1. Konu ve Kaynaklar
Osmanlı tarihine dair son zamanlara kadar yapılan çalışmalar siyasi ve askeri konular üzerine yoğunlaşmıştı. Ancak son yıllarda Osmanlı Devleti’nin sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerini inceleyen araştırmalar da önem kazanmıştır. Bu anlamda Osmanlı ekonomik hayatından bir kesit sunan madenlerin durumu üzerine yapılan çalışmalar ekonomi alanındaki eksikliği giderme konusunda katkı yapmıştır. Başlangıçta Bozkır kazasının sosyal ve ekonomik yapısını inceleyen bir çalışma düşünülmüş olmasına rağmen Bozkır madeni ile ilgili belgelerin çokluğu “Bozkır’da Madencilik” konusuna odaklanmamızı sağlamıştır. Araştırmamıza Bozkır madeninin açıldığı 1776 yılı ile kapatıldığı 1839 yılları esas alınmıştır. Bu tarihler arasında Bozkır madeninin Osmanlı ekonomisindeki yeri irdelenmiş, madende üretim için yapılan organizasyondan başlamak üzere cevherlerin mağaralardan çıkarılmasından çeşitli alanlarda kullanılmasına kadar geçen sürece değinilmiştir.
Araştırmanın kapsamı 1776-1839 yılları olmasına rağmen karşılaştırma yapmak amacıyla bu dönem öncesi ve sonrasına ait madenciliğe dair bilgi ve belgeler de kullanılmıştır. Bozkır madeniyle ilgili belgenin olmadığı durumlarda daha önce madencilik alanında yapılan çalışmalara müracaat edilmiştir. Bununla birlikte doğru bir değerlendirme yapmak adına Osmanlı öncesini de bilmek gerektiğinden hareketle Bozkır’ın tarihi ile yapılan madencilik faaliyetleri hakkında da kısa bir bilgi verilmiştir. Araştırmada özellikle arşiv belgeleri kullanılmıştır. Çalışmanın temel kaynağını Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan defter, belge ve dosya koleksiyonları oluşturmaktadır. Bunun yanında diğer arşivlerden, kroniklerden, seyahatnamelerden1 ve araştırma eserlerinden2 de faydalanılmıştır. Başbakanlık
1 William J. Hamilton, Researches Asia Minor, Pontus and Armenia with Some Account of Their Antiquıties and Geology, II, London 1842.
2 Tetkik eserlerle ilgili bkz. dipnot 165-174. Madencilikle ilgili sözlüklere de müracaat edilmiştir. Cem Şensöğüt, Madencilik Terimleri İngilizce-Türkçe Sözlüğü, Konya 1996; Halil Köse-Ferhan
Şimşir-Yalçın Çebi, Maden İşletme Terimleri Sözlüğü, İzmir 1989; Enver Ediger-Turan Dündar-Tevfik Güyagüler, Madencilik Terimleri Kılavuzu, Ankara 1979. Ancak bu eserlerde madencilik terimlerinin İngilizce ve Almanca karşılıkları ya da İngilizce madencilik terimlerinin Türkçe karşılıkları verilmiştir.
Cumhuriyet Arşivi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan belgeler de taranmıştır. Ancak Bozkır madeninin kapatılması ile maden emininin cami yaptırması dışında herhangi bir bilgi tespit edilememiştir. Bunların yanında genel olarak kurşunun nakli ve tevzi ile ilgili belgelerin bulunduğu Konya Şer’iye Sicilleri’ne de müracaat edilmiştir.
Çalışmayı yönlendiren esas defterler Darphane Defterleri3 ile Milli Emlakten Devr Alınan Defterler’dir4. Bu defterler yanında Maliyeden Müdevver Defterler5, Mühimme Defterleri6, Karaman Ahkam Defterleri7 ile bibliyografyada verilen diğer defterler kullanılmıştır.
Çalışmada kullanılan kaynaklar arasında perakende vesikaları önemli bir yer tutmuştur. Özellikle Cevdet Tasnifi içerisinde yer alan birimlere ait belgeler kullanılmıştır. Bu tasnif içerisinde ise özellikle Bozkır madenine dair bilgiler veren Darbhane belgeleri kullanılmıştır. Yine aynı tasnif içerisinde yer alan Askeriye, Maliye ve Dahiliye birimlerine ait belgeler ile Adliye, Bahriye, Evkaf, İktisat, Maarif, Nafia, Saray, Timar ve Zabtiye birimlerine ait belgeler kullanılmıştır. Perakende vesikaları arasında Ali Emiri ve İbnü’l-Emin tasniflerine ait belgelerden de istifade edilmiştir. Ancak İbnü’l-Emin Tasnifi madenin açılmasından önceki yıllara ait belgeleri ihtiva etmesinden dolayı çok fazla kullanılamamıştır.
3 Bu defterler; madenlerdeki düzenlemeler, layihalar, raporlar, madenlerin açılması ve kapatılması, maden emini atamaları ve çıkarılan altın, gümüş ve kurşunun satın alma nizamı ile darphaneye teslim edilen altın, gümüş ve kurşunun miktarı gibi birçok konuyu ihtiva etmektedir. Bozkır madeniyle birlikte Osmanlı döneminde işletilen diğer madenlerle ilgili kayıtlar da mevcuttur.
4 Madenlerden çıkarılan ürünlerin satın alma fiyatı, ürünlerden yapılan kesintiler, madenlerin kullanıldığı yerler, madende işletilen mağaralar, madene bağlı yerleşim yerleri, kurşunun nakli ile madendeki görevlilere ait kayıtları ihtiva eden Milli Emlakten Devr Alınan Defterler içerisinde 1,3 8 ve 9 numaralı defterler kullanılmıştır. Bu defterler, Bozkır madeniyle ilgili bilgiler yanında Osmanlı döneminde işletilen madenler hakkında da kronolojik bilgiler vermesi açısından son derece önemlidir.
5 Bu defterler, özellikle Bozkır madeni emaneti idaresindeki yerleşim yerlerinden talep edilen vergiler, madene bağlı yerleşim yerleri, kurşunun nakli gibi konular yanında Bozkır’da madenin açılmasından önceki döneme ait bilgiler de vermektedir.
6 Mühimme defterleri, Bozkır’ın idari, sosyal, ekonomik ve hukuki yönlerini içeren birçok hükmü barındırmaktadır. Defterler; madenin açılması ve kapatılması, madenin ilk açılışında yapılan uygulamalar, madenin idari yapısında meydana gelen değişiklikler ile maden ahalisinden maden nedeniyle alınan paralar gibi birçok bilgiyi ihtiva etmektedir.
7 İdari olarak Bozkır madeni emanetine bağlı yerleşim yerlerinde yaşanan olumsuzlukların ortadan kaldırılması için maden emini ile kadıya gönderilen hükümleri ihtiva eden bu defter serisi içerisinde araştırma dönemini kapsayan defterler kullanılmıştır.
Çalışmada istifade edilen tasniflerden birisi de Hatt-ı Hümayun Tasnifi’dir8. Bu tasnif içerinde yer alan kataloglar taranarak konu ile ilgili olanlar kullanılmıştır. Ancak bu tasnif içerinde de tarihlendirme sorunu vardır. Zira tarihi olmayan birçok belgenin tahmini olarak tarihlendirildiği görülmektedir.
Araştırmada kullanılan kaynaklardan birisi de dosya tasnifleridir. Özellikle Darphane Evrakı Tahrirat Kalemi, Darphane Evrakı Hatt-ı Hümayun ile Bab-ı Defteri Başmuhasebe Darphane-i Amire Eminliği dosya usulü envanterleri Bozkır’da yapılan madencilik faaliyetleri ile madenlerden elde edilen gelirler gibi konularda bilgi vermektedir. Darphane Evrakı Tahrirat Kalemi belgeleri diğer tasniflerde bulunamayan bilgileri ihtiva etmesinden dolayı son derece önemlidir. Ancak madenin açıldığı ve kapatıldığı dönemleri kapsayan 650 dosya olduğundan tamamı taranamamış, sondaj usulü ile seçilen dosyalar incelenmiştir. Benzer durum diğer dosyalar için de uygulanmıştır.
2. Bozkır’ın Tarihçesi
Bozkır ilçesi 37-38 derece kuzey enlemi, 32-33 derece doğu boylamları arasında yer almaktadır. Konya iline bağlı 31 ilçeden biri olan Bozkır’ın denizden yüksekliği 1.162 metre, yüzölçümü 1.949 kilometrekaredir9. İlçenin kuzeyinde
8 Osmanlı padişahlarının yazılı emirlerinden olan hatt-ı hümayunlar; maden emini atamaları, eşkıyalık hareketleri ile bunlara verilen cezalar, madene bağlanma gibi konularda bilgiler vermektedir.
9 Bozkır ve çevresi ile ilgili yapılmış çalışmalar için bkz. Nuri İnan, Bozkır ve Çevresinin Fiziki Coğrafyası, SÜSBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 1994; Baştürk Kaya, Bozkır-Hadim-Belören Arasındaki Bölgenin (Konya) Fiziki Coğrafyası ile Erozyon İlişkilerinin Araştırılması, SÜSBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 1995; Sinan Aktaş, Ahırlı, Yalıhüyük İlçeleri ve Bozkır (Konya) İlçesinin Kuzey Bölgesinde Yetişen Makrofunguslar Üzerine Taksonomik Araştırmalar, SÜFBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2001; Şükrü Sabahlar, Bozkır (Konya) İlçesinin Güney Bölgesinde Yetişen Makrofunguslar Üzerinde Taksonomik Araştırmalar, SÜFBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2001; İsmail Yalçınlar, Bozkır’da Fosilli Kambro-Ordovisiyen Tabakalar (Konya), Coğrafya Araştırmaları, II, S. 2, 1990, s.113-131; R. Çetik-E. Yurdakulol, Küçük Geyik Dağı (Bozkır-Konya) ve Civarı Florasına Katkılar, Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi Dergisi, S. 2, Konya 1982, s.167-185; M. Cemil Evirgen, Konya Göksu Bozkır Barajı Jeolojik İncelemesi, Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova 1992; Nazan Yalçın, Toroslar’da Bozkır (Konya) Güneybatı Yöresinin Petrol Anakaya Ve Organik Fosiyes Özellikleri, Cumhuriyet Üniversitei Fen Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas 1997; Mustafa Küçüködük, Küçük Geyik Dağı (Bozkır-Konya) ve Çevresinin Vejetasyonu, Selçuk Üniversitesi Araştırma Fonu, Konya 2002; İbrahim Güler, XIX. Yüzyılın İkinci Yarsında ve XX. Yüzyılın Başında Bozkır (İdarî-Mülkî Teşkilâtı) Abdülaziz-V.Murad-II. Abdülhamid Dönemi (1868-1908), Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yayınlanmamış Lisans Tezi, Konya 1983.
Çumra ve Akören, güneyinde Hadim ve Antalya, doğusunda Güneysınır, batısında Antalya ve Ahırlı il ve ilçeleri bulunmaktadır10.
Bozkır, Konya Ovası’yla Toros Dağları arasındaki engebeli bir arazi üzerinde yer alır. Orta Torosların eteğinde kurulmuş olan Bozkır ilçesi çok eski bir yerleşim yeridir. Bozkır ilçesi, tarih sahnesinde yerini aldığından bu yana bünyesinde değişik toplumları barındırarak birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. İsauralılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve Osmanlılar gibi farklı devletlerin hüküm sürdüğü Bozkır’da, bu toplumların bırakmış olduğu bir hayli tarihi ve kültürel eserler vardır. Bozkır’a hâkim olan bu devletlerin siyasî tarihi, Bozkır ve çevresinde meydana gelen siyasî olaylar ve Türklerin Bozkır’da hâkimiyet kurduğu zaman dilimi ele alınarak incelenecektir.
2.1. Türk Hâkimiyetinden Önce Bozkır
Toros Dağları ile Akdeniz arasında bulunan Pisidia Bölgesi’nin kenarı boyunca uzanan, Konya Ovası ile Akdeniz arasındaki Torosların kuzeyinde yer alan bölgeye antik çağda “İsauria” (Türk Ansiklopedisi, 1972: 227), merkezine ise “İsaura”11 adı veriliyordu. Bu dönemde araştırmanın sınırları içerisinde yer alan, bugünkü Bozkır,
10 Bozkır hakkında Ahmed Rıfat şu bilgileri vermiştir. Konya’nın 18 saat garb-i cenûbisinde 700 nüfusu şâmil bir kaza merkezidir ki bu kasaba (Siristad) namıyla dehi zebân-zed olub mea tevabi 10.293 nüfusu camidir. Derununda Bozkır Pınarı namıyla cereyan iden pınar kasabanın taraf-ı garbisinde ve üç saat ba‘dinde kain Karahisar karyesi civarındaki dağdan zuhur ve kaza-i mezkure tabi Fart ve Pınarcık karyelerinden ve Belviran nahiyesi dahilinden mürur ile Beyşehri Gölü’ne munsabb olur (Ahmed Rıfat, 1299: 155). Şemsettin Sami ise, Bozkır, Konya vilayeti ve sancağında ve livanın kısm-i garbîsinde bir kaza olub, merkezi Siristad kasabasıdır. Şimâlen Beyşehri, şarken nefs-i Konya ve Karapınar, cenûben Hadim kazalarıyla, garben dahi Teke sancağıyla mahdûd ve muhâddır. Arâzisi kısmen dağlık olub, güzel ovaları dahi hâvîdir. Suğla Gölü bu kazada olub, merkez kaza içinden geçen nehr, Hadim dağlarından ve Belviran nâhiyesinden gelen diğer iki çayla birleştikten sonra, bu gölde munsabb olur. Arazisi mahsuldâr olub, hubûbât-ı mütenevvi‘a ile afyon ve meyve ve sebzelerin envâ‘i hâsıl olur. Ma‘mûlât-ı sanâ‘iyyesi kilim, ‘abâ, sahtiyân ve tüfenk ve tabanca gibi şeylerden ‘ibârettir. Belviran nahiyesiyle beraber 94 karyeyi hâvî olub, cümlesi Müslim olmak üzere 36.000 ahalisi vardır (Şemsettin Sâmi, 1996: 1382) demiştir. Ancak, Şemsettin Sami’nin Bozkır ile ilgili verdiği bilgilere ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Zira Konya, Bozkır’ın doğusunda değil kuzeyinde yer almaktadır. Bununla birlikte Bozkır’ın Karapınar ile de sınır olması, Karaman’ın idari durumu düşünüldüğünde, mümkün gözükmemektedir. 1322 tarihli Konya vilayeti salnamesinde, Bozkır kazası, Konya’nın cenûbunda vâki‘ ve şimâlen Konya, şarken Karaman, cenûben Akseki ve garben Seydişehri kazalarıyla hem hudud olub, merkez Siristad kasabası, Konya’nın 90 kilometre cenûbunda ve 29 derece 55 dakika tûl-i şarkide ve 37 derece 10 dakika arz-ı şimâlîde ve kayadan ibaret bir dağın damınında kâ’in olub… (KVS 1322: 297) şeklinde ifade edilmiştir. Aynca bkz. KVS 1317: 155.
11 Yüksek yamaçlardan birine kurulmuş olan İsaura, hırsızların başkentiydi. Etrafındaki vahşi ve ulaşılamaz bölge yüzünden komşularının aç gözlülüğünü cezp etmemiş olmalı ki kalıntıları hâlâ mevcuttur (Hamilton, 1842: 332).
Hadim, Yalıhüyük, Ahırlı ilçeleri ve bunlara bağlı köylerin bulunduğu coğrafi alan İsauria12 bölgesi içerisinde yer almaktaydı.
M.Ö. 2200 yılında Orta Anadolu’yu egemenliklerine alan Luwiler, İsauria Bölgesi’ne de hâkim olmuşlardır. Luwi etkisi İsauria Bölgesi’nde Helenistik ve Roma13 çağına kadar devam etmiştir (Yılmaz, 2005: 5). Burada oturan halktan dolayı Hititler, bölgeye Luwiya14 ya da Lukka demişlerdir. Zamanla Luwi tanrısı Tarhunt’tan dolayı bölgeye “Tarhuntaşşa”15 denilmiştir (Bahar, 1995: 221). Hititler döneminde, Dağlık Kilikya ve İsauria topraklarında Arzavalılara karşı bir tampon devlet olarak kurulan Tarhuntaşşa Krallığı, Luwi tanrısı Tarhunt’tan dolayı bu ismi alırken, Hulai Nehri’nden dolayı da Hulai Ülkesi olarak adlandırılmıştır (Doğanay, 2009: 33-34).
M.Ö. I. bin yılda Hitit egemenliğine son veren Frigler’in Bozkır ve çevresine hâkim olduğu, kaya kabartmalarından anlaşılmaktadır16. İsauria Bölgesi, Asur ve
12 Konya iline bağlı yerleşim yerlerinden İsauria bölgesi içinde şu ilçeler bulunmaktadır. Hamilton’un İsaura sınırlarını Elmasun köyünden başlatmasına bakılarak (Hamilton, 1842: 327) Güneysınır ilçesinin İsauria bölgesi içerisinde yer aldığını söylemek mümkündür. Malzemelerin hangi dönemlere ait olduğunu ortaya koymaya çalışan bir çalışmada, Konya yedi bölge olarak ele alınırken İsauria altıncı bölge olarak; Bozkır, Ahırlı, Hadim, Taşkent, Güneysınır ve Yalıhüyük’ten oluşmuştur (Bahar-Koçak, 2004: 34). Seydişehir’in de İsauria Bölgesi içinde olduğu bir araştırmacı tarafından ileri sürülmüştür (Bahar, 1995: 219). Genel olarak İsauria; Konya, Antalya, Karaman ve Mersin il sınırları arasında kalan Orta Torosların yayla alanlarını kapsar. Bu illere bağlı; Akseki, Gündoğmuş, Mut, Silifke, Gülnar, Ermenek, Kazımkarabekir ve Güneysınır ilçelerinin Toroslar yönündeki kısımları da İsauria bölgesi sınırları içerisindedir (Yılmaz, 2005: 3). Metin içerisinde İsauria bölgesi içerisinde yer alan bir yerleşim yeri ifade edilmek istenildiğinde parantez içerisinde adı yazılarak, anlatılan olayın bütün bölge için geçerli olmadığına dikkat çekilmiştir.
13 Güneysınır’da Güdelesin Hüyük’te, Roma dönemine ait keramikler bulunmuştur. Yine Güneysınır Güraağaç köyünde Roma dönemi su kalıntılarına rastlanılmıştır. Ayrıca burada M.Ö. II. binyıl, I. binyıl ve Roma-Bizans dönemini yansıtan keramikler bulunmuştur. Bölge özellikle Demir Çağı için önemli bir yerleşmedir. Güneysınır’da bulunan Gavur Höyük’te ise ilk Tunç Çağı, M.Ö. II. binyıl, I. binyıla ait keramik parçaları bulunmuştur (Bahar, 2002: 172).
14 İsauria Nova (Zengibar Kale)’da Luwice isimlerle karşılaşılmıştır. (Bahar, 1991: 97; Bahar,1995: 221). Luwi etkisinin İsauria’da uzun süre kalması; ülkenin aşılmaz dağlarla çevrili olması, denizden hayli içeride bulunması, anayolların uzağında kalması gibi nedenlerle açıklanabilir (Umar, 1999: 188).
15 Hititler, Kadeş Savaşı öncesinde bir süreliğine başkenti Tarhuntaşşa’ya taşımışlardır. Başkentlikten sonra da Tarhuntaşşa dini bir faaliyet merkezi olmaya devam etmiştir (Bahar, 1995: 220-221). Tarhuntaşşa, Hititler ile batıdaki düşman ya da düşman olabilecek halklarla Hititler arasına bir tampon bölge yerleştirmek için düşünülmüş olmalıdır (Umar, 1999: 138). Tarhuntaşşa’yı Hatıp’a lokalize eden Hasan Bahar, Hulai Nehri memleketinin coğrafi, Tarhuntaşşa ülkesinin ise idari bir isimlendirme olduğunu belirtmiş ve en önemli akarsuyunun Göksu olduğunu dile getirmiştir (Bahar, 1996a: 48, 50).
16 Bozkır ve Hadim sınırları arasında yer alan İğdeören’deki kaya kabartmaları Geç Hitit etkilerini yansıtmaktadır. Bununla birlikte Frig etkisinin varlığı da dikkati çekmektedir (Bahar, 1995: 228).
Frig17 mücadelelerinde iki devlet arasında sınır olmuştur (Bahar, 1995: 229-231;
Doğanay, 2009: 34). Daha sonra bölgede egemen olan Lidyalılar18 ile Yeni Babil devleti arasındaki mücadele sonucu bölge, M.Ö. VI. yüzyılda Yeni Babil Devleti’nin eline geçmiştir. Fakat Babil Devleti’nin egemenliği uzun sürmemiş, Persler, Lidya ve Yeni Babil Devleti’ne son vererek M.Ö. IV. yüzyılda bölgeyi ele geçirmiştir (Bahar, 1995: 232-236). Persler, Büyük İskender’in M.Ö. 333 yılındaki İssos seferine kadar Anadolu’ya hâkim olmuşlardır (Yılmaz, 2005: 5). Büyük İskender tarafından bölgenin Persler’den alınmasıyla, bölgede Helenistik dönem başlamıştır. Fakat İsaurialılar İskender’in egemenliğini kabul etmeyerek isyan edince Büyük İskender, generali Perdikkas’ı19 bölgeye göndermiştir. İki taraf arasında yapılan savaşta düşmana teslim olmak istemeyen ancak daha fazla dayanamayacaklarını anlayan İsaurialılar bütün akrabalarını, hazinelerini ve kendilerini ateşe atarak yakmışlardır. Bölge halkı esir olarak yaşamaktansa ölmeyi tercih etmiştir (Bahar, 1991: 89; Bahar, 1995: 236; Yılmaz, 2005: 6).
Bir süre bölgenin egemenliğini eline geçiren İsaurialı korsanlar bu durumu daha fazla devam ettirememiştir. M.Ö. 75 yılında, Servilius İsauricus tarafından korsanlardan alınan bölge, Roma İmparatorluğu topraklarına katılmıştır (Türk Ansiklopedisi, 1972: 227 ). M.Ö. 64 yılında İsauria Bölgesi, Kilikya eyaletine20 bağlı bir idari birim olmuştur (Özsait, 1985: 78). M.Ö. 39’da ise bölge merkezi İkonium (Konya) olan Lykaonia bölgesi içinde yer almıştır (Doğanay, 2009: 33-34).
Galatya eyaleti sınırları içine alınan İsauria (Ramsay, 1960: 413), M.Ö. 37/36 yıllarında Galatya21 krallığı ile birlikte Amyntas’a verilmiştir. Amyntas, İsauria’yı sakinleştirmek, halkının mukavemetini kırmak için müstahkem ve önemli şehri olan İsaura’yı tahrip etmiş ve bunun yakınında aynı isimde bir kral ikametgahı inşa ettirerek22
17 Frig dönemine ait önemli bir anıt Bozkır’ın Dibektaşı mevkiinde bulunmaktadır (Bahar, 1991: 77; Bahar, 1999: 16).
18 Lidya egemenliği Kızılırmak’a kadar bütün Batı Anadolu’ya yayılmıştır. Pamphylia, İsauria ve Lykaonia’nın batı bölümü de bu egemenlik kapsamındaydı (Umar, 2008: 23).
19 Perdikkas M.Ö. 323 tarihinde İsauria’nın merkezini kuşatmıştır (Hopwood, 1994: 376).
20 Bu eyaletin Trakheia/Dağlık Kilikya ve Pedias/Ovalık Kilikya adı verilen iki bölümü vardı. İsauria, Homanedeis ve Pisidia bölgeleri Trakheia içerisinde yer almaktaydı (Strabon, 2000: 251). Bu iki bölüm doğal sınırla birbirinden ayrılır. Tarsus’tan doğuda kalan bölüm Ovalık Kilikya, batıda kalan dağlık bölüm ise Dağlık Kilikya’dır (Umar, 2008: 3).
21 Galatya’nın sınırları için bkz. Ramsay, 1960: 278-279.
etrafını surlarla çevirtmeye başlamış fakat yapı tamamlanamadan ölmüştür (Strabon, 2000: 66). Amyntas’ın ölümüyle, M.Ö. 25 yılında, Galatya eyaleti kurularak İsauria, Roma imparatorluğuna bağlanmıştır. M.S. I. yüzyıla tarihlenen bir yazıtta ise İsauria’nın metropolisinin İsaura olduğu görülmektedir23 (Özsait, 1985: 84-85). Aynı yüzyılda Dağlık ve Ovalık Kilikya “Kilikya eyaleti” olarak birleştirilirken, milattan sonra üçüncü yüzyılın son çeyreğinde İsauria bölgesi, Kilikya’dan ayrılarak İsauria olarak Lystra ve Laranda’yı da içine alarak genişlemiştir. Dolayısıyla bu tarihten sonra adı bütün Dağlık Kilikya’ya verilmiştir (Doğanay, 2009: 37-38). Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra ise İsauria Bölgesi, Bizans toprakları içinde kalmıştır. Bozkır’da bulunan Rumca yazılmış bir mezar taşı da bu durumu kanıtlamaktadır (Oral, 1957: 31).
İmparator Gallienus döneminde (260-268) İsaura/Bozkır kentinde Trebellianus adlı biri ayaklanma çıkarmış ve yöre halkınca imparator olarak tanınmış ise de üzerine gönderilen Roma ordusu tarafından yakalanıp öldürülmüştür. Bu isyan bir süre daha devam etmiş ancak bölgedeki son isyan olmamış, daha sonraki yıllarda da İsauria yöresinden isyan edenler olmuştur (Umar, 2008: 34-35). İsaurialılar, Bizans hâkimiyetine girdikten sonra da baş kaldırmaya devam etmişler ve Bizans tahtına göz dikmişlerdir (Yılmaz, 2005: 10). Bu isyanlar dışında önemli bir olay da bölge menşeli bazı kişilerin Bizans hükümdarı olmalarıdır. 474-491 tarihleri arasında İsaurialı Zenon Bizans hükümdarı olmuştur24 (Ostrogorsky, 1999: 57). İsaurialı Zenon imparator olunca, İsaurialı yabanlardan devşirilen askerler, imparatorun koruyucu birliği olarak, başkent İstanbul’a getirilmiştir (Umar, 2008: 38). Zenon kendisine karşı yapılacak bir suikastten endişe ederek İsauria’ya gelmiş ve buradan topladığı askerlerle tahtı tekrar ele geçirmiştir (Abû’l Farac, 1945: 147). Daha sonra
22 Amyntas burayı Homanidislere karşı bir üs gibi kullanmayı amaçlamıştır (Hopwood, 1994: 384).
23 Antikçağ’da Zengibar Kalesi, Lystra/Hatunsaray yolu üzerinden Konya’ya; Larende üzerinden ayrılan üç yol ile de Anamur, Tarsus ve Silifke’ye bağlanmaktaydı (Temizsoy-Uysal-Mertek, 1985: 5).
24 Zenon, kendisine karşı İsaurialıların suikast hazırlığında olduğunu anlayınca, bu isyan hareketini bizzat İsauria’nın dağlık arazisinde bastırdı ve buradaki kalelerin büyük bir kısmını yıktırdı (Vasiliev, 1943: 132). Zenon’dan sonra başa geçen Anastas döneminde de, devletin önemli görevlerinde bulunan İsaurialıların Anastas’a karşı da suikast hazırlığında olduğu anlaşılınca, bunlar yüksek memuriyetlerden azledildi. Ancak İsaurialılar, altı yıl süren bir harpten sonra memleketlerinde teslim alınarak büyük bir kısmı Trakya’ya nakledildi (Vasiliev, 1943: 135-136).
717–741 yılları arasında25, İsauria ya da Suriye sülalesinden olduğu konusunda farklı fikirler bulunan Leon, Bizans imparatoru olmuştur26 (Vasiliev, 1943: 297).
İlkçağ boyunca bölgenin konumu nedeniyle idari problemler de yaşanmıştır. Bozkır ve çevresine hâkim olan devletler problemlere karşı, yerel yöneticiler ile çözüm aramışlardır. Hititler, buraya hükümdar sülalesinden atama yaparak bölgeye ayrıcalıklı haklar verirken, Persler yerli krallar ile durumu kontrol altına almaya çalışmışlardır. Romalılar ise, zaman zaman Galatya Krallığı ile sorunu çözmeye çalışmalarına rağmen, coğrafyanın da ortaya koyduğu olumsuz etkiler en çok Romalıları uğraştırmış olmalıdır27 (Bahar, 1995: 240).
2.2. Türk Hâkimiyetinde Bozkır
2.2.1. Osmanlı Öncesi Bozkır
Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesinde ordudan önce Anadolu’nun çeşitli bölgelerine gelip yerleşen Kolonizatör Türk Dervişleri, gittikleri yerlerde halkın gönlünü kazanmaya çalışmışlardır (Barkan, 1942: 279). Bozkır ve çevresinde de Hz. Osman soyundan Şeyh Muhammed Celaleddin, Erdoğan’da; Hz. Ömer soyundan Seyyid Taysi, Avdan’da; Hz. Ali soyundan Şeyh Bedreddin ibn Halil28, Karacaardıç’ta ve Hz. Ebu Bekir soyundan Şeyh Bayram Seydi’nin, Dedemli’de oldukları rivayet edilmektedir (Dr. Nazmî, 1922: 126; KVS, 1302: 71-72). Bu, Bozkır’ın Türkler tarafından kültürel açıdan fethi olarak değerlendirilebilir. 1336 yılına ait bir vakfiyesi mevcut olan, Siristat’ta bulunan Şeyh Musa adlı dervişi de,
25 Yelbeyi kaya tasviri şu şekilde anlatılmıştır. “Kayserler devrinin İsaur ricalinden birinin kaya mezarıdır; bu adam, mezarın ön cephesine ve sağ tarafına İsaur’ların başlıca merakı olan savaş ile avı tasvir ettirmiştir” (Bittel, 1953: 312). Diocletionus (M.S. 286-305) zamanında Roma İmaparatorluğu toprakları 12 bölgeye ayrılırken birinci bölge Oriens (Torosların güneyindeki yerler), Isauria, Mısır ve Cyrenaeca idi (Akşit, 1970: 233). Milattan sonra ikinci ve üçüncü yüzyıllardaki durum için bkz. Hopwood, 1994: 375.
26 III. Leon’un Suriye sülalesinden olduğunu söyleyen araştırmacılardan Hakkı Dursun Yıldız, İsauria sülalesine mensup hükümdarların tasvir aleyhtarlığı hareketlerin nedenini açıklarken III. Leon’dan ve
726 yılında çıkardığı emirden bahsetmesi (Yıldız, 1982: 446-447) farklı görüşlerin nedenlerini açıklamaktadır. III. Leon’un İsaurialıların kullandığı Konon adını alması nedeniyle bazı araştırmacılar tarafından İsauria kökenli zannedildiğini öne süren Ostrogorsky, III. Leon’un Suriye menşeli olduğunu belirtmiştir (Ostrogorsky, 1999: 144). Kroniklerde geçen Leon’un ailesiyle ilgili fikirleri değerlendiren Vasiliev de Leon’un Suriyeli olduğunu ifade etmiştir (Vasiliev, 1943: 297).
27 Bozkır’ın Türklerden önceki durumu için bkz. Hasan Bahar, Bozkır, Konya Ansiklopedisi, II, Konya 2011, 170-172; Mustafa Yılmaz, Bozkır: Helenistik ve Roma Çağı, Konya Ansiklopedisi, II, Konya 2011, 172-178.
28 Karacaardıç’ta bulunan Ali Semerkandi soyundan gelen Şeyh Bedreddin nesli, I. Mahmut döneminde, 1754 yılında verilen bir emirle bazı vergilerden muaf tutulmuştur (Bilge, 1946: 57-59).
Bozkır’a Türklerin yerleşmesine öncülük yapması nedeniyle, bu dervişlerin arasına eklemek gerekir (VGMA, 581/1: 232; Belge 4). Bu dervişin inşa ettiği zaviye, vakfiye tarihi olan 1336 yılından önce kurulmuş olmalıdır.
Bozkır ve Belviran çevresi uzun süre Bizans29 egemenliğinde kaldıktan sonra, XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgede Türklerin hâkimiyet mücadeleleri olmuştur. Nitekim bu mücadeleler sonucunda Konya30 fethedilmiştir. Malazgirt zaferinden sonra Türkmenlerin fethedilen yerlere göçü hızlanmıştır (Turan, 1971: 37). Konya’nın Selçukluların eline 1069 ya da 107131 yılından sonra geçtiği bilinmesine rağmen Bozkır ve çevresinin Selçukluların eline ne zaman geçtiği kesin değildir. Fakat Konya’nın fethinden kısa bir süre sonra Türklerin eline geçmesi muhtemeldir. Bozkır ve çevresinin fethini tam olarak tespit edebilmek için Konya ile birlikte Bozkır’ın çevresinde32 bulunan şehirlere de göz atmak faydalı olacaktır. 1069 tarihinde Silifke’de Türkmenlerin olması (Turan, 1999: 168) ile aynı tarihte
29 Bizanslılar zamanında, Konya ve çevresine, İstanbul’u kuşatmak amacıyla düzenlenen seferler sırasında Müslümanların, Emevi halifesi Muaviye döneminde başlayan ve Abbasiler döneminde devam eden akınları vardır. Bu seferler sırasında Konya birkaç kez alınmasına rağmen kısa sürede terk edilmiştir (Darkot, 1997a: 843). Anadolu’ya yapılan akınlar neticesinde tahrip edilen yerler arasında İsauria’da vardı (Yinanç, 1944: 21). Bizans bu akınlara karşı Arap hududu boyunca doğuda dağ geçit bölgesi anlamına gelen kleisuralar oluşturmuştur. Bu sınır bölgelerinden birisi Ermenek, Mut gibi İsaura bölgesi topraklarını da kapsayan Seleukeia idi (Honigmann, 1970: 40-41). 962 yılında, Araplar yaptığı gazalarda, Seleukeia geçitlerinden, Anatolikon thema’sı yollarından ve Toros Dağları eteklerinden Kilikya’yı katederek Kapadokya ve Lykandos’a varırlar, Fırat Nehri’nin öte tarafına ulaşıp aynı yoldan geri dönerlerdi (Honigmann, 1970: 79).
30 Bizans döneminde İran’la başlayan savaş sırasında Konya büyük zarar görmüş olmalıdır. VII. yüzyılın ortalarından itibaren bu defa Müslümanlar Anadolu’ya akınlara başladılar. Toros geçitlerinden İstanbul’a yönelen İslam ordusu, Konya ve yöresini sık sık yağma etmiş olmalıdır (Baykara, 1998: 9).
31 1069 yılında, Selçuklu kuvvetleri başta Karaman ve Konya olmak üzere birçok yeri ele geçirmiştir. Bizans imparatorunun Selçuklu kuvvetlerinin dönüş yolunu kesmek için Kayseri’ye geldiğini haber alan Selçuklu kumandanları, Toros Dağları geçitlerinden güneye inerek Kuzey Suriye’deki hareket üsleri olan Halep’e ulaşmışlardır (Sevim, 1988: 49). Feridun Nâfiz Uzluk tarafından tıpkıbasımı ve tercümesi yapılan Anonim Selçukname adlı eserde, Konya’nın Martava Gusta’dan ve Gevele Kalesi’nin Romanus Makri’den alındığı kaydı vardır. Bu kayda, Konya’nın fethi ile ilgili bir not ekleyen Uzluk, Konya’nın fetih tarihi olarak 1079 tarihini vermiştir (Anonim, Selçukname, 1952: 23). Konya’nın Malazgirt savaşından sonra Türklerin eline geçtiğini ileri sürenler de vardır (Yinanç, 1944: 104). Osman Turan ise, Konya’nın 1069 tarihinde fethedildiğini belirtmektedir (Turan, 1999: 168). İbrahim Hakkı Konyalı ise, Sultan Süleyman’ın 1076 tarihinde, Konya’yı ilk başkenti yaptığını öne sürmektedir (Konyalı, 1997: 41). Konya’nın ilk payitaht olduğu fikrini M. Halil Yinanç da dile getirmiştir (Yinanç, 1944: 107). Mehmet Önder Konya’nın fetih tarihi olarak 1069 yılını öne sürmüştür (Önder, 1962: 13). Türklerin Konya’ya ilk defa 1069 yılında geldiği fakat kesin olarak 1071 tarihinden sonra Konya’nın fethedildiği (Baykara, 1998: 11) gibi görüşlerin yanında Konya’nın fetih tarihini 1074 olarak verenler de vardır (Yurt Ansiklopedisi, 1983: 5123).
32 İ. Hakkı Konyalı, herhangi bir kaynak göstermeksizin, Bozkır’a yakın yerlerden Viranşehir, Gurgurum, Fasıllar, Yunuslar ve diğer kalelerin 1078 veya 1079 yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti’nin sınırları içerisine katıldığını iddia etmiştir (Konyalı, 1991: 26).
Konya’nın fethedilmesi birlikte düşünülürse Türklerin Bozkır ve çevresine de bu tarihte geldiği söylenebilir.
1081 tarihinde Bizans imparatoru Alexios Komnenos ile Anadolu Selçuklu hükümdarı Süleyman Şah arasında imzalanan ve hudut olarak Drakon Suyu’nun çizildiği ahidnâme, Bizans’ın bütün Anadolu’yu Süleyman Şaha terk ettiğini göstermektedir33 (Turan, 1997a: 209-210). Süleyman Şah’ın Antakya seferinden önce, Orta Anadolu’ya, sahil bölgelerine ve bütün Anadolu vilayetlerine, buraların korunması için vali tayin etmesi (Turan, 1997a: 212) de onun Anadolu’ya hakim olduğuna delalet etmektedir.
Türk göçleri ve fetih hareketleri sonucu, Ermeniler Fırat kıyılarına, Toroslar’a, Kilikya’ya, Malatya, Maraş ve Urfa bölgelerine yerleşmişlerdir (Turan, 1997a: 212). 1079 yılında Philateros; Harput’tan Kilikya’ya kadar uzayan Malatya, Maraş, Göksun, Tarsus, Anazarba, Masisa, Raban, Antakya ve Urfa şehirlerini içine alan geniş bir beylik kurmuştur (Turan, 1997a: 213). 1082’de34 Tarsus ve bir yıl sonra Adana, Masisa, Anazarba ve bütün Kilikya beldeleri Süleyman Şah tarafından fethedildi35 (Turan, 1997a: 213; Turan, 1993: 42; Yinanç, 1944: 116-117). Hem bu fetihler hem de 1081 yılında yapılan antlaşma Bozkır ve Belviran’ın bu tarihlerden önce Türk hâkimiyetine geçtiğine işaret etmektedir.
Konya’nın fetih tarihi ile burada verilen tarihler değerlendirildiğinde Bozkır’ın Türkler tarafından fethi için 1071-1082 tarihleri arasında bir yıl söylemek mümkün olur. Zira 1084 yılında bütün Anadolu’nun Türkler eline geçtiği Bizans kaynaklarında geçmektedir (Yinanç, 1944: 119). Anadolu’nun Süleyman Şah zamanında 19 emaret olduğu Mükrimin Halil Yinanç tarafından dile getirilmiştir. Tespit edilen emaretlerden biri Tarsus şehri merkez olmak üzere bütün Kilikya’yı kapsayan emarete, bulundukları mevkilerin sarplığından dolayı doğrudan doğruya açılamamış olan Kozan mıntıkasındaki sarp kalelerle İzorya, yani Silifke bölgesindeki müstahkem mevkiler haraçgüzar olmuşlardı. Bir diğeri ise Orta
33 1081 yılında Bizans’ın elinde kalan şehir ve kaleler, Karadeniz Ereğlisi, Kapadokya ve Menderes (Khoma)’te idi (Turan, 1997a: 211).
34 Abû’l Farac’ta Tarsus ve Antakya’nın fetih tarihini 1082 olarak vermiştir (Abû’l Farac, 1945: 329).
35 Cahen bu durumu şöyle özetlemiştir: Süleyman Şah, Ebu’l-Kasım’ı İznik’te bırakarak 1084 yılından önce sahip olması gerektiği Konya’nın ötesinde, Philarete’in topraklarının merkezden uzak olan Kilikya bölgesini onun elinden almıştır (Cahen, 1988: 1411).
Anadolu’da doğrudan doğruya Anadolu Sultanı’na ait olan Konya emaretiydi (Yinanç, 1944: 133). İsauria olarak adlandırılan bölge, Kilikya emareti altında gösterilmesine rağmen İsauria’nın tamamının bu emarete bağlı olması zor gözükmektedir. Bu anlamda Konya’ya yakın olması nedeniyle 1876 yılında Bozkır’a bağlanan Belviran’ın Konya emaretine bağlı olduğunu söylemek daha gerçekçi olacaktır.
Haçlı seferinden sonra, 1097 yılında, Akdeniz sahilleri tamamen Bizans’ın hakimiyetine girmiştir. Kilikya’ya hakim olan Türkler buraları terk ettiğinde, Toroslara sığınmış olan Ermeni beyleri yavaş yavaş buraları Bizans’ın elinden alarak Kilikya Ermeni krallığını kurmuşlardır (Turan, 1997d: 685). I. Haçlı Seferi’nden sonra Kılıç Arslan, 1097 tarihinde Bolvadin ve Akşehir’e çekilmiştir. Böylece Selçuklu Devleti’nin batı sınırı Eskişehir-Antalya hattına kadar gerilemiş oldu. Çukurova’nın kaybı ise, Toroslarda oturan Ermenilerin yavaş yavaş bu bölgeye yerleşmelerine ve burada bir Ermeni krallığı kurmalarına imkan vermiştir (Demirkent, 1996: 32-33). 1101 yılında II. Haçlı ordusuyla mücadele neticesinde kurtulan Haçlı birlikleri Bizans’ın elinde bulunan Ermenek (Germanikepolis) kalesine sığınmıştır (Demirkent, 1996: 43-44).
Kilikya Ermeni hakimi olan I. Leon, İsauria (İçel Bölgesi)’da Romalılara bağlı birçok şehri zabt etmiş ve özellikle Seleukeia (Silifke)’yi ele geçirmek amacıyla kuşatmıştır. İmparator Ioannes Kinnamos, durumu öğrenince 1137 yılında onun üzerine yürümüştür (Ioannes Kinnamos, 2001: 14). Bu örnekler özellikle sahil şeridinin Bizans’ın elinde olduğunu ama iç kesimlerin Türklerin elinde olduğunu göstermektedir.
Selçuklu kuvvetlerinin Konya’nın fethinden sonra Alanya’yı ele geçirme girişimleri başlamıştır. Bu girişimler dikkate alındığında, Konya’dan Alanya’ya ulaşmak için Alanya’dan önce Bozkır’ın alınmasıyla ordunun geçeceği yolların36 güvenliği sağlanmış olacaktı. Bozkır ve Belviran’ın bulunduğu yerin Konya’ya yakın olması da Alanya’dan önce bu yerlerin fethini zorunlu kılıyordu. Nitekim Selçuklu sultanı Sultan Mesud, Antalya bölgesini fethetmek istediğinden dolayı Selçuklu kuvvetleri Antalya yörelerine sürekli akınlarda bulunmuştur (Turan, 1971: 177).
36 Bizans imparatoru İonnes Komnenos’un Beyşehir üzerine 1142 yılında yaptığı saldırıya değinen Önder, İstanbul-Konya-Antalya ticaret yolunun önemine değinerek, Alaeddin Keykubad’ın bu yolu izleyerek Antalya ve Alanya’ya geçtiğini ifade etmiştir (Önder, 1986: 17).
Bizans imparatoru İonnes Komnenos ise, 1142 yılında İstanbul-Antalya yolunu güvenlik altına almak için Selçuklular üzerine düzenlediği seferde, Beyşehir adalarında yaşayan Hristiyanların Selçuklularla birlikte olduklarını görünce onların üzerine yürümüş37, aynı yıl İonnes Komnenos, İsaura eyaletine yapılan seferler neticesinde burada tertibat aldıktan sonra Suriye’ye yönelmiştir (Khoniates, 1995: 24-25; Turan, 1971: 177). 1146 tarihinde Bizans imparatoru Ioannes Türk topraklarını işgal etmek üzere orduyu toplamıştır. Çünkü Türkler bir İsauria şehri olan Prakana’yı38 istila etmişler ve başka zararlar da vermişlerdi (Ioannes Kinnamos, 2001: 35). Kılıç Arslan devletin başına geçtiğinde, taht mücadeleleri nedeniyle, İsauria’daki bazı kaleleri 1155 yılında, Bizans imparatoru Manuel’e vererek onun bu mücadelelerde tarafsız kalmasını sağlamıştır (Cahen, 1994: 112). İsauria’da bulunan bazı kalelerin Selçuklu hükümdarı tarafından Bizans’a verilmesi, Bozkır ve çevresindeki Selçuklu hâkimiyetini göstermesi bakımından önemlidir. Verilen son örnekler de Bozkır’ın Türkler tarafından fethini 1155 tarihinden önce olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ilk fetih tarihini 1071–1082 yılları arasında bir tarihe yerleştirmek mümkün olur39.
1165 yılında Ermeni Thoros, İsauria’daki birçok şehri ele geçirmiştir (Ioannes Kinnamos, 2001: 166). 1205 yılında, Selçuklu ülkesindeki saltanat çekişmesi nedeniyle Kilikya Ermeni kralı, Selçuklu tabiiyetini bırakarak hududa saldırmış, hatta Selçuklu ülkesinden güneye giden kervanların hareketine engel olmuştur. Ermeniler 1206 yılında Göksu yöresine saldırıp, mal ve hayvanları yağma edip, birçok esir de almışlardır. Bu ve benzeri olaylar nedeniyle Ermeniler üzerine sefer düzenleyen (Baykara, 1997: 39) Gıyaseddin Keyhüsrev’in, Ermenistan’dan Karaman vilayetini aldığı Aksarayî tarafından belirtilir (Aksarayî, 2000: 25). Hudut bölgesi olarak Göksu yöresinin gösterilmesi, bu tarihte Bozkır ve çevresinin Türklerin elinde olduğunu göstermektedir.
37 İoannes Kinnamos, uzun zamandan beri Türklere yakın yaşadıkları için onların adetlerini benimsediklerini ifade etmiştir (Ioannes Kinnamos, 2001: 20).
38 Silifke yakınlarındaki Uzuncaburç’un eski adı Pranaka’dır. Bu yerleşim yeri için bkz. Ramsay, 1960: 404.
39 Her şehrin Türkler tarafından ele geçirilmesiyle ilgili halk arasında hikayeler anlatılmaktadır. Bu anlamda Zengibar Kalesi’nin Türklerin eline geçmesi ile ilgili anlatılan bir hikaye için bkz. Fevzi Selen, Zengibar Harabeleri, Konya Dergisi, S. 40, 1942, s.47-56. Zengibar kelimesinin anlamını başlangıçta silah dansı olarak ifade eden Bilge Umar, Farsça -bâr takısının yağdıran, serpen, saçan, döken anlamı nedeniyle Seng-bâr kelimesinden gelebileceğini belirtmiştir (Umar, 2008: 143-145). Bu ifadeye göre Zengibar, taş atılan ve taş yağdırılan yer gibi anlamlara gelmektedir. Zengibar Kalesi’nin resmi için bkz. Fotoğraf 1, 5.
Kilikya Ermeni kralı Leon, 1216 yılında, kardeşler arasındaki mücadeleden faydalanarak Larende, Ereğli ve Ulukışla kalelerini işgal etmiştir (Turan, 1997b: 636). İzzeddin Keykavus Kilikya Ermeni krallığı üzerine yaptığı sefer sonucunda, Ermeni kralı, 1218 yılında, baronların ve esirlerin kurtuluş fidyesi olarak İsauria (Bozkır yakınlarında Zengibar kale) ve Gülek boğazına yakın olan Lauzad kalelerini sultana terk etmiştir (Turan, 1997b: 638). Zengibar kalesi 1216-1218 yılları arasında Ermenilerin eline geçmiş olmalıdır.
Kilikya Ermeni Kralı II. Leon’un 1219 yılında ölümünden sonra Alaeddin Keykubat döneminde yapılan Kilikya seferi sonucunda sahilden ilerleyen kuvvetler Anamur vb. kaleleri fethetti, bir diğer kuvvet ise kuzeyden ilerleyerek Silifke önlerine kadar bütün İsauria kalelerini zapt etti (Turan, 1997c: 649). Yeni fethedilen İsauria bölgesi vilayet ve kaleleri ile bir tahrire tabi tutulduktan sonra, Türkmenler tarafından iskan edildi. İdaresi de Kamerü’d-dîn’e verildiği için, bu havali Selçuklular zamanında Kamerü’d-dîn İli adı ile anıldı ki, bu onun orada uzun süre vali olması ile alakalıdır. Karamanlılar zamanında ise Türkmenler tarafından bu bölgeye İç-il adı verildi (Turan, 1997c: 650). Bu son örnek, özellikle sahil kesiminde yer alan bölgeler için geçerli bir fetihti. Toros dağlarının güneyinde kalan kısım İçel, dağlık taşlık olan kuzey kısım ise Taşeli ya da Dışel ismiyle anılmıştır (Erdoğru, 1992a: 425).
İbn Bibi’nin Ermenistan vilayeti40 (İbni Bibi, 1941: 290) dediği İsauria Bölgesi, I. Alâeddin Keykubat (1220-1237) tarafından alınarak, Selçuklu ülkesine dahil edilmiş, vali olarak Kamerü’d-dîn 41 adlı bir kişi görevlendirilmiştir. Moğol
40 İbn Kemal ise Osmanlı dönemindeki Karaman iline önceden vilayet-i Yunan dendiğini aktarmıştır (İbn Kemal, 1991: 67; İbn Kemal, 1997: 23).
41 Babaları, Kamerüddin ili adı ile tanınmış bulunan Ermenistan vilayeti dağlarından Larende’ye kömür taşıyarak çoluk çocuğunun yiyeceğini tedârik etmekle geçinen kömürcü Türkmenlerden birisi olan Karaman, 640 yılındaki Baycu karışıklığında fırsattan istifade ederek bütün oymağıyla çapulculuğa ve yol kesiciliğe başlamıştı. Bu yüzden piyade iken süvari oldu (İbni Bibi, 1941: 290) ve Karamanoğlu Larende’nin kömürcülerinin soyundandır (Aziz b. Erdeşir-i Esterâbâdî, 1990: 104) şeklindeki kayıtlara, siyasi mücadeleler nedeniyle devletlerin kendi meşruiyetlerini artırmak için Karamanoğulları’na karşı yaptığı küçümsemeler olarak bakmak gerekir.
istilasıyla Azerbaycan ve Şirvan taraflarından I. Alâeddin Keykubat döneminde Konya çevresine gelen Karamanoğulları, Ermenek bölgesine yerleştirilmiştir42. Karaman boyundan Nure Sofi43 oğlu Karaman, Sultan Rükneddin Kılıçarslan zamanında çok kuvvetlenerek İsauria Bölgesi (Bozkır, Belviran, Hadim, Taşkent) ile Silifke’yi almıştır44 (Turan, 1971: 519; Tekindağ, 1997: 316, 318; Turan, 1999: 299).
Moğol istilasının45 başladığı 1243 yılından itibaren Anadolu, Moğolların umumi valileri tarafından yönetilmiştir46. Bu karışıklıktan faydalanan Karamanoğulları Konya’yı işgal ve yağma etmişlerse de fazla tutunamamışlardır47
42 Alâeddin Keykubat’ın bu bölgeyi Karamanoğullarına verdiği düşüncesinin abartı olduğunu ve sadece yeni ele geçirilen bölgenin nüfusun arttırılması için onların buraya getirildiğini ileri sürenler de vardır (Cahen, 1994: 274-275). Bozkır’da bulunan Çarşamba Köprüsü ile ilgili bilgiler de Türklerin bölgeye gelişi hakkında bilgi verebilir. Siristat’ta bulunan köprü, Bozkır ilçesinde bulunan Çarşı Cami ya da Merkez Cami olarak anılan caminin önündedir. Çarşamba Suyu üzerinde yer alan bu köprünün hangi dönemde yapıldığı ile ilgili farklı görüşler vardır. Selçuklulardan kalma bir köprü olduğu dile getirilmesine rağmen (Türk Ansiklopedisi, 1956: 7; Konyalı, 1997: 1101) Çarşamba Köprüsü’nün kemer taşlarının dizilişinin Selçuklu geleneğine uymadığını ifade eden Sabri Doğan’a göre, muhtemelen Selçuklu öncesine ait bir yapıdır (Doğan, 2007: 377). Haşim Karpuz ise, dik köprüler grubuna giren üç gözlü bir taş köprü olan Çarşamba Köprüsü’nün Beylikler-Osmanlı dönemine tarihlenebileceğini belirtmiştir (Karpuz, 2009: 1489). 1837 yılında kazaya gelen Hamilton kasabaya girmeden bir nehrin üzerindeki tamamen eski işlemelerle süslü bir köprüden bahsetmiştir (Hamilton, 1842: 338). Bozkır’daki Çarşamba Köprüsü’ne Muahede Köprüsü de dendiğini aktaran Konyalı, II. Bayezit devrinde yapılan evkaf sayımı defterinde geçen “vakf-i cisr-i Çarşamba tabi‘i sahra-i Konya mukarrer bi hükm-i şerif be namı İbrahim Paşa ibn-i Şemseddin”, kayıttan hareket ederek Sahra nahiyesine bağlı Gâne köyünün köprünün tamiri için vakfedildiğini ileri sürmüştür (Konyalı, 1997: 1101). Çarşamba Köprüsü için bkz. Fotoğraf 2, 14.
43 İbn Kemal, bu ismi Nureddin Sofi olarak aktarmakta ve Baba İlyas’ın halifelerinden biri olarak göstermektedir (İbn Kemal, 1991: 67).
44 Ancak Aksarayî; Karaman, Zeynü’l-Hac ve Bunsuz gibi Türklerin emirleri Ermenek tarafında isyan ettiler, demekle birlikte, bunların yenildiğine ve Zeynü’l-Hac ve Bunsuz’un öldürüldüğüne değinmiştir (Aksarayî, 2000: 54). Karaman Türkleri vermeyi taahhüt ettikleri vergi ve harçları göndermeyi geciktirince Ermenek vilayetinin komutanı olan Bedreddin Hutenî, Karaman Türkleri üzerine yürüdü. Karamanlıların hazineye 100.000 dinar göndermeyi ve serlerkeşlik aidatını ödeme teklifini sipehdarın kabul etmemesi üzerine Göksu derbendinde yapılan savaşta Karamanlılar başarılı olmuştur (Aksarayî, 2000: 85-86).
45 Baycu’nun 1256 yılında Anadolu’ya hareketinde, Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus, bir yandan onun amacının ne olduğunu araştırırken diğer yandan da ordusunu hazırlamaya çalışmıştır. Mevcut kuvvetlerden başka Uc Türkmenleri’nden Bozkır, Gülnar ve Bolkar Dağları’nda bulunan göçebelerden de asker toplanmıştır (Turan, 1971, 479). Zira Bozkır ve çevresi İlkçağlardan itibaren mevcut devletlere asker veren yerler arasındaydı.
46 10 Aralık 1291 tarihinde Karamanoğullarının kovalanması için dağlara gönderilen Moğol ordusu, sarp yerlere gizlenen Karamanoğullarından yakalananları öldürdü ve oradan Eşrefoğlu vilayetine gitti. Birçok kişiyi öldüren veya esir eden bu ordu, Karaman ve Eşrefoğlu vilayetlerinden 7.000 kadın, çocuk ve erkek esir etti (Anonim, Selçukname, 1952: 61-62). İki vilayetin ortasında bulunan Bozkır da bu harekete maruz kalmış olmalıdır.
47 Konya’nın Karamanoğulları’nın elinde bulunduğu dönemde, Karamanlıların, Arif Çelebi’nin Moğol askerini istemesini “biz sizinle komşu ve sizi sevenlerden olduğumuz halde siz bizi istemiyorsunuz da yabancı Moğolları istiyorsunuz” demeleri üzerine Çelebi “biz dervişleriz. Bizim nazarımız, Tanrı’nın iradesine bağlıdır. O kimi ister ve memleketi kime verirse, biz onun tarafındayız ve onu isteriz” demiştir (Ahmet Eflâki, 1954: 390).
(Turan, 1999: 300-301). Ancak 1327 yılında Konya’yı yeniden alarak48 bağımsızlıklarını kazanmışlardır (Tekindağ, 1997: 316-318). 1328-1329 tarihinde Karamanoğullarının Beyşehir’i alması (Anonim, Selçukname, 1952: 68) Bozkır’ın Karamanoğullarının bir uc bölgesi olmasını da ortadan kaldırmıştır.
Şikari “Karamanoğulları Tarihi” adlı eserinde, Ermedsun adlı yerleşim yerinin Mirza Bahadır adlı kişiye verildiğinden bahsetmektedir (Şikari, 1946: 34, 44; Şikârî, 2005: 129). Anlatılan bu yer, Güneysınır’a bağlı eski adı Armusun olan Gürağaç olmalıdır. Burası İlkçağlarda İsauria Bölgesi içinde, Osmanlı döneminde ise Belviran kazası49 sınırları içerisinde kalmaktadır. Daha da önemlisi Bozkır’a yakın yerlerden biridir. Bu bilgiler bölgede Karamanoğulları’nın etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Aynı eserde, Yerköprü yaylağında Karamanoğulları’nın saraylarının olduğu, Karamanoğlu hükümdarının annesinin ve kardeşlerinin burada yaşadığı anlatılmaktadır. (Şikari, 1946: 35).
48 Karamanlılar, İsauria’yı da içine almak üzere Torosların bütün batı bölümünü ele geçirmişler ve İsauria’da denize açılan bir kapı da elde etmişlerdir. Konya’yı ellerinde bulundurmakla Anadolu yaylasında da etkili olabiliyorlardı. Karamanlılar siyasal yönden Memlüklüler’e dayanmaktaydılar ve çevrelerini hâlâ Moğollar sarmış olduğundan hem siyasal açıdan hem de kültürel açıdan Türklüğün savunucuları durumundaydılar (Cahen, 1994: 354). İbn Kemal’in Karaman oğlu Mahmut Beyin Larende ve çevresini Mısır Sultanının imdâdıyla cüz’i himayetine aldığını belirtmesi de bu durumu teyit etmektedir (İbn Kemal, 1991: 61).
49 Nitekim Belviran kazasında bulunan Şeyh Hocenti ve Şeyh Şekerim Dede vakıflarına Karamanoğlu hükümdarları tarafından vakıflar tayin edilmiştir. 12 Ramazân 772/30 Mart 1371 tarihli Şeyh Hocenti Vakfı’na ait vakfiye suretinde Sultan Mehmed Bey ifadesi ile birlikte Karaman Beyi Mehmed Sultan Alaeddin ifadesi de vakfiye içerisinde geçmektedir (VGMA, 2178: 76). Vakfiyede kastedilen Mehmed Bey bin Alaeddin Bey olmalıdır. Vakfiyede Şeyh Hocenti’nin kardeşi olarak zikredilen Şeyh Şekerim Dede ibn Abdullah Paşa (VGMA, 2178: 76) zaviyesi ile ilgili Evâil-i Receb 765/4-13 Nisan 1364 tarihli vakfiye suretinde ise Alaeddin Bey ibn Halil Bey ibn Mahmud Bey ibn Karaman ismi geçmektedir (VGMA, 2178: 77). Her iki vakfiye örneği de Karamanoğullarının Belviran ve çevresine dolayısıyla Bozkır’a hakim olduklarını gösteren önemli örneklerdir. Yine 1476 yılı Karaman eyaleti vakıflarına bakıldığı zaman Belviran kazasında; Ömer Seydî oğlu Sinan Seydî Zaviyesi, Yalıncak Dede Zaviyesi (Uzluk, 1958: 20, 32) ile ilgili İbrahim Beyin mektubu olduğundan bahsedilmiştir. 1483 yılında ise Ova Belviran’a tabi Aşursaray’ı köyü zaviye ve camisinin Karamanoğlu İbrahim Bey’den ve babası Mehmet Bey’den ve dedesi Alaeddin Bey’den muafnameleri; Belviran kazasında Armudsun Camii’nin Karaman emirlerinden Sultan Mehmet’ten muafiyetleri vardı. Dağ Belviran’ında bulunan Afşar Zaviyesinin vâkıfı olarak Alaeddin Bey bin Karaman ismi zikredilmiştir (Çoşkun, 1996: 70-71; Erdoğru, 2003b: 114-115). Yine Belviran kazasında bulunan Bozkandak köyünde Yalıncak Dede Zaviyesi, Seniroğlanı köyünde Yusuf Fakih Zaviyesi, Gödelesün köyünde Çavuş Zaviyesi, Durayda köyünde Mahmud Besavel Vakfı, Dutludinek köyünde Buğra Baba Zaviyesi, Yalıncak Şeyh Zaviyesi, İbrahim Seydi Zaviyesi, Kozağaç köyü zaviyesi gibi yapıların vakıfları için İbrahim Bey’in mektubu (Çoşkun, 1996: 71-73; Erdoğru, 2003b: 114-116); Ova Belviran’a bağlı Torla köyünde Yunus Fakih Camii ve Medresesi vakıfları için İbrahim Bey, Sultan Mustafa ve Sultan Cem’in mektupları vardı (Erdoğru, 2003b: 116; Çoşkun, 1996: 73). Son örnekte göstermektedir ki İbrahim Bey Karamaoğlu hükümdarı iken Mustafa ve Cem Osmanlı şehzadeleridir ve bölgede görev yapmışlardır. Hangi devletin hakim olduğunu göstermesi açısından verilen örnekler önemlidir. 1483 yılında Bozkır vakıfları arasında geçen Avdan köyündeki Taysi Seydi zaviyesi için de İbrahim Bey’in mektubu vardı (Çoşkun, 1996: 107; Erdoğru, 2003b: 139). Bu bilgiler için bkz. BOA, TT.d 1085: 39-41, 56, 61.
Karamanoğulları50 için bölgenin ne kadar güvenli olduğu hükümdar ailesinin burada yaşamasından anlaşılmaktadır.
2.2.2. Osmanlı Dönemi’nde Bozkır
Türkler Anadolu’ya gelip yerleştikten sonra, Anadolu’da Türk birliğini sağlamaya çalışan beylikler, Karamanoğulları ve Osmanlılar’dı. Bu beyliklerden Osmanlılar, Hamitoğullarından Yalvaç, Karaağaç, Beyşehir ve Seydişehir’i satın alarak Karaman beyliğine komşu olmuştur (Aşıkpaşazade, 1970: 65; Neşri, 1987a: 210). Osmanlıların Anadolu’ya yayılarak Karaman hudutlarına dayanmaları, Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’in endişe ile karışık düşmanlığına sebep olunca, 1386 yılında Osmanlıların Bosna ile uğraşmasını fırsat bilen Alâeddin Ali Bey Beyşehir’e saldırarak Osmanlılar ile Karamanoğulları51 arasında gerçekleşen ilk savaşın çıkmasına neden olmuştur (Uzunçarşılı, 1982: 246; Aköz, 1987: 11).
Murad Hüdavendigar 1386 yılında Karaman iline yürüdüğünde Beyşehir, Alâeddin Bey idaresinde idi. Beyşehir ile beraber Seydişehir ve Bozkır’ın52 da
50 Karamanoğullarının çeşitli yönlerini ele alan diğer eserler için bkz. Salim Koca, Anadolu Türk Beylikleri, Türkler, VI, Ankara 2002, s.703-755; Zerrin Günal Öden, Karamanoğulları Beyliği, Türkler, VI, Ankara 2002, s.756-762; Abdülkadir İnan, Karaman İsminin İntişar Sahasına Dair, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1987, s.8-11; Gaffar Totaysalgır, Karaman (Lârende) Tarihi İncelemeler, Konya 1944; Ali Gülcan, Karamanoğullarının Kökenleri ve Selçuk-Osmanlılar Karşısında Kişilikleri, Eskişehir; Ramazan Boyacıoğlu, Osmanoğullarının Karamanoğlu İbrahim Bey Aleyhine Aldığı Fetvalar, Pax Otomana Studies In Memoriom (Editör: Kemal Çiçek), Ankara 2001, s.641-657.
51 Karaman ordusunda Turgut, Varsak ve Bayburd Türkmenleri vardı ki bu Türkmenlerin yanında Bozkır dağlarında yaşayan Türkmenlerin olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Osmanlı-Karaman mücadelesinde Bozkır her zaman Karamanoğullarını tutmuştur. Bunda Karamanoğulları ile aynı coğrafyada bulunmaları yanında akraba olmaları da etkili olmuş olmalıdır. Nitekim 1721 yılında, Bozkır köylerinden Karacaardıç, Gezlevi, Dolhanlı, Can, Dere, Siristat, Arslantaş, İldoğan ve Bademli’de Avşar Boyu’nun Zekeriyalu Cemaati’ne (Halaçoğlu, 2009: 2475), Dere, Avdan, Akkilise ve Sopran’da ise Varsak Boyu’nun Eski Yörük Cemaati’ne mensup kişilerin yaşadığı tespit edilmiştir (Halaçoğlu, 2009: 815). II. Bayezit Devri in‛âm defterinde Mahmud bin Bozkırlu, Ahmed bin Bozkırlu, Efendi bin Bozkırlu isimlerini taşıyan Varsak beyleri bulunmaktadır (Hüseyniklioğlu, 2008: 114). Yukarıda sayılan köylerden Can köyü olarak adlandırılan yer (Halaçoğlu, 2009: 2475), yeni adı Çağlayan olan Çat köyü olmalıdır.
52 Sultan Alâeddin, Beyşehir’den sonra 30.000 asker ile Beyşehir’den göçüp, Sırıstad Kalesi’ne geldi. Galencan adlı bey hadiseyi duyup kale kapısını kapattı. Alâeddin 30.000 askeri ile 28 gün kuşattıysa da kaleyi alamadı. Bir gece 40 kişi kement atarak kaleye çıktı, Galencan’ın sarayına çıkan askerler Galencan’ı yakalayıp, Hisar kapısını açtılar. Karaman askerleri kaleye girip, kaleyi aldılar. Kaleden birçok mal, hazine ve cephane çıktı, Karamanoğlu bunları askerine bağışladı. Karamanoğlu Galencan’ı bağışlayıp kaleyi yine ona verdi ve birkaç gün burada kaldı (Şikâri, 1946: 96) Şikari’nin eseri üzerinde yapılan Karamanname isimli çalışma da ise, “…Sırsıkaad kal‛asına geldiler. Begine Galincâ derler idi…” şeklinde çevrilmiştir. Fakat tıpkıbasımında “…Sıristâd kal‛asına geldiler. Begine Galencân dirler idi…” kaydı görülmektedir (Şikârî, 2005; 169, 453). Şikari’nin anlattığına göre Bozkır’da XIV. yüzyılda muhkem bir kale vardı.
Karaman hükümdarına tabi olduğuna şüphe yoktur. Bu arada Alâeddin Bey, Seydişehir ile Çay arasındaki yöreyi Bozkır Bey’e vermiş olabilir. Alâeddin Bey, Osmanlı kuvvetleri ile Konya yakınlarında Efrenk Yazısında yapılan savaşı kaybedince Karamanoğulları, işgal ettiği yerleri geri vermiştir53 (Sümer, 1995a: 11; Uzunçarşılı, 1988: 13-14). 1386 yılında yapılan barış sonucunda Beyşehir Osmanlı idaresine geçmiş ise de Bozkır yöresi Karamanlıların elinde kalmıştır (Sümer, 1995a: 11). Beyşehir’in Karamanlıların hâkim oldukları sahanın batı ucunda olması, şehri jeopolitik açıdan önemli hale getiriyordu. Bu yüzden 1466 yılına kadar Beyşehir, Osmanlılar ile Karamanlılar arasında birçok kere el değiştirmiştir (Erdoğru, 1992b: 84). Osmanlıların Batı’ya yaptığı seferler sırasında Karamanlılar, fırsatını buldukları anda Osmanlı toprağını işgal etmiş fakat her seferinde geri çekilmek zorunda kalmışlardır54.
Karamanoğlu Alâeddin Bey, Sultan Murad’ın ölümü üzerine Osmanlılar’a ait olan yerleri almış, bu nedenle yapılan savaşta Karaman hükümdarı yenilerek barış istemiştir. 1391 yılında yapılan anlaşmaya göre Çarşamba Suyu55 iki taraf arasında sınır, Beyşehir köylerinden biri olan Köşk-bükü hudut kabul edilmiştir (Mehmed Neşri, 1987a: 315; Uzunçarşılı, 1982: 265-267; Solak-zâde Mehmed Hemdemî
53 Osmanlıların Karamanlılar’ın elindeki Eğridir Kalesi’ni de aldığı belirtilmiştir (Aziz b. Erdeşir-i Esterâbâdî, 1990: 293).
54 İbn Kemal bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Sultân Murâd Gâzî devrinde Karamân oğlu ‘Alâeddîn Âl-i Osmana husûmet izhâr îtdî, mezkûr Hüdâvendigâr ma‘fâr leşker-i cerârla üzerine varûb diyârın başına târ îtdî, ondansonra arâ yerlerinde ‘adâvet gitdikçe müşted oldu. Osmânîlerle Karamânîlerin husûmeti mümted oldu. Gerçe her zemânda selâtîn-i taht-ı nişîn Âl-i Osmanın devlet kahrelerinin âsârı gün gibi zâhirdi, ol tâcidârların baht-ı sâ‘deleri müsâ‘id olmuşdu, mevâkib-i kevâkib şamârları vâfer ve zâferdi, Karaman oğlanları onlarınla mukâbele idemezlerdi, yüz yüze tûrûşûb bâşa bâş ûrûşûb mükâtele idemezlerdi, civârlarındaki diyârı yâkûb yıkûb île gûne hasâret iderlerdi” (İbn Kemal, 1991: 68).
55 Bu çayın güneyinde yani Lârende tarafındaki topraklar Karamanoğulları’na, kuzeyindeki topraklar ise Osmanlılar’a kaldı. Bu çay Sarot yaylasından başlayarak Karacahisar, Sorkun, Dere, Siristat, Fart ve Pınarcık köylerinden geçerek Mavi Boğaza ulaşır, oradan da Avdan, Apa ve Dineksaray civarından akar. Ağıl civarında Hatunsaray ve Kavak civarından gelen Akpınar Çayı ile birleşerek Karaman Köprü civarında Acı Göl’ü oluşturur, Karkın, Alemdaroğlu ve Dedemoğlu köylerine doğru akardı (Konyalı, 1997: 92).
Çelebi, 1989: 74; Ürekli-Yörük, 2002a: 208). Buna göre Bozkır Karamanoğullarının elinde kalırken Beyşehir Osmanlı idaresine geçmiştir56.
Osmanlı Devleti Niğbolu Muharebesi ile meşgulken Karamanoğlu Alâeddin Bey’in Ankara’ya saldırması sonucu 1397 yılında yapılan savaşı Karamanoğulları kaybetti. Kaçarken yakalanan Alâeddin Bey’in öldürülmesinden sonra Karaman Devleti’nin İçil57 dışındaki bütün toprakları Osmanlı idaresine geçti (Uzunçarşılı, 1982: 295-297; Sümer, 1995a: 11). Şüphesiz Osmanlı idaresine geçen bu yerler arasında Bozkır da bulunuyordu58. Zira Osmanlı Devleti Toros dağlarının kuzeyinde kalan bütün toprakları ele geçirmiştir. 1398 yılında Taşeli59 ve İçel’in Karamanoğulları elinde kaldığını belirten Uzunçarşılı, bu sınır hesaplamasında Toros dağlarını ölçü alarak, bu dağın kuzeyindeki şehirlerin Osmanlılara, güneyindeki şehirlerin ise Karamanlılara kaldığını ifade etmiştir (Uzunçarşılı, 1982: 297; Uzunçarşılı, 1988: 16).
Bozkır ve çevresinin Osmanlı topraklarına katılmasından kısa bir süre sonra meydana gelen Ankara Savaşı neticesinde; Timur, Karamanoğullarına eski topraklarını geri vermiştir. Bundan sonra Bozkır yöresi, Belviran ile birlikte Karaman devletinin son zamanlarına kadar onların elinde kalmıştır60 (Aşıkpaşazade,1970: 85).
56 Karamanoğlu’nun, Konya ve çevresinin kendisine bırakılması karşılığında Beyşehir Kalesi’ni Osmanoğlu’na vererek anlaşması, bu olaydan kısa bir süre sonra Farsça kitabını yazan Esterâbâdî tarafından da aktarılmıştır (Aziz b. Erdeşir-i Esterâbâdî, 1990: 362). Müneccimbaşı ise 1391 yılında Karaman’ın tamamının Osmanlı’ya geçtiği şeklinde yanlış bir bilgi vermektedir (Müneccimbaşı Ahmed Dede, I: 136).
57 İç-il Selçuklular devrinde fethedilmeye başlanmış ve Karamaoğulları devrinde fetih tamamlanmıştır. Karamanoğlları’nın Türkmenleri olup, onların en güvendiği unsuru teşkil etmişlerdir.
II. Bayezid devrinde Ermenek, Selinti/Gazi Paşa, Gülnar, Silifke, Karı-Taş ve Mut olmak üzere altı bölgeye ayrılmıştır (Sümer, 1972: 180). XIX. yüzyılda ise İçel sancağı Silifke, Ermenek, Gülnar, Mut ve Anamur kazalarından oluşmuştur (Darkot, 1997b: 930).
58 Osmanlılara geçen yerler Konya, Aksaray, Develi Karahisar, Larende, Akşehir, Niğde ve Ereğli idi (Neşri, 1987a: 319, 321; İbn Kemal, 2000: 153, 155).
59 Arızalı ve taşlık sahalara Taş-eli ismi verilmektedir. Taş-eli, zemini kireçli yüksek bir yayla olup, çok defa hemen deniz kıyısından dik yamaçlar ile yükselir, iç taraflarda yüksekliği 1.500 metreyi geçer, bazı yerlerde 2.000 metreyi bile bulur (Darkot, 1997b: 928).
60 Osmanlılar 1473 yılında Silifke’yi almıştır (Aşıkpaşazade, 1970: 201). 1467-1468 tarihinde Konya ve Larende Osmanlılar tarafından alındığına göre (Aşıkpaşazade, 1970: 191-193; Neşri, 1987b: 779-785) iki yerleşim yeri arasında bulunan Bozkır ve Belviran’ın da bu tarihte alındığını söylemek mümkündür. Neşri ise Ermenek ve Karaman’ın tamamen fethinin 1474-1475 tarihinde gerçekleştiğini belirtmiştir (Neşri, 1987b: 801). Belviran’da Karamanoğlu İbrahim Bey’in veziri Sürur Ağa’nın 1468 tarihli vakfiyesi de (VGMA, 2178: 211) bu tarihe kadar bölgede hakim olunduğunu göstermektedir.
12 Şevvâl 802/6 Haziran 1400 tarihli61 bir vakfiye kaydında Karaman oğlu Mahmud Bey oğlu Halil Bey oğlu Sultan Alaeddin oğlu Sultan Mehmet Bey’in, Belviran kazası Kuzviran köyündeki Şeyh Hocenti zaviyesi62 için kullanılmak üzere vakfettiği yerlerin isimlerini bildiren bir vakfiye kaydı vardır (VGMA, 591-113). Bu vakfiye kaydına göre 1410 yılında Belviran Karamanoğullarının elindedir.
Karamanoğlu Mehmet Bey eski topraklarını yeniden kazandıktan sonra Osmanlı içindeki taht kavgalarından faydalanmak istemiş ve Bursa’ya gelerek buradaki kaleyi kuşatmıştır. Bu kuşatmadan istenilen netice alınmadığından şehri ateşe vererek geri dönmüştür (Hoca Sadettin, 1992: 78-80). Bu olay üzerine Çelebi Mehmet Karaman seferine çıkmıştır. 1414 yılında Seyidgazi yolundan hareket ederek Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Oklukhisarı ve Saidili alınarak Konya kalesinin kuşatılması üzerine zor durumda kalan Karamanoğlu Mehmet Bey’in barış teklifi, Çelebi Mehmet tarafından kabul edilmiştir (Hoca Sadettin, 1992: 83). Yapılan antlaşmaya göre Akşehir, Beyşehir, Sivrihisar, Niğde, Seydişehir, Okluk ve Kırşehir Karamanoğullarına verilmiştir63 (Oruç Beğ Tarihi, 2008: 49).
Karamanoğlu Mehmet Beyin ölümünden sonra yerine geçen oğlu İbrahim Bey, babasının aldığı Hamideli topraklarını Osmanlı’ya iade etmiştir64. Bunun üzerine Sultan Murat, Hamideli ve Beyşehir’i Şarabdar İlyas’a mansıb olarak vermesine rağmen İbrahim Bey, sancakbeyi içinde otururken 1428’de Beyşehir’i almıştır (Aşıkpaşazade, 1970: 117). 1432 tarihli Tacüddin İbrahim Bey’e ait vakfiyede, Larende’de yaptırdığı imarete vakfettiği yerler arasında Belviran’a bağlı Kalınahur, Köpürce, Balçık Hisarı, Emre, Yuvacık, Fasılcık; Bozkır’a bağlı Kayacık ve Kayapınar; Beyşehir’e bağlı Çavuş köyleri (Uzunçarşılı, 1995: 94-97) isimlerinin zikredilmesi Karamanoğullarının bölgeye hakim olduklarını göstermesi açısından önemlidir65.
61 Fakat bu vakfiye tarihi 12 Şevvâl 812/17 Şubat 1410 olmalıdır. Zira vâkıf olarak nitelendirilen Mehmet Bey, Karaman beyi Alaeddin’in Mehmet ve Ali adlı iki oğlundan biriydi ve anneleriyle birlikte Bayezit tarafından 1398 yılında Bursa’ya gönderilmişti (Uzunçarşılı, 1988: 16). Timur’un torunu Mehmet Mirza tarafından Bursa’nın işgalinde kurtarılan Mehmet Bey’e, Timur’un yanına geldikten sonra, Karaman illeri ile birlikte Osmanlı arazisinden de Beypazarı, Sivrihisar, Kırşehir ve Kayseri tarafları verilmiştir (Aşıkpaşazade, 1970: 85; Uzunçarşılı, 1988: 17).62 Mehmet Akif Erdoğru, zaviyenin adını Havva Cenneti olarak okumuştur (Erdoğru, 1994: 99).
63 Mehmet Akif Erdoğru, Neşri ve Aşıkpaşazade’ye atıfta bulunarak Akşehir, Beyşehir, Seydişehir toprakları ile birlikte Bozkır topraklarının da Osmanlı topraklarına katıldığını belirtmiştir (Erdoğru, 1988: 119). Fakat Çelebi Mehmet, yapılan antlaşmayı bozmasına rağmen yeniden üzerine giderek yakaladığı Karamanoğlu Mehmet Bey’i tekrar affetmiş ve Karamanoğullarından aldığı toprakları da geri vermiştir (Neşri, 1987b: 529-535).
64 1424 yılında Karamanoğullarına Timur tarafından verilmiş olan Hamidili, Beyşehir ve Otlukhisarı Osmanlılara geri verilmiştir (Uzunçarşılı, 1982: 403).
Sultan Murat, 1435 yılında Karaman’a ilk seferini düzenledi. Osmanlıları sefere iten sebep, Karamaoğullarının kâfirlerle anlaşması idi. Sultan Murat önce Akşehir’i sonra da Konya’yı aldı. Karamaoğulları’nın hâkim olduğu yerlerden İçil hariç hepsi itaat altına alındı. Karamanoğlunu ele geçirmek için Varsak ilini aradılar ve Bozkır’a66 çıktılar. Karamanoğlu niyeti anlayınca barış teklif etti ve Hamideli’nden elini çekerek bir daha düşmanlık etmeyeceğine söz verdi (Aşıkpaşazade, 1970: 128-129). Bundan sonra beş altı sene Osmanlılara karşı hiçbir harekette bulunmayan İbrahim Bey, Anadolu’da Osmanlı ordusunun bulunmamasını fırsat bilerek Ankara, Kütahya, Afyon, Bolvadin, Beypazarı ve Hamideli taraflarına kadar olan yerleri yakıp yıktı. 1444’de Haçlılarla bir antlaşma yapan Sultan Murat, Karamanoğlu üzerine yürüdü (Uzunçarşılı, 1988: 25-26). Aşıkpaşa Sultan Murat’ın seferini, “Karaman ülkesini şöyle vurdular ki şehirlerini ve köylerini elek elek ettiler. Karamanoğlu kaçıp Taşeli’ne girdi. O yıl nice erkek ve kız çocukları doğdu. Soyları sopları bilinmedi” şeklinde aktarmıştır (Aşıkpaşazade, 1970: 140). Bu olaydan sonra Sultan Murat ve İbrahim Bey anlaştı67. Buna göre Akşehir, Seydişehir ve Beyşehir Karamanoğullarına verildi (Uzunçarşılı, 1988: 28).
65 Yine Belviran’da Sürur Ağa’nın Gurre-i Şa‘bân 872/25 Şubat 1468 tarihli vakfiyesinde Belviran kazasında Türbe Boğazı isimli yerin vakfedilmesi anlatılmaktadır (VGMA, 2178: 211). Sürûr Ağa bin Abdullah, Hocenti bin Abdullah Paşa zaviyesine bir kısım yerler vakfetmiştir (VGMA, 2178: 79). Bu vakfiye üzerinde 12 Şevvâl 972/13 Mayıs 1565 tarihi okunmaktadır. Ancak vakıf sahibi ile birlikte düşünüldüğü takdirde vakfiyenin tarihi 12 Şevvâl 872/5 Mayıs 1468 olmalıdır. Burada bahsedilen kişi, Uzunçarşılı’nın Server Ağa olarak bahsettiği İbrahim Bey’in veziri olmalıdır (Uzunçarşılı, 1995: 104). Örnek verilen vakfiyelerde vâkıfın ismini Sürûr ya da Server şeklinde okumak mümkün olmakla birlikte babasının adının Abdullah olduğu kesindir (VGMA, 2178: 79). Aşıkpaşazade, Karamanoğlu İbrahim Beyin veziri olarak Surûr ismini zikrederken (Aşıkpaşazade, 1970: 141) Neşri ise İbrahim Beyin veziri olarak Kara Server adlı bir kişiden bahsetmektedir (Neşri, 1987b: 643). Bu isimli kişi Karamanoğlu İbrahim Bey’in veziri olduğuna göre 1423-1463 yılları arasında görev almış olmalıdır.
66 Bu olay Neşri tarafından “Karaman’ın İçil’den gayrisi gelip Sultan Murad’a itaat ettiler. Sultan Murad’ın kastı, baltacılar sürüp, Taş’a yoledip, Karamanoğlunu ele geçirmekti. Bu kasıtla varıp Bozkır’a çıktılar.” şeklinde anlatılırken (Neşri, 1987b: .617), Oruç Bey, Karamanoğlu İbrahim’in Taşili’ne kaçtığından bahsetmektedir (Oruç Beğ Tarihi, 2008: 63). Buradan Bozkır’ın Taşili denilen bölgede yer aldığı sonucu çıkmaktadır. Katip Çelebi, Karaman ilinin Osmanlıya geçtikten sonra ikiye ayrıldığını ve sahil semti için İçil dendiğini diğerinin ise paşa sancağı Konya olan Karaman eyaleti olduğunu belirtmektedir (Katip Çelebi, H.1145: 614-615). Sahilde Alanya’nın doğusundan Silifke’ye kadar uzanan İçel (Kilikya) bölgesidir (Pitcher, 1999: 98).
67 II. Murat ile İbrahim Bey sevgendnâme adı verilen bir muahede yaptı (Uzunçarşılı, 1988: 26-27). İbrahim Bey ile yapılan ahidnâme için bkz. Aköz, 2005; Uzunçarşılı, 1995: 120-123.
Fatih Sultan Mehmet zamanında çıkan bir anlaşmazlıkta, Karaman Beyi İshak Bey padişaha; Akşehir, Beyşehir ve havalisini vererek barış teklifinde bulundu; fakat Fatih “oralar zaten bizim Hamitoğlu’ndan satın aldığımız yerlerdir. Bu teklif ölüyü azad etmek demektir. Çarşanba Suyunu68 hudud kabul eder ise anlaşırız”, cevabını verdi (Neşri, 1987b: 775; Solak-zâde, 1989: 311; Uzunçarşılı, 1988: 31). Fatih’in bu teklifine göre 1465 yılına kadar Bozkır, Karaman hâkimiyetindeydi. Osmanlı-Karaman sınırının Çarşamba Çayı olarak belirlenmesiyle hem doğal bir sınır elde edilecek hem de Bozkır’ın en verimli toprakları olan Suğla Gölü ve Çarşamba Çayı arasındaki topraklar Osmanlılara kalmış olacaktı.
İshak Bey, Fatih’in bu teklifine razı olmayınca üzerine gönderilen kuvvete yenildi ve Karamanoğlu tahtına Pir Ahmet Bey geçti. Pir Ahmet Bey, Fatih’in bu yardımına karşılık Akşehir, Beyşehir, Sıklanhisarı ve Ilgın pazarını Fatih’e verdi. Fakat Fatih ve Pir Ahmet’in araları açılınca Fatih büyük bir ordu ile Konya üzerine yürüdü. Yenilen Karamanoğlu Pir Ahmet’in Larende’ye kaçması sonucu Konya ve Gevele kalesi 1467 yılında Osmanlıların eline geçti (Oral, 1958b: 82-83; Ürekli-Yörük, 2002a: 210-211). Fatih’in emriyle Karaman’daki esnaf ve sanatkârlar İstanbul’a sürüldü. Ermeniler Samatya’ya, Konyalılar Fatih’e, Aksaraylılar Aksaray’a yerleştirildiler. Fatih, oğlu Mustafa Çelebi’yi Karaman vilayetine vali tayin etti (Tekindağ, 1963: 60-67; Oruç Beğ Tarihi, 2008: 120). Pir Ahmet Bey’in ölümünden sonra Karamanoğullarının son direnme noktası olan Silifke ve ardından Develi Karahisar’ın alınmasıyla bu beyliğin bütün toprakları Osmanlılara geçti (Tekindağ, 1997: 327). Fakat Osmanlı devletinin bölgeye kesin olarak hakim olması 1476 tarihine kadar sürdü69.
68 Çarşamba Suyu, Bozkır tarafından gelen su ile Karaviran tarafından gelen suların birleşmesiyle ortaya çıkmaktadır (Uzunçarşılı, 1988: 31). Hamilton, Çarşamba Nehri’nin güneyde altı saat uzakta dağların arasında bir bölgeden çıktığını, kaynağından iki saat uzakta bir düzlükte kaybolduğunu ve biraz aşağıda tekrar yukarı çıktığını belirtmiştir (Hamilton, 1842: 338). Karamanoğulları ile Anadolu Selçukluları arasında Çarşamba Suyu kenarında yapılan savaş için bkz. Şikari, 1946: 41.
69 Osmanlıların Karaman Beyliğini ortadan kaldırması 1474-1475 yılına kadar sürmüştür (Neşri, 1987b: 801). Silifke ve Develi Karahisar’ın teslim olmasıyla, Karamanoğullarının bütün şehir ve kalelerinin Osmanlıların eline geçmesi 1474 yılına kadar devam etmiştir (Aköz, 2000: 66).
Osmanlılar, Karamanoğullarından aldıkları yerlerde arazi tasarrufu ile ilgili uygulamaları başlangıçta aynen devam ettirmişlerdir70. Bu anlamda iki devletin toprak şekillerinin de birbirine benzediği söylenebilir. Karaman beyliğinin ortadan kalkmasıyla bir eyalet halinde idare olunmak üzere tahrire tabi tutulan Karaman, 1500 yılında her timarı bir misli artırmak suretiyle tahrir olundu. Karaman timarlı sipahileri, Turgut ve Varsak aşiretleri bundan memnun olmadılar ve İran taraflarında bulunan Karaman ailesinden Kasım Bey’in kardeşi Mirza Bey torunu Hacı Hamza Bey’in oğlu Mustafa Bey’i İçil’e davet ettiler (Uzunçarşılı, 1988: 35; Yücel-Sevim, 1990: 179). Bu sırada Mora seferinde bulunan II. Bayezit, bunların üzerine Amasya valisi Şehzade Ahmet ile Konya valisi Şehinşah ve oğlu Beyşehir sancakbeyi Şehzade Mehmet’i memur etti. Bunun üzerine Karamanoğlu Mustafa Bey, Halep’e kaçtı ve oradan Mısır’a geçerek orada öldü (Uzunçarşılı, 1988: 36; Müneccimbaşı Ahmed Dede, II: 412-413).
Karaman ili alındıktan sonra, 1476 yılında Fatih burada evkaf ve emlak tahriri71 yaptırdı. Bu tahrire göre mevcut 11 vilayetten biri Seydişehir ve Bozkır’dı (Uzluk, 1958: 9; Konyalı, 1997: 111). Osmanlı hâkimiyetinin ilk dönemlerinde Beyşehir, idari bakımdan Karamanlılar devrinde olduğu gibi, vilayet merkezi olarak bırakıldı. Daha sonra ikinci derecede sancak merkezi haline getirildi. II. Bayezit‘in oğlu Şehzade Şehinşah72 ve onun oğlu Mehmet Bey burada sancak beyi olarak bulundular (Uzunçarşılı, 1998: 109). Beyşehir’in Seydişehir ve Bozkır bölgesini kapsayan sancağın merkezi olması II. Bayezit73 devrinde gerçekleşti. XVI. yüzyılda ise Beyşehir, Karaman eyaletinin yedi sancak merkezinden biriydi74 (Erdoğru, 1992b: 84-85).
70 Karamanoğulları dönemindeki uygulamaların devam ettirildiğine şu örnek verilebilir. “Mezrea-i Sorak (Belviran nahiyesi) fi’l-asıl mülkü meşrûi Hacı Yusuf ber-mucibi mektubi İbrahim Bey ve mukarrernâmei Sultan Bayezid. Evladı elindedir, ber mucibi mülkiyet tasarruf eder”. “Karye-i Kocac (Belviran nahiyesi) sipâhi zâdegân an nesli Yahşi Bey, ber-mucibi mektubi Alâüddin bin Mahmud” (Uzunçarşılı, 1984: 153, 156). Kocac olarak zikredilen köy, Koçaş olmalıdır.
71 Bkz. TKGM, KKA TK 564: bu defter F. Nafiz Uzluk tarafından 1958 yılında yayınlanmıştır.
72 1483 yılında bu göreve gelmiştir (Oruç Beğ Tarihi, 2008; 135).
73 II. Bayezit devrinde Karamanoğulları ve Cem arasındaki ilişki için bkz. İbn Kemal, 1997: 10-28.
74 1520 yılında Karaman eyaletinin sancakları, Konya, Kayseriye, İç-il, Aksaray, Niğde, Lârende, Beğşehri ve Akşehir iken (Baykara, 1988: 101); 1527 yılında Konya vilayetinin sancakları, Konya, Kayseri, İç-il, Niğde, Beyşehri, Aksaray ve Maraş (Kunt, 1978: 128); 1568-1574 yıllarında Konya, Kayseriye, İç-il, Aksaray, Niğde, Beğşehri, Akşehir ve Kırşehri idi (Kunt, 1978: 138; Baykara, 1988: 101). 1578-1588 yıllarındaki Konya, Kayseri, Niğde, Kırşehri, Aksaray, Akşehir ve Beyşehri
Beyşehir sancağı, XVI. yüzyılda, iki kaza ile dokuz nahiyeden oluşuyordu. Bunlar Beyşehir ve Seydişehir kazaları ile Göçü, Kırili75, Cezîre, Yenişehir, Kaşaklı, Yağan, Yaylasun, Gurgurum ve Bozkır nahiyeleriydi. Gurgurum ve Bozkır76 nahiyeleri Seydişehir kazası sınırları içerisindeydi (Erdoğru, 1992b: 85).
Bozkır nahiyesinin 1500 yılında, 37 köyü, 1.238 hanesi ve 1.572 nefer vergi nüfusu vardı. Bu veriler dikkate alınarak nahiyede toplam 6.524 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir (Aköz, 2007: 70). Bu hesaplama üzerinden gidilirse nahiyenin merkezi konumundaki Siristat köyünün hane sayısına göre nüfusu 350’dir77. 1524 yılında ise nahiyeye bağlı 43 köyün 1.270 hanede 1.888 nefer vergi mükellefi vardır. Bu rakamlara göre Bozkır nahiyesinin toplam 6.970 kişi olduğu tahmin edilmektedir (Aköz, 2007: 70). 1524 yılında Siristat köyünde ise 104 nefer 70 hanede yaşadığına göre, köyün tahmini nüfusu 384’tür. sancakları (Kunt, 1978: 156) 1609 ve 1653 yıllarında da sancak olarak devam etmiştir (Baykara, 1988: 101). 1550 civarındaki sancaklar için bkz. Feridun M. Emecan-İlhan Şahin Osmanlı Taşra Teşkilatının Kaynaklarından 957-958 (1550-1551) Tarihli Sancak Tevcih Defteri, Belgeler, XIX, S. 23, Ankara 1999, s.53 -122. Karaman eyaletinin sancaklar ı ilgili bkz. Mustafa Nuri Paş a, Netayic’ül-Vukuat, Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi I-II (Sadeleştiren: Neşet Çağatay), Ankara 1979, s.140. Karaman eyaletinin XVIII. yüzyılın ilk yarsındaki sancakları için bkz. Fahameddin Başar, Osmanlı Eyâlet Tevcihâtı (1717-1730), Ankara 1997, s.76-83. Karaman eyaleti için bkz. M. Akif Erdoğru, Kanunî’nin İ lk Yıllarında Karaman Vilâyeti, TİD, S. VIII, İzmir 1993, s.37-50; M. Tayyib Gökbilgin, XVI. Asırda Karaman Eyaleti ve Larende (Karaman) Vakıf Müesseseleri, VD, S. VII, İstanbul 1968, s.29-38; Erdoğru, 1992a: 425-430.
75 İçil ve Kırili gibi yer isimleri belgelerde geçtiği şekliyle alınmıştır.
76 Karaman eyaleti ile ilgili olarak günümüze ulaşan ilk mufassal tahrir defteri olan 40 numaralı defter, Bozkır hakkında da bilgiler vermektedir. Fakat defterin tarihi ile ilgili farklı görüşler vardır. Defterde geçen H.908/M.1502 ve H.913/M.1507 tarihlerini değerlendiren M. Akif Erdoğru, 1502 tarihinin sonradan eklenen bir notta geçmesi nedeniyle 1507 tarihini kabul etmiştir (Erdoğru, 2006: 24). Halil İnalcık’ın defteri, H.907/M. 1501 yılı olarak belirttiğini aktaran Alaaddin Aköz ise defteri H.906/M.1500-1501 yılına tarihlemiştir (Aköz, 2007: 67, 74).
Bozkır hakkında bilgi veren bir başka defter ise, 399 numaralı tapu tahrir defteridir ve H.931/M.1524 tarihinde yazıldığı tahmin edilmektedir (Erdoğru, 2006: 26). H.992/M.1584 tarihli ‘defter-i mufassal livâ-i Beyşehri’ ismini taşıyan Ankara’da TKGM KKA’nde bulunan 137 numaralı mufassal defter de (Erdoğru, 2006: 26-27) Bozkır hakkında bilgiler vermektedir. Bu defter için bkz. M. Akif Erdoğru, Beyşehir Sancağının 1584 Tarihli Nüfus Sayımı (Beyşehir, Seydişehir, Bozkır), İzmir 2004. Yine ‘defter-i icmâl livâ-i Beyşehir’ ismini taşıyan Ankara’da TKGM KKA’nde 208 numarada kayıtlı defter H.991/M.1583 tarihine ait olup, Bozkır nahiyesindeki timarlar hakkında bilgiler vermektedir (Erdoğru, 1988: 117).
BOA, Tapu Tahrir fihristi 387 numarada kayıtlı, Karaman ve Rum vilayetinin evkafını içine alan defter ise, DAGM tarafından tıpkıbasım şeklinde 387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri (937/1530) adıyla yayınlanmıştır. Fakat defterin hazırlanış tarihi H.929/M.1522 olmalıdır diyen Erdoğru, bu defterin tarihini 1520 olarak kabul edenlerin de olduğundan bahsetmiştir (Erdoğru, 2006: 30).
77 Köy 65 hane ve 90 nefer olarak (Aköz, 2007: 70) alınmıştır. Bir başka araştırmada ise 75 hane ve 90 nefer olarak verilmiştir (Erdoğru, 2006: 369). Nüfus hesaplaması yapılırken, hane sayısı beş ile çarpılmış, hane sayısından fazla olan nefer sayısı bu çarpıma eklenerek tahmini nüfus bulunmuştur.
1642 tarihli78 icmal avarız-hane defterinde Bozkır, Beyşehir sancağına bağlı bir kaza79 olup, 35 köyü vardır80. Bu köylere ait toplam 59,25 avarız-hanesi vardır (BOA, MAD.d 3016: 21). Avarız-hanelerinin kaç gerçek haneden oluştuğu zamana ve bölgeye göre değişmektedir (Barkan, 1997: 15). Bozkır kazası köylerinde bir avarız-hane 12 gerçek haneden81 oluşmaktadır. Bozkır kazasının eldeki verilerin hesaplanmasıyla 3.555 tahmini nüfusa sahip olduğu söylenebilir82.
79 18 Ağustos 1629 tarihli bir belgede de Sazlı köyü mescidine bir imam tayini ile ilgili kayıtta da Bozkır kaza olarak geçmektedir (BOA, MAD.d 3743: 30). Yine Mart 1645 tarihli bir belgede Bozkır kaza olarak zikredilmiştir (KŞS, 7: 128-1). Fakat 15 Ekim 1667 (BOA, MAD.d 73: 32-1, 35-1; 37-1),
26 Kasım 1697 (BOA, İE.AS, 3067), 23 Nisan 1704 (BOA, İE.AS 3463) tarihli belgelerde ise nahiye olarak geçmektedir. Nahiye olarak geçen diğer belgeler için bkz. BOA, C.TZ 5701; BOA, İE.AS 1864; BOA, İE.AS 876, BOA, AE.SMST II 12/1173, 4/327.
80 Bu tarihte kazaya bağlı köylerin icmal avarız-hane defterinde “Kazâ-i Bozkîrî der livâ-i Begşehrî, karye-i Akkilise hane 2,5, karye-i İltoğân hane rub‛ 3, karye-i Sandı hane rub‛ 3, karye-i Büyük Öz hane 1,5, karye-i Arvana hane nısf, karye-i Bademli hane rub‛ 3, karye-i Saray hane rub‛ 3, karye-i Küçük Öz hane nısf, Kafir Çiftliği hane 1, karye-i Kayacık hane 1, karye-i Gündüğün hane rub‛ 3, karye-i Değirmen Deresi hane 4,5, karye-i Beşe Çiftliği hane rub‛ 3, karye-i Sazlu hane 1,5, karye-i Boztam me‛a Temr Akçabınar hane 1 rub‛ 1, karye-i Çat hane 3,5, karye-i Siristat hane 1 rub‛ 3, karye-i Balıklavı hane 1, karye-i Kadı Beleni mea Akçabınar hane 1 rub‛ 3, karye-i Morsun me‛a Fard hane 3 rub‛ 1, karye-i Ahurlu hane 2,5, karye-i Merye me‛a Bahadlar hane 2,5, karye-i Sopran hane 3, karye-i Avtan me‛a Tutlu hane 2,5, karye-i Ali Çerçi hane 1 rub‛ 3, karye-i Kuruçay hane 1, karye-i Karacaardıç hane 1, karye-i Kuşça me‛a Mesud hane 1 rub‛ 1, karye-i Kozağaç hane 1 rub‛ 1, karye-i Yaruktaş hane rub‛ 3, karye-i Hisarlık hane 1,5, karye-i Arslan Söğüd hane 1 rub‛ 1 (rub‛ zaviyedar), karye-i Kâzık hane 2,5, karye-i Sinandı hane 4, karye-i Yağlu Üyük hane 2,5 yekûn hane 59 rub‛ 1 (BOA, MAD.d 3016: 20-21) şeklinde kayıtlıdır.
1051/1641-1642 tarihli tahrir defterinde ise: “Kazâ-i Bozkîr der livâ-i Begşehrî, karye-i Akkilise hane 32, karye-i İltoğân hane 8, karye-i Sandı hane 8, karye-i Büyük Öz hane 17, karye-i Arvana hane 4, karye-i Bademli hane 10, karye-i Saray hane 9, karye-i Küçük Öz hane 6, Kafir Çiftliği hane 10, karye-i Kayacık hane 10, karye-i Gündüğün hane 7, karye-i Değirmen Deresi hane 48, karye-i Beşe Çiftliği hane 7, karye-i Sazlu hane 18, karye-i Boztam me‛a Temr Akçabınar hane 13, karye-i Çat hane 39, karye-i Siristat hane 19, karye-i Balıklavı hane 11, karye-i Kadı Beleni mea Akçabınar hane 21, karye-i Morsun me‛a Fard hane 41, karye-i Aharlar hane 29, karye-i Merye me‛a Bahadlar hane 30, karye-i Sopran hane 37, karye-i Avtan me‛a Tutlu hane 30, karye-i Ali Çerçi hane 22, karye-i Kuruçay hane 12, karye-i Karacaardıç hane 9, karye-i Kuşça me‛a Mesud hane 14, karye-i Kozağaç hane 14, karye-i Yarıktaş hane 8, karye-i Hisarlık hane 17, karye-i Arslan Söğüd hane 11, karye-i Kâzık hane 27, karye-i Sinandı hane 53, karye-i Yağlıüyük hane 26 (BOA, KK.d 2592: 38-42/B) olarak kaydedilmiştir.
81 Belviran kazasına bağlı Kazlik mea Danil köyleri “…muharrir-i cedîd hîn-i tahrîrde bizim vesâiri vesâirimiz ile on üç nefer olub cümlemizin üzerine bir hane kayd idüb…” (Şafakcı, 2005: 357) denilmiştir ki bu köyde bir avarızhanenin 13 haneden oluştuğu anlaşılmaktadır. Konya kazası Sahra nahiyesine bağlı Çayırköy’de ise 12 hane bir avarız-hane sayılmıştır (Şafakcı, 2005: 493; KŞS 7: 196-3).
Elde edilen sonuç 125 yıl önceki tahmini nüfustan daha az çıkmaktadır. Fakat askeri sınıflar, ilmiye sınıfı, derbentçi, ortakçı, tuzcu, doğancı, köprücü gibi görevliler ile vakıf reayasının
bu vergiden muaf83 tutulduğu unutulmamalıdır (Barkan, 1997: 15; Sertoğlu, 1986: 24). Avarız vergisi hesaplanırken bu kişilerin yazılmaması nedeniyle nüfusun az
çıktığını söylemek mümkündür. Zira 1500 yılı tahririnde 12 köyde müsellemler84, dört köyde sipahi ve sipahizadeler, iki köyde bazdâr, üç köyde dervişler ve bir köyde de ortakçılar bulunmaktadır (Aköz, 2007: 68).
Bazı belgelerde nahiye bazılarında ise kaza olarak geçen Bozkır’ın kesin olarak hangi tarihte kaza olduğu belirlenememiştir85 ancak XVIII. yüzyılın başlarından itibaren kaza olduğu bilinmektedir. Zira bu tarihlerde çeşitli kurumlara yapılan atamalar hakkında bilgi veren hurûfât defterlerinde86 kadılar ile ilgili kayıtlara rastlanmıştır87. Aralık 1701 tarihli Seydişehir kazası hurufat defterinde Seydişehir’e bağlı Bozkır nahiyesi olarak geçen (VGMA, HD, 1118: 72b) Bozkır’la ilgili bir başka belgenin Seydişehir kazası içerisinde geçmemesi Bozkır’ın ayrı bir kaza olarak değerlendirildiğini göstermektedir.
82 Hesaplamada, Bozkır kazasının 59,25 avarız-hanesi ile bir avarızhanedeki 12 gerçek hanenin çarpılmasıyla 711 gerçek hane sayısına ulaşılmış ve her hanede beş kişi yaşadığı kabul edilerek gerçek hane sayısıyla beş çarpılmış ve bu sonuç elde edilmiştir. Fakat 1051/1641-1642 yılındaki sayımda ise yaklaşık 681 gerçek hane olduğu görülmektedir. O zaman hesap edilen nüfus daha da düşecek ve yaklaşık olarak 3.450 kişi olacaktır (BOA, KK.d 2592: 38-43). Bu farklılığın temel nedeni her köye ortalama 12 hane üzerinden avarızhane kaydı yapılmakla birlikte bu rakamın altında veya üstünde olanlara fazla avarızhane yazılmasıdır. Örneğin Kafir Çiftliği köyü 10 gerçek haneden oluşurken 1 avarızhane olarak kaydedilmiştir (BOA, KK.d 2592: 38). Yapılan hesaplamada bir avarızhaneyi oluşturan 12 gerçek hane içinde 3 (1 rub‘), 6 (2 rub‘), 9 (3 rub‘), 12 (1 hane) şeklinde bir ayrım yapıldığı anda 10 rakamı üç rub‘ hisseyi geçtiğinden bir hane olarak kaydedilmiştir. Diğer köyler içinde benzer örnekleri vermek mümkündür. Bu anlamda tahrir ile avarızhane arasındaki nüfus farkı buradan da kaynaklanmaktadır.
83 Kör, topal, pirifâni olan kişiler ile çalışamayacak ve güçlükle hayatını kazanabilecek durumda olanlar da bu vergiden muaf tutulmuştur (Güçer, 1964: 72).
84 Örneğin Siristat’ta 54 nefer 40 hanede müsellem olarak kaydedilmiştir (Aköz, 2007: 85).
85 1590 tarihli nüzül tevzi‘at ve tahsisi hakkında bilgi verilirken Beyşehir sancağına bağlı Beyşehir, Seydişehir, Bozkır, Yenişehir, Kırili ve Hacıbektaş kazalarından söz edilmiştir (Güçer, 1964: 157). Bu bilgiler bu tür vergilerin dağıtımının kaza esasına göre yapıldığını ve Bozkır’ın bu yüzden kaza olarak zikredildiği izlenimini vermektedir.
86 VGMA’nde bulunan hurufat defterleri, imam, hatip, mütevelli, nazır, ferraş gibi görevlilerin atamalarının kaydedildiği defterlerdir. XVII. yüzyılın sonlarından XIX. yüzyılın başlarına kadar olan süreyi kapsarlar. Bu defterlerde kazalar harf sırasına göre dizilmiştir. Defterdeki belgelerde ise birkaç cümle ile hangi göreve kimin, neden atandığı, ne kadar ücret aldığından bahsedilmiştir. Yani kurumlara atanan görevliler kazaların isim sırasına göre bu defterlerde yer almıştır.
87 1690 yılına ait defterde Bozkır, kaza olarak geçmesine rağmen bir kadı tespit edilememiştir (VGMA, HD, 1141: 76b). Kasım 1723 tarihinde “fî zaman-ı Hazreti Yahya-zâde Efendi” (VGMA, HD, 1137: 128a) ve Haziran 1725’te ise “fî zaman-ı Salih Efendi” (VGMA, HD, 1083: 103a) isimleri tespit edilmiştir.
Bununla birlikte böyle bir kaydın bulunması da, idari olarak Bozkır’ın nahiyeden kazaya, geçiş dönemini yaşadığı izlenimini vermektedir.
Katip Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, Beyşehir sancağının88 kazaları Bozkır, Seydişehir, Karaîl, Göçükebir, Göçüsağir, Kaşaklı ve evsaf-ı Beyşehir’di (Katip Çelebi, H.1145: 618). Bozkır’ın XVII. yüzyılı hakkında bilgi veren Katip Çelebi, “otuz iki karye bir kazadır” demiştir. Cihannüma’da Bozkır’la ilgili verdiği bilgilerin devamında “bu kaza Seydişehri nahiyesi idi” (Katip Çelebi, H.1145: 619) şeklinde bir kayıt düşmesi Bozkır’ın XVII. yüzyılın ortalarına doğru kaza olduğunu ortaya koymaktadır.
Bölgenin diğer yerleşim yeri olan Belviran ise Bozkır’dan çok önce kaza statüsüne kavuşmuştur. Belviran, 147689 ve 148390 yılında Konya sancağına bağlı bir kaza olarak geçmektedir (BOA, TT.d 1085: 39a; Çoşkun, 1996: 2; Erdoğru, 2003a: 134). 906/1500-1501 yılında yapılan bir tahrire göre Karaman vilayeti kazalarından birisi de Belviran’dır (Konyalı, 1997: 114). 152291 yılı tahririnde Karaman vilayeti sancakları yazılmışken, Livâ-i Lârende üzerine yazılan derkenarda; sancaklıktan bozulmuştur, sipahileri Konya sancağı sipahileri ile eşerler, ifadesi Larende’nin kazaya dönüştürülerek Konya sancağına bağlandığını göstermektedir (DAGM, 1996: 2). Belviran kazası 63 numaralı tahrir defterinde Larende sancağı içinde değerlendirilmiştir. Larende livasının Belviran kazası 1522 yılında92 Konya sancağına dahil edilmiştir (DAGM, 1996: VIII). 1518 tarihli tahrirde Larende sancağı içerisinde değerlendirilen Belviran, kısa bir süre sonra bu sancağın ortadan kaldırılmasıyla yeniden Konya sancağına bağlanmıştır.
88 Katip Çelebi’nin verdiği bilgilere göre, paşa sancağı Konya olan Karaman eyaletinin sancakları; Aksaray, Akşehir, Beyşehri, Kırşehri, Kayseriyye ve Niğde idi (Katip Çelebi, H.1145: 618).
89 1476 yılında yapılan vakıf tahririnde, Larende vakıfları arasında Belviran’a ait bazı köy isimleri görülürken (Uzluk, 1958: 24), Belviran kazasında bulunan zaviyeler Konya vilayeti içinde zikredilmiştir (Uzluk, 1958: 32).
90 Zaviye isimleri doğrudan Konya Vilayeti Belviran kazası içerisinde geçtiği için Konya’ya bağlı olduğu düşünülmektedir bkz. Erdoğru, 2003b: 114-116. Larende merkez ve nahiyelerine ait aynı tarihli vakıflar arasında Belviran’a bağlı herhangi bir vakıf zikredilmemiş, sadece vakıfların tasarrufundaki Belviran’a bağlı köylerin ismi yazılmıştır bkz. Erdoğru, 2003b: 116. Bu verilere göre Belviran kazası 1483 yılında Konya sancağına bağlı olmalıdır.
91 Başbakanlık DAGM, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı tarafından yayınlanan bu defterin tarihi 937/1530 olarak verilirken, defterin tarihi ile ilgili ortaya çıkan farklı görüşler için bkz. Erdoğru, 2006: 30-31; Doğan Yörük, XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı (1500-1584), Konya 2005, s.8-10.
92 Kanuni Sultan Süleyman Kanunnâmesine göre 1522 yılında Karaman eyaleti, Konya, Larende, Niğde, Ereğli, Kayseri, Kara-Hisarcıklu (Karahisar-ı Develi), Aksaray, Kuş-Hisar, Gülnar, Akşehir, İshaklu, Bilviran, Beyşehir, İlgın, Seydişehir, Ermenek, Çimen-ili, Mut, Ortaköy, Ürgüb, Karı-Taş, Eski-il, Turgud ili ve Zengicek, Aladağ ve Anduğu kazalarından oluşmaktaydı (Çakar, 2002: 274).
Belviran kazasının XVII. yüzyıldaki durumunu Katip Çelebi, “Belviran; Konya sancağına bağlı, Aladağ ve Konya arasında bir kazadır” (Katip Çelebi, 1145: 617) diye aktarmaktadır. Belviran, 1285/1868 yılında, Karaman kazasına bağlı bir nahiye iken, bu tarihte Bozkır kazasının nahiyesi yoktu (KVS, 1285: 89-90). Konya sancağına bağlı nahiyeler 1876 tarihli İdare-i Nevâhi Nizamnamesine göre yeniden düzenlenmiş ve bu tarihte Belviran nahiyesi Bozkır kazasına bağlanmıştır (Tönük, 1945: 209). Bu düzenleme aynı tarihli Konya salnamesinde de dikkate alınmış ve Belviran, Bozkır93 kazasının bir nahiyesi olarak gösterilmiştir (KVS, 1292: 45, 172).
Bozkır ve çevresinde idari anlamda bu gelişmeler yaşanırken sosyal anlamda dikkati çeken konu ortaya çıkan eşkıyalık hareketleriydi. XVI. yüzyıl sonlarında başlayan Celali isyanları Bozkır ve çevresinde de görülmüştür. Bölgenin en azılısı ve sözü geçen sipahisi Dağlar Delisi Süleyman’dı94. Onun ölümü üzerine yerine yeğeni İlâhî geçti, onu sevmeyenler Deli İlâhî95 derdi. Zenginlerin servetlerine zorla el koyan bir kişi olan Deli İlâhi, şikâyetler üzerine ortadan kaldırıldı (Uzunçarşılı, 1983: 178, 189; Sümer, 1995b: 22-23). Bu dönemdeki diğer zorbalar Dereli Halil ile Bademlili Hüseyin’di. Dereli Halil, I. Ahmet devri sekban bölükbaşlarından olup en büyük hasmı olan Bademlili Hüseyin’i eviyle birlikte yakarak ortadan kaldırmıştır (Naima, 1281: 131; Türk Ansiklopedisi, 1956: 8). Deli İlâhî’nin oğlu Hidayet, Rum Mehmet Paşa’nın desteğini alarak, babasının mallarını Dereli Halil’in gasp ettiğini belirterek devletten yardım talep etmiş ve bu sebeple gönderilen Karaman valisi Ahmet Paşa tarafından Dereli Halil ortadan kaldırılmıştır96 (Sümer, 1995b: 22-23; Soyucak, 1997: 54).
93 Bozkır’ın görünümü ile ilgili bkz. Fotoğraf 6, 12, 13.
94 Dağlar Delisi Süleyman Beyşehir’in Kavak köyündendi (Sümer, 1972: 189).
95 Karaman Beylerbeyi olan Çerkez Ahmet Paşa, ondan başka kimse para tahsil edemeyeceğinden dolayı, Deli İlahi’yi mütesellimi yapmıştı. Vergi toplamak bahanesiyle halka birçok zulümler yapan Deli İlahi ulufe almak için gittiği İstanbul’da yargılanarak öldürüldü (Soyucak, 1997: 52).
96 Bu isyanlarla ilgili ayrıca bkz. Naima, 1281: 125-131; Önder, 1986: 39-45; Soyucak, 1997: 52-54; Uzun, 2008: 95-96. Dereli Halil’in öldürülmesi ile ilgili halk arasında söylenen bir türkü için bkz. Önder, 1986: 45.
Hiç yorum yok: