAD 8: 606-2).

 

645   Ulupınar köyü yakınlarında olduğu tahmin edilen Zengibar madeni ile Tepearası köyleri yakınlarındaki aynı isimli mağaralardan izlenen güzergah için bkz. Harita 1; 2; 4; 5.

 

646  Bereketli madeninin Bozkır madenine bağlı olduğu, 29 Şa‘bân 1208/1 Nisan 1794 tarihinde, Melemenci aşireti her sene ücretiyle 1.000 yük cevher ve 500 deve yükü odun nakletmek şartlarıyla Bereketli madenine bağlanmıştır (BOA, MEDAD 9: 206-1).

647  Bozkır madeni madencilerinden Emir Ali, Nikola ve Havsak adlı kişiler İstanbul’a giderek madenin imaline dair eksik yönler ile ilgili bir dilekçe vermişlerdir. Bunun üzerine darphaneye sorulan bu iddiaların doğru olmadığı, bu kişilerin eşici olduğu ve İstanbul’da oturmalarının madendeki işlerin bozulmasına sebep olacağından dolayı madene iadeleri takrir edilince, çavuş marifetiyle bu kişiler maden eminine teslim edilmiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 175-3).

 

648  “… Akdem levâzımâtından olan menzil, sâ‘î ve ‘amele-i sâire ve kömür ve cevher nakliyesi ma‘rifetin ve ma‘rifet-i şer‘le ve cümle ma‘rifetleriyle tertîb ve ‘amele yevmiyesi ücreti ve nakliye-i cevher ve kömür bahâsı fiyâtları kat‘-i birle …” denilerek maden emininin ilamının hazine-i amire defterlerine kayıt olunduğu belirtilerek külliyetli cevher ihraç edilmesi Bozkır madeni emini Süleyman’a, 31 Aralık 1777’de emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 606-2). Metinden de anlaşılacağı üzere ödenecek fiyatlarda maden emini ile cevheri taşıyacak olan kişiler arasında kat‘-i birle ifadesi bir pazarlık yapıldığını ve bunun sonucunda bir fiyat üzerinde anlaşıldığını göstermektedir. Cevherin nakil fiyatını belirleyen etkenler her madende aynı olmadığından farklı fiyatlar ortaya çıkmıştır. 1845 yılında Bulgardağı madenine üç saat mesafedeki mağaradan Şecaaddin kazası ahalisi 350 kuruş


299

 

Bozkır madenine bağlı kazalar, cevher nakli konusunda görevliydi (BOA, MEDAD 1: 754-3). Kırili kazası 200.000 kıyye cevher nakletmek üzere madene bağlanmıştır (KŞS 65: 95-1). Bozkır madeni mağaralarından çıkarılan cevherlerin Siristat’a naklinde bu işle görevli olanlara ücret ödenirdi. Madene bağlı Bozkır kazası, cevherlerin çıkarıldığı mağaralardan maden fırınlarının bina olunduğu mahallere her 100 kıyye cevheri 60’şar akçeye naklederdi649 (BOA, MEDAD 8: 607-2, 619-1, 658-2). Madene bağlı kazalar hissesine düşen cevheri taşıdığı gibi bunun yerine cevher nakil ücreti650 de ödeyebilirdi (BOA, MEDAD 9: 184-2). Bozkır madeninin açılışından itibaren uygulanan bu sistem, madenin kapatıldığı tarihlere kadar uygulanmıştır. 1837 yılında Bozkır kazası köylerinden 1.571 kuruş cevher bedeli tahsil edilmiştir (BOA, C.DRB 1712).

 

Madene bağlı kazalar bazen mağaralardan Siristat’a nakledilecek cevheri nakletme işinde yetersiz kalabilmekteydi. Bozkır ve çevresindeki kazalarda bulunan develer cevher nakli için gerekli ihtiyacı karşılayamadığında Alanya sancağından da deve kiralama yoluna başvurulurdu (BOA, C.DRB 2093). Cevher nakli konusunda develerin ihtiyacı karşılamaması durumunda alınan bu önlemle birlikte madene bağlı yerlerin cevher nakline muhalefet etmelerine de önlem alınmıştır. Bozkır madenine bağlı kazalar cevher taşıma işine muhalefet ederlerse ya da karışıklık çıkarırlarsa vermeyi taahhüt ettikleri nezr kendilerinden tahsil edilirdi (BOA, MEDAD 9: 180-2).

 

Bozkır madeninde cevher çıkarılan mağaraların güvenliklerinin sağlanması, üretim kadar önemli bir süreçti. Osmanlı döneminde işletilen madenlerde çeşitli görevlilerin madenlerin güvenliklerini sağladığı bilinmektedir. Karaton madeni ile madene gelip gidenler ve cevher mahallinin korunması için 37 sekban tayin edilmiştir (BOA, KK.d 5184: 32). Bozkır madeninde ise, tüfekçiler madenin

 

ücretle 1.200 batman cevher naklederken aynı tarihte Bereketli madenine 1.200 batman cevher 450 kuruş ücretle nakledilmiştir (BOA, MAD.d 7696: 6).

 

649 29 Haziran 1841 tarihinde, Bereketli madeni mağaralarından çıkan cevherlerden 1.500 batman itibarıyla her bir fırınlık cevheri; Çamardı, Yahyalı ve Anduğu kazaları ahalileri 100 kuruş ücretle fırınlara taşımakla görevliydi. Cevher naklinde fiyatları etkileyen en önemli unsurlar, yolların durumu ve mağaraların fırınların olduğu yere uzaklığıydı. 13 Temmuz 1841’de Bereketli madenine bağlı Bulgardağı madenindeki cevher mağaraları gümüş üretilen fırınlara yedi-sekiz saat mesafede olduğundan ve cevher taşınacak yolların çetin ve tehlikeli olmasından dolayı cevher taşınamamıştır. Bu nedenle üç saat mesafedeki yayla yolu diye bilinen yol 30.000 kıyye kurşun satılarak yapılırsa iki kat cevher nakledileceği bildirilmiştir (BOA, DRB.d 1031).

 

650 Seydişehir ve Kırili kazalarından 14 Şubat 1790 tarihinde ikinci taksit olarak kömür bedeliyesi ve cevher nakliyesi bedeli alınmıştır (BOA, MEDAD 9: 184-2).


300

 

güvenliğini sağlamıştır. Buna rağmen madenin ve mağaraların bulunduğu yerlerin eşkıyaların tehdidinde olduğuna dair örnekler vardır. 7-16 Aralık 1801’de Bozkır çevresinde ortaya çıkan bir eşkıyalık hadisesinde, eşkıya yaylağının birkaç köye ve cevher mağaralarına iki saat mesafede olduğundan yaz mevsimine kalınırsa, bunun fesadı artıracağından ve cevher mağaralarına amele varamayacağından cezasının verilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur (BOA, MKM.MHM.d 4: 31).

 

Madenlerde üretilen cevherlerin taşınması için çeşitli yolların denendiği ve devlet için en kârlı olan uygulamanın tercih edilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. 8 Ağustos 1845 tarihinde Bereketli madeni müdürü madenden çıkarılan cevherin nakli için hayvan satın alınmasını istemiştir. Her fırın için gerekli 1.200 batman651 cevhere 450 kuruş nakliye ücreti verildiği ve 350 kuruş masrafla 1.500 batman cevher nakli için 200 merkep satın alındığı takdirde yıllık 30.000 kuruş miktarında masrafın azalacağı maden müdürü tarafından ifade edilmiştir. Fakat altı merkep için bir sürücü lazım olduğundan ve 350 kuruş içerisinde bunun gibi masrafların olup olmadığı ve merkeplerin üç dört ay çalışacağından geri kalan dönemde ahaliye taksim edilmesi nedeniyle onlara eziyet edileceği şeklinde cevap verilmiştir. Fakat maden müdürü

 

200  hayvanın takımlarıyla birlikte 300 kuruştan 60.000 kuruş ve 10 ayda hayvanların yiyeceği 28.500 kuruş ile lazım olan sürücülerin taamiye ve bir senelik mahiyeleri

8.280 kuruş olmak üzere toplam 96.780 kuruş masraf olacağını dile getirmiştir. Bunun yanında hayvanların madende çalışmadıkları dönemde madene altı saat mesafede olan Kamışlı isimli mahalde otlatılacağı ve böylelikle fukaraya zulüm edilmeyeceğini de eklemiştir. Verilen bu malumat üzerine hayvanların satın alınması ve sürücülerine ücretlerinin ödenmesi emri verilmiştir652 (BOA, MAD.d 7696: 6).

 

 

 

 

 

 

651 Bir batman 1580 dirhem; bir dirhem ise 3,207 gram idi. (Hinz, 1990: 44). XIX. yüzyıl Osmanlı ağırlık ölçüleri içerisinde bir batman 6 kıyyeye eşitti (Günergun, 1998: 47). Halil İnalcık ise standart batmanı 7.200 dirhem ve 23.094 kg olarak ifade etmiştir (İnalcık, 2003: 248). Batman hakkında bkz. R. Rahmeti Arat, Batman, İA, II, Eskişehir 1997, s.342-344. Cengiz Kallek, Batman, DİA, V, 1992, s.199-200.

 

652  Bozkır madeni mağaralarından çıkarılan 200 fırınlık cevher kış nedeniyle taşınamamıştır. Bu cevher baharda taşınacaktı. Zira kış nedeniyle kömür naklinde de sıkıntı yaşanmıştır. Bu sorunlar yanında Bozkır madenindeki madencilerin de maden ilminden anlamadığı maden emini Halil tarafından 30 Nisan 1779 tarihinde dile getirilmiştir (BOA, C.DRB 1058).


301

 

 

2.2. Kurşunun Nakledilmesi

 

Bozkır madeni mağaralarından çıkarılan cevher, fırınların olduğu Siristat’a getirilir, kurşun ile gümüş burada ayrıştırıldıktan sonra kurşun kara yolu ile iskeleye nakledilirdi. Bozkır madeninin açılışından itibaren karadan kurşun nakli hususunda iki güzergah kullanılmıştır. Birincisi Bozkır madeninden Toros Dağlarını aşarak Alanya İskelesi’ne nakli, ikincisi ise Bozkır madeninden kurşunun İzmit İskelesi’ne götürülmesiydi. Maden açıldıktan kısa bir süre sonra yapılan üretim sonucu ortaya çıkan kurşunun önce Alanya İskelesi’ne nakledilmesi ve oradan gemilerle İstanbul’a gönderilmesi için emir talep edilmiştir. Böyle bir emrin istenmesinin nedeni, nakliye ve nevl ücretlerinin muhasebesi esnasında verilecek olan bu emrin kullanılacak olmasıydı (BOA, MEDAD 1: 755-2).

 

Devlet kurşunun doğrudan karadan götürülmesiyle ilgili araştırmalar da yapmıştır. Nitekim 23 Temmuz 1779 tarihinde, Bozkır madeninde ve Alanya İskelesi’nde mevcut kurşunun İstanbul’a taşınması için gemi olmadığından bahseden maden emini geminin merkezden bulunmasını istemiş ancak nevl ücretinden dolayı karadan taşınması için hayvan bulunup bulunulamayacağı ve kantarının653 kaç kuruşa götürüleceği emine sorulmuştur654 (BOA, MEDAD 8: 628-1; BOA, C.DRB 2197; BOA, C.DRB 2199). Böyle bir araştırmaya iten temel sebep, nevl ücretinin fazla tutmasıydı. Hayvanlarla kurşunun taşınmasının araştırılması maden emini Halil’e emredilmesi (BOA, C.DRB 2199) devletin daha uygun olması halinde doğrudan kurşunu karadan İstanbul’a nakletmek istediğini göstermektedir. Ancak madenin açık olduğu dönemlerde kurşun, bahsedilen iki iskeleye nakledilerek oradan gemiler ya da kayıklar vasıtasıyla İstanbul’a taşınmıştır.

 

2.2.1. Kurşunun Alanya İskelesine Nakli

 

Bozkır madeninden çıkarılan kurşun genelde Alanya İskelesi’ne karadan nakledilirdi. Madene bağlı kazalar ile kurşunu taşımakla görevli kazalar üzerlerine düşen kurşun hissesini taşırlardı (BOA, MEDAD 8: 648-2). Kurşun taşıma işini fiilen

 

653 Anadolu’da 1 kantar, her biri 176 dirhem olan 100 lodraya eşitti ve ağırlığı 56,443 kiloydu (Hinz, 1990: 33).

 

654 Aynı tarihte karadan kurşunun taşınması için hayvan bulunup bulunamayacağı yanında kurşunun kantarının üçer kuruşa taşınıp taşınamayacağı da sorulmuştur (BOA, C.DRB 2197).


302

 

yapmayan kazalar ise nakliye ücreti ile mübaşiriyye ücretini gönderilen mübaşire teslim etmek suretiyle bu görevlerini yerine getirirlerdi (BOA, MEDAD 9: 217-3). Kaza ahalileri kurşun taşıma görevini develeriyle (KŞS 64: 114-2) ya da diğer hayvanlarıyla yapardı. Kurşun naklinde hayvanlarla birlikte arabaların da kullanıldığına dair örnekler vardır. 24 Ocak 1777 tarihinde kurşun, Bozkır madenine yakın olan Alanya İskelesi’ne arabalar ile nakledilmiştir (BOA, MEDAD 1: 751-1, 755-2; KŞS 100:219-2). Bu şekilde iskeleye nakledilen kurşunun hangi kaza tarafından ne kadar taşındığını gösteren bir defter tutulurdu655. İskeleye kurşunları nakletmekle görevli olup bu görevi yerine getirmeyen kaza ahalileri bu defterden tespit edilirdi (BOA, D.DRB.THR 100/4).

 

Kurşunun Bozkır’dan nakledildiği Bozkır naibi tarafından ilam edilir ve eminin eline nakledildiğine dair bir kayıt verilirdi (BOA, MEDAD 9: 195-2). Kaza ahalisi hisselerine düşen kurşunu Alanya İskelesi’ne ulaştırdığı anda ücretlerini alırdı (BOA, MEDAD 9: 181-d). “Üretimin her aşamasında olduğu gibi” kurşun, nakil işlemlerinin her aşamasında da tartılırdı. Kurşun, Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne ulaştığı zaman “ma‘rifet-i şer‘” ve maden emininin adamı tarafından herkesin huzurunda “mîri kantâr” ile tartılırdı. Kurşunun miktarı tespit edildiğinde, maden emininin adamına mühür temessük verilirdi (BOA, C.DRB 2421).

 

Bozkır madeni ile Alanya İskelesi arasındaki uzaklık üç merhale idi (BOA, C.DRB 2955). Bazı sözlüklerde bir günlük yol656 olarak (Şemsettin Sami 1317: 1322; Devellioğlu, 1999: 621) tarif edilen merhalenin XIX. yüzyılın ilk yarısındaki

 

655 1781 yılına mahsuben 43.228 kıyye kurşun iskeleye Karaman eyaletine bağlı, Nefs-i şehr-i Konya 705, Nefs-i Türbe-i Celaliye 1.500, Ereğli kasabası 2.094, Habân derbendi 2.000, Sadrûd derbendi 2.300, Kaladirûn 154, Argıthanı 2.500, Kadınhanı 4.000, Şücaeddin 190, Kayseri 1.687, Esbkeşan derbendi 800, Divle kasabası 500, Nevşehir kazası 692, Aksaray kazası 800, Develi Karahisar kasabası 190, Toğyân 711, Keskin kazası 800, Ladik kasabası derbendi 1.500, İnsuyu derbendi 200, İncesu kasabası 611, Akşehir kazası 2.000, Niğde kazası 2.070, Kırşehir kazası 520, Suğur derbendi 2.500 kıyye olmak üzere toplam 31.024 kıyye kurşun iskeleye taşınmıştı. Yine aynı yıl maden emini Mustafa Ağa tarafından; Kılbasan Türkmeni 2.010, Aladağ kazası 784, Pirluganda kazası 345, Larende kazası 3.211, medine-i Beyşehir 953, Kırili ve Kaşaklı kazası 804, Göçikebir kazası 251 ve ustabaşı Mihail tarafından 3.846 kıyye olmak üzere toplam 12.204 kıyye iskeleye taşınmıştı. Bu tarihte madenden iskeleye toplam 43.228 kıyye kurşunun taşındığı defterde kayıtlıdır (BOA, C.DRB 2411). 19 Mart 1784 tarihinde Bozkır madeni mahzenine konan 79.676 kıyye kurşunun taşınmasında görevli yerler için bkz. BOA, C.DRB 2508; BOA, MEDAD 8: 675-2. Bu tarihte İçil sancağında kurşun taşımakla görevli olan kazalara ve tevzi edilen develeri göndermeyen kaza ve cemaatler için bkz. BOA, MEDAD 8: 676-1.

 

656 Bir yolcunun orta bir yürüyüşle bir günde gidebileceği mesafe yerine kullanılan bir tabir olan merhale, ortalama olarak sekiz saat olarak kabul edilmektedir (Pakalın, 1993: 481).


303

 

kaynaklarda tam ölçüsünü bulmak için zira cinsinden değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hesaplamadan hareketle bir merhale 60.000 zira olarak 4.548.000 cm uzunluğuna karşılık gelmektedir. Buradan bir merhalenin 45,48 km olduğu düşünülürse üç merhale 136,44 km olmaktadır. Bu hesaplamadan hareketle Bozkır madeni ile Alanya İskelesi’nin üç günlük mesafede ve 136 km olduğunu söylemek mümkündür657. Bir başka ifadeyle Bozkır ile Alanya arası orta bir yürüyüşle 24 saatti.

 

Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne götürülen kurşun için ödenen ücret ile kurşunun hangi güzergah üzerinden iskeleye götürüldüğü de önemli bir konudur. Yaklaşık olarak 136 km olarak hesap edilen kurşunun götürüldüğü mesafede, 3 Temmuz 1812 tarihinde, Bozkır madenindeki kurşunun 100 kıyyesi 7,5 kuruş karşılığında Alanya İskelesi’ne taşınmıştır658 (BOA, D.DRB.THR 100/4).

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunun Alanya İskelesi’ne nakli esnasında hangi güzergahların izlendiğini tespit edebilmek için Alanya ile Bozkır’ı birbirine bağlayan yolları zikretmek gerekmektedir. Bu anlamda Toros Dağları’nda yaylalarda bulunan Yörüklerden elde edilen bilgiye göre çizilen yol güzergâhının ilki şöyledir. Bozkır-Çat köyü-Söğüt Alanı-Çat Yaylası-Sarot Yaylası-Değirmen Öreni659-Han Yıkığı660-Böğrüdelik-Merdiven Gediği-Alaybeyler-Karaboynuzlar-Kızıl Oluk-Kuruca-Pınar Başı Gündoğmuş-Hacı Obası-Dere Ağzı ve Alanya (Yılmaz, 2005: 53). Sarot merkez olmak üzere diğer yollar ise şöyleydi:

 

 

 

 

 

657 Buna göre bir merhale iki berid, bir berid dört fersah, bir fersah üç mil ve bir mil 2.500 zira oranları verilmiştir. Bu tarihlerde zira ve arşın birçok kez eş anlamlı olarak kullanılmakla birlikte her ikisinin de 75,8 cm uzunluğunda olduğu kaydedilmiştir (Günergun, 1998: 46). Bir saat ve bir fersahı aynı kabul eden İnalcık bir fersahı 5,685 km kabul etmiştir (İnalcık, 1991b: 44). Buradan hareketle de 24x5,685= 136,44 km mesafesi çıkarılmaktadır ve çalışmada bu ölçü kabul edilmiştir. Ancak Hinz ise bir beridi yaklaşık olarak 24 km olarak hesaplamıştır (Hinz, 1990: 67). Bu hesaba göre ise bir merhale

 

48  km olduğuna göre Bozkır ile iskele arası uzaklık 144 km olmaktadır.

658 Benzer şekilde 10 Ekim 1811 tarihinde 8.310 kıyye kurşun Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne

100  kıyye kurşun 7,5 kuruşa taşınmıştır. Taşıma maliyeti ise 623 kuruş 30 akçe olarak hesap edilmiştir (BOA, DRB.d 987).

 

659 Sarot yaylasını 2 km geçtikten sonra Değirmen Yıkığı gelir. Burası Sarot yaylasında toplanan suların çıktığı ana kaynaktır. Burada zamanında bir değirmen olduğundan bu isimle anıldığı ve değirmene su götürmek için açılan kanal izlerinden bahsedilmiştir (Yılmaz, 1990: 36).

660Değirmen yıkığını bir km geçtikten sonra Han Yıkığı gelmektedir. Antik yol üzerinde bulunan Han Yıkığı’ndan sonra Susam Beli’ne doğru yol devam etmektedir (Yılmaz, 1990: 36).


304

 

1.   Sarot Yaylası661- Böğrüdelik- Çenger- Göktepe- Akseki- Alanya.

 

2.      Sarot Yaylası- Böğrüdelik- Merdiven Gediği- Susam Beli- Kuruca-Gündoğmuş- Alanya662 (Harita 2).

3.   Sarot Yaylası- Dipsiz Göl- Dibektaşı663- Alaca Beli664- Kızılkuyu- Dongrul-Zomana- Akseki- Alanya (Yılmaz, 2005: 53-54).

 

Bozkır madeni mahzenlerinde bulunan kurşun, Alanya İskelesi’ne nakli esnasında İmdâdî tarikinde Seyâm Beli tabir olunan dağ “bel-i hasime-i kebire olup kış olduğundan” bir ay sonra açılabileceğinden o zaman taşınabilecekti (BOA, D.DRB.THR 8/41). 1795 yılında Seyam Beli olarak ifade edilen bel, Susam Beli olmalıdır665. Zira belgede burada şiddetli kış olduğundan bahsedilmekte ve kurşunun daha sonra taşınacağına değinilmektedir. Susam Beli üstündeki Kervan Kıran Alanı’nda eylül ayında, açık bir havada, bir kervan konaklamış fakat ani bir tipi hepsini öldürmüştür. Tarım ve ot yönünden zayıf olan bu tip yerlere yılda üç-dört ay hayvan otlatmak için gidilir. Zira bu bölgelerde kar yeri en az beş ay örter (Saraçoğlu, 1968: 312). Sonbahar sonlarına doğru bölgede ilk kapanan yer Susam Beli, ondan sonra ise Alaca Bel’dir (Saraçoğlu, 1968: 314). Antalya Ovası’nda yaz sonlarında susam toplanırken buraya kar yağdığından bu isim verilmiş, burada belin tipisi çok şiddetli olduğundan soğuktan ve tipiden ölen iki binden fazla kişinin mezarı ile eski bir han vardı (Saraçoğlu, 1968: 325). Yine Sarot Yaylası ile Böğrüdelik arasında Han Yıkığı bulunduğundan bahsedilmektedir ki maden taşımacılığının, Sarot Yaylası- Böğrüdelik- Merdiven Gediği- Susam Beli- Kuruca-Gündoğmuş- Alanya istikametinde yapıldığı bu örneklerden anlaşılmaktadır.

 

 

661 Kuzu Kulağı Dağı’nın güney-doğu arasında küçük küçük birçok alanlar varsa da bunların en genişi, en alçağı ve en meşhuru Sarıot (Sarı Ot)’tur. Burası havza şeklinde olup etrafı çayırlıktır (Saraçoğlu, 1968: 316).

662 Bu yol Hasan Bahar tarafından da verilmiştir (Bahar, 1991: 48).

 

663 Yıldızlı Dağ’ın doğu dibinde bulunan Dibektaşı, çok çöküntülü, arızalı bir yerde birtakım mermer üzerine kabartmaları, kilise yıkıklarını, bina yıkıklarını, eski Yunanca bir yazıyı ihtiva eden bir harabe görülür. Yılın yarısı buralar karla örtülüdür (Saraçoğlu, 1968: 316).

 

664 Şerif Dağı’nın bitiminde ve Yıldızlı Dağ ile arasında bulunan ve 1.850 rakımlarında olan Alaca Bel, Akseki’yi Bozkır’a bağlar. Akseki’den çıkan yol, sırasıyla Emir Hasan Beli ile Kayacık Beli’ni geçerek Doğrul’a ve oradan da Alaca Bel’e çıkarak yüksek yaylaları geçerek Bozkır’a ulaşır (Saraçoğlu, 1968: 314). Doğrul’un yakınlarında Emir Hasan Hanı ile Lodar Hanı ve Püreli Dağ ile Tınas arasında Kabuklu Han adında eski hanlar vardır (Saraçoğlu, 1968: 314).

 

665 Sarot yaylasından geçerek, Susam Beli geçidi üzerinden Pamfilya sahiline ulaşan yolun İsaura ve Side limanı arasındaki en kısa yol olduğu dile getirilmiştir (Özsait, 1985: 92).


305

 

Gül Dağı ile Çamlı Tepe arasında ve biraz güneyde, Merdiven Yaylası’nda uzun bir çukurluk halinde Han Boğazı, Göktepe’nin güneyinde Bey Çukuru, Yenice Pazar’ın olduğu yerlerde irili ufaklı birçok çukurluklar vardır. Han Boğazı’nın batısında bir mescidi de ihtiva eden birçok koyaklı Cami Deresi, daha güneyde Karadağ’ın batısında kenarları hadsiz hesapsız inleri ihtiva eden Mercek Alanı, batıda Yenice Pazar, Söbüçimen Yaylası’nda buna benzer çukurlar vardır (Saraçoğlu, 1968: 317). Yabani gülü çok olduğundan bu ismi alan Gül Dağı, bunun doğusunda Çamlı Tepe ve devamında Göl Beleni, yaylanın tam ortasında Karadağ, kuzey-batıda Susam Beli’ne uzanan daha muntazam şekilli Çürük Dağ, yükseklikleri 2.500 m. etrafından değişen dağlar ve tepelerdir (Saraçoğlu, 1968: 318).

 

Teke sancağı ile Konya vilayetini birleştirmek suretiyle iki tarafa da faydasının olacağı belirtilen Alanya-Bozkır yolunun genel yol kapsamına alınarak inşa edilmesi yönündeki talep, 1 Nisan 1920’de reddedilmiştir. Alanya- Bozkır arasının, yapılacak olan 7.000 km’lik genel yol yapım projesinin 120 km uzağında kaldığı ve yaklaşık olarak 1.200.000 liraya mal olacağı hesap edilerek böyle bir cevap verildiği anlaşılmaktadır (BOA, DH.UMVM 72/52; BOA, DH.UMVM 163/23). Bunun yanında 7.000 km olan genel yol yapımında senede 700 km yol yapımı hesap edilirken toplam 8.740.000 lira harcanacağı ifade edilmiştir (BOA, DH.UMVM 72/52). Yola harcanan masraflar karşılaştırılınca Bozkır Alanya arasında yapılacak yolun 96 km olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında Alanya tarafından 20 km’lik yolun tamamlanması da (BOA, DH.UMVM 72/52) eklenirse Alanya Bozkır arası yol

116  km olmaktadır. Bozkır tarafında yapılı yollar olduğu da tahmin edilirse yukarıda yapılan hesaplamalara yakın bir uzaklık ortaya çıkmaktadır.

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunların iskeleye nakli konusunda çeşitli anlaşmazlıklar ya da olumsuzluklar da ortaya çıkmıştır. 9 Ekim 1811’de, Alanya sancağındaki kazalar 33.632 kıyye kurşunu götürecekken, kurşun taşımanın sadece Senerli aşiretine yüklenmesi nedeniyle bu durumun aşirete zulüm olacağı hatırlatılarak diğer kazalara da taşıma görevinin verilmesi emredilmiştir (BOA, C.DRB 2063). Bozkır kadısı, 18 Temmuz 1810 tarihinde, kurşunun Alanya İskelesi’ne nakli için emin “fiyat-ı mîrîsinin” iki katını verse de naklin mümkün


306

 

olmadığı belirterek bu konuda bir emir verilmesini talep etmiştir (BOA, D.DRB.THR 65/54).

 

Bozkır madeni mahzenlerinde bulunan kurşunun Alanya İskelesi’ne nakli esnasında İmdâdî tarikinde Seyâm Beli tabir olunan dağ ve bel-i hasime-i kebire olup şimdi kış666 olduğundan ve bundan bir ay sonra açılabileceğinden o zaman deve tedârikiyle taşınabileceği, 21 Eylül 1795 tarihli belgeden anlaşılmaktadır (BOA, D.DRB.THR 8/41). 18-27 Nisan 1779 tarihine kadar şiddet-i şetâ nedeniyle “bi’z-zarûr meks olunmuşdu havalar itidale meyl ve tariklerin küşadı melhuz olduğuna binaen ferman gereği” denilerek mutemet adamların Konya ve Alanya taraflarına gönderilmesi maden eminine emredilmiştir667 (BOA, C.DRB 3252). “kâsım duhûlünden sonra iskele ile ma‘den beynini şiddet-i şetâ istilâ ve tarîkleri sedd-i er ve nakli bir vecihle mümkün olmamağla” (BOA, C.DRB 3137) denilerek kurşun naklinin bir sonraki seneye kalmasının nedeni açıklanmıştır. Bu bilgilerden hareketle Bozkır ve Alanya İskelesi arasındaki nakliyatın nisan ve kasım ayları arasında altı aylık bir zaman zarfında yapıldığı söylenebilir668. Zira Bozkır madeninden iskeleye taşınan kurşun, kasım ayında şiddetli kış olduğundan dolayı taşınamamıştır (BOA, C.DRB 3137; BOA, C.DRB 2239). Bu eyyâm-ı şetâda bir vecihle kurşun nakli mümkün ve mansûr olmayub rûz-ı hızıra değin tarîkde vâki‘ beller küşâd olmayacağını bi’l-cümle haber virdiler (BOA, C.DRB 1058) denilerek kurşunun şiddetli kış nedeniyle taşınamadığı ifade edilmiştir.

 

4   Haziran 1781 tarihinde, Bozkır madeninde mevcut 150.000 kıyye kurşundan İçil ve Alanya sancakları kazaları 45.000’er ve Karaman eyaleti kazaları 60.000

 

 

 

 

666 Bozkır’da karla örtülü gün sayısını gösteren bir grafikte birinci ayda 8.3, ikinci ayda 7.4, üçüncü ayda 2.5, dördüncü ayda 0.9, onbirinci ayda 1.8 ve onikinci ayda 4.9 oranları verilmiştir (Doğan, 1997: 148; Akkuş-Bozyiğit, 2000: 80). Yağışların ekim, kasım, aralık, ocak, şubat ve mart aylarında yoğun olması ve Bozkır’a düşen yağışın % 47 civarında bir miktarının kış mevsiminde düşmesi (Doğan, 1997: 136) madenin nakledilmesindeki güçlükleri göz önüne sermektedir. Bahsedilen araştırmanın sadece Suğla havzasını kapsayan Bozkır’a bağlı yerleri kapsadığı da düşünülürse Toros dağlarının verilerinin bundan daha yüksek olacağı da unutulmamalıdır.

 

667 Bozkır madeni emininin kurşunu taşımakla görevli yerlerin vali ve mutasarrıflarına “bir kıt‘a evâmir-i mü’ekide-i ‘aliyyenin bir kadem akdem ısdâr” edilmesi takriri üzerine ilgililere bir ferman gönderilmiştir (BOA, C.DRB 3252).

668 Mayıs, haziran, temmuz, ağustos, eylül ve ekim aylarında kurşun, Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne nakledilmiştir. Mayıs ayında cevher mağaralarının bulunduğu yerlerin görünüm için bkz. Fotoğraf 11.


307

 

kıyye669 kurşunu iskeleye taşımakla görevliydi (BOA, MEDAD 8: 651-1). 12 Aralık 1781’de, İçil sancağı hissesine düşen 45.000 kıyye kurşunun iskeleye taşınması için ashab-ı şütürândan deve kiralanması için deve sahiplerine tevzi olununca Mamuriye kazasına isabet iden 100 deve, ayanı Abdülhalim, Gülnar kazası Yörüklerinden 78 re’s ve Zeyne kazası cemaatinden 15 re’s deve ile 16.462 kıyye kurşun iskeleye nakledilmiştir (BOA, MEDAD 8: 654-1). Livada vaki Sarıkavak kazası ayanı Abdülkadir’den 120, Mud kazası ayanı Ahmet Bey’den 20 ve Sendi kazası ayanları Memiş ve Mehmet’ten 30 re’s deve istenmiş, ancak bu şahıslar görevlerini yerine getirmeyerek develeri vermemişlerdir (BOA, MEDAD 8: 654-1). Yine 22 Ocak 1783’de Bozkır madenindeki kurşunun 60.000’er kıyyesi Alanya ve İçil sancağı kazalarına ve 40.000 kıyyesi Karaman eyaletine, 3.000 kıyyesi Esbkeşan kazalarına ve 28.000 kıyyesi 10 derbent ahalisi hissesine düşmüştür (BOA, MEDAD 8: 668-1). Madene bağlı olsun, olmasın her kaza üzerine düşen kurşunu nakletmek için gerekli deve görevini yerine getirmeliydi (BOA, MEDAD 8: 648-2).

 

Bozkır madeninden nakledilecek kurşun ile ilgili yapılan uygulama şu şekildeydi: Sadrazam çukadarı kurşunun nakli ile ilgili emri Bozkır madenine götürüp okur ve mübaşir, yerel yöneticilerle birlikte kurşunun nakli için tevziini yapardı. 1783 yılına ait bazı kazaların üzerine düşen deveyi eksik gönderdiğinden hedeflenen kurşun taşınamamış bu nedenle 1784 yılı tevziine bu eksik hisseler de eklenmiştir. Kurşunu taşıyan ile taşımayanı ayırt etmek için kurşunu nakleden kişilere emin tarafından eda tezkeresi verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 676-1). Bunun yanında kurşun taşıma görevini yerine getiren ahaliye fazladan kurşun taşıma görevi de yüklenebilmekteydi. Larende kazası Kılbasan köyü670 derbendi, 26 Mart 1784’te, üzerine düşen 2.000 kıyye kurşunu nakletmişken, 1784 senesine mahsuben 500 kıyye

 

 

669Bu miktarın 28.000 kıyyesi 10 derbent ve 32.000 kıyyesi ise hazeriyye siyakı üzere eyaletin sancak ve kazalarına taksim olunmuştur (BOA, AE.SABH I 15510; BOA, MEDAD 8: 654-1).

 

670  Konya sancağı Larende kazasında Kılbasân köyü ahalileri memur oldukları derbent hizmeti karşılığında imdad-ı hazeriyye ve seferiyyeden başka avarız-ı divaniyye ve tekalif-i örfiyye ve şakkadan muaf ve müsellemler iken kaza ahalileri, tahammüllerinden başka hilaf-ı emri ali her salyane tevziinde malumu’l-miktar hisse tekalif ve 95 senesinde zahire baha namıyla bin kuruş tarh ve tevzi eylediklerinden gayri iki senedir Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne kurşun nakl eylediklerinden perakende ve teleflerine bais olmağla kaza-i mezburun zulm ve teaddilerinin def edilmesi istenmiştir. Üzerlerine tevzi olunan kurşunu taşımaları ve ücretinin maden emini tarafından verileceği hatırlatılmış yazılı olan dışında tekalif ve kurşun nakli talep edilmemesi 3 Şubat 1783’te emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 667-2).


308

 

kurşunun zam edilmesi nedeniyle yapılan şikayetler üzerine bunun talep edilmemesi yönünde emir verilmiştir (KŞS 64: 23-2). Bazı sancak ve kazalar ise kurşunun iskeleye taşınmasından muaf olduklarını iddia edince, bunlara itibar edilmemesi yönünde de emirler verilmiştir. Zira “kurşunun nakli tekâlif makulesinden olmayub sabıkı üzere ücreti mu‘tadesi ma‘den emini yedinden an nakd …” verilmiştir. Tabii ki buna rağmen bu tür iddialarda bulunanların mahkemede hesap verecekleri de hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8: 675-2). Yine kurşunu taşımakla görevli ahalinin kurşunu taşıma konusuna muhalefet etmesi halinde tutuklanması ile ilgili emirler de vardı (BOA, MEDAD 8: 688-2).

 

Bozkır madeni kapatıldığı zaman madende 153.400 kıyye kurşun bulunmaktaydı. 1786-1787 yılında, nakliye ücreti eski maden emini tarafından verilmek üzere iskeleye nakline memur kaza ahalileri tevzi defterine göre üzerine düşen hisseyi götürecekti. Develeriyle kurşunu taşıyan kaza ahalileri halas kağıdı alırdı (BOA, AE.SABH I 20507; KŞS 65: 138-2, 146-1). Bazı kaza ahalileri kurşunu taşımış, bazıları da nakliye ücretlerini ödemiştir671 (BOA, AE.SABH I 18534; BOA, C.DRB 3041). Kapatılan Bozkır madenindeki 153.400 kıyye kurşunun iskeleye taşınması esnasında Karaman eyaletindeki kazalara yapılan tevziye göre kazaların durumu şu şekildeydi: Saidili ve Ladik kazası üzerine düşen kurşunu iskeleye götürürken, Argıthanı derbendi üzerine düşen 2.500 kıyye kurşun yerine ücret-i nakliyesini vermiştir. Benzer şekilde Akşehir kazası 894,5 kıyye kurşunu taşımak yerine 89 kuruş 18 para, Seydişehir kazası672 904 kıyye kurşun taşıma görevi yerine

 

90   kuruş 16 para, İshaklı kazası 610,5 kıyye kurşunu götürmek yerine 61 kuruş ve Doğanhisar kazası ise 204 kıyye kurşunu taşımak yerine 20 kuruş 16 para ücret-i nakliye ödemişlerdir. Kaşaklı kazası da nakliye ücretini ödemiştir. Beyşehir 904 kıyye673, Bozkır 650 kıyye 30 dirhem, Kırili 650 kıyye 30 dirhem ve Konya kazası

 

 

 

671Argıthanı derbendi, Kadınhanı derbendi ahalileri, Seydişehir, İshaklı ve Doğanhisar’ı kaza ahalileri bu ücreti ödemiş ve ödediklerine dair tezkere almışlardır (BOA, C.DRB 1229; BOA, MEDAD 8: 697-d).

 

672 Seydişehir kazası aynı zamanda 45 kuruş 80 akçe hizmet-i mübaşiriyye vermiştir (BOA, C.DRB 3041).

 

673 Bir belgede ise Beyşehir 1.084,5 kıyye, Kırili 432 kıyye taşımayı taahhüt ederken, Kadınhanı ahalisi ise 4.000 kıyye kurşunun nakliye ücretini eski maden emini Ali’ye verdiğini söylemiştir (BOA, C.İKT 2133).


309

 

3.744 kıyye kurşun taşıyacaktı. Aladağ, Göçükebir, Belviran ve Pirluganda ahalisi ise kurşunu taşıyacağını taahhüt etmiştir (BOA, C.DRB 3041).

 

Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne nakledilen kurşun orada mahzenlere konularak güvenlik altına alınır ve bir gemi görevlendirilene kadar orada görevlilerce muhafaza edilirdi. “…esnâ-yı râhde nakl olunmak üzere olan ve iskele-i mezbûrda mevcûd ve müddehhir olan kurşunun…” korunması ve mahzene konulması ve güvenliğinin sağlanması konusunda Alanya kadısı, dizdarı ve mirmiranı sorumluydu (BOA, MEDAD 8: 648-d). Alanya İskelesi’ne naklolunan kurşunun Alanya kalesi dizdarına ya da diğer görevlileri teslimi ve mahzene konulduğuna dair Alanya kadısından ilam alınırdı (BOA, C.DRB 1058).

 

2.2.2. Kurşunun İzmit İskelesine Nakli

 

Bozkır madenindeki kurşunların Temmuz 1823 tarihinden itibaren Rum Vakası674 nedeniyle karadan İzmit İskelesine ve oradan da deniz yolu ile gemilerle İstanbul’a nakledilmesiyle ilgili bir emir verilmiştir675. Böyle bir karar verilmesinin nedeni kurşunun taşınacağı yolun güvenli olmamasıydı676 (BOA, MEDAD 3: 280-2). 1833-1834 yılında ise kurşunu İzmit İskelesi’ne taşımakla görevli Alanya ahalisinin677 isteği üzerine kurşunun yeniden Alanya İskelesi’ne taşınmasına karar verilmiştir (BOA, DRB.d 976). Alanya ahalisi, İzmit İskelesi’nin uzak olması ve hayvanlarının678 telef olması ile kira hususlarına tahammül edememelerinden dolayı böyle bir istekte bulunmuştur (BOA, DRB.d 160; BOA, DRB.d 976).

 

 

674 Rum İsyanı’nın başlaması ve Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması ile sonuçlanan bu olaylarla ilgili geniş bilgi için bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, V, IV. Baskı, Ankara 1983, s.107-122; Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1789-1914), Ankara 1999, s.165-187; Virginia H. Aksan, Kuşatılmış Bir İmparatorluk Osmanlı Harpleri 1700-1870, (Çev. Gül Çağalı Güven), İstanbul 2010, s.303-317.

 

675 18 Aralık 1821 tarihli belgede, kurşunun Alanya İskelesi’nden İstanbul’a gelirken Hatîr Derya Mutâlaasına mebni kurşunun karadan İzmit İskelesi’ne götürüldüğü anlatılmıştır (BOA, DRB.d 159). Yani denizdeki tehlikeden dolayı bu yola başvurulmuştur.

676 “…Rum vak‘ası hengâmında emniyye-i tarîk olmaması cihetiyle…” denilmiştir (BOA, MEDAD 3:

280-2; Belge 1). Zira kurşun karadan önce Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne ve oradan da gemilerle İstanbul’a nakledilmiştir. Dolayısıyla güvenli olmadığı belirtilen yer Alanya’dan İstanbul’a gönderilen gemilerin geçeceği deniz yoluydu. Bu nedenle Yunan İsyanı nedeniyle kurşun, karadan İstanbul’a taşınmıştır.

 

677 1244/1828 yılında İzmit İskelesi’ne taşınan kurşun ise, İçil Yörüklerine ait develerle taşınmıştır (BOA, DRB.d 157).

 

678 Hayvanların yanında hayvanlar tarafından çekilen arabalar da kullanılmıştır. 19 Aralık 1851’de Ergani madenindeki bakır, arabalarla Tokat’a taşınmıştır (BOA, MAD.d 7945: 90-2).


310

 

İzmit İskelesi’ne gönderilen kurşun ise deniz yoluyla İstanbul’a gönderilmiştir (BOA, MEDAD 3: 280-2). Benzer şekilde 1839 yılında Bereketli madeni679 üretimi kurşun, İzmit İskelesi’ne ve oradan da kayıklarla İstanbul’a gönderilmiştir (BOA, D.DRB.THR 679/30).

 

Bozkır madeninden Üsküdar’a ulaştırılan kurşunun gönderildiği yolu tam tespit etmek maksadıyla Anadolu’nun sağ kol güzergahına değinmek gerekmektedir. Bu kol, Üsküdar’dan başlayarak, Gebze (Gekbuze)- Dil İskelesi veya İzmit üzerinden, İznik- Yenişehir- Bozöyük- Eskişehir- Seyitgazi680- Hüsrev Paşa Hanı- Akşehir-Ilgın- Konya- Karapınar- Ereğli- Adana ve Antakya’ya ulaşırdı681 (Halaçoğlu, 1991: 127; Çetin, 2009: 65). Redif Askeri Tâlimatnamesi’ne göre ise Bozkır madeni ile Üsküdar arası 121 saattir. Bozkır-Seydişehir arası 6, Seydişehir-Beyşehir arası 6 ve Beyşehir Kırili arası 6 ve Kırili-Akşehir arası 12 saattir. Akşehir ile Üsküdar arası ise 91 saattir682 (Redif Askeri Tâlimatnamesi Sûreti, 813/4). Bir saat ya da fersah-ı kadimi aynı şekilde değerlendiren İnalcık, bir fersahı 5.685 metre olarak vermiştir (İnalcık, 1991b: 44). Buradan bir fersahın 5,685 km olduğu kanaatine varılarak Bozkır Üsküdar arasının 121 saat olan mesafesi yaklaşık olarak 688 km olarak hesap edilebilir683.

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunlar Bozkır’dan başlayarak Seydişehir-Beyşehir- Kırili- Akşehir- Hüsrev Paşa Hanı- Seyitgazi- Eskişehir- Bozöyük-Yenişehir- İznik- Geyve üzerinden İzmit’e ulaştırılırdı. Anadolu’nun sağ kolu olarak ifade edilen güzergahtan İznik üzerinden İzmit’e ve Akşehir üzerinden Beyşehir’e doğru tali yollar kullanılarak kurşunlar taşınmıştır (Harita 3). Bozkır madeninden

 

679 1800 yılında Bereketli madeninden İzmit İskelesi’ne naklolunan kurşunun sefine ile kantarı beş para nevl bedeliyle gönderilmiştir. Kantariyye ve hammâliyye bedelleri ise iskelede verilmiştir (BOA, C.DRB 2786).

680 1414 yılında Çelebi Mehmet döneminde, Karamanlılar üzerine yapılan bir seferde Seyyidgazi yolundan hareket edilerek Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Oklukhisarı ve Saidili alınarak Konya Kalesi’nin kuşatılması (Hoca Sadettin, 1992: 83), bahsedilen yolun kullanıldığını göstermektedir.

 

681Hüsrev Paşa Hanı’ndan Çay- Akşehir- Argıthanı- Ilgın- Konya- İsmil- Karapınar- Ereğli- Ulukışla-Adana- Ramazanoğlu Yaylağı ve Antakya’ya ulaşmaktaydı.

 

682 Halaçoğlu ise bu güzergahı şu şekilde ifade etmiştir. Parantez içindeki birinci rakam ilk menzile, ikincisi ise İstanbul’a olan uzaklığı ifade etmektedir. Beyşehir-Kırili (6-109), Seydişehir (6-115), Bozkır maden (6-121), Hadim ile Pirluganda (12-133), Nevahi-i İçil (12-145), Ermenek (8-153), Mut (8-161), Anamur (13-174) (Halaçoğlu, 2002: 65).

 

683 Bir fersah üç mil, bir mil 2.500 zira ve zira 75,8 cm uzunluğunda olduğuna göre (Günergun, 1998: 46) bir fersah 7.500x75,8= 5,685 km olmaktadır. Fersahı yaklaşık altı km kabul edenler de vardır (Hinz, 1990: 76)


311

 

kurşun dışında yapılan nakiller de bu güzergah üzerinden yapılmıştır. 24 Haziran-3 Temmuz 1800 tarihinde, eski Bozkır madeni emini ve Bozkır Şeyhi Abdülhalim’in akrabalarından yakalanan kişiler çavuşla birlikte ölen maden emininin borçlarını ödemek şartıyla Bozkır’a götürülürken Han menzilhanesinden çıktıktan sonra Barçınlu kazasındaki İnönü adlı mahalde firar etmişlerdir (BOA, KLB.d 29: 62-3). Han menzilhanesi olarak bahsedilen yer Hüsrev Paşa Hanı menzilhanesi olmalıdır684.

 

Bozkır madeninden karadan İzmit İskelesi’ne (Harita 3) nakledilen kurşunu taşıyan kişilere kantar hesabı üzere ücret ödenmiştir. Bozkır madeninden İzmit İskelesi’ne nakledilen kurşunun her kantar-ı halebi 180 kıyyesi 20 kuruş olarak hesap edilmiştir. 5 Ağustos 1828 tarihinde Bozkır madeninden gönderilen 9.933 kıyye kurşundan 534 kıyye noksan ortaya çıkınca kalan 9.399 kıyye kurşunun nakliye ücreti 1.043,5 kuruş 48 akçe tutmuştur (BOA, DRB.d 973). Bir başka ifadeyle dokuz kıyye kurşun bir kuruşa nakledilirken her kantar-ı halebi 20 kuruş ücretle nakledilmiştir (BOA, DRB.d 1044) ki buradan kantar-ı Halebi’nin 180 kıyye olduğu da anlaşılmaktadır. Bir okka 1,2828 kg (Hinz, 1990: 30) ise bir kantar-ı Halebi 230,904 kg olmaktadır685. Bir diğer husus ise bir devenin ortalama taşıyabileceği yükün 180 kıyye bir başka deyişle 230 kg olmasından dolayı da bu ağırlık ölçüsü kullanılmış olmalıdır.

 

2.2.3. Kurşun Nakliyle İlgili Diğer Konular

 

2.2.3.1. Kurşunun Taşınması Esnasındaki Noksanlıklar

 

Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne gelen kurşun “beglik kantâr” ile ölçülüp, iskelede bulunan mahzene konurdu (BOA, D.DRB.THR 2/32). Bozkır madeni emini, gümrük emini, kadı ve mutasarrıf gemilere kurşunu vezn-i kantar ederek yükler ve kaptandan yüklenen kurşunun miktarını belirten bir senet alırlardı (BOA, AE.SABH I: 5368). Benzer şekilde İzmit İskelesi’ne gönderilen kurşunlar da hem miktarını öğrenmek hem de nakil ücretini ödemek için Halebi kantar ile tartılırdı (BOA, DRB.d 1044).


 

 

 

684 Hüsrev Paşa Hanı menzilhanesinden sonra XVII. yüzyılda faaliyette olan fakat daha sonra kapatılan Barçınlı kazasının Bayat köyü menzilhanesi gelmekteydi (Çetin, 2009: 75).

 

685 Fakat Hinz, Halep kintarını ortalama 228 kg olarak kabul etmiştir (Hinz, 1990: 32).


312

 

Bozkır madeninden iskeleye gönderilen 41.000 kıyye kurşununun vezninde

 

743    kıyye kurşun noksan olduğundan Alanya kadısı ile dizdardan eksik miktarı göndermeleri istenmiştir (BOA, MEDAD 8: 546-3). Kurşunun muhafazasıyla kale dizdarının görevli olduğunu ve bu miktarın ondan alınması gerektiğini Alanya kadısının ilam etmesi üzerine hazine-i amire defterlerine bakılmıştır. Buna göre, noksan kurşunun her kıyyesinin 73 akçeden toplam 452 kuruş değerinin dizdardan tahsil edilmesi ve bu konuda dizdarın muhalefet etmesi durumunda ise dizdarlık görevinden uzaklaştırılması; Alanya mutasarrıfı, Alanya kadısı ve Bozkır madeni eminine, 29 Nisan 1795’te emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 546-4). Kurşun, gemiye yüklenerek kaptan ile darphaneye gönderilmiş ve orada tartılınca 743 kıyye noksan çıkınca 452 kuruşluk bu meblağın dizdardan alınması istenmiştir. Ancak dizdar, kurşunu taşıyan kaptan ve yanında bulunan çavuşdan aldığı mühür senedini gösterince onlara tamamen teslim ettiği anlaşıldığından, bu kez kaptan ve çavuştan şüphelenilmiştir. Ancak darphane nazırı iskeledeki taş kantarın miri kantara mutabık olmadığını 12 Şubat 1796’da belirtmesi (BOA, MEDAD 8: 547-2) İstanbul ile Alanya arasındaki farklığının nedenini ortaya koymuştur. Yine aynı nedenle farklı miktarların ortaya çıktığına dair örnekler vardır. Alanya İskelesi’nden, 1 Mart 1786’da, 28.794 kıyye kurşunun gemi ile gönderildiği Alanya naibi tarafından bildirilmiştir. Ancak gönderilen kurşun Yalıköşkü adlı mahzene miri kantar ile vezn olunarak konulması esnasında yapılan tartma işlemi sonucunda kurşunun 28.145 kıyye olduğu anlaşılmıştır (BOA, MEDAD 8: 691-3).

 

Devlet, kurşunun eksik çıkması halinde eksik miktarın sorumlulardan alınacağı yönünde uyarılar da yapmıştır. 25 Mart 1789’da iskelede bulunan kurşunun bir kıyyesi dahi kaybolursa ödetileceği gümrük emini ve mutasarrıfa bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 180-1). 11 Ağustos 1822’de Bozkır madeninden 4.590 kıyye kurşunun iskeleye götürüldüğü belirtilmesine rağmen, Alanya’daki mahzenlerde 4.285 kıyye kurşun olduğu ve 305 kıyye kurşunun noksan olduğu tespit edilince, iskelede kurşunun korunması ve teslim alınmasından sorumlu kişilerden bu miktarın alınması emredilmiştir686 (BOA, DRB.d 159).


 

 

686 Benzer şekilde 8 Haziran 1794’de Bereketli madeninden Tarsus İskelesi’ne gelen ve zayi olan kurşun Tarsus ahalisine ödettirilmiştir (BOA, C.DH 791).


313

 

İki fırkateyne yüklenen kurşun miktarı, Alanya mahkemesi kayıtlarına göre 49.220 kıyye iken, bu gemiler darphaneye 47.678 kıyye kurşun teslim etmiştir. Noksan olan 1.542 kıyye kurşunun gönderilmesi iskeledeki görevlilere, 26 Ekim 1792’de emredilmiştir (BOA, C.DRB 880). İskelede bulunan kurşundan noksan çıkması durumunda bu eksik, ilgililere ya da kaza ahalisine ödettirilmiştir687 (BOA, C.DRB 568). Zira kurşunlar hem teslim alınırken hem de gemiye yüklenirken vezn ettirilmekteydi. Devlet bu şekilde kurşunun Bozkır madeninden çıkışından İstanbul’daki Yalıköşkü adlı mahzenlere konulmasına kadar her el değiştirmesinde kurşunu ölçtürerek bir denetim mekanizması oluşturmuştur. Bunun yanında, 24 Şubat 1796 tarihinde Bozkır ve Bereketli madenlerine ait kurşunlar taşınırken kaza sonucu bir külçe kurşun denize düşürülmüştür (BOA, MEDAD 9: 212-2). Bu şekilde başka bir örnek tespit edilememesine rağmen, kurşunun denize düşürülmesi de kurşun miktarının eksik çıkmasının nedenlerindendi.

 

2.2.3.2. Deve Tedâriki

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunların Alanya İskelesi’ne taşınması için kullanılan hayvanlar deve, at, eşek ve katırdı. Fakat taşımacılıkta öncelikle tercih edilen hayvan deveydi. Deve, diğer hayvanlara göre uzun mesafeli yolculuklara dayanıklı olması ve diğer hayvanlara göre daha fazla yük taşıyabilmesi gibi nedenlerle daha çok tercih edilirdi (Şahin, 2006: 202). Bir devenin uzun mesafede yük taşıma kapasitesi 300 kg civarında idi. Kısa mesafeli taşımalarda bu yük daha fazla olabilirdi. Ayrıca deve uzun yola, soğuk ve sıcağa, açlık ve susuzluğa oldukça dayanıklıydı (Şahin, 2006: 202). Deve kadar olmasa da diğer hayvanlar da kullanılırdı. Fakat deve harici hayvanlarla kurşunu taşımanın belirleyicisi devenin tedârik edilememesiydi688.

 

Develer de cinslerine göre farklı yük taşıma kapasitesine sahipti. Asya devesi bir hecinden689 daha fazla yük taşırken Anadolu’da da değişik yük taşıma kapasitesi olan melez develer vardı. Fakat genel olarak bir atın bir eşeğin iki misli, bir devenin

 

 

687 Kurşunun telef olmaması, bu konuda fukaraya eziyet edilmemesi için muhafazası ve eksiğinin aynen vilayet defterlerine yazılması gerektiği üzerinde durulmuştur (BOA, C.DRB 568).

 

688 7 Mayıs 1782 tarihinde, İçil sancağı kazalarına hisselerine düşen kurşunu develeri ile develeri yoksa at ve eşekleriyle taşımaları emredilmiştir (BOA, C.DRB 3057).

689 Belgelerde mehârî deve olarak geçmiştir (BOA, C.DRB 3057).


314

 

ise bir atın iki misli yük taşıdığı kabul edilmiştir (İnalcık, 1991a: 16). Deve yükü ile katır yükünün birbirine oranı 2/3 idi. Katır yükü 162 kg olarak belirlendiğine göre deve yükü 243 kg olarak hesaplanır. XIX. yüzyılda bir devenin ortalama 180 Türk okkası yaklaşık olarak 230 kg taşıdığı görülmektedir. Bunlara rağmen bölgenin coğrafi şartları ya da taşınan yük, bir himlin ölçüsünü değiştirmektedir. Yaklaşık olarak bir himl 250 kg olarak ortaya çıkmaktadır (Hinz, 1990: 16). Yük hayvanlarının çektiği ağırlıklar konusundaki ağırlıklara değinen İnalcık, taşınan yükün çeşidine göre bir devenin taşıdığı yük ağırlığının 200-314 kg arasında değiştiği görüşündedir (İnalcık, 1991a: 15). Her iki görüşte dikkate alınarak ortalama olarak bir devenin taşıdığı yükün 250 kg olduğu kabul edilmelidir. Ancak taşınan malzemenin cinsi, taşınacak güzergahın durumu ile hayvanın cinsinin bu ortalamayı etkileyebileceği de unutulmamalıdır690.

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunlar, 15 Kasım 1778 tarihinde, Konya civarındaki Türkmenler ile Alanya’daki Yörüklerin katırları (esterân) ve develeri (şütürân) ile Alanya İskelesi’ne taşınacaktı (BOA, MEDAD 8: 622-1). Yine benzer şekilde kira ile tutulan yük hayvanı olan mekkârî develerin Karaman eyaleti kazalarına taksim olunması ve ücretlerinin maden emini tarafından verilmesi yönünde emirler verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 652-d). 2 Haziran 1779 tarihinde ise buradaki bulunan hayvanlar yeterli olmayacağından Karaman eyaleti valisi ve İçil sancağı mutasarrıfına ücretleri sermaye akçesinden ödenmek şartıyla deve kiralanacağı ile ilgili emir gönderilmiştir691 (BOA, MEDAD 8: 627-1).

 

Kurşunun iskeleye nakli ile ilgili emir mübaşir tarafından götürülerek yerel yöneticilerle kurşunun nakli için kazalara tevzi yapılırdı (BOA, MEDAD 8: 676-1). Deve tedâriki ile ilgili emir, kaza mahkemelerinde mübaşir tarafından okunur ve taksim marifet-i şer ve cümle marifetiyle yapılırdı (BOA, MEDAD 8: 675-2). Karaman eyaleti hissesine düşen kurşun Konya mahkemesinde sancaklara taksim

 

690 Bir atın taşıdığı yük 153, 157 ve 164 kg; bir katırın taşıdığı yük 190 ve 157 kg; bir eşeğin taşıdığı yük ise 76, 114 ve 135 kg olarak verilmiştir (İnalcık, 1991a: 15). Normal hayvan yükünün ağırlığının 162,144 kg olduğu da ifade edilmiştir (Hinz, 1990: 44)

691     Bozkır madeni üretimi kurşunun taşınması için Yörügân ve Türkmanân taifeleri görevlendirilmiştir. Ancak Yörügân taifesinin elindeki esterân ve şütürân kifayet etmediğinden Karaman eyaletinde bulunan yerlerdeki Yörügân taifesi ile tüccarlardan şütürân isticarı emredilmiş, ve ücretlerinin sermaye akçesinden tamamen ödenmesi istenmiştir. Bunun için Karaman valisine ve İçil mutasarrıfına emir gönderilmiştir (BOA, MEDAD 8: 627-1).


315

 

edildikten sonra bir pusula ortaya çıkardı (BOA, AE.SABH I 18534). Bu şekilde hisselerine düşen kurşunu ilgili kaza ahalileri götürmekle yükümlüydü. Kurşunu götüren kişilerin eline eda tezkeresi verilir ve bir anlaşmazlık olduğu zaman bu tezkere gösterilirdi (BOA, MEDAD 8: 697-d). Eda eylediklerini gösteren belge halas kağıdı olarak da geçmektedir (BOA, AE.SABH I 20507).

 

Madenin ilk açılışında kurşun iskeleye Konya civarındaki Türkmenlerin hayvanlarıyla ve Alanya taraflarındaki Yörüklerin hayvanlarıyla taşınmıştır (BOA, C.DRB 3249; BOA, MEDAD 8: 622-1). 16 Mayıs 1779 tarihinde, Türkmenler ve Yörükler, deve ve katırlarıyla 100 kıyye kurşunu 50 paraya nakletmiştir (BOA, C.DRB 3252). Fakat zamanla buralardan tedârik edilen katır ve develerin kurşunu taşımaya yetmemesi üzerine tüccardan ve Karaman eyaletindeki Yörüklerden de deve kiralanmış ve ücretleri sermaye akçesinden ödenmiştir (BOA, MEDAD 8: 627-1). 1780 yılından itibaren ise kurşunu Alanya İskelesi’ne taşımakla görevli yerler Karaman eyaleti692, İçil ve Alanya sancaklarıydı (BOA, MEDAD 8: 640-3). Kazalardan tedârik edilen develer ayanların bilgisi dahilinde ve mübaşirle maden bölgesine gönderilirdi (BOA, MEDAD 8: 670-1). 28 Ağustos 1781 tarihinde 150.000 kıyye kurşunun taşınmasında 45.000’er kıyye kurşunu Alanya ve İçil693 sancakları ahalisi694 ve kalan 60.000 kıyye kurşunu Karaman eyaleti ahalisi taşıyacaktı. Karaman eyaletinde ise kurşunun 28.000 kıyyesi 10 derbente ve kalan 32.000 kıyye kurşun ise kazaların hazeriyye hisselerine göre tevzi edilmiştir (BOA, C.DRB 3033). Bu tevziye göre Karaman eyaleti üzerine düşen hisse % 40 iken Alanya sancağı hissesine % 30 ve İçil sancağı hissesine % 30 hisse düşmüştür.

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunların taşınmasında görevli olan kazalar, deve tedârik etme yerine ücret de ödeyebilmekteydi. 1779 yılında Seydişehir kazası hissesine 27 deve düşerken kaza ahalisi, her deve için 100 kuruş ve levazime-i saire

 

 

692 1797 yılında Karaman eyaleti; Konya, Niğde, Kayseri, Kırşehir, Beyşehir, Akşehir ve Aksaray sancaklarından oluşuyordu (BOA, MAD.d 9586).

693 Sancakta yapılan tevziye göre Mamuriye kazası 100, Gülnar kazası 78 ve Zine kazası 15 deve ile

16.462 kıyye kurşunu iskeleye taşımıştır. Fakat Sarıkavak kazası 120, Sinanlu Cemaati 40, Mud kazası 20 ve Selendi kazası 30 olmak üzere toplam 210 devenin gönderilmediği belirtilerek göndermeyen kişilerin isimlerinin bildirilmesi istenmiştir (BOA, MEDAD 8: 654-d). Aynı zamanda bu develerin vali tarafından alınarak görevli mübaşire teslimi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 661-1).

 

694 Alanya ve İçil ahalisi toplam 92.000 kıyye kurşunu iskeleye taşımıştır (BOA, MEDAD 8: 653-2).


316

 

için 300 kuruş olmak üzere toplam 3.000 kuruş ödemiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 59-3). 1789-1790 yılında ise Konya sancağı hissesine düşen deve695 için 50’şer kuruştan mirilerinin alınması emredilmiştir (BOA, MAD.d 17913: 17).

 

Deve tedârikinde en önemli sorun, kazalara tevzi edilen develerin karşılanmaması ve madene gönderilmemesiydi. Fakat kurşun nakli önemli olduğundan deve tedârikine muhalefet edenlerin tedibi emredilirdi696 (BOA, MEDAD 8: 640-2). Tevzi defterlerinde belirlendiği gibi bazı kaza ahalilerinin kurşunu iskeleye taşımadığı yıllar da olurdu697. Böyle durumlarda ertesi yıl taşınacak hisseye bu eksik kalan miktarlar da eklenirdi. Bir diğer sorun ise kazaların hisselerine düşen kurşunu bir başka kazaya taşıtmak istemeleriydi. İçil sancağının nakledeceği 45.000 kıyye kurşunun 11 kazaya698 paylaştırılması üzerine Gülnar ve Mamuriye kazaları üzerine düşen kurşunu taşımak için gittiklerinde şekavetle uğraşan Abdülkadir’in kendi hissesine düşen kurşunu da bu kazalara yüklemeye çalıştığı şikayetleri üzerine, bu kişinin önce uyarılması eğer aynı hareketlere devam ederse tedibi, 7 Mayıs 1782 tarihinde emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 662-1).

 

 

 

 

695 Ordu için de deve talep edildiği zaman Beyşehir sancağı hissesine düşen miktardan Bozkır madeni kazasına 22,5 hisse düşmüştür. 1809 yılında her biri 150’şer kuruştan 3.375 kuruşun maden emini tarafından tahsili emredilmiştir (BOA, D.DRB.THR 60/4).

696  Gülnar ve Mamuriye kazalarının üçer bin develeri varken kurşunu taşıma görevlerini yerine getirmedikleri ve bu durumun diğer kazalara da sıçradığı belirtilerek göndermeyen kişilerin önce uyarılması ancak aynı hareketi tekrar ederlerse daha ağır şekilde cezalandırılacaklarının kendilerine anlatılması yönünde bir emir verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 640-2).

 

697 Karaman eyaleti 80.000 kıyye götürmesi gerekirken 14.269 kıyye, Alanya sancağı 45.000 kıyyeden

 

35.520 kıyye ve İçil sancağı ise iskeleye taşıyacağı 45.000 kıyye kurşundan 19.011 kıyye kurşunu iskeleye götürmüştür (BOA, C.DRB 2820).

698 Gülnar ve Mamuriye kazaları arzlarında; Ermenek, Nevahu, Sinanlu, Mud, Sarıkavak, Karataş, Selevkeli, Zeyne, Gülnar, Mamuriye ve Selendî kazaları ahalisi develeri ile develeri yoksa bargir ve merkepleriyle ile kurşunu taşımaya memur İçil sancağı kazaları iken, Sarıkavak ve Mud kazaları ayanlarının kendi hisseleri olan dörder bin kıyye kurşunu kendi üzerlerine yüklediğini ve nakliye ücreti de alamadıklarını belirterek bir emir istemişlerdir. 7 Mayıs 1782 tarihinde kazaların bu arzı üzerine verilen emirde, Bozkır madeninde bulunan 45.000 kıyye kurşun bu 11 kazaya tevzi edilmiş ve her kaza hissesi olan 4.000 kıyye kurşunu develeriyle, develeri yoksa bargir ve merkepleri ile taşımaları ile bu ayanların benzer şekilde davranmaları halinde cezalandırılacakları belirtilmiştir (BOA, C.DRB 3057). Ermenek, Nevahu, Sinanlu, Mud (Mut), Sarıkavak (Kürkçü), Karataş, Selevkeli (Silifke olmalı), Zeyne, Gülnar (Anaypazarı), Mamuriye (Anamur) ve Selendî (Gazipaşa) bu kazalar için bkz. Sezen, 2006.

 

Cumhuriyetin ilk yıllarında İçel vilayetinin adı Mersin idi. 1933 yılında merkez Mersin olmak üzere adı İçel oldu. Aynı tarihe kadar ayrı bir vilayet ve merkezi Silifke olan İçil de lağvedilerek Silifke, Anamur, Gülnar ve Mut kazaları İçel iline bağlandı. 2005’te ilin adı yine Mersin oldu (Sezen, 2006: 245). İçil: Merkezi Ermenek ve sonra Silifke olan bir sancak teşkilatıdır. Bugünkü İçel ile karıştırılmamalıdır (Sezen, 2006: 350).


317

 

Bir başka sorun ise kurşunun nakli meselesinin bazı konular için araç olarak kullanılmasıydı. Şöyle ki, Mamuriye kazası ayanı Abdülmuin Bey699 hissesine düşen develeri madene göndermiş ve hissesine düşen kurşunu iskeleye gönderdiğine dair maden emininden halas tezkeresi almıştır. Ancak Nevahi kazası ayanı Ali, İçil mütesellimi olmak istediğinden diğer kazaların hissesine düşen develerin ahalisine, “şu kadar para verirseniz ne güzel, vermezseniz develeri vermedi diye İstanbul’a bildiririm” diyerek para almıştır. Madene gönderilen develeri ise yollarda gasp ettirip emelini gerçekleştirmiş ve mütesellim de kabahatini gizlemek için “Abdülmuin deve virmedi” diye merkeze bildirmiştir. Ayanın bu bilgi üzerine Magosa’ya kalebent olunduğu ile ilgili emir olduğu ancak yanlış bilgi verildiği anlaşıldığından bu emirden vazgeçilerek mütesellim tembih edilmiştir (BOA, MEDAD 8: 681-3; BOA, AE.SABH I 4289). Bu tür sorunların çözülmesi için kazalar hisselerine düşen develeri göndermediği zaman her sancağa bir çukadar tayini ya da İstanbul’dan bir mübaşir tayin edilmesi önerilmiştir (BOA, C.DRB 2820).

 

Kurşunun taşınması için gerekli develerinin olmadığını ya da maden emanetine uzak olduğunu belirtip kurşun taşıma işinden affedilme isteğinde bulunan yerlerin bu istekleri devlet tarafından dikkate alınmamıştır. Madene 15 ve iskeleye üç merhale uzaklıkta olan Kayseri kazasının çoğunluğu amele ve tüccar olan kaza ahalisi, deve tedâriki için Arabistan’a gitmiş ancak ellerindeki develeri dahi yağma edilmiş bu nedenle kurşun naklinden aflarını istemişler ancak develeri göndermeleri 20 Aralık 1783 tarihinde kendilerine hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8: 673-1).

 

Kurşunu taşımak için gerekli develer, maʻrifet-i şerʻle tahrîr olunan tevzîʻ defteri gereği tedârik edilerek ayanlarının bilgisi dahilinde madene gönderilirdi (KŞS

 

64:    134-2). 1785’e mahsuben Karaman eyaleti 72.000 kıyye, İçil sancağı 54.000 kıyye ve Alanya sancağı 54.000 kıyye kurşunu develeriyle iskeleye nakletmekle görevliydi (KŞS 64: 114-1). Kurşun nakli, vergi çeşitlerinden biri olmadığından ve ücreti maden emini tarafından peşin olarak verildiğinden muafiyet iddiasında olanlara itibar edilmemeliydi (BOA, C.DRB 2508; BOA, C.DRB 2955). Bu tarihte

 

699 İçil sancağı mütesellimi Ali arzında, Bozkır madeni kurşunlarının iskeleye nakli için istenilen develerin Anamur kazası hissesini Mamuriye ayanı Abdülmuin Bey’in verdirmediğini ve daha önce Magosa Kalesi’ne kalebent olunması ile ilgili emrin bir daha böyle bir hareket olursa bu emrin uygulanacağı yönünde olduğunu ve bu cezanın uygulanmasını talep edince, dizdara bu konuda bilgi verilerek cezası onaylanmıştır (BOA, MEDAD 8: 679-d).


318

 

de Karaman eyaletine % 40, Alanya ve İçil sancaklarına ise % 30’ar hisse düşmüştür. Burada bahsedilen durum kurşunun Alanya İskelesi’ne taşındığı dönemler için geçerliydi. Bozkır madeni üretimi kurşunun İzmit İskelesi’ne taşındığı dönemlerde kurşunu taşımakla görevli yer Alanya sancağı idi (BOA, MEDAD 3: 280-2). Sadece Alanya sancağının sorumlu olması taşınacak kurşun ile alakalı olmalıdır, zira bu tarihlerde Bozkır madeninden her yıl 12.500 ile 20.000 kıyye arasında kurşun İstanbul’a gönderilmekteydi (Bkz. Tablo 6). Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere daha önceki yıllarda Alanya sancağı hissesine düşen oran İzmit İskelesi’ne nakledilen oranlardan daha fazlaydı. Bu nedenlerle sadece Alanya sancağı sorumlu olmuştur. Ancak kurşunun götürüleceği mesafenin arttığı da gözden kaçırılmamalıdır.

 

2.2.3.3. Taşıma Yükümlülüğüne İtiraz

 

Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne kurşunun götürülmesi için yapılan paylaştırma sonucu her kaza ve köy üzerine düşen miktar kurşunu iskeleye götürürdü. Fakat bazen bu paylaştırmalara itiraz ederek muafiyet iddiasında olan yerler de olurdu. Muafiyet iddiasında bulunan kaza ahalisi bir arzla durumu merkeze bildirdikten sonra gerekli araştırmalar yapılır ve gerçekten bir muafiyeti varsa kurşun taşıma görevinden muaf olduklarına dair bir emir gönderilirdi700 (BOA, MEDAD 8: 667-2). Muafiyet iddiaları reddedildiği gibi bazen de kabul edilirdi. Bu iddiaların kabul edilmesi tamamıyla yapılan iş nedeniyle verilen muafiyet belgesinin ortaya çıkması ile mümkün olmaktaydı. Karaman Ereğlisi kazasına bağlı Çavuşlu derbendi ahalisi, mahalli eşkıya zümresinden muhafaza karşılığında vergiden muaf olduklarını ancak kendilerinden kurşun nakliye ücretinin talep edildiğini belirtince, muhafazada “kıyam üzere” yani sürekli hazır bekledikleri gerekçesiyle bedel talep edilmemesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 669-3). Yine Kırşehir sancağı Kokur kazası ahalisi, çaşnigir köprü derbent muhafazı olarak bölgeyi yol kesicilere karşı koruma görevine

 

 

700 Derbent hizmeti ile görevli olan bir köy ahalisinin kurşun taşıma görevinden muaf olduğu iddiası örnek olarak verilebilir. Larende kazası Kılbasan köyü ahalisi memur oldukları derbent hizmeti karşılığında imdad-ı hazeriyye ve seferiyyeden başka avarız-ı divaniyye, tekalif-i örfiyye ve şakkadan muaf olduklarını ancak iki senedir kurşun naklettiklerini bildirmelerine rağmen üzerlerine düşen kurşunu ücreti karşılığı taşımaları, 3 Şubat 1783’de emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 667-2). Ancak yapılan tevzide Kılbasan köyü üzerine 2.000 kıyye kurşun düşmüş ancak 1157 yılında muafiyetleri olduğunu ahali belirtince bu miktarın başka kazalara tevzi edilmesi emredilmiştir (KŞS 65: 90-1).


319

 

karşılık muaf olduklarını ancak üzerlerine kurşun naklinin tevzi edildiğini dile getirince 1782’de muaf olduklarına dair emir olduğu hatırlatılmıştır (KŞS 64: 67-2).

 

Eskil de denilen Eski İl kazası Sultaniye kasabası Suberde köyünde oturan Bozulus Türkmeni Aşireti 40-50 kişiden ibaret olup her sene malı miriyyelerini merhum Sultan Selim evkafına verdikleri odun ve diğer vergilerden başka tekaliften muaf iken Bozkır madeninden 2.500 kıyye kurşun tevzi olunduğu yönündeki şikayetler üzerine, bu aşiret ahalisi vakfa bağlı olduğundan 2 Temmuz 1797’de taşıyabilecekleri kadar tevzi yapılması bildirilmiş701 ancak vakfa bağlı olmalarına hürmeten affedilmişlerdir (KŞS 67: 182-1; BOA, MEDAD 9: 214-d).

 

29 Ağustos 1797 tarihinde Aksaray sancağında Eyüb-ili ve yine aynı sancaktaki Bolad Dağı ve Çukur Derbendi; Niğde702 ve Konya’da bazı derbentler ile Anduğu; İçil sancağında Karataş ve Ermenek; Pirluganda, Aladağ, Eski İl, Turgut, Kiriş, Bayburd703 gibi kazalar muafiyet iddiasında bulunmuş, Kayseri kazası ise mübaşiriyye verdiğini söylemiş ancak her kazanın üzerine düşen kurşunu taşıyacağı belirtilerek af talepleri reddedilmiştir (BOA, MEDAD 9: 218-1; BOA, C.DRB 2429; BOA, C.DRB 2466). Bu iddiaların dikkate alınmaması ve tevzi defterlerindeki hisselerin taşınmasının üzerinde durulması, devletin kurşunun taşınmasına verdiği önemi göstermektedir.

 

Bozkır madeninden iskeleye kurşun nakli ile Karaman eyaleti, İçil sancağı ve Alanya sancağı görevliydi. Bu yerlerdeki kaza ve aşiretlerin muafiyet iddiasına itibar edilmemesi ve develerin mübaşirle madene gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 221-2, 217-2). Kurşunun taşınması vergi değildi zira ücreti maden emini tarafından peşin olarak verilmekteydi. Bu yüzden muafiyet iddialarının dikkate alınmaması ve kazaların üzerine düşen hisseyi taşımaları gerekirdi (BOA, C.DRB 2508). İskeleye nakledilecek kurşun için gerekli deve talebi karşısında kazaların

 

701 Sadrazam mukataası olan Larende Kılbasan Köyü, serbest olan Çavuş köyü, Hatice Sultan Damat Osman’ın mâdeyesi olan Hotamışlı aşireti ile Sultan Selim evkafından olan Karapınar kazası ahalileri muafiyet iddiasıyla aflarını talep etmişlerdir. 24 Şubat 1797 tarihinde, madendeki kurşunun üçte birinin satılmasıyla nakliye ücreti karşılanacağından dolayı herkesin üzerine düşen kurşunu iskeleye taşıması istenilmiştir (BOA, MEDAD 9: 214-2).

 

702   Arabsun nam-ı diğer Gülşehri, Nevşehir ve Ürgüp, Anduğu, Bor gibi yerlerin af talebi reddedilmiştir (BOA, C.DRB 2429).

 

703 Esbkeşan mukataasına bağlı Eskiil, Bayburd, Turgut ve Kiriş kazaları 2 Ocak 1781 tarihinde kurşun taşıma görevi konusunda muafiyet iddiasında bulunmuş ancak bu iddialara itibar edilmemesi gerektiği belirtilmiştir (BOA, MEDAD 8: 641-2).


320

 

madene bağlı olmalarından dolayı muaf oldukları düşüncesine itibar edilmemeliydi (BOA, C.DRB 1115). Yani madene bağlı kazalar dahi Karaman eyaleti hissesinden kendi üzerlerine düşen kurşun miktarını taşımakla yükümlüydü.

 

Alanya kazası, kurşun geldikçe nazıriyye, hammaliye, kantariyye ve mahzen icaresi ile beylik kalyonu geldiği zaman ortaya çıkan 600-700 kuruş masrafı karşıladıklarını belirterek deve tedârikinden aflarını istemişler ancak 20 Nisan 1797 tarihli hükümde, kurşunun lüzumundan dolayı affın mümkün olmadığı belirtilmiştir (BOA, C.DRB 476; BOA, MEDAD 9: 216-1). Kurşun taşıma işlemine muhalefet eden ya da kurşunu nakilden kaçınanların haklarından mahkemelerin geleceği704 de ilgili görevlilere hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8: 675-2). Fakat kurşun için taksim edilen deveyi göndermeyen ayanlar olduğu zaman vali vasıtasıyla develer alınıp, kurşun taşıtılmıştır (BOA, MEDAD 8: 654-d).

 

2.2.3.4. Mübaşirlere Ödenen Ücret: Mübaşiriyye

 

Mübaşiriyye, devlet tarafından bir işi yapmaya memur edilenlerin masraflarına karşılık gittikleri yerlerdeki halktan tahsil edilen para hakkında kullanılan bir tabirdi705 (Pakalın, 1993: 592). Bozkır madeninde üretilen kurşun da bir mübaşir vasıtasıyla Alanya İskelesi’ne götürülürdü. Kurşunun teslimi esnasında maden emininin bir adamı da kurşunun vezninde bulunur ve bu görevliye yapılan işlem sonucu kurşunun miktarı yazılı bir mühür temessükü verilirdi (BOA, MEDAD 8: 665-1). Kaza ahalileri hissesine düşen kurşunu Alanya’ya götürüp teslim ettiği anda mübaşirden temessük alırdı (BOA, MEDAD 8: 627-2). Mübaşirin görevinin en zor kısmı kaza ahalilerinin hisselerine düşen kurşunu taşımak için kullanılacak hayvanları vermemeleriydi (BOA, MEDAD 8: 641-1). Fakat mübaşir zor durumda kaldığı anda validen yardım almış ya da bu tür olumsuzluk çıkaranları merkeze bildirmiştir (BOA, MEDAD 8: 654-d1). Mübaşirin kurşun naklindeki görevlerinden

 

 

 

704 1783-1784 yılında üzerine düşen kurşun hissesini taşımayan Kayseri ve Kırşehir ahalisinin üzerine düşen kurşunu götürmeleri, bu konudaki beyanlarının kabul edilmemesi aksi halde mahkemede bu işlerin görüleceği ifade edilerek ahali uyarılmıştır (BOA, C.DRB 2508).

705Tanzimat’tan önce mübaşir olarak görevlendirilen memurlara devlet tarafından yol parası ile çeşitli masrafların karşılığı verilmez, mübaşirlerin bu masrafları gittikleri yerlerin tevzi defterlerine eklenerek halktan tahsil edilirdi. Tanzimat’tan sonra gönderilen memurlara harcırah ve yevmiye verilmeye başlandığından halktan bu adla para alınması kaldırılmıştır (Pakalın, 1993: 592).


321

 

biri de kurşunun kazalara tevzi edilmesini yerel yöneticiler ile birlikte yapmasıydı (BOA, MEDAD 8: 676-1).

 

İstanbul’dan görevlendirilen706 (BOA, MEDAD 8: 677-1) mübaşir, kurşunun taşınmasına da nezaret etmekteydi. Mübaşir kurşunun taşınması esnasında çıkan aksaklıkları merkeze bildirip, sorunun çözümü için emir talep ederdi (BOA, MEDAD 8: 692-1). Mübaşir olarak görevlendirilen kişilerin bir diğer görevi de kazalardan tedârik edilen develerin madene ulaşmasını sağlamaktı (BOA, MEDAD

 

9:    215-2). Kurşunun nakliyle görevli mübaşirin hastalık gibi nedenlerle görevini yapamaması kurşunun taşınmasını geciktirmiştir (BOA, D.BŞM.DRB 15/52). Yukarıda sayılan görevleri yapması karşılığında mübaşire ödenen mübaşiriyye ücreti, tevzi defterlerine masraf olarak yazılarak ilgili kazalardan tahsil edilirdi. 22 Temmuz 1797’de, kurşunu taşımakla görevli kazalardan üzerlerine düşen kurşunun her kıyyesine ikişer para mübaşiriyye alınarak maden eminine teslim edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 217-1).

 

Mübaşirlere ödenen bu ücretlerin yanında madene sermaye götüren ya da madenden İstanbul’a gümüş nakleden görevlilere de mübaşiriyye ücreti ödenmekteydi. 1820-1821 yılında Bozkır madeninden hizmet-i mübaşiriyye olarak 7.500 kuruş ödenirken (BOA, D.BŞM.MHF.d 8824) 1838 yılı masrafları arasında hizmet-i mübaşiriyye de vardı707 (BOA, DRB.d 1027).

 

2.2.3.5. Kurşunun Gemilerle Nakledilmesi ve Nevl

 

2.2.3.5.1. Kurşunun Gemilerle Nakledilmesi

 

Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne gönderilen kurşunlar devlete ait kalyonlarla İstanbul’a gönderilirdi (BOA, MEDAD 8: 638 d1). Bunun yanında Alanya İskelesi’nde bulunan kurşun “sefine isticâr” edilerek yani gemi kiralanarak

 

706 Bozkır madeni emini Seyyid Ali Efendi, Karaman eyaleti kazalarının kurşun nakli için deve göndermeleri gerekirken bir deve dahi gelmediğini ve kendisinin deve kiralayarak kurşunun bir miktarını taşıdığını ancak kurşunun madende kaldığını, kendi tarafından adam tayin edilmesine rağmen bir faydasının olmadığını, kurşunun nakli konusunda sıkıntı yaşandığını belirterek bu iş için bir mübaşir görevlendirilmesini istemiştir (BOA, C.DRB. 916). Örnekte görüldüğü üzere maden eminleri taşıma işlemi için mübaşir görevlendirilmesinin bazı sıkıntıları çözeceğini düşünmüştür. Devlet bu sorunun çözümü için, 23 Şubat 1801 tarihinde Selim Ağa adlı kişiyi mübaşir olarak görevlendirmiş ve mevcut kurşunun iskeleye gönderilmesini istemiştir (BOA, C.DRB 919).

 

707  Avaid-i ketebe-i darbhane ve hizmet-i mübaşiriyye olarak 18.350 kuruş Bozkır madeninden verilmiştir (BOA, DRB.d 1027).


322

 

da İstanbul’a taşınırdı (BOA, D.DRB.THR 34/9). Kurşunun taşıma işlemi maden emininin ilamı ve darphane nazırının tahriratı üzerine kaptanı deryadan durumun sorulması ve sefine ayarlanması ile gerçekleşirdi708 (BOA, MEDAD 8: 688-1). Sefineyi ayarlayan diğer bir görevli ise gümrük eminiydi (BOA, MEDAD 9: 183-2). Sefine geldiği anda kurşun tartılarak gemiye yüklenir (BOA, MEDAD 8: 685-2). Kaç külçe ve kaç kıyye kurşunun hangi kaptanın gemisine yüklendiği yazılarak merkez bilgilendirilirdi (BOA, C.DRB 1837). Alanya mutasarrıfı, kadısı, gümrük emini, dizdar ve zabitanı kurşunun yüklenmesinden ve miktarının bildirilmesinden sorumlu olan mübaşirden senet alarak mahalline kayıt ettirirlerdi (BOA, MEDAD 8: 681-2). Bu işlem ileride ortaya çıkacak anlaşmazlıkların önüne geçmek için kurşunun taşınmasının her aşamasında yapılan genel bir uygulamaydı.

 

Alanya İskelesi’ndeki kurşunlar, devlete ait gemilerle taşınırken devlete ait gemi bulunamadığında başka milletlere ait gemilerle de götürülmüştür (BOA, C.DRB 2045). 21 Ocak 1790 tarihinde, Fransız gemisine kurşunun yüklenmesi ve mutemet bir adamla birlikte İstanbul’a gönderilmesine dair bir emir verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 184-1). 24 Mayıs 1782’de kurşunun iskelede korunması görevini de yapan dizdar ile diğer görevlilere kurşunun miri kantar ile tartılması, Dâmân kaptanın kalyonuna yüklenerek kaptandan temessük alınması ve mahkeme tarafından kaptana hüccet verilmesi emredilmiştir (BOA, C.AS 38432).

 

Bazen ayarlanan gemilerin şiddetli kış nedeniyle iskeledeki kurşunu alamadan döndükleri olurdu (BOA, D.DRB.THR 50/18). 1809 yılında, iskelede bulunan mahzendeki 1.102 külçe 1.142 kantar-ı rumi kurşunun nakli için gönderilen sefine iki defa iskeleye yaklaşmasına rağmen kışın şiddetli olmasından dolayı geri dönmek zorunda kalmıştır (BOA, D.DRB.THR 50/18). Bu nedenle iskelede bulunan kurşunun kıştan evvel mevsim-i deryâ mürûrundan mukaddem der‘aliyyeye nakledilmesi gerekirdi (BOA, C.DRB 955).

 

708  Kaptan-ı derya gemilerin başka yerlerde görevlendirildiğini ve kurşunu doğrudan İstanbul’a götürecek bir geminin ayarlanmasının daha iyi olacağını ifade etmiştir (BOA, AE.SABH I 5368). Kurşun taşıma işlemi esnasında başka görev alan geminin taşıdığı yük kayıklarla İstanbul’a taşınmıştır (BOA, D.BŞM.d 5792: 2). Alanyalı Mustafa’nın gemisine kurşunlar yüklenmiş ve Sakız Adası’na kurşunlar bırakılmıştır. Mısır tarafına görevlendirilen geminin adaya bıraktığı kurşunların İstanbul’a gönderileceği, 25 Ocak 1789’da bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 180-d). Toplam 3.184 külçe olan kurşundan 31 kayıkla 3.112 külçe olmak üzere 88.287,5 kıyye teslim edilmiştir (BOA, D.BŞM.d 5792: 2).


323

 

Alanya İskelesi’ne Bozkır madeninden 50.000 kıyye kurşun nakledildiğinden ve 20-30 gün içerisinde 150.000 kıyye kurşun da iskeleye ulaşacağından geçen sene kurşunu taşıyan ve bu sene de taşıması istenilen Rodos sancağı mutasarrıfına ve Alanya gümrük eminine, 24 Haziran 1797’de bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 216-2). 27 Eylül 1797 tarihli hükümde ise aynı bilgiler tekrar edilmiştir (BOA, C.DRB 435). Her iki emir karşılaştırıldığında kurşunu nakletme işleminin kolaylıkla yapılamadığı ve devlet tarafından öngörülen zaman içerisinde kurşunun iskeleye taşınamadığı ortaya çıkmaktadır.

 

2.2.3.5.2. Gemilere Ödenen Ücret (Nevl)

 

Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne nakledilen kurşunlar, deniz yolu kullanılarak, kiralanan gemilerle İstanbul’a gönderilirdi. Kurşunu taşıyacak olan gemilere, nevl adı verilen gemi kirası ya da taşıma ücreti olarak adlandırılan bir ücret ödenirdi. Nevl gemi kirası, yük nakli ücreti anlamlarına gelirken (Ahmet Vefik, 2000: 773); gemi kirası, gemi veya vapura eşya ve yolcular için verilen ücrete Yunancada navlon denirdi. Arapçada aynı anlamıyla Yunancadan alınarak nevl şeklinde kullanılmıştır (Şemsettin Sami, 1317: 1452-1453).

 

Kurşunu nakletmek üzere kiralanacak gemi için geminin reisiyle pazarlık yapılması ve ücretinin yazılarak reisine bir senet verilmesi gerekirdi709 (BOA, MEDAD 8: 547-1). 1 Temmuz 1798 tarihinde, Aynozlu Yani sefinesine konmak üzere 1.000 kantar kurşunun önceki senelere mukayesesi sonucu “beher kantarı otuz ikişer pâra hesâbıyla maktûan sekiz yüz kuruş nevl ile isticâr ve kat‘-ı bazâr ve nısfı hîn-i ‘avdetinde virilmek üzere nısfı ahari nakden dört yüz kuruşun itası” ifadesine göre taşıma için 400 kuruş darphaneden peşin olarak verilirken kalan meblağ ise kurşunun darphaneye tesliminde verilecekti (BOA, C.DRB 1724). Kurşunun kantarına 32 para710 gemi kirası ödenirken gemi kirası olarak ödenen meblağın üçte biri görevin yerine getirilmesi şartıyla ve üçte ikisi peşin olarak verilmek üzere

 

709 Alanya kadısı ve Alanya gümrük eminine gönderilen 6 Mayıs 1795 tarihli hükümde, nevli İstanbul’da ödenmek üzere kat‛- ı bazâr olunarak yüklenen kurşunun ve geminin kat‘ olunan nevlinin miktarının belirtilmesiyle reisine senet verilmesi emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 547-1).

 

710 18 Temmuz 1804 tarihinde ise Alanya İskelesi’nden yüklenecek 1.500 kantar kurşun 1.500 kuruşa Eşkinozlu Nikola tarafından taşınacaktı. Bu belgenin kenarında kurşunun kantarının önceden 32 paraya taşındığı da yazılmıştır (BOA, C.SM 1017). Buradan anlaşılacağı üzere artık kurşunun kantarı bir kuruşa başka bir deyişle 40 paraya taşınmaya başlamıştır.


324

 

mukavele ve “kat‘-ı bazâr” edildiği ile ilgili örnekler de vardır. 24 Nisan 1800’de Sakızlı Mike reisin gemisine kurşunun yüklenmesi ve 600 kuruşun 200 kuruşu kurşunun tesliminde ve sülsanı olan 400 kuruş peşin olarak verilmiştir (BOA, DRB.d 969; BOA, C.DRB 1837). Ancak ücretin peşin ya da kurşunun tesliminde verilen miktarları her zaman aynı değildi. Nevl bedelinin yarısı (BOA, C.DRB 1724) ya da de üçte biri711 (BOA, C.AS 6937) peşin olarak da ödenebilmiştir. 25 Ocak 1798’de, Fransız kaptanlarından Verton Sülünü gemisine kurşunun kantarı 32’şer paradan yüklenmesi konusunda yapılan mukaveleye göre, nevl bedelinin yarısı olan 1.250 kuruş peşin olarak ve kalanı ise İstanbul’a gelince verilecekti (BOA, MEDAD 9: 219-d2). İstanbul’a gelince verilmesinin temel nedeni gemide ne kadar kurşun çıkarsa ücretin o şekilde verilmek istenmesiydi712. Bir başka deyişle devletin kendini güvence altına almak istemesiydi. Bu tarihten önce kurşunun taşınması için nevl verildiğine dair bir örnek olmadığından bu tarihe kadar miri sefineyle taşınmış ancak miri sefineyle nakil mümkün olmadığından bu yola başvurulmuştur (BOA, C.DRB 2045). Nitekim devlet gemi kirası ödememek için kurşunun karadan taşınması yolunu da araştırmış713 fakat karadan taşıma daha masraflı olduğu için önce Alanya İskelesi’ne oradan da gemilerle İstanbul’a taşınması konusunda karar kılmıştır.

 

2.2.3.6. Alanya ve İstanbul’daki Mahzenler (Depolar)

 

Bozkır madeninde kurşunların konulduğu bir mahzen varken714 (BOA, C.DRB 3252; BOA, MEDAD 9: 181-d) aynı şekilde kurşunun korunması amacıyla Alanya’da da bir mahzen vardı (BOA, MEDAD 8: 648 d). Kurşun Bozkır madeninden geldikten sonra tartılarak ve miktarı yazılarak kurşunun korunmasına

 

 

711 1800 yılında, kantarı 32 para nevl üzere 80.000 kıyye 1.800 kantar kurşunun taşıma ücretinin üçte biri olan 480 kuruş darphaneden kaptana peşin olarak, kalan üçte ikisi olan 960 kuruş ise İstanbul’a ulaşınca verilecekti (BOA, C.AS 6937).

712 Alanya İskelesi’nden gemilere yüklenen kurşun kadı ve gümrük emini tarafından tartılarak gemiye yüklenmiş ve bu konuda merkeze bilgi verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 219-2). Fransız kaptanın gemisine 3.180 kantar kurşun yüklenerek kantarı 32 paradan 2.545 kuruş tutan nevlin yarısı olan 1.250 kuruş peşin olarak verilecekti (BOA, C.DRB 2045).

 

713 22 Ağustos 1779 tarihinde, Bozkır madeni üretimi kurşunlar Alanya İskelesi’nde iken İstanbul’a taşınması için Alanya’da bir gemi olmadığı ve merkezden bir geminin bulunması maden emini tarafından dile getirilince gemi kirası ödeneceğinden dolayı kurşunun karadan taşınması için yapılacak masrafların araştırılması istenmiştir (BOA, MEDAD 8, 628-1).

714   Bozkır madenindeki ustalardan satın alınarak mahzenlere konan kurşun defterlere şöyle kaydedilmiştir: Bozkır madeninde üretilen kurşun satın alınarak tamgalanmış olarak der mahzen olan kurşun 478 külçe 12.601 kıyye idi (BOA, D.DRB.THR 6/29).


325

 

memur olan kişiye715 teslim edilirdi. Bundan sonra Alanya ahalisinin “cümle ittifakıyla” kurşun der mahzen olunurdu (BOA, C.DRB 267).

 

Alanya İskelesi’nden İstanbul’a gönderilen kurşunlar ise Yalıköşkü sahilinde

 

Sepetçiler Kasrı tahtında bulunan mahzenlere716 konurdu (BOA, MEDAD 8: 782-2).

 

Bu mahzenlerde madenlerin yüklenmesi gibi işlerde çalıştırılan görevliler de vardı.

 

29   Kasım 1804 tarihinde, bu mahzende bulunan kurşun ve bakırın darphaneye nakli için 400 arka hamalı tutulmuş ve bunlara günlük 15 çürük akçe ücret verilmiştir (BOA, C.DRB 2544). Alanya İskelesi’nden gelen kurşunların Yalıköşkü’ndeki

 

mahzenlere nakledilmesi için 9 kıta mâ‛ûne717 talebi, 14 Şubat 1790 tarihinde olumlu karşılanmıştır (BOA, C.ML 232).

 

2.2.3.7. Nakliye Ücreti

 

Kaza ahalileri hisselerine isabet eden kurşunu develerine yükleyerek Alanya İskelesi’ne götürdükleri zaman mübaşirden “halas kağıdı” alırdı. Fakat bu görevleri yapmalarına rağmen ahaliden nakliye ücretinin de alındığı yönünde şikayetler de olurdu. Yapılan araştırma sonucunda bu bilginin doğru olması durumunda ilgililere alınan bu ücretin geri ödenmesi emredilirdi (BOA, MEDAD 8: 699-2). Kurşunu Bozkır’dan Alanya İskelesi’ne Karaman eyaleti, İçil sancağı ve Alanya sancağı kazaları ahalisi taşımakla görevliydi. Her kaza kendi hissesine düşen kurşunu taşımak zorundaydı. Kurşunu taşıma görevi yerine bazı kazalar nakliye bedeli ödemişlerdi. Fakat nakliye bedeli ödenmesine rağmen kurşunun taşınması daha önemli olduğundan alınan bu ücretlerin geri ödenmesi ve ahaliden üzerine düşen kurşunu iskeleye götürmelerinin istendiğine dair örnekler de vardı (BOA, MEDAD 8: 696-d).

 

Kurşun taşıma yerine bedel ödeyen kazalarda ise uygulama şöyleydi: Kurşunun nakli için gerekli deve tedâriki emri gelince, bu emir görevli memur tarafından kaza mahkemelerinde okunur. Bundan sonra deve tedârik eden ya da bedelini ödeyen kazaların kadıları durumu ilamlarıyla tahrir ederdi (BOA, C.DRB 2416). Kazalardan alınan nakliye ücreti ile maden emini tarafından çeşitli mahallerden hayvanlar tedârik


 

715 Haziran 1793 tarihinde bu görevi Tosun Yazıcı adlı bir zimmi yapmıştır (BOA, C.DRB 267).

716 İki bab mahzen vardı (BOA, D.BŞM.DRB 17/9).

 

717 Mâ‛ûne, mavna da denilen yük taşıyan kayık anlamında kullanılmıştır.


326

 

edilirdi (BOA, MEDAD 9: 214-2). Bu anlamda alınan nakliye ücreti yine kurşun taşımada kullanılırdı.

 

25 Ocak 1783’de iskeleye götürülecek kurşundan Konya kazası hissesine 20.000 kıyye kurşunun nakliye ücreti, Konya ayanı tarafından alınmıştır. Fakat ayanın bu parayı eski Karaman valisine verdiğini söylemesi üzerine davanın mahallinde görülmesi ve bu ücretin ayandan alınması emredilmiştir (BOA, MEDAD

8:    667-1). Nakliye bedeli ilgili kazalardan mübaşir vasıtasıyla toplanarak Karaman valisine teslim edilir ve hangi kazadan ne miktar alındığı deftere kaydedilirdi718 (KŞS

67:   5-1).

 

26 Ekim 1787 tarihli hükme göre, Bozkır madenindeki kurşunun üçte biri madenciler tarafından mahallinde satılacak ve kurşunun kalan üçte ikisi darphaneye teslim edilecekti. Kurşunun nakliye ücreti ise maden emini vasıtasıyla madenciler tarafından verilerek nakledilecek, kazalardan bir akçe talep edilmeyecekti. Darphaneye gönderilen kurşunun her kıyyesi nakliye ücreti ile birlikte 8,5 para olmakla birlikte nakliye ücreti, satılacak kurşundan madenciler tarafından karşılanacağından her kıyyesinde 1,5 para düşülmesiyle darphaneye yedişer paraya verilecekti719 (BOA, MEDAD 9: 171-1; BOA, C.DRB 967). Bozkır madeninde üretilen kurşunun üçte ikisini madenciler mahallinde satarak, kurşunun iskeleye nakli için gerekli olan nakliye ücretinin karşılandığı ve bu nedenle halktan nakliye bedelinin alınmaması 22 Şubat 1790 tarihinde emredilmiştir (BOA, MEDAD 9: 185-d1). Bozkır madeni ilk açıldığında madende üretilen kurşunun üçte ikisi mahallinde madenciler tarafından satılarak elde edilen parayla kalan kurşunu Alanya İskelesi’ne nakletmek üzere nizam verilmiş ve 1789 ile 1793 yıllarında da bu emir tekrarlanmıştır. Fakat 1796-1797 yılında kurşunun yarısının satılarak nakliye

 

 

 

718Aksaray sancağı 131, Kırşehir sancağı 165, Akşehir sancağı 271, Kayseri sancağı 50, Kadınhanı ve Ladik derbentleri 550, Argıthanı 2.500 kıyye kurşunu taşıma karşılığı 125; Gaferiyat kazası 54,5 ve İnsuyu kazası 24 kuruş ücreti Karaman valisine teslim etmiştir. Toplam 1.270,5 kuruştan 850 kuruş Beyşehir livası ve Belviran kazasının hazeriyyeleri malından 850 kuruş göndermesi gerekirken karşılığında gönderilen üç at geri Bozkır madeni eminine iade edilerek bu oran düşülmüş ve 520,5 kuruş teslim alınmıştır (KŞS 67: 5-1).

 

719  Aynı emir 7 Ekim 1789 tarihinde yeniden gönderilmiştir. Kurşunun üçte birinin madenciler tarafından mahallinde satılmasına gerekçe olarak kurşunun Alanya İskelesi’ne nakledilmesi için Karaman eyaleti kazalarına yılda 70-80 kese akçe tevzi edilerek nakliye ücreti alındığı bu durumun halka zulüm olduğu ifade edilmiştir (BOA, C.DRB 238).


327

 

ücretinin verilmesi emri terk edildiğinden kazaların muafiyet iddialarına itibar edilmemesi emredilmiştir (KŞS 67: 179-1).

 

25  Eylül 1789’da, Bozkır madeninden iskeleye götürülen kurşunun kıyyesine - iskeleye nakledilen 86.166 kıyye kurşunun nakliye ücreti 4.308 kuruş tutmuş- iki para nakliye ücreti verilmiştir. Nakliye ücreti devlet tarafından verileceği gibi madende bulunan kurşunun satılmasıyla da nakliye ücretinin ödeneceğine dair izin ve ruhsat maden eminine verilmiştir (BOA, MEDAD 9: 183-1).

 

22  Mart 1780 yılında (BOA, MEDAD 8: 634-1, 634-2) ve 1782 yılında (BOA, C.DRB 3090; BOA, C.DRB 3252) kurşunun iskeleye 100 kıyyesi 50 paraya nakledilmiştir. Yani bir kıyye kurşun 0,5 paraya bir başka deyişle 1,5 akçeye Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne taşınmıştır. 2 Ocak 1806 tarihinde ise iskeleye götürülen kurşunun kıyyesi yedi akçeye720 taşınmıştır (BOA, DRB.d 987). 1811 yılında 100 kıyye kurşun altı kuruş ile nakledilirken 1,5 kuruş zam ile 7,5 kuruşa götürülmüş ve her kıyyesi üçer paraya gelmiştir (BOA, DRB.d 970; BOA, D.DRB.THR 100: 4 lef 3). 30 Aralık 1814 tarihinde, Bozkır madeninden Şam’a gönderilen 10.000 kıyye kurşunun Bozkır madeninden Alanya İskelesi’ne 750 kuruş, Alanya İskelesi’nden Beyrut İskelesi’ne 716,5 kuruş ve Beyrut İskelesi’nden karadan Şam’a 800 kuruş olmak üzere toplam 2.266,5 kuruş tutan nakliye ücretinin Alanya gümrük emini tarafından verileceği belirtilmiştir (BOA, C.AS 25803). Bu tarihte de Bozkır’dan Alanya’ya kurşunun kıyyesi üç paraya götürülmüştür.

 

Madenin kapatıldığı 1785 yılında madende mevcut kurşunun iskeleye taşınması ile görevli olan kazalardan nakliye ücretini ödeyen kazalar, kurşunun kıyyesine 4 para ödemiştir (BOA, C.DRB 3041; BOA, AE.SABH I 18534). 1796-1797 yılında ise kurşunun kıyyesine beş para nakliye ve iki para mübaşiriyye ücreti alınmıştır721 (BOA, MEDAD 9: 217-1). Benzer şekilde, 15 Ocak 1797 tarihinde, Niğde ve Kayseri gibi kazaların uzak olmasından dolayı kurşunu götürmelerindeki

 

720 Madenden iskeleye taşınan 81.932 kıyye kurşun için 4.779 kuruş nakliye ücreti verilmiştir (BOA, DRB.d 987).

721  Kadınhanı derbendi hissesi olan 4.000 kıyye kurşun ile Ladik derbendi hissesi 499,5 kıyye kurşunun nakliye ve mübaşiriyye ücretleri teslim alınmıştır. Akşehir, İshaklı ve Doğanhisar kazalarının da bu ücretleri gönderdiği, Aksaray ve Koçhisar 229,5 kuruş, Argıthanı ile Doğanhisar’ın 218,5 kuruş verdiği ve Ereğli kasabası ahalisi yarısını görevliye teslim ederken, diğer yarısı için maden eminine borç senedi/temessük verdiği; Aladağ, Pirluganda, Belviran ve Kılbasan derbentlerinin ise bu ücretleri ödediği görülmektedir (BOA, MEDAD 9: 217-1).


328

 

zorluk nedeniyle kurşunun her kıyyesine beşer para nakliye ve ikişer para hizmet-i mübaşiriyye ücreti tahsil olunması emredilmiştir (KŞS 67: 179-1). Kurşunun nakleden kaza ahalilerine 1814 yılında kıyyesine üç para ücret ödenirken, 1811 yılında kurşunu nakletmek yerine ücretini ödeyen kazalardan aynı oranda kurşun için yedi para ücret alınması, kurşun taşıma görevinin kazaların yükümlülüğü olduğunu göstermektedir. Her ne kadar devlet tarafından kurşun taşıma görevi vergi olarak değerlendirilmese de bugünkü anlamda bir angarya olduğunu söylemek mümkündür. Zira devlet, kurşunu taşıyan kaza ahalilerine verilen ücretlere bakarak, sadece taşıma masraflarını vermiştir.

 

Bozkır madeninde üretilen kurşunun Alanya İskelesi yerine İzmit İskelesi’ne taşınmaya başladığı dönemlerde ise, kurşunun nakli doğrudan karadan yapıldığından kıyye yerine kantar üzerinden taşıma ücreti hesap edilmiştir. 1822-1823 yılında İzmit İskelesi’ne nakli için kurşunun her kantarına 50 kuruş nakliye ücreti isteyen Alanya ahalisinin isteği kabul edilmemiş ve kantarının 20 kuruşa taşınması ve taşıma ücretinin maden emini tarafından peşin olarak ödenmesine karar verilmiştir (BOA, DRB.d 159). 1827-1828 yılında da kurşunun kantarı İzmit İskelesi’ne 20 kuruşa Alanya sancağı ahalisi tarafından taşınmıştır (BOA, DRB.d 1044). Bozkır madeninden İzmit İskelesi’ne nakil işlemiyle benzerlik olması nedeniyle Bereketli madeniyle ilgili şu örnek verilirse durum aydınlatılacaktır. Bereketli madeninde İzmit İskelesi’ne kurşun gönderilirken kurşunu götüren devecilerin eline devecilerin isimleri ile develerine ne kadar kurşun yüklendiğine dair bir mühür tezkere verilir, kurşun iskeleye vardığı anda vezn edilerek teslim alınır ve devecilere yeniden mühür tezkere verilerek teslim edilen kurşunun miktarı deftere yazılırdı. İskeleye getirilen kurşunlar ise sefineye yüklenerek İstanbul’a nakledilirdi (BOA, MEDAD 9: 430-2). Bozkır madeninde üretilen kurşunun taşınmasında yeni bir değişikliğe 12 Mayıs 1834 tarihinde gidilmiştir. Buna göre 1823 yılından itibaren Bozkır madeni üretimi kurşunu İzmit İskelesi’ne Alanya sancağı ahalisi deve tedârik ederek taşırken yine aynı sancak tarafından Alanya İskelesi’ne nakledilmesine karar verilmiştir (BOA, MEDAD 3: 280-2).


329

 

 

2.3. Altın ve Gümüşün Nakli

 

Bozkır madeninde üretilen gümüş ve mahlût sîm olarak adlandırılan altınla karışık gümüşün bir kısmı vergi olarak ücretsiz, kalan kısmı ise devlet tarafından satın alınarak darphaneye gönderilirdi. Bozkır madeninden gönderilen bu madenlere “hazine” denilmekteydi (BOA, MEDAD 8: 674-2). Bozkır madeninden gönderilen bu hazineler kara yolu ile darphaneye nakledilmekteydi. Bu nakil işlemi hazinenin torbalara doldurularak tartılması ve hayvanlara yüklenmesiyle belirli bir yol güzergahı takip edilerek darphaneye teslimi ile gerçekleşirdi.

 

Altın ve gümüşler torbalara doldurulur ve bu torbalar hazine-bend edilirdi722. Yani ağızları bağlanırdı. Yaklaşık 40.385 kg ağırlığında olan bu torbalar (Tızlak, 1997a: 164), işlenmiş madenler ya da işlenmemiş cevherler olarak mühürlenir723, maden emininin görevlendirdiği bir memur tarafından yola çıkarıldığında bu madenleri taşıyan görevliye hazinenin miktarını belirten bir pusula verilirdi (Özkaya, 2008: 312). Nitekim Bozkır madeni emini Halil, 11 Mayıs 1778 tarihinde gönderilen gümüşlerin teslim edildiğine dair sened istemiştir. Bozkır madeninde mevcut olan sim “bir himl724 hazinebend olunubçukadarları Mustafa Ağa’ya terfikan emekdâr ve mutemedimiz Abdullah Efendi ile Darbhâne-i ‘Âmireye ba‘s ve tesyîr olunub kaide üzere mikdâr-ı derâhimi ve kıt‘âtı beyanıyla bir kıt‘a mühür icmâl mevzû‘â irsâl olunduğu ma‘lûm‘ılm-i ‘âlilerî buyruldukda ba‘de’l-vezn teslimini müş‘ar senedâtın tarafıma i‘tâsı (BOA, C.DRB 1058) denilerek ne miktar gümüş gönderildiğinin mühürlü olarak gönderildiğini belirterek tesliminde de kendisine miktarını gösteren bir belge verilmesini maden emini talep etmiştir. Bozkır madeninde üretilen gümüşler ya da gümüşle karışık haldeki altınlar üretildiği anda

 

 

722 Bozkır madeninde imâl ve hazine-bend olan simin darphaneye teslim (BOA, DRB.THR 36/25) edilmesi emrinde de aynı anlamda kullanılmıştır.

723 Gümüşhane madeninde ise, altın ve gümüş cevherleri cesîm izabehanelerden çıktıktan sonra ceviz sandıkları içine konularak maden emini ve ustabaşı tarafından temhîr edildikten sonra hazine-i amireye gönderilirdi (Abdürrahim Şerif 1341: 402). Yani ceviz sandıkları maden emini ve ustabaşı tarafından mühürlendikten sonra cevherler gönderilirdi. Kimin elinde mühürsüz gümüş bulunursa alınacağı maden kanunnamelerinde geçmektedir (Akgündüz, 1990a: 558; Anhegger-İnalcık: 2000: 8).

 

724 Halil İnalcık bir himl maden cevherini 4 kabal=77 okka ve 140 dirhem bugünkü anlamda 99,576 kg (İnalcık, 1991a: 21; İnalcık, 2003; 254) olarak vermiştir. Bir hiçe, üç himle eşitti (Spaho, 1913: 143). Osmanlı nizamnameleri kabalı bir hayvan yükü cevher ve hiçeyi iki bargir çektügi cevher yükü olarak tayin etmekteydi (İnalcık, 1991a: 16). Dolayısıyla bir himl dört kabal olduğuna göre bir hiçe 12 kabal olmalıydı ki İnalcık küçük hiçenin 12 kabala eşit olduğunu tespit etmiştir (İnalcık, 1991a: 21).


330

 

gönderilmez, biriktirilmek suretiyle senede birkaç defa olmak üzere İstanbul’a gönderilirdi. 12 Mart 1782 tarihinde, dört defa ve bir de geçmiş seneden kalan sim hazinesi için 600 kuruş harcırah verilmiştir (BOA, C.DRB 3090). Bu durum belgelerde şöyle ifade edilmiştir; “… hâsıl olan zer ve simin bir dirhemin ketm olunmayarak hazinebend ile peyderpey darbhâne-i âmireme irsâle …” (BOA, MEDAD 9: 223-1).

 

Bozkır madeninden Üsküdar’a ulaştırılan gümüş, kurşunun İzmit İskelesi’ne gönderildiği yoldan gönderilmiş olmalıdır. Bozkır madeni ile Üsküdar arasının 121 saat olduğuna yukarıda değinilmiştir. Dolayısıyla Bozkır madeni üretimi olan mahlut sim ve saf sim Bozkır madeninden başlayarak Seydişehir- Beyşehir- Kırili- Akşehir-Hüsrev Paşa Hanı- Seyitgazi- Eskişehir- Bozöyük- Yenişehir- İznik- Geyve üzerinden İzmit’e ya da Dil İskelesi’ne, Gebze’ye oradan da Üsküdar’a ulaştırılmış olmalıdır (Harita 3; Redif Askeri Tâlimatnamesi Sûreti, 813/4). Anadolu’da bulunan yollar içerisinde bulunan sağ kol güzergahı Üsküdar’dan başlamak üzere Gebze- Dil İskelesi veya İzmit üzerinden devam etmekteydi (Harita 3). Ancak altın ve gümüşler atlarla taşındığına göre karadan İzmit üzerinden Gebze yoluyla Üsküdar’a ulaştırılmış olmalıdır725. Bu sağ kolun ana yolundan ayrılarak Beyşehir ve Seydişehir üzerinden Bozkır madeni emanetine ulaşan tali yolda da menziller vardı. 27 Eylül 1802 tarihinde, Seydişehir ve Kırili kazaları menzilleri için vilayet tarafından bir kiracıbaşı tayini, ulaklara zorluk çıkarılmaması ve menzillerde 12 at bulundurulması Alanya mutasarrıfı, asker başbuğu ve Bozkır madeni emini olan Abdurrahman’a emredilmiştir (BOA, C.NF 1604). 16 Mayıs 1836 tarihinde Bozkır kazasından Siristat muhtarı sanisi olan Hacı Mehmet, menzilci olarak kayıtlıdır (BOA, NFS.d 3316: 2).

 

Madenlerden gelen sim hazinesi hakkında “… Üsküdar’a gelinceye dek yol üzerlerinde her kangınızın taht-ı kazâsına dâhil olur ise mümen ve mahfûz-ı birle kondurub ve müstevfî adamlar ta‘yîni ile gîcelerde ve gündüzlerde bekledüb ve esnâ-yı râhda yanına mikdâr-ı kifâye tüfeng-endâz ve müsellem ve yarâr ve secî‘ adam

 

72518 Ağustos 1803 tarihinde, gönderildiği yer olarak maden canibinden diye bahsedilen bir hazinenin naklinde bu yol kullanılmıştır. Maden tarafından İstanbul’a gelen hazineye, İzmit menzilhanesinden çıktıktan sonra Gebze’ye giderken Taşkiri ve İzmit arasında eşkıya saldırmış ve hazinenin çalındığı görevli tatar tarafından bildirilmiştir. Askeriyle birlikte mahalle gelen İzmit mütesellimi hazine konan torbaları bulmuştur (BOA, C.ZB 1326)


331

 

koşub gereği gibi mahalli hıfz ve hırâset iderek emîn ve sâlim kazâdan kazâya ulaşdırub ve üzerlerine ta‘yîn olunan adamlar hazîne-i mezkûre üzerinde müteferrik olmayub mashûben bi’l-yevm vardıkları kazânın kadısından i‘lâm-ı şer‘iyye ahz ve ol-vecihle ‘avdet eylemek üzere tenbih ve te’kîd olunmak fermânım olmağın şöyleki hazîne-i mezkûrenin hıfz ve hırâseti husûsunda bir dolu tekâsül ve ta‘assubunuz sebebiyle…” denilerek hangi kazanın hududunda hazineye bir zarar gelirse öne sürülecek bahanelere itimat edilmeyip mallarından iki katı ile tazmin edileceği de bildirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 569-2). Maden hazinesinin geçtiği yolun güvenliği, yol üzerindeki vali, kadı ve naiblerin sorumluğundaydı. Bu görevlilerin temel görevi hazine gelmeden gerekli tedbirleri almaktı. Bu tedbirler hazinenin korunması için gerekli, yukarıda özellikleri belirtilen adamları ayarlamak ve hazinenin konulacağı yerleri hazırlamak olmalıdır. Hazine bu görevlilerin kazalarına girdiği zaman ise madenin korunması için adamlar görevlendirilir ve kendisine hazineyi teslim eden bir önceki kaza ahalisine teslim alan kazanın kadısı teslim ettiklerine dair bir ilam verirdi. Bunun nedeni her kazanın bir sonraki kazaya teslim ettiği hazine miktarını tespit etmek olmalıdır, herhalde ortaya çıkan bir anlaşmazlık neticesinde bu belge kullanılmış olmalıdır zira bu belgelerin saklanması ilgili kazalardan istenmiştir. Hazinenin başına bir iş gelmemesi için görevliler gece-gündüz ve yollarda götürülürken bu hazineyi korurdu. Hazineyi korumakla görevli kişiler hazineyi belgede ifade edildiği haliyle mashûben yani birlikte korurdu. Hazinenin başına bir iş gelmesi halinde ilgili görevlilerden ve hangi kazada bir sorun olmuşsa o kaza halkından iki katıyla hazinenin bedeli alınırdı726. 6 Ağustos 1790 yılları arasında Bozkır madeninde üretilen 33 kıyye altın ve gümüş darphaneye gönderileceği zaman eşkıyalar tarafından Kırili kazasında yağma edilmiştir. Maden emini ve yanındakilerden alınan para, sermaye akçesi ve maden bedellerinin kaza ahalisinden ve bu olaya karışanların toplanması, 8 Ekim 1790 tarihinde emredilmiştir (BOA, C.DH 12225).

 

13 Ocak 1784 tarihinde, maden hazinesinin geçtiği yolun güvenliği, yol üzerindeki vali, kadı ve naiblerin sorumluğundaydı. Burada hazine olarak bahsedilen madene gönderilen sermayeydi. Ancak her iki hazinede aynı güzergah üzerinden


 

726 Bu konuda bkz. BOA, MEDAD 8: 569-2; 623-2; 570-1.


332

 

gönderildiğinden aynı şartlar geçerli olmalıdır. Bu nedenle sermaye ya da sim hazinesinin geçeceği bölgedeki görevliler hazine kendi kazalarına ulaşmadan önce tedbir alırlar ve hazine kendi bölgelerine girdiği zaman ise, madeni taşıyan kafilenin refakatine müsellem, şeci‘, yarâr, bahâdır, tüfeng-endâz görevliler727 verir ve kafilenin konakladığı yerlerde gerekli güvenlik tedbirlerini alırlardı. Bu hazine güvenli bir şekilde bir sonraki mahalle sevk edildiğinde varılan kazanın kadı ya da naibinde ilam ve sermayenin naklinde sorumlu mübaşirden mühürlü sened alınırdı. Hazinenin başına bir iş gelirse, ortaya çıkan zarar iki katıyla görevlilerden tazmin ettirilirdi728(BOA, MEDAD 8: 623-2). Madene gönderilen sermaye konusundaki bu emrin hemen altında ma‘den-i merkûmeden gelecek zer ve sîm hazînesinin dahi Üsküdar’a gelince muhafaza ve muhâresesiçün siyâk-ı meşrûh üzere başka emr-i şerif (BOA, MEDAD 8: 623-2) bilgisinin bulunması aynı şartların geçerli olduğunu göstermektedir729.

 

Madenden çıkarılan altın ve gümüşler bir görevli ile gönderilirdi (BOA, DRB.THR 6/34). Bu hazinelerle yola çıkarılan tatar ya da mübaşirlerin kazadan kazaya güvenli bir şekilde ulaşması, gerekli menzil atlarının görevlilere verilmesi, bu görevlilerin boş yere tutuklanmaması ve bunlardan çeşitli bahanelerle ücret alınmaması gerekirdi (BOA, C.ML 219). 25 Kasım 1741 tarihinde, Keban ve Ergani madenlerinden gönderilen sim hazinesi Turhal kasabasına geldiğinde, hazine kasaba halkının belirlediği yere indirilmiş ve ahaliden yanına yeniçeriler tayin olunmuştur. Fakat Turhal naibi tarafından bu hazinenin çalındığı bildirilince, durumu yerinde araştırmak üzere bir mübaşir tayin edilmiştir. Simin bulunamaması durumunda bu miktarın kasaba halkından tahsil edilmesi ve her dirhemine 25 akçe olmak üzere 4.441,5 kuruş 20 akçe toplanması emredilmiştir730 (BOA, C.DRB 1162).

 

 

 

727 Bu kişiler doğru, cesur, faydalı, yiğit ve tüfek kullanabilen kişiler olmalıydı.

728 Gönderilen her sermaye akçesinde bu emirler tekrar edilmiştir. Bu konuda bkz. BOA, MEDAD 8:

569-1; 623-2; 628-2; 631-2; 633-2; 651-2; 651-3.

729 Bozkır madeninden gönderilen altın ve gümüşlerin Üsküdar’a gelene kadar korunmasına dair verilen emirler için bkz. BOA, C.DRB 1092; BOA, MEDAD 8: 570-1.

 

730  Madenlere gönderilen sermaye veya madenlerden darphaneye gönderilen altın ve gümüşün naklinde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri güvenlik altına alınması konusunda birçok emirler yayınlanan yollarda meydana gelen eşkıyalık hareketleriydi. 23 Temmuz 1790 tarihinde, Keban ve Ergani madenleri tarafında bulunan darphane nazırının çukadarı Deraliyye’ye menzil ile gelirken Tosya’ya 1,5 saat mesafedeki Çiftlik isimli mahalde önlerine beş kişi çıkıp mallarını yağmalamıştır.


333

 

Maden hazinesi yola çıktıktan sonra yolculuğun her aşamasında İstanbul bilgilendirilir, darphaneye ulaştığında ise durum maden eminine bildirilirdi. Semer ve menzil ücretleri, tatar ve çukadar harcırahları ve diğer nakliye masrafları maden eminince karşılanır, bunlar maden emininin hesabına masraf kaydedilirdi (Bölükbaşı, 2010: 75-76). Bu masrafların yanında harcırah “hazine ağasına verilen, konakçıya verilen” semer, urgan ve torba masrafı (BOA, D.MMK.d 23125: 4; BOA, HH.d 18253: 2, BOA, HH.d 13823: 2 ) da vardı.

 

İstanbul’a ulaştıktan sonra bu madenler, çeşnî işlemine tabi tutulurdu. Bu işlem darphanenin kimyahane ve ayar tayin etme dairesi olan çeşnî dairesinde gerçekleşirdi (Musa Kazım, 1329: 551). Bozkır madeninden gelen zer ve sim defterdar (BOA, C.DRB 2343; BOA, AE.SABH I 13074, 13355) ve darphane nazırının da (BOA, C.DRB 2406) hazır bulunduğu bir heyet huzurunda önce vezn edilir, sonra çeşnî tutulurdu (BOA, D.BŞM.DRB 16/49). Burada Bozkır madeninden gelen sim-i saf ile sim-i mahlut vezn olunarak, sim-i mahlutun çeşnîsi tutulurdu. Bu işlemlerde gümüşün miktarı ve sim-i mahlut içinde ne kadar altın olduğu ortaya çıkarılırdı (BOA, C.DRB 2406). Bu işlemden sonra bir senet hazırlanır, durum padişaha iletildikten sonra belirtilen fiyat üzerinden hesabı yapılarak maden eminine gelir kayıt olunurdu. Darphanedeki fiyat, madenlerdeki satın alma fiyatından daha yüksekti. Bunda başlıca etken eminlerin nakliye gibi konularda bu hazineler için yaptığı masrafların karşılanması düşüncesi vardı (Tızlak 1997a: 164). Sim vezn olunup çeşnî tutulduktan sonra ecnâs-ı nukûd-ı kat‛ olunmak için ifrâzcıyâna teslim edilirdi731 (BOA, HAT 180/8191; BOA, C.DRB 2408). Burada vezn işlemi gelen cevherin tartılarak miktarının belirlenmesini, çeşnî ise gelen cevherlerin kalitesi ile altın ve gümüş oranlarının belirlenmesini ifade etmektedir.

 

 

 

 

 

 

Ancak yapılan araştırma sonucu Hacı Hamza menzilcisinin de eşkıya ile birlikte hareket ettiği tespit edilmiştir (BOA, C.ZB 775).

 

731 “… Cümle müvâcehesinde vezn olunan sim yalnız dört bin iki yüz altmış beş dirhem gelüb ol-mikdâr sîm-i sâfî darbhâne-i ‘âmirede ecnâs-ı nukûd-ı kat‘ olunmak üzere ifrâzciyâna teslim olunduğu …” belirtilerek başmuhasebeden hesabının görülmesi darphane nazırı tarafından arz edilince verilen emir gereği başmuhasebeden hesabı görülürdü. 7 Ocak 1786 tarihinde gönderilen 4.265 dirhem gümüşün dirhemi 21 akçeden toplam 89.565 akçe bir başka deyişle 746 kuruş 45 akçe tutan değeri başmuhasebeden hesap edilmiştir (BOA, C.DRB 1778).


334

 

2.4. Sermaye

 

Osmanlı devletinde madenlerin üretim yapabilmesi ve yapılan üretimin devlet tarafından satın alınabilmesi için madenlerde sermayeye ihtiyaç duyulmaktaydı. Bozkır madeni eminlerine madenin açılışından732 itibaren madende üretilen kurşun, altın ve gümüşün satın alınmasında kullanılmak üzere sermaye verilmiştir (BOA, MEDAD 8: 611-2). Zira germiyyet üzere yapılan üretim darphaneden gönderilen sermayeye muhtaç olduğundan (BOA, DRB.THR 9/15) bu nedenle darphane mevcudundan sermaye gönderilirdi (BOA, C.DRB 3136). Sermaye yola çıktığı zaman durum maden eminine bildirilirdi (BOA, C.DRB 1092). Sermaye hatt-ı hümayunla Bozkır madeni eminine ba temessük/borç senedi ile verilirdi733 (BOA, D.DRB.HAT 4/32). Maden eminine darphaneden verilen sermaye temessük edilir ve bu temessük darphanede muhafaza edilirdi. Kâ‘ide-i ma‘den üzere halef selef eminler hesaplaşırken yeni emine bu sermayenin de teslimi gerektiğinden bu temessük kaydı da hatırlatılırdı. 1808 yılında maden emini olan vezir İbrahim Paşa’ya madene sermaye olmak için 20.000 kuruş verilmişken 1809 senesinde atanan Ömer’e bu sermayenin teslim edilmesi emredilmiştir (BOA, C.DRB 542).

 

Sermaye akçesi734 olarak adlandırılan bu sermayeden Bozkır madeni emini olanlar tarafından gönderilen altın ve gümüşün değeri düşülürdü (BOA, MEDAD 9: 188-1). Maden eminlerinin gönderdiği altın ve gümüşün değeri kendisine verilen sermaye bedelini geçince temessük kendisine iade olunurdu (Bölükbaşı, 2010: 72). Gönderilen madenlerin değeri ve nakliye masrafının verilen sermayeden fazla olması durumunda fazla olan miktarın bedeli emine gönderilirdi (BOA, D.DRB.HAT 8/23). Maden emini ise, kendisine teslim edilen sermayeyi, madenin üretim yapabilmesi için madencilere dağıtırdı (BOA, MEDAD 9: 188-1; BOA, AE.SABH I 4193). Maden emini bu sermayeyi madende bulunan ustabaşı, usta ve piristatlara verir ve onlar eliyle sermaye diğer madencilere dağıtılırdı (BOA, D.DRB.THR 9/20). Maden

 

732 Bozkır madeninde ilk maden emini Genç Ali’ye 10 ve sonraki emin Süleyman Ağa’ya 50 kese sermaye akçesi gönderilmiştir (BOA, MEDAD 8: 611-2).

 

733 Bozkır madeni emini de sermaye akçesini madencilere genellikle temessükle verirdi ve bu durum bâ-temessük olarak ifade edilirdi. Ancak maden emininin bilâ-temessük olarak temessük almadan da sermaye akçesini madencilere verdiği ile ilgili örnekler de vardı. 30 Nisan 1779 tarihinde ambara konan zahire, madencilerin borçları ve madendeki kurşunun tahminen 55 kese akçe olduğu dile getirilmiştir (BOA, C.DRB 1058).

 

734 Sermaye akçesi yanında gönderilen sermayeye hazine de denilirdi (BOA, MEDAD 8: 651-2).


335

 

eminleri sermaye kendilerine hangi şartlarla verilmişse madencilere de o şartlarla verirdi. Zira maden eminlerinin değişiminde, alacaklı oldukları madencilerin borçları devir teslimde gündeme gelmekteydi.

 

Madenin kapatıldığı 1785 yılında maden emininin hesabı görülünce 50.633 kuruş sermaye, 4.000 kuruş kömür bedeli olmak üzere 54.633 kuruş kayıtlıdır, iki senelik emanetinde gönderdiği altın ve gümüşün 6.698 kuruşluk değeri düşülünce zimmeti 47.935 kuruş olmuştur. Ancak Mevlana Türbesi için 10.000 ve Hadim Kütüphanesi için verilen 3.000 kıyye kurşunun bedelleri de eklenince bu zimmet 69.528,5 kuruşa çıkmıştır. Taraf-ı şeriden verilen defterde kayıtlı bu borç darphaneye735 ödenmediği sürece eminin hesabı kapanmayacaktı (BOA, C.DRB 810). Bu borç içerisinde Bozkır naibi Seyyid Mehmet tarafından tutulan defterde, toplam 23.455 kuruş borcu olan 26 kişinin gerek cevher nakli gerekse maden işlerinde kullandıkları paralardan dolayı olan borçları derûn-ı defterde mestûr olan yâftelu ustaların birbirlerine kefîl oldukları kayd-ı şedd denilmiştir (BOA, C.DRB 810, lef 4).

 

Madenlere sermaye olarak verilen miktardan darphaneye gelen gümüş ve kurşunlar düşülür ve sermaye aylık defterine masraf olarak kaydedilirdi (BOA, D.DRB.THR 8/54). Emin değişimi esnasında hesaplar görülürken sermaye akçesine karşılık gelen gümüş736 ve kurşun737 hesap edilerek eski maden emininin borcundan düşülürdü (BOA, MEDAD 8: 689-2, 782-1). Üretilen gümüş ve altının sermayeyi karşılayamaması durumunda bu para eminin muhallefâtından tahsil edilmeye çalışılırdı738 (BOA, C.ML 3525; BOA, C.DH 3592). Bu da yeterli olmazsa bu sermayenin varsa kefil olanlardan tedârik edilmesi gündeme gelirdi (BOA, C.ML 3690).

 

 

 

735 1781 yılında gönderilen sermaye ile ilgili şu ifade kullanılmıştır: … Darbhane-i ‘Âmire mevcûdundan hazine-bend olan merkûm ma‘den emini Mustafa’ya teslim olunmak üzere… (BOA, MEDAD 8: 651-3).

 

736 Bozkır madeni açılmadan diğer madenlerde bu sistem uygulanmıştır. 1741 yılında gümüş satın almak üzere sermaye gönderilmiştir (BOA, DRB.d 968: 43-1).

 

737Kurşunun maden eminlerine verilen sermaye karşılığında devlet tarafından alındığı şu şekilde ifade edilmiştir: “…Darbhâne-i ‘âmireden ma‘den ümenâsına mühûren temessük ile nakden virilen asl-i sermâye-i kadîm akçesinden olub sermâye-i mezkûr mukâbili zer ve sîm gibi gelüb…” (BOA, MEDAD 8: 782-2).

 

738 Sermaye akçesinden 36.539,5 kuruş Kadı Paşa’nın zimmetinde kalmıştır (BOA, C.DH 3592).


336

 

Darphaneden verilen sermaye ile kazalardan alınan kömür bedeliyesi maden eminlerine zimmet olarak kayıt edilirdi. Madende üretilen altın, gümüş ve kurşun bahaları ile kurşun nakli için harcanan ücretler sermayeden düşülerek eminlerin hesabı ortaya çıkarılırdı. Maden edevatı, fırın ve madencilerin masrafları da bu sermayeden karşılanırdı (BOA, D.DRB.HAT 2/27). Bunlara ek olarak kazaların kanuna aykırı iş yapmaları durumunda nezr adı altında ödemeyi taahhüt ettikleri paralar da Bozkır madeni sermayesine kayıt olunurdu (BOA, MEDAD 9: 179-1). Bunlar dışında maden eminlerinin hesaplaşmalarında ortaya çıkan zimmet (BOA, MEDAD 8: 616-1) ile darphanenin madene bağlı kazalardan alacağı meblağ739 da madene gelir olarak kaydedilirdi (BOA, MEDAD 9: 172-1). 1827 yılında belirli miktarda kurşun ve gümüş gönderme karşılığında emine verilen sermaye akçesine bir sarraf kefil olmuştur. Yine gönderilecek kurşun ve gümüş miktarının verilen sermayeden düşülmesi istenmiştir (BOA, DRB.d 1006). Maden eminine sermaye olmak üzere 23 Aralık 1827 tarihinde 7.500 kuruş verilmiş ve bu miktarın madenden gönderilecek gümüş ve kurşunun fiyat-ı mîrîlerine mahsup olacağı belirtilmiş ve Bozkır madeni emini el-Hâc Ali Ağa’nın sarrafına mühürlü senet verilmiştir (BOA, DRB.d 974: 3).

 

Bozkır madenine gönderilen sermaye nakden ya da havaleten verilirdi740. Buna göre 10 ay 27 günde 11 Mart 1783 tarihine kadar darphaneden üç seferde nakden 10.500 kuruş verilmiştir. Eski emin Ali Ağa’nın ahali zimmetlerindeki 6.866 kuruş bakayası, madenci zimmetlerindeki 4.971 kuruş bakayası ve bu eminin muhallefâtından 436,5 kuruş makbumuz denilerek sermayeye dahil edilmiştir. Bununla birlikte Armudcuzade Hüseyin Ağa’nın Asarlık zeametinden 620 kuruş, Bozkır kazası niyabetini aylığı seksener kuruştan 14 aylık 1.120 kuruş, Seydişehir kazası kömür bedeli 5.333 kuruş 40 akçe gibi havaleten makbuz olarak ve Aladağ ahalisinden 1.350 kuruş ba-temessük makbuz denilerek sermayeye kaydedilmiştir. Bu tarihte toplam sermaye olarak görünen miktar 39.636,5 kuruş 40 akçeydi (BOA, C.DRB 3090). 1818 yılında ise maden emini Ahmet Ağa’ya 37.921 kuruş sermaye

 

739 Gümüşhane madenlerinde bakır satın almak için bazı kazaların vergilerinin toplanması görevi de emine verilmiştir (BOA, C.DRB 1828).

740 Darphaneden madenlere sermaye gönderilirken poliçe çekmek, nakden para göndermek veya o bölgedeki gelir kaynaklarından bazılarını madene tahsis etmek şeklinde üç usul kullanılmıştır (Bölükbaşı, 2010: 72).


337

 

ile İbrahim Paşa zimmetinde kalan 17.185,5 kuruş da sermaye olarak kaydedilmiştir (BOA, D.DRB.HAT 13/7).

 

11   Kasım 1785 tarihinde, yedi yıllık hesapta maden eminlerinin zimmetinde 87.756,5 kuruş sermaye olduğu görülmüştür. Bu miktarın 44.625 kuruşu maden emini Ali Ağa zimmetinde, 43.101,5 kuruş ise Fazlı Ağa zimmetindeydi. Bu borçlara karşılık Alanya İskelesi’nde mevcut olan kurşunun darphaneye teslimi ile borç

 

kapanacaktı. Geliri giderini karşılayan madenin yıllık 17.500 kuruş faizi vardı741 (BOA, MEDAD 8: 681-1; BOA, MAD.d 7873: 109). Yıllık 39.628 kuruş hasılatı olan madenin balta hesabınca kömür bedeliyesi olan 10.750 kuruş ve sermaye olarak verilen 22.128 kuruş olmak üzere toplam 32.878 kuruş gelirinin hasılattan düşülmesiyle yıllık madenin 6.750 kuruş geliri göründüğü, bu gelirin 17.500 ve 20.000 kuruş olabileceği ancak darphaneye gelirinin az olduğu belirtilen madenden dolayı reayaya yapılan zulmün engellenemediğinden bahsedilmiştir (BOA, MEDAD

 

8:   681-1; KŞS 64: 115-1).

 

Bozkır madenine ait sermaye ile birlikte madene ait diğer eşyaların çalınması halinde, hırsızlık olayı hangi kazada meydana gelirse o kaza halkından tahsil edilirdi.

4   Mayıs 1791’de, Bozkır madeni emini Mehmet, madene ait kömür bedeliyesi ile bazı bakayayı tahsil etmek için Kırili kazasına gittiğinde (BOA, MEDAD 9: 190-1) kazadan bazı kişilerin tahrikiyle eşkıya, maden eminine saldırıp madene ait sermaye ile bazı emval ve eşyayı yağma etmiştir (BOA, MEDAD 9: 189-3). Sonra bu paralar ilgili kişiler ile kaza ahalisinden tahsil edilmiştir (BOA, MEDAD 9: 192-1).

 

2.4.1. Sermayenin Nakli

 

Genelde yeni bir eminin ataması ya da emin tarafından sermaye talebi üzerine gönderilen sermaye yola çıkarıldığı zaman kazaların kadı ve naiblerine bu sermayenin salimen ulaşması için gerekli tedbirleri almaları emredilirdi (BOA, MEDAD 8: 569-1, 623-1). Her görevli kendi kazası boyunca adamları vasıtasıyla bu sermayeyi korurdu (BOA, MEDAD 8: 664-d). Madenlerdeki üretimin devam etmesi,


 

 

 

741 9 Haziran 1785 tarihinde de madenin geliri yaklaşık olarak altın ve gümüşün kârı 5.500, mübayaa kârı 1.500, kurşun kârı 1.500 ve kömür bedeliyesi 4.000 kuruştu. Geçen seneye kıyasla geliri masrafını karşıladıktan sonra yıllık 17.500 kuruş kârı ortaya çıkmıştır (BOA, D.BŞM.DRB 16/47).


338

 

madenin ve madencilerin çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması742 bu sermayeye bağlı olduğu için devlet, sık sık hazinenin geçeceği yerleşim yerlerinin görevlilerini uyarmıştır. Bozkır madeni için gönderilen sermaye hangi kaza sınırları içine girerse yarar ve bahadır adamlar tayini ve yeniçerilerle kazadan çıkarılması ve konak yerine kadar muhafaza edilmesi Üsküdar’dan Bozkır madenine varıncaya kadar yol üzerindeki naib, voyvoda, mütesellim, ayan, iş erleri ve yeniçeri serdarlarına emredilirdi (BOA, C.DRB 3050). Bu görevlilerin kazalarından hazinenin güvenli bir şekilde geçmesi üzerine mahallin kadısı ya da naibinden i‘lâm ve sermayeyi götüren mübaşirden de mühür sened alması gerekirdi (BOA, C.DRB 1029).

 

Maden hazinesinin geçtiği yolun güvenliği, yol üzerindeki vali, kadı ve naiblerin sorumluğundaydı. Bu görevliler hazine kendi bölgelerine ulaşmadan önce tedbir alırlar ve hazine bölgelerine girdiği zaman ise, madeni taşıyan kafilenin refakatine müsellem, şecîʻ, yarâr, bahâdır, tüfeng-endâz görevliler743 verir ve kafilenin konakladığı yerlerde gerekli güvenlik tedbirlerini alırlardı. Güvenli bir şekilde sevk edildiğinde varılan kazanın kadı ya da naibinden ilam ve sermayenin naklinden sorumlu mübaşirden mühürlü sened alınırdı. Hazinenin başına bir iş gelirse, ortaya çıkan zarar iki katıyla görevlilerden tazmin ettirilirdi744 (BOA, MEDAD 8: 674-1).

 

Bozkır madenine gönderilen sermaye ile ilgili bir belge tam olarak verilirse konu daha iyi anlaşılacaktır. Zira bütün belgelerde sermayenin korunması ve bir sonraki kazaya nakledilmesi konusunda aynı bilgiler tekrar edilmiştir. “İ‘mâline irâde-i ‘aliyye-i mülûkânem ta‘alluk eyleyen Bozkır ve tevâbi‘ ma‘denlerinin i‘mâl ve idâresiçün bu def‘a darbhâne-i ‘âmirem mevcûdundan sermâye gönderilmesini muktezî olduğuna binâ’en iktizâsına göre darbhâne-i ‘âmirem mevcûdundan hazine-

 

742 “…Mağara hafrı ve cevher nakli ve furun harkı masrafları madenciler tarafından verilmekle madencilerin hasıl edecekleri zer ve sim bahalarına mahsuben her bir madencilere iktizasına göre ale’l-hesap birer miktar akçe verilmek ve sair edevatı madeni görmek için maden eminleri yedinde vâfir sermaye bulunmak ve bâze senelerde nemalı cevherler zuhurunda madencileri tahris ile kesret üzere fırınlar harkı için iktizasına göre ziyade sermaye bulunmakta menâfii azîme zuhuru bedîhîdir…” (Çağatay, 1942a: 64).

 

743 Bu görevlilerde aranan özellikler sırasıyla doğru, cesur, faydalı, yiğit ve tüfek kullanabilen kişiler olmalarıydı.

744 Bozkır’a gönderilen sermayenin güvenli bir şekilde madene ulaşması konusunda yol üzerinde bulunan ehl-i örf taifesine sürekli emirler gönderilmiştir. Bu konuda bkz. BOA, MEDAD 8: 569-1; 623-2; 628-2; 631-2; 633-2; 651-2; 651-3; 674-1; BOA, C.DRB 3136.


339

 

bend ve ma‘den-i merkûm emini Halil dâme mecdühüye teslîm olunmak üzere (boş) zîde kahruhü yediyle ol-cânibe irsâl olunmuş olmağla siz ki vülât ve hükkâm ve kuzât ve nüvvâb vesâ’irlerisiz zikr olunan hazîne her kangınızın havza-i hükûmetine ve taht-ı kazâsına dâhil olur ise müsellem ve yarâr ve secî‘ ve bahâdır ve tüfeng-endâz adamlar ta‘yîn ve kazâlardan ihrâc ve konak yerine dek kemâl-i muhâfaza ve muhârese îtdirderek emnen ve sâlimen mahalline tesyîr ve selâmet-i birle dâhil olunduğunu müş‘ar vardıkları kazânın kuzât ve nüvvâbından i‘lâm-ı şer‘iyye ahz ve hazîne nakline me’mûr mübâşirî yedinden dahî mühür sened ahz ve hıfz eylemeniz fermânım olmağın hassaten işbu emr-i celîlü’l-kadrim ısdâr ve (boş) ile irsâl olunmuşdur îmdî vusûlünde zikr olunan hazînenin emnen ve sâlimen vüsûlü matlûb-ı pâdişâhânem olduğuna binâ’en her kangınızın taht-ı kazâsına dâhil ve vâsıl olur ise müsellem ve yarâr ve secî‘ ve bahâdır ve harb ve darbe kâdir tüfeng-endâzlar ta‘yîn ve hazîne-i merkûmu kemâl-i mertebe muhâfaza ve muhârese îtdirderek konak yerine ulaşdırub emnen ve sâlimen vusûlünü müş‘ar kuzât ve nüvvâbından i‘lâm ve mübâşirî yedinden dahî mühûr sened ahz ve yedlerinizde hıfz itdirmeğe müsâra‘at ve eğer mu‘aned olunub hazîne-i merkûmeye zarar ve gezend irişdirmek ihtimâl olur ise iki kâtı mallarınızdan tazmîn olunduğundan gayrî müstehak-ı ‘atâb olacağınızı mukarrer bilüb ana göre ‘amel ve hareket eylemeniz içün Üsküdar’dan Bozkır ma‘denine vârıncaya değin yol üzerlerinde vâki‘vülât ve hükkâm ve kuzât ve nüvvâb ve mütesellim ve a‘yân-ı vilâyet iş erlerine hitâben emr-i şerîf virildi.

 

Ma‘den-i merkûmeden gelecek zer ve sîm hazînesinin dahî Üsküdar’a gelince muhâfaza ve muhâresesiçün siyâk-ı meşrûh üzere başka emr-i şerîf. 9 Cemâziye’l-evvel 1193 (BOA, MEDAD 8: 628-2; BOA, C.DRB 1092).

 

Madenlere götürülen sermaye darphaneden görevlendirilen mübaşirler ile ya da maden eminlerinin kendi adamları vasıtasıyla taşınırdı. Sermayenin naklinde görev alan bu görevlilere ücret ödenirdi. 11 Ocak 1774’te, Gümüşhane ve Espiye madenlerine sermaye götüren mübaşire 100 kuruş harcırah verilmiştir (BOA, C.DRB 1828). Sermaye götüren mübaşire maden eminleri tarafından bu şekilde harcırah verilmesi nedeniyle maden eminleri daha çok kendi adamlarını kullanmayı tercih etmişlerdir. Çünkü madenlere sermaye akçesi ve diğer işler için senede yüzü aşkın


340

 

mübaşir madene geldiğinden bunların harcırahları büyük meblağlar tutmaktaydı745 (Bölükbaşı, 2010: 72).

 

2.4.2. Maden Eminlerinin Muhallefâtı İle Sermaye İlişkisi

 

Bozkır madeni eminlerinin görev değişiminde hesaplaşmaları genel kuraldı. Bu anlamda maden sermayesi, altın, gümüş, kurşun, maden edevatı ve zimmet gibi konularda maden emininin devlete borcu olması durumunda eski maden emininin muhallefâtı, yeni emine teslim edilirdi. Bu durum hazine-i amire defterlerine gelir kayıt edilirdi (BOA, MEDAD 8: 646-1). Eğer eski emin borçlu çıkarsa o zaman eşyaları darphaneye getirilir ve burada satışa çıkarılırdı. Satılan eşyalar746 maden emininin borcundan düşülür ve darphane tarafından deftere747 yazılarak baş muhasebeye kayıt olması için ferman talep edilirdi (BOA, MEDAD 8: 643-2). Borçlu olan eminin mallarının yanında alacaklı748 olduğu kişilerden de bu paraların darphane tarafından verilen sermaye olduğundan ilgili kişilerden tahsili maden eminine bildirilirdi (BOA, C.DRB 2374). Bu parayı ödemeyenler kalebent olunur ve mallarından bu borçlar tahsil edilirdi (BOA, MEDAD 8: 652-1).

 

 

745 Darphaneden madenlere gönderilen sermayelerden vergi alınması yasaktı (Tızlak, 1997a: 170).

746 Keban madeninde el konulan muhallefâtın görevli mübaşire teslim edildiği ve hayvanların bölgede satılarak ücretinin gönderilmesi, 3 Aralık 1814’te istenmiştir (BOA, MAD.d 9728: 167-1). 21 Mart 1810 tarihinde, Bozkır madeni emini iken ölen Ömer Ağa’nın muhallefâtının ma‘rifet-i şer‘ ile satılıp değerinin gönderilmesi istenmiştir (BOA, C.DRB 1031). Bereketli madeninde de borcu olan eminin mallarına el konulmuştur. Benzer şekilde bir mübaşir görevlendirilerek tahsil edilmesi ve gönderilmesi temin edilmeye çalışılmıştır (BOA, MAD.d 9755: 200-1). Dolayısıyla bütün madenlerde eski maden eminlerinin borçlu olması durumunda eminin mallarına el koyma uygulanan bir metottu.

 

747 Müsadere sürecinde ilk düzenlenen defter, malları müsadere olunan kişinin evi, sarayı vs. yerlerde, bizzat mübaşirin gözüyle görerek kaydettiği ve mahallin imkanları çerçevesinde bulunan bilir kişi vasıtasıyla da tarif edilen unsurlardan oluşan muhallefât defteridir. Bizzat mübaşirin malları tek tek görerek kaydettiği bu ilk defter, ilgili muhallefât konusunda yapılacak bütün işlerde ana müracaat kaynağı oluşturmaktadır. Bu defter merkeze gönderilip, orada incelendikten sonra muhallefât konusunda yapılması gereken işlemler mübaşire bildirilir. Mesela defterde bazı mallar üzerine kırmızı kalemle işaret konularak merkeze gönderilmesi istenilirdi. Mahallinde satılacak olan mallar ile merkeze gönderilecek olanları ayrı ayrı kaydetmesi için defter, yeniden mübaşire gönderilirdi. Mahallinde satılan malların kayıtlı olduğu defter, satıştan elde edilen meblağ ile İstanbul’a gönderilirdi (Telci, 2007: 162). Ma‛zûlat defteri adı da verilen bu defterin arz edilmesi ile ilgili bkz. BOA, C.DRB 3123.

 

748  Ölen maden emininin alacaklı olduğu kişilerin tespiti ve bu alacakların tahsili de defterlere kaydedilmiştir. Kadı Abdurrahman Paşa’nın darphaneye maden sermayesinden 36.539,5 kuruş borcu olduğundan, Karaman eyaletindeki muhallefât ve zimematı ile Sille sakinlerinden Sakal Kazıtanoğlu Elya adlı zimmideki ortaklık sermayesinden dolayı 50.000 kuruşluk alacağından tahsili için paşanın muhallefâtından sorumlu nazır olarak görevlendirilen Şemsettin Bey’e 18 Mart 1810’de emir verilmiştir (BOA, C.DH 3592). Kadı Paşa’nın eşyalarını satın alan kişilerin isimlerinin bildirilmesi de istenmiştir (BOA, A.AMD 51/8). Bu borcun 8.801 kuruşu Bozkır madencileri zimmetinde kalmıştır (BOA, DRB.d 987).


341

 

1777 yılı Mart ayından itibaren bir yıllık dönemde darphaneden Bozkır madenine 26.755 kuruş sermaye verilmiştir. Ayrıca maden emini Genç Ali’ye 5.000 kuruş ile 1.367 kuruş baha-i zahire ve üstad-ı bakaya 6.367 kuruş olmak üzere toplam 33.122 kuruş sermaye verilmiştir (BOA, D.BŞM.d 4702: 2). Dolayısıyla atanan bütün maden eminlerine sermaye verilmekteydi. Maden eminlerinin ölümü ya da görevi bırakması sonucunda görülen hesapta borçlu çıkmaları durumunda bu borç alacaklarından karşılanırdı. Bozkır madeni emini iken ölen Halil’in mallarından ve diğer alacaklarından darphaneye olan borcu tahsil edilmiş, buna rağmen 5.044 kuruş749 borcu kalmış. Bu borcu ödeyecek bir eşyası da kalmamıştır. Bunun üzerine damadı olan Mehmet Fazlullah bu borcu da ödemek şartıyla Bozkır madeni emini olarak, 19 Şubat 1782’de atanmıştır (BOA, C.DRB 2421). Ölen maden emininin borcu750 mallarından karşılandığı gibi akrabalarından da talep edilebilirdi (BOA, KLB.d 29: 62-3; BOA, C.ML 17748). Bu konuya muhalefet eden kişiler sürgün cezasına çarptırılır (BOA, KLB.d 29: 122-4) ya da varsa diğer gelirlerinden751 bu alacak karşılanırdı (BOA, C.DRB 1457). Bozkır madeni eminlerinin borçlarına

 

 

749 Dergah-ı ‛âli kapucubaşılarından müteveffâ Bozkır madeni emini Halil Ağa’nın Darbhane-i ‛Âmire ile olan ahz ve i‛tâsından bâkî zimmeti min Gurre-i Ramazan sene 1194

 

Kuruş

Akçe

 

 

 

 

 

Gerek nakden ve gerek mevâd-ı sâ’ireden bâ-temessükât

80.290,5

 

 

 

Vefâtında mevcûd olan sim baha

3493

 

35

 

Gerek âsitânede ve gerek madende mevcûd kurşun bahası

41909

 

 

 

Ücret-i nakliye-i kurşun

01603,5

 

 

 

Tahsîl olunacak zimemi

12074

 

 

 

Hâlâ ma‛den emini Mustafa Ağa’nın kabûlü olan zimem

06894

 

 

 

Der zimmet-i ma‛denciyân

04971

 

 

 

Maden emini mûmâ-ileyhin eşyâ bahâsından kabûlü

00636,5

 

35

 

 

 

 

71571

 

 

Müteveffânın darbhânede bil-cümle fürûht olunan eşyâ bahâsı

03664,5

50

 

 

 

75246

 

25

 

Kuruş          Akçe

80290,5

75246          25 müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin mevcûdu

05044          35 bâkî zimmetî.

 

(BOA, MEDAD 8: 643-2). Darphaneye kalan borcu 5.044 kuruş olmasına rağmen ödeyecek malı kalmamışt ır. Damadı Mehmet Fazlullah bu borcu ödemek şartıyla Bozkır madeni emini olarak atanmıştır (BOA, C.DRB 2421).

 

750 16 Haziran 1812 tarihinde, Bozkır madeni emini Mehmet Sait Ağa’nın eşi Nefise Hanım arzında, kocasının mallarının sayılarak tespit edildikten sonra satıldığını ve üç yetiminin olduğunu belirterek affedilmelerini talep etmiştir. Fakat az bir kısmı affedilerek borç tahsil edilmiştir (BOA, C.ML 4670).

 

751 Bozkır madeni emini olan Çelikpaşazade İbrahim Paşa’ya verilen sermaye üzerinde kaldığından, üzerinde bulunan Suğla Mukataası’nın yıllık 1.135 kuruş gelirinden (BOA, C.DRB 1457) kendisine ait olan 562,5 kuruş, darphaneye olan borcuna karşılık alınmıştır (BOA, C.DRB 1330).


342

 

karşılık alacaklarının ya da muhallefâtının satış bedelleri madene sermaye olarak kaydedilmiş ve bu miktarlar havaleten makbuzat olarak adlandırılmıştır (BOA, C.DRB 3090).

 

Maden eminlerinin muhallefâtına el konulması esnasında devletin önemle üzerinde durduğu konulardan biri, devletin ve bazı kişilerin maden emininden alacaklı olması durumunda, öncelikli olarak devletin alacağı tahsil edilirdi. Daha sonra maden emini eli ile toplanıp avarız tahsildarına teslim edilmesi gerekli para tahsildara ödendikten sonra diğer şahıslara olan borçlar ödenmiştir. Borçlar ödendikten sonra kalan miktar ise hazine-i amireye gönderilirdi (BOA, MEDAD 8: 643-1). Muhallefât içerisinden bazı mallar, İstanbul’a gönderilerek752 orada açık artırma ile satılabilir. Bunlar da ayrıca deftere kaydedilirdi. Muhallefât üzerindeki iddialar nedeniyle taliplerine bir belge (temessük) ile verilenler için de defter düzenlenirdi (Telci, 2007: 162).

 

Muhallefâtın defterlere kaydedilerek zapt edilmesi esnasında, zapt edilen bütün malların yer aldığı muhallefât defteri ile mahallinde satılanların füruht defteri, İstanbul’da biri biriyle kontrol edilmekteydi. Eğer zapt edilen mallardan çeşitli sebeplerle başka yerlere teslim edilenler bulunuyorsa, teslim edildikleri yerlerden alınan senetlerinin de İstanbul’a gönderilmesi gerekmekteydi. Dolayısıyla füruht defteri753 ve muhtelif yerlere teslim edilen malların senetlerinin toplamı, mübaşirin bizzat, malları teker teker görerek kaydettiği defter ile ayniyet göstermeliydi. Bu

 

752 Bu konuda bkz. BOA, MEDAD 8: 642-1.

753 Maden eminlerinin satılan eşyalarının adı, fiyatı ve kim tarafından satın alındığı da füruht defterine

yazılmıştır. 2 Şa‘bân 1248/25 Aralık 1832 tarihli deftere göre, Bozkır madeni eminlerinden Abdullah Efendi’nin muhallefâtından satılan eşyaları;

 

Elmas küpe çift 1, 1000 kuruş Mir Kâtibi Efendi;

Elmas iğne re’s üç bât, iki karnkal=5, 2500 kuruş bu dehi;

Güherba imame res 5, 419 kuruş Sinani gümüşçü Osman Ağa;

Kahve makremesi 2, fûta 1, boğça 2, 130 kuruş bu dehi;

Gözlü beyazlı Meriç şâl bâ-rahbe 3, 3.750 kuruş Miri Kâtibi Efendi; Sarılı gözlü meziç donluk şâl re’s 1 1000 kuruş bu dehi; Güzçâr şâl re’s ,1 425 kuruş Kuyumcu Giturak;

Haleb Savâlisi tarb 6, 500 kuruş Hacı Bekir Ağa Yörigani; Haleb Savâlisi tarb 4, 1 katnî=5, 701 kuruş Miri Kâtibi Efendi; Mushaf-ı şerif cild 1, 700 kuruş Miri Kâtibi Efendi;

Heğbe ve çekmece re’s 2, 81 kuruş Veli Ağa tabi nazır-ı ceride;

Hoca Tarihi cild 1, 210 kuruş Selim Beg akdi maliye. Maden emininin toplam 8.416 kuruş değerinde muhallefâtı vardı (BOA, D.BŞM.MHF.d 13520: 4; Belge 8). İsimleri yazılı kişiler bu eşyaları satın alanlardır.


343

 

senetler olmadığı takdirde müsadere edilen muhallefâtta bir eksik ortaya çıkmaktaydı (Telci, 2007: 163).

 

Borçlu olan maden eminlerinin muhallefâtının tahriri ve zabtı için bir mübaşir görevlendirilirdi (BOA, C.ML 17748). Bununla beraber mahallin kadısı ve maden eminine de durum bildirilerek mübaşir ile birlikte çalışması istenirdi (BOA, MAD.d 9756: 10-1). Burada mübaşirin görevi, gizli herhangi bir unsur bırakmadan ortaya çıkarmak “bütün malları ve alacakları tespit etmek” ile yine aynı hassasiyetle bunların tahririni yapmaktı. Mübaşirin görevi tahrir işleminin bitmesi ile sona ermezdi. Görev ilgili kişinin muhallefâtı ile ilgili bütün süreç tamamlanıncaya kadar devam ederdi. Dolayısıyla, deftere kaydedilen mallardan mahallinde satılacak olanların satılarak, bunların da defterlerinin hazırlanması, bedelleri ile İstanbul’a gönderilmesi, hazineye gönderilecek eşyalar ile İstanbul’da satılacak eşyaların bütün bu işlemlerine mübaşir nezaret etmekteydi754. Mübaşirin görevi, mesâlih-i mühimmenin itmâmı yani müsadere konusunda aldığı görevi sonuna kadar, müsadere ile ilgili bütün işlemler bitinceye kadar götürmekti (Telci, 2007: 152).

 

3.   Bozkır Madeni İşletmesindeki Sorunlar

 

3. 1. Genel Sorunlar

 

XVI. yüzyılda Osmanlı devleti Batılılarla755 aynı teknikleri kullanmasına rağmen, maden kuyuları 115-155 metre derinliğindeydi. Bu, Orta Avrupa’daki maden ocaklarının ortalama derinliğinin yarısı kadardı. Bununla beraber çarkla dönen kovalarla ve el pompalarıyla su boşaltma metotları, drenaj için toprak sathında yer altı sularına paralel olarak açılan hava deliklerine bağlı mekanik olarak çalışan çarklar ile havalandırma sistemi gibi benzerlikler de vardı (Murphey, 1992: 14). Madenlerdeki en önemli sorunlardan biri zaman içerisinde madenlerde meydana

 

754 Ölen maden emininin eşyaları yanında emine verilen sermaye, üretilen altın, gümüş ve kurşun, madendeki aletler ile borçların tamamının yazıldığı defter hazine-i amire defterlerine kayıt olunması için gönderilirdi (BOA, MEDAD 8: 646-1). Genellikle mahallinde satılması istenen eşyalar, değeri fazla olmayan ve nakliye masraflarını artıran eşya ve hayvanlardı. Özellikle hayvanların mahallinde satılması ile İstanbul’da satılması arasında çok büyük bir fiyat farkı olmayacağından ve hayvanların İstanbul’a götürülürken yapılacak masraflarından dolayı mahallinde satılması tercih edilirdi (BOA, MAD.d 9728: 167-1). Dolayısıyla bir malın İstanbul’a getirilmesini belirleyen unsur, malın değerinin nakliye masrafı yapılmasına değecek kıymette olup olmamasıydı. Örnekte de görüldüğü üzere Bozkır madeni emininin fazla nakliye tutmayan ama kıymetli eşyaları İstanbul’a gönderilmiştir.

 

755 Avrupa’da madencilik denince ilk akla gelenlerden olan Agricola ve De re Metallica adlı eseri hakkında bilgi için bkz. Tez, 2000: 119-120.


344

 

gelen üretim düşüşleriydi. Madenlerdeki üretimlerin düşüşünün temel sebebi ise mağaralar ilk açıldığında cevhere kolaylıkla ulaşılırken zaman içerisinde cevherin daha derinlerde ortaya çıkmaya başlamasıydı. Zira derinliğin artması cevherin çıkarılmasını zorlaştırdığı gibi maliyeti de arttırmaktaydı (Murphey, 1992: 15).

 

Madenlerin elde edildiği alanlar; ocaklar, yabancı paralar, kullanılmış eşyalar ve yerli paralar idi. Madenin temizlenmesi ve kullanıma hazırlanmasında kal yöntemi ile suya vurma yöntemi uygulanıyordu (Sahillioğlu, 1992: 22). Madenler devrin ileri usulleriyle işletilmediği için eritilmede ve tasfiyede gümüşün yüzde 32’si ve kurşunun yüzde 12’si kaybedilmekteydi756 (Karal, 1988: 249). İşletme usulünün kötü olması ve idaresinin düzgün olmayışı nedeniyle istihsal edebileceklerinin ancak üçte birini verebilmekteydi (Ubicini, 1998: 277). Anadolu cevher yönüyle çok zengin olmasına rağmen bilgisizlikten dolayı madenler çok büyük masraflarla işletilmekteydi (Issawi, 1980: 284). Ocak 1837’de Osmanlı madenlerini gezen ve bu madenlerle ilgili raporunu devlete sunan Polini adlı mühendis raporunda Osmanlı madenciliğinin sorunlarını şu şekilde dile getirmiştir: 90 gram/9 loth gümüş ve 3.840 gram/12 pound bakır cevheri boşa atılmaktadır. Avusturya İmparatorluğu’nda 20 gram/2 loth gümüş ve 960 gram/3 pound bakır cevheri kârlı bir şekilde eritilmektedir. Anadolu’daki madenler pratik cevher çıkarımı dikkate alınmadan işletilmektedir. Avrupa’da yüzyıllardır kullanılan makineler bu problemleri çözmek için kullanılmalıdır. Ne şaft ne de tüneller var, sadece çamurdan labirentler ki bunların içinden bir insanın tam dolu tekerlekli bir arabayla çalışması imkânsızdır. Cevher çıkarmaya yarayan araçların kullanılması da çok zordur. Kazılan cevher küçük çuvallarda çocukların büyük gayretleriyle taşınmaktadır. Madenlerdeki su klasik madencilik metotlarının uygulanmasını sınırlamakta, bu sorunun çözümü bile düşünülmemektedir. Her ne kadar madencilik metotları zayıf olsa da işletme metotları daha da kötüdür. Büyük çabayla çıkartılan ve işlenen cevherde büyük kayıplar ortaya çıkmakta, Avrupa’daki eritme ocakları 20-30 feet yüksekliğinde olmasına rağmen Anadolu’dakiler iki ayak yüksekliğindedir. Ocakları üflemek için

 

756 XX. yüzyıl başlarında Gümüşhacıköy madeninde, mağaralardan sevk olunan cevherlerin işlendiği izabehanede dört fırın ile kalhanede biri simli kurşun tasfiyesine diğeri kara kurşun üretimine ait iki ocak vardı. Fırınlara konulan cevherden %11,5-28,5 oranında simli kurşun hasıl olup, bu simli kurşundan da % 0,21-0,31 oranında saf gümüş, %62,5-85 oranında mürdesenk elde edilirdi (Hamid Sa‛dî, 1340: 227).


345

 

körükler kullanılmakta hatta ocağa tam bir şekilde parlatmaya gerekli olacak, değirmen şeklindeki bir su tesisatı sayesinde körükler çalıştırılmaktaydı. Tam anlamıyla çalışan ocaklar ve su gücünün cevher işlemede kullanımı burada bilinmiyor. Bir uzman işletme şartlarını görse ve üretilen metalin miktarını duysa çok şaşırır. Tabii ki bu büyük bir maliyetle elde edilmekte ve üretimde büyük kayıplar gerçekleşmekteydi. Üçüncü olarak metal cevheri kullanıma uygun olmayan işletim sebebiyle kaybolmaktadır. Şu kesindir ki acil reform gereklidir. Avusturya’daki gibi işletilse masraflar düşecektir. Eğer ben Türk madenlerini yenilemek için görevlendirilirsem, kendimi var olan madenler için sınırlandırır, toplam üretimin en iyi metotlarla üretimini sağlayacak yeni metotlar getirirdim.

 

Ocaklarda problem çok kolay değil, birçok yeni donanımın inşası gerekiyor, bunlardan gelecek fayda kaçınılmaz olacak. Tabi bu yeni donanım az enerjiyle, az kayıpla üretimi arttıracak. Bu amaca yönelik 12 gümüş, dokuz bakır ve üç kurşun ocağı kurulması gerekiyor. Anadolu’da inşa materyalleri neredeyse hiçbir şey tutmadığından bin kadar fakir insan düşük ücretle çalışınca bu yapılar Avrupa’dakinden daha az maliyetle olacaktır. Belirli bir sermaye ile aynı büyüklükteki üretimi elde etmek için demir içerikli işletim makineleri satın alınmalıdır. Bu makineler Anadolu’da üretilmediği için ithal edilmelidir. Bütün bu reformları yapınca gümüş üretimi %40 artacak, kurşun ve bakır üretimi ise ikiye katlanacaktır.

 

Osmanlı ülkesindeki yönetim şartları da madencilik önündeki önemli engellerden birisidir. Eyaletlerin yöneticileri, madenden gelen gelirleri ülkenin diğer harcamalarına aktarmaktadır. Böylece hazineye her yıl daha az metal gönderilmekte, eyaletlerin yöneticileri, yönetim haklarını korkusuzca ellerinde tutmakta, maden bölgesinin gelişimi için hiçbir hassasiyet göstermemekte, merkezden gelen paranın çoğunu ve metal üretiminin büyük bir kısmını kendileri için ayırmaktadır. Fırsat çok cezbedici olduğundan bu reform, birçok itiraza sebep olacaktır. Fakat bu reformlar geleceğe dönük olacağından dolayı ben görevlileri uyaracağım. Her reform, harcamaları ve diğer fedakarlıkları gerektirir, bu yüzden benim önerilerimin hayata geçirilmesi için finansal kolaylıklar sağlanmalıdır. Bu finansal kaynakları belirlemek benim işim değil, ancak benden bir yol önermem rica edildi ki o yolla devlet hazinesi


346

 

çok fazla para sağlamak zorunda kalmayacak. Maden bölgesinin gelirleri o bölge için harcanmalı, onlar başka yerlerin durumunun düzeltilmesi için hazineye gönderilmemelidir. Bu yolla şu an ki harcamalar karşılanabilir ve gelişmeler için finans sağlanabilir, aynı zamanda valinin hazineden para istemesine de ihtiyaç duymaz.

 

Anadolu’daki madenciliğin gelişmesine olumsuz etki yapan bir diğer durum ise, cevherin ticari kullanım sistemidir. Buradaki madenler çoğunlukla özel bir kişinin mülkü ve o kişi madenin bütün giderlerini karşılar sonra işleme ocaklarına gönderir, işlenir. Çıkartılan gümüşün %29’u çalışanlara verilirken Avusturya’da ise çalışanlara %10 verilmekteydi (Issawi, 1980: 284-286).

 

Yakıt tedârikinde rastlanan güçlükten, amele ücretlerinin artmasından ve maden mevzuatında görülen tedbirsizliklerden dolayı madencilikte gerileme olmuştur (Karal, 1988: 249). XIX. yüzyılın başlarında üretim düzeyleri, sermaye birikimi ve teknolojik değişme açısından Osmanlı ekonomisinin durumunu en iyi yansıtacak kavram, durgunluktur (Pamuk, 2005: 11-12). Teknolojide geri gitmenin mümkün olmadığı düşünülürse, yenilikleri takip edememe anlamında bir durgunluk yaşandığını söylemek daha doğru olacaktır. Madencilik alanındaki teknolojik gelişmelere bakıldığında XVI. yüzyılın sonuna kadar Osmanlılar ile Batı Avrupa arasında önemli farklılıklar olmadığı söylenebilir. Ancak XVII. yüzyıldan itibaren Avrupalıların teknoloji alanında gösterdiği ilerlemeye Osmanlılar ayak uyduramadılar, yeni üretim tekniklerini giderek artan bir gecikmeyle izlemek durumunda kaldılar. Osmanlılar ile Avrupa arasındaki mesafe, Sanayi Devrimi’nden sonra, XIX. yüzyılda daha da büyüdü (Pamuk, 2007: 74). Kolay üretilen damarların tükenmesindeki tabii sebepler bir yana daha derinlerdeki madenin kazılmasında daha yüksek üretim maliyeti ile karşı karşıya kalınması, işin sürdürülmesinin yararlı olup olmayacağını belirleyen bir faktördü. Osmanlı madenciliğindeki üretim düşüşleri yanında suni olarak tatbik edilen ambargolar ve merkantilist politikaların Osmanlı için gerekli madenlerin tedârikini güçleştirdiği söylenebilir (Murphey, 1992: 15).

 

Maden ocakları hâlâ ağaç kömürü ile işletilmekteydi. Kuvvetli hararet veren kömür de meşe ağacından yakılmakta idi. Mevcut ormanlar tükendiğinden uzak yerden ağaç getirilmesi, yol yokluğu, eşkıya olayları bunun teminini zorlaştırmıştır.


347

 

Hâlbuki Avrupa’da757 maden kömüründen758 istifade edilmeye başlanmıştır (Karal, 1988: 244). Nitekim Bozkır madeninde kömür ve kütük beş altı saat uzaktaki yerlerden getirildiğinden fırın masrafları artmıştır. Madenin açılmasından kısa bir süre sonra, 15 Ağustos 1781 tarihinde Bozkır madenindeki fırınların masraflı olduğundan bahsedilmiştir (BOA, MEDAD 8: 653-1). Toplumun o ana kadar maden kömürünü günlük yaşantısında kullanmaması ve yüksek enerji sağlayan bir maddeyi kullanabilecek düzeyde sanayiye sahip olmaması veya Osmanlı Devleti’nde sanayiyi geliştiren ve makine kuvvetine dayandıran türden faaliyetlerin yapılmaması gibi sebeplerle maden kömüründen istifade edilmediği düşünülebilir (Tızlak, 1999a: 123).

 

Maden eminlerinin maden için gerekli odun, kütük ve kömürü zamanında tedârik etmemeleri yanında, madencilik faaliyetleriyle yeterince ilgilenmemeleri ya da madencilerin yaptığı işleri yeterince denetlememeleri de üretimin düşüşünde etkili olmuştur. Madenlerdeki üretimin düşüşünde, maden eminlerine merkezden verilecek olan sermayenin zamanında verilmemesi de etkiliydi. Sermaye alamayan maden emini madencilere sermaye veremediğinden dolayı madenciler perişan olmuştur. Bunun sonucunda madenciler de üretime yeterince önem verememiştir (Tızlak, 1997a: 142-143).

 

Maden eminlerinin kusurları nedeniyle altın ve gümüş darlığı meydana gelmekteydi. Maden eminleri madene bağlı ahaliden odun ve kömür bedellerini aldıktan sonra kendi menfaatleri için uğraşmaya başlamışlar ve madende cevher kalmadı, çıkarılan altın ve gümüş madenin masrafına yetmedi gibi bahaneler öne sürmüşler. Birkaç fırın işleterek az miktarda altın ve gümüş göndermişlerdir. Darphanede altın ve gümüş kıtlığından dolayı bir kısım ayar ve vezninde indirim yapmıştır. Fakat fayda gibi görünen bu durum gerçekte zararlı olmuştur (Tatarcık

 

757  1831 yılında İngiltere ahalisinden olan ve maharetinden bahsedilen Mâtyûş, İran üzerinden gelirken Erzurum, Gümüşhane ve Trabzon taraflarına uğrayarak darphaneye gelmiş, Gümüşhane’deki mağaraları gören bu şahıs, bunların bereketini anlamış. Madenci olup olmadığının anlaşılması için birkaç parça taş verilen bu kişi, kendisine verilen cevherleri bildiğinden maden hakkında malumatı olduğuna karar verilmiş ve yanına tercüman ve darphaneden bir memur verilerek masraflarının karşılanacağı belirtilmiştir (BOA, D.DRB.İ 1/47).

 

758 XVIII. yüzyılda İngiltere’de odun kömüründen maden kömürüne geçiş evresi tamamlanmıştır (Tez, 2000: 251). Osmanlı Devleti’nde maden kömürünün kullanımı için bkz. Quataert, 2009; Ercüment Balcı, Türkiye Madenleri: Maden Mühendisi Eduare Coulant’a Göre “Menâbi-i Ma’deniyemiz” TAD, S. 145, Ağustos 2003, s.93-112. XIX. yüzyılın sonlarına doğru üretilen kömürün %80-90’ı ihraç edilirken, iç endüstriyel aktivitelerde yakıt olarak kullanılmamıştır (Murphey, 1986: 982).


348

 

Abdullah Efendi, 1332a: 279). Bu olumsuzluklara karşı çözüm önerileri de getiren Tatarcık Abdullah Efendi, maden eminlerinin araştırılması sonucu hıyanet ve kötülük görülmedikçe azledilmemesi gerektiği üzerinde durmuştur (Tatarcık Abdullah Efendi, 1332b: 345). Bunların yanında maden üretimine önem verilerek altın, gümüş ve kurşun çıkarılmasına yardımcı olmak ve emaneti ehline vermek gibi çözümler de öne sürmüştür. Yapılan değerlendirmede, fukaraya zulüm edilmeden madenlerin idare edilmesine; Keban, Ergani ve Gümüşhane madenleri emini olanların maden üretimine yardım etmeyip paşalar ve voyvodalar gibi maden reayasından faydalanma yoluna gitmelerinin sakıncalı olduğuna değinilmiştir. Birçok devletin arazisinde bulunmayan madenlerin Osmanlı topraklarında bulunduğuna ancak devletin buna rağbet etmediğine de değinen Tatarcık Abdullah Efendi, eğer devlet kendi toprağında olan altın ve gümüşü çıkarırsa bütün devletlere galip gelinebileceği rivayetini aktararak fukaraya zulüm oluyor diye Bereketli ve Bozkır madenleri niçin kapansın, hem fukaraya zulüm olmasın hem de madenler işlesin, demiştir (Tatarcık Abdullah Efendi 1332c: 79-80).

 

Madenlerdeki sorunlardan759 biri de yabancı madencilerin de dikkati çektiği üzere madencilerin, madenleri gerekli şekilde imâl edememeleriydi (BOA, D.DRB.İ 1/47). 1838 yılında “me‘âden-i hümâyûnu şâhâne hakkında icrâsı lâzım gelen nizâmâta dair bir lâyiha” (BOA, D.DRB.THR 679/1) yayınlanmıştır. 1838 yılında madenlerdeki sorunları ve çözüm yollarını göstermesi açısından önemli olan bu layihada şu tespitler yapılmıştır:

 

__ Maden eminlerinin layıkıyla memuriyetlerine dikkat etmemeleri, maden amelelerinin maden usulüne ve madene aşina olmamaları nedeniyle madenlerin bazılarının hasılatlarının azaldığı, bazılarının hasılatının bittiği ifade edilerek Avrupa’daki durumun incelenmesi gerektiği,

 

__ Bir maden meclisi kurulması, nizamat-ı müstahsene tahtına idhal iderek idare ve ruyet olunduğundan hasılatları artmakta olduğu ve bütün madenlerin maliye hazine-i celilesi tarafından idare ve ruyet olunmakta ise de bundan böyle zîr-i


 

 

759  Osmanlı madenciliğini etkileyen nedenler için ayrıca bkz. Skender Rızaj, Osmanlı Tarihinde Rumeli Madenleri ve Darbhanelerine Dair Mutalaalar (XV-XVII YY). I. Miletler Arası Türkoloji Kongresi (İstanbul, 15-20 X. 1973), İstanbul 1979, s.244-253.


349

 

haktan zuhur iden mecmu eşyayı mütenevvianın Avrupa usulüne tatbikan imâl, idare ve hasılat ve mesarifatları ma‛aden-i şahane misüllü hazine-i celile-i mezkûreye rabt ve tahsis ile hüsn-i nizama girildiği,

 

__ Bundan önce Avusturya’dan maden ilminden anlayan bir maden mühendisi ile madenci ustaları getirildiği ve bu kişilerin madenleri sırasıyla gezeceği, konuyla ilgili tercümelerin yapıldığı ve madenle ilgili bir nizamın getirileceği,

 

__ Bütün madenler Mart 1840 tarihinden itibaren maliye hazinesi tarafından idare olunmakta ise de yeni bulunacak eşyanın da aynı hazine tarafından idare edilmesi,

 

__ Darphanede maden meclisi namıyla bir meclis tertip edilerek madenlerle ilgili bütün arz, inha ve istidalar ile atamaların nezaretten darphane nazırına ve oradan da bu meclise havale edilmesi ve bütün kararların bu mecliste alınması,

 

__ Madencilikten anlamayanların bu mecliste görev almamaları,

 

__ Madenle ilgili görüşülen bir konuda meclis reisi yoksa karar verilmemesi, acil olması halinde karar alınarak daha sonra reise bu konuda bilgi verilerek onayının alınması,

 

__ Madenle ilgili bir tartışma neticesinde karar verilemeyen konularda maliye ve darphane nazırlarının toplantıya çağrılması,

 

__ Hangi madenlerin senede ne kadar masrafı, varidatı var ise mecliste görüşülmesi,

 

__ Müdürlerin atama ve azillerinin mecliste görüşülerek müzakerenin bir suretinin nezarete mazbatayla gönderilmesi,

 

__ Müdürlerden başarılı olanlara verilecek ikramiye gibi konuların mecliste görüşülmesi ve bu konuda iltimas olunmaması. Bu layihanın madenlerde uygulanması için padişahtan ferman talep edilmiştir760 (BOA, D.DRB.THR 679/1).

 

Bütün madenler Polini adlı mühendis tarafından teftiş edilmiş761, yeni nizamnamenin uygulanması ve darphaneden müdürlerine mühür verilmesi ve bu


 

 

760 Bu layiha tarafımızdan çalışılacaktır.


350

 

sayede madenlerin iyi işleyeceği ifade edilmiştir. Bozok sancağında bulunan Akdağ madeni uzun zamandır Ankara ferikinin elindeyken, darphaneden atanan bir müdürle yönetilmesine karar verilmiştir. Mart 1839’dan itibaren uygulanan usûl-i cedîde ve nizâm-ı müstahsene adı verilen sistemde madene bağlı kaza ve köylerin eski serbestiyetlerinin de icra olunması emredilmiştir. Mart 1839’dan itibaren madenlerin masraf ve gelirlerinin darphaneye ait olduğu hatırlatılarak tayin edilen maden müdürlerine mühürlü talimatnamede şu hususlar dile getirilmiştir:

 

__ Bozok sancağında bulunan Akdağ maden-i hümayunu uzun zamandır Ankara feriki olanlara emaneten verilmişken cevherdar olan bu madenin müdür tayiniyle idare olunması,

 

__ Bu madene bağlı kazaların madene bağlanma şartları ve serbestiyetlerinin icra olunması,

 

__ Akdağ madeninde madenciler için temin edilen buğday, arpa ve erzak maden emini tarafından satın alınırdı. Ancak maden eminleri satın aldığı bu ihtiyaç maddelerini değerinden fazla fiyatla o zaman ki ifadeyle gâlî bahâ ile maden ustalarının hesaplarına yazdığından madenciler zor durumda kalmakla birlikte zarar etmişler ve ortaya çıkan açıkları kapamak için borçlanmışlardı. Bu maddelerin satın alma fiyatı ile nakliye masrafının eklenmesiyle madencilerin hesabına yazılması ve bunun dışında madencilerden bir akçe talep edilmemesi,

 

__ Maden eminleri arasındaki devir teslimde darphaneden bir kâtip gönderilerek bütün hesapların ayrı ayrı görülmesi,

 

__ Fırın masrafı için alınanlar ile maden emini bulunanlara verilen esb baha, hediye baha ve başka adlarla verilenlerin hepsinin kaydedilmesi,

 

__ Bağlı kazalardan müretteb olan iane-i cihadiye akçesinin miktarı ve tevziinin yazılması,

 

__ Mukataat, iltizamat, timarat ve cizyenin Mart 1839 tarihinden itibaren müdür tarafından toplanarak hazineye gönderilmesi,

 

761 Polini raporunda kurşun, gümüş ve kömür madenlerinin yanı sıra maden eritme ocaklarını ziyaret etmiş ve bu gezi yedi aydan fazla sürmüştür. Osmanlı Devleti 1837 yılında dokuz gümüş, üç kurşun ve dört bakır işletme ocağına sahipti. Bu tarihteki kurşun madenleri Fatsa, Bereketli ve Bozkır olarak zikredilmiştir (Issawi, 1980: 283-284).


351

 

__ Madene bağlı kazaların muhtar, tahsildar vs. nasb ve tebdillerinde hilat baha vs. adıyla ve maden eminlerinin ilk atamalarında kudûmiyye ve ikramiye adlarıyla fukaradan akçe toplandığının işitildiği ve bunların alınmaması,

 

__ Müdüre dolgun maaş tahsis olunması,

 

__ Bu nizâm-ı müstahseneye aykırı hareket edenlerin derhal te’diblerine bakılması ya da merkeze bildirilmesi (BOA, D.DRB.THR 679/16: 1-2).

 

Polini ise çözüm olarak Akdağ madeninde 700’er kuruştan maden kazıp cevher çıkaracak iki maden ustası, cevher imali için ocak yapacak 700 kuruş ücretle bir mimar, aynı ücretle bir kürek yapıcı ile cevheri kal itmek için 650 kuruş aylık ile çalışacak iki kalcı talep etmiştir. Gümüşgan madeninde ise maden çıkaracak bir madenci, ocak inşa edecek bir mimar ile iki kalcı ustasının aynı aylıklarla alınmasını rapor etmiştir (BOA, DRB.d 165).

 

Bir başka nokta ise darphaneye gelen kurşunun kıyyesi 60’ar paraya tophane, tersane ve tüfenkhane vs. verilmesine rağmen madenin çıkarılması ve taşınması gibi bütün masrafların darphaneden karşılandığından 1838 yılında kurşunun kıyyesi 90 para olmuştur (BOA, DRB.d 165).

 

İİİ.    Selim döneminde madenlerin genel durumu Şanizade tarafından şöyle anlatılmıştır: Madenlerin işletilmesinde kurallara uyulsa bile odun, kömür ve madenin diğer malzemelerini tedârik edecek olan halkın bunun zararlarından korunması gerekir. Halkın, çaresizliklerinden dolayı memleketin tahrip olunacağı gibi kısa zamanda dedikodu ve şikayetlere başlaması maden işlerini güçleştirecektir. Amerika’daki gibi her mahalde maden çıksa bile, bunun faydalarını ülkede tutmak zordur. Zira bu zamanın ahalisi üşengeç ve ihmalcidir. Ahali ticaret, ziraat ve sanat dallarını terk ederek çerçilik yapmaya başlamışlardır. Birbirlerinden kazandıklarıyla

 

yabancı memleketlerden gelen yiyecek ve eşyayı satın almaya başlamışlardır. Yabancılar ise istediği eşyayı bulamadığından dolayı altın ve gümüş alarak762 sadece nevl-i sefineyi ödeyerek bu madenleri ülkelerine götürmüşlerdir (Şânî-zâde, 2008: 909-910), bu nedenle madencilik zenginliğe sebep olmayacaktır.


 

762 1588-1589 tarihli bir hükme göre kafirlere verilmesi yasak olan emtia şunlardı: Buğday, barut, silah, at, pamuk, pamuk ipliği, kurşun, balmumu, sahtiyan, donyağı, gön, meşin, koyun derisi, zift (Sahillioğlu, 1978: 24).


352

 

Gümüşün bol ve ucuz olduğu dönemlerde, madenlerin çalışması ekonomik olmaktan çıkınca, madenciler piyasadan guruş satın alıp eriterek, mükellef oldukları maden veya kömür ile kütük taşıma külfeti karşılığı vermeyi daha elverişli buluyordu (Sahillioğlu, 1978: 14). Bu nedenle birçok maden kapanmıştır.

 

Keçecizâde İzzet Molla, II. Mahmut’a sunduğu Islâh-ı Nizâm-ı Devlete Dâir Risâle adlı eserinde, devlet tarafından yapılan maden işletmeciliğinin maliyetinin yüksek olması nedeniyle devletin maden işletmeciliğini özel teşebbüse kumpanya suretiyle ihale edip, belirlediği bir fiyata çıkarılan madenleri devletin satın almasının daha uygun olacağını dile getirmiştir. Zira o, madenlere halkın yaptığı hizmetler, devletin yaptığı masraflar ve maden eminlerinin masrafları hesap olunduğu anda gümüşün dirheminin 60 parayı geçeceğini belirtmiştir. Ona göre, madeni işletmeye talip olan kişi madene gerekli olan odun, kömür ve malzemeleri kendisi istediği yerden temin etmeliydi (Naklen: Doğan, 2000: 44-45).

 

Defterdar Mehmed Şerif Efendi III. Selim’e sunduğu lâyihasında maden işleriyle ilgili sorunları ve çözüm yollarını şöyle ifade etmiştir: “ma‘âdinin i‘mâline ikdâm ve ihtimâm olunub altın ve gümüş ve bakır ve kurşun ihrâcına sa‘y ve emânet ehline tefvîz olunmak lâzimeden olub bunun dahi erbâbı aranub bulunub fukaraya zarar olmamak şartıyla ma‘denlerin i‘mâli ne vechile müyesser olursa öylece amel olunmaludur mesmû‘um olduğuna göre Ergani ve Keban ve Gümüşhane ma‘denleri ümenâsı ma‘den hafrine sa‘y itmeyüb paşalar ve voyvodalar misüllü re‘ayâyı ma‘âdinden intifâ‘ idüb idâre-i umûr iderler imiş bunun def‘i ve ma‘denlerin i‘mâli ne şekil tedbîr ile olursa hemân himmet buyurulmaludur ve ba‘zıları arâzi-i Devlet-i Aliyye’de olan ma‘âdin bir devletin arazisinde bulunmaz amma Devlet-i Aliyye rağbet ü himmet itmiyor eğer Devlet-i Aliyye kendu toprağında olan altun ve gümüşü çıkarub hazîne cem‘ etse cemî‘ devletlere gâlib olur dirler hâl böyle olduğu takdirde ma‘âdine niçün himmet olunmasın ve fukâraya zulm oluyor deyu Bereketlu ve Bozkır ma‘denleri niçün kapansın hem fukâraya zulm olmasun hem ma‘denler işlesin; himmete bir şey hâ’il olamaz kolayı bulunmaz şey olmaz dirim.” (Naklen: Çağman, 2010; 15; Kaynar, 1985: 13).

 

Madenin kapanma sebepleri 1936 yılında şöyle sıralanmıştır. “…Bozkır madeni diğer madenler gibi dahili iğtişaşlar, uzun süren harpler, fakru zaruret ve


353

 

nihayet madenlerin işletilmesi için iktiza eden odun ve kömürün azalması yüzünden muattal bir hale gelmiştir. Denize oldukça yakın bulunmaları ve o tarihlerdeki fennî vasıtaların azlığı mütalaa olunur ise ehemmiyetleri anlaşılır. Her halde bu havalide ciddi bir etüd yapılmak lüzumu meydandadır…” (BCA, 19138: 30.10./175.211.3). Bu tespitlere rağmen Bozkır madeninin açıldığı ile ilgili bir kayıt tespit edilememiştir763.

 

Polini raporunda, Konya’nın 12 saat güneyinde ve Toros yakınlarındaki Bozkır madeninde 100 zentners üretim yapıldığını belirtmiştir (Issawi, 1980: 284). Yani Bozkır madeninde 5.000 kg kurşun üretimi yapılmıştır764. Hamilton’a göre ise, Bozkır madeninde senelik 800-900 okkadan fazla üretim yapılamıyor ve sadece kışın çalışılıyor. Mangal kömürü oldukça pahalıydı, madenden fazla kâr elde edilemiyordu ve gösterilen örneklerde maden cevherinin oldukça zayıf olduğu görülmekteydi. Buna rağmen madenden az miktarda gümüş de elde edilmekteydi (Hamilton, 1842: 339).

 

Madencilikte karşılaşılan sorunları ifade eden bir başka çalışmada ise tarih belirtilmemiştir. Tanzimat ilanından sonra yazıldığına dair bilgiler olmakla birlikte bir rapor olarak nitelenebilecek bu belgede, Gümüşhacıköy madeninde iki sene kâtiplik yapan Ethem Bey’in madenle ilgili görüşleri şöyledir: Her fırına 60 küfe kömür ile 30 küfe cevher giderken, bir seferde taşıyalım diye mağaraların önlerinde cevherler biriktirilmiş ve bunlar telef olmuştur. Bunun yanında küfesi sekiz kuruşa taşınan cevherlerin taşınmasındaki nakliye ücretine de tecavüz edilmiştir. Kışın servet sahibi kişiler kütüklerin yükünü 30-40 paraya alırken vakti geldiğinde 60 paraya satmıştır. Madende bulunan çakılcı ve külünkçü gibi 250 kişinin olduğu ve bunların içine Rum milletinden olan kişilerin gelerek madenci kaydedildiği, maden sandığından zahirelerini de alan bu kişilerin duvarcılık, ziraat ve kalaycılık gibi işlerle meşgul olduğu ve bu kadar amelenin fazla olduğu belirtilerek yoklama yapılarak madencilerin yakasına bir alamet konması gerektiği de ifade edilmiştir (BOA, HH.d 17512).

 

763 Bu konuda, 1940-1941 yılında Türkiye’de mevcut madenlerin yerleri ve rezervleri hakkında bilgi veren şu esere bkz. İktisat Vekâleti Maadin Umum Müdürlüğü, Madenlerimiz 1940-1941, Ankara 1943.

 

764 Issawi, bir zentner 100 kg olduğunu belirtirken, çalışmasında 50 kg olarak ele almıştır (Issawi, 1980: 286).


354

 

Maden emini atamalarında dile getirilmesine rağmen atanan maden eminlerinin kâr-güzâr yani becerikli olmaması da madenlerdeki üretimi düşüren etkenlerdendi. Becerikli olmayan maden eminleri tespit edildiği zaman görevden uzaklaştırılırdı. Ancak şikayet ya da bir araştırma olmadığı dönemlerde bir maden emininin görevden uzaklaştırılması için bir yıllık dönemin sonundaki üretimi göz önüne alındığından o yıl maden için zayıf bir yıl olabilirdi. Bu nedenle maden emini olarak maden ilminden anlayanların atanmasına ve madenden anlayan kişilerin madenci olmasına özen gösterilmesine rağmen yine de sorunlar çıkmıştır. Yine madencilerin de maden ilminden anlayan kişiler olması gerekliydi. Zira maden ilminden anlamayan kişiler çok telef vermekteydi. Bozkır madeninde; şiddetli kış dolayısıyla üretimin zaman zaman aksaması, maden taşınacak yolların elverişsiz olması765, taşıt tedârikinde karşılaşılan güçlükler, maden mağaralarının tahrip edilmesi, madenin çeşitli aşamalarında çalışacak amelelerin bilgisizliği ve Bozkır maden ocaklarının verimsizliği de üretimin azalmasına sebep olmuştur.

 

3.2. Madenciliğin Ortaya Çıkardığı Sorunlar

 

3.2.1. Bozkır Yöresinde Ormanların Yok Oluşu

 

XVII. yüzyılda yaklaşık 30 ton odundan sekiz ton odun kömürü elde edilirken bu miktar yılda yaklaşık beş hektarlık alanda kayın ormanı yetiştirilmesine karşılık geliyordu (Tez, 1989: 27). Bu anlamda Bozkır madeninin ortaya çıkardığı en önemli sorunlardan biri ormanlık alanların yok edilmesiydi. Zira madenin odun ve kömür ihtiyacının karşılandığı yerlere bakıldığı zaman madene bağlı yerler olduğu görülmektedir. Bu anlamda belgelerde maden için sağlanacak ormanların uzaklaşmasından bahsedilmektedir ki (BOA, MEDAD 8: 653-1) bu madenin ormanlara verdiği zararı göstermesi açısından önemlidir.

 

Bozkır’da madenin açılmasıyla birlikte ortaya çıkan ve Bozkır madeni emaneti olarak adlandırılan idari yapı, eski ve yeni idareciler arasındaki çatışmalara neden

 

 

765Teknolojinin nakliye ve yükleme gibi alanlarda kullanılmasıyla XX. yüzyılda mineral arzında ciddi bir yükselmeye yol açmıştır. Ereğli kömür madenlerinde demir yolu bağlantısının ve limandaki gemilere hızlı bir şekilde yükleme için vinçlerin kullanılması gibi faktörler Fransız firması “Societe Heraclee”nin 1896’da kurulmasından birkaç yıl sonra üretimin arttırılmasında önemli rol oynarlar. Maden sayısında ciddi bir artış olmamasına rağmen bu yüzyılın başındaki artışın nedeni makineleşmedir (Murphey, 1986: 982-983).


355

 

olmuş ve bu durumdan en fazla etkilenen madencilik sektörü ile kaza halkı olmuştur. Zira Bozkır madeninin ilk kapatılması ile yeniden açılmasının nedenlerinin ahaliye yapılan zulümler olduğu hatırlanırsa madenin halka etkileri daha iyi anlaşılabilir (BOA, MEDAD 1: 754-1). Bunların yanında madenin çeşitli ihtiyaçları madene bağlı kazaların halkı tarafından karşılanmaktaydı. Maden, ihtiyaçlar karşılanırken halktan fazla talepte bulunulması gibi olumsuzluklara da neden olmaktaydı. 1806 yılında maden emininin Bozkır ahalisine “madene gerekli hizmetleri yapmalarına rağmen”

11   ayda 30.000 kuruş salyaneyi iki defada tevzi edip aldığı, ramazâniyye adıyla 500 kıyye sade yağı ve süzme bal ile 250’den fazla kuzu, tavuk ve yumurta tevzi ve tahsil ettiği yönünde şikayetleriyle Bozkır madeni ahalisinin padişahtan yardım talep ettiği görülmektedir (BOA, D.DRB.THR 37/34). Fakat bu sorun sadece madenlere has bir özellik değildi. Madenin açık olmadığı dönemlerde de bu tür haksızlıklar yapılmıştır. Maden emaneti dahilindeki ahalinin izinsiz olarak madeni terk edememesi gibi durumlar da halkın madenlerin açılmamasını istemesine neden olmuştur (Bkz. I. Bölüm). Tabiî ki madenin açılmaması yönündeki bu istekler de, Bozkır şeyhi olarak anılan kişilerin, maden eminleri nedeniyle bölgedeki etkilerinin azalacağından dolayı halkı kışkırtması da etkili olmuştur.

 

Artan odun kömürü gereksinimi sonucu ormanlar hızla azalıyordu. Maden ocakları yakınındaki çay, dere ve ırmaklara işletme artıklarının atılması sonucu sular zehirleniyordu (Tez, 1989: 51). Bozkır madeni mağaralarında üretilen cevherlerin işlenmek üzere Bozkır kazasına getirilerek kaza içerisinden geçen Çarşamba Çayı yanında işlenmesi nedeniyle maden doğal dengeyi de bozmuş olmalıdır. Şöyle ki cevherler işlendikten sonra kalan cürufların suya karışmasıyla ya da diğer atıkların suya atılmasıyla sular kirletilmiştir.

 

Bozkır madeninden çıkarılan kurşunların insan sağlığına etkisini de madenciliğin ortaya çıkardığı tehlikeler arasında saymak mümkündür. Bütün bu olumsuzların yanında madenlerde çalışan madencilerin çok cüzi paralara çalışmaları da bu sorunlar arasında sayılabilir. Madenlerdeki bu duruma devletin tekelci yaklaşımı, kâr marjını yüksek tutma isteği ve çıkarılan madenlerin askeri ve ekonomik anlamda devlet için önemli olması gibi nedenler, madencilerin kendi geçimlerini zor karşılayan şartlarda madenlerde çalışmalarına sebep olmuştur.


356

 

Madenciliğin ortaya çıkardığı sorunlardan birisi de madenlerde meydana gelen kazalardı. Bu kazalar madencinin yaralanmasına hatta ölmesine neden olabilirdi. Madenlerde bulunan mağaralarda göçükleri engellemek için tahkimat yapılmasına rağmen yine de göçüklerin olduğuna dair örnekler vardır (BOA, DRB.d 1040). Maden mağaralarının bulunduğu yerler, dağlarda ya da dağlara yakın yerlerde olmasından dolayı hem ulaşım anlamında hem de çalışma şartları anlamında bazı zorlukları beraberinde getirmekteydi. Bulgardağı madenindeki gözlemlerini aktaran Ahmet Şerif’in verdiği şu örnek, madenlerde çalışma şartlarının zorluğunu göstermesi açısından önemlidir: “…düşen büyük bir çığ altında kalıp, derhal ölen, üç madenciden birinin, bulunamayan cesedi, epeyce bir süre sonra, ben orada iken, karların altından meydana çıktı ” (Ahmet Şerif, 1999: 231).

 

3.3.2. Bozkır Madeninde Eşkıyalık Hareketleri

 

Bozkır’da madenciliğin ortaya çıkardığı sorunlardan biri de eşkıyalık hareketleriydi. Bu tür hareketler altın ve gümüş gibi değerli madenlerin üretimi nedeniyle ortaya çıktığı gibi madenlerin idari statüsündeki değişiklik de bu tür hareketleri tetiklemekteydi. Ancak eşkıyalık hareketlerini sadece bu nedenlerle açıklamak yeterli değildir. Zira Bozkır madeni açılmadan önce de Bozkır kazasında eşkıyalık hareketleri olmuştur766. 29 Nisan 1773 tarihinde Alanya kazası mutasarrıfı, Bozkır kazasından Abdülmümin oğlu Muhammed ve Abdülmuttalip oğlu diğer Muhammed adlı eşkıyaların yanlarına 60’dan fazla eşkıya toplayarak Alanya’ya zarar verdiğinden bu durumun ortadan kaldırılması için izin istemiştir. Bahsi geçen kişiler 10-15 senedir eşkıyalık yapıp, Bozkır kazasında pazar yeri olan Ahırlı köyünü, pazar esnasında basıp tüccar ve ahalinin mallarını da gasp etmişlerdi. Birçok kişiyi öldüren bu eşkıyalar, Bozkır naibinin de kaçmasına neden olmuştur (BOA, C.ZB 1505).

 

Madenin açılışından itibaren Bozkır şeyhi olarak adlandırılan kişiler, bölgede çıkan eşkıyalık hareketleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı idi. Bozkır şeyhi olanlar, madenin açılmasına karşı olduklarından767 bu tür hareketlere

 

766 XVII. yüzyılda Konya ve çevresindeki eşkıyalık hareketleri için bkz. Soyucak, 1997.

767 Bozkır şeyhi olan Abdülhalim’in madenin açılmasına kendi zulmüne engel olacağından dolayı karşı olduğu Bozkır halkı tarafından da dile getirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 171-1). Bu şeyhin daha sonra maden emini olduğu da unutulmamalıdır (BOA, MEDAD 9: 213-1).


357

 

başvurmuş olmalıdır. Gerek maden eminlerinin sözleri gerekse merkezi yönetimin çeşitli konularda şeyhi muhatap alması, Bozkır şeyhinin bölgede etkin bir güç olduğunu göstermektedir. Bozkır madeninde üretime başlandığında, Bozkır şeyhi Seyyid Abdülkadir Efendi’ydi. Bu kişi aynı zamanda 30-40 yıldır Bozkır kazası ayanıydı (BOA, C.ADL 5051). Bozkır şeyhi768 olan kişi, çeşitli görevlerin yapılmasında da devlet tarafından görevlendirilmiştir. Asker tedârik edilmesi konusunda da görev alan Bozkır şeyhi, 20 Mayıs 1774 tarihinde 180 asker göndermiştir (BOA, C.AS 51300). Bunun yanında şeyh askeri gücünü bazen hisleri doğrultusunda da kullanmıştır. 25 Ocak 1799’da, Bozkır şeyhi Abdülhalim Efendi’nin, Kırili ayanı İsmail’e düşmanlığından dolayı 7.000 piyade ve 3-4.000 süvari ile 30 yük cephaneyle Kırili kazasının üzerine yürümesi nedeniyle, kazadan

 

500      kişi Hamid sancağına kaçmıştır. Şeyh, Kırili ayanı ve kadısının zincire vurdurarak Bozkır’a getirmiştir (BOA, C.DH 1301). Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere Bozkır şeyhi maden açılmadan önce ve sonra yörede sözü geçen bir kişiydi.

 

Bozkır şeyhi, birçok olayda doğrudan ya da dolaylı olarak uygun olmayan hareketlerde bulunmuştur. 1773 yılında Belviran kadısı olan Osman’ın davalar hakkında karar vermesini engellediği gibi bir kese akçeden fazla alacak hakkını da vermemiştir. Bu durumun araştırılması için merkezden bir kişi görevlendirilmiştir769 (BOA, AHK.KR.d 14: 90-1). Bütün bunların yanında eşkıyalık hareketlerine karışan Bozkır şeyhlerinin, eşkıya ile mücadele ettikleri de görülmektedir. Eşkıyaların birbirleriyle mücadele ettikleri ve birbirlerini ortadan kaldırmaya çalıştıklarında; Bozkır şeyhi, kanuna aykırı olan bu durumun ortadan kaldırılması için emir talep etmiştir (BOA, AHK.KR.d 14: 105-1).

 

 

 

768 Bozkır şeyhi olarak adlandırılan kişiler, Bozkır ve çevresindeki kurumlarda çeşitli görevleri de yerine getirmişlerdir. Günlük üç akçe ile Siristat köyünde bulunan musallada hatip olan Kadıoğlu Seyyid Abdullah vefat edince, yerine 1788 yılında Şeyh Abdülkerim atanmıştır. Ekim 1789 tarihinde ise, Şeyh Abdülkerim’in ölümü üzerine yerine oğlu Seyyid Şeyh Muhyiddin atanmıştır (VGMA, HD, 537: 58b). Abdülkerim ve oğlu Muhyiddin aynı zamanda Hocaköy’de bulunan Hacı Mehmet Efendi Camii’nin de imamıdır (VGMA, HD, 537: 58a). 1831 yılında yapılan nüfus sayımında Sinandı köyünden a‘yân-ı kaza olarak 41 yaşındaki Seyyid Abdülkerim veled-i Seyyid kaydedilmiştir (BOA, NFS.d 3310: 193).

 

769 Benzer bir uygulama kapusuz levendat eşkıyasından olan Sabâma oğlu Mustafa adlı maktulün avenelerinin başlarına topladığı kişilerle, Bozkır kazası köylerindeki ahalinin bazısını öldürüp mallarını almaları üzerine yapılan şikayetler üzerine durumun araştırılması için merkezden bir görevlinin gönderildiği, Haziran 1777’de belirtilmiştir (BOA, AHK.KR.d 14: 99-3).


358

 

Eşkıyalık hareketleri, madenin çalışmasını aksatmış ya da tamamen terk edilmesine neden olmuştur. Nitekim Bozkır şeyhi Şeyh Abdülkadir’in kethüdası Abdullah ile bölükbaşılarının, maden işleriyle meşgul olan maden emini Genç Ali ile madenciler üzerine hücum etmesi nedeniyle maden emini kaçmıştır. Bu olayda madencilerin eşyaları yağma edilmiş ve maden beş altı ay çalışamamış, diğerlerine ibret olması için bu kişilerin cezalandırılmaları talep edilmiştir. Madenin kapanmasına sebep olacak bu tür hareketlerin affedilmesinin mümkün olmadığı ancak şeyhin bir defaya mahsus uyarılması ve yine aynı hareketlere devam ederse sürgün cezasının hatta daha ağır bir cezanın verilmesi maden emini ile Karaman valisine 31 Aralık 1777’de bildirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 606-1, 606-3).

 

Bozkır şeyhinin tahrikiyle madene ait olan bütün bina, levazımat, zahire ve eşyaların yağma edildiği yapılan incelemede anlaşılmıştır770. Bozkır şeyhi Abdülkadir ve kardeşi Abdülkerim madene ait binaları yeniden inşa etmeyi ve yağma edilen eşyaları da geri ödemeyi taahhüt etmiştir. Şeyhten 550 kıyye demir ile eşyalara karşılık 1.000 kuruştan fazla para, zahire ve kilim mahkeme tarafından teslim alınmıştır. Bu tahsilat dışında kalanlar ile maden eminine gönderilen sermayenin de yine bu kişilerden tahsili emredilmiştir (BOA, MEDAD 8: 607-1). Uzun süre şeyh ve ayan olarak, Bozkır kazasında istediği gibi davranan Bozkır şeyhi Abdülkadir, Bozkır madeninin açılması üzerine gelen maden emini ve mübaşir nedeniyle ahaliye aldığı malları geri vermiş ancak adaya sürgün edilmesinden vazgeçilince aynı durum yeniden ortaya çıkmıştır (BOA, C.ADL 5051). Aynı tarihte, Bozkır’da oturan şeyh, Bozkır’ın etrafında bulunan yöneticilere de karışmıştır. Etrafına topladığı 200’den fazla kişi ile fukaraya zulüm eden ve ilimle meşgul olması gereken şeyh, toplanacak 133 kuruşluk taksit akçesini 1.500 kuruş olarak tevzi ederek tahsil etmeye çalışmıştır (BOA, MEDAD 8: 606-1). Ayrıca şeyh bunlarla da

 

 

 

 

770 Bu yağma hadisesi şöyle ifade edilmiştir: “Selefin Genç Alinin binâ ve inşâ eylediği iki ‘aded cevher fırunu ile bir ‘aded etmekci fırunları ve bir bâb kebîr kömür ve bir bâb mürdesenk ve diğer üç bâb muhâzîn külliyen münhedim ve ma‘denciyân tâ’ifesinin dahi hîn-i firârlarında onüç bâb otalar temhîr olunmuşken ba‘zıları münhedim ve ba‘zılarının kapuları şikest ve edavât-ı maden ve ma‘denciyânın eşyâları ve emîn-i sâbıkın yine Edase karyesinde ve Beş karyesinde binâ eylediği otalar ve mahzenler ve derûnlarında olan levâzımât ve mürdesenk ve zehâyir ve emvâl ve eşyâ bil-cümle yağmâ ve gâret olunduğu ma‘rifet-i şer‘le muayene ve Bozkır şeyhinin tahrîkiyle olduğu zâhir oldukda…” (BOA, MEDAD 8: 607-1).


359

 

yetinmeyerek halkı kışkırtmış ve maden emini ile de mücadele etmiştir771. Halka “madene bağlanmakla harap olursunuz” diyen şeyh, maden eminine kimsenin uğramamasını tembih etmiştir. Maden emininin madenden kaçmasına neden olan ve madencilerin eşyalarını yağma eden şeyhin başka bir yere sürgün olunmadığı sürece bu kötülüklerin bitmeyeceği ve madenin işletilemeyeceği maden emini tarafından bildirilmiştir (BOA, MEDAD 8: 606-1). Madenin kapanmasına neden olanların cezalandırılacağı ancak bu defa bu kişilerin tembih edilmesi, eğer bu etkili olmazsa ve bu tür hareketlerden vazgeçilmezse gerekli cezanın uygulanacağının şeyhe anlatılması emri verilmiştir. Bu tür hareketlerin tekrar etmesi halinde sürgün cezası verilmekteydi. Ancak aynı hareketler ortaya çıkması durumunda, bununla da yetinilmeyip diğer cezaların da verilebileceği hatırlatılmıştır (BOA, MEDAD 8: 606-1). Bu şekilde bir yola başvurulmasının nedeni ise, Bozkır şeyhi Abdülkadir ve oğullarının Kıbrıs’a sürgün edilmesi ile ilgili emir verilmesine rağmen madenin imâl ve idaresinin, şeyh ve oğullarının yardımına muhtaç olduğu maden emini Halil Ağa tarafından bildirince, Eylül 1777’de verilen sürgün emri terk edilmiştir (BOA, C.DRB 1298).

 

Bozkır şeyhi Abdülkadir ve oğullarının Kıbrıs adasına sürgünü için emir verilmiş olmasına rağmen bu kişiler kaçmıştır. Kaza ahalisi bu kişiler idam edilmezse meselenin çözülmeyeceğini ve eğer şeyhi yakalarlarsa teslim edeceklerini ve maden eminine yardım edeceklerini aksi halde 50.000 kuruş nezri, 10 Şubat 1778 tarihinde taahhüt etmişlerdir (BOA, C.DH 2909). 19 Şubat 1778’de Bozkır kazasına bağlı köylerin temsilcileri, Karaman valisinin huzurunda yapılan mecliste, maden emini Süleyman’ın madenle ilgili işleri yaparken bir kusurunun olmadığını ve kendilerinden bir akçe talep etmediğini fakat Bozkır şeyhi Abdülkadir ve avenelerinin rahat durmadığını dile getirmişlerdir (BOA, MEDAD 8: 614-1, 615-1). Bozkır ahalisi, şeyhin merkeze ya da Karaman valisine maden eminini şikayet ettiğini, bazen de adamlarıyla maden eminine saldırdığını söylemişlerdir (BOA,

 

 

771 Bozkır şeyhinin madene bakışı ise şöyleydi: “…ma‘dene merbûtiyet ile harâb olursuz deyü emîn-i ma‘den tarafına kimesne uğramamak üzere tenbîh ve te’kîd ve bundan ma‘adâ sâbık ma‘den emîni Genç Ali’nin edevât ve eşyâsını yağmâ ve talân ve bunun emsâli nice şer ve fesâdı zâhir ve aşikâr olmakdan nâşi diyâr-ı ahara nefy ve iclâ olunmadıkca infâz-ı fitne ve ma‘den-i mezbûr ta‘dîlinden hali olmayacağı ihbâr olunmağla…” (BOA, MEDAD 8: 606-1).


360

 

C.DRB 2605). Fakat dikkati çeken noktalardan biri, şeyhin ve adamlarının özellikle madene hizmet eden kişilere saldırarak o kişileri korkutmaya çalışmasıdır (BOA, AE.SABH I 11519; BOA, AE.SABH I 11527). Bozkır şeyhinin adamları bölükbaşılarından Sopranlı Osman, İt Uyutmaz Ahmet, Vehhaboğlu Ahmet, Kanlı Ali, Eğri Veli ve Sarıoğlu Mehmet, Küçük Baki, Mahmut ve Kaşıkçı adlı eşkıyalar, Siristat köyünden (BOA, AHK.KR.d 15: 89-1; BOA, AE.SABH I 11527) ve Sopran köyünden (BOA, AE.SABH I 11519) bazı kişilerin para, buğday, arpa, koyun, ev eşyası, arı, öküz, at, kılıç, tüfek gibi eşyalarını almışlardı. Bu eşyalar “sizler emr-i ali idüb madene hizmet ettiniz” denilerek alınmıştır. Bu kişilerin bulundukları mahalden alınarak ahkâk-ı hakk olunması emredilmiştir (BOA, AE.SABH I 11519; BOA, AE.SABH I 11527). Yine aynı kişiler madene hizmet etmesi nedeniyle bir kişiyi de öldürmüştür (BOA, AHK.KR.d 15: 88-4). Bozkır madeni emini Süleyman’dan reayanın hoşnut olmasına ve eminin kimseden haksız yere bir şey almamasına rağmen şikayetler olduğu ancak bu şikayetlerin madenin tatilini isteyen kişiler tarafından yapıldığı anlaşılmıştır (BOA, MEDAD 8: 615-1). 7 Şubat 1778’de, bu olaylar üzerine Karaman valisi askeriyle birlikte Bozkır’a gelmiştir. Bununla birlikte Hadim müftüsü de halka bu hareketlerin fitne olduğu konusunda nasihat etmek amacıyla Bozkır kazasındaydı. Ancak şeyhin oğlu ve bölükbaşıları yine madene hizmet eden 11 kişiyi öldürmüş ve kaza köylerine istedikleri kadar salyane tevzi eylemişlerdir. Hadim müftüsü nasihat ettikten sonra, “dururlar mı durmazlar mı? İtimad olunmaz” diye kazadaki durumu vezire bildirmiştir (BOA, C.DRB 2890).

 

Bozkır madeninde görevli madenciler de çeşitli olaylara karışmışlardır. 19-28 Mart 1779’da Bozkır kazasından Ahmet, babası Seyyid Ali’nin maden hademelerinden Ömer, Süleyman, Sinan ve Mahmut adlı kişiler tarafından öldürüldüğünü ve eşyalarının alındığını ifade ederek, başka bir iş için kazada olan mübaşir ve vali ile maden emini tarafından davanın mahallinde görülmesini, bu gerçekleşmezse İstanbul’da davanın görülmesini talep etmiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 136-3). Bu olayın şahitleri olmasına rağmen, bu kişilerin katiller tutuklanıp İstanbul’a götürülürse şahitlik edeceklerini söylemeleri üzerine bu yönde bir emir verilmiştir (BOA, AHK.KR.d 16: 174-2).


361

 

Bozkır kazasından bazı kişiler ile iki madenci, ticaret için Karaman’a giderken Aladağ’da ayanlık iddiasında olan Abdülahad ve oğulları tarafından öldürülünce ailelerinin şikayeti üzerine, 27 Ekim-5 Kasım 1793’de Bozkır madeni eminine772 sorumluları yakalayıp hapse atması ve davanın mahallinde görülmesi emredilmiştir (BOA, AHK.KR.d 21: 79-3).

 

Eşkıyalarla ilgili kaza ahalisi ile maden eminin durumu arz etmesi üzerine darphane emininin takriri gereği sürgün konusunda karar verilirdi. Bozkır madenine bağlı Seydişehir kazası Çalmanda ve Akça köyleri ahalisi, köylerini basıp, eşyalarını yağma eden ve bir kişiyi öldüren kişileri şikayet edince, suçluların çavuş nezaretinde Magosa’ya sürgün edilmeleri konusunda, 1789 yılında emir verilmiştir (BOA, KLB.d 23: 22-2). 22-31 Temmuz 1801’de, Seydişehir’de ayanlık iddiasında bulunan Çopur Kadı ve Hacı İsa, ahaliyi tahrik ettiğinden çavuş mübaşeretiyle Magosa kalesine kalebent edilmesi emri Bozkır madeni eminine emredilmiş (BOA, C.DRB 2423), affedilmeleri için kaza naibi şefaatçi olmuş ancak İrad-ı Cedid defterdarının inhası olmadan affedilemeyeceği belirtilmiştir (BOA, KLB.d 29: 164-2). Böyle bir inhanın istenmesinin nedeni, bu dönemde kazanın Üsküdar Ocağı’na bağlı olmasıydı. Yine madene bağlı Seydişehir kazasından Sarı Numan adlı kişinin ayanlık iddiasında olduğu ve kaza ihtiyarlarından Seyyid Ahmed’in kızı Emine’yi katledip mallarını aldığı ve kazadan talep edilen yeniçerilerin tanzimi ve techizine muhalefet ettiği şikayeti üzerine, Magosa kalesine kalebent olunması için emir verilmiştir. Fakat durumun göründüğü gibi olmadığı Bozkır madeni emini ve kaza ahalisi tarafından arz edilmiştir. “Bozkır şeyhinin oğlu Abdülhalim zulmüne revaç vermek için İstanbul’daki kapı kethüdası Mustafa Efendi, Şeyh Ahmed’i tahrik ederek Numan’ın kalebent olunması için emir çıkartmış.” diyen maden emininin kaimesi ve Seydişehir kadısının ilamı üzerine, 4 Ocak 1788’de Numan affedilmiştir (BOA, C.DRB 1995).

 

 

 

 

 

772 Bozkır dışındaki eşkıyaların yakalanması için de Bozkır madeni eminine emir verilebilirdi. 25 Mayıs-3 Haziran 1790 tarihinde, İçil sancağı Sarıkavak kazasında Koca Abdülkadir yanına topladığı adamlarla kazayı basıp eşyalarını almış, 1766’dan beri böyle devam ettiği belirtilerek Konya mütesellimi, Bozkır madeni emini ve Bozkır şeyhine hangi yolla olursa olsun bunların yakalanıp cezalarının verilmesi emredilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 1: 6). Yine Alanya sancağından gelen bazı kişiler mukırgah-ı maden olan Bozkır kazası mahkemesinde oğlunun katilleriyle mürafaa olmak istemiştir (BOA, C.ADL 1152).


362

 

Madene bağlı kazaların halkına yapılan zulümlerin önlenmesi amacı, madenin açılışında ve kapanışında önemli rol oynamıştır. Fakat kaza ahalisi ile Bozkır şeyhi, madenin açılması konusunda farklı düşünmüşlerdir. Buna göre, Bozkır madeninin tekrar açılmasını isteyen ahali, zulmün daha fazla arttığını ve birçok kişinin kazayı terk ettiğini belirtmiştir. Ancak Bozkır’da oturan Şeyh Abdülhalim’in, “daha fazla mal kazanma sevdasıyla yaptığı zulümler sona ereceği için” madenin yeniden açılmasını istemediği 23 Ekim 1787 tarihli belgeden anlaşılmaktadır (BOA, C.DRB 967).

 

Bozkır madeni eminine gönderilen hükümde, eşkıyalık yapan, insanları öldüren, zahire ve eşyaları gasp eden Siristat köyünden sekban Abdülbaki, Sarı Ahmet773 ve Kadıoğlu Abdullah isimli eşkıyaların yanına topladığı 300 adamla eşkıyalık yaptığı belirtilince, maden emini marifetiyle cezaları tertip ve ser maktularının gönderilmesi emredilmiştir. Maden emininin yanına gelip gittikleri emin tarafından bildirilen bu adamların yakalanması ve idam edilerek başlarının gönderilmesi için Karaman valisine 400 adamıyla kendisi ya da kethüdası ile tüfekçibaşılarından birinin bu işi yapması yönünde emir verilmiştir774 (BOA, MHM.d 178: 227; BOA, MHM.d 178: 228).

 

Bozkır kazasında bulunan Şeyhin oğullarının775 Kıbrıs’ta bulunan Lefkoşe’ye sürgün edilmeleri ve kazaya bağlı Sinandı mahallesinde bir karışıklık çıkması halinde ahalinin 20.000 kuruş ödemeyi taahhüt etmesi ile ilgili karar 2 Haziran 1781’de çıkmıştır (BOA, MEDAD 8: 650-d). 1 Şubat 1784 tarihinde ise, Bozkır

 

773 Sarı Ahmet adlı eşkıyanın avenesinden olan Kadıoğlu Abdullah, oğulları ve kethüdası ile Larende kazası ayanı Abdülkadir’in yanına kaçmış ve iki bölükbaşısını Bozkır kazasına göndererek muharebe etmek istemiş, bunun üzerine Karaman valisinin yanına tüfekçibaşı tayin olunarak bunların üzerine gönderilmiş ve muharebede Kadıoğlu ve aveneleri öldürülmüştür (BOA, AHK.KR.d 20: 4-2). Keban ve Ergani madenlerinde firariyi koruyanların 73.000 kuruş vermesi gerekirdi. Bu kurala uymayan görevliden bu para tahsil edilmiş ve 4 Ağustos 1783’te kalebent cezasına çarptırılmıştır (BOA, C.ML 4027).

 

Bozkır kazası ayanı iken kötü halinden dolayı azledilen ve vali tarafından cezası verilen Sarı Ahmet’in adamlarından Akkiseli Topal Mehmet adlı eşkıya köyüne dönerse köy ahalisi bunu teslim edeceğini ve buna aykırı hareket ederlerse 25.000 kuruş nezr ödemeyi taahhüt etmişlerdir. Ancak gönderilen emirde bu tür bir hareket ortaya çıkarsa bu miktarın iki katının tahsiliyle yetinilmeyip, kendilerine de gerekli cezaların verileceği konusunda ahali, 3 Ocak 1786 ‘da uyarılmıştır (BOA, MEDAD 8: 690-1).

774İçil ve Adana taraflarına kaçan bu eşkıyanın yakalanması için mutasarrıf ve valiye verilen emir için bkz. BOA, MHM.d 178: 244.

775 Şeyhin oğulları Kara Halim, Numan ve Necip, kardeşi Abdülkerim, damadı Deli Mehmet (BOA, AE.SABH I 11527; BOA, C.ADL 5051) ve kethüdası Abdullah’tı (BOA, C.DRB 2605).


363

 

şeyhi Abdülkadir, oğulları ve kardeşinin Kıbrıs adasına sürgün edilmesiyle ilgili verilen karar, köylerinde kendi işleriyle uğraşmak şartıyla affedildikleri şeklinde bir şartlı tahliye haline getirilmiştir. Ancak bu kişilerin maden için lazım olan kömür ve kütük tedârikine engel oldukları776 Bozkır ve Belviran kazaları kadıları tarafından dile getirilmiştir (BOA, C.ADL 5051). Alınan bütün önlemlere rağmen şeyhin akrabaları madendeki görevlileri hedef almaya devam etmiştir. Hoca köyünden derebey demekle meşhur Şeyh Abdülhalim, madenden memur olarak Fart’a giden Molla İbrahim adlı kişiyi, 9-18 Eylül 1783’te öldürmüştür (BOA, AHK.KR.d 18: 17-2). Molla İbrahim’in oğlu Abdülkerim davanın mahallinde görülmesini istemiş ancak Seyyid Abdülbaki, Abdülkerim’in madende bulunan evini basarak bütün eşyası ve yiyecekleri ile Apasaray ve diğer köylerde bulunan arpa ve buğdaylarına da el koymuştur (BOA, AHK.KR.d 18: 18M-2).

 

Çat köyü hatibi ile Siristat köyü nakibinin tahrikiyle maden emini ile ahali arasında oluşan anlaşmazlık sonucu, maden emini madeni terk etmiştir. Bunun üzerine gönderilen 22 Nisan 1778 tarihli emirde maden emininin madene dönerek işlerini yapması ve madenin imâl ve idaresine karşı olanların te’kîd ve gûşmâllerinin merkeze bildirilmesi maden emininden istenmiştir (BOA, MEDAD 8: 615-2). Bu hatib ve nakib ahaliyi kışkıtmaya devam etmiş ve Bozkır madeni emini Süleyman’ı şikayet etmişlerdi. Bu tür hareketleri olan hatip ve nakibin Bozkır kazasına girmesi yasaklanmıştır (BOA, C.DRB 3211).

 

Bozkır madenine bağlı Kırili kazasında ayanlık iddiasında olan Hacı İsmail adlı eşkıyanın cezasının verilmesi için Ilgın, Doğanhisar şehir kethüdalarının görevlendirildiği ve şakiyi kuşattıkları esnada bu kişi kaza naibi ile birlikte beş kişiyi öldürüp kaçtığından Bozkır madeni eminine bu suçluların yakalanması için, 1-9 Eylül 1790 tarihinde emir verilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 1: 25). Bozkır madeni emini olan el-Hâc Hasan hakkında madene bağlı kazaların farklı arz ve mahzarlarda bulunmaları üzerine maden bölgesine gönderilen görevli, bu durumu herkesin huzurunda görüşmeye açmıştır. Madene bağlı Bozkır, Belviran ve Göçü kazaları ahalisi maden eminin iyi halinden bahsederken ‘adem-i tecrîme ve kanûn-ı kadîm


 

776 11 Mart 1742 tarihinde, Keban madeninde kömür nakli ve hafrında çalışanları eşkıyaya karşı korumak için 150 piyade ve 50 levent gönderilmiş, bunların aylık ve ihtiyaçları Palu kazasından tedârik edilmiştir (BOA, DRB.d 968: 64-1).


364

 

olan dem öşrü dahi almayub cümle fukarâ râzı ve hoşnuddur demişlerdir. Fakat Kırili kazasında ayanlık iddiasında olan Hacı İsmail777 adlı kişinin zulmüne ahali engel olamadığından başka İnce Mehmet adlı eşkıya ve adamlarına kurşun ile adam öldürttüğünden dolayı eminin bu eşkıyayı talep etmesine rağmen ayanlık iddiasında olanların buna engel olduğu ve bu kişilerin bir mahalle sürgün edilmesi kaza ahalileri tarafından, 4 Şubat 1790’da dile getirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 182-d).

 

4    Mayıs 1791’de Bozkır madeni emini Mehmet, maden işleri778 için Kırili kazasına gittiğinde kazadan bazı kişilerin tahrik ettiği eşkıya, baskın yaparak madene ait sermaye ile bazı emval ve eşyayı yağma etmiştir. Bu olaylar nedeniyle Kırili

kazasının darphaneye 48 kese779 akçeyi iki taksitle ödemeyi taahhüt etmesi üzerine, ilk taksitin tahsili için kazaya mübaşir gönderilmiştir (BOA, MEDAD 9: 189-3). Kaza ahalisi ilk taksiti Mart 1791’de, ikinci taksiti ise bu tarihten beş ay sonra ödeyecekti (BOA, MEDAD 9: 191-1). Bu baskın esnasında, 21 Eylül 1789’dan 6 Ağustos 1790’a kadar üretilen 33 kıyye altın ve gümüş de darphaneye gönderileceği zaman bu kişilerce yağma edilmişti. Bunlarla birlikte kazalardan tahsil olunan 26.000 kuruş ile 30.000 kuruştan fazla emval ve eşyası ile kâtip ve hizmetçilerinin 9.000 kuruşu da yağma edilmiştir. 8 Ekim 1790 tarihinde, bunların da tahsili emredilmiştir (BOA, C.DH 12225). Bu olaylara sebep olan kişiler ise 9.001 kuruş ödemeyi taahhüt etmiştir (BOA, MEDAD 9: 192-1).

 

17-26 Ağustos 1795 tarihinde, eşkıyalık yaptığı için cezalandırılmaları gereken göçebe taifesinden bazı kişiler Bozkır madeninde cevher çıkarılan Kızılgeriş, Sarıot ve Küçük Tepe adlı mahallerde “hayme nişin” olmaları üzerine, gerekirse Alanya’ya kurşun nakletmek beyanı üzerine affedilmişlerdir780 (BOA, MKM.MHM.d 2: 75). Bu kişilerin bu bölgelere ağaçları kesmek üzere yerleştiği söylenebilir.

 

 

777 Kardeşiyle bile ayanlık çekişmesine giren hatta muharebe eden İsmail’in kardeşi Halil ile eşi bu muharebede ölmüştür (BOA, MEDAD 9: 187-d).

 

778 Maden emini Mehmet, madene ait kömür bedeliyesi ile bazı bakayayı tahsil etmek için Kırili kazasına gitmiştir. Maden emininin yanında 140 keseden fazla nakit parası da vardı. Bu paranın bir kısmını Ilgın ve Doğanhisar kazaları ile Hacı Kara Cemaati ödeyecekti (BOA, MEDAD 9: 190-1).

779  Kazanın taahhüt ettiği 24.000 kuruşun tahsil edildiği 27 Mart 1794’te bildirilmiştir (BOA, MEDAD 9: 192-d).

 

780 7-15 Ocak 1801 tarihli belgeye göre, çeşitli defalar affedilen bu kişiler eşkıyalığa devam etmiş ve Alanya sancağına zarar vermiştir (BOA, MKM.MHM.d 3: 153). Mayıs 1812’de kendi halinde olmadığı için ortadan kaldırılması/izalesi emri verilen Seydişehir kazası ayanı Hüseyin’in kanuna


365

 

Suçlu olan bazı kişilerin cezaları belli olduktan sonra maden emininin talebi üzerine affedilmesi de söz konusuydu. 18-27 Mayıs 1797’de Seydişehir kazasından Gevreklioğlu Mustafa’nın cezasının uygulanması emri verilmişken maden emini Abdülhalim781, bu kişinin çocuklarının zor durumda kalacağını ve kimseye karışmaması şartıyla affını isteyince, bu talep kabul edilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 3: 6; BOA, MKM.MHM.d 2: 8).

 

Mağdurların suçlularla mahkemede duruşma talebi sadrazam huzurunda yapılacaksa bütün taraflar mübaşir tarafından götürülürdü (BOA, MKM.MHM.d 3: 5). Başka yerlere firar eden suçluların kendi işleriyle uğraşmak şartıyla Bozkır’a dönmelerine izin verilerek ceza emri terk edilirdi (BOA, MKM.MHM.d 4: 139).

 

Bu tür suçlarda iddia edilenlerin her zaman doğru olmadığı da görülmektedir. Bazen düşmanlık ile başka kişiler üzerine suç atıldığı ancak yapılan araştırmalar sonucunda bunun doğru olmadığını ortaya koyan örnekler de vardır (BOA, MKM.MHM.d 1: 140; BOA, MKM.MHM.d 1: 144).

 

8-17 Aralık 1800’de Bozkır madeni eminine gönderilen hükümde, Aladağ ayanı Mustafa’nın fukaraya zulüm ettiği ve ahaliyi katlettiği ve emvallerini aldığından ser maktuunun gönderilmesi emredilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 3: 143).

 

24      Haziran-3 Temmuz 1800’de, ölen Bozkır şeyhi Abdülhalim’in oğlu Abdullah ile yeğeni, damatları Ahmet ve Mehmet, emir gereği mahpus mahallerine ulaştırılmak için divan-ı hümayun çavuşlarından Mehmet Çavuş ile Han menzilhanesinden çıkıp giderlerken Barçınlu kazası toprağında İnönü denilen mahalde müteveffanın hizmetçilerinden 40-50 kişi çıkıp bu kişileri alıp kaçmışlardır. Müteveffânın varisleri 30.000 kuruş ödemeyi kabul etmesine rağmen borçları 32.000 kuruştu. Ödemeleri için muharrem ayına kadar süre verilmesine rağmen borcu affettirmeye çalışmışlardır. Bunların Bozkır madenini ele geçirmek ve halkı kendilerine bağlamak gibi düşünceleri olabileceği de dile getirilmiştir. Bir mübaşir vasıtasıyla muhallefâtın alınarak satılması, darphaneye olan borcun alınarak kalanın

 

 

aykırı hareketlerde bulunmayacağını söylemesi üzerine, bu kişilerin affedildiği Beyşehir mutasarrıfı ve Bozkır madeni emini Ali’ye bildirilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 6: 26).

 

781 Bozkır madeni emini olan Abdülhalim aynı zamanda Bozkır şeyhiydi (BOA, C.DH 10339; BOA, AHK.KR.d 23: 55-2).


366

 

hazineye alınması ve bu kişilerin Konya Kalesi’ne kalebent olunması Karaman valisine emredilmiştir (BOA, C.DH 10339).

 

Eski maden emini Abdülhalim’in damadı olan Muhyiddin’in ahaliyi tahrik ederek “ben maden emini olacağım beni talep ediniz” sözleri üzerine, bu kişinin Rodos’a sürgün edilmezse ahalinin ve madenin huzurunun olmayacağını maden emini Seyyid Ali arzında dile getirince, 23 Şubat 1801’de bu yönde bir karar verilmiştir (BOA, C.ZB 2274). Fakat Muhyiddin’in başına topladığı 100’den fazla adamla eşkıyalık yaparak madenin nizamına aykırı hareketleri içerisinde olduğu, Magosa Kalesi’ne kalebent olunması yönünde bir karar olduğu 3-11 Temmuz 1801 tarihinde hatırlatılmıştır (BOA, MKM.MHM.d 3: 177). Muhyiddin’in kalebent olunması için verilen emrin uygulanması mümkün olmamış ancak Bozkır ve Bereketli madenleri emini Seyyid Ali tarafından bu kişinin cezası verilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 4: 12). Fakat öldürülen Muhyiddin’in kardeşi Altıparmak Halim adlı eşkıya, müteveffâ Bozkır şeyhinin bölükbaşılardan Nakiboğlu Abdurrahman, Mehmet, diğer Mehmet, Ali Alemdar ile birlikte 1.000 kişi ile madeni basıp maden emininin konağını kuşatmıştır. Maden eminini, kardeşini, hizmetçilerini ve diğer kişileri katlederek eşyalarını da yağmalamışlardır782. Bu olaylar esnasında saray tabir olunan konağı da yakmışlardır. Bozkır’a yakın olmasından dolayı sorumluların cezasının verilmesi görevi Alanya mutasarrıfı ile Bozkır madeni emini ve Manavgat ayanına verilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 4: 12). 1-10 Ağustos 1801’de Alanya mutasarrıfının, Mısır tarafına giden orduya katılması yönündeki emre, Bozkır’daki

 

782 Süleyman Fikri, maden emini Ali’nin ahali tarafından değil de yeniçeriler tarafından öldürüldüğünü söylemiştir (Süleyman Fikri, 1338: 75). Bir belgede ise, “k apıcıbaşı Ali Ağa’nın idamına mütecasir olan Altıparmak ve avene ve tebası”olarak bahsedilmiştir (BOA, C.DRB 469). Karaman valisinin öldürülen maden emini yerine bu işi yürütecek İsmail Ağa’ya verdiği vekalet buyruldusunda olay şöyle anlatılmıştır:

 

Bozkır kazası şeyhi olub bundan akdemçe maktulen fevt olan es-Seyyid Mehmed Muhyiddin Efendi nam müteveffanın karındaşı olub bais-i arz-ı ubudiyyet es-Seyyid Abdülhalim nam kimesnenin başına ahali-i kaza-i Bozk ır kazası müctemi olub infak ve ittihad-ı birle iş bu mahı Rebii’levvelinin 6. gecesi günü maden emini olan dergahı ali kapucubaşılarından Ali Ağa'yı ba-savb müma ileyh ve karındaşı kethüdası el-Hac Osman Efendi ile birkaç nefer etbailerini katl-i nufus mütecaser olmuşlar badehi tarafı bendeganemde olan nizamü'l-hallerinde der aliyyeden bir maden emini zuhuruna kadar umuru maden-i hümayun ve umur-ı mehnete kaffe-i tadil olunmak ref ve def-i erazil ve eşhaz kılınmak içün bazı memuriyetle maden -i hümayunda olan darbhane nazırı efendinin çukadarlarından İsmail Ağa'ya vekalet buyruldusu itası niyazın ı iltimas eylediklerine binaen ve binaen aliyyede cümle fukaranın iltimasları lazimesince ve ancak zabt ve rabt ve memleket ve def ve ref erazil ve namın İbadallah muktezasınca taraf ı bendelerinden çukadarı merkum yedine bir kıta vekalet buyruldusu ibas ve ita olunmuş olduğunu havi ilmuhaber. Bende-i Alaeddin Vali-i Karaman (BOA, C.DRB 393).


367

 

görevini hatırlatması üzerine bu görevden affedilmesi (BOA, MKM.MHM.d 4: 14) maden bölgesindeki güvenliğin sağlanmasına verilen önemi göstermesi açısından önemlidir.

 

Faruk Sümer bu olayı şöyle değerlendirmiştir: Bozkır halkı, Bozkır madeni hümayun emini Alanyalı Ali Efendi’ye karşı ayaklanarak kendisini öldürmüşler, emval ve eşyasını yağmaladıktan başka bir cariyesine de tecavüzde bulunmuşlardır. Eminin yeğeni Kayseri Naibi Abdurrahman, amcasının başına gelenleri duyunca öç almak için devletten izin almış. 2.000 askerle Bozkır’a gelmiş ve çok adam öldürerek amcasının intikamını almıştır (Sümer, 1995c: 14-15). Şüphesiz maden emini Ali Efendi nice hareketlerde, nice haksızlıklar da bulundu ki Bozkırlılarda daha fazla katlanamayıp böyle hareket etmek zorunda kalmışlardır (Sümer, 1995c: 17). Faruk Sümer, bir hukuk adamının hukuki yollara başvurması gerektiğini ifade etmiştir ki, herhalde bu yolun Kadı Abdurrahman’la birlikte Bozkır halkına da söylenmesi daha anlamlı olurdu.

 

Bozkır ve Bereketli madenleri emanetine Osmanzade Mir Abdurrahman783 hem bu katillerin yakalanması, hem de madenlerin işletilmesi için atanmıştır. Bunların yanında Abdurrahman Paşa’nın diğer görevi ise Üsküdar Ocağı’na bağlanan Seydişehir ve Kırili kazalarından asker tedârikiydi (BOA, MKM.MHM.d 4: 13). Bozkır madeni emini olarak atanan Abdurrahman, öldürülen maden emini Seyyid Ali’nin biraderzadesiydi (BOA, MKM.MHM.d 4: 14). Yani Seyyid Ali, Abdurrahman’ın amcasıydı. Fakat maden emini olarak atanmasının temel nedeni, fesadı ortadan kaldırmaktı (BOA, DRB.d 969).

 

Altıparmak adlı eşkıyayı yakalamakla görevli kişiler onu yakalayamamıştır. Bu kişinin eski Karaman valisi Alaeddin Paşa’nın yanında olduğu işitilince, valiye onun cezalandırılıp ser maktuunun gönderilmesi ve firar ettirmek gibi bir yola başvurmaması hatırlatılmıştır (BOA, MKM.MHM.d 4: 17). Altıparmak adlı

 

783 Kadı Abdurrahman Paşa hakkında bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Nizam-ı Cedid Ricalinden Kadı Abdurrahman Paşa I, Belleten XXXV/138, Ankara 1971, s.245-302; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Nizam-ı Cedid Ricalinden Kadı Abdurrahman Paşa II, Belleten XXXV/139, Ankara 1971, s.409-451; Muzaffer Erdoğan, Kadı Abdurrahman Paşa Hayatı ve İcraatı, Konya Dergisi, S. 67-68, Konya 1944, s.27-32; İ. Hakkı Konyalı, Alanya (Alâiyye), İstanbul 1946; Süleyman Can Nalbantoğlu, Kadı Abdurrahman Paşa’nın Siyasi Hayatı, AÜSBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2008. Konu tarafımızdan çalışılmaktadır.


368

 

eşkıyanın yanında bulunan kişilerin ise Hadim müftüsünün yanında olduğu784 iddia edilmiştir. Böyle bir durum varsa bu kişilerin maden tarafına gönderilmesi istenmiştir (BOA, MKM.MHM.d 4: 18). Eski Karaman valisinin yanında olduğu söylenen Altıparmak adlı eşkıyanın 500-600 kişi topladığı, Karaviran köyünde Deli Hasan adlı kişinin de bu köyden topladığı adamlarla maden emini Osmanzade Abdurrahman üzerine gideceği duyumları konusunda maden emini uyarılmıştır (BOA, MKM.MHM.d 4: 18). Maden emini Abdurrahman, Beyşehir ve Seydişehir kazalarından toplayacağı adamlarla eşkıya üzerine gitmeyi düşünürken, eski Karaman valisinin 100 adamıyla eşkıyaya yardım etmek için gönderdiği tüfekçibaşısı ile Bozkır ahalisinden 500-600 kişi ve Deli Hasan’ın topladığı grup birleşmiştir. Maden emini Başkaraviran’da iken eşkıyanın saldırısı üzerine 24 saat süren bir muharebe olmuş. Muharebe sonucunda başarılı olamayan eşkıyadan 60’ı öldürülmüş, 100’ü ise esir edilmiştir. Ancak Altıparmak, Konya tarafına diğerleri ise Hadim müftüsünün yanına kaçmıştır. Kırili kazasından bazı kişiler ise ahaliyi tahrik ettiklerinden dolayı Bozcaada ve Sinop kalelerine, Eylül 1801’de kalebent olunmuştur (BOA, MKM.MHM.d 4: 18). 7-16 Aralık 1801 tarihinde, bu isyanda Altıparmak’a yardım eden Senerlioğlu Ali adlı eşkıyanın cezasının verilmesi için Alanya mutasarrıfı ile maden emini görevli iken bu kişinin amcası alaybeyi Feyzullah bu eşkıyanın affedilmesi için uğraşmış ve serbest kalması karşılığında para teklif etmiştir. Ancak bu eşkıya Bozkır köylerinden adam topladığı gibi diğer köylere de adam toplamak için mektup göndermiştir. Bu eşkıyanın yaylağının birkaç köye ve cevher mağaralarına iki saat mesafede olduğundan yaz mevsimine kalınırsa, bunun fesadı artıracağından ve cevher mağaralarına amele varamayacağından cezasının verilmesi ve Feyzullah’ın da Magosa’ya sürgün edilmesi yönünde maden eminine emir verilmiştir. 24 Mayıs-2 Haziran 1802’de eşkıyanın ölü ya da diri yakalanması yönünde bir emir verilirken Bozkır kazası ve köyleri de 50.000 kuruş nezre bağlanmıştır (BOA, MKM.MHM.d 4: 31).

 

2     Mayıs 1802 tarihinde Bozkır madenini basıp maden eminini öldüren Altıparmak’ın Mamuriye ve Tarsus tarafına kaçtığı belirlenmiştir. Bu olay devlet tarafından bir isyan olarak değerlendirilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 4: 27). 400


 

784 İçil mütesellimi, suçluların müftünün yanında olduğu yönündeki iddiaların doğru olmadığını, bu eşkıyaların yakalanması halinde cezalarının verileceğini bildirmiştir (BOA, HAT 81/3377.B).


369

 

sekban ile takip edilen Altıparmak, Ali Alemdar, Çopur Ali, Molla Paşa ve diğerleri yakalanarak kesik başları İstanbul’a gönderilmiştir (BOA, HAT 81/3377.A; BOA, HAT 81/3377.E; BOA, C.DRB 469785). Bu kişilerin eşya ve mallarının bunları yakalayanlara taksim edilmesi emredilmiştir (BOA, MKM.MHM.d 4: 21; BOA, HAT 81/3377.A).

 

18       Nisan 1804’de, Bozkır madeni emini Abdurrahman Paşa Karaman Beylerbeyi olduğunda Konya ahalisi mukavemet gösterince, paşanın Konya’ya girmesine kolaylık gösterilmesi için çelebi efendiye ve müftüye emirler gönderilmiştir (BOA, HAT 39/1950). Fakat Konya halkı Abdurrahman Paşa’ya iyi bir tavır takınmamıştır. Kadı paşa Kayseri naibliğinden önce Konya naibi iken şehrin önde gelenlerinin düşmanlığını kazanmıştır. Abdurrahman Paşa’nın Konya valiliği bu kişiler tarafından işitilince Konya ve çevresinden valiyi Konya’ya sokmamak için birkaç bin kişi toplanarak isyan başlatılmıştır. Paşanın şehre zorla girme gücü olmasına rağmen kan dökülmemesi için Çayırbağı’na çadırlarını kurdurmuştur. Cesur adamlarından 200 kişiyi seçen paşa bir gece şehrin kale kapısından içeri girmiş ve yeniçerilerden 200 kişiyi idam ettirmiştir. Bunun yanında Konya dışında bir hükümet konağı yaptırmıştır (Konyalı, 1946: 430). Karaman valisi olan Kadı Paşa’nın 13 yaşındaki oğlu Abdullah Bey’e786 de mirmiran rütbesi ile maden emaneti ile Alanya ve Beyşehir sancakları tevcih olunmuştur (Süleyman Fikri, 1338: 75).

 

Bozkır kazası firarilerinden Deli Yunus adlı eşkıya, Bozkır ve çevresinde maden ahalisine zulüm eden ve yakalanacağı anda İçil’e firar eden bir kişiydi. Maden emini Abdurrahman Paşa Rumeli tarafına görevli olarak gidince, Deli Yunus, paşanın oğlu ve maden emini vekili Abdullah Bey’in üç adamını darp ederek helak etmiştir. Ayrıca eski maden emininin öldürülmesi olayında bulunan Altıparmak’ın kardeşi İbrahim’le anlaşarak 70-80 eşkıya ile Kazıkdere köyüne yerleşmişlerdir. Üzerlerine varılınca İçil tarafına kaçan bu kişiler cezalandırılmadan maden muattal kalacağından 22 Ağustos 1804’de yakalandıkları yerde idam edilmeleri emredilmiştir (BOA, C.DRB 60; Konyalı, 1938b: 1088).


 

 

 

785 Bu belge için bkz. Konyalı, 1938a: 979-981.

786 Abdullah’a 24 Ekim 1801 tarihinde dergah-ı mualla kapıcıbaşılığı verilmiştir (BOA, C.DRB 1240).


370

 

1805 yılında Bozkır kazasında Seyyid Abdurrahman bin Numan adlı eşkıyanın kaza ahalisini yanına çekmek için uğraştığı yönünde şikâyetler yapılmıştır. Kaza ahalisi, üzerimize farz olan maden işlerine hizmet ederken bu eşkıyanın kömür, kütük ve cevher naklinde “Bu işleri yapmayın!” diyerek madencilerin birkaçını dövdüğünü, birkaç kişiyi öldürdüğünü ve mallarını aldığını hatta eminin menziline saldırdığını söylemişlerdir. Fakat ayaklanan bu kişinin telef olmasıyla, yanındakilerin dağıldığı haber verilmiştir (BOA, D.DRB.THR 34/45).

 

1813 yılında, Bozkır madeni Karaman valisi Ali Paşa’ya verilmiş fakat onun azledilmesi üzerine Mehmet Efendi adlı kişi ayan olmak düşüncesiyle kazaya gidip bazı kişileri öldürmüştür. Bunun üzerine bu kişiyi ahaliyle birlikte kazadan çıkaran İbrahim Efendi, Bozkır madeni emini vekili tayin edilmiştir. Ancak darphaneden bir maden emini tayini gerekli olduğundan İshak Ağa, maden emini olarak atanmıştır. Maden emini Bozkır’a ulaşınca ahalinin istediği kişiyi ayan olarak atayacaktı. Fakat herkes kendi adamının ayan olmasını istemekteydi (BOA, C.DH 9743). 12 Şubat 1814 tarihinde Bozkır madeni kazasında ayan olan Altıparmak’ın kardeşi olan İbrahim, ahaliyi dövüp zincire vurmuş ve bazılarını öldürmüştür. Kaza ahalisine 150.000 kuruş tevzi ve tahsil eylediğinden ahalinin istediği birinin ayan olmasına karar verilmiştir (BOA, MHM.d 235: 53; BOA, C.DH 9743). 21 Ağustos 1816’da Bozkır madeni emini olan Edirneli İshak Ağa’nın kaza ahalisinden bazı kişilerle birlikte hareket ederek kendi kafasına göre salyane tevzi ettiği, kaza hakiminin de bunların tarafında olduğu ve diledikleri gibi arz ettiklerini söyleyen bazı maden ustaları ve kaza ahalisi, yeni bir maden emini atanmasını istemiştir. Bu şikayetlerin yerinde incelenmesi için Karaman valisine yazılacağı belirtilmiş ancak Şeyh İbrahim’in Kıbrıs’a ve Şeyh Mehmet’in de Limni’ye sürgün edilme emirlerinin tekrar gönderildiğine de dikkat çekilmiştir (BOA, C.DRB 1581). Bozkır kazasında Şeyh Seyyid İbrahim Efendi, şeyh sülalesinden olup Ocak 1815 yılında Bozkır ayanı olup Kıbrıs adasına sürgün edilmiş, 2,5 sene kalmış ihtiyar olduğundan kendi işiyle uğraşmak şartıyla affedilmesini Bozkır naibi ilamında ve Bozkır madeni emini


371

 

arzında bildirince darphane nazırının görüşünün787 alınması üzerine, 5 Ağustos 1817’de affedilmiştir (BOA, C.ZB 1640).

 

Bozkır madenine bağlı Belviran kazasında Çavuşzade denilen Mustafa ile amcasının oğlu Mustafa, Kadı Paşa zamanından beri kaza ayanı olan Aladağlı Mustafa Ağa’nın oğlu Dede Ağa’nın çiftliklerini ve eşyalarını aldığını ve bunun yaptığı zulümler bitmediğinden Karkın’a gittiklerini söylemişler. Bunlarla birlikte Çavuşzade’nin annesinin Dede Ağa’nın karısı tarafından bıçakla öldürüldüğünü iddia ederek Konya’da duruşma yapılmasını talep etmişlerdir. Maden bölgesinde duruşmanın yapılmasına “Biz canımızı zor kurtardık.” emniyetimiz yoktur diyerek davanın Konya’da yapılmasını ve mutlaka Dede Ağa’nın gelmesini, 19 Haziran 1816’da istemişlerdir (BOA, C.ZB 1897; C.ADL 2454). 2 Ağustos 1817 tarihinde bu dava ile ilgili görevlendirilen mübaşirin Dede Abdullah’ın gönderdiği adamları hapsetmesi üzerine davacı olan Mustafa’nın da hapsedileceği söylentisi ile mübaşirin taamiyesinin her iki taraftan alınacağı söylentisi üzerine iddia sahipleri kaçmıştır. Bu arada Abdullah da 500 adamıyla mahkemeye gelmiştir (BOA, C.ADL 4230).

 

18 Ocak 1823’te Bozkır kazası Çat köyünden para imaliyle meşgul olan Molla oğlu Hasan hapse atılmış ve iki parça sikke demirleri mühürlenerek darphaneye gönderilmiştir. Para basan bu kişinin İstanbul’a gönderileceği zaman kaçtığı maden emini tarafından arz edilmiştir (BOA, DRB.d 159).

 

2   Ekim 1828 tarihinde, Bozkır kazasına bağlı Ahırlı köyü muhtarlarından788 Kara Memiş, Kara Mustafa, Kalyoncu, Deli Osman, Dere muhtarı Hacı Salih, Boztam köyü muhtarı Ali Alemdar ihtilal-i memleket hareketlerinden dolayı kale-i Sultaniye’ye sürgünleri için divan-ı hümayun çavuşlarından Mahmut, Bozkır mahkemesine ulaşmış. Dere ve Boztam muhtarları kaçmış olmasına rağmen diğerleri mübaşire teslim edilmiştir. Mübaşir bu kişilerle birlikte Kırili sınırında Kalebeli denen dağa gelince hastalanmış ve bu sebeple ölmüş, tutuklular ise kaçmıştır (BOA, C.DH 4414). 7 Ekim 1828 tarihinde Kara Mustafa’nın yakalandığı ve Kale-i

 

787 Başka yerlere sürgün edilen Bozkır kazası ahalisinin tekrar kazaya dönmeleri, Bozkır madeni emininin durumu arz etmesi, darphane nazırının bunu onaylaması üzerine emir verilmesi ile olmuştur (BOA, HAT 503/24722). Sürgün edilenlerin darphane nazırının onayı olmadan affedilmeleri de söz konusu değildi (BOA, C.ZB 121).

 

788 Ancak İstanbul dışında muhtarlık teşkilatının kurulmasının 1833-1836 yılları arasına rastladığı ifade edilmiştir (Çadırcı, 1997: 38).


372

 

Sultaniye’ye gönderilerek orada ikamet ettirileceği ve fermansız affedilmesinden uzak durulması ifade edilmiştir (Kavaklı, 2005: 237).

 

Eşkıyalık hareketleri, maden için yöreden toplanan sermaye akçesinin de zamanında toplanmasına engel olmuştur (BOA, A.DVN.MHM 54/9). Bu tür eşkıyalık hareketlerini ortadan kaldıracağını iddia eden kişiler eyaletlere vali olarak atanabilmiştir (BOA, A.DVN.MHM 54/4). 4 Ağustos 1826’da Bozkır madenine bağlı Bozkır ve Belviran kazalarının “eşkıyadan temizlenmesi için” kendisine verilmesini isteyen Karaman valisi Ali Paşa’nın bu isteği kabul edilmiştir (BOA, HAT 295/17552).

 

3.3.3. Eşkıyalığa Karşı Alınan Önlemler ve Nezr

 

Eşkıyalık hareketlerine karşı alınan önlemleri iki başlık halinde toplamak mümkündür. Birincisi olaylara karışanlara verilen nefy, kalebent ve idam gibi cezalardır. İkincisi ise olayların meydana geldiği yerlerde yaşayan halka karşı yapılan yaptırımlardır. Sürgün etme anlamına gelen nefy cezası, genelde devlet düzenine karşı işlenen suçlara verilmiştir. Bu suçlar arasında, fesatlık, ihtilale sebep olmak, rüşvet, halkı tahrik etmek gibi sebepler sayılabilir. Konu açısından bakıldığı zaman özellikle madencilik çalışmalarının aksamasına neden olan eşkıyalık hareketlerine sürgün cezasının verildiği görülmektedir. Nefy cezalarının affedilme sebeplerine bakıldığı zaman en ilginç olanı, yukarıda değinildiği üzere, şeyh ve oğullarının sürgün cezalarının madenin onların yardımına muhtaç olduğunun maden emini tarafından bildirilmesi üzerine sürgün emrinin terk edilmesidir (BOA, C.DRB 1298). Burada şartlı tahliye şeklinde tanımlanabilecek bu olayla ilgili bir diğer örnek ise köylerinde kendi işleriyle uğraşmak şartıyla cezanın affedilmesidir. Kendi işiyle uğraşmak şartıyla affedilen bazı kişilerin cezasının affedilmesinde ihtiyar olmaları da etkili olmuştur (BOA, C.ZB 1640).

 

Kal‘a-bendlik cezasına çarptırılan suçlular, cezalarını gönderildikleri kalelerde çekerlerdi. Yukarıdaki örneklerden anlaşılacağı üzere kalebentlik cezası; ayanlık iddiasında bulunarak ahaliyi tahrik edenlere, devlet düzenine karşı gelenlere, eşkıyalık yaparak madenin nizamına aykırı davrananlara, madenin çalışmasını


373

 

engelleyenlere verilmiştir (BOA, C.DRB 2423; BOA, C.DH 10339; BOA, MKM.MHM.d 3: 177).

 

Eşkıyalık yapanların halkı öldürmesi, mallarını alması ve devletin gönderdiği kuvvetle savaşması durumunda ise idam cezası verilmiştir (BOA, MHM.d 178: 227). Maden eminini öldüren ve madenin çalışmasını engelleyen kişiler de aynı cezaya çarptırılmıştır (BOA, C.DRB 60). Bu üç ceza değerlendirildiği zaman suçlulara, işlenen suçun niteliğine ve etkisine göre cezalar verildiği söylenebilir. Zira eşkıyalık olaylarına her üç cezanın da verildiği görülmektedir ki bu, olayın büyüklüğü ve etkisi ile alakalıdır. Madencilik açısından cezalara bakıldığında ise maden eminini öldüren kişiler ağır cezalara çarptırılmıştır (BOA, HAT 81/3377.A).

 

Bozkır madeni emanetinde meydana gelen eşkıyalık hareketlerine karışan ya da çeşitli karışıklılar çıkaran kişilere idam ve sürgün cezalarının verildiği yukarıdaki örneklerde görülmektedir. Kazada meydana gelen karışıkları bu şekilde önlemeye çalışan devlet, bununla birlikte kaza ahalisini de bu tür hareketlere karşı sorumlu tutarak çeşitli önlemler de almaktaydı. Eşkıyalık hareketlerine karşı alınan önlemlerden biri de kelime anlamı adak olan nezrdi. Fakat kelimenin buradaki anlamı herhangi bir kaza ya da köy ahalisinin kanuna aykırı harekette bulunmayacaklarını, böyle hareketler içerisinde olurlarsa kendi mallarından karşılamak üzere belirli bir miktar parayı hazineye vermeyi taahhüt etmelerini ifade etmektedir. Nitekim eşkıyalık yapan kişileri yakalandığı anda maden eminine teslim etmeyi, madene bağlı kaza ve köylerde böyle bir durum ortaya çıkarsa karışıklık çıkan yerlerin ahalisi, miktarı daha önceden belirtilen parayı vermeyi taahhüt etmekteydi (BOA, MEDAD 9: 179-1). Böyle bir karışıklık çıkması nedeniyle taahhüt edilen para toplandığında madene sermaye kayıt olunurdu (BOA, MEDAD 9: 179-2). Madene bağlı kaza ve köylerde bu tür eşkıyalık hareketlerinin yanında, madene yapılması gereken hizmetlerin yapılmaması da ahali tarafından taahhüt edilen nezrin tahsiline sebep olmaktaydı (BOA, MEDAD 9: 180-2). 27 Ekim 1788 tarihinde, Seydişehir kazasında Yavrı Hasan oğulları Mehmet ve Abdurrahman ile Akçalar köyü imamı Hüseyin, belde muhtarı Numan Ağa’yı öldürüp eşyalarını almışlar.


374

 

Seydişehir kazası ve Çalmanda köyü ahalisi ‘katiller789 ele geçirilirse maden eminine, eşyalarını da sahiplerine iade edeceğiz’, ‘böyle hareketlerin bundan sonra olması durumunda Bozkır madeni sermayesine 7.500 kuruş nezr vermeyi taahhüt ederiz’ demişlerdir (BOA, MEDAD 9: 179-1). Aynı olayla ilgili olarak Seydişehir kazasına bağlı 17 köy ahalisi de 15.000 kuruş nezri taahhüt ederken (BOA, MEDAD

 

9:     179-3), Akçalar köyü ise 5.000 kuruş nezr ödemeyi taahhüt etmiştir (BOA, MEDAD 9: 179-2).

 

1    Şubat 1778’de madenin açılışında şeyhin başını çektiği bir grupla maden emini arasında anlaşmazlıklar olmuştur. Bu kişiler bazen maden eminini valiye veya merkeze şikayet etmiş, bazen de doğrudan maden emini üzerine saldırmıştır. Bozkır kazası ahalisi madene karşı bundan sonra bu tür hareketlerinin olmayacağını, olursa hazineye 50.000 kuruş nezr-i diyet vermeyi taahhüt etmişlerdir. Ahalinin bu tür hareketler yapması halinde belirtilen bu paranın toplanması emredilmiştir (BOA, C.DRB 2605; BOA, C.DRB 2890; BOA, C.DH 2909). Bu durum belgelerde şu

 

şekilde ifade edilmiştir: “…ma‘dende i‘mâl ve nizâmı sağlarken nizâm-ı ma‘deni ibtâle ictisâr idenler tertîb-i cezâ’ olacaklarını ifhâm ve ifâde olunmak…” (BOA, C.DRB 2605).


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

789 Katil bulunamazsa, köy ahalisi sorumlu tutulur ve kişi hangi köyün toprağında öldürülürse diyet o köy ahalisinden alınırdı (BOA, AHK.KR.d 14: 118-1).


Bozkır Madenindeki Görevliler Bozkır Madenindeki Görevliler Reviewed by Bozkır Dernekleri on Haziran 30, 2021 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.